Hukuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hukuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2021 Pazartesi

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı


Devlet, Ekonomi, ideolojik, TASAM, ulusal eğitim, Amerika, piyasa, Hukuk, Japonya, Federal, Japon, bankacılık, para, kamu, inşaat,
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU, Salgınla Sıkılan Kemerler, İstikrar Paketi,




Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU  23 Eki 2020
Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı
Makale

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. ...

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. Ama bu “İlk borç veren“ (Lender of the First Resort) politikası olarak ABD Federal Rezerv’e (FED), AB (ECB) ve Kanada Merkez Bankalarının öncelikli, İngiltere ve İsveç Merkez Bankalarının selektif tercihi olarak 2019 öncesindeki yaklaşık on bir yıla damgasını vurdu. Nitekim bir örnek olarak FED’in 2008’den itibaren ilan ettiği fonlama faizlerine bakacak olursak o yıl yüzde 0,22 den başlayıp, yüzde 0,18’e kadar inen, 2009 ile 2015 arasında yüzde 0,12 oranında durağan seyreden oranlarda kaldığını görürüz.

FED, 2015 yılından sonra istihdam ve enflasyon rakamları nispeten makul düzeylere yükselme eğilimi gösterince, 2016’dan itibaren fonlama faizlerini tedricen yükseltmeye başladı. Tahvil satın alma yolu ile piyasaya sürülen bol para, borsa endekslerini yükselttikçe hisse, yenileme ve sabit yatırıma kayarak, ABD ekonomisinin durgunluk ile bağını koparmaya ve işsizliği yüzde5’in altına düşürmeye başladı. ABD ekonomisinde FED faiz tercihleri 2017 yılından itibaren yükseltme yönünde bir görüntü arz etti ve 2017 yılında yüzde 0,91’den 2018 başında yüzde 1,41’e, yıl sonunda yüzde 2,20’e, 2019 başında yüzde 2,41’e kadar yükseldi. 2019 FED’in yine yavaş yavaş faiz oranları ile piyasaya fiske fiske destek vermeye gerek duyduğu bir dönem oldu. Oranların 2019 yılı boyunca düşürülerek, yılın sonunda yine yüzde 1,58 gibi bir değere geri dönüşü, dünyanın bir numaralı ekonomisinde salgın öncesinde bile piyasa takviye edilmedikçe durgunluğa geri savrula bileceği endişesiyle, parasal genişletmenin sürdürüleceğinin ilanı oldu.



Dünya Şahtı Şahbaz Oldu

Anlaşılacağı üzere dünya salgına böyle bunalımlı bir durumda yakalandı. Şimdi 2020 sonuna hızla yaklaşılırken ABD ve AB’de faiz oranları nominal ve reel olarak artık negatif faiz alanında. Bunlar ABD de yüzde 0,7, AB de -yüzde 0,6, Kanada’da yüzde 0,6 düzeyinde. Çin’de ise yüzde 3. İşsizlik oranlarına bakacak olursak ABD’de yüzde 7,9, Kanada’da yüzde9, AB ortalaması olarak ise yüzde 8,1 düzeyinde. Geleneksel olarak işten çıkarmanın pek olmadığı Japonya’da yüzde 3, Çin’de ise yüzde 3,8. Resmî rakamlara hemen hiçbir yerde güven yok. Ama işsizlik mutlaka hemen her yerde ilan edilenden daha yükseklerde seyrediyor.

Bu arada tabii durgunluk pençesindeki ülkelere karşılık Türkiye gibi çift haneli enflasyonun patladığı ve para politikasının gevşemesine izin verilmemesi gereken ülkeler de var. Bunlar şu sıralar, hem işsizlik, hem yüksek ve yükselen enflasyon, hem takati aşan kamusal ve bireysel borçlanma, hem de devlet ve aile bütçesi açıkları ile mücadele etmek zorunda. İşte zaten dar politika koridoru bu noktada tıkanıyor. Bu tür ülkelerde yine devlet bir şekilde piyasayı nakde boğmak mükellefiyetinde olmakla birlikte, birkaç hata yapılıyor. Özellikle Merkez Bankaları para (faiz) ve kredi politikalarını siyasî araç olarak kullanmaktan vazgeçememe sığlığına düşünce, asıl görevleri olan fiyat ve makro ekonomik istikrarı gözetme hedeflerinden sapıyorlar. Hele faizin “ideolojik“ bir saplantı olarak muamele gördüğü ülkelerde, birden fazla faiz (ve birden fazla döviz kuru) ortaya çıkınca, para politikasının basitliği, anlaşılabilirliği ve en önemlisi keyfi olmaması özelliği aşınıyor. Para politikası dışındaki teşvik paketlerinin de keyfi, yandaş tercih eder ve “dostlar iş başında görsün“ mantığı ile ve “bakın işte devran dönüyor“ izlenimi veren inşaat sektörüne yönlendirilmesi ise sistem güvenini aşındırıyor. Açılan kredi musluklarına karşılık, bunların geri ödenememe riskinin doğması, bankacılık sisteminin disiplini için önemli bir tehdit.

Değer yitiren ulusal para yerine yabancı para ile değer saklama alışkanlığının geri gelmesiyle gün be gün yaşanan kur patlamaları “rekabetçi kur“ diye takdim edilse bile kimse buna kanmıyor. Çünkü genel küresel durgunluk, pandemik salgın, bölgesel savaşlar ve yaptırımlar nedeni ile kapanan piyasalar olduğu için ihracatı arttıramıyor. Pahalılaşan ithalat ise enflasyona katman katman ekleniyor. Eş anlı olarak gelen güven aşınması, ahlâkî bozulma ve bedavacılık da işin cabası. Ancak, bir yerlerde insanlar hâlâ “biz bedava ekmek istemiyoruz. Bize ekmeğimizi kazanacak iş ve onurla yaşayabileceğimiz kazanç kapısı bulun“ veya “bizim istediğimiz, iç hukuk-dış hukuk yollarını tüketmek değil. Hakkımız olan parayı istiyoruz“ diye haykırıyorsa, bu seslere kulak vermek kamu otoritesinin önemli ve tarihi bir görevi olarak düşünülmeli.

Acı Reçeteler ve Salgınla Değişen Tüketici Davranışı Dolayısı ile salgın ile gelen dalga dalga etkiye kamu politikalarının verdiği tepki en iyi ihtimal ile 2021 sonrasında Türkiye gibi birçok ülkeyi, daha kalın kemerlerle uygulanması gerekecek olan sıkı istikrar politikalarının insafına bırakıyor. Acı reçeteler, 2021-23 yılları arasında tüm ülkeler için geçerli olacak. Ama kamu politikalarını salgın öncesinden başlayarak keyfi uygulamalara, kamu harcamalarını boyunu aşan bölgesel güç olma heveslerine kurban eden ülkeler daha büyük sıkıntılar yaşayacak. Bu bağlamda eğer bir sıkıntı kaçınılmaz olarak yaşanacaksa bunun adil dağıtılması, zam yapılmayacaksa, meclis üyeleri ve muhterem zevat dâhil kimseye zam yapılmaması, kamu kurum bütçelerinde israfın önlenmesi insanlara iyi gelecek. Unutmayalım birçok ülkenin artık “yeni ekonomi politikası paketi“ine veya paketlerine değil, istikrar programı paketlerine ihtiyacı var ve 2021 sonrasında daha fazla ihtiyacı olacak.

Bütün bunlara karşı tek ve destekleyici ümit varsa, az da olsa değişen tüketici davranışlarında olabilir ki, salgın kendi başına yeni tüketim kalıpları yaratarak yaşantımıza bireysel düzeyde sıkılan yeni yeni alışkanlıklar yarattı. Giyim kuşam, ayakkabı, eğlence, taşımacılık, ulaştırma ve tatil harcamalarındaki israf boyutunu toplum, salgınla fark etti. Bu alışkanların törpülenmesi ile bu tüketim kalemleriyle ilgili sektörlerin keyfi fiyat ve etiket davranışlarını gözden geçirmeleri destek taleplerinden önce gelmeli.

Eğitim ve sağlık harcamalarında ciddi bir değerlendirme yapılması ve özellikle ikincisi ile ilgili sigorta harcamalarının durumun ne olacağı gözden geçirilmeli. Batıda bile derin kriz dönemlerinde aileler bir arada yaşamaya başlıyor. 
Gençler anne ve babaları ile oturmaya başlıyor. Bu davranış değişimi kira masrafları ile ilgili bir bireysel kemer sıkma tercihi olarak tebarüz ederken, inşaat sektörüne aşırı destek verme eğilimini de caydırması gerek. Yoksa yaptıkları binalar ellerinde kalan müteahhitler bu defa aldıkları krediyi geri ödememeye başlarsa, bu bankaları ya konut zengini ama nakit fakiri yapar veya zaten çoğu hepten iflas eder.

Öyle veya böyle salgın sonrası dünyanın birçok ülkesi, ekonomik daralmanın yaratacağı ekonomik salgınla, bir kısmı da durgunluk, işsizlik ve bu ikisi ile bir arada tırmanmaya devam edecek enflasyonla boğuşacak. 

Depresyon ve Slumpflasyon (Durgunluk ve Enflasyon) 2021- 2023 arasında gündemde olacak. 

***

16 Mayıs 2020 Cumartesi

ÖZGÜRLÜK - GÜVENLİK İKİLEMİ.

ÖZGÜRLÜK-GÜVENLİK İKİLEMİ


Sevtap Yokuş** 
* Bu metnin sunum olarak hazırlanmasında büyük ölçüde yazarın “Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı” adlı kitabından yararlanılmıştır. 
** Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. 


ÖZET

Özgürlük- güvenlik ikilemi tartışması, tebliğ içeriğinde geniş anlamıyla ele alınmakta; demokrasi-hak ve özgürlükler-hukuk ile güvenlik dengesi şeklinde genişlemektedir. Öncelikle günümüzde bu tartışmanın değeri ve yaşamsal önemi vurgulanmaktadır. Buna göre; güvenlik konusunun ulusal düzeyde olduğu gibi uluslararası düzeyde de hukuk ve insan hakları standartlarının geliştirilmesi sorunuyla birlikte ele alınması zorunludur.

Demokratik hukuk düzenlerinde, özgürlük kural, güvenlik önlemleri istisna olmalıdır.
Dünyada son gelişen olaylar karşısında, bu ilkenin hatırlatılmasında ve öne alınmasında yarar vardır. Bu anlamda ilkelerin ve istisnaların gözden uzak tutulmaması; özgürlükleri sınırlayacak önlemlerin istisnai olarak ve ulusal-ulusal üstü boyutlarda hukuksal denetim altında kullanılması zorunludur. Günümüzde demokratik düzenlerin özünü oluşturan özgürlükler, ancak ulusal ve uluslararası barış ortamının sağlanması şartıyla gelişebilecektir.

  Hak ve özgürlüklerin gerçekleştirilmesi noktasındaki asıl sorun ise, özgürlük ve güvenlik ikilemidir Demokrasi-Güvenlik ilişkisi bağlamında hak ve özgürlükler temelli demokratik devlet içeriğinin belirlenmesi önemlidir. Demokrasinin dayandığı temel değerlerden biri de, barışçı toplumsal birlikteliktir. Demokrasi kural olarak, insan haklarından çok insan haklarının kamusal alandaki uzantısı olan siyasal haklarla ilgilenmektedir. Demokratik düşünce ise, devlet gücünün, bireyin hak ve özgürlüklerine karşı kötüye kullanılmaması için güven yollarını aramıştır. Bu çerçevede, güvenlik yönünde önlemler, toplumsal düzeni ifade eden hukukun ve birey özgürlüklerinin korunması temel amacına yönelmelidir.
Hak ve özgürlüklere dayalı demokratik rejimin korunması, ülkelerin kendi içlerindeki demokratik kurumların güçlendirilmesine bağlıdır. Demokratik rejim; kendini yok etmeye yönelik tehlikeler karşısında güvenlik gerekçesiyle sadece, özgürlükleri sınırlama türünden önlemler alma yerine, demokratik süreci koruyacak, güçlendirecek, öz güveni geliştirecek olanakları da yaratmak durumundadır. Böylece kaba güvenlik önlemlerinin ötesinde kalıcı ve
sağlıklı toplumsal düzenin oluşturulması olanaklı olabilecektir. Bu temelde küresel düzeyde demokrasi yaklaşımı, uluslararası düzeyde de birey özgürlüklerinin korunduğu demokratik düzenleri ve hukuku egemen kılabilecektir.

GİRİŞ

2000’li yılların başları, özgürlük-güvenlik ikilemi bakımından bir tür dönüm noktası olmuştur. Özellikle bu tarihlerden itibaren giderek güvenlik uğruna feda edilen hak ve özgürlük alanlarıyla karşılaşıldı. 11 Eylül’den itibaren yaşanan süreç, güvenliğin esas alındığı döneme karşılık gelmektedir. Bu dönemde Batı Demokrasilerinin yaklaşım tarzı aynı zamanda, demokratik hukuk devleti anlamında hak ve özgürlükleri güvenceleyen hukuk alanının daralmasını ifade etmektedir. Özellikle 1990’lardan itibaren ulusal ve uluslararası düzeyde yükselişini hızlandıran İnsan Hakları Doktrini açısından tam bir geri gidiş
yaşanmaktadır.

Uluslararası alanda güvenlik konusunun yine uluslararası - ulusal üstü hukuk ve insan hakları standartlarının geliştirilmesi sorunuyla birlikte ele alınması zorunludur. Bu, aynı zamanda Uluslararası Hukukun gereği olmalıdır. Aksi halde uluslararası güvenlik, hukukun asıl kılınamadığı bir işleyişe ve devletlerin egemenlik yetkilerinin inisiyatifi ölçülerine indirgenmiş olmaktadır. Uluslararası alanda tüm boyutlarıyla hukukun ve birey özgürlüklerine saygının hakim kılınması, yaşanabilir bir evren için olmazsa olmazdır.

Günümüzde devletlerin egemenlik anlayışı dönüşmüş, klasik yaklaşım aşınmıştır. Devletin ulusal egemenliği hukuk devleti ilkesi ile bağımsızlık ve eşitlik temelinde beliren uluslararası egemenliği ise, uluslararası hukuk ve insan hakları standartları ile sınırlanmıştır. 

Bu dönüşümün güvenlik nedenleriyle gerilemesi düşünülemez. Olması gereken, bu dönüşümün pekiştirilmesiyle ve hukuk-insan hakları standartlarının esas alınmasıyla birlikte güvenliğin sağlanabilmesidir. Güvenlik yönünde önlemlerin temel amacı, toplumsal düzeni ifade eden hukukun ve birey özgürlüklerinin korunmasına hizmet etmek olmalıdır. Buradan hareketle, demokratik devletlerin ulusal düzeyde ulaşmayı ve geliştirmeyi hedefledikleri birey hak ve özgürlüklerini temel alan demokrasi ilkelerinin; küresel düzeyde de geliştirilmesi ve hukuk
yoluyla sağlanması yaşamsal kabul edilmelidir.

DEMOKRATİK DEVLET ANLAYIŞI

Demokrasinin günümüzdeki anlamı, iktidarın sınırlandırılmasıdır. Bu bakış açısı, devletin halktan aldığı iktidar yetkisini halka dönük olarak kullanmasının ötesinde olup, aynı zamanda demokrasinin geniş tanımına karşılık gelmektedir. Demokrasinin dar tanımı ise, siyasi iktidarın serbest seçimler yoluyla oluşması ve muhalefetin iktidara gelme olanaklarının korunmasıdır. Ancak, demokrasi düşüncesini tamamlayan liberal bakış, demokrasinin alt yapısı olarak özgürlükleri görür. Bugün artık özgürlüklerin olmadığı alanlar demokratik
sayılmamaktadır. İktidarın sınırlı oluşundan da, devletin özgürlükler lehine sınırlılığı anlaşılır.

Ulusal üstü düzeyde demokrasinin insan hakları belgeleri yoluyla gelişimi, içeride olduğu gibi devletlerin egemenlik anlayışındaki dönüşümle sağlanmıştır. Nasıl ki, iç egemenlik boyutu, hak ve özgürlükler düşüncesi ve hukuk devleti ilkesi ile sınırlı ise, dış egemenlik de uluslararası hukuk ve insan hakları standartları ile sınırlandırılmış, dönüşüme uğramıştır.

Erkler ayrılığı da siyasi iktidarı sınırlayan diğer bir unsurdur. Demokratik düşünce, ifadesini siyasal oluşumlarda bulmuştur. Bu düşünce aynı zamanda, devlet gücünün, bireyin hak ve özgürlüklerine karşı kötüye kullanılmaması için güven yollarını aramıştır. Bu çabalar, her şeyden önce güçler ayrılığı sistemi üzerinde toplanmaktadır 1. 

Güçlerin paylaşılması, iktidarın sınırlandırılması ana hedefine yönelir. Böylece güç, gücü durdurabilecektir. Demokraside güçler ayrılığı; aynı zamanda çeşitli siyasal mücadele yolları arasındaki uygun mesafenin varlığı ile birlikte düşünülmektedir. Yine demokraside hukuk ve yargının etkileme gücünün
arttığı göz ardı edilmeyecektir. İktidar kavramının geniş tanımında, çok sayıda iktidarın varlığı görülmektedir. Toplumdaki karmaşık ilişkilerin kavranmasında da bu gerçeğin göz önünde bulundurulması gerekmektedir 2. 
Dolayısıyla, toplumsal ve siyasal güç dengeleri ile hukuka etkileri, demokrasinin gelişimini olumlu ya da olumsuz etkileyebilir.
Sağlıklı bir demokrasi için siyasal katılım olanaklarını yaratan ve iktidarı sınırlayan diğer bir yol da dikey erkler ayrılığıdır. Bu yol aynı zamanda, demokrasinin farklılıkları barışçıl biçimde bir arada tutan özelliğiyle bağdaşır. Demokrasi farklılıklara dayalıdır. Bu yaklaşım, ağır ağır ve büyük zorluklarla olgunlaşabilmiş tir. Bu doğrultudaki kazanımların kavranması da yine kazanımların ortaya çıkışından sonra gerçekleşebilmiştir 3. 
Demokrasinin farklılıklar üzerine kurulu olması, kimseye belirli bir dünya görüşünü dayatmaması anlamına gelmektedir. Demokrasi, herkesin kendi yaşamına dair tercihleriyle birlikte yaşayabilmesinin olanaklarını sağlamakla yetinir. 
Demokrasinin dayandığı iki temel değerden ilki, farklı yaşam anlayışlarının meşru olduğunun kabulüdür. 
Bireyin kendi yaşamını kendisinin belirleyebilmesi insan haklarının tanınmasını gerektirir. ikincisi de, barış içinde toplumsal birlikteliktir. Bunun gerçekleşmesi de farklılıkların ön kabulü ile olanaklıdır. Ortak siyasal geleceğin belirlenmesi ise, ancak siyasal haklar yoluyla olabilmektedir 4. Demokrasi alanında yaklaşık son elli yılda yaşanan gelişmeler, bu gün de en fazla tartışılan, farklılıklar ve tanıma
politikaları konularında yaşanmıştır. Genel olarak, etnik, dinsel farklılıkların görmezden gelinmesinden, kimlik politikalarına ve farklılık ya da tanıma politikalarına doğru bir gelişme yaşanmıştır. Farklılıkların yok sayılmasından, farkı aşırı vurgulamaya, farklılık üzerine politika yapmaya varan bir döneme varılmıştır. İçinde bulunduğumuz dönemde ise, bu iki eğilimin de sakıncaları göz önünde tutularak; farklılıkları sabitlemeden ya da farlılıkları yok saymadan üçüncü bir seçenek arayışı doğmuştur. Bugün birçok ülke, bu konudaki sorunları
aşmanın yolu olarak çok kültürcü politikaları izlemektedir 5.

Demokrasi düşüncesinin evriminde, siyasal özgürlükler; asıl olarak bireylerin seçme haklarını korurken, zamanla diğer özgürlüklerle de tamamlanmıştır. Sonradan eklenen özgürlükler, siyasal özgürlüğün sürdürülebileceği koşulları da güçlendirmişlerdir. Bireysel özgürlük alanı, bireyin baskıya uğramadan kendi kendine seçme olanağıdır. Ancak seçme özgürlüğü tek başına yeterli olmamaktadır. Çünkü seçme özgürlüğü sadece bireyi alternatif etkinlik
yollarıyla baş başa bırakmaktadır. Bu özgürlük, ilişkilere dayanır ve bir arada olması gereken kişiler arasında varlık gösterir. Özgürlük düşüncesi ile ilgili olarak liberalizm, insanlar tarafından yönetimle, yasalar tarafından yönetim arasında dengenin kurulmasında ve bunun kurumsallaşmasında bir yol bulunmasını sağlamıştır. 
Liberaller; Yasa yapımı alanın daha üstün bir yasayla (temel hak alanının dokunulmazlığı) sınırlandığını savunarak, bireylerin özgürlüklerinin bütününe temel oluşturan temel haklara dokunmanın engellenmesini hedeflemişlerdir.    Bunun yanı sıra, liberal anayasal görüş çerçevesinde, hukukun üstünlüğü nü korumaya çabalamışlardır 6.

Demokrasi savunucularına göre; demokrasinin kurulabilmesi için; siyasal toplum, sivil toplum ve devletin birbirinden ayrılması gerekir. Devletle siyasal toplum birbirine karıştırıldığında, siyasal çıkarların çokluğu karşısında; bu çıkarların temsili olanaksızlaşır.

Siyasal toplum ile sivil toplumun karıştırılması; toplumun yönetilmesinde birliğin sağlanması sorumluluğunu sadece devlete bırakacağından, demokrasi dışlanmış olacaktır. Demokrasi aynı zamanda, siyasal toplumun özerkliği ve devletle sivil toplum arasındaki aracılık rolüyle tanımlanır. Siyasal toplumun önde gelen kurumu olan parlamentonun görevi, yasaları halkın çıkarlarına uyacak biçimde belirlemek ve geliştirmek olmalıdır. Bu tür özellikleriyle demokrasi, içerdiği özgürlük alanıyla ulusal egemenliğe dayanır ve ancak bu şekilde toplumla
devlet arasında kalıcı bir aracılık kurumu olabilir 7.

Aynı zamanda temsil olanağını sağlayan siyasal toplumun, temel haklarla ilgili yanlışlar yapma olasılığı vardır. Bu tür yanlışların göze alınamaması, demokraside, temsilcilerin üstün bilgi ve erdeme sahip, koruyucu nitelikte kişilerden oluşturulması eğilimini ortaya çıkarabilir.

Bununla birlikte, en iyi siyasal toplum, üyelerinin bireysel ve kolektif olarak ahlaki tercihlerle karşılaştığı ve bu sayede sorumluluk kazandığı toplumdur. Bunun için siyasal toplum üyelerinin bağımsız davranma olanaklarının olması gerekir. Bu olanakla, bireysel ve kolektif doğru seçimi yapabileceklerdir. Aynı durum sivil toplum için de geçerlidir. Sivil toplum, özgür ve bağımsız davranma olanağına sahip olduğu ölçüde sorumluluk duygusu gelişecek ve doğru davranma tercihini yapabilecektir 8. 

Belirtilen tercih alanı aynı zamanda, bireyin özgürlük alanı kapsamındadır. Bu yaklaşım büyük oranda demokratik liberal özgürlük anlayışını yansıtmaktadır.

Sonuç olarak, demokrasinin ne olduğu konusunda kesin tanımlar vermek oldukça güçtür.

Gelişmiş demokrasilerle, gelişmekte olan demokrasiler dikkate alındığında belirtilen güçlük açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerde demokrasi standartları yüksek gözükmektedir. Demokrasinin istikrarlı ve etkin olmadığı sistemlerde yalnızca siyasal sürecin nasıl işlediğine bakılarak dar anlamda demokratik nitelik taşıdığı söylenmektedir. Burada temel alınan veriler; serbest seçim, çok partili sistem ve temsili hükümet biçimidir. 

Siyasal özgürlükleri, kişi güvenliğini ve adaleti sağlayan bir anayasal hükümetin varlığı, genel anlamda demokrasinin göstergesi olarak kabul edilmektedir 9.

ÖZGÜRLÜKLERİN ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK ALEYHİNE KULLANILMASI

Hukuksal güvenliğin ve özgürlüklerin tehdit edilmesi hatta ortadan kaldırılması, totaliter sistemlerin ortaya çıkışından itibaren, demokratik toplumların karşı karşıya kaldığı son derece ciddi bir problem olmuştur. Özgürlüklerin kullanımı yoluyla, liberal demokrasinin temel prensiplerinin kabulünü reddeden şartların ortaya çıkması halinde ne yapılabileceği sorusu yanıtlanamamaktadır. Birinci Dünya Savaşından sonra artan ve son yıllarda yoğunlukla tartışılan bu yönlü problemler yaşamsal bir ikileme neden olmaktadır. Liberal demokrasi, özgürlük ilkeleri üzerine kurulmuştur, demokratik özgürlükler toplumun bütün bireylerine
yayılacak tarzda genişletilmelidir. 
Ancak, totaliter ideolojiye bağlı olanlar, özgürlüklerini bütün özgürlüğü bozmak yönündeki nihai amaç için kullanabilecekler midir? 
Devleti, ezeli düşmanlarından, bazı temel özgürlüklerin kullanılmasını esirgediği için haklı bulma olanaklı olabilir mi? Özgürlük ilkelerinin, “özgürlüğü yok etme özgürlüğü” nü içermesi gerekir mi?

Bu sorular çeşitli görüşler doğrultusunda farklı farklı yanıtlanmaktadır 10.
Siyasal liberal geleneğin mensuplarına göre, neden ne olursa olsun özgürlüklerin kullanımının engellenmesi, özgürlükçü demokrasinin kendisinin de ortadan kalkması tehlikesini doğuracaktır. Bu görüşü savunanların ısrarla üzerinde durdukları özgürlük düşünce özgürlüğü olup; düşüncelerin zararlı ve tehlikeli olduğu gerekçelerine dayanılsa dahi sınırlanma maları gerekir. Bu yola sapıldığı anda, düşünce özgürlüğünü sınırlayan devlet; özgürlükçü düzenin temelini sarsmış, hatta bu durumun devamı halinde bütün düzenin çöküşü sonunu hazırlamış olacaktır. Zararlı ve tehlikeli sayılan düşüncelerle mücadelenin en kesin yolu, açık ve serbest tartışma rejiminde bulunmaktadır. Zararlı ve tehlikeli düşünceler, kamuoyu önünde tartışılarak çürütüldükleri ölçüde tehlike olmaktan çıkarlar. 
 İfade özgürlüğü, her şeyden önce demokratik rejimin sağlığı bakımından gereklidir 11. Bu görüş, şu gerekçelere dayandırmaktadır: İfade özgürlüğünün, tanınması gereken kesime dokunmadan, sadece özgürlükleri yok etmekten yana olanları kapsayıcı düzenlemelerin yapılması olanaksızdır.

Sonuçta, yasaklayıcı düzenlemeler herkese uygulanacaktır. Bununla birlikte, yasaklanmak istenen görüşlerin açıklanmasına izin verilmesi yararlı da olabilecektir. Aksi halde, söz konusu görüşlerin savunucuları illegal oluşumlar yoluyla toplum için çok daha büyük bir tehlikeye dönüşebileceğidir. 
Ayrıca, düzene yönelik eleştiriler ve suçlamalar öğrenildiği takdirde, bunların halktan destek görmesi yerine, yönetenlerce, eleştirilerin ve suçlamaların  haksızlığının açıklanması fırsatı doğacaktır 12. 

Bu görüşü savunanlara göre, demokrasi ikna rejimidir ve yöneltilen eleştirilerle suçlamalar ne derece yıkıcı olursa olsun demokrasiye ait yöntemlerle karşılanmalıdır 13. 

Dolayısıyla, güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması bizatihi güvenlik açısından bir tehdit oluşturacağından,
demokrasilerde ifade özgürlüğü sonuna kadar korunmalıdır.

Özgürlükleri yok etmek isteyenlerin özgürlüklerden yararlanamayacağı görüşünü savunanlara göre ise; özgürlük düşmanlarına özgürlükleri tanımak, özgürlüklerin ortadan kaldırılması ihtimalini kabullenmek demektir. Çünkü özgürlükleri yok etmek amacını taşıyanlar, kendilerine tanınan özgürlükler yoluyla ilk fırsatta özgürlükçü düzeni yok edeceklerdir. Bu gerekçeyle, demokratik rejim, varlığına yönelik tehlikeler karşısında kendini korumak zorundadır. Dolaysıyla demokratik yönetimler, anti-demokratik örgütlere ve partilere karşı korunmak için gerekli önlemleri alabilirler. Totaliter bir anlayış bir kez iktidara geldi mi artık  demokratik  olanaklarla gönderilmesi söz konusu olmayacaktır. Bu doğrultuda liberal demokrasinin, özgürlükçü anlayış adına kendi yıkılışına seyirci kalması söz konusu olabilecektir 14. 

Bu düşünce aynı zamanda, “militan demokrasi” olarak adlandırılmaktadır.
Bu tartışmalarla birlikte, demokratik rejimin korunmasının, aynı zamanda ülkelerin kendi içlerindeki demokratik kurumların güçlendirilmesine de bağlı olduğu fikri, farklı görüşlerin ortak kabulüdür. Demokratik kurumlar ve demokratik kontroller, otorite üzerinde de denetimi sağlayacağından sağlıklı bir demokratik yaşamı oluşturmaya yardımcı olacaklardır.

Demokratik rejim; kendini yok etmeye yönelik tehlikeler karşısında sadece, özgürlükleri sınırlama türünden önlemler alma yerine, demokratik süreci koruyacak, güçlendirecek, öz güveni geliştirecek olanakları da yaratmak durumundadır 15. Yani, demokratik rejimin ya da özgürlükçü düzenin kendisini koruması gereksinimi, özgürlükçü demokrasi taraftarlarının büyük çoğunluğunca savunulmakla birlikte, hiçbir şeyin, kendi düşüncesine aykırı olan her düşüncenin demokrasi için tehlike görülmesi kadar da sakıncalı olmadığı da yine demokratik rejim taraftarlarınca savunulan ortak düşünceler arasındadır. 

Demokrasi için ciddi bir tehdit oluşturmadığı sürece, Anti-Demokratik düşünceye de yaşama şansı verilmelidir. 

Bu yaklaşım tarzı, demokrasiye olan güveni artıracaktır. Demokratik olmayan düşünceler, demokrasi potasında eritilebilecek tir 16.

Siyasal kontrol mekanizmalarının ötesinde, eğitimin yükselmesi, ekonomik güvenliğin artması, dolayısıyla yaşam standartlarının ve kültür düzeyinin gelişmesinin demokratik özgürlüğe güç kazandırdığı gözlenmektedir. Örneğin Amerika’da; eğitimin, kültürün ve refah düzeyinin yükselmesi oranında ırk azınlıklarına karşı gösterilen hoşgörünün de geliştiği değerlendirmesi yapılmaktadır. Yine araştırmalar genel olarak işsizlerin azınlıklara karşı, iş
sahibi olanlardan daha az hoşgörülü olduklarını göstermektedir 17. Siyasal gelişmelerin temel amacı, demokrasinin kurulmasıdır. Demokrasinin kurulması da ekonomik kalkınma ve kültürel değişime bağlıdır. Demokrasinin gelişimini sağlayacak toplumsal koşulların oluşturulmasıyla, demokrasi kültürünün yerleşmesinin sağlanması yöntemiyle, geleneksel toplumların da, zamanla modern toplumlarla aynı noktaya geleceği kabul edilmektedir.

Sanayileşme ve teknolojik ilerlemelerin, insanı daha özgür kıldığı düşüncesinin, artan ulusal gelirin adil dağılımı ile birlikte; bireysel özgürlük kuramı üzerine kurulu olan ve ifade - örgütlenme özgürlükleri ile tanımlanan çoğulcu egemenliğe dayanan liberal demokratik düzen, geleneksel toplumlarca da benimsenebilecek tir 18.

ULUSAL DÜZEYDE HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRLAMA NEDENİ OLARAK MİLLİ GÜVENLİK.,


Milli güvenliği bozucu tehlikeler zamana göre değişen bir nitelik taşımaktadır. Örneğin belli bir dönemde milli güvenliği ilgilendiren olay ya da olaylar, başka bir dönemde sadece kamu düzenini ihlal eder nitelikte ortaya çıkabilir. Milli güvenliği bozan tehlikeler, devletin bağımsızlığına ve milli egemenliğe yönelik olabilir. Bu tehlikeler doğrudan devletin varlığına ilişkindir. Bu niteliği taşımayan ama milli güvenliği bozan diğer bir tehlike örneği de savaşı gerektiren nedenlerdir. Kısaca milli güvenlik, bir devletin iç ve dış güvenliğine yönelik bir
tehlikenin ortaya çıkışı ile ihlal edilmiş kabul edilebilir. Ancak ortaya çıkan her durumda milli güvenliğin ihlal edilebilmesi için, yönelen tehlikenin “ gerçek ve yakın bir tehlike” olması şartı aranır. Tehlike, bir ülke için doğrudan doğruya ve hemen giderilmesi olanaklı olmayan belli bir zarar doğuracak nitelikte olmalıdır. Bu koşul aynı zamanda; yönetimin keyfi olarak herhangi bir tehlikeyi, milli güvenliği ilgilendirdiği gerekçesiyle özgürlükler aleyhine kullanılmasını ve buna dayanarak olağanüstü önlemler almasını önlemektedir 19. 

Bununla birlikte, demokratik anlayış çerçevesinde, milli güvenlik kavramına herhangi bir ideolojik içerik yüklemek olanağı yoktur. Milli güvenlik herhangi bir ideolojinin korunması anlamında kullanılamaz. Milli güvenlik ülkenin iç ve dış saldırılara karşı, yıkıcı eylemlere karşı korunmasından ibaret bir anlam taşımaktadır 20.

Bir toplumda, hak ve özgürlüklere sadece devletten değil, bireylerden ve gruplardan da saldırılar gelebilir. Anayasanın tanıdığı özgürlüklerin arkasına gizlenerek özgürlükçü düzeni ortadan kaldırma amaçlı eylemlere yönelik önlemlerin, yani hak ve özgürlüklerin kötüye kullanıldığı durumlarda da alınan önlemlerin kaynağı milli güvenlik olabilir. Milli güvenlik amacıyla getirilen sınırlamalar her zaman özgürlükleri kısıtlamaktadır. Ancak öyle durumlar olabilir ki, bireyler var olan özgürlüklerini içinde bulunulan olağanüstü ortam nedeniyle kullanamayabilirler; bunun karşısında alınan önlemler, özgürlüklerin kullanılamaması sonucunu doğuran nedenleri ortadan kaldırma amacını taşıyabilir 21.

Milli güvenlik kriteri, teknik bir kavrama dönüşmüş olup, yerleşik bir sınırlama nedeni olarak hak ve özgürlüklerin güvenlik gerekçesiyle sınırlanmasında kullanılmaktadır. 

Milli güvenlik kamu düzeninin bir ögesi olan kamu güvenliğinden ve kamu düzeninden farklı bir kavramdır.

İç güvenliği ilgilendiren bir olumsuzluğun kamu düzenini de bozduğu belirtilebilir. Bununla birlikte, kamu düzenini bozan iç güvenliğe ilişkin her olayın milli güvenliği bozduğu söylenemez. Ayrıca milli güvenlikle ilgili faaliyetler, kolluk faaliyetleri olarak belirlenememektedir. Kamu düzeni, bir ülkede yaşayan halkın günlük yaşantısının güvenlik, sağlık, dirlik ve esenlik içinde sürdürülmesi için alınan önlemler ile bu doğrultuda gerekli koşulların sağlanması olarak tanımlanan bir kavram iken; milli güvenlik; siyasi, ekonomik ve hukuksal yönleri olan ülkenin yerleşmiş düzeninin sürekliliğini sağlayan üst düzeyde önlemleri içeren bir kavramdır. Kamu düzenini bozan faaliyetler genellikle süreklilik
göstermediği halde; milli güvenliği bozan faaliyetler uzun süreli, içten ve dıştan gelebilen sürekli eylemler olarak kendisini göstermektedir. Ülkenin belli bir bölgesinde kamu düzeninin bozulması durumunda milli güvenlik nedenine dayanılamaz. Milli güvenlik nedenine dayanılabilmesi için tehlikenin ülkenin geneline yayılması gerekmektedir. Kamu düzeninin devletin işleyişine hakim olan ilkelerle birlikte bireylere uygulanan ve uyulması zorunlu olan kurallar bütününü anlatmasına karşın; milli güvenlik, devletin varlığını, ulusun yaşamını ve anayasal düzeyde siyasal yapıyı ilgilendirir. Bu nedenle milli güvenliği ihlal eden faaliyetlerin önlenmesinin; kamu düzenini sağlamada yeterli olan olağan hukuk rejiminin öngördüğü kurallarla sağlanamadığı hallerde de olağanüstü hukuk rejimleri uygulanır 22.

Milli güvenliğe ilişkin tehdit ve tehlikeler ile milli güvenliğin sağlanması gereğinin ortaya çıkışı genellikle olağanüstü dönemlerde olmaktadır. Dolayısıyla milli güvenliğin korunması gerekçesi ile özgürlüklerin yeniden düzenlenmesi daha çok olağanüstü rejim çerçevesinde olanaklı olacaktır. Ancak olağan zamanlarda da milli güvenliğe zarar verici nedenlerin ortaya çıkması ve bunun karşılığında milli güvenliğin korunması zorunluluğunun doğması olasılığı vardır. Örneğin, olağan zamanlarda basın özgürlüğüne ve bilgilenme hakkına, milli güvenlik
gerekçesi ile konulan sınırlar en çok rastlanan örneği oluşturmaktadır 23.
Devletler zaman zaman olağanüstü yönetim uygulamak zorunda kalabilirler. Ancak bu yönetim usulünün de hukuk kapsamında kalması gereği vurgulanmalıdır. Olağanüstü yönetim uygulamasının hukuk kapsamında kalmasını sağlayan koşullar ise; uygulamanın kısmi, geçici, ölçülü ve her aşamada yargı denetimine bağlı olması şeklinde belirlenebilir. Kısmi oluş,
olağanüstü hal nedenlerinin ortaya çıktığı alanla sınırlı uygulamayı; geçicilik ise, olağanüstü hale neden olan zamanla sınırlılığa karşılık gelir. Ölçülük ilkesi; elverişlilik, zorunluluk ve orantılılık alt unsurlarını içerir 24. Olağanüstü hal uygulamasının her aşamada yargı denetimine tabi tutulması, uygulamaların aynı zamanda hukuk kalıbında tutulmasının yegane yollarındandır.

DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK-HUKUK VE GÜVENLİK İLİŞKİSİ

Demokratik düzende özgürlüklerin korunması ile sağlanan özgürlük ortamında ortaya çıkabilecek olan şiddete yönelik alınacak önlemler arasındaki hassas denge konuları son derece yaşamsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle çağımızda bütün dünyayı etkiler düzeydeki terör olayları ve güvenlik kaygısı bu sorunu da yoğunlaşarak artan güncel tartışma konusu haline getirmiştir.

Demokratik düzende özgürlüğün kural, güvenlik önlemlerinin istisna olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Demokratik toplumlar tehditler altında kalabilirler ve kendilerini korumak zorunluluğu doğabilir. Ancak demokrasiyi savunurken alınacak güvenlik önlemleri gerekli olduğu gibi, demokrasiyi ortadan kaldırmaya da neden olabilir. Dünyada son gelişen olaylarla birlikte, bütün bunların tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda ilkelerin ve istisnaların gözden uzak tutulmaması; özgürlükleri sınırlayacak önlemlerin istisnai olarak ve yargısal kontrol altında kullanılması zorunludur. Demokratik düzende, terörizmle  mücadelenin kurumsallaşması vatandaşların uyanıklığına ve kişisel sorumluluğuna da bağlıdır. Özgürlükler ancak barış ortamının sağlanması şartıyla gelişebilecektir. İnsan haklarının merkezindeki sorun ise, özgürlük ve güvenlik dengesi noktasındadır 25.

Dünyadaki bütün rejimler, düzensizliği ve şiddeti önlemeyi amaçlarlar ve kendi varlıklarını sürdürmeye çalışırlar. Yaygın şiddet, genel olarak demokratik sürecin başarısızlığının bir belirtisi olarak görülmektedir. Demokratik düzenin çöküşü, siyaset yapımcılarının azınlıkların uzlaşmaz tutumlarının sonucu olarak algılanabilir. Ancak, yarışmacı ve özgür demokratik sistemler olarak kalabilen demokrasiler, özgürlükleri sınırlandıran veya şiddetin egemen olduğu demokrasilerden daha başarılıdırlar. Demokrasi, anlaşmazlıkları şiddete başvurmadan, katılma ve sorunlara yanıt verebilme olanakları sunarak çözüme kavuşturabileceği esasına dayanan bir strateji olarak da tanımlanabilir. Şiddet ve zor kullanımının ortaya çıktığı ortamlarda demokrasi tehdit altındadır. Şiddet ortamı, aynı zamanda düzeni sağlayacak olanların, güvenliği sağlamadaki başarısızlığına ve vatandaşların otoriter alternatiflere olumlu bakmalarına yol açar 26.

Liberal demokrasinin yirminci yüzyıldaki büyük düşmanlarına karşı her zaman direndiğini belirten görüşe göre, bu sorunlardan birçoğu liberal demokrasinin siyasi teorisinin kendisinden kaynaklanmaktadır. Çünkü liberal demokrasi zayıf bir demokrasi teorisidir. İçerdiği demokratik değerler seçmeye ve şarta bağlıdır ve sadece bireysel ve özel amaçların aracıdır. Bu temel üzerinde katılımın veya yurttaşlık erdeminin gelişimi olanaklı değildir.

Liberal demokrasi, kamusal adaleti güvence altına almaktan çok bireysel çıkarları gözetmekte, bireyleri verimli bir şekilde bir araya getirmekten çok onları güvenli bir şekilde birbirinden ayrı tutmaktadır. Sonuçta bireyin özel alanına, mülkiyetine çıkarlarına ve haklarına karşı her saldırıya şiddetle direnmekle birlikte; topluluğa, adalete ya da katılıma yönelik saldırılara karşı koymakta fazlaca etkili olamamaktadır. Bu yöndeki zayıflık bireye ilişkin savunmayı da zayıflatmaktadır. Çünkü bireyin özgürlüğü, bireyi aşan siyasi eylemliliğin bir sonucudur 27.

Güvenlik, özgür bir toplum için temel önemdedir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin kullanabilmeleri için güvenlik içinde olmaya gereksinimleri vardır. Ancak güvenlik, kendi başına bir değer değil, özgürlük değeri için araçsal niteliktedir. Bu bakımdan, güvenlik özgürlüğün ancak türevi olarak açıklanabilir. Özgürlük ve güvenlik birbirinin rakibi olmayıp birbirini tamamlar. Burada can alıcı nüans, özgürlük ve güvenliğin dengelenmesini esas almanın, bunları rakip olduğu düşüncesine götüreceği tehlikesidir. Bu nedenle güvenliği sağlama yükümlülüğü devleti sürekli özgürlükleri sınırlama gibi bir yola itebilir. 

Güvenlik uğruna özgürlükleri feda etme mazeretine dönüşür. Dolayısıyla, özgürlüğü güvenlik açısından değil, güvenliği özgürlük açısından değerlendirme esas alınmalıdır. Bundan kasıt, güvenliği önemsizleştirilmesi değil, özgürlüğe hizmet etmeyen güvenliğin değersizliği dir 28.

Günümüzde güvenlik kavramının anlamı değişmiştir. Güvenlik kavramı ülke toprağının dış saldırılara karşı güvenliği veya ulusal çıkarların dış politikada korunması ya da nükleer tehdide karşı küresel çapta güvenlik olarak uzun zaman dar anlamda yorumlanmıştır. Bugün ise insan güvenliği; açlık, hastalık ve baskı gibi tehditlerden korunma ile toplum içinde günlük hayat düzeninin ani ve zararlı bir şekilde kesilmesinden korunma olarak iki ayrı yönde düşünülmektedir. 1994 yılında Birleşmiş Milletler’ in yıllık yayını olan İnsani Gelişim Raporu’nda güvenlikle ilgili şu elementlerden söz edilmektedir: ekonomik güvenlik, gıda
güvenliği, tıbbi güvenlik, çevre güvenliği, kişisel güvenlik, toplum güvenliği, politik güvenlik. Böylece günümüzde, devletleri dış tehditlerden korumaya odaklanmış geleneksel güvenlik yaklaşımı aşılmış; toplumları, grupların ve bireylerin güvenliğine, askeri olmayan tehditle ilgili olarak insan güvenliğine ulaşılmıştır. Soğuk savaşın sona ermesinden itibaren insan güvenliğinde özne genişlemiş ve derinlik kazanmıştır 29.

Ayaklanmacı terörizm, niteliği gereği küçük bir grubun gizlilikle yürütebileceği bir faaliyet olduğu için, büyük ölçüde demokratik devletlerin sorunu olarak gözlenmektedir. Totaliter rejimlerde, yaşam tümüyle kontrol altında tutulduğu için, terörizm suçlarının işlenmesi de güçtür. Özgürlüklerin aynı zamanda terörist faaliyetlerin gerçekleşmesine olanak yaratan bir ortam sağladığı söylenebilir. Ancak, terörizmle mücadelede de insan haklarına saygı, kalıcı bir başarı için şarttır. Totaliter rejimler, terörizmi daha kolay bastırabildikleri halde, daha  büyük siyasal patlamaların olması olasılığı yüksektir 30. 
Zaten totaliter rejimlerle terör iç içe geçmiştir. 

Totaliterizm tanımlarında mutlaka teröre yer verilmektedir. 

Totaliterizm de terörün özellikle iki yönü vurgulanmaktadır. Birincisi, totaliter hareketin iktidara gelmeden önce, eski düzeni yıkmak için şiddetin gerekliliği; ikincisi de, iktidara geldikten sonra, direnişlerin ezilmesidir 31.

Demokrasi zemininde totalitarizme karşı durmak, hak ve özgürlükleri koruyarak onları feda etmeden güvenliği sağlayabilmek, terör karşısında demokrasiyi ve özgürlükleri garanti altına alabilmek güncel tartışma konuları arasındadır. Şiddet içeren her olayla birlikte bu tartışma konuları gündeme gelebilmektedir. Görünen o ki, bu konu bilinmeyen bir zamana kadar gündemde kalmayı sürdürecektir.
Gerçekten, bu yüzyılın en çetrefil sorunu, demokrasi düşmanlarına karşı demokrasiyi, demokratik yöntemlerle savunmak güçlüğü ve çerçevede güvenlik kaygıları olacaktır.
Demokratik sistemlerde demokrasinin içerdiği en zayıf nokta, koruduğu özgürlük ve hak eşitliğini, özgürlük ortamını ortadan kaldıracak hareketlerle paylaşıp, demokrasiyi bunların da hizmetine sunmak zorunda kalmasıdır. Ancak bunun tersi örnekler de yaşanmaktadır.
Örneğin, Avrupa Birliği’ nin Avusturya’da Jörg Haider ve partisine karşı giriştiği
mücadelede, demokrasiyi savunmak söz konusu olunca, demokrasilerin kimi kez pek de demokratik sayılmayacak önlemler alabileceği de görüldü. Böylece sözün eyleme dönüşmesi, fikrin suç haline gelmesi beklenmedi 32. 

Bununla birlikte kesin olan şu ki; özgürlüğün esas, güvenliğin ise bunu sağlamada bir araç olduğu perspektifinden sapılması, her zaman özgürlükler açısında tehlikeli sonuçlara götürebilecektir.

SONUÇ

Özgürlük-güvenlik ilişkisi üzerine düşünmek, tartışmak ve bakış açılarını netleştirerek benimsenmesi doğrultusunda çaba harcamak son derece önemli hale gelmiştir. Çünkü bu konulardaki karmaşa ve sapmalar insanlığın geleceği açısında büyük olumsuzluklara neden olabilecektir.

Burada altı çizilmesi gereken ne özgürlükten ne de güvenlikten vazgeçilebileceği gerçeğidir.
Güvenlikli bir ortam tek başına özgürlükleri sağlamada yeterli olmayacaktır. Ancak güvenlikli olmayan bir toplum özgür de kılamayacaktır. 

Çözüm yöntemleri, güvenliğin özgürlüğün dengesini sağladığı düşüncesinden çok, özgürlükleri kullanabilmek için alan açtığı düşüncesinin ön kabulü ile geliştirilmelidir.
Demokrasi düşüncesinin gelişimi, hukukun ulusal ve ulusal üstü düzeyde hakim kılınması ve özgürlüklerin asıl olduğu fikrinin benimsenmesi, güvenlik konusunda da doğru bir perspektifin oluşturulmasını sağlayacaktır. Demokrasi ve hukuk kalıbına oturtulmuş bir güvenlik anlayışı, özgürlükleri dengeleme çabasının ötesinde, özgürlüklerin gerçekleşebilmesinin zeminine dönüşecektir.

Devletlerin egemenlikleri kapsamında, güvenliğin, demokrasi ve özgürlüklerin korunarak hukuk çerçevesinde sağlanması; uluslararası güvenlikten daha kolay gibi gözükmektedir.
Bunun temelinde iç hukukun daha güçlü oluşunun payı büyüktür. Uluslararası güvenliğin de, demokrasi ve özgürlüklerden ödün vermeden sağlanmasının en iyi yolu, hukukun etkinliğinin ve demokrasinin global düzeyde geliştirilmesidir.


KAYNAKÇA

Akgüner, Tayfun, 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu, İÜSBF Yayınları, İstanbul 1983.

Ateş, Toktamış, Demokrasi ( Kavram. Tarihi Süreç. İlkeler ), 3. Baskı, Ümit Yayınları, Ankara 1994.

Barber, Benjamin R., Güçlü Demokrasi, Yeni Bir Çağ İçin Katılımcı Siyaset, Çev:Mehmet Beşikçi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1995.

Başeren, Sertaç, “Terörizm ve İnsan Hakları”, “İnsan Hakları ve Güvenlik” Konulu Uluslararası Toplantı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 7-8 Aralık 2001, sunulan bildiri metni.

Çağlar, Bakır, “Politika ve Hukuk’ da “Neo-Liberalizm” – Bir Deneme-”, Yeni Türkiye, Y:5, S:25, Ocak-Şubat 1999.

Dahl, Robert A., Demokrasi ve Eleştirileri, Çev: Levent Köker, Türk Siyasi İlimler Derneği ve Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Ankara 1993.

Erdoğan, Mustafa, Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeoloji, 2. Baskı, Liberte Yayınları, Ankara 2000.

Erdoğan, Mustafa, Özgürlük Perspektifinden Hukuk ve Demokrasi, Kesit Yayınları, Ankara 2013.

Kapani, Münci, “Freedom To Destroy Freedom”, Ernst E. Hirsch’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara 1964.

Kapani, Münci Kamu Hürriyetleri, 7. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 1993.

Kırıkkanat, Mine G., “Totalirizme Karşı Demokrasi”, Radikal Gazetesi, 4 Şubat 2000.

Koçak, Mustafa, “Kent-Devleti Demokrasisinden Ulus-Devlet Demokrasisine”, Prof.Dr.Nuri Çelik Armağanı, C:1, İstanbul 2001, s.303-312.

Köker, Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 1993.

Leibholz, Gerhard, “Demokrasinin Yirminci Yüzyıldaki Hüviyet Değişikliği”, Çev:Nermin Abadan-Vehbi Gül, AÜSBFD, C:XVII, No:3-4, Eylül-Aralık 1962, s. 225, 226.

Lipset, S.M, Siyasal İnsan, Çev:Mete Tunçay, Teori Yayınları, Ankara 1986.
Ortız, Laure, “Demokratik Bir Rejimde Terörizme Karşı Zorunlu Önlemler”, “İnsan Hakları ve Güvenlik” Konulu Uluslararası Toplantı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 7-8 Aralık 2001, sunulan bildiri metni. 

Paris, Roland, “Human Security”, International Security, Vol: 26, No:2 ( Fall 2001 ).

Powell, G.Bingham, Çağdaş Demokrasiler (Katılma, İstikrar ve Şiddet), Çev:Mehmet Turhan, Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını, Ankara 1990.

Sartori,Giovanni, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Çev: Tuncer Karamustafaoğlu, Mehmet Turhan, Yetkin Yayınları, Ankara 1996.
Tanör, Bülent, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, Öncü Kitabevi , İstanbul 1969.

Touraine, Alain, Demokrasi Nedir ?, Çev:Olcay Kunal, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul Ekim 2000.

Üstel, Füsun, “Çokkültürcülüğü Yeniden Düşünmek”, Yeni Bir Anayasada İnsan
Haklarına Yeni Bir Bakış, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, İstanbul 2007.

Yayla, Atilla, “Terörizm: Kavramsal Bir Çerçeve”, AÜSBFD, C:XLV, No:1-4, Ocak-Aralık 1990.

Yokuş, Sevtap, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de Olağanüstü Hal
Rejimine Etkisi, Beta Yayınları, İstanbul 1996.

DİPNOTLAR;

1 Gerhard Leibholz, “Demokrasinin Yirminci Yüzyıldaki Hüviyet Değişikliği”, Çev:Nermin Abadan-Vehbi Gül, AÜSBFD, C:XVII, No:3-4, Eylül-Aralık 1962, s.225, 226.
2 Bakır Çağlar, ”Politika ve Hukuk’ da “ Neo-Liberalizm “ – Bir Deneme-“, Yeni Türkiye, Y:5, S:25, OcakŞubat 1999, s.27.
3 Giovanni Sartori,Demokrasi Teorisine Geri Dönüş,Çev: Tuncer Karamustafaoğlu, Mehmet Turhan, Yetkin Yayınları, Ankara 1996, s.313.
4 Mustafa Erdoğan,Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeoloji, 2. Baskı, Liberte Yayınları, Ankara 2000, s.5,6.
5 Füsun Üstel, “Çokkültürcülüğü Yeniden Düşünmek”, Yeni Bir Anayasada İnsan Haklarına Yeni Bir Bakış, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, İstanbul 2007, s. 104.
6 Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, …s.331-334.
7 Alain,Touraine, Demokrasi Nedir ?, Çev:Olcay Kunal, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul Ekim 2000. s.65,67.
8 Robert A. Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, Çev: Levent Köker, Türk Siyasi    İlimler Derneği ve Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Ankara 1993, s.244,245.
9 Mustafa Koçak, “Kent-Devleti Demokrasisinden Ulus-Devlet Demokrasisine”, Prof.Dr. Nuri Çelik Armağanı, C:1, İstanbul 2001, s.303-312.
10 Münci Kapani, “Freedom To Destroy Freedom”, Ernst E. Hirsch’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara 1964, s.261.
11 Münci Kapani, Kamu Hürriyetleri, 7. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 1993, s.218.
12 Zechariah Chafee, Goverment And Mass Communications, 2. Vol, Chicago, 1947, page .382; aktaran: Kapani, a.g.m. ... s.262.
13 Kapani, Kamu Hürriyetleri, …s.219.
14 Kapani, Kamu Hürriyetleri, … s.219,220.
15 Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, ... s.407.
16 Toktamış Ateş, Demokrasi ( Kavram. Tarihi Süreç. İlkeler ), 3. Baskı, Ümit Yayınları, Ankara 1994, s.138,139.
17 S.M Lipset, Siyasal İnsan, Çev:Mete Tunçay, Teori Yayınları, Ankara 1986, s.414,96.
18 Levent Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 1993, s.36,82.
19 Akgüner, …Milli Güvenlik…,s.74,75.
20 Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, Öncü Kitabevi , İstanbul 1969, s. 148.
21 Akgüner, …Milli Güvenlik…,s.112.
22 Tayfun Akgüner, 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu, İÜSBF Yayınları, İstanbul 1983, s.67-71.
23 Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti..., s.147.
24 Sevtap Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de Olağanüstü Hal Rejimine Etkisi, Beta Yayınları, İstanbul 1996, s.69.
25 Laure Ortız, “Demokratik Bir Rejimde Terörizme Karşı Zorunlu Önlemler”, “İnsan Hakları ve Güvenlik” Konulu Uluslararası Toplantı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 7-8 Aralık 2001, sunulan bildiri metni.
26 G.Bingham Powell, Çağdaş Demokrasiler (Katılma, İstikrar ve Şiddet), Çev:Mehmet Turhan, Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını, Ankara 1990, s.13,213.
27 Benjamin R. Barber, Güçlü Demokrasi, Yeni Bir Çağ İçin Katılımcı Siyaset, Çev:Mehmet Beşikçi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1995, s.32,33.
28 Mustafa Erdoğan, Özgürlük Perspektifinden Hukuk ve Demokrasi, Kesit Yayınları, Ankara 2013, s.17-23.
29 Roland Paris, “ Human Security “, International Security, Vol: 26, No:2 ( Fall 2001 ), p.89,90; 96,97.
30 Sertaç Başeren, “Terörizm ve İnsan Hakları”, “İnsan Hakları ve Güvenlik” Konulu Uluslararası Toplantı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 7-8 Aralık 2001, sunulan bildiri metni, s.10,11.
31 Atilla Yayla, “Terörizm: Kavramsal Bir Çerçeve”, AÜSBFD, C:XLV, No:1-4, Ocak-Aralık 1990, s.361.
32 Mine G. Kırıkkanat, “Totalirizme Karşı Demokrasi”, Radikal Gazetesi, 4 Şubat 2000, s.7.

***

5 Nisan 2020 Pazar

KIBRIS’TA KURULMAK İSTENEN FEDERAL ANAYASAYLA İLGİLİ BAZI KAVRAMLARIN HER İKİ TARAF AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ, BÖLÜM 2

KIBRIS’TA KURULMAK İSTENEN FEDERAL ANAYASAYLA İLGİLİ BAZI KAVRAMLARIN HER İKİ TARAF AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ, BÖLÜM 2


Soyalp Tamçelik*
* Dr., Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, soyalp@hotmail.com



KIBRIS’TA KURULMAK İSTENEN FEDERAL ANAYASANIN KAPSAM ANALİZİ

Yaşam alanını olabildiğince genişliğine kapsayan 1992 Gali Fikirler Dizisi, her
ne kadar adadaki toplumların geleneklerini ilgilendiriyorsa da yöntem açısından
doğrudan doğruya hukukla ilişkiliydi. Çünkü Çakır’ın (2000: 163) da dediği gibi
yasalar uyguladığı, haklar ise kullanıldığı sürece bir anlam ifade etmektedirler.
Aslında Kıbrıs’taki demokrasinin gerçek anlamda sorunsuz işleyebilmesi için
hukukun üstünlüğü ilkesine sıkı sıkıya bağlı olmak ve bunu yasalarla güvence
altına almak gerekmektedir. Bu yüzden federal devletteki hukuk sistemi, yasama
organının çıkardığı yasaları gerektiğinde hukukî açıdan inceleyebilmeli ve
gerekiyorsa iptal edilebilmelidir. Dolayısıyla kurulmak istenen yeni devletin
vatandaşları, hukuk karşısında eşit olurken, federal devlet de evrensel hukuk
normlarına uymak zorunda kalacaktır. Bu bağlamda kurulması düşünülen
Federal Devlete ait anayasa, uluslararası hukukun üstünlüğünü kabul edecek
konumda olmalıdır.

Aslında ‘federal anayasa’ deyince, birleşen sözcüklerin zoruyla, öbür yasaların
esası olan, onları doğuran ve onlara kaynaklık eden bir yasa akla gelmektedir.
Özellikle kurulmak istenen federal anayasadaki temel ilkeler, bütün dünyada
olduğu gibi daha çok vatandaşların temel hakları ve özgürlükleriyle (Soysal,
1997: 8) ilgili olmaktadır. Bu yönü ile Kıbrıs’ta kurulmak istenen federal
anayasa, adadaki vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini koruyan bir belge
olarak ortaya çıkacaktır.

Gerçekten de bu temel haklar, beraberinde insan haklarını da getirecektir. Zaten
federal anayasada insan hakları deyimi, bu temel hakları içine alacak bir
biçimde, hatta onların ötesinde ve belki de üzerinde bir genel felsefeyi, insana
temel değer olarak bakan bir genel yaklaşımı belirtecektir. Dolayısıyla insan
haklarına dayanan federal devlet, bu inanç üzerine kurulmuş olan, insanı temel
değer olarak kabul eden, kendi var oluş nedenini insan haklarının korunması ya
da gerçekleştirilmesi amacına dayandıran federal bir devlet olacaktır (Soysal,
1997: 127). Yani bir başka deyişle federal devlet anayasası, bu hak ve
hürriyetleri genel bir metodoloji içinde ve üç kısma ayırarak inceleneceği tahmin
edilmektedir. 

Buna göre:

1. Kişinin hakları ve ödevleri
2. Sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler
3. Siyasî haklar ve ödevler

Aslında tesis edilmek istenen yeni anayasanın temel hak ve özgürlükleri, ‘ödev’
ve ‘sorumluluk’ kavramlarıyla birlikte ifade ediliyor olması, temel hak ve
hürriyetlere binaen kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve
sorumluluklarını ihtiva ediyor olmasındandır (Tamçelik, 2008: 291). Oysa
Kıbrıs’ta bunun, tam tersi söz konusudur. Daha önceki kargaşa dönemlerine bir
tepki niteliği taşıyan ve otorite beklentisine yanıt olarak ‘yürütmeyi’ güçlendiren
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti Anayasası, özellikle haklar ve özgürlükler
konusunda çözüm olarak sınırlamalara (derogasyon) ve yasaklamalara ağırlık
vermiştir. Yani bu duruma İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki ilkeler
açısından bakılacak olursa, hak ve ödevler dengesi iyi kurulmamış, hatta
özgürlüğe yeterince ağırlık verilmeden sorumlulukların ağırlığı artırılmıştır.
Bundan hareketle kurulması düşünülen federal anayasada korunacak temel
hususlar, aşağıdaki gibi olması düşünülmektedir:

1. Kıbrıs’ta kurulacak yeni devletin, ülkesi ve vatandaşlarıyla bölünmez bütünlüğünün korunması,
2. Adadaki toplumların millî kültürlerinin korunması,
3. Federal Cumhuriyetin korunması,
4. Adadaki toplumların ve federal devletin millî güvenliğinin korunması,
5. Federal devletin kamu düzeninin korunması,
6. Genel asayişin korunması,
7. Kamu yararının korunması,
8. Siyasal rejimin devamı için Kıbrıs’taki toplumların kendi aralarındaki dengenin korunması.

   Fakat bütünü ile değerlendirildiğinde Kıbrıs meselesi, politik denge ve yapısal
kapasite eksikliği olan bir anayasa ile çözmek mümkün değildir (Gobi, 1989: 34;
Moran, 1998: 78). 

   Zaten meselenin her iki tarafça da kabul edilebilir esaslara
göre çözümleyememesinin ana ekseni işte budur. Çünkü her iki toplum, kalıcı
bir çözüm için ‘çok kültürlülüğe’ (Moran, 1998: 78) karar vermiş değillerdir.
Aslında bu, çözüm için ciddi bir eksikliktir. Özellikle her iki tarafın milliyetçi ve
muhafazakârları, federasyona karşı çıktıkları için federal anayasaya da karşı
çıkmaktadırlar. Aslında her iki tarafın milliyetçi-muhafazakârları farkında
olsalar da olmasalar da, ‘tarih’, ‘ekonomi’, ‘bilim’, ‘hukuk’, ‘nedensellik’,
‘açıklama’, ‘anlama’, ‘devlet’, ‘egemenlik’, ‘milliyetçilik’ gibi analitik
kategorileri, dünyayı algılamalarını etkileyen paradigmalar içinde birbirleriyle
kenetlenmiş bir şekilde kullanmaktadırlar (Tamçelik, 2008: 292). Çünkü bu
kategorilerin Türkler ve Rumlar tarafından kullanılması, önemli bilgi ve bilim
felsefesi sorunlarıyla ilişkilidir. Kaldı ki tarafların tarihî söylemlerinin arkasında,
her zaman için hep bu sorunlar vardır. Mesela, taraflar için ‘egemenlik’
kategorisinin ontolojik statüsü, yani varlık statüsü nedir? Bu sorunun cevabı,
Rumlar tarafında nüfusun çokluğu, Türklerde ise tarihî ve toplumsal denkliğe
göre algılanmaktadır. Yoksa bu algılayış, her iki toplumun için patolojik histeri
midir? İşte bu belli değildir. Zaten Gali Fikirler Dizisi’nin (1992) ve 2002-2004
Annan Plânı’nın müzakeresi için yapılan toplantılarda, federal anayasanın âmir
hükümlerinin uygulanmasında bazı engellerin ortaya çıkması bundandır.
Özellikle Rumlar, bunun için ciddi bir çaba harcamışlardır. Zira Rumlar,
adadaki iki toplumdan birinin, kendi başına veya tek taraflı bir tasarrufla mevcut
sistemi değiştirmesi mümkün olacak bir anayasa istemişlerdir. Ne var ki bu
değişiklikler, Kıbrıs’ta kurulmak istenen anayasal sisteme hem aykırı, hem de
hukuksuz bir dayatma niteliği taşıdığı için doğru değildirler. Türklerin bütün
bunlara karşı çıkmasına rağmen Rum tarafı, bu değişiklikleri uygulamada kararlı
bir tavır sergilemiştir. Dolayısıyla Kıbrıs’taki tüm bu çabalar, üç yıllık bir
ortaklık denemesinden (Başak, 2000: 310) sonra başarısızlıkla sonuçlanması
kaçınılmazdır. Zaten bu durumu yerinde tespit eden Vasiliu da “önerilen
anayasa düzenlemeleri, önümüzdeki bin yıl içerinde, iki toplum arasında hiçbir
yakınlaşmayı sağlamayacaktır”1 demiştir.

1 “Uzlaşmaz Kıbrıslı Türklerdir”, Financial Times Gazetesi, (23 Mart 1988), No:56862, s. 1; Türk Ajansı Kıbrıs [TAK] Arşivi, Rum Basını Özetleri, (23 Mart 1988), No:881, s. 1; Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993), KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Rum Liderlerinin Demeçleri, Tarih: 1993, s. 1.

Yine buna ilişkin bir başka ipucu da Cuellar’ın raporunda mevcuttur. 

Bu Raporda, ‘yeni anayasa’ (Soysal, 1992: 34) deyimi kullanmaktan özenle
kaçınılmıştır. Kullandıkları deyim, “zamanında hazırlanan, yeni anayasal
düzenlemeler” (Soysal, 1992: 34) şeklindedir. Oysa toplumlar arası görüşmelerde yapılmak istenen şey, yeni bir anayasanın inşa edilmesidir. Böylece yeni anayasayla birlikte, eski anayasa yürürlükten kalkacaktır. Fakat BM, farklı bir tutum içine girerek, yeni bir anayasa düzenlemeyle, eski devlet anayasasını değiştirerek, sanki Kıbrıs Cumhuriyeti devam ediyormuşçasına bir tavır içerisine girmeyi tercih etmiştir. Böylece Rumların görüşü olan anayasanın gözden geçirilmesi fikri, “aslında bu durum, Kıbrıs’ın bir iç meselesiydi ve güç
kullanımı veya başka yollarla müdahale hakkını vermemekteydi” (Gibbons,
1997: 87; Gibbons, 2003: 88) tezine çok yakındır.

Hâlbuki federalizm, sosyolojik bir çözümlemedir. Kaldı ki bu açıdan bakıldığı
zaman bile federalizm, hukukî ve siyasî olduğu kadar sosyolojik de bir olgudur.
Özellikle federalizmin ‘sürekli gelişme gösteren dinamizmi’ (Kıbrıs Sorunu,
1975: 10), bu açıdan bakıldığında dikkat çekicidir. Bu surette Kıbrıs’ta
kurulmak istenen federasyon, devletler hukukunun oluşturduğu birliklerden biri
değil, anayasa hukuku alanına giren bir birlik olarak vücut bulması daha
gerçekçidir. Çünkü buna göre taraflar arasında ‘Kuruluş Anlaşmasıyla’ ilgili bir
belgenin akdedilmesi ve bu anlaşmanın kendi parlamentolarınca onaylanması
mümkün olacaktır. Aslında bu belge, ister ‘demokratizasyonla’, ister
‘liberalizasyonla’ hazırlanmış olsun, hiç önemli değildir (Tamçelik, 2008: 292- 293). 
Önemli olan taraflar arasında mutabakata varılan Kuruluş Anlaşması’nın
var olmasıdır.

    Ne var ki ‘demokratizasyon’ ve ‘liberalizasyon’ kavramları arasında kesin bir
fark vardır: Demokratizasyon; yetkinin, hakların ve özgürlüklerin yeniden
taksimine ve bağımsız birtakım idarî ve kültürel teşkilâtların kurulmasına izin
vermesidir. Liberalizasyon ise tüm kuruluşların ve yönetim sisteminin daha
ılımlı bir şekle getirilerek muhafazasının sağlanmasıdır. Bu yönü ile
liberalizasyon, sıkılmamış bir yumruk gibidir. Ancak el, yine aynı el olup,
gerektiğinde hemen sıkılmış bir yumruk hâline gelebilecektir (Brzezinski, 1989: 111). 

    Bu yönü ile liberalizasyon, sadece dışarıdan, bazen demokratizasyonmuş
gibi görünebiliyorsa da aslında köklü ve tahammül edilemez bir gasp edicidir.
Bundan hareketle Kıbrıs’ta federasyon anayasası hazırlanırken, ölçünün ne
olması gerektiği ciddi bir tartışma konu olacaktır. Çünkü bütün federasyonlar,
belli haklar ve ihtiyaçlardan doğmuşlardır. Aslında yasa yaparken ya da yürütme
görevini yerine getirirken saklı tutulması gereken bu haklara ve ihtiyaçlara,
hangi durumda olursa olsun, federal devletin bütün organlarınca saygı
gösterilmesi şarttır. Bu bakımdan Kıbrıs’ta kurulmak istenen federal devlet
anayasasında olması gereken temel kriterler, aşağıdaki gibi ifade edilebilecektir:

1. Kurulması düşünülen Federal Kıbrıs’ta yaşama hakkına dokunulmamalıdır.
Fakat bu durum, savaş gereği ve savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana
gelen ölümleri ve mahkemelerce verilmiş ölüm cezalarını kapsamamaktadır.
Aslında burada söz konusu olan, savaşın meşru kıldığı durumlar dışında,
sorgusuz sualsiz, keyfi biçimde adam öldürmenin yasaklanmasıdır (Soysal,
1997: 133). Dolayısıyla adada hiçbir federe devlet veya kümülatif yapıdaki
federal devlet, savaşı, sıkıyönetimi ve olağanüstü bir durumu bahane ederek
insanları rastgele öldürmemelidir.

2. Kurulması düşünülen federal devlette kişinin maddî ve manevî varlığına
dokunulmamalıdır.

Kıbrıs’ta, hangi durumda olursa olsun, mutlaka saklı tutulması gereken bu hak,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ışığında, kişinin işkenceye, insanlık dışı
faaliyetlere, kısacası insan onuruna bağdaşmayan işlemlere veya cezalara karşı
korunması sağlanmalıdır.

3. Kurulması düşünülen federal devlette hiç kimse din, vicdan, düşünce ve
kanaatini açıklamaya zorlanmamalı ve bunlardan dolayı suçlanmamalıdır.
Aslında düşünce özgürlüğünün en temel ilkesi, düşünce ve inançları açıklayıp
yayma özgürlüğünün olmasıdır. En azından bu, dokunulmaz bir hak olarak,
düşünce ve inançları açıklama özgürlüğünü engellememelidir. Kaldı ki
günümüzde düşünce ve inancın, salt açıklanıp yayılması, tek başına bir suç
teşkil etmemektedir. Dolayısıyla düşüncenin açıklamasını engelleyecek her şey,
federal devlet tarafından mutlaka engellenmelidir.

4. Kurulması tasarlanan federal devlette suç ve ceza, geçmişe şamil
olmamalıdır.

Ceza, evrensel hukukunun temel ilkelerinden olan ‘yasasız ceza olmaz’ (Soysal,
1997: 134) ilkesi, suçların mutlaka yasalarla gösterilmesini ve cezaların yasayla
belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla kurulması düşünülen federal
devlette yeni suçlar ve cezalar yaratıp, geçmişte bu suçların karşılığı olan
eylemleri yapmış olanları, bugünün cezalarına göre cezalandırmak doğru bir
yaklaşım değildir. Kaldı ki sıkıyönetim gibi olağanüstü bir yönetim biçiminin
ilân edilmiş olması bile, bu ilkenin çiğnenmesi için yeterli bir sebep değildir.
Dolayısıyla Kıbrıs’ta tesis edilecek federal anayasa, böyle bir hukuk ihlâlini
önleyecek konumda olmalıdır.

5. Kurulması istenen federal devlette, hiç kimse, suçluluğu mahkeme kararıyla
sabit olmadığı müddetçe suçlu sayılmamalıdır.
Yine ceza hukukunun temel ilkelerinden olan bu ilke, hangi durumda olursa
olsun, suçluluğu mahkeme kararıyla kesin hükme bağlanmamış kişilerin,
sanıklıktan öteye, suçlu sayılmaları önlenmelidir. Dolayısıyla savaş, seferberlik
ya da sıkıyönetim gibi durumlarda bile, sanıklara suçlu işlemi yapmak, federal
anayasaya ters düşen bir davranış olarak addedilmelidir.

6. Kurulması düşünülen federal devlette, hiç kimse zorla çalıştırılmamalıdır.
Aslında angarya, yani zorla ve ücretsiz çalıştırma konusunun, ekonomik ve
sosyal haklarla birlikte düzenlenmesindeki gerekçe, ülke gereksinmeleri için
vatandaşlara birtakım istisnalar getirebilmektir. Dolayısıyla adanın ihtiyaçlarının
zorunlu kıldığı alanlarda vatandaşlık ödevi niteliği olan beden veya fikir
çalışmalarının, şekil ve şartları demokratik esaslara uygun olarak kanunla
düzenlenmesi şarttır.

7. Kurulması tasarlanan federal devlette herkes, temel hak, hürriyet ve
güvenliğe sahip olmalıdır.


    Aslında Kıbrıs’ta her bir kişi, yöneticilerin keyfine göre rastgele yapılabileceği
yakalama ve tutuklamalara karşı koruyan bazı hükümlerin, anayasa hukukunun
kilit noktalarından birisini oluşturması beklenmektedir. Zira bu haklar kuvvetli
bir şeklide korunmazlarsa, federal anayasayla kurulmaya çalışılan bu sistem,
çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Dolayısıyla Kıbrıs’ta federal
anayasaya göre bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması, ancak şu şekilde
önlenebilir: Federal Mahkemelerce verilmiş özgürlüğü kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik önlemlerinin yerine getirilmesi, bir mahkeme kararının ya da yasada
öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması ya da
tutuklanması, bir küçüğün gözetim altında ıslahı ya da yetkili merci önüne
çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi, toplum için tehlike teşkil
eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde ya da alkol tutkunu, bir serseri ya da
hastalık yayabilecek bir kişinin bir kurumda tedavi, eğitim ya da ıslahı için
federal yasada belirtilen esaslara uygun olarak alınan önlemlerin yerine
getirilmesi ve usulüne aykırı biçimde ülkeye girmek isteyen ya da giren ya da
hakkında sınır dışı etme yahut iade kararı verilen bir kişinin yakalanması ya da
tutuklanması buna örnek gösterilebilir.

Bu yönü ile kurulması düşünülen federal devlette, federal anayasanın yakalama
ve tutuklamaya ilişkin kuralları, yorumlama gerektirmeyecek kadar açık
olmalıdır. Aslında ilk bakışta çok ayrıntılı görünen, ama yakın geçmişteki
uygulamaların ışığında önemi bir kez daha anlaşılan bu hükümlere uyulup
uyulmaması, federal Kıbrıs’ta kişi güvenliğinin bulunup bulunmadığını ölçmeye
yarayan en gerçekçi göstergedir.

8. Kurulması istenen federal devlette, federal yetkililerce yapılan soruşturma ve
kovuşturmalar dışında, özel ve aile hayatının gizliliğine dokunulmamalıdır.
Bugünkü evrensel hukukta her bir birey, gerek özel, gerekse aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Federal Kıbrıs’ta prensip olarak kimsenin
üstü ve özel eşyası aranmamalı ve bunlara el konulmamalıdır. Ancak, yasanın
açıkça gösterdiği durumlarda yargıç kararıyla, gecikmesinde sakınca bulunan
durumlarda, yine yasayla yetkili kılınmış makamın emriyle özel hayatın bu
yönüne dokunulabilmeli ve özel eşyaya el konabilmelidir.
9. Kurulması düşünülen federal devlette, kimsenin konutuna dokunulmamalıdır.

Ne var ki Kıbrıs’taki federal anayasa, tıpkı özel hayatın gizliliği konusunda
olduğu gibi, konuta girme, arama yapma ve oradaki eşyalara el koyma
bakımından ya yargıç kararıyla ya da yetkili kılınmış merci emriyle temel ilke
dışına çıkılabilmesini mümkün kılmalıdır.

10. Kurulması tasarlanan federal devlette herkes, haberleşme özgürlüğüne sahip
olmalıdır.

Kurulması düşünülen federal devlette, özellikle haberleşmenin gizliliği esas
olduğundan, haberleşme engellenmemeli ve gizliliğine dokunulmamalıdır. Ama
yine yargıç kararı ya da gecikmenin sakıncalı olduğu durumlarda, yetkili
kılınmış merci emriyle bu gizlilik göz ardı edilebilmelidir. Bu bakımdan
istisnaların uygulanacağı kamu, kurum ve kuruluşların yasayla gösterilmesi
şarttır.

11. Kıbrıs’ta kurulması düşünülen federal devlette ve onun anayasasında,
yerleşme ve seyahat özgürlüğünün sınırlanabilmesi için Genel Hükümlerde
sayılması gereken ve bütün özgürlükler için geçerli olan nedenler dışında ve bu
konuda doğrudan ilgili nedenler sayılarak ifade edilmelidir. Dolayısıyla federal
Kıbrıs’ta suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak,
sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek, iki bölgeliliği korumak
amacıyla ve soruşturma ya da kovuşturma nedeniyle yerleşme ve seyahat
özgürlüğü sınırlandırabilmelidir. Hatta yasayla yapılabilecek olan bu
sınırlamalar dışında, yönetim kararlarıyla, ülkenin ekonomik durumu, adi suç ya
da vergi gibi vatandaşlık ödevi ve ceza soruşturması ya da kovuşturması
nedenlerine dayanılarak vatandaşların yurtdışına çıkma özgürlükleri
sınırlandırılabilmelidir. Ayrıca federal Kıbrıs vatandaşların sınır dışı edilmesi ya
da yurda girişinin yasaklanması gibi yetkiler kimseye verilmemelidir. Çünkü
hiçbir kimse, bir kişiyi vatanından ayrı yaşama hakkından yoksun bırakamaz.

12. Aslında vatandaş olmanın, belirli bir devlet düzeni içinde yaşamanın temel
haklarından birisi de ‘hak arama’ (Soysal, 1997: 141) hakkının bulunmasıdır.
Bu yönü ile Kıbrıs’ta kurulması düşünülen federal anayasada, herkesin, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merci önünde, davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olması doğaldır.
Aslında bunun, yargı merci önünde, davacı veya dayalı olarak kullanılabilir bir
hak olduğu düşünülürse, böyle bir hakkın ayrı ve genel bir düzenlemeyle
korunması yararsız değil, bilakis doğru ve gerçekçi bir yaklaşımdır. Ancak
Kıbrıs’ta federal anayasa ile tanınacak hak ve özgürlüklerin ihlâl edilmesiyle
birlikte herkes, geciktirilmeden yetkili makama “başvurma imkânının
sağlanmasını” isteme hakkına da sahip olmalıdır. Böylece çiğnenmiş hak ve
özgürlüklere karşı yalnızca bir başvuru hakkı doğmuş olmaz, bilakis kurulacak
federal devlet için de bu başvurunun gecikmeden yapılabilmesi için gerekli
imkânları sağlama ödevi de doğmaktadır. Kaldı ki “kişinin, resmî görevlilerce
yapılan işlemler sonucunda uğradığı zararın” (Soysal, 1997: 141) ilke olarak
devletçe ödenmesi de bundandır.

13. Kurulması düşünülen federal devletin anayasası, herkesin bilim ve sanatı
serbestçe öğrenmesi, öğretmesi, açıklaması, yayması ve bu alanlarda her türlü
araştırma yapması için bu konuları özellikle yayma hakkı bakımından toplumsal
ve evrensel nitelikte olmalıdır.

14. Kurulması istenilen federal devlette basın, hür olmalıdır ve sansür
edilmemelidir.

Özellikle bunun yapılabilmesi için süreli ya da süresiz yayınlar, yani gazete,
dergi, kitap ve broşürler için de önceden izin alma ve malî teminat yatırma
koşulu konulmamalıdır. Ayrıca kurulması düşünülen federal devlet, basın ve
haber alma özgürlüklerini sağlayacak önlemleri alırken, süreli yayınlar, devletin
ve öbür kamu tüzel kişilerinin veya bunlara bağlı kurumların araç ve
imkânlarından eşitlik esasına göre yararlanmalıdırlar. Başka bir deyişle federal
devlet, Kıbrıs’ta daha önce yaşandığı gibi bir gazetenin ulaşımında ve
dağıtımında ayrıcalık yapmamalı ve herkese eşit davranmalıdır.
Aslında bütün bunlar, ilk bakışta basın özgürlüğünü koruyucu, sağlayıcı, hatta
geliştirici hükümlerdirler. Ancak bunlarla üzerinde bile önemli sınırlamalar da
söz konusu olabilmelidir. Bunların bir bölümü, bütün sistemlerde rastlanan,
doğal sayılabilecek sınırlamalardır. Yani kişilerin onur ve şerefine
dokunanlardan veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayın yapılanlardan,
düzeltme ve cevap hakkı istenmesi her zaman için korunan bir hak olmalıdır.

15. Kurulması düşünülen federal devlette herkesin, mülkiyet ve miras hakkı
olmalıdır.

Ne var ki bu haklar, ancak federal devletin kamu yararı gözetilerek ve sadece
kanunla sınırlandırılabilmelidir. Bu yüzden mülkiyet hakkının kullanılması,
toplum yararına aykırı olmamalıdır. Görüleceği gibi federal anayasada, siyasal
düşüncelerdeki özelliklere ve ilk evrensel metinlere uygun düşen bir düzenleme
söz konusudur. Buna göre kurulması tasarlanan federal Kıbrıs’ta her bir kişi, tek
başına ya da başkalarıyla birlikte mülk sahibi olma hakkına sahip olmalıdır.

SONUÇ

Bütün bu özgürlüklere rağmen Kıbrıs’taki federal anayasada bazı yasaklamalar
veya kısıtlamalar da getirilecektir. Hâlbuki federal anayasada çeşitli
yasaklamalara bel bağlamak yerine, tehlikenin ortaya çıktığı konularda ayrılıkçı
özlemlerin doğmasını önleyici sosyal ve ekonomik önlemler almak daha sağlam
bir çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Kıbrıs’ta federal anayasa ya da
yasalar yoluyla getirilen sınırlamalar, kâğıt üzerinde aldatıcı bir güven duygusu
ve rehavet yaratacağından, özellikle de sorunu yasaklarla çözdüklerini sanan
insanları gerekli sağlam çözümler üzerinde düşünmekten alıkoyabilmektedir.
Bu yönü ile Federal Kıbrıs Devletinin Anayasası, kendi kendini ‘değiştirecek’
kuralları, yine kendisi göstermelidir. Dolayısıyla Kıbrıs’taki federal anayasa,
toplumların ‘mutlak’ mutabakatıyla ‘değiştirilebilirliliğini’ kabul eden bir
anayasa olmalıdır. Gerçi her anayasada olduğu gibi Kıbrıs’taki federal
anayasada da değiştirilemeyecek, hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek
hükümleri bulunacaktır. Aslında bu maddeler, kurulması düşünülen federal
devletin kurucu ve temel unsurlarıdırlar. Dolayısıyla Kıbrıs’taki federal anayasa,
devletin Cumhuriyet’le şekillendiği, Cumhuriyetin nitelikleri ve hükümleri
değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez olduğu hükme
bağlanmalıdır.

Aslında tesis edilmesi amaçlanan federal anayasa, ileride ‘değiştirilmez’ dediği
hükümleri de değiştirme yolunu gidebilecektir (Tamçelik, 2008: 297). Gerçekte
bunun anlamı, anayasa değiştirmek değil, anayasanın birtakım temel
hükümlerini değiştirerek, yepyeni bir anayasa yapmaya girişmektir.
Esasında anayasaya ‘evet’ demiş olan her iki toplum, yine temsilcilerinden
oluşturacağı çoğunlukla, bu anayasayı değiştirmek, onu olağanüstü olmayan
koşullarda yavaş yavaş, parça parça, hüküm hüküm yeniden oluşturmak ya da
toptan değiştirmek imkânına sahiptir. Ancak federal anayasayı ilişilmez,
dokunulmaz ve tartışılmaz kutsal bir metin saymak yerine, serbest tartışmayla
oluşturulan, rahatsız olundukça yeterli çoğunlukla değiştirilebilen bir çeşit
toplum sözleşmesi (Soysal, 1997: 272) olarak görmek, çok daha sağlıklı ve
gerçekçi bir yaklaşımdır.

Aslında Kıbrıs’ta her iki topluma sık sık anayasa modeli biçmek, sanıldığı kadar
iyi bir alışkanlık değildir. Bu yüzden Kıbrıs’taki toplumlar, artık bu alışkanlıktan
kurtulmalıdırlar. Çünkü anayasalar, yaşandıkça canlanır; eskitildikçe yenilenip
değer kazanırlar (Soysal, 1997: 272). Bu görüşe göre en kötü, ama değişikliğe
ve toplumca yenilenip benimsenmeye açık federal bir anayasa, görünüşte en iyi
görünüp ilişilmezliği yüzünden toplumdan soğuyarak taşlaşan ve tarihin tozlu
raflarında kalan bir anayasaya nazaran oldukça iyidir. Zira bu iyimserlik ve
hoşgörü, Kıbrıs’ta kurulmak istenen federal anayasanın yıkımını değil, tam
tersine, dirileşmesini sağlayacaktır.
Görüleceği üzere eleştirilerin ışığında federal anayasaya yeni bir toplum
sözleşmesi niteliği kazandırmak için ondan devralınmış olan sistematiğe, yani
maddeler iskeletine yeni bir ruh ve yeni bir canlılık getirmek gerekecektir.
Aslında Kıbrıs’ta 40 yıldır çizilen çizginin sürekli yükselir bir çizgi olabilmesi
de buna bağlıdır.

Ancak ileride federal anayasayla uğraşmanın, adadaki her iki toplumun sosyal
yapısıyla uğraşmakla aynı manaya gelmemesine özenle dikkat edilmelidir.
Çünkü sorunların gerçek çözümü oradadır. Üzerine çok fazla umut, görev ve
sorumluluk yüklenen bir federal anayasa, aynı zamanda çok çabuk bir hayal
kırıklığına, başarısızlığa ve suçlama simgesine dönüşebilecektir. İşin daha da
kötüsü, Kıbrıs’taki federal anayasadan başarabileceğinden fazlasını beklemek,
bu durumu daha da karışık bir hâle getirecektir. Çünkü başarısızlıklar nedeniyle
federal anayasayı suçlamak, başarısızlığın asıl sorumlusunu gözden
kaçırmamıza neden olacaktır. Zira esas konu veya suçlanması gereken şey,
ekonomik ve sosyal etkenlerdir.

Aslında Kıbrıs’ta tesis edilmeye çalışılan federal anayasayı anlamak demek, onu
yerli yerine, kendi imkânlarının çerçevesine oturttuktan sonra temeldeki
ekonomik ve sosyal etkenleri anlamaya başlamak demektir. Gerçek şu ki bu
etkenlerin anlaşılması, federal anayasayı daha gerçekçi kılacak ve yaşatacaktır.
Çünkü anayasalar, sık sık suçlanıp kurşuna dizilmek için değil, değişen
toplumun gerçekleriyle yenilenip yaşatılmak için vardırlar (Soysal, 1997: 273).
Bu yönü ile Kıbrıs’taki çözüm önerilerine bir isim takmak önemli değildir.
Kimilerine göre bu çözümün ismi federasyondur, kimilerine göre bu
konfederasyondur. Fakat önemli olan çözümün adı değil, içeriğidir. Çünkü Türk
toplumunun istediği çözüm ilkeleri, yukarıda sıralanan kriterlerdir. Zaten bu
ilkeleri göz ardı ederek adil ve kalıcı bir çözüme ulaşmak pek doğru değildir;
hatta mümkün de değildir.

KAYNAKÇA

ALMOND, Gabriel A., Jr. Bingham POWELL: “Comparative Politics: System -
Process and Policy”, Little Brown Press, Boston, 1978.
ARIK, Kemal Fikret: “Türk Medenî Hukuku (Genel Prensipler)”, Balkanoğlu
Matbaacılık, Ankara, 1963.
Kıbrıs’ta Kurulmak İstenen
Federal Anayasayla İlgili Bazı Kavramların Her İki Taraf Açısından Değerlendirmesi
Journal of Strategic Studies 1 125 (3), 2009, 100-12 6
AYDIN, M. Sabir: “Avrupa Topluluğu Entegrasyonu ve Türkiye’nin Ulusal
Yönetimine Tesirleri”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu
Yönetimi ve Siyasal Bilgiler Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Ankara, 1992.
BAŞAK, Cengiz: “Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletlerin Polis Misyonu”, Proceedings
of The Third International Congress for Cyprus Studies 13-17 November 2000,
Volume: 3, Eastern Mediterranean University Congress for Cyprus Studies
Publications, Gazimağusa, 2000, s. 309-314.
BRZEZİNSKİ, Zbigniew: “Büyük Çöküş”, Çev. Gül Keskil ve Gülsev Pakkan,
2. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1989.
ÇAKIR, Ömer: “Demokrasi ve İnsan Hakları”, Bilge Dergisi, No:27, (Kış
2000), s. 163-165.
GIBBONS, Harry Scott: “The Genocide Files”, Charles Bravos Publishers,
London, 1997.
GIBBONS, Harry Scott: “Kıbrıs’ta Soykırım”, Çev. Erol Fehim, Near East
Publishing, Özyurt Matbaası, Ankara, 2003.
GOBI, Hugo: “Conflict and Negotiation 1960-1980”, London, 1989.
GÖĞER, Erdoğan: “Hukuk Başlangıcı Dersleri”, Şenyuva Matbaacılık, Ankara,
1971.
“Kıbrıs Sorunu”, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Sevinç Matbaaları, Ankara,
1975.
KONUK, Neval: “Demokraside Aldığımız Yol ve Nasıl Bir Demokrasi
İstiyoruz?”, Bilge Dergisi, No:27, (Kış 2000), s. 108-112.
LIJPHART, Arend: “The Politics of Accommodation”, University of California
Press, Berkeley, 1967.
MORAN, Michael: “Sovereignty Divided Essays on The International
Dimensions of The Cyprus Problem”, CYREP, Nicosia, 1998.
POWELL, Jr. G. Bingham: “Contemporary Democracies: Participation,
Stability and Violence”, Harvard University Press, USA, 1982. Soyalp Tamçelik
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 126 (3), 2009,100-126
PRÉLOT, I.: “Institutions Politiques”, Paris, 1961.
RAE, Douglas. “The Political Consequences of Electoral Laws”, Yale
University Press, New Haven, 1967.
ROUSSEAU, Jean Jacques: “Toplumsal Sözleşme”, Tercüme: Alpagut
Erenuluğ, 3. Baskı, Ankara, 1999.
“Rum Liderlerinin Demeçleri Klerides – 2 (1978-1993)”, KKTC
Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Dosya: Rum Liderlerinin Demeçleri, Tarih: 1993.
SARICA, Murat. Erdoğan TEZİÇ ve Özer ESKİYURT: “Kıbrıs Sorunu”,
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yay., Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1975.
SAVAŞ, Vural: “İrticacılığa ve Demokrasi’ye Karşı Militan Demokrasi”, 8.
Baskı, Bilgi Yayınları, Ankara, 2000.
SOYSAL, Mümtaz: “İkili Görüşmeler, BM ve Uyuşmazlık Noktaları”, Kıbrıs
Uyuşmazlığı ve Yeni Hükûmetten Beklentiler, Kıbrıs Vakfı Yayınları, İstanbul,
1992, s. 31–36.
SOYSAL, Mümtaz: “100 Soruda Anayasanın Anlamı”, 11. Baskı, Gerçek
Yayınevi, İstanbul, 1997.
TAMÇELİK, Soyalp: “Demokrasi ve Muhafazakârlık”, KKTC
Cumhurbaşkanlığı’na Sunulan Rapor, 19 Nisan 1998 / Sayı: 226 – (Resmi Belge).
TAMÇELİK, Soyalp: Kıbrıs Meselesinin Çözüm Plânları (BM’nin 789 Sayılı
Kararına Göre), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Ankara, 2008.
TURAL, Sadık: “Türkiye İçin Cumhuriyet, Değerlere Sahip Çıkmaktır”, Erdem
Dergisi Cumhuriyet Özel Sayısı III, Cilt:11, No:33, (1997), s. 947-960.
Türk Ajansı Kıbrıs [TAK] Arşivi: Rum Basını Özetleri, No:881, (23 Mart 1988), s. 1.
Financial Times Gazetesi, “Uzlaşmaz Kıbrıslı Türklerdir”, No:56862, (23 Mart 1988).


***

KIBRIS’TA KURULMAK İSTENEN FEDERAL ANAYASAYLA İLGİLİ BAZI KAVRAMLARIN HER İKİ TARAF AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ, BÖLÜM 1

KIBRIS’TA KURULMAK İSTENEN FEDERAL ANAYASAYLA İLGİLİ BAZI KAVRAMLARIN HER İKİ TARAF AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ, BÖLÜM 1





Soyalp Tamçelik*
* Dr., Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, soyalp@hotmail.com


ÖZET


Bu araştırmada, Kıbrıs’ta kurulacak federal anayasa ile ilgili birtakım kavramların
Kıbrıslı Türklerle Rumlar açısından değerlendirmesi yapılmıştır. Bundan hareketle
araştırmanın temel amacı, Kıbrıs’ta taraflar arasında yaşayabilir bir anayasayı
hazırlamak, uygulamak ve buna dayalı barışı tesis etmek için nelerin gerektiğini ortaya koymaktır. 2004 yılından beri Kıbrıs’ta gözle görülür bir ilerleme kaydedilse de hâlâ gerginlik yaratan bazı durumlar mevcuttur. 

Önemli olan taraflar arasında mutabakata varılan Kuruluş Anlaşması’nın var olmasıdır. 

Bu gerçekten hareketle araştırma, iki ana bölümden oluşmaktadır. 

Birinci bölümde federal anayasasının niteliği, dayandığı kaynaklar ve temel prensipler belirtilmiş tir. İkinci ve son bölümde ise federal anayasanın kapsam analizi üzerinde durulmuştur.


GİRİŞ

Tabiatı gereği oybirliği ile onanması gereken bir tek yasa vardır. O da toplumsal
uzlaşması gerektiren anayasadır (Rousseau, 1999: 165). Çünkü yurttaşların
ortaklığı, dünyada gönüllülüğü en çok gerektiren bağıttır. Her insan, özgür
doğduğu ve kendi kendisinin efendisi olduğu için, hiç kimse onu, o istemedikçe
buyruğu altına alamaz. Aslında bu durum, şunu ifade etmektedir. Toplum
anlaşması yapıldığı sırada ona karşı çıkanlar olursa, bu durum, sözleşmeyi
geçersiz kılmaz, yalnızca karşı çıkanların anlaşmaya katılmalarını engeller.
Zaten onlar da yurttaşlar arasında azınlık durumuna düşerler (Rousseau, 1999:
165-166). Lakin devlet kurulduktan sonra orada oturanlar, anlaşmayı resen
onadıkları kabul edilir. Bir başka deyişle devletin toprakları üzerinde oturmak,
onun egemenliğini tanımak manasına gelmektedir.

Kaldı ki bu ilk sözleşme, her zaman için çoğunluğu olduğu kadar azınlığı da
bağlar. Esasında bu durum, sözleşmenin kendi doğasından kaynaklanmaktadır.
Ancak bir insan nasıl olur da hem özgür olur, hem de kendisinden zuhur
etmeyen isteklere boyun eğmeye zorlanır veya karşı çıkanlar özgür iseler, nasıl
olur da onamadıkları yasalara boyun eğerler? Rousseau’nun da ifade ettiği gibi
(1999: 166) asıl üzerinde durulması gereken sorun işte budur. Zira bu sorun,
Kıbrıs’ta da yansımasını bulmaktadır. Bundan hareketle Kıbrıs’ta kurulmak
istenen federal anayasanın temel bir amacı olmalıdır. Bu amaç, federe devletler
arasında işbirliğini sağlayıcı yasama kategorisi ve iki toplumun ortak
duygularının anlatımı olmaktan ziyade, zaten farklılaşmış olan toplumları ve
bireyleri, kendi arasında düzenli ve sürekli olarak birlikte yaşamayı
örgütlemektir (Tamçelik, 2008: 283). Bunun için de belirli kavramların anlaşılır
olması gerekmektedir. Bundan hareketle federal devlet anayasası ile ilgili bazı
kavramların, soruna müdahil taraflarca algılanma biçimi aşağıdaki gibi ifade
edilmeye çalışılmıştır.

KIBRIS’TA KURULMAK İSTENEN FEDERAL ANAYASANIN NİTELİĞİ VE ÖZELLİKLERİ

Pozitif hukuk kuralları aralarında belli bir hiyerarşi vardır. Bu sıralama,
kuralların genellik ve özellik vasıflarına dayanarak yapılmaktadır (Arık, 1963: 47; Göğer, 1971: 25). 

Sıralama: anayasa, kanun, tüzük ve yönetmelik şeklindedir. 

Bu sıralama pozitif hukuk kuralarının kuvvet ve geçerlik dereceleri
hakkında da caridir. Sıranın en başında yer alan kural en genel, en kuvvetli ve en geçerli kuraldır (Arık, 1963: 47). Bundan hareketle kurulmak istenen federal
Kıbrıs’ın anayasası, diğer kurallara oranla daha genel ve daha kuvvetli olacaktır.
Böylece federal kanunlar, anayasaya aykırı olamayacaklardır. Zaten anayasanın
üstünlüğü ilkesi, kamu otoritesinin güç kaynağını teşkil etmesini ifade etmesi
açısından önemlidir (Tamçelik, 2008: 283). Bir başka deyişle, hiçbir kimse veya
organ, kaynağını Kıbrıs’ın federal anayasasından almayan bir devlet yetkisi
kullanamayacak ve anayasaya aykırı bir şekilde hiçbir kanun yapamayacaktır
(Aydın, 1992: 63). Aslında her iki federe devlete ait kanunların, federal
anayasanın altında tutan tek şey, federal anayasaya aykırı olmamaları veya
federal anayasaya uygun olmak zorunda olmasıdır. Gerçekten de bu husus
ortadan kalktığı zaman Kıbrıs’taki federal anayasanın üstünlüğü ilkesinden söz
etmek mümkün olmayacaktır.

Aynı muhakeme tarzı, tüzüklerin kanunlara, yönetmeliklerin tüzüklere aykırı
olamayacağı sonucunu vermektedir. Aslında ‘anayasa’ deyiminin kelime yapısı
itibariyle anlamı açıktır. Bu deyim, ‘ana’ ve ‘yasa’ kelimelerinin kaynaşmasından meydana gelmektedir. Anayasa, diğer yasaların (kanunların) anası, yani onlara kaynak ve temel olan kanundur. Bu yönü ile kurulmak istenen federal Kıbrıs’ın anayasası, devletin kuruluşunu ve işleyişini, vatandaşlarının hakkını ve hürriyetini gösteren temel kanun olacaktır. Aslında bu temel kanun, çeşitli ayırımlara tâbi tutulmak istenmektedir. Dolayısıyla burada, yapılan ayırımın önemli olanlarının sadece birkaçına dikkat çekilecektir.

Öncelikle Kıbrıs’ta yazılı ve yazılı olmayan anayasa ayırımı dikkat çekicidir.
Bilindiği üzere yazılı anayasa metnine sahip olmayan devletlerin en önde geleni
İngiltere’dir. İngiltere’de kamu otoritesini düzenleyen kuralların çoğunluğu, örf
ve adet kuralları hâlindedir. Yazılı anayasaya sahip devletler yönünden örf ve
adet hukukunun değeri yoktur. Gerçi temel hak ve hürriyetlerin korunmasını
sağlayan yazılı bir anayasanın varlığı, dünya devletlerinde çoğunlukla rastlanan
bir hâldir. Yazılı anayasalar da esas itibariyle yasama, yürütme ve yargı
organlarının görevlerini açıkça belirten ve kişiye sağlanmış hakları ve bu
hakların korunma çarelerini gösteren hükümleri göstermektedir. Aslında yazılı
anayasanın varlığı, ülkedeki düzenin mahiyetini açıkça göstermektedir (Arık,
1963: 47-48). Bu suretle federal anayasanın ehemmiyeti büyüktür.
Bunun dışında anayasalar, değiştirilme yönünden ikiye ayrılmaktadırlar. Bazı
devletler yazılı anayasaların değiştirilmesinde diğer kanunların yapılmasından
farklı hükümler getirmişlerdir. Bu yönü ile değiştirilmelerinde, olağan
kanunların yapılmasından farklı hükümler getirmeyen anayasalara ‘yumuşak
anayasa’ veya ‘yatkın anayasa’ (Göğer, 1971: 148) denilmektedir. Örneğin,
Yeni Zelanda Anayasası hem yumuşak, hem de yazılı bir anayasadır. Gerçi
yazılı olmayan İngiliz anayasa kuralları da yumuşak anayasa örneğindendirler.
Diğer anayasa tipi ‘sert anayasa’ veya ‘bükülmez anayasalardır’ (Göğer, 1971:
148). Bu durumdaki anayasanın değiştirilmesi, olağan kanunların yapılmasından
ve değiştirilmesinden farklı bir sisteme tâbi tutulmuşlardır. Örneğin, KKTC
anayasasının değiştirilmesi olağan kanunların yapılmasından farklı bir usule tâbi
tutulmuştur. Anayasa değişikliği teklifi, Cumhuriyet Meclisi’nin üye tam
sayısının en az üçte biri tarafından yapılan yazılı müracaatla teklif edilmekte,
değiştirme tekliflerinin yine Cumhuriyet Meclisi’nin üye tam sayısının üçte ikisi
tarafından kabul edilmesiyle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca anayasa
değişikliklerinin ivedilikle görüşülmesi mümkün de değildir.
Ne var ki, anayasaya aykırı kanunların bozulabilmesi için iki usul vardır. Her
şeyden önce kanunların anayasaya uygunluğunu bir siyasî kuruluşun
denetlemesi ilk yoldur. Diğer usul ise kanunların anayasa uygunluğunu yargı
organlarının denetlemesidir (Göğer, 1971: 148). Ancak kanunların anayasaya
uygunluğunu denetleme ödevinin siyasî organa, örneğin Senato’ya verilmesi,
genelde başarılı bir sonuç vermemiştir. Çünkü siyasî bir kurul olan Senato, fiilen
bağımsız kalamamış veya çoğunluk partisinin arzularına uymak zorunda
kalmıştır (Göğer, 1971: 148). Bu yüzden kanunların anayasaya uygunluğu
denetimini, bağımsız yargı organına verme yolu daha olumlu bir sonuç
vermiştir. Bundan dolayıdır ki kanunların anayasaya uygunluğunu, kısacası
denetleme sistemini kabul etmiş devletlerin hemen hepsinde kontrol organı bir
mahkemedir. Hâl böyle olunca Kıbrıs’ın federal anayasası da kanunların
anayasaya uygunluğu konusundaki kontrol yetkisi, Anayasa Mahkemesine
verilmiştir (Tamçelik, 2008: 285).

Aslında anayasanın üstünlüğü ilkesi, hukuk devleti kavramıyla da ilgilidir. Gerçi
hukuk devletinde amaç, hiç değilse klasik demokrasilerde hukukun üstünlüğünü
sağlamaktır. Hukukun üstünlüğü ise önce, devletin otoritesini hukuktan aldığının
kabul edilmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla Kıbrıs’ta kurulmak istenen
federal devlet, otoritesini hukuka uygun olarak kullanmak zorundadır.
Hukukun üstünlüğünün diğer bir şartı ise insan kişiliğine saygı esasına
dayanmasıdır. Çünkü kişi, klasik demokrasilerde devlet karşısında birtakım
temel haklara sahiptir.

Ne var ki hukuk devleti kavramı ile kanun devleti terimlerini birbirlerine
karıştırılmamak gerekir. Özellikle yasama organından çıkan kanunların
yanılmazlığını ve şaşmazlığını kabul etmek, kanun devletinden söz edilmesine
yol açmaktadır. Aslında kanun yapma yetkisinin yasama organına verilmiş
olması, yasama organının hukukun üstünde yer aldığı anlamını taşımaktadır
(Göğer, 1971: 149). Kanunların yanılmazlığını ileri sürmenin gerçek anlamı,
yasama organı, yani meclis üyeleri çoğunluğunun yanılmazlığını kabul etmektir.
Bu yönü ile kurulmak istenen federal Kıbrıs’ın yasama organlarının yanılmazlığı
esasına dayanan kanun devleti anlayışının, klasik demokrasilerde yer almasına
imkân yoktur.

Kıbrıs’ta kurulmak istenen federal anayasal sisteme ait hukuk kaideleri, üç ayrı
kaynaktan (memba) besleneceği tahmin edilmektedir (Tamçelik, 2008: 285).
Bunlar sırası ile şunlardan oluşmaktadır:

1. Kıbrıs’ta Kurulmak İstenen Federal Anayasa Hukukunun Aslı
Bu anlamda Kıbrıs’taki hukuk düzeninin kaynağı sosyal ihtiyaçlardır. Çünkü
hukuk kurallarını, ‘sosyal ihtiyaçlar’” (Arık, 1963: 53) belirlerler. Kaldı ki
Kıbrıs’ta federal yapıda oluşturulmak istenen devletin sosyal ihtiyaçları, son
derece fazla olacaktır.

2. Kıbrıs’ın Federal Anayasasında Hukuku Yaratan Varlık
Bilindiği üzere hukuk kaidelerini yaratan makamlara, hukuk kaynağı adı verilir
(Arık, 1963: 53). Bu anlamda kanun, tüzük veya yönetmelik koyan makamlar
olarak sırası ile Kıbrıs Federal Devleti, Üst Meclisi (Senato), Alt Meclis
(Temsilciler Meclisi), Bakanlar Kurulu ve diğer idarî makamlar birer hukuk kaynağıdırlar.

3. Kıbrıs’ın Federal Anayasasında Hukuku Belirten Şekil Aslında hukuk kurallarını belirten veya tezahür ettiren şekillere de hukuk kaynağı denir (Arık, 1963: 54). Bunlar arasında kanun, örf, adet, içtihat (mahkeme kararları) vb. hususlar sayılabilir. Gerçi sözü edilen hukuk kaynakları en çok bu anlamda kullanılır. 

Bu yönü ile kaynak, hukuku belirten ve onu meydana koyan şekillerdir. Dolayısıyla cari ve meri olan hukuk kaidelerini ihtiva etmesi bakımından bunlar, hukukun kaynaklarıdırlar. Kısacası Kıbrıs’ta kurulmak istenen federal anayasa, adadaki her iki toplumun korunmasına, bu toplumların düzenini oluşturan temellere ve amaçlara, bu toplum ve topluma dahil herkesin güvenliğine dair gerçek ya da hayalî gereksinimlere ve insan haklarına saygı duyacak bir biçimde var olmaya yönelmelidir. Bu yönü ile tesis edilecek federal anayasa, federal devletin hukuk anlayışını ve oluşturmayı düşündüğü toplum yapısını ana çizgilerle belirleyen bir metin olarak karşımıza çıkacaktır. Zaten Kıbrıs’taki iki halkı yönlendirmek üzere özendirici bir hukuk ile caydırıcı bir ceza anlayışını kurumlaştırmak (Tural, 1997: 957-958), kurulmak istenen ‘federal devletin’ temel özelliklerini oluşturması açısından önemlidir.

Aslında bir anayasanın demokratik olmasının ölçütü, sadece içeriği değildir.
Bunun, hukuk kaynağı da önemlidir (Tamçelik, 1998: 10). Bu yönü ile anayasa,
benimsenip özümsenmesi gereken kurallar bütünüdür. Bundan hareketle
Kıbrıs’taki toplumlar, üzerinde ancak tartışılmasına ve biçimlenmesine katkıda
bulundukları bir anayasayı benimseyip kabul edebileceklerdir. Dolayısıyla
adadaki toplumsal dinamikler hesaba katılmayarak hazırlanmış anayasalar, iyi
niyetli, hatta göreceli olarak demokratik de olsalar, her iki toplumca kabul
edilmesi mümkün değildir (Tamçelik, 1998: 10). Zaten demokratik anayasaların
yurttaşa verdiği sorumlulukların ötesinde, kutsallaştırılmış ideoloji veya
inançları dayatmayan, vatandaşlarının neler yapacaklarını göstermek yerine,
onların hak ve özgürlüklerini genişleterek güvence altına alan bir anayasa
oluşturmaktır. Dolayısıyla Kıbrıs’taki federal devletin çağdaş ve demokratik
anayasası, her iki toplumun beklentilerine cevap verecek demokratik haklar ve
kişisel özgürlükler sağlanmalı ve oluşturulmak istenen federal düzenin hukuk ve
devlet yapısı, açık ve özlü bir şekilde ortaya konmalıdır.

Aslında siyasal doktrinlerin bir kısmı, sosyal bir durumun meşruluğunu
gösterme çabasını yansıtırken, diğer bir kısmı da belli bir protestoya karşı
koymadan ileri gelmektedir (Kıbrıs Sorunu, 1975: 10). Fakat izafi surette uzun
veya kısa bir süre sonra aynı doktrinin yer değiştirdiği görülmektedir.
Demokrasinin, monarşiye; sosyalizmin, kapitalizme karşı ‘tepki doktrini’ (Kıbrıs
Sorunu, 1975: 10) olarak yaşandığı günümüzde, sosyal durumun destekleyici bir
aldığı görülmektedir. Gerçi aynı durum, federasyon kavramı için de geçerlidir.

Çünkü bütün federasyonlar, ‘tepki doktrini’ hâlinde doğmuşlardır (Tamçelik,
2008: 286). Bu yüzden Kıbrıs’ta kurulmak istenen federasyon, iyi kurulduğu ve
yapılandırıldığı takdirde belki de aynı dönüşümü gösteren bir dönem yaşanmış
olacaktır. Fakat bunun için belli başlı kriterlerin yerine getirilmesi şarttır.
Misal olarak anayasa hukukunda, katı ve katı olmayan anayasa ayrımı
yapılırken, federal anayasaların ‘katı anayasalardan’ (Sarıca-Teziç-Eskiyurt,
1975: 235) olduğu söylenmektedir. Çünkü bu anayasaların ‘yazılı ve sert’
olmaları, doğası gereğidir. Aslında bu katılık, federal devlete ait yetkilerin
kısıtlanamayacağı yönünde şekillenmesidir. Çünkü federasyonlar, federe
devletlerin iradesi ile kurulmaktadırlar. Zaten bazı yazarların federal anayasayı,
‘katılma kanunu’ (Prélot, 1961: 238; Kıbrıs Sorunu, 1975: 10) diye
isimlendirmeleri boşuna değildir. Dolayısıyla Kıbrıs’ta oluşturulmak istenen
federal anayasa, ancak ittifak ile değiştirilebilecektir. Peki, bu bağlamda şu soru
akla gelmektedir.

Acaba federal anayasa yapılmaksızın, federasyonlar kurulamazlar mı? Aslında
bu sorunun cevabı kurulabilirdir. Fakat münferit anlaşmalarla fiilî bir düzen
kurulsa bile, bir federasyonun gerektirdiği hukukî güvence sağlanamaz. Çünkü
gelecek üzerine tahminlerde bulunmak müphem bir davranıştır.
Bu surette Kıbrıs’ta kurulacak federasyon, devletler hukukunun yarattığı
‘birliklerden’ biri değil, anayasa hukuku alanına giren bir ‘birlik’ olacaktır
(Tamçelik, 2008: 287). Bu iki çeşit ‘birlik doktrinlerinden’ tercihin, anayasal
yönde olması daha faydalı olacaktır. Zira bu yönü ile tarafların elinde bir
‘kuruluş belgesi’ bulunacaktır.

Ancak şu bir gerçektir ki devletlerin birleşmelerinde, konfederasyondan
federasyona geçiş, daha çok görünen bir şeydir. Örneğin Kuzey Amerika
Birleşik Devletleri konfederasyonu (1776-1787), ki 4 Ekim 1776’da
‘Konfederasyon ve Ebedî Birlik Antlaşması’ ile kurulmuştur (Sarıca-Teziç-
Eskiyurt, 1975: 231), 1787 Anayasasıyla günümüz ABD sistemine, yani federal
devlet tipine dönüşmüştür. Aynı şey İsviçre (1848 Anayasası) ve Federal

Almanya için de söylenebilir. O hâlde belli bir süre beraber yaşayan devletler,
karşılıklı itimada binaen konfederasyondan federasyona dönüşebilirlerdi.
Hâlbuki Kıbrıs’ta böyle bir deneme sürecine girilmeksizin, doğrudan federal
devlete geçilmek istenmektedir. Dolayısıyla federasyonun herhangi bir sakınca
doğurmaması için federal anayasanın hazırlanmasında dikkatli ve tedbirli olmak
gerekecektir. Aslında bu oldukça hassas bir konudur. Çünkü bu ittifakın, iki
ilkeye göre şekillenmesi gerekecektir. Bunlardan birisi özerklik, diğeri ise
katılımdır (Tamçelik, 2008: 287).

Eğer kurulmak istenen federasyon, Kıbrıs’taki toplumlardan birisinin ‘kültürel
erozyona’ (Tamçelik, 2008: 287) uğramasını engellemek ise ‘Merkezî
Hükûmete’, örneğin ‘federal eğitimi düzenleme ve denetleme’ yetkisi
tanınmamalıdır. Eğer toplumlardan birisi, diyelim ki ekonomik imkânları, hatta
dış yardımları, kendisine alma politikası içine girerse, federasyon anayasasında
bazı önleyici tedbirlere yer verilmesi gerekecektir.

BM çözüm önerilerinin tamamına bakıldığında Kıbrıs’ta kurulmak istenen
federasyon, çok devletli bir federasyon olmayacaktır. Hâlbuki birtakım federal
kararlar alınırken, ‘tüzel’ kişiliği olan iki devlet iradesinin ortak rızası ile
alınmasını gerekli kılmaktadır. Zira bu konularla ilgili olarak ‘federe devletlerin
çoğunluk oyu’ diye bir şey söz konusu olamaz.

Bundan hareketle Kıbrıs’taki yeni federal anayasanın kapsayacağı temel
prensipler, aşağıdaki gibi olmalıdır:

1. Kıbrıs’taki her iki topluma, kendi kültürel kimliklerini geliştirmeleri ve
geleneklerini yaşatmaları için mümkün olan en geniş serbest alan tanınmalıdır.
Bu sebeple tarafların üzerinde anlaşacağı değişmez prensipler, dil ve kültür
çeşitliliğinin tanınmasını, korunmasını ve gelişimleri için gereken ortamın teşvik
edilmesini şart koşulmalı ve federal anayasadaki temel haklar uyarınca, her
bireyin istediği dili konuşmaya ve istediği şekilde kültürel hayata katılmaya
hakkı olmalıdır. Ayrıca her iki toplum, kendi bölgelerinde kültür dilinde eğitim
görme hakkına sahip olmalı ve bu hak, federal devlet anayasasınca garanti altına alınmalıdır.

2. Çoğulcu toplumlar, mümkün olan her durumda kucaklayıcı olmak için
çalışmalıdırlar. Tıpkı Ermeni, Latin ve Maronit gibi Kıbrıs’ta önemli üç
azınlığın, yönetim işlerinden tamamen dışlanacağı, salt bir çoğunluk sistemi
kesinlikle önlenmelidir. Bütün topluluklar, kendilerini yöneten kurumlarda
yeterince temsil edildiklerini hissetmeliler ve hiçbir toplumun, idarî sistemden
dışlanmaması ve sisteme yabancılaşmaması, özellikle dikkat edilmesi gereken
bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki Kıbrıs’ta kurulmak istenen
federal hükümetin yeni anayasasında, Kıbrıslı Türkler için yürütme düzeyinde
güç paylaşımının düzenlenmesiyle ilgili bir şey yapılmamıştır.

3. Farklılığa hoşgörü ve saygı gösterme kültürü, eğitim sistemi, ulusal dillerin
öğretilmesi ve bunların medya aracılığıyla tüm topluma yayılması sağlanmalıdır.

4. Her türlü negatif ayrımcılık kesin bir surette yasaklanmalıdır. Hiçbir halk,
kültürel ve etnik kimliğinden dolayı mağdur durumda ya da kültürel hayatın
herhangi bir cephesinden dışlanmış hissetmemelidir. Fakat Kuzey Kıbrıs’ta
birçok Türk, dengenin yeniden kurulması sürecinde Güney Kıbrıs’ta Rumları
kayıran ayrımcılık karşıtı programlar yüzünden mağdur olacaklarını
düşünmektedirler.

5. Federal devlet çatısı altında herkesi kapsayacak bir ortak değerler bütünün
oluşturulması şarttır. Anayasaya dayanan yeni değerler bütünü, bir ruh
oluşturmalı, federal başarılardan herkesin gurur duyması ve birtakım ortak
sembollerin benimsenmesi teşvik edilmelidir.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Kıbrıs’taki toplumlar, yukarıdaki prensipler
doğrultusunda hareket ettikleri takdirde, birlikte uyum içinde yaşayabilecekler dir. Ne var ki Kıbrıs’ta gözle görülür bir ilerleme kaydedilse de hâlâ gerginlik yaratan bazı durumlar mevcuttur. Gerçek şu ki, toplumlar arası ilişkiler, tüm insanî ilişkiler gibi sürekli ihtimam ve iletişim gerektirmektedir ler.

Zaten dünyadaki 29 demokrasinin her biri, nasıl yöneltildikleri ve toplumda
geçerli kararların nasıl alındığıyla ilgili karmaşık, yazılı veya yazlı olmayan
kuralları içeren ve hiçbiri birbirine benzemeyen birer anayasaya sahiptirler. 

Bu yönü ile bakıldığında anayasa terimi, herhangi bir belge veya hukuksal bir kodu belirtmekten ziyade (Almond-Powell, 1978: 9-10), siyasal kararların alınması için konan kurallar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla denebilir ki
anayasalar, belirli bir toplumun üzerine titrediği değerleri somutlaştırma
gayretleri olarak temsil edilirler (Powell, 1982: 60).

Aslında anayasal düzenlemelerin üç özelliği vardır. Özellikle ‘Demokratik
Başarım Kuramcılarının’ (Powell, 1982: 61) üzerinde durdukları, yasamayürütme
ilişkileri, yasama organındaki temsilin kuralları ve federalizmdir. 
Bu üç özellik, hiçbir biçimde temel anayasal özellikler listesini tüketmemişlerdir.
Kişi haklarının korunmasıyla ilgili hükümler, hükümetin kararlarının gözden
geçirilmesi, siyasetlerin uygulanması sırasında anlaşmazlıkların özerk yargısal
yoldan hüküm ve karar altına alınması ve diğerleri büyük önem ve dikkatle
incelenmeye değer hususlardır.

Anayasalar, insanlar tarafından yapılan modeller olduğuna göre bu modeller
anayasa yapıcılarının değerlerini, yaptıkları çeşitli düzenlemelerin doğuracağı
sonuçlardan beklentilerini ve çoğunlukla büyük güçlüklerle elde ettikleri
uzlaşmaları yansıtırlar. Yani anayasa yapıcıları, anayasalarını yerel koşulları ve
gereksinimleri karşılayabilecek ve olumsuz sonuçlardan kaçınabilecek biçimde
yapmaya çalıştıkları ölçüde başarıya ulaşabileceklerdir. Özellikle anayasa
tarafından ortaya konulan hukuksal düzen ve sonuçlar, anayasal tip ve
demokratik başarım arasındaki birlikteliği doğrudan etkiler (Powell, 1982: 91).
Ne var ki anayasa, toplumda yaygın olarak benimsenen değerleri somutlaştırdığı
sürece, biri diğerinin bir nedeni olmasından çok, hem anayasal tip hem de
başarım örüntüsü (Almond-Powell, 1978: 33-36) siyasal kültürün ürünleri
olabilirler.

Görüleceği gibi bugün itibarıyla Kıbrıs’taki anayasa üzerinde yapılan pazarlıklar, adadaki toplumların siyasal ve ekonomik elitlerinin (Lijphart, 1967: 156) çıkarları göz ardı edilerek hazırlanmalıdırlar. Aslında Kıbrıs’ta çeşitli anayasa taslaklarına yansımış olan ve birçoğunun adanın geleneklerine yanıt niteliği taşıyan bu özel durumlarla ilgili çıkarlara rağmen, yürütme denetimi ve
temsile yönlenme örüntüsünün çok güçlü biçimde ‘kültürle’ (Rae, 1967: 239)
bağlantılı olduğu düşünülebilir. Gerçekte bu örüntüler o denli güçlüdür ki,
anayasa yapıcılarının toplumsal koşulları çözme gayretlerinin anayasa
yapımında önemli bir rol oynayıp oynamadığı dahi saptanamaz. Örneğin Kıbrıs
gibi etnik olarak bölünmüş ülkelerin nispi temsilden daha çok çoğunlukçu
yasamaya sahip oldukları yadsınmaz bir gerçektir (Tamçelik, 2008: 289). 

Sırf bu yüzden Kıbrıslı Rumlar, Temsilciler Meclisi ve Senato’nun çoğunluk esasına göre oluşmasını istemektedirler.

Bunun ötesinde anayasaların, siyasal süreçte belli bir yakınlaşma için sağladık ları dürtüler veya yansıttıkları kültürel değerler nedeniyle başarımı etkileyip etkilemediğinden emin olunması mümkün değildir (Powell, 1982: 94).
Kültürel örüntülerle anayasal yapıların bu denli yakın bir biçimde birbirinin
içine girdiği durumlarda hiçbir istatistiksel yöntem, bunları yeterli ölçüde
birbirinden ayıramadığı da bir gerçektir.

   Aslında Kıbrıs’ta anayasal düzenlemelerin kültürel ve coğrafik temele isnat
etmesi bile, anayasanın yapılmasında ve kurgulanmasında birtakım sorunların
ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle bu, belirli bir anayasa tipini teşvik
eden dürtüler ve sınırlamalar nedeniyle mi yerine getirilmektedir; yoksa belirli
bir kültürel zeminin anayasa konulardaki seçimleri ve siyasal başarımı
biçimlendirmekte midir? sorusu ortaya çıkmaktadır. Aslında bu soruyu, Kıbrıs
için yanıtlayabilmek oldukça zordur.

    Gerçi Kıbrıs’ta kurulmak istenen federal anayasa, ileriki zamanlarda kendi
kendini korumak zorunda kalabilecektir. Ne var ki Gernard Leibholz’un da
dediği gibi, her anayasa düşmanlarına karşı hukukun silahıyla kendisini koruma
hakkına sahip olduğuna kuşku yoktur (Savaş, 2000: 8). Yani hiçbir anayasadan,
hele hele liberal bir hukuk devleti demokrasisi öngören bir anayasadan, kendisini ortadan kaldıracak koşulları onaylaması ve böylece intiharını yasallaştırması beklenemez (Konuk, 2000: 108). Özellikle liberal demokrasilerde özgürlük, maddesiz bir rölativizmin ve nihilizmin (aşırı bireycilik) görmek istediği gibi (Konuk, 2000: 108), hukuksal bağlardan yoksun değildir. Böylesine yanlış anlaşılmış bir özgürlük, önce özgürlüğün kendisini ve böylece özgürlükçü demokratik temel düzeni abes bir noktaya ve sonunda yok olmaya götürür. Gerçi özgürlük, siyasal alanda keyfilikle özdeş bir anlam taşımaz. Ancak Kıbrıs’ta da olduğu gibi liberal bir demokraside özgürlük, kendisine siyasal açıdan işlerlik kazandıran var oluş ve kuruluş temellerine bağlı olmayı şart koşar. Kaldı ki bu bağlılığa değişmezlik sağlamak ve buna karşı olanları nötrolize etmek, Kıbrıs’ta kurulacak federal anayasanın başlıca haklarındandır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***