Bankacılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bankacılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2021 Pazartesi

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı


Devlet, Ekonomi, ideolojik, TASAM, ulusal eğitim, Amerika, piyasa, Hukuk, Japonya, Federal, Japon, bankacılık, para, kamu, inşaat,
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU, Salgınla Sıkılan Kemerler, İstikrar Paketi,




Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU  23 Eki 2020
Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı
Makale

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. ...

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. Ama bu “İlk borç veren“ (Lender of the First Resort) politikası olarak ABD Federal Rezerv’e (FED), AB (ECB) ve Kanada Merkez Bankalarının öncelikli, İngiltere ve İsveç Merkez Bankalarının selektif tercihi olarak 2019 öncesindeki yaklaşık on bir yıla damgasını vurdu. Nitekim bir örnek olarak FED’in 2008’den itibaren ilan ettiği fonlama faizlerine bakacak olursak o yıl yüzde 0,22 den başlayıp, yüzde 0,18’e kadar inen, 2009 ile 2015 arasında yüzde 0,12 oranında durağan seyreden oranlarda kaldığını görürüz.

FED, 2015 yılından sonra istihdam ve enflasyon rakamları nispeten makul düzeylere yükselme eğilimi gösterince, 2016’dan itibaren fonlama faizlerini tedricen yükseltmeye başladı. Tahvil satın alma yolu ile piyasaya sürülen bol para, borsa endekslerini yükselttikçe hisse, yenileme ve sabit yatırıma kayarak, ABD ekonomisinin durgunluk ile bağını koparmaya ve işsizliği yüzde5’in altına düşürmeye başladı. ABD ekonomisinde FED faiz tercihleri 2017 yılından itibaren yükseltme yönünde bir görüntü arz etti ve 2017 yılında yüzde 0,91’den 2018 başında yüzde 1,41’e, yıl sonunda yüzde 2,20’e, 2019 başında yüzde 2,41’e kadar yükseldi. 2019 FED’in yine yavaş yavaş faiz oranları ile piyasaya fiske fiske destek vermeye gerek duyduğu bir dönem oldu. Oranların 2019 yılı boyunca düşürülerek, yılın sonunda yine yüzde 1,58 gibi bir değere geri dönüşü, dünyanın bir numaralı ekonomisinde salgın öncesinde bile piyasa takviye edilmedikçe durgunluğa geri savrula bileceği endişesiyle, parasal genişletmenin sürdürüleceğinin ilanı oldu.



Dünya Şahtı Şahbaz Oldu

Anlaşılacağı üzere dünya salgına böyle bunalımlı bir durumda yakalandı. Şimdi 2020 sonuna hızla yaklaşılırken ABD ve AB’de faiz oranları nominal ve reel olarak artık negatif faiz alanında. Bunlar ABD de yüzde 0,7, AB de -yüzde 0,6, Kanada’da yüzde 0,6 düzeyinde. Çin’de ise yüzde 3. İşsizlik oranlarına bakacak olursak ABD’de yüzde 7,9, Kanada’da yüzde9, AB ortalaması olarak ise yüzde 8,1 düzeyinde. Geleneksel olarak işten çıkarmanın pek olmadığı Japonya’da yüzde 3, Çin’de ise yüzde 3,8. Resmî rakamlara hemen hiçbir yerde güven yok. Ama işsizlik mutlaka hemen her yerde ilan edilenden daha yükseklerde seyrediyor.

Bu arada tabii durgunluk pençesindeki ülkelere karşılık Türkiye gibi çift haneli enflasyonun patladığı ve para politikasının gevşemesine izin verilmemesi gereken ülkeler de var. Bunlar şu sıralar, hem işsizlik, hem yüksek ve yükselen enflasyon, hem takati aşan kamusal ve bireysel borçlanma, hem de devlet ve aile bütçesi açıkları ile mücadele etmek zorunda. İşte zaten dar politika koridoru bu noktada tıkanıyor. Bu tür ülkelerde yine devlet bir şekilde piyasayı nakde boğmak mükellefiyetinde olmakla birlikte, birkaç hata yapılıyor. Özellikle Merkez Bankaları para (faiz) ve kredi politikalarını siyasî araç olarak kullanmaktan vazgeçememe sığlığına düşünce, asıl görevleri olan fiyat ve makro ekonomik istikrarı gözetme hedeflerinden sapıyorlar. Hele faizin “ideolojik“ bir saplantı olarak muamele gördüğü ülkelerde, birden fazla faiz (ve birden fazla döviz kuru) ortaya çıkınca, para politikasının basitliği, anlaşılabilirliği ve en önemlisi keyfi olmaması özelliği aşınıyor. Para politikası dışındaki teşvik paketlerinin de keyfi, yandaş tercih eder ve “dostlar iş başında görsün“ mantığı ile ve “bakın işte devran dönüyor“ izlenimi veren inşaat sektörüne yönlendirilmesi ise sistem güvenini aşındırıyor. Açılan kredi musluklarına karşılık, bunların geri ödenememe riskinin doğması, bankacılık sisteminin disiplini için önemli bir tehdit.

Değer yitiren ulusal para yerine yabancı para ile değer saklama alışkanlığının geri gelmesiyle gün be gün yaşanan kur patlamaları “rekabetçi kur“ diye takdim edilse bile kimse buna kanmıyor. Çünkü genel küresel durgunluk, pandemik salgın, bölgesel savaşlar ve yaptırımlar nedeni ile kapanan piyasalar olduğu için ihracatı arttıramıyor. Pahalılaşan ithalat ise enflasyona katman katman ekleniyor. Eş anlı olarak gelen güven aşınması, ahlâkî bozulma ve bedavacılık da işin cabası. Ancak, bir yerlerde insanlar hâlâ “biz bedava ekmek istemiyoruz. Bize ekmeğimizi kazanacak iş ve onurla yaşayabileceğimiz kazanç kapısı bulun“ veya “bizim istediğimiz, iç hukuk-dış hukuk yollarını tüketmek değil. Hakkımız olan parayı istiyoruz“ diye haykırıyorsa, bu seslere kulak vermek kamu otoritesinin önemli ve tarihi bir görevi olarak düşünülmeli.

Acı Reçeteler ve Salgınla Değişen Tüketici Davranışı Dolayısı ile salgın ile gelen dalga dalga etkiye kamu politikalarının verdiği tepki en iyi ihtimal ile 2021 sonrasında Türkiye gibi birçok ülkeyi, daha kalın kemerlerle uygulanması gerekecek olan sıkı istikrar politikalarının insafına bırakıyor. Acı reçeteler, 2021-23 yılları arasında tüm ülkeler için geçerli olacak. Ama kamu politikalarını salgın öncesinden başlayarak keyfi uygulamalara, kamu harcamalarını boyunu aşan bölgesel güç olma heveslerine kurban eden ülkeler daha büyük sıkıntılar yaşayacak. Bu bağlamda eğer bir sıkıntı kaçınılmaz olarak yaşanacaksa bunun adil dağıtılması, zam yapılmayacaksa, meclis üyeleri ve muhterem zevat dâhil kimseye zam yapılmaması, kamu kurum bütçelerinde israfın önlenmesi insanlara iyi gelecek. Unutmayalım birçok ülkenin artık “yeni ekonomi politikası paketi“ine veya paketlerine değil, istikrar programı paketlerine ihtiyacı var ve 2021 sonrasında daha fazla ihtiyacı olacak.

Bütün bunlara karşı tek ve destekleyici ümit varsa, az da olsa değişen tüketici davranışlarında olabilir ki, salgın kendi başına yeni tüketim kalıpları yaratarak yaşantımıza bireysel düzeyde sıkılan yeni yeni alışkanlıklar yarattı. Giyim kuşam, ayakkabı, eğlence, taşımacılık, ulaştırma ve tatil harcamalarındaki israf boyutunu toplum, salgınla fark etti. Bu alışkanların törpülenmesi ile bu tüketim kalemleriyle ilgili sektörlerin keyfi fiyat ve etiket davranışlarını gözden geçirmeleri destek taleplerinden önce gelmeli.

Eğitim ve sağlık harcamalarında ciddi bir değerlendirme yapılması ve özellikle ikincisi ile ilgili sigorta harcamalarının durumun ne olacağı gözden geçirilmeli. Batıda bile derin kriz dönemlerinde aileler bir arada yaşamaya başlıyor. 
Gençler anne ve babaları ile oturmaya başlıyor. Bu davranış değişimi kira masrafları ile ilgili bir bireysel kemer sıkma tercihi olarak tebarüz ederken, inşaat sektörüne aşırı destek verme eğilimini de caydırması gerek. Yoksa yaptıkları binalar ellerinde kalan müteahhitler bu defa aldıkları krediyi geri ödememeye başlarsa, bu bankaları ya konut zengini ama nakit fakiri yapar veya zaten çoğu hepten iflas eder.

Öyle veya böyle salgın sonrası dünyanın birçok ülkesi, ekonomik daralmanın yaratacağı ekonomik salgınla, bir kısmı da durgunluk, işsizlik ve bu ikisi ile bir arada tırmanmaya devam edecek enflasyonla boğuşacak. 

Depresyon ve Slumpflasyon (Durgunluk ve Enflasyon) 2021- 2023 arasında gündemde olacak. 

***

3 Kasım 2019 Pazar

2002-2016 YILLARI ARASINDA TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ,

2002-2016 YILLARI ARASINDA TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ, 



Prof.Dr.Erişah ARICAN*
Doç. Dr. Başak TANINMIŞ YÜCEMEMİŞ**
*Prof.Dr. Erişah  ARICAN,  Marmara  Üniversitesi,  Bankacılık  ve  Sigortacılık  Y.O.,  Bankacılık  Bölümü, 
erisaharican@marmara.edu.tr 
**Doç.Dr.Başak TANINMIŞ YÜCEMEMİŞ, Marmara Üniversitesi, Bankacılık ve Sigortacılık Y.O., Bankacılık Bölümü, 
basakyuce@marmara.edu.tr
* Bir önceki yılın Aralık ayına göre değişimi göstermektedir.
** 2015 yılı verisi Nisan ayına aittir.

PARA POLİTİKALARI IŞIĞINDA TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ GENEL DEĞERLENDİRMESİ

Giriş

Küresel krizin ardından ülkelerin uyguladıkları genişletici para ve maliye politikaları ile dünya  ekonomisi  yeniden  büyüme  sürecine  girmiş,  gelişmiş  ülkelerde  büyüyen  bütçe açıkları ve borç sorunu, gelişmekte olan ülkelerde ise hızlı büyümenin neden olduğu cari açık ve  artan  enflasyonist  baskılar görülmüştür.  

Küresel dengesizliklerin azaltılması ve  uzun dönemli  istikrarın tesisi  önem  arz etmekte, bu konuda etkin bir düzenleme ve denetim yapısına sahip  finans sektörünün  belirleyici  olacağı  öngörülmektedir.
Finans sektörünün rehabilitasyonunda sektörel ağırlığı  büyük  olan  bankaların yeniden yapılandırılması  önem taşımaktadır. Türk bankacılık sistemi de 2001 krizi sonrası büyük ölçüde rehabilite edilmiş, böylece 2008  yılında  yaşanan küresel  krizi  küçük  kayıplarla  atlatabilmiştir.  Yüksek  bir büyüme potansiyeli ne sahip olan Türk bankacılık sektörü gelişimini sürdürürken,ekonomik faaliyet leri de desteklemeye devam etmiştir. 

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) da  birçok  merkez  bankası  gibi  fiyat  istikrarı  yanında  finansal  istikrarı  da  hedeflemeye başlamıştır.  
TCMB dünyada  devam eden  belirsizlik  ortamında kredi  büyümesi  ve  döviz kurlarındaki aşırı dalgalanmalara karşı bir koruma sağlamak ve finansal riskleri 
sınırlamak amacıyla geleneksel  para  politikası  uygulamalarından  farklı geleneksel   olmayan para politikası araçlarını uygulamaya koymuştur.  
Çalışmada 2008 küresel krizinin ardından dünya ve Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmelere  genel  hatlarıyla  değinilmiş,  ardından  Türk  bankacılık  
sektörünün  yapısı  ele alınmış  ve  TCMB  para  politikası  uygulamalarının  Türk  bankacılık  sektörüne  etkileri incelenmeye çalışılmıştır.  

1.Küresel Krizin Ardından Dünya ve Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler  
2008  yılında  yaşanan  küresel  krizin  ardından  tüm  dünya  ülkelerinde ekonomik faaliyetlerin arttırılması ve büyümenin yeniden yakalanması çabaları sürdürülmüş, hızlı bir toparlanma sürecine girilmiştir.Ancak dünya ekonomisi 2013 yılında %3 ile beklenenden daha yavaş büyümüş toparlanma yavaşlayarak devam etmiştir. 
Özellikle gelişmiş ülkelerde, finansal  sektör  yeniden  işlevsel  hale  getirilmeye çalışılmış,bu amaçla finansal sektöre likidite ve/veya sermaye desteği sağlama ya  yönelik genişletici para politikaları uygulanmış ve iç talep artışı  genişletici maliye politikaları ile desteklenmiştir. 

Gelişmiş ülkeler 2013 yılında %1.3 büyürken, gelişmekte olan ülkeler  %4.7 ile büyümelerini  daha  yüksek  hızlarda  sürdürmüşlerdir. 
Küresel  piyasalarda  risk  iştahı azalmıştır.  
Emtia  ve  temel  enerji  fiyatlarının  olumlu  seyri  neticesinde  enflasyon  düşük düzeyde kalmış (2013 yılında gelişmiş ülkelerde %1.4, gelişmekte olan 
ülkelerde %5.8), çok sayıda ülkenin merkez bankaları politika faiz oranlarını en düşük düzeylerine çekmiş, reel faiz oranları sıfıra yakın veya sıfırın altında kalmıştır. 

Gelişmiş ülkelerde kamu borç stokunun düzeyi ve bankacılık sektöründeki sorunlar faiz oranlarının düşük düzeyde kalmasına neden olmuştur.Bu  ülkelerin  çoğunda  hızla  büyüyen  bütçe  açıklarının  etkisi  yanında  finansal sektöre sağlanan desteklere bağlı olarak ülkelerin borç stokunun milli gelire oranı hızla artmış 2010 yılında %90, 2013 yılında ise %106 seviyelerini görmüştür. Gelişmekte olan ülkelerde ise aynı oran 2010 yılında %40, 2013 yılında ise %34.5 olarak düşük düzeylerde seyretmiştir.Kriz sonrası 2010’a kadar ülkelerin finansal kurumlarının denetlenmesinde etkinliğin arttırılması amacıyla sermaye yeterliliği, risk yönetimi, likidite, gözetim ve denetime ilişkin yaklaşımlar yeniden ele alınmıştır. 

Gelişmiş ülkelerin aksine gelişmekte olan ülkelerde kredi piyasaları  büyümüş,  yüksek  büyüme  potansiyeli yakalanmış,  tasarruf  dengesi  yükselmiş, kamu  dengesi ve  borçları  düşük  düzeyde  kalmış,  enflasyon  baskısı  düşük  seyretmiş  ve finansal sektörde ciddi sorunlar görülmemiştir.2014  yılına  gelindiğinde  ise,ekonomik  performansın  iyileşmesine  bağlı  olarak Amerika Merkez Bankası likidite artışını yavaşlatacağını açıklamış, ülkede uzun vadeli faiz oranları yükselmiştir. Gelişmekte olan ülkelere ise sermaye girişi yavaşlamış, bazı ülkelerden sermaye  çıkışı  olmuş,  uluslararası  borçlanma  maliyeti  yükselmiş,  küresel  sermaye  makro dengesizliklere duyarlı hale gelmiştir. 

Çok sayıda gelişmekte olan ülkede ulusal paralar değer yitirmiş,  faiz  oranları  yükselmiş,  varlık  fiyatları  hızla  düşmüştür. Bir çok ülke,bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması kapsamında bankaların mali yapılarını güçlendirecek ve işlevlerini arttıracak önlemler almaya devam etmiştir. 

Türkiye ekonomisi de küresel kriz nedeniyle 2009 yılında %5 negatif büyümüş, 2010 yılı  itibariyle ise  hızlı  bir  toparlanma  sürecine  girerek  %8.9’luk  bir  
büyüme  potansiyeli yakalamıştır. Bu büyüme sürecinde sabit sermaye yatırımları ile iç talepteki genişleme etkili olmuş, dış talep ise gelişmiş ülkelerin yavaş büyümesine bağlı olarak sınırlı kalmıştır.2013 yılına gelindiğinde büyüme %4 ile hedef düzeye yakın gerçekleşmiştir.Ekonomik  canlanma sayesinde 2009’da %13.5 olan işsizlik oranı sırasıyla 2010 yılında %11.4’e, 2013 yılında ise %9.7’ye gerilemiştir. Artan sermaye girişine bağlı olarak kriz sonrası TL değerlenmiş, ithalat hızla  büyümüş,  cari  işlemler  açığı  genişlemiştir.  Merkez  Bankası’nın  döviz  rezervleri artmıştır.Enflasyon beklentisi ise genel olarak enflasyon hedefine yakın seyretmiştir. 

Tüketici Enflasyonu 2010’da %6.4 olurken, 2013 yılına gelindiğinde %7.4 düzeyinde gerçekleşmiş ve öngörülen  düzeyin  üzerinde  artmıştır.  
Enerji  fiyatlarının düşmesi  enflasyonu  aşağı  yönde etkilese  de,  iç  talep  artışının  hızlanması,  TL’nin  değer  kaybı  ve  gıda  fiyatlarının  artması enflasyonu yukarı yönde etkilemiştir.Merkez  Bankası küresel  krizin  büyüme  ve  finansal  sektör  üzerindeki  olumsuz etkilerini  sınırlandırmak  amacıyla politika  faizlerini  2010  yılında  düşürmüş, piyasaların normale döndüğü gerekçesiyle, parasal sıkılaştırma sürecine girilmiştir. 

Buna bağlı olarak zorunlu karşılık oranları yüksek tutulmuş, rezerv opsiyon katsayıları da arttırılmıştır. 

Politika faizindeki düşüş 2013 yılında da sürmüştür.Ancak yılın ikinci yarısında sermaye girişinin yavaşlaması, yurt içinde siyasi alanda yaşanan gelişmeler, portföy tercihlerindeki değişmeler, para ikamesinin hızlanması gibi nedenlerle TL yabancı paralar karşısında değer kaybetmeye başlamıştır. 

Merkez Bankası faiz oranlarını  yükseltirken, likiditeyi sıkılaştırıcı bir politika izlemiştir. 
Merkez  Bankası  döviz  piyasasında  yaşanan  istikrarsızlığı  önlemek  ve  likidite sağlamak amacıyla döviz satarak döviz arzını arttırmıştır. 

Buna rağmen döviz rezervleri 2013 yılı sonunda 110 milyar dolara yükselmiştir. Ekonomideki  hızlı  toparlanma  maliye  politikası  hedeflerinin  de  öngörüler 
çerçevesinde gelişmesini sağlamış, kamu kesiminde disiplinli yaklaşım korunmuştur. Bütçe açığının GSYİH’ya oranı 2010’da %4’e, 2013’te ise %1.2’ye gerilemiştir.  
2010 yılında %0.5 olan  faiz  dışı  fazlanın  GSYİH’ya  oranı,  2013’te  %2’ye  yükselmiştir. 
İç  borç  stokunun GSYİH’ya oranı ise 2010 yılında %32’ye gerilemiş, düşüş takip eden yıllarda da sürmüş ve 2013 yılında %26 seviyesinde gerçekleşmiştir. 
Türkiye’de dış ticaret açığı her geçen yıl artışını sürdürmüş ve 2013 yılında 100 milyar dolara yükselmiş, ihracatın ithalatı karşılama oranı ise %60 seviyesine 
gerilemiştir. 

Dış ticaret açığındaki artış nedeniyle cari işlemler dengesi açığı beklenenden daha hızlı büyümüş, 65 milyar dolara ulaşmıştır. 

Ülkenin dış borç stokunun GSYİH’ya oranı da 2010 yılında %38 iken, geçen yıllar içerisinde yükselerek 2013’te %47’ye ulaşmıştır. 

Dış borç stokunun %31’i kamu kesimine, %69’u ise özel sektöre aittir.Küresel  krizin  ardından  Türkiye  ekonomisi  hızla  toparlanırken,  finansal  sektör  
de büyümeye  destek  olmuştur. Türk  hükümeti  tarafından  açıklanan  2014-2016  dönemini kapsayan Orta Vadeli Program hedefi çerçevesinde, dünya ekonomisinde yaşanmakta olan belirsizlik ortamının Türkiye ekonomisine olan etkilerini asgari düzeyde tutarak, bir yandan cari açığı düşürmek, diğer yandan büyümeyi artırmak amaç edinilmiştir. 2015 ve 2016 yılları için %5’lik bir büyüme hedefi konulmuş, yine %5’lik bir enflasyon hedefi belirlenmiş, cari işlemler açığının GSYİH’ya oranının %5.4 seviyesine gerilemesi hedeflenmiş ve kamu kesimi dengesi açığı ile kamu kesimi borç stokunun GSYİH’ya 
oranının dönem içerisinde azalması öngörülmüştür.

2. Türk Bankacılık Sektörünün Genel Görünümü Son  beş  yılda,  küresel  piyasalarda  yaşanan  yüksek  riskli  ve  belirsiz  ortamda Türkiye’de finansal istikrar güçlü bir görünüm sergilemiştir. Finansal sektörün önemli bir kısmını  oluşturan  bankacılık  sektörü  de  aynı  süreçte  gösterdiği  başarılı  performans  ile ekonomik  faaliyetlerin  finansmanı  işlevini  sağlıklı  şekilde  sürdürmüş  ve  parasal  aktarım mekanizmasındaki  rolünü  iyi  oynamıştır.2013  yılına  ait  temel  göstergeler,  bankacılık sektörünün risklere dayanabilecek ve büyümeyi destekleyebilecek güçte bir bilanço yapısına sahip  olduğunu  göstermektedir.  
Ayrıca  operasyonel  altyapısı  yeni  teknolojiler  ile desteklenmekte, bir yandan şube ağı hızla gelişirken diğer yandan artan mobil uygulamalar ile bankacılık  
sektörü  kredi  dışı  finansal  hizmetleri  de  çeşitlendirme  yoluna  giderek  finansal sektörün  büyümesine  katkı  sağlamaktadır. 

Aşağıda  Türk  bankacılık  sektörünün  genel görünümü verilerle incelenmeye çalışılmıştır. 


Tablo 1.  Kaynak:TBB.


Türkiye’de 2001 krizi sonrası 2002 yılında, 40’ı mevduat, 14’ü kalkınma ve yatırım bankası  olmak  üzere  toplam  54  banka  faaliyet göstermekteydi.  Geçen  yıllar  içerisinde bankaların  sayısı  azalmış,  2013  yılında  mevduat  bankaları  32’ye,  kalkınma  ve  yatırım bankaları da 13’e olmak üzere toplam banka sayısı 45’e düşmüştür.Kamu bankalarının sayısı değişmemiş, 9 özel banka kapanmış, fondaki bankalar 2’den 1’e düşmüştür. 
Banka sayıları azalmasına rağmen şube sayıları artmaya devam etmiştir. 
Şube sayısındaki artışın tamamı mevduat bankaları grubunda olmuştur.


Tablo 2. Kaynak: TBB.


Sektördeki yoğunlaşma yüzdeleri incelendiğinde ilk beş bankada daha fazla olmakla birlikte ilk beş ve ilk on bankanın toplam aktifler, mevduat ve krediler içindeki paylarının azaldığı görülmektedir. 
Bu durum söz konusu bankaların dışında kalan bankaların da rekabet gücünün yükselmeye başladığının bir göstergesidir. 
İlk beş banka içinde 2013 yılında 1 kamu ve 4 özel banka yer alırken, ilk on banka arasında 3 kamu, 5 özel ve 2 yabancı sermayeli banka yer almıştır.


Tablo 3. 



Türk bankacılık sektöründe toplam aktif büyüklüğü 2013 yılında1.636 TL’ye (768 Milyar dolar) yükselmiştir. 
Türk lirasının %20 değer kaybı nedeniyle toplam aktifler dolar bazında %5  artış  kaydetmiştir.  
Toplam  aktiflerin  GSYİH’ya  oranı  %105  olurken,  katılım bankaları da sisteme dahil edildiklerinde oran %111’e (1.732 milyar TL)  yükselmektedir. 
Kaynakların %61’i kredilere, %17’si finansal varlıklara(menkul kıymet portföyüne),  %15’i ise likit aktiflere ayrılmıştır. Geçen süreçte kredi hacmi artmış, krediler yaklaşık üçte bir oranında paylarla büyük işletmeler, KOBİ’ler ve bireyler arasında geniş bir risk yelpazesinde dağıtılmıştır. 

Bireysel  krediler  ağırlıklı  olarak  tüketici  ve  konut kredilerinden  oluşmuştur. Kredilerin %70’i Türk lirası, %30’u ise yabancı para kredilerden ibarettir. 

Toplam  aktifler içinde menkul kıymet portföyünün payı ise azalmaya devam etmiştir. 

Tablo 4.Kredilerin Dağılım


Tablo 4. 



Tablo 5. 

Bilanço büyüklüğündeki artış ağırlıklı olarak mevduat ve mevduat dışı kaynaklardaki büyümeden  kaynaklanmıştır. 

Bilançonun  yarıdan  fazlası  yerleşiklere  ait  olan  mevduat  ile finanse edilmiştir. 2013 yılında pasif kalemler içerisinde mevduatlar %54 pay alırken,  
bu payın % 34’lük kısmı Türk lirası mevduatlardan, % 20’lik kısmı ise yabancı mevduatlardan oluşmuş, mevduat dışı kaynakların(Çoğu  yabancı para cinsinden ve  yurt dışı bankalardan kullanılan kredilerden oluşur)payı ise2010 yılından sonra yükselme trendine  girerek Türk lirasının değer kaybetmesinin etkisiyle%27 düzeyinde gerçekleşmiştir. 2013 yılı için Türk lirası mevduatın toplam mevduat içindeki oranı kamu bankalarında %72, özel bankalarda %57  ve  yabancı  bankalarda  %64 düzeyindedir.  Bu  durum  Türkiye’de  kamu  bankalarının piyasa yapıcısı rolünü üstlendiğini net bir şekilde göstermektedir. Toplam mevduatın ortalama vadesi ise finansal  sisteme  olan  güvenin  artması  ile  her  yıl  uzayarak  2013’te  2.9  aya ulaşmıştır. Mevduatın krediyi karşılama oranı ise 2009 yılında %75 düzeyinde iken her geçen yıl artmış ve 2013 yılına gelindiğinde %111 seviyesine yükselmiştir. Öz kaynaklar kalemi Türk  lirası  bazında  yükselmiş,  ancak  sabit  fiyatlarla hesaplandığında 2010 yılında %13 düzeyinde iken 2013 ‘te %11  seviyesinde  kalmıştır.Öz kaynaklardaki artışın yavaşlama nedeni faiz oranlarındaki artışa, TL’nin değer kaybetmesine ve kar hacmindeki yavaş büyümeye bağlanmıştır.Türk bankacılık sektöründe küresel kriz sonrası  net  dönem  karı ise 2009  yılında  19.4  milyar  TL  seviyesinde gerçekleşmiş,  2010 yılında 21.3 milyar TL’ye yükselmiş, 2011’de biraz düşse de 2013’te tekrar yükselme eğilimi göstererek 22.6 milyar TL’ye ulaşmıştır.Faiz oranlarındaki yükseliş nedeniyle faiz marjının daralması, TL’nin değer kaybı ve kredi riskleri için ayrılan karşılıklardaki artış kar hacmini sınırlayan etkenler olmuştur. 

Bankacılık sektöründe 2013 yılında Türk lirası aktifler %19, Türk lirası pasifler ise %14 artmıştır. Buna karşılık, yabancı para aktifler %42, pasifler ise %47 büyümüştür. 
Bilanço dışı  işlemlerde,  özellikle  kur  ve  faiz  riskinin  yönetilmesine  yönelik  olarak  türev  işlemler fazlasıyla gerçekleştirilmiştir. 
Bu nedenle net döviz pozisyonu 581 milyon dolar açık verse deriski düşük düzeylerde seyretmiştir.

Tablo 6.  Kaynak:BDDK.


Tahsili gecikmiş alacakların kredilere oranı geçen yıllar içerisinde düşüş göstermiş, 2013 yılında %2.7 olmuştur.Tahsili gecikmiş alacak oranı işletmeler de giderek azalmış %2.6 seviyesine gerilemiştir. Bireysel kredilerde de takipteki alacakların oranı yarı yarıya azalmış, ancak kredi kartları %5 ile en yüksek düzeyde kalmıştır. 

Takibe düşen tüketici kredileri de %3.1 düzeyinde gerçekleşmiştir. KOBİ kredilerinde ise tahsili gecikmiş alacak oranı %3’tür.


Tablo 7.  Kaynak:TBB.


Türk bankacılık sektörüne ait sağlamlık göstergeleri incelendiğinde sektörün sağlıklı olduğu sonucu çıkarılabilir.  

Sektörde sermaye yeterliliği  rasyosu yaklaşık %20’ler den gerileyerek 2013’te  %15.4 düzeyine  kadar düşse de yasal ve uluslararası  standartlar 
çerçevesinde yüksek seviyesini korumuştur. Sermaye yeterliliği rasyosu kredi stokundaki hızlı büyüme, yabancı para kredilerin TL karşılıklarının  artması  
ve  bireysel  kredilerde  risk ağırlıklarının yüksek olması nedeniyle gerilemiştir. 

Aktiflerin öz kaynak kaldıraç oranı düşüş eğilimi göstererek %11.3seviyesinde gerçekleşmiştir.Bu durum sektörün finansman riskini yükseltmektedir. 

Sektörde öz kaynak karlılığı sürekli düşüş göstermiş ve 2013 yılında %12.8 olmuştur.Benzer şekilde sektörde aktif karlılığı da azalarak %1.4 seviyesinde gerçekleşmiştir. 

Takipteki kredilerin azalması ve mevduatın krediyi karşılama oranının yükselmesi sektörün aktif kalitesini bir nebze yükseltmiştir.

3. TCMB Para Politikası Uygulamalarının Türk Bankacılık Sektörüne Etkileri TCMB'nin temel amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. 
Bu noktada istenen politika hedefleri parasal istikrar ile beraber ekonomik büyümenin ve istihdam kaynaklarının da  desteklenmesi şeklinde belirlenmesine olanak sağlamaktır. Ancak bu çalışma içerisinde kriz sonrası süreçte TCMB’nin izlediği politikaların bankacılık sektörü üzerindeki etkileri irdelenmeye  çalışılmıştır. 

Bu doğrultuda TCMB, tüm para politikası araçlarını  belirlenen enflasyon hedefine ulaşmaya yönelik olarak kullanmaktadır.  

Ancak Türkiye'de uygulanan para politikalarında son yıllarda  fiyat  istikrarı  hedefinin finansal  istikrardan ayrı düşünülemeyeceği, fiyat  istikrarından  taviz vermeden finansal istikrarın da gözetilmesi gerektiği görüşü öne çıkmaya başlamıştır.Bu çerçevede TCMB’de para politikasındaki nihai amacı olan fiyat istikrarı ve finansal istikrara ulaşabilme konusunda 2010 yılı sonu itibariyle araç çeşitliliğine giderek krediler ve döviz kuru kanallarını ayrı ayrı etkileye bileceği bir yapı oluşturmuştur. TCMB yeni politika çerçevesinde (i) faiz koridoru, bir haftalık repo faizi ve likidite yönetim araçlarını (ii) zorunlu karşılıkları politika araçları olarak benimsemiştir. TCMB  para  politikasını  uygularken  piyasa  faizlerini ve likiditesini etkilemek  için kullandığı faiz koridoru ile piyasada ihtiyacı olan bankalara kısa vadeli (günlük veya haftalık) likidite sağlayabildiği gibi, fon fazlası olanlardan da gecelik vadede borç alabilmektedir. Faiz koridorunun arasında kalan 1 hafta vadeli repo ihale  faiz oranı politika faiz oranı olarak belirlenmiştir. Ekonominin  daralma  dönemlerinde bankalar sıkı  bir  kredi arz politikası izlemekte,bu durum faiz koridorundaki aralığın fazla olduğunu göstermektedir. Ekonominin genişleme  dönemlerinde  ise faiz  koridoru daralmaktadır.  

Para  politikası  aracılığıyla  faiz farkının daraltılmasının  ve  dalgalanmaların  azaltılmasının  finansal  piyasalarda  istikrarı sağlayacağı düşünülmekte dir. Para politikalarına  ilişkin  küresel  belirsizlikler, döviz  kuru  hareketleri,  enflasyon görünümündeki nispi bozulma ve finansal piyasalardaki oynaklık makro-finansal istikrarın görünümünü etkilemiştir.  
Ancak,  para  politikasının  temkinli  uygulanması,  alınan  makro ihtiyati  tedbirler  ve  nispeten  azalan  belirsizliklerle  birlikte  ekonomik  ve  finansal  istikrarı tehdit  edebilecek  oynaklık,  kırılganlık  ve  risk  primi  kısmi  olarak  düşmüştür.  Risk primlerindeki iyileşme faiz oranlarının düşmesini, faiz riskine olan duyarlılığın azalmasını ve getirilerin  daha  yatay  seyretmesini  sağlamış tır.  Aynı  zamanda  Türk  bankacılık  sisteminin mevcut karlılık ve öz kaynak seviyesi faiz riskine olan duyarlılığın makul düzeyde kalmasını sağlamıştır.Grafik 1’de görüldüğü üzere TCMB, 2010 yılının sonlarından itibaren asimetrik faiz koridorunu aktif bir politika aracı olarak kullanmaya başlamıştır. Böylece günlük ve haftalık olarak para pozisyonuna "ince ayar" yapılabilir hale gelmiştir. 

Bu para politikası aracı ile hem krediler  hem  de  döviz  kuru  kontrol  edilecektir. TCMB  kısa  vadeli  sermaye akımlarını caydırmak amacıyla ve 2010 yılının sonlarına doğru aşırı değerlenen Türk lirasının finansal istikrarı tehdit etmesi nedeniyle, faiz koridorunu aşağı yönlü genişletmiştir. Aynı zamanda zorunlu karşılıklarda kredi hacminde gözlenen yüksek artışın sınırlanması amacıyla kademeli olarak  artırılmıştır.  

2011  yılının  sonlarından  itibaren  TCMB’nin  faiz  koridoru  üzerindeki stratejisi değiştirilmiş ve faiz koridorunun üst sınırını oluşturan TCMB gecelik borç verme faizi daha aktif olarak kullanılmıştır. Bu doğrultuda, TCMB faiz koridorunun üst sınırını 2011 yılı Ekim ayında yükseltmiş ve dönem dönem likiditeyi sıkılaştırmış tır.  2012 yılında kredi büyümesinin finansal istikrarla uyumlu olarak, makul seviyelere inmesinde  faiz  koridoru  ve likidite politikasının aktif olarak kullanılması önemli bir rol oynamış ve faiz koridorunun kredi arzına yönelik makro ihtiyati bir araç olarak da değerlendirilebileceğine işaret edilmiştir.


Grafik 1 

Grafik 1.TCMB Faiz Koridoru
Kaynak:TCMB, Para Politikası, Merkez Bankası Faiz Oranları, 

http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Para+Politikasi/Merkez+Bankasi+Faiz+Oranlari,’den alınan veriler derlenerek 
tarafımızdan çizilmiştir.Enflasyonun 2013 yılında % 5 olan hedefle uyumlu seviyelerde tutulması amaçlanırken finansal istikrar da gözetilmeye devam edilmiştir. 

Ancak 2013 yılı Mayıs ayı sonrası Türk Lirası’nda  yaşanan  belirgin  değer  kaybı  enflasyonu  ve  enflasyon  beklentilerini  olumsuz etkilemiş, TCMB makro finansal riskleri gözeterek temkinli bir para politikası uygulamıştır. 2013 yılında uygulanan ek parasal sıkılaştırmanın etkinliğini artırmak amacıyla gecelik borç verme faiz oranı artırılarak faiz koridoru yukarı yönlü genişletilmiştir. Ayrıca, etkin likidite yönetimi ile kısa vadeli faizlerin koridorun üst sınırına yakın gerçekleşmesi sağlanmıştır.

GRAFİK 2 
Grafik 2. Enflasyon Oranları (TÜFE, %) (2002-2015)Kaynak:
TCMB, Enflasyon Hedefleri, 
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Para+Politikasi/Fiyat+Istikrari/Enflasyon+Hedefleri, (07.05.2005).

2014 yılında ise iç ve dış piyasalarda risk algılamasını olumsuz etkileyen gelişmeler yaşanmıştır. 

Bu süreçte Türk lirasında belirgin bir değer kaybı ve risk priminde kayda değer bir artış gözlenmiştir. 

Merkez Bankası bu gelişmelerin enflasyon ve makro ekonomik istikrar üzerindeki  olumsuz  yansımalarının  sınırlanması  çerçevesinde,  fiyat  istikrarını  sağlamak amacıyla güçlü bir parasal sıkılaştırma yapmaya karar vermiştir. Bu doğrultuda,bir  hafta vadeli repo faiz oranı yüzde 4,5’ten yüzde 10’a çıkarılmıştır. Enflasyon görünümünde önemli bir  iyileşme  sağlanana  kadar  bu  sıkı duruşun  sürmesi  beklenmektedir.  Diğer  yandan  ise Merkez Bankası tarafından ağırlıklı olarak enflasyona endekslenen faiz indiriminin yolu döviz kurlarının aşağıya çekilmesinden geçmektedir. Dolayısıyla döviz kuru düşmezse agresif faiz indiriminin yapılması da zor gözükmektedir. Son dönemlerde uygulanan sıkı para politikası, finansal koşullarda görülen sıkılaşma ve alınan makro ihtiyati önlemler bankacılık sektöründe kredi büyümesinin makul seviyelerde gerçekleşmesini sağlamış, kredi riski görünümüne olumlu katkı yapmış ve enflasyon baskısını azaltmıştır. Kredi kalitesinde kayda değer bir değişim olmamıştır. Ancak bazı kredi türlerinde (KOBİ,  bireysel  ve  ihtiyaç  kredilerinde)  tahsili  gecikmiş  alacaklar  oranının  artmaya başlaması, kredi riskinin finansal istikrar açısından yakın takibini gerekli kılmaktadır. Olası  likidite  şoklarına  karşı bankacılık sektörü yeterli  likidite ye sahiptir. Fonlama kalitesindeki  gelişmeler  bankaların  orta  ve  uzun  vadede  önemli  likidite  risklerine  maruz kalma ihtimallerinin düşük olduğuna işaret etmekte dir. Bankalar düzenleyici otoritenin tespit etmiş olduğu likidite karşılama oranları açısından herhangi  bir sıkıntı yaşamamakta, hatta oldukça  iyi  durumda  bulunmaktadır.Rezerv  Opsiyon  Mekanizması  (ROM), bankaların TCMB’de  tutmak  zorunda  oldukları  Türk  lirası  zorunlu  karşılıkların  belirli  bir  yüzdesini döviz  (dolar ve/veya  euro) ve standart  altın  cinsinden  tesis etmelerine  imkan  tanıyan  bir uygulama olarak, yabancı para likiditede yaşanabilecek sıra dışı dalgalanmalara karşı önemli bir  tampon  vazifesi  görecektir.Bu  imkan  dahilinde,  bankaların TCMB’de  tutukları  döviz rezervlerinin tutarı 120 milyar TL’ye yaklaşmıştır. ROM’un otomatik bir dengeleyici olarak daha  etkin çalışması ve bu şekilde  finansal  istikrarın  desteklenmesi  amacıyla Türk lirası zorunlu karşılıkların döviz cinsinden tesis edilmesi imkanı uygulamasında rezerv opsiyonu katsayıları artırılmıştır. Bankalar, döviz likiditesine erişimin güçleştiği dönemlerde, likidite ihtiyaçlarının bir kısmını rezerv opsiyonu kullanımlarını azaltarak karşılayabilecektir.Merkez Bankası son dönemde döviz piyasalarında yaşanan oynaklığı sınırlamak ve döviz likiditesini artırmak amacıyla  doğrudan  döviz  satım  müdahalelerinde  bulunmuştur. TCMB  zorunlu karşılıkların Türk lirası olarak tutulan kısmına yapılacak faiz ödemesi düzenlemesinin,söz konusu karşılıkları TL cinsinden tutma maliyetinin politika faizine duyarlılığını büyük ölçüde azaltması ve ROM’un otomatik dengeleyici özelliğini güçlendirmesi beklenmekte dir. Sonuç Türk finans sektörünün çok büyük bir kısmını oluşturan bankacılık sektörü; büyüme, sermaye yeterliliği, aktif kalitesi, likidite, karlılık gibi temel kriterler esas alındığında başarılı bir   performans   sergilemekte,  ekonomik  faaliyetin  finansmanı  işlevini  sağlıklı  olarak sürdürmektedir.TCMB  ve  BDDK  gibi  düzenleyici  otoriteler  tarafından  gerçekleştirilen birtakım  makro  ihtiyati  düzenlemeler  ile bankaların  aşırı  risk  almaları  önlenerek  finansal istikrara  katkı sağlamaları amaçlanmaktadır.  

Ayrıca  değişen  finansal  koşullar  karşısında TCMB faiz koridoru ve politika faizi uygulamaları ile faiz oranlarını değiştirmekte ve bu şekilde  döviz  kuru  ve  kredilerdeki  aşırı  volatilite nin  azaltılmasını,  kısa  vadeli  sermaye hareketliliğindeki   değişkenliğin   ve   makro   finansal   risklerin   sınırlandırılmasını amaçlamaktadır.Faiz kararları TCMB’nin fiyat istikrarı hedefinin yanında finansal istikrar hedefine  ulaşmasında da  önemli  bir  araçtır.  Çünkü  TCMB  faiz  oranlarında  yaşanan değişikliklere  bağlı  olarak,  piyasa  faiz  oranlarının  para  politikası davranışlarına  vereceği tepkiler bireylerin yatırım ve tüketim kararlarını, dolayısıyla ülkedeki enflasyon ve üretim düzeylerini etkilemektedir. Aynı zamanda Merkez Bankası ROM’u yani Türk lirası zorunlu karşılıkların  döviz  cinsinden  tesis  edilmesi  uygulamasını  otomatik  bir  dengeleyici  olarak kullanmaktadır. Temkinli para politikası duruşunu sürdüren TCMB, iç ve dış belirsizliklerin azalması  ile  birlikte  son  dönemde  politika  faizlerinde  ölçülü  indirimlere  gitmiştir. Önümüzdeki dönemde de, TCMB’ nin temel hedefi olan fiyat istikrarını sağlamak yanında gelişen piyasaların ve bölgenin önemli bir aktörü olan Türkiye ’nin ekonomik büyüme, üretim ve  istihdam  olanaklarını  destekleyecek yapıda  yapısal  politikaların  oluşumunda  da  etkili olması beklenmektedir.

Kaynakça:

ALPARSLAN,  Melike  ve  ERDÖNMEZ, Pelin  A..  “Enflasyon  Hedeflemesi  ve  Ülke Deneyimleri”. Türkiye Bankalar Birliği Bankacılar Dergisi. Bankacılık ve Araştırma Grubu.  Sayı 35. 2000.BDDK.
KARA, A. Hakan. (2012). "Küresel Kriz Sonrası Para Politikası", TCMB Çalışma Tebliği.No:12/17. TCMB Yayını. Ankara. 2012.ÖZATAY, Fatih. Parasal İktisat: 
Kuram ve Politika, İkinci Baskı, 
Ankara: Efil Yayınevi. 2011.ÖZATAY,  Fatih.    “Para  Politikasında  Yeni  Arayışlar  ve  TCMB”,Türkiye  Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Raporu, 
R201202. Ocak 2012, ss. 1-17.TBB. Bankalarımız2010.Yayın no.276.Mayıs 2013.TBB. Bankalarımız 2012.Yayın no.294.Mayıs 2013.TBB. 
Bankalarımız2013.Yayın no.304.Mayıs 2013.TCMB. Finansal İstikrar Raporu. Sayı 18. Mayıs 2014.TCMB. Finansal İstikrar Raporu. 
Sayı 19. Kasım 2014.TCMB, Enflasyon Hedefleri, 
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Para+Politikasi/Fiyat+Istikrari/Enflasyon+HedefleriTCMB,     
Para  Politikası, Merkez Bankası Faiz Oranları, 
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Para+Politikasi/Merkez+Bankasi+Faiz+OranlariTCMB. “2015 Yılı Para ve Kur Politikası”, TCMB Yayınları, Sayı 19, Ankara.Kasım 2014.VURAL,  Umut. “Geleneksel  Olmayan  Para  Politikalarının  Yükselişi”,  TCMB  Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ankara.Mart 2013.
YÜCEMEMİŞ,  Başak.  Tanınmış. Finansal İstikrarda Para Politikalarının Rolü.  İstanbul: Derin Yayınları.2011.


https://docs.google.com/document/d/1LEvgEFdDfQzayLsUBByejRs5YHsfWuWzu7HJjWPynqA/edit


***