Japon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Japon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2021 Pazartesi

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı


Devlet, Ekonomi, ideolojik, TASAM, ulusal eğitim, Amerika, piyasa, Hukuk, Japonya, Federal, Japon, bankacılık, para, kamu, inşaat,
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU, Salgınla Sıkılan Kemerler, İstikrar Paketi,




Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU  23 Eki 2020
Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı
Makale

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. ...

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. Ama bu “İlk borç veren“ (Lender of the First Resort) politikası olarak ABD Federal Rezerv’e (FED), AB (ECB) ve Kanada Merkez Bankalarının öncelikli, İngiltere ve İsveç Merkez Bankalarının selektif tercihi olarak 2019 öncesindeki yaklaşık on bir yıla damgasını vurdu. Nitekim bir örnek olarak FED’in 2008’den itibaren ilan ettiği fonlama faizlerine bakacak olursak o yıl yüzde 0,22 den başlayıp, yüzde 0,18’e kadar inen, 2009 ile 2015 arasında yüzde 0,12 oranında durağan seyreden oranlarda kaldığını görürüz.

FED, 2015 yılından sonra istihdam ve enflasyon rakamları nispeten makul düzeylere yükselme eğilimi gösterince, 2016’dan itibaren fonlama faizlerini tedricen yükseltmeye başladı. Tahvil satın alma yolu ile piyasaya sürülen bol para, borsa endekslerini yükselttikçe hisse, yenileme ve sabit yatırıma kayarak, ABD ekonomisinin durgunluk ile bağını koparmaya ve işsizliği yüzde5’in altına düşürmeye başladı. ABD ekonomisinde FED faiz tercihleri 2017 yılından itibaren yükseltme yönünde bir görüntü arz etti ve 2017 yılında yüzde 0,91’den 2018 başında yüzde 1,41’e, yıl sonunda yüzde 2,20’e, 2019 başında yüzde 2,41’e kadar yükseldi. 2019 FED’in yine yavaş yavaş faiz oranları ile piyasaya fiske fiske destek vermeye gerek duyduğu bir dönem oldu. Oranların 2019 yılı boyunca düşürülerek, yılın sonunda yine yüzde 1,58 gibi bir değere geri dönüşü, dünyanın bir numaralı ekonomisinde salgın öncesinde bile piyasa takviye edilmedikçe durgunluğa geri savrula bileceği endişesiyle, parasal genişletmenin sürdürüleceğinin ilanı oldu.



Dünya Şahtı Şahbaz Oldu

Anlaşılacağı üzere dünya salgına böyle bunalımlı bir durumda yakalandı. Şimdi 2020 sonuna hızla yaklaşılırken ABD ve AB’de faiz oranları nominal ve reel olarak artık negatif faiz alanında. Bunlar ABD de yüzde 0,7, AB de -yüzde 0,6, Kanada’da yüzde 0,6 düzeyinde. Çin’de ise yüzde 3. İşsizlik oranlarına bakacak olursak ABD’de yüzde 7,9, Kanada’da yüzde9, AB ortalaması olarak ise yüzde 8,1 düzeyinde. Geleneksel olarak işten çıkarmanın pek olmadığı Japonya’da yüzde 3, Çin’de ise yüzde 3,8. Resmî rakamlara hemen hiçbir yerde güven yok. Ama işsizlik mutlaka hemen her yerde ilan edilenden daha yükseklerde seyrediyor.

Bu arada tabii durgunluk pençesindeki ülkelere karşılık Türkiye gibi çift haneli enflasyonun patladığı ve para politikasının gevşemesine izin verilmemesi gereken ülkeler de var. Bunlar şu sıralar, hem işsizlik, hem yüksek ve yükselen enflasyon, hem takati aşan kamusal ve bireysel borçlanma, hem de devlet ve aile bütçesi açıkları ile mücadele etmek zorunda. İşte zaten dar politika koridoru bu noktada tıkanıyor. Bu tür ülkelerde yine devlet bir şekilde piyasayı nakde boğmak mükellefiyetinde olmakla birlikte, birkaç hata yapılıyor. Özellikle Merkez Bankaları para (faiz) ve kredi politikalarını siyasî araç olarak kullanmaktan vazgeçememe sığlığına düşünce, asıl görevleri olan fiyat ve makro ekonomik istikrarı gözetme hedeflerinden sapıyorlar. Hele faizin “ideolojik“ bir saplantı olarak muamele gördüğü ülkelerde, birden fazla faiz (ve birden fazla döviz kuru) ortaya çıkınca, para politikasının basitliği, anlaşılabilirliği ve en önemlisi keyfi olmaması özelliği aşınıyor. Para politikası dışındaki teşvik paketlerinin de keyfi, yandaş tercih eder ve “dostlar iş başında görsün“ mantığı ile ve “bakın işte devran dönüyor“ izlenimi veren inşaat sektörüne yönlendirilmesi ise sistem güvenini aşındırıyor. Açılan kredi musluklarına karşılık, bunların geri ödenememe riskinin doğması, bankacılık sisteminin disiplini için önemli bir tehdit.

Değer yitiren ulusal para yerine yabancı para ile değer saklama alışkanlığının geri gelmesiyle gün be gün yaşanan kur patlamaları “rekabetçi kur“ diye takdim edilse bile kimse buna kanmıyor. Çünkü genel küresel durgunluk, pandemik salgın, bölgesel savaşlar ve yaptırımlar nedeni ile kapanan piyasalar olduğu için ihracatı arttıramıyor. Pahalılaşan ithalat ise enflasyona katman katman ekleniyor. Eş anlı olarak gelen güven aşınması, ahlâkî bozulma ve bedavacılık da işin cabası. Ancak, bir yerlerde insanlar hâlâ “biz bedava ekmek istemiyoruz. Bize ekmeğimizi kazanacak iş ve onurla yaşayabileceğimiz kazanç kapısı bulun“ veya “bizim istediğimiz, iç hukuk-dış hukuk yollarını tüketmek değil. Hakkımız olan parayı istiyoruz“ diye haykırıyorsa, bu seslere kulak vermek kamu otoritesinin önemli ve tarihi bir görevi olarak düşünülmeli.

Acı Reçeteler ve Salgınla Değişen Tüketici Davranışı Dolayısı ile salgın ile gelen dalga dalga etkiye kamu politikalarının verdiği tepki en iyi ihtimal ile 2021 sonrasında Türkiye gibi birçok ülkeyi, daha kalın kemerlerle uygulanması gerekecek olan sıkı istikrar politikalarının insafına bırakıyor. Acı reçeteler, 2021-23 yılları arasında tüm ülkeler için geçerli olacak. Ama kamu politikalarını salgın öncesinden başlayarak keyfi uygulamalara, kamu harcamalarını boyunu aşan bölgesel güç olma heveslerine kurban eden ülkeler daha büyük sıkıntılar yaşayacak. Bu bağlamda eğer bir sıkıntı kaçınılmaz olarak yaşanacaksa bunun adil dağıtılması, zam yapılmayacaksa, meclis üyeleri ve muhterem zevat dâhil kimseye zam yapılmaması, kamu kurum bütçelerinde israfın önlenmesi insanlara iyi gelecek. Unutmayalım birçok ülkenin artık “yeni ekonomi politikası paketi“ine veya paketlerine değil, istikrar programı paketlerine ihtiyacı var ve 2021 sonrasında daha fazla ihtiyacı olacak.

Bütün bunlara karşı tek ve destekleyici ümit varsa, az da olsa değişen tüketici davranışlarında olabilir ki, salgın kendi başına yeni tüketim kalıpları yaratarak yaşantımıza bireysel düzeyde sıkılan yeni yeni alışkanlıklar yarattı. Giyim kuşam, ayakkabı, eğlence, taşımacılık, ulaştırma ve tatil harcamalarındaki israf boyutunu toplum, salgınla fark etti. Bu alışkanların törpülenmesi ile bu tüketim kalemleriyle ilgili sektörlerin keyfi fiyat ve etiket davranışlarını gözden geçirmeleri destek taleplerinden önce gelmeli.

Eğitim ve sağlık harcamalarında ciddi bir değerlendirme yapılması ve özellikle ikincisi ile ilgili sigorta harcamalarının durumun ne olacağı gözden geçirilmeli. Batıda bile derin kriz dönemlerinde aileler bir arada yaşamaya başlıyor. 
Gençler anne ve babaları ile oturmaya başlıyor. Bu davranış değişimi kira masrafları ile ilgili bir bireysel kemer sıkma tercihi olarak tebarüz ederken, inşaat sektörüne aşırı destek verme eğilimini de caydırması gerek. Yoksa yaptıkları binalar ellerinde kalan müteahhitler bu defa aldıkları krediyi geri ödememeye başlarsa, bu bankaları ya konut zengini ama nakit fakiri yapar veya zaten çoğu hepten iflas eder.

Öyle veya böyle salgın sonrası dünyanın birçok ülkesi, ekonomik daralmanın yaratacağı ekonomik salgınla, bir kısmı da durgunluk, işsizlik ve bu ikisi ile bir arada tırmanmaya devam edecek enflasyonla boğuşacak. 

Depresyon ve Slumpflasyon (Durgunluk ve Enflasyon) 2021- 2023 arasında gündemde olacak. 

***