EKONOMİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EKONOMİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2021 Pazartesi

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı


Devlet, Ekonomi, ideolojik, TASAM, ulusal eğitim, Amerika, piyasa, Hukuk, Japonya, Federal, Japon, bankacılık, para, kamu, inşaat,
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU, Salgınla Sıkılan Kemerler, İstikrar Paketi,




Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU  23 Eki 2020
Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı
Makale

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. ...

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. Ama bu “İlk borç veren“ (Lender of the First Resort) politikası olarak ABD Federal Rezerv’e (FED), AB (ECB) ve Kanada Merkez Bankalarının öncelikli, İngiltere ve İsveç Merkez Bankalarının selektif tercihi olarak 2019 öncesindeki yaklaşık on bir yıla damgasını vurdu. Nitekim bir örnek olarak FED’in 2008’den itibaren ilan ettiği fonlama faizlerine bakacak olursak o yıl yüzde 0,22 den başlayıp, yüzde 0,18’e kadar inen, 2009 ile 2015 arasında yüzde 0,12 oranında durağan seyreden oranlarda kaldığını görürüz.

FED, 2015 yılından sonra istihdam ve enflasyon rakamları nispeten makul düzeylere yükselme eğilimi gösterince, 2016’dan itibaren fonlama faizlerini tedricen yükseltmeye başladı. Tahvil satın alma yolu ile piyasaya sürülen bol para, borsa endekslerini yükselttikçe hisse, yenileme ve sabit yatırıma kayarak, ABD ekonomisinin durgunluk ile bağını koparmaya ve işsizliği yüzde5’in altına düşürmeye başladı. ABD ekonomisinde FED faiz tercihleri 2017 yılından itibaren yükseltme yönünde bir görüntü arz etti ve 2017 yılında yüzde 0,91’den 2018 başında yüzde 1,41’e, yıl sonunda yüzde 2,20’e, 2019 başında yüzde 2,41’e kadar yükseldi. 2019 FED’in yine yavaş yavaş faiz oranları ile piyasaya fiske fiske destek vermeye gerek duyduğu bir dönem oldu. Oranların 2019 yılı boyunca düşürülerek, yılın sonunda yine yüzde 1,58 gibi bir değere geri dönüşü, dünyanın bir numaralı ekonomisinde salgın öncesinde bile piyasa takviye edilmedikçe durgunluğa geri savrula bileceği endişesiyle, parasal genişletmenin sürdürüleceğinin ilanı oldu.



Dünya Şahtı Şahbaz Oldu

Anlaşılacağı üzere dünya salgına böyle bunalımlı bir durumda yakalandı. Şimdi 2020 sonuna hızla yaklaşılırken ABD ve AB’de faiz oranları nominal ve reel olarak artık negatif faiz alanında. Bunlar ABD de yüzde 0,7, AB de -yüzde 0,6, Kanada’da yüzde 0,6 düzeyinde. Çin’de ise yüzde 3. İşsizlik oranlarına bakacak olursak ABD’de yüzde 7,9, Kanada’da yüzde9, AB ortalaması olarak ise yüzde 8,1 düzeyinde. Geleneksel olarak işten çıkarmanın pek olmadığı Japonya’da yüzde 3, Çin’de ise yüzde 3,8. Resmî rakamlara hemen hiçbir yerde güven yok. Ama işsizlik mutlaka hemen her yerde ilan edilenden daha yükseklerde seyrediyor.

Bu arada tabii durgunluk pençesindeki ülkelere karşılık Türkiye gibi çift haneli enflasyonun patladığı ve para politikasının gevşemesine izin verilmemesi gereken ülkeler de var. Bunlar şu sıralar, hem işsizlik, hem yüksek ve yükselen enflasyon, hem takati aşan kamusal ve bireysel borçlanma, hem de devlet ve aile bütçesi açıkları ile mücadele etmek zorunda. İşte zaten dar politika koridoru bu noktada tıkanıyor. Bu tür ülkelerde yine devlet bir şekilde piyasayı nakde boğmak mükellefiyetinde olmakla birlikte, birkaç hata yapılıyor. Özellikle Merkez Bankaları para (faiz) ve kredi politikalarını siyasî araç olarak kullanmaktan vazgeçememe sığlığına düşünce, asıl görevleri olan fiyat ve makro ekonomik istikrarı gözetme hedeflerinden sapıyorlar. Hele faizin “ideolojik“ bir saplantı olarak muamele gördüğü ülkelerde, birden fazla faiz (ve birden fazla döviz kuru) ortaya çıkınca, para politikasının basitliği, anlaşılabilirliği ve en önemlisi keyfi olmaması özelliği aşınıyor. Para politikası dışındaki teşvik paketlerinin de keyfi, yandaş tercih eder ve “dostlar iş başında görsün“ mantığı ile ve “bakın işte devran dönüyor“ izlenimi veren inşaat sektörüne yönlendirilmesi ise sistem güvenini aşındırıyor. Açılan kredi musluklarına karşılık, bunların geri ödenememe riskinin doğması, bankacılık sisteminin disiplini için önemli bir tehdit.

Değer yitiren ulusal para yerine yabancı para ile değer saklama alışkanlığının geri gelmesiyle gün be gün yaşanan kur patlamaları “rekabetçi kur“ diye takdim edilse bile kimse buna kanmıyor. Çünkü genel küresel durgunluk, pandemik salgın, bölgesel savaşlar ve yaptırımlar nedeni ile kapanan piyasalar olduğu için ihracatı arttıramıyor. Pahalılaşan ithalat ise enflasyona katman katman ekleniyor. Eş anlı olarak gelen güven aşınması, ahlâkî bozulma ve bedavacılık da işin cabası. Ancak, bir yerlerde insanlar hâlâ “biz bedava ekmek istemiyoruz. Bize ekmeğimizi kazanacak iş ve onurla yaşayabileceğimiz kazanç kapısı bulun“ veya “bizim istediğimiz, iç hukuk-dış hukuk yollarını tüketmek değil. Hakkımız olan parayı istiyoruz“ diye haykırıyorsa, bu seslere kulak vermek kamu otoritesinin önemli ve tarihi bir görevi olarak düşünülmeli.

Acı Reçeteler ve Salgınla Değişen Tüketici Davranışı Dolayısı ile salgın ile gelen dalga dalga etkiye kamu politikalarının verdiği tepki en iyi ihtimal ile 2021 sonrasında Türkiye gibi birçok ülkeyi, daha kalın kemerlerle uygulanması gerekecek olan sıkı istikrar politikalarının insafına bırakıyor. Acı reçeteler, 2021-23 yılları arasında tüm ülkeler için geçerli olacak. Ama kamu politikalarını salgın öncesinden başlayarak keyfi uygulamalara, kamu harcamalarını boyunu aşan bölgesel güç olma heveslerine kurban eden ülkeler daha büyük sıkıntılar yaşayacak. Bu bağlamda eğer bir sıkıntı kaçınılmaz olarak yaşanacaksa bunun adil dağıtılması, zam yapılmayacaksa, meclis üyeleri ve muhterem zevat dâhil kimseye zam yapılmaması, kamu kurum bütçelerinde israfın önlenmesi insanlara iyi gelecek. Unutmayalım birçok ülkenin artık “yeni ekonomi politikası paketi“ine veya paketlerine değil, istikrar programı paketlerine ihtiyacı var ve 2021 sonrasında daha fazla ihtiyacı olacak.

Bütün bunlara karşı tek ve destekleyici ümit varsa, az da olsa değişen tüketici davranışlarında olabilir ki, salgın kendi başına yeni tüketim kalıpları yaratarak yaşantımıza bireysel düzeyde sıkılan yeni yeni alışkanlıklar yarattı. Giyim kuşam, ayakkabı, eğlence, taşımacılık, ulaştırma ve tatil harcamalarındaki israf boyutunu toplum, salgınla fark etti. Bu alışkanların törpülenmesi ile bu tüketim kalemleriyle ilgili sektörlerin keyfi fiyat ve etiket davranışlarını gözden geçirmeleri destek taleplerinden önce gelmeli.

Eğitim ve sağlık harcamalarında ciddi bir değerlendirme yapılması ve özellikle ikincisi ile ilgili sigorta harcamalarının durumun ne olacağı gözden geçirilmeli. Batıda bile derin kriz dönemlerinde aileler bir arada yaşamaya başlıyor. 
Gençler anne ve babaları ile oturmaya başlıyor. Bu davranış değişimi kira masrafları ile ilgili bir bireysel kemer sıkma tercihi olarak tebarüz ederken, inşaat sektörüne aşırı destek verme eğilimini de caydırması gerek. Yoksa yaptıkları binalar ellerinde kalan müteahhitler bu defa aldıkları krediyi geri ödememeye başlarsa, bu bankaları ya konut zengini ama nakit fakiri yapar veya zaten çoğu hepten iflas eder.

Öyle veya böyle salgın sonrası dünyanın birçok ülkesi, ekonomik daralmanın yaratacağı ekonomik salgınla, bir kısmı da durgunluk, işsizlik ve bu ikisi ile bir arada tırmanmaya devam edecek enflasyonla boğuşacak. 

Depresyon ve Slumpflasyon (Durgunluk ve Enflasyon) 2021- 2023 arasında gündemde olacak. 

***

23 Şubat 2017 Perşembe

ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ , BÖLÜM 2





 ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ , BÖLÜM 2


1.4 Neo – Gramsci Eleştirel Kuram Açısından Enerji Güvenliği ;

Kapitalist üretim süreci, uluslar arası iliskiler ve uluslararası ekonomi politiği disiplinlerinde enerji güvenliğinin analizi için baslangıç noktasıdır. Enerji üretim sürecine dâhil olan bilgi üretimi, bilginin yeniden olusumu, kurumlar ve sosyal iliskiler bu nedenle dıs politika analizinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda dıs politika analizinde en önemli aktör sosyal güçlerdir. Dolayısıyla üretim iliskilerini düzenleyen sosyal güçler, genis anlamda sosyal düzenin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeniden üretiminde önemlidir.35 Ayrıca, enerji güvenliği ve dıs politika analizinde incelediğimiz aktörler arası stratejik iliski, Neo-Gramsci yaklasıma göre sosyal güçlerin sınıf mücadelesine dayalı ve ucu açık bir iliski 
seklinde ele alınmalıdır. Bir baska deyisle dünya enerji pazarı ve üretiminin durumu, sosyal güçlerin davranıslarını sekillendirirken, yine de bunları mutlak ölçüde belirlemez. sadece enerji ihraç ya da ithal eden devletlerin enerji üretim sürecindeki konumlarına yoğunlasmak yanıltıcıdır. Çünkü sosyal güçlerin sınıf aidiyeti, otomatik olarak sınıf bilincini, ortak kimliği ve çıkarları doğurmaz. Sınıf bilinci, daha çok tarihsellik içinde sosyal güçlerin üretimde sömürüye karsı veya direnis için verdikleri sınıf mücadeleleriyle olusur. Ayrıca, devletin durumu “politik bir toplumu” içerir. Örneğin, devletin bakanlıklar ve diğer kamu kurumları gibi zorlayıcı araçları ile siyasi partiler, sendikalar, is dünyası birlikleri, dini kurumlar, vb. olusan sivil toplum, devletteki bu politik topluma dâhildir. Kısaca, devletin durumu, sosyal güçlerin devlet içi ve devletler ötesi hareket ettiği bir yapıdır.36 

Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dıs politikaya etkisi, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde olusturmaya çalıstıkları tarihsel blokla açıklanabilir. enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler bir bütün olarak dıs politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır. Nitekim geçmiste 1973 petrol krizi, 2003’te baslayan Irak Savası ve 2011’de Ortadoğu devletlerinde baslayan ayaklanmaların kapitalist 
üretim ve üretim iliskilerine etkisine bakarak, tarihsel blokta yapısal bir değisiklik olup olmayacağı incelenebilir. Enerji güvenliğinde bu tür krizler, mevcut hegemonik projede sosyal güçlerin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi düzeydeki konumlarında bir değisime neden olabilir. Böyle olası bir yapısal değisim sonucu enerji ithal/ihraç eden devletlerin, bu devletlerdeki özel/devlet enerji sirketlerinin ve diğer çıkar gruplarından (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) hangisinin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi yeni bir hegemonik proje olusturup kendi yararlarına nasıl bir pozisyon alabileceği, enerji güvenliği dıs politika iliskisinde sorgulanmalıdır.37 

Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dıs politikaya etkisini analiz ederken, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde olusturmaya çalıstıkları tarihsel blok önemli bir değisken olabilir. Buna göre enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler, bir bütün olarak dıs politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır.38 

2. Enerji Güvenliğinin Çatışmalara Etkisi ;

Günümüzde giderek artan bir biçimde enerji politikaları ve bu politikaların ekonomik etkileri üzerinde tartısmalar yapılmaktadır. Esas itibarıyla, istenilen miktarda enerji kaynağının herhangi bir nedenle kesintiye uğramaması ve aynı zamanda, fiyat sokları benzeri ciddi ekonomik krizlere yol açmaması “enerji arzının güvenliği” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Enerji arzının güvenliği iki temel varsayım ile ilgilidir. Bunlardan birincisi, gelecekte enerji sokları olma ihtimali ve ikincisi, enerji kaynaklarında dısa bağımlılığın artmasıdır. Nitekim gelismis ülkelerin yönetim kademelerinde sıkça enerji arzının güvenliği tartısılmakta ve bu bağlamda, yabancı petrole olan bağımlılığı azaltmanın yolları 
aranmaktadır.39 

Rezerv ve üretim artıs oranları tahminleri yapılarak, dünya petrol üretiminin ne zaman zirveye ulasacağı ve tükeneceği tahmin edilebilir. Bu bağlamda, ortaya konulan 12 farklı senaryodan en kötü olarak değerlendirilen senaryoda, üretimde zirve yılı 2021, rezervlerin tükeneceği yıl ise 2075’dir. Buna karsılık en iyi senaryo itibarıyla, üretimde zirve yılı 2112’de yasanabilecektir. Üretimin zirveye ulasacağı yılın önemi suradadır: büyüyen ekonomiler ile artan enerji ihtiyacının petrol ile karsılanamayacağı bu tarihten itibaren geri dönülemez bir biçimde anlasılacaktır. Zirve yılından sonra, enerji ihtiyacı artan her ülke giderek azalan üretimden aldığı payı en azından korumak isteyecektir. Böyle bir 
kırılma noktasından sonra, ülkeler için artık enerjinin arz güvenliği değil, enerji kaynaklarının paylasımı sorunu önemli hale gelecek ve dünya enerji tüketiminin büyük bir kısmını gerçeklestiren ABD, AB ve geleceğin ekonomik devi olarak değerlendirilen 

Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Rusya Federasyonu ve diğer gelismekte olan ülkeler arasındaki stratejik enerji mücadelesi siddetlenecektir.40 

Petrol rezervleri tükenise doğru ilerlerken, enerji güvenliği yalnız belli bir yerde üretimin olması ya da rezervin saptanmasını değil, bunların zamanında, ucuza, yeterli düzeyde sisteme entegre edilip tasınabilmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanmasını da kapsar. Bu noktada enerji kaynaklarında yasanan fiyat artıslarının arz güvenliğini önemli ölçüde etkilemesi beklenmektedir. Diğer yandan enerji kaynağının sürekliliğinin sağlanmasında basta petrol olmak üzere rekabet artarken, petrol üretimindeki zirve noktasının fiyatların çok arttığı 
bir dönemi baslatacağı kuskusuzdur.41 Olası fiyat soklarından daha az etkilenmek için sanayilesmis ülkeler stratejik rezervlerinin düzeyini yükseltmekte ve kaynak sağlanan bölgeler arasındaki çesitliliği artırmaya çalısmaktadırlar. Söz konusu ülkelerde istikrarsızlıklara neden olan diğer faktörler de sunlardır:42 


1) Petrol üretiminin özel niteliği (petrol diğer madencilik türleri gibi yan sanayiler kurulmasına yol açmamakta ve genelde hammadde olarak ihraç edilmektedir), 
2) Petrol zenginliği üzerinde devlet kontrolü (zengin petrol kaynaklarına sahip ülkeler bunları ekonomik olmayan biçimlerde ve politik egemenliği sürdürmek için kullanmaktadırlar) 
3) Politik hesap verilebilirliğin olmaması (bu ülkelerde genelde demokrasi yoktur ve yönetimler bütçelerini petrol gelirleri ile denklestirerek vergilendirmeye 
basvurmamaktadırlar, dolayısıyla, hesap soran vergi mükellefinin ortaya çıkması mümkün olmamaktadır) 
4) Yüksek dıs borçlar ( bazı petrol üretici ülkeler yüksek borçlara sahiptirler ve bunların kolay ödenebilmesi için petrol fiyatlarının yükselmesini istemektedirler) 
5) Ekonomik konjonktürde değisimler (dünya ekonomisindeki genisleme ve daralma dönemleri petrol piyasasını etkilemekte ve uzun süren daralma dönemleri petrol  üreticisi ülkeleri sıkıntıya düsürmektedir) Bu mücadelenin bir diğer boyutu da, söz konusu enerji kaynaklarının naklinin  denetiminin kimin elinde olacağı ile ilgilidir. 

2.1 Petrol ve Doğalgaz Tasımacılığının Stratejik Önemi ;

Dünyada üretici bölgeler ile tüketici bölgeler arasında gerçeklestirilmis olan petrol ve doğal gaz ticari hareketleri enerji alanının önemli unsurlarından biridir. Ancak, bu noktada petrol ve doğal gaz arasındaki önemli bir farka değinmekte fayda vardır. Her ne kadar petrol ve doğal gaz üretimi birbirleriyle çok yakından iliskili olsa da, bunların tasınması konusu teknik açıdan çok büyük farklılıklar arz etmektedir. Petrol nispeten düsük maliyetle deniz yolu ile tasınabilirken, doğal gazın bu yöntemle (LNG) tasınabilmesi için önce sıvılastırılması 
ve tüketilmeden önce de tekrar gaz haline getirilmesi gerekmektedir. Bu islem günümüzde oldukça yüksek maliyetler ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, doğal gazın boru hatları ile nakli tercih edilmektedir. AB ülkeleri43 , ABD ve Japonya ithal ettikleri petrolün büyük bir bölümünü deniz yolu ile ithâl etmektedir. 

Gelecekte, Basra Körfezinden deniz yoluyla ihraç edilen petrolün yılda 737 milyon tondan, 2020 yılında 1.668,3 milyon tona yükseleceği tahmin edilmektedir. Bu verilere dünyanın diğer önemli petrol üretim alanlarından deniz yoluyla tasınacak petrol miktarı da eklendiğinde, dünya ekonomisinin can damarının denizlerde bulunduğu kuskusuzdur. Bu alanda kontrolü elinde tutan gücün hem bundan vazgeçmek istemeyeceği hem de bu gücün baska bir güç ile paylasmaya yanasmayacağı değerlendirilebilir.44 Orta Doğu petrollerinin 
çıkısı kapısı konumundaki Hürmüz Boğazı, günde yaklasık 17 milyon varil düzeyinde bir petrol akısı ile petrol tasımacılığında dünya üzerindeki en önemli noktadır. 2035 itibarıyla da tüm dünyada gerçeklestirilecek petrol ihracatının % 50’si ve doğalgazın bu noktadan geçeceği öngörülmektedir.45 Bu bölgeden halen ABD, Batı Avrupa ve Uzak Doğu’ya petrol tasınmaktadır. Hürmüz Boğazı, Dran Körfezini Umman Körfezi ve Arap Denizine bağlamaktadır. Hürmüz Boğazının ene dar noktaları arasındaki uzunluk 21 deniz milidir. 
Hürmüz Boğazındaki günlük ortalama ham petrol hareketliliği 17 milyon varil civarındadır. Günümüzde Hürmüz Boğazındaki ham petrol hareketliliğinin dağılımı Asya-Pasifik bölgesine 6,8 milyon varil, Japonya’ya 4 milyon varil, Avrupa’ya 3 milyon varil, ABD’ye 2,2 milyon varil ve Çin’e 1,5 milyon varil seklindedir.46 Buradan denize çıkan petrol, Akdeniz’e ulasmadan önce Bab -el Mendab Boğazı’ndan ve Süveys Kanalı’ndan geçmektedir. Petrol ihtiyaçlarının çok büyük bir bölümünü Orta Doğu’dan karsılayan ülkelere, ÇHC ve 

Japonya’ya yönelen deniz trafiği de iki önemli noktadan geçmektedir. Bunlar sırasıyla Malakka Boğazı ve Formoza Boğazı’dır. Orta Doğu’dan Çin, Japonya ve Güney Kore’ye yönelen güzergâhın en kritik noktası olan Malakka Boğazı’ndan yılda 420.000’den fazla gemi geçmektedir.47 

Bununla birlikte Asya’nın ekonomik yönden yükselmesine paralel olarak küresel enerji ticaretinin Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik bölgesine doğru kayacağı 
öngörülmektedir. Buna göre 2020’lerin basında Çin’in dünyanın en büyük petrol ithal eden ülkesi ve Hindistan’ında en büyük kömür ithal eden ülkesi olması beklenmektedir.48 











Grafik 2: Dünyadaki Mevcut Petrol Üretim ve Tüketiminin Bölgelere Göre Dağılımı49 

Esasında Asya’nın hızlı biçimde gelisen ekonomileri için enerji arzının güvenliği biraz daha farklı bir anlam ifade etmektedir. Zira, Asya ülkeleri, basta Japonya, Güney Kore ve Çin olmak üzere petrol ihtiyaçlarını Orta Doğu ülkelerinden karsılamaktadırlar.50 Gelecekte doğal gazın da sıvılastırılmıs halde ihracatının ekonomik rekabet gücüne kavusması ile birlikte Asya ülkelerinin yine Orta Doğu’dan doğal gaz alımlarını artıracakları tahmin edilmektedir. Tüm bu enerji naklinin deniz yolu tasımacılığı ile gerçeklestirildiği düsünüldüğünde, Asya ülkeleri açısından enerji arzının güvenliği iki noktada yoğunlasmaktadır. Bunlar 

1) Deniz yolu tasımacılığının güvenli bir sekilde yapılabilmesi: Hâlihazırda ve görünür gelecekte söz konusu güvenlik ABD’nin rakipsiz deniz gücü tarafından 
sağlanmaktadır. Bu nedenle acaba Asya ülkeleri kendi güvenliklerini kendileri sağlayabilecek mi ? yada ABD ile ne tür bir iliski kuracaklar? 
2) Malakka Boğazı’nın önümüzdeki yıllarda tanker trafiği açısından güvenli olup olmayacağı Görüldüğü gibi Hem enerji kaynağına ulasmada ABD deniz gücü semsiyesine  duyulan gereksinim hem de çevresel ve ekonomik kaygılarla tanker trafiğine duyulan güvensizlik, önümüzdeki yıllarda basta Çin olmak üzere Asya ülkelerini Orta Doğu  dısındaki petrol ve doğal gaz kaynak ülkelerine yönlendirebilecektir.51 Bu çerçevede söz konusu ülkeler, AB benzeri bir politikayı seçerek, ihtiyaç duydukları petrol ve  doğal gazı Orta Asya ülkeleri ile RF’den (Sibirya ve Sahalin Adası vb.) boru hatları ile alma yoluna gidebileceklerdir.52 

2.2 Dünya Petrol Rezervlerinde Tepe Noktası Ne Anlama Gelir? ;

1900’de dünyada yıllık 150 milyon varil petrol üretilirken, 2000’de bu rakam 28 milyar varile ve 2006 yılında ise 31 milyar varile yükselmistir. Ancak 2006 yılında 9 milyar varil civarında yeni petrol kaynağı bulunabilmistir. Petrol üreten ülkelerin pek çoğunda yıllık petrol üretim miktarları tepe noktasına ulasmıs durumdadır. Gelecekteki üretim eğilimlerini öngörebilmek için rezerv/üretim iliskisi kullanılmaktadır. 1956’da M.King Hubbert, petrol üretiminin yapısını dikkate alarak, yeni rezerv kesiflerinin tepe noktası ile üretimin tepe 
noktası arasında geçen zamanın öngörülebilir olduğu kuramını öne sürmüstür. Bu teoriye Hubbert Zirve Teorisi, veya Petrolde Hubbert Zirvesi denilmektedir. Hubbert bu teori ile enerji piyasalarında çığır açmıs ve enerji arastırmalarına damgasını vurmustur. Hubbert Zirve Teorisi petrol yataklarında üretim miktarının istatistikte kullanılan çan eğrisi formunu izlediğini söyler. Yani bir yatakta petrol kesfedildiği zaman üretim hızlı bir sekilde artar, daha sonradan bir zirve yapar, ve en sonunda bu sahadan üretim hızlı bir sekilde düsecektir. Zira petrol kesfedilen yatakta-(rezervuar veya petrol kapanı da diyebiliriz)-sınırlı bir miktarda bulunmaktadır. Bu sınırlı rezerv hızla yeryüzüne pompalanmaya baslandıktan sonra zaman içinde ilgili yataktan çıkarılan petrol miktarı hızla düsecektir.53 Bu kurama göre ABD’deki rezerv kesiflerinin hemen hemen 1930 yılında tepe noktasına ulastığı belirtilmis olup, ülkedeki petrol üretiminin 1970’te tepe noktasına ulasacağı tahmin edilmis ve öngörü tam olarak gerçeklesmis tir.54 Ayrıca aynı kurama göre global kömür ve doğal gaz kaynaklarının 
geleceği konusunda olusturulan projeksiyon da tam olarak gerçeklesmistir. Geçmise dönük olarak yapılan kömürün Hubbert eğrisi analizine göre zirveye 1910 yılında ulasılmıstır ve petrol savası bundan sadece 4 yıl sonra baslamıstır.55 Dünya geneli için yapılan tahminler petrolde zirve noktasını genellikle 2005–2020 yılları arasına koymaktadırlar. Bu projeksiyonlar zaman içerisinde bazı oynamalar göstermekle beraber yaklasık bir değer ortaya koymaktadır.56 

Yapılan arastırmalar konvansiyonel petrol yataklarında yapılan kesiflerin dünyanın hızlı petrol tüketimini karsılayamadığını ileri sürmektedir. Özellikle Çin ve Hindistan gibi kalabalık nüfusa sahip ülkelerin kisi basına petrol tüketimi, gelismis ülkelerin çok altındadır. Bu ülkelerde kisi basına gelir miktarı yükseldikçe, bu ülkelerin ihtiyaç duyacağı petrol ve diğer enerji kaynakları oldukça fazla bir sekilde artacak, bu da dünyada kısıtlı enerji kaynaklarına ulasmak için rekabeti arttıracaktır. Petrol üretimi zirve yaptıktan sonra hızla düsmeye baslayacağı için sistemin enerji darboğazına girmemesi için gerekli tedbirler çok daha önce alınmalıdır. Bazı uzmanlar enerji darboğazı yasanmaması için zirve noktasına ulasılmadan en az 20 yıl önce gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini söylemektedirler. Dste bu nedenle zirve noktasının yaklasık hangi yıllarda olusacağını önceden tahmin etmek önemlidir. 

BP’nin 2014’te yayımladığı Dünya enerji raporuna göre 2013 sonunda dünyadaki ispatlanmıs petrol rezervlerinin miktarı 1687,9 milyar varil düzeyine ulasmıstır. Aynı raporu göre mevcut kullanım miktarı bu sekilde devam ettiği taktirde söz konusu petrolün ömrü yaklasık 53.3 yıl olarak öngörülmektedir. Aynı rapora göre 1993 – 2013 yılları arasındaki dünyadaki ispatlanmıs petrol rezervlerinin bölgelere göre dağılımı da yer almaktadır. Söz konusu bu dağılıma göre petrol rezervlerinin Ortadoğu, Avrupa ve Avrasya, Afrika ve Asya Pasifik bölgesinde göreceli olarak azaldığı görülürken genel itibariyle Amerika kıtasında arttığı görülmektedir. Bu grafiğe göre yaklasık 20 yıl içinde Ortadoğu’daki ispatlanmıs petrol rezervleri % 63,6’dan % 47,9 seviyelerine gerilemistir. Aynı dönemde Orta ve Güney Amerika bölgesinde ise rezervler %7,7’den % 19,5’ çıkmıstır. 



Grafik 3: 2013 Yılı Dtibariyle Dünyadaki Dspatlanmıs Petrol Rezervi Oranı57 



Grafik 4: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki Dspatlanmıs Petrol Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değisim58 

Petrol rezervlerinin tükenmeye basladığını gösteren bir diğer veri de, yeni kesfedilen yatakların ve toplam rezerve olan petrol katkılarının sürekli azalmasıdır. Yaklasık 40 yıl önce, her yıl bulunan petrol yataklarının toplam rezerve olan ortalama katkısı 55 milyar varil/yıl olurken, bu değerler 2004–2005 yıllarında 12 milyar varile düsmüstür. Ayrıca teknik verilerde global petrol rezervlerinin tükendiğini göstermektedir. Petrol üreten ülkelerdeki petrol yataklarının yıllık üretim kapasiteleri, kuyular tam kapasite ile çalıstığında dahi, düsmeye baslamıstır. Bir petrol kuyusundaki mevcut basınç miktarı, o kuyudan üretilecek petrol miktarını etkilemektedir. Buna göre bir petrol yatağında sondaj kuyu sayısı arttıkça üretim miktarı önce artmaktadır fakat belli bir süre sonra üretim miktarı düsmeye baslamaktadır ve bu eğilime göre her bir petrol yatağına ait çan eğrileri olusturulabilmektedir. Günümüzde petrol üreten pek çok ülkenin sahip olduğu petrol rezervlerine ait çan eğrilerinde düsüs baslamıstır.59 Bir baska deyisle söz konusu ülkelerin petrol üretimleri önümüzdeki yıllarda 
azalma eğilimine girerek baska yeni rezervler kesfedilmediği sürece tükenme eğilimine girecektir. Elbette bu durumun gerek petrol ihraç eden gerekse petrol ithal eden ülkeler açısından Ekonomi Politik birçok sonucu olacaktır. 



Tablo 2: Petrol Üreten Ülkelerin Rezervlerinin Tepe Noktasına Ulastığı/Ulasacağı Yıllar60 

Bunun yanında petrol kaynaklarının % 95’nin de kesfedilmis olduğu ve petrol tüketim değerinin hızla attığı ve mevcut arzın bunu karsılamakta zorlandığı dikkate alındığında petrol çağının sonunun oldukça yakın olduğu öngörüsünde rahatlıkla bulunulabilinir. Sonuç olarak petrol rezervleri tükenmektedir. 1900’lerin basından günümüze kadar ulusal/uluslararası politikalar ve fiyatlar petrol üretim eğilimlerini etkiledi ancak artık azalan rezervlerle birlikte üretim eğilimlerinin sadece ve sadece jeolojinin belirleyeceği bir döneme girmis 
bulunmaktayız.61 Bu nedenle Petrol üretiminde zirveye ulasılmıs olması ucuz petrol zamanın sonuna gelindiğinin ve bu durumun dünya ekonomileri üzerindeki baskıyı artıracağı anlamına gelmektedir. Asağıdaki grafikte görüldüğü gibi petrol fiyatları belirli dönemleri dısarıda tutarsak son yıllarda özellikle 1990’dan sonra genel bir artıs eğiliminde olduğu görülmektedir. 
Süphesiz bu durum petrole bağlı tüm sektörlerde fiyatların artması anlamına gelmektedir. 

Söz konusu zirve etkisinin petrol fiyatları üzerinde OPEC tarafından yapılan fiyat dalgalanmalarından daha baskın sekilde özellikle gelismis ülkeleri etkileyeceği kuskusuzdur. 

Petrol üretiminde dünya genelinde zirve noktaların asılmasının ardından enerjinin arz güvenliği konusunun öneminin daha da artacağı söylenebilir. Orta Doğu ülkelerinin, dünyanın geri kalan üretim alanlarına göre çok daha büyük bir kapasite ve maliyet avantajına sahip oldukları değerlendirildiğinde, önümüzdeki 20–25 yıllık bir dönemden sonra, dünya petrol üretiminde Orta Doğu’nun tekrar ağırlık kazanabileceği görülmektedir. Bundan sonraki süreçte artık büyük ülkeler enerjinin arz güvenliği üzerinde değil, enerji kaynaklarının paylasımı alanında yoğunlasacaklarını görmek mümkündür. 



Grafik 5: 1861 – 2013 Yılları Arasındaki Ham Petrol Fiyatının Değişimi 62

Diğer taraftan önemli fosil yakıtlardan biri olan doğalgaz konusunda da benzer bir durum söz konusudur. Her ne kadar yapılan tahminlere göre doğalgazın ömrü petrole göre daha uzun olarak hesaplansa da rezervlerin azaldığı görülmektedir. Asağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi dünyadaki ispatlanmıs doğalgaz rezervlerinin miktarı 2013 sonu itibariyle 185,7 trilyon (tcm) cubic metres ve yaklasık 55,1 yıl bir tükenme süresi bulunmaktadır. Ayrıca tarihsel süreçte doğalgaz miktarının dramatik bir sekilde Ortadoğu bölgesinde azaldığı 
görülmektedir. Buna karsılık günümüzde ispatlanmıs petrol rezervlerinin en çok 33,8 trilyon tcm Dran ile 31,3 tcm ile Rusya Federasyonunda olduğu görülmektedir. Süphesiz bu durum bu ülkeler açısında olumlu bir gelisme olsa da her iki ülkenin uluslararası toplum ile yasadığı sorunlar nedeniyle doğalgazın önümüzdeki dönemde ekonomi politik bir araç olarak bir dıs 
politika aracı olarak kullanılma potansiyeli olduğunu göstermektedir. 


Grafik 6: 2013 Yılı Dtibariyle Dünyadaki Dspatlanmıs Doğalgaz Rezervlerinin Oranı ve Tarihsel Değisimi63 



Grafik 7: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki Dspatlanmıs Petrol Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değisim64 


2.3 Enerji Kaynaklarının Dünyadaki Çatısmalara Etkisi;

Sanayi devriminden bu yana dünyada enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya bir yarıs baslamıs ve bu yarıs birçok savasa da neden olmustur. Esas itibariyle uluslar arası sistemde dünya liderliği ile enerji kaynakları arasında doğrudan bir iliski mevcuttur. Bunun nedeni Ekonomik ve sosyal kalkınma için temel girdilerden olan enerjinin tüketimi, artan nüfus, sehirlesme, sanayilesme ve teknolojinin yaygınlasmasına paralel olarak sürekli artıs göstermektedir. Bir baska deyisle enerji ekonomik ve siyasi kalkınmanın temelini olusturmasıdır. Yani bir devletin uluslararası sistem içinde diğer devletlere göre gücünü arttırması ve zenginlesmesi enerji kaynaklarını verimli olarak kullanmasına bağlıdır. Ancak dünyamızda enerji üretmek için gerekli olan fosil yakıtların azalması buna karsılık dünya nüfusunun da dramatik bir sekilde artması nedeniyle enerjiye ulasım gittikçe zorlasmaktadır. 
Örneğin 1900 yılında dünya nüfusu 1,6 milyar, birincil enerji tüketimi 1.000 milyon ton petrol esdeğeri (Mtoe) iken, 2010 yılında dünya nüfusu 7 milyarı asmıs ve birincil enerji tüketimi de 12 milyar ton petrol esdeğerine ulasmıstır.65 Bu artısın en önemli nedeni kuskusuz dünyadaki sanayilesme nüfus oranındaki artıstır. 

İngiltere kömür çağı denilen 19. yüzyılın süper gücü iken, 1945 yılından sonra bu liderlik petrole hâkim olan ABD’ye geçmis, ancak geçisin gerçeklestiği 1914–1945 yılları arasındaki dönem savasları dünyaya çok pahalıya mal olmustur. En kritik dönem olarak kömürün tepe noktasına ulastığı 1913 yılında yasanan gelismeler oldukça önemlidir.66 Zira son yüzyıl içinde yasanan çatısmaya varan bazı önemli krizler, Birinci Dünya Savası, Dkinci Dünya Savası, Kore Krizi, Küba Krizi, Vietnam Savası, Arap-Dsrail Savasları, Süveys Krizi, Birinci Körfez Operasyonu, Dkinci Körfez Operasyonudur. Söz konusu krizlerin bazılarının olusumunda basrolde ve bazılarının olusumunda da yan rollerde mutlaka enerji jeopolitiği ve enerji güvenliği kavramları yer almıstır.67 Bu olayların dısında elbette farklı sebeplerle ulusal veya uluslararası krizler meydana gelmektedir. Ancak söz konusu bu çatısmaların öncelikle enerji paylasımı sorunuyla ilgili olduğunu yani ekonomi politik yönlerinin olduğunu söylemek mümkündür. 

2.3.1 Enerji Kaynakları Açısından 1. Dünya Savası;

Sanayi Devrimi ve Sömürgecilik sonucunda ekonomik pozisyonlarını güçlendiren İngiltere ve Fransa, karsı taraftaki Almanya ve İtalya gibi ülkelerden ekonomik olarak çok ilerideydi. Almanya ve İtalya, siyasi birliklerini olusturduktan sonra 1914'e kadar olan süreçte aradaki farkı kapatmaya çalısmıslardır. İngiltere ve Fransa'nın ekonomik hakimiyet alanlarını koruma, Almanya'nın ise bu alanları ele geçirme niyeti savasın baslıca ekonomik nedenlerindendir. Bu nedenler; sömürgeler, deniz yollarının hâkimiyeti, uluslararası ticaret imtiyazları gibi ana baslıklarda değerlendirilebilir. Öte yandan 19. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya baslayan ve neredeyse 20. yüzyıla damgasını vuran petrol yataklarının mülkiyeti de savasın temel ekonomik nedenlerindendir. Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyeti altındaki Orta Doğu Petrol varlığı, 19. yy sonlarında özellikle İngilizler tarafından, çesitli gizli/açık yöntemlerle tespit edilmistir. İngiltere, petrol siyasetini, 1900'lerde tüm stratejilerinin birinci sırasına koymustur. 

Ancak petrolün öncesinde Dngiliz ekonomisinin gelismesini sağlayan asıl fosil yakıt kömür olmustur. Dlk birincil enerji kaynağı olarak kabul edilen kömür önce, Büyük Britanya daha sonra Fransa, Almanya ve ABD’de yoğun olarak üretilmeye baslanmıs ve 18 ve 19. yüzyılın temel enerji konumuna gelmistir.68 Dünyanın en fazla kömür üreten ülkesi olan İngiltere’de, 1800 yılının basında 10 milyon ton olan maden kömürü üretimi 1850’lerde 5 misline, 50 milyon tona çıkmıs ve 1900’da, 225 milyon tona ulasmıstır. Dünyada ise 20. yüzyıl basında büyük kömür üreticilerinin gerçeklestirdiği gelismelerle ve yeni üreticilerin ortaya çıkmasıyla maden kömürü üretimi 1 milyar tonu asmıstır. Kömürün sanayide 
kullanımının artmasıyla 1900-1914 yıllarında kömür üretimi ani bir yükselis ile iki kat artmıs ve 750 milyon tondan 1500 milyon tona ulasmıstır. Ortaya çıkan bu üretim artısı, 1870’li yıllardan itibaren basta Dngiltere’de olmak üzere Avrupa’da görülen sanayilesmenin ihtiyaç duyduğu enerjiyi karsılamak için gerçeklesmis olduğu söylenebilir.69 Söz konusu yüksek miktardaki kömürün paylasım sorunu dünyaya 1914–1918 yılları arasında büyük bir felaket yasatmıstır. 



Tablo 3: 1905 Yılı Dünya Kömür Üretimi70 

Tablodan görüldüğü gibi Birinci Dünya Savası’ndan önce Almanya’nın tek basına 
kömür üretimi 121.298.167 ton iken Fransa sadece 35.869.497 ton üretebilmektedir. Bunun en önemli sebebi en zengin kömür yataklarına sahip Alsace-Loren bölgesinin 1871 Sedan Savası’ndan sonra Almanya’nın eline geçmesidir. Bu üretim farkı Fransa’nın yeniden bu bölgeyi Almanya’dan geri almak için her türlü mücadeleyi yapmak ihtiyacını hissettirmistir. 
Çünkü kömür o yıllarda sanayilesme için en fazla kullanılan birincil enerji maddesidir. Ayrıca Almanya, İngiltere’nin basta kömür ve kısmen petrol olmak üzere hammadde kaynaklarını ele geçirip kendi hegemonyasını kurmak istemesi savasın diğer temel sebeplerindendir.71 

Bu dönemde enerji politikası, enerjinin baslıca kaynağı olan maden kömürü yataklarına sahip olan Büyük Britanya, Fransa, Almanya ve ABD üzerine kurulmustur. Fransa ve Almanya arasındaki basta zengin kömür yatakları ile Rusya ve Ortadoğu’daki yeni petrol bölgeleri enerji politikaları açısından, Birinci Dünya Savası’nın enerji-politik nedenini olusturduğu değerlendirilmektedir. Bu noktada Berlin-Bağdat-Basra Demiryolu 1. Dünya Savası’nın olusumuna etki eden bir baska faktör olarak değerlendirilebilir. Zira Almanlar tarafından insa edilen bu hattın amacı burada çıkarılan petrolün batıya naklini gerçeklestirmektir. Dolayısıyla demiryolunun ilk büyük enerji nakil hattı olduğu söylenebilir. 

Ayrıca Bağdat Demiryolunun 20 km. sağında ve solunda her türlü maden arama yetkisi de Almanlara, anlasma gereği verilmistir. Bu nedenle Dngiltere bu projeyi kendisi için büyük bir tehdit olarak kabul etmistir.72 Ayrıca o dönemde Sevr Antlasması ile Dngiltere Kafkaslara giden yolu sözde Kürdistan ve Ermenistan projeleri ile açmak ve Hazar petrollerine de ulasmak istiyordu.73 Bu sebepleri dikkate alarak 1914 yılında yasanan Birinci Dünya Savası’nın gerçek sebebinin enerji bölgelerinin ve nakil hatlarının paylasımına dayandığını ifade etmek mümkündür. 

2.3.2 Enerji Kaynakları Açısından 2. Dünya Savası ;

İkinci Dünya Savası’nı hazırlayan sebeplerin altında basta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına sahip olma fikri yatmaktadır. Zira Almanya’nın daha savas baslar baslamaz Birinci Dünya Savası’nda kaybettiği Alsace-Lorane’ni ele geçirdiği ve savasın gerektirdiği enerji ihtiyacını garantiye aldığı görülmektedir. Almanya ardından, yine savası sürdürebilmek için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek sağlamayı planlamıs ancak basarılı olamayınca doğu muharebelerini, müteakiben tüm savası kaybetmistir. Yani enerji kaynakları birçok 
devletin kaderinde en etkili aktör konumuna dönüsmüstür.74 Çünkü özellikle İkinci Dünya Savası’ndan sonra, dünya petrol üretimi olağanüstü yükselerek, 1945’de yıllık 3.000 milyon varile ulasmıstır. Bu yükselis, eski üreticilere ilaveten yeni yatakların isletmeye açılması ile mümkün olmustur. Petrol üretiminin bu gelisimine, doğal gaz ve nükleer enerji üretiminin ilk ürünleri de eklenmis ve böylelikle enerji kaynakları çesitlenmistir. Ancak petrol daha stratejik bir unsur haline gelmistir.75 Buna ek olarak Asağıdaki grafikte de görüldüğü gibi 2. Dünya Savasından sonra teknoloji ve ulasım vasıtalarında çesitlilik arttıkça kisi basına düsen petrol üretimi de artıs göstermektedir. Özellikle Dkinci Dünya Savası’nın sonunda petrol bölgelerinin büyük devletler tarafından paylasılması ile üretim dramatik bir sekilde artmıs ve bu artıs önce 1973’de ardından 1979 yılında tepe noktasına (peak oil) ulasmıstır. Bu yıllar arasında üretim artıs oranı sıfıra yakın meydana gelmistir. 



Grafik 8: 1920–2000 yılları arasında kisi basına düsen petrol Üretimi76 

Bu verilerden hareketle İkinci Dünya Savası’nın da petrol paylasım savası olarak nitelemek mümkündür. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve tasınmasının kömüre göre kolaylığı, petrolü ön plana çıkarmaya baslamıs ve bu durum, petrol kaynaklarına sahip olmayan ülkeleri endiselendirerek petrol bölgelerine sahip olma eğilimini arttırmıstır. Dolayısıyla petrol bölgelerinde hegemonya kurmak ana hedefi, İkinci Dünya Savası’nın enerji-politik yönünü olusturmustur. 77 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

POLİTİKA, EKONOMİ VE KİTLE MEDYASI ALANLARININ ETKİLEŞİMİ BÖLÜM 2




POLİTİKA, EKONOMİ VE KİTLE MEDYASI ALANLARININ ETKİLEŞİMİ  BÖLÜM 2


3.2-Çevre Gazeteciliğinde Kaynak Kullanımı ve Araştırma Alanları ;

Çevre gazeteciliği kavramının açıklanması; uzmanlık alanının sınırlarının geçirgenliği nedeniyle kolay değildir. Bununla birlikte çevre gazeteciliği, çevreye odaklanan, ekolojik problemlere ve bağlantılara dikkat çeken, çevrenin korunması konusunda duyarlılık yaratmayı amaçlayan, skandalları ortaya çıkaran ve çevreye iliskin soruları, büyük bağlantıları içinde düzenlemeyi öngören bir gazetecilik alanıdır46 . Çevre gazeteciliğinin çıkıs noktası, giderek küresellesen ve karmasıklasan dünyada, ekolojik olaylara bütünsel bir bakıs açısıyla bakmak ve yerel ve küresel problem bağlantıları içinde olayın analizini gerçeklestirmektir. Çevre gazeteciliği, yalnızca ekolojik problemleri göstermekle yetinmemekte, doğanın sömürülmesi, ekolojik tahribat ile politik kararlar ve ekonomik yarar arasındaki iliskiyi de ortaya koymayı amaçlamaktadır. 

Günümüzde çevre gazeteciliği, diğer gazetecilik alanlarıyla kesisen bes farklı yönelimle gerçeklestirilmektedir. Çevre gazeteciliğinin yönelimleri; ekoloji odaklı ekonomi gazeteciliği, sürdürülebilir koruyucu ve etkili gazetecilik, skandal olaylar yönelimli gazetecilik, enerji, iklim ve atık gazeteciliği ve bilim gazeteciliğidir47 . Ekoloji yönelimli ekonomi gazeteciliği, ekonomiyi bir bütün olarak izlemekte ve özellikle de isletmelerin faaliyetlerine odaklanmaktadır; sürdürülebilir koruyucu ve etkili gazetecilik, ekonomiye, ekonomik faaliyetlere ve iletisime kuskulu ve kötümser bir yaklasım sergilemekte ancak çözüm önerilerine yönelmemektedir. Skandal olaylar yönelimli gazetecilik, negatif olaylara odaklanmakta, karanlık senaryolar çizmekte ve dünyanın yok olusunun felaket tasarımını yapmaktadır. Enerji, iklim ve atık gazeteciliği ise, enerji kaynaklarının kullanımı, çevreye 
etkileri ve iklim problemlerini birbirleri ile bağlantılı olarak incelemektedir. 


Doğa bilimine, tekniğe ve tıbba iliskin haber üretimi, bilim gazeteciliği olarak kabul edilmektedir. Bu alanda çalısan gazeteciler ise, bilim gazetecileridir. Bilim gazeteciliği kavramı tek anlamlı değildir; bir yandan gazetecilikle ilgisi vardır ve gazeteciliğin genel kriterlerine odaklıdır. Diğer yandan ise, doğa bilimi alanında öğrenim görmüs olan ve uzmanlık bilgisinin iletimini gerçeklestiren kisileri ifade etmektedir. Bilim gazeteciliği, genel olarak bilimsel metotlar, arastırma sonuçları ya da bilimsel olarak elde edilen bilgi ile ilgilenen gazetecilik programlarıdır48 . Farklı bilim alanlarına, bu alanlarda üretilen bilgilere, gelismelere ve bilimsel söyleme iliskin enformasyonun üretilmesini amaçlayan bilim gazeteciliğinin, çevre gazeteciliği ile kesismesi, doğal ve sosyal çevrelerde meydana gelen değisimlere iliskin bilimsel bilgilerin, ekolojik perspektiften değerlendirilmesine olanak sağlamasında kendini göstermektedir. 

Çevre gazeteciliği yerel alanda baslamakta ve uluslararası alana kadar uzanmaktadır. Bu nedenle çevre gazeteciliğinin kaynakları ve konuları çok çesitlilik göstermektedir. Çevre gazetecileri arastırdıkları konular çerçevesinde, bilimsel kitaplardan, makalelerden, arsivlerden ve raporlardan yararlanmak tadırlar. Haber kaynağı veya aktörü olarak politikacılar ve ekonomi çevresinin aktörleri, bilim insanları ve konunun uzmanları, bağımsız çevre koruma örgütlerinin ve sivil toplum kuruluslarının aktörlerinden faydalanmaktadırlar. Çevre gazeteciliğinin ele aldığı konular, genis bir alanı kapsamaktadır. Arastırma konuları arasında; yeni enerji kaynakları, enerji üreten reaktörler ve çevreye etkileri, ozon tabakası deliği, iklim değisimi, biyo çesitlilik, canlı türlerin korunması, ormanların yok olusu ve yasamalanlarının tahribatı önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında ekolojik tarım, gen teknolojisi arastırmaları, elektro-mobilite, uluslararası ve ulusal alanda çevre korunmasına yönelik yasal önlemler ve çevrecilerin eylemleri odaklanılan konular içinde bulunmaktadır. 

Yazılı basında; çevre gazeteciliğinin farklı yazı türlerinden yararlanılmaktadır. Yelpaze, olay odaklı haberden, seyir ve ayrıntı yönelimli rapora, yorum yazılarına ve röportaja kadar uzanmaktadır49 . Radyo yayınlarında, çevre gazeteciliğinde haber ve rapor, egemen temsil türleri olarak yer almaktadır. Genis kapsamlı raporlara, çevreye iliskin yasal düzenlemeler yapılması halinde; röportaja ise, çevre felaketlerinin meydana gelmesi halinde yönelinmektedir. Televizyonda programın içeriğine göre, gazetecilik formatı seçilmektedir. 
Bu çerçevede röportajdan, rapora ve yuvarlak masa toplantılarına kadar genis bir temsil türünden yararlanılmaktadır. Geleneksel kitle medyasının yanında online medya da çevre gazeteciliğinde giderek önem kazanmakta ve toplumun ilgisini çekmektedir. Online medya, geleneksel ve yeni medyanın bir kombinas yonu olarak, çevre problemlerine iliskin genis kapsamlı enformasyon içeren metinlere yer verdiği gibi çesitli görsel materyallere ve videolara da erisim olanağı sağlamaktadır. Ayrıca çevre gazetecilerinin ve uzmanların bloglarına ve bilimsel çalısmalarına da online medya aracılığıyla erismek mümkün olmaktadır. 

Çevre gazetecisinin mesleki rol anlayısı; diğer gazetecilerden farklı olarak çok karmasıktır. Çevre gazeteciliğinde arastırma, odak noktasında bulunmaktadır. Karmasık süreçlerin iyi analiz edilmesi, politik ve ekonomik yapının kosullarının ve etkilerinin gösterilmesi gerekmektedir. Çevre gazetecileri, karsılıklı bağımlılıkları gözlemlemek ve anlasılır haber üretmekten sorumludurlar. Bu ise, niceliksel ve niteliksel olarak farklı haber kaynaklarından yararlanılmasını, olayların iyi değerlendirilmesini ve yorumlanmasını gerektirmektedir. Yeni olayları ve gelismeleri kesfeden gazetecinin, okur ve izleyiciye, somut olarak değisen duruma iliskin bilgi vermesi beklenmektedir. Çevre gazetecisi, gündem 
olusturma potansiyeline sahiptir; bu nedenle olabildiğince toplumsal sorumluluk içinde hareket etmeli bunun yanında topluma da çevre problemleri karsısında sahip olduğu sorumluluğu anımsatmalıdır. 

Çevre gazeteciliğinin nitelikli üretimlerinin gerçeklestirilebilmesi için bağımsız ve özgür gazetecilik arastırma ve yayınlama kosullarının olusturulmasının yanında gazeteci adaylarına iyi bir öğrenim sürecinin50 de verilmesi önem tasımaktadır. Ekoloji problemlerinin arttığı günümüzde, bu çerçevede çalısmaların yapılması gerekmektedir. 

3.3-Politika, Ekonomi ve Kitle Medyası Alanlarının Karmasık Dliskileri ve Yapı -

Eylem Etkileşiminde Çevre Gazeteciliğinin Üretimleri 

Ekolojik problemlerin ortaya çıkması ve giderek önem kazanması, tarihsel süreçte bilim, teknoloji ve sanayi devrimlerinin gerçeklesmesi ile yakından iliskilidir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilim ve teknoloji alanında çok önemli buluslar gerçeklestirilmistir. Yeni buluslar, yeni enerji kaynaklarından da yararlanılmasını gerektirmekte ve doğal çevreye giderek daha fazla yüklenilmektedir. Bu süreçte ortaya çıkan ekoloji problemlerinin haberleştirilme si, politika ve ekonomi çevreleri tarafından yeni enerji üretim kaynaklarına, enerji reaktörlerine veya insaat sektörüne yapılan ve yapılması öngörülen yatırımlar veya bu yatırımların doğal çevrede yarattığı tahribatın sonuçlarının 
ortaya konulmaması için engellenmeye çalısılmaktadır. Ekolojik tahribatların yasal düzenlemelerle önüne geçilmesi gerekmekte ancak kitle medyası örgütü sahipleriyle politika ve ekonomi çevrelerinin karsılıklı menfaat iliskileri, çevre tahribatını ve problemlerini ortaya koyan enformasyonun üretilmesini engellemeye çalısmakta, zorlastırmakta veya enformasyonun bağlamından koparılarak, yüzeysel sunumuna neden olabilmektedir. 

Bilim ve teknoloji kurulusları, ekonomik yönelimi sirketler, kitle medyası örgütleri ve politik alanın aktörleri arasında karmasık iliskiler ağı vardır. Kitle medyası örgütü sahiplerinin Türkiye’de olduğu gibi51 otomobil sektöründen, gıda, bankacılık ve enerji sektörüne kadar genis alanda faaliyet göstermeleri ve asıl gelirlerini, medya alanındaki faaliyetlerinden ziyade ekonominin farklı sektörlerindeki faaliyetlerinden elde etmeleri, siyasi iktidarlarla iyi iliskiler kurma çabalarını beraberinde getirmektedir. Kitle medyası sahiplerinin ihale ve düsük faizli kredi alma çabaları, siyasi iktidarları rahatsız edecek enformasyonun üretilmemesini gerektirmektedir. Bu çerçevede doğal çevreye iliskin tahribat ve problem içeren enformasyon üretilmemekte veya sınırlı olarak üretilmektedir. Bazı kitle medyası örgütü sahiplerinin yatay, dikey ve çapraz yoğunlasmaları ve enerji ve insaat sektöründe faaliyet göstermeleri, çevre problemlerine mesafeli durmalarının bir nedenini olusturmaktadır. 

Kitle medyası alanı 1980’li yılların basından bu yana giderek ekonomilesmekte dir. Farklı medya örgütleri arasındaki rekabet ve yoğunlasma, kazanç ekonomisi temelli örgütlenmeye ve gazetecilik örgütlerinin finans kaynağı olarak reklama bağımlı olmasına neden olmaktadır. Bu durum, medya örgütlerinin ve pazar yapılarının hızlı dönüsümü ile gazetecilik üzerinde yıkıcı etki yaratmaktadır. Medyayla farklı sektörlerin birlesmesi ve hızla gelisen medya teknolojisinin çoklu ortam medyasını da kapsaması, gazeteciliğin çerçeve kosullarını değistirmek tedir. Bu gelismelerle birlikte ticarilesme, medya sisteminin temel özelliği olmaktadır52 . Medya örgütlerinde gazetecilik haber üretim sürecini de etkileyen ekonomik kriterler, ağırlık kazanmaktadır. Yazı islerine yapılan baskılar ve uygulanan reklam ekonomisi, geleneksel gazetecilik normlarının giderek gerilemesine ve değisimine neden olmaktadır. Haberler ve çesitli programlar, bir yandan halkla iliskiler çalısmaları diğer yandan ise, reklam ekonomisi tarafından yönlendirilmektedir53 . Kitle medyasının pek çok toplumsal alana yönelik niteliksiz ve yüzeysel enformasyon üretimini, doğal çevreye ve problemlerine yönelik enformasyon üretiminde de belirlemek mümkündür. Çevre gazeteciliği üretimleri, gazeteciliğin diğer uzmanlık alanları gibi kitle medyasının politika ve ekonomi alanlarıyla karmasık iliskiler ağından, ekonomik amaçlarından ve kendi iç dinamiklerinden soyutlanamamaktadır. 

Bununla birlikte çevre gazeteciliğinin Batı ülkelerinde, nitelikli ve doğa tahribatı na karsı toplumda istenilen tepkiyi yaratan üretimlerine de rastlanılmakta dır. Çevre gazeteciliği üretimlerinin basarısı ve katkısı ile Avrupa’da 1970’li, Türkiye’de ise, 1990’lı yıllardan itibaren çevre problemlerinin gündeme tasındığı, toplumun ve bireylerin bilinçlenmeye basladığı ve çevreci örgütlerin ortaya çıktığı ve gelistiği belirlenmektedir. 

Alman bilim insanı Schulz’un54, Avrupa Birliği (AB) yurttaslarının çevre haberleri edinmede, kitle medyasından yararlanma biçimleri ile çevreye iliskin edindikleri 
enformasyonun niteliğini ölçmeyi amaçlayan arastırması, çevre gazeteciliği açısından önemlidir. Schulz’un, AB yurttasları arasında yaptığı anket arastırması sonucunda elde ettiği bulgular, çevre konularına iliskin enformasyon edinmek için ağırlıklı olarak kitle medyasına yönelindiğini ve birincil enformasyonun, kitle medyasından edinildiğini göstermektedir. 

Arastırmasında okur ve izleyicinin, kendi yasadığı bölgenin çevre problemlerine daha az önem verdiğini gösteren Schulz’un bulguları, çevre problemlerine iliskin algılamaları da ortaya koymaktadır. AB yurttaslarının belirlediği en önemli ulusal çevre problemleri hava kirliliği, endüstri atıkları, denizlerin ve sahillerin kirliliğidir. Kendi ülkelerine iliskin çevre problemlerini en az dert edinenler, Lüksemburg ve İskandinavyalılardır. 

Yerel çevrede ise AB yurttasları, en yüksek oranda trafik problemlerini ve hava kirliliğini önemsemektedirler. Çevre problemlerini en yoğun Yunan, Portekiz ve İtalyanlar yasamaktadır. En az çevre problemiyle karsılasanlar ise, Finlandiya ve Benelüks ülkelerinin yurttaslarıdır. AB yurttasları, ulus ötesi çevre problemlerin de ise, en yüksek oranda hava, su ve yer kirliliği üzerinde odaklanmaktadırlar. Bunu, küresel çevre problemleri ve ozon deliği ve tropikal ormanların yok olusu izlemektedir. Daha sonra iklim değisimi ve atom enerjisi konusu gelmektedir. Schulz’un elde ettiği bulgular, çevre problemlerinde, kitle medyasının rolüne iliskin de bir fikir vermektedir. AB yurttaslarının yarısından fazlası, çevre problemlerine iliskin iyi enforme edildiğini düsünmektedir. En iyi enforme edildiğini düsünenler, İskandinavya ülkeleri yurttasları, Slovenler ve Güney Kıbrıs yurttaslarıdır. En kötü enforme edildiğini düsünenler ise, Portekizler ve Litvanyalılardır. AB yurttaslarının yarısından fazlası, çevre problemlerinin çözümü, çevre koruma önlemlerinin basarıları, yasalar ve çözüm 
önerileri konusunda daha fazla oranda haber üretilmesini istediklerini göstermektedir. AB yurttasları, özellikle sağlığa ve gen teknolojisi arastırmalarına ve değistirilen organizmaların tarımda kullanımına iliskin daha yüksek oranda enformasyon edinmek istediklerini belirtmislerdir. Doğada türlerin yok olusu, tarım alanında kirlilik, kaynakların sömürülmesi, 
suların kirlenmesi, iklim dönüsümü ve hava kirliliği konularının yeterince kitle medyasında ele alınmadığını düsünmektedirler. Çevre problemlerine iliskin farklı düzeyde enformasyon edinmenin nedeni bu ülkelerde kitle medyasının çevre problemlerine ayırdığı yer ve konuları isleme esaslarıyla da ilgilidir. Farklı düzeyde enforme edinmenin en önemli etki faktörlerini, ilgili ülkelerin brüt sosyal üretimi, kisisel eğitim düzeyi ve düzenli gazete okuma oranlarıdır. 

Bu bulgular, AB ülkelerinde yurttasların ekolojik problemlere ilgisini ve enformasyon edinme isteğini, bilinçlenme düzeyini ve politik alanı etkileme potansiyellerini göstermekte ve çevre gazeteciliğinin ve kamuoyunun demokratik ülkelerde, politik ve toplumsal yapıyı etkileme potansiyelinin olduğuna isaret etmektedir. 

Bizim ülkemizde ise, çevre gazeteciliğinin politik ve ekonomik yapıya etkisinin daha sınırlı olduğu gözlenmektedir. Çevre konusunda enformasyon üreten gazeteciler, kitle medyasının dıssal ve içsel dinamiklerinden etkilenerek, politik aktörlerin enerji kaynaklarının kullanımı ve doğanın tahribatı gibi konularda yanlıs kararlarını ve sorumluluklarını karmasık iliskiler ağı içinde yeterince ele alıp, irdeleyememektedirler. Çevre haberleri, kaza ve felaket gibi negatif olaylara yönelmekte ve sansasyon yaratabilecek konulara ağırlık verilmektedir. 

Olgudan ziyade duyguya yer verdiliği ve konunun karmasıklığının basitlestirildiği belirlenmektedir. Uzman bilgi ve görüsüne ve arka plan enformasyonuna yeterince yer verilmediği için bağlamın ve iliskiler ağının gösterilemediği gözlenmektedir. Tiraj ya da izlenme oranlarına ve görselliğe odaklanılmakta; duygu yüklü habercilik yapılmaktadır ve böylece çevre problemlerinin politik ve ekonomik boyutu göz ardı edilerek, okur ve izleyicinin olayı algılama esas ve biçimi yönlendirilmeye ve etkilenmeye çalısılmaktadır. 

Bu çerçevede kitle medyası örgütlerinin bir parçası olan çevre gazeteciliğinin tarihsel gelisim süreci irdelendiğinde, doğanın metalastırılarak, enerji kaynaklarından yararlanılması ve enerji kaynaklarının uluslararası denetimine odaklanılması nedeniyle politika ve ekonomi alanlarının yanında kitle medyası örgütünün hiyerarsik yapısı ve yasalarının etki ve yönlendirmelerine karsı bir direnme ve yapıyı etkileme potansiyeli ortaya koyduğu görülmektedir. Ancak direncin demokratik ülkelerde, siyasi yapıyı etkileme ve toplumu harekete geçirme potansiyelinin daha fazla, bizim ülkemiz gibi gelismekte olan ülkelerde ise, daha sınırlı olduğu gözlenmektedir. 


4-Sonuç 

Doğa-insan iliskisinde, doğadan yararlanılması ya da doğanın tahrip edilmesi ile doğanın korunması arasında bir karsıtlık gözlenmekte ve bu karsıtlık, iliskiler alanını gerilimli kılmaktadır. Doğada yasayan insan ve insan toplulukları için tarihsel süreçte doğayla kurulan iliski, hiçbir zaman varolan genel dünya tasarımından ve kosullarından bağımsız olmamıstır. 

Bu iliski, toplumların kendi tinsel yapılarının, politik, ekonomik ve teknolojik kosullarının bir yansımasını ortaya koymaktadır. Büyük bir ekonomik değer olarak kabul edilen ve ele geçirilmek ve denetlenmek için mücadele edilen enerji kaynakları, toplumsal gelisim ve ekonomik refah düzeyinin yükselmesi için önemli bir faktör olmaktadır. Bu nedenle de enerji kaynaklarının sınırlılığı ve farklı coğrafyalarda dengesiz dağılımı, uluslar arasında çatısmalara yol açabilmekte, kullanımı ise, doğa ve toplum için önemli olabilecek riskler içermektedir. 

Enerji sistemi, farklı esaslarda doğal çevreyle iliski içinde bulunmaktadır. Dnsanın ekolojik yasam kosullarının tahrip edilmesi, enerji döngüsünün tüm asamalarında ortaya çıkmaktadır. Bunu enerjinin elde edilmesinde, naklinde, dönüsümünde ve tüm alanlardaki kullanımında gözlemlemek olasıdır. Hiçbir enerji naklinin ya da enerji sisteminin, ekolojiyle bağlantısı olmadığı düsünülmemektedir55. Enerji kaynaklarına erisim ve denetim çatısmaları ve endüstriyellesmeye bağlı olarak yoğunlasan ekoloji problemleri, çevre gazeteciliğinin yükselisini beraberinde getirmis bu ise, iletisim ve gazetecilik bilimi alanında bilimsel arastırmaların yapılması gereksinimi yaratmıstır. Bununla birlikte çevre gazeteciliğine iliskin bilimsel arastırmalar56 , gecikmis arastırmalar olarak ifade edilebilir. Çevre gazeteciliğinin üretimlerinin ve bu alanda yapılan bilimsel arastırmaların niteliksel yeterliliği ve niceliksel olarak artısı, ekolojiye ve problemlerine verilen değerin zorunlu ancak sevindirici bir göstergesi olmaktadır. 

Çevre gazeteciliğinin kavramsal olarak açıklanması ve sınırlandırılmasında karsılasılan güçlükler, yeni gelisen bu alanının, bağımsız bir uzmanlık alanı olarak kurumsallasmasını zorlastırmaktadır. Çevre gazeteciliği, toplumsal açıdan öneme sahip olmakla birlikte geleneksel kitle medyası örgütleri, bu uzmanlık alanının karmasık konularını incelemek için rutin ve standart gelistirememistir. Varolan medya örgütü yapısı otomobil, seyahat ve moda gibi uzman gazetecilik alanlarının olusumuna olanak sağlarken, çevre alanı için bu mümkün olmamıstır57 . Kuskusuz bunun nedenleri vardır. Çevre gazeteciliği üretimlerinin politika, ekonomi ve kitle medyası alanları iliskileri açısından istenilmeyen 
üretimleri gerçeklestirme potansiyeli, uzmanlık alanının gelismemesinin bir nedenidir. Ayrıca çevre gazeteciliği konularının diğer gazetecilik alanlarıyla kesismesi ve kitle medyası örgütlerinde, maliyeti düsürmek için az sayıda gazeteci çalıstırılması ve üretim süreçlerinin yoğunlastırılması nedeniyle arastırmaya ayrılan süre kısalmakta, yeterli zaman ayırmadan ise, 
çevreye iliskin karmasık olay ve bağlantılarının ortaya konulması ve alanda uzmanlasma sağlanması kolay olmamaktadır. 

Çevre problemlerinin çözülmesi, politik ve ekonomik kararların ulusal ve uluslararası alanda gözden geçirilmesini ve doğanın korunmasını önceleyen yeni yasa ve kararların alınmasını gerektirmektedir. Bunun yanında genis toplumsal kesimlerde, ekolojik problemlere duyarlılık olusması ve politik karar alma sürecini etkilemesi, önemli bir kosulu olusturmaktadır. Kitle medyası örgütleri ise, ekolojik problemlere, politika ve ekonomi alanlarıyla karmasık iliskiler ağının kural ve gerekleri ve izlenme oranı ve tiraj kaygıları olmadan yönelememektedir. Çevre gazeteciliği; doğa, enerji teknolojileri ve problemlerine iliskin haber üretim sürecinde ekonomi ve politika alanlarının ve gazeteciliğin kendi alanının 
yasa ve kuralları tarafından sınırlandırılmaktadır. Gazetecilik uzmanlık alanlarının özerkliği, politika ve ekonomi yapılarının etki ve yönlendirmesi ve kitle medyası örgütünün ekonomik yönelimleri nedeniyle tehdit altına girmekte ve çevre gazeteciliğinde somutlastığı gibi ekolojik problemlere, gazetelerin orta ve son sayfalarında veya hafta sonu eklerinde, felaket haberciliği çerçevesinde ve büyük ölçüde politik ve ekonomik bağlamdan koparılarak, yer verilmektedir. 

Bununla birlikte çevre gazeteciliğinin toplumu bilgilendirme, aydınlatma ve yönlendirme potansiyeli ve yetkinliği vardır. Ekolojik problemlerin, çevre gazeteciliği tarafından elestirel bir perspektiften ele alınması ve politika ve ekonomi alanlarına, kamuoyu baskısının yansıtılması, çözüm gelistirebilmek için önemli bir faktör olmaktadır. İstenilen düzeyde olmasa bile çevre gazeteciliğinin politika ve ekonomi alanlarını etkileyebilecek ve toplumsal bilinç yaratabilecek bir potansiyele ve yetkinliğe sahip olduğu Schulz58 tarafından AB yurttasları arasında yapılan bir arastırma ile ortaya konulmustur. 

Çevre gazeteciliği, gelecekte de etkisini sürdürecek bir gazetecilik alanı olmasına rağmen dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de katetmesi gereken uzun bir yolun önünde bulunmaktadır. Kitle medyası örgütünün içsel ve dıssal bağımlılıklarına rağmen ekolojik problemler, küresel politik gündemde giderek daha önemli ve kapsamlı bir yere sahip olmaktadır. Dünyanın pek çok ülkesinde çevre bilinci giderek gelismekte ve güçlenmektedir. 

Yeni bir yasam ve tüketim tarzına yol açan çevre bilinci, yesil gazetecilik kavrayısı ile güçlenmektedir. Bununla birlikte duygu yüklü ve felaket odaklı perspektifin bir yana bırakılarak, ekolojik konuların politik, ekonomik ve toplumsal bağlamıyla kavranması ve problem bağlantılarının ve karsılıklı bağımlılıkların gösterilerek, çözüm odaklı ve etkili ve koruyucu bir gazetecilik anlayısının gelistirilmesi kolay değildir. 

Bu çerçevede; çalısmanın varsayımında öngörüldüğü gibi doğal enerji kaynaklarının kullanımı, ekolojik problemler ve çevre güvenliğine iliskin enformasyon üretim sürecinde politika, ekonomi ve kitle medyası alanları arasındaki etkilesime dayalı karmasık iliskilerin yanında kitle medyası örgütünün içsel dinamikleri ve enformasyon üretim esaslarına dayalı amaç ve kurallarının, çevre gazetecisinin enformasyon üretim sürecine etki ettiği ve eylemlerini sınırlandırdığı belirlenmektedir. Bununla birlikte çevre gazetecisi, tamamen 
politika ve ekonomi alanlarının ve çalıstığı kitle medyası örgütünün etki ve yönlendirmeleri altında kalmamaktadır. Toplumsal, politik ve ekonomik yapıya ve çalıstığı kitle medyası örgütünün enformasyon üretim sürecine sınırlı da olsa etki etme yetkinliği ve potansiyeli bulunmaktadır. Yapı, aktör eylemlerini ne kadar sınırlandırsa da aktör ve eylemlerinin, yapıya etki etme ve onu biçimlendirme potansiyeli ve yetkinliğinin de bulunduğu göz ardı edilmemelidir. 

DİPNOTLAR;

1 Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi İletisim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü 
2 Dönüslü Modernlesme Teorisine iliskin ayrıntılı bilgi için bkz. Ulrich Beck, Die Erfindung des Politischen. Zueiner Theorie reflexiver Modernisierung. Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main, 1993.
3 Ulrich Beck Beck, Risikogesellschaft. Auf dem Weg in eine andere Moderne. Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main, 1986.
4 Anthony Giddens, Sosyoloji. Ayraç Yayınevi, Ankara, 2000; Anthony Giddens, Sosyolojik Yöntemin YeniKuralları. Yorumcu Sosyolojinin Pozitif Elestirisi. Çeviren: Ümit Tatlıcan ve Bekir Balkız. ParadigmaYayıncılık, İstanbul, 2003; Anthony Giddens, Sosyal Teorinin Temel Problemleri. Sosyal Analizde Eylem, Yapıve Çeliski. Çeviren: Ümit Tatlıcan. Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2005; Anthony Giddens, ModernliğinSonuçları. Çeviren: Esra Kusdil. Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2010a; Anthony Giddens, Modernite ve BireyselKimlik. Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum. Çeviren: Ümit Tatlıcan. Say Yayınları, İstanbul, 2010b.
5 Beatrice Dernbach, Die Vielfalt Des Fachjournalismus: Eine Systematische Einführung. VS Verlag fürSozialwissenschaften, Wiesbaden, 2010; Heinz Bonfadelli, “Nachhaltigkeit als Herausforderung für Medien und
Journalismus”. Ruth Kaufmann; Paul Burger; Martine Stoffel (der.). Nachhaltigkeitsforschung – Perspektivender Sozial- und Geisteswissenschaften. Schweizerische Akademie der Geistes- und Sozialwissenschaften, Bern,
2007; Winfried Schulz, “Umweltbewusstsein durch Mediennutzung. Eine Analyse von Medieneinflüssen auf Umweltbesorgnis und Umweltverhalten”. Armin Adam; Franz Kohout; Kurt-Peter Merk; Hans-Martin Schönherr-Mann (der.). Perspektiven der Politischen Ökologie. Festschrift für Peter Cornelius Mayer-Tasch. Königshausen & Neumann, Würzburg, 2003; Alexander Görke, Risikojournalismus und Risikogesellschaft. Westdeutscher Verlag, Opladen, 1999.
6 Siegfried Quandt, Wissenschaftsjournalismus oder Fachjournalismus? UVK Verlag, Konstanz, 2010; Jürg Niederhauser, Wissenschaftssprache und populaerwissenschaftliche Vermittlung. Günter Narr Verlag, Tübingen,
1999; Michael Haller, “Wie wissenschaftlich ist Wissenschaftsjournalismus? Zum Problem wissenschaftsbezogener Arbeitsmethoden im tagesaktuellen Journalismus”. Maximillian Gottschlich ve Wolfgang R. Langenbucher (der.). Publizistik – und Kommunikationswissenschaft. Ein Textbuch zur Einführung.
Wilhelm Braumüller Universitaets-Verlagsbuchhandlung, Wien, 1997.
7 Günther Bentele; Hans B. Brosius; Otfried Jarren, Lexikon Kommunikations-und Medienwissenschaft. Springer VS, Wiesbaden, 2013,s.304; Niklas Luhmann, Soziologie des Riskos. de Gruyter, Berlin / New York,199 s.21 v.d.
8 Alexander Görke, “Risikokommunikation”. Siegfried Weischenberg; Hans J. Kleinstuber; Bernhard Pörksen (der.). Handbuch Journalismus. UVK Verlag, Konstanz, 2005, s.411.
9 Anthony Giddens, age.2005,s 212 v.d.; Anthony Giddens, age. 2003, s.144.
10 Doğa, tanımlanması güç bir kavramdır ve kavramın kesin bir açıklaması ve tasarımı yapılamamaktadır.
Latince kökenli natur ya da natura kavramı, nasci’den türemistir ve Grekçe sözcük physis ile aynı anlama gelerek, doğmak ya da olusmak anlamını içermektedir. Physis sözcüğü Yunan felsefesinde, kendiliğinden, insanın etkisi olmadan olusan her seyi ifade etmektedir. Doğa kavramı, farklı bilim dalları tarafından farklı açıklanmakta ve açıklanmasında bir uzlasma bulunmamaktadır. Bilimin doğaya yaklasımı, sanat ve toplumsal pratiklerden farklı olmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Jörg Zimmermann, Das Naturbild des Menschen. Fink-
Verlag, München, 1982,s. 8.
11 Mezopotamya Uygarlıklarından Sümer Uygarlığı, evrenin güçleri ve toprağın verimliliği karsısında insanın saygısına ve sorumluluğuna odaklanmıstır. Bu, doğa karsısında insanın soru sormasını ifade etmekte ve doğada yerini belirleme çabalarına isaret etmektedir Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, Düsünce Tarihi. Gerçekçi Düsüncenin Kaynakları. Cilt I. Bulut Yayınları, İstanbul, 2000, s.64; Harriet Crawford, Sümer ve Sümerler. Çeviren: Nihal Uzan. Arkadas Yayınevi, Ankara, 2010.
12 Mısır Uygarlığı tarihinin ise, insanın ve doğanın etkilesiminden; insanların doğa üzerinde, doğanın insanlar üzerinde bıraktığı derin etkilerin izlerinden olustuğu görülmektedir. Yasadıkları çevreyi iyi gözlemleyen Mısırlılar, ülkeyi farklı bölgelere ayıran Nil Nehri ile coğrafi ve kültürel gelisimlerinin sınırlarını çizmislerdir.
Günesin doğusu ve batısı, yıllık su baskınları, yerli hayvan varlığı ve bitki örtüsü ile çöller, delta ve vadi arasındaki karsıtlık, Mısır mitolojisine ve inançlarına etki etmistir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Douglas J.Brewer ve Emily Teeter, Mısır ve Mısırlılar. Çeviren: Nihal Uzan. Arkadas Yayınevi, Ankara, 2011. s. 31.
13 Platon (M.Ö.428-M.Ö.348), felsefe tarihinde düsüncenin ilk büyük dizgeci atılımını ortaya koymustur. Dizgeci bir kavrayıs içinde bilgi sorunlarından, estetiğin sorunlarına, ahlak sorunlarından devlet sorunlarına kadar pek çok sorunu irdelemistir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age. 2000.
14 Aristoteles, M.Ö.384-322 tarihleri arasında, Antik Yunan’da yasamıstır. Felsefeyi kavram askınlığından, gözlem ve deneyim zeminine ve eyleme tasıyan düsünürdür. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kaan Ökten, Aristoteles. Say Yayınları, İstanbul. 2007.
15 Gregor Schiemann, Was ist Natur? Klasische Texte zur Naturphilosophie. Deutscher Taschenbuch Verlag, München, 1996,s.19 v.d. 
16 Augustine (M.S.354-430 ) Kuzey Afrika’da dünyaya gelmistir. Felsefeyle, teolojiyi sentezlemeye çalısmıstır. 
17 Gunnar Skirbekk ve Nilse Gilje, Felsefe Tarihi. Antik Yunan’dan Modern Döneme. Çeviren: Emrak Akbas ve Sule Mutlu. Üniversite Kitabevi, İstanbul, 2004, s.157. 
18 Ayrıntılı bilgi için bkz. Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı. Çeviren: Nilüfer Kuyas. Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2014. 
19 Niclas Copernicus (1473-1543), yerin devingen günesle ve devingen gezegenlerle çevrelenmis sabit bir  merkez olmadığını bildirmistir. Gök cisimlerinin dönmesi üzerine çalısan Copernicus, kendi ve günesin 
çevresinde dönen gezegenimizin, diğer gezegenler gibi olduğunu ve evrende bir ayrıcalığı bulunmadığını  söylemis ve dünyaya ve doğaya bakıs açısının değisiminde önemli bir rol oynamıstır Ayrıntılı bilgi için bkz. 
Afsar Timuçin, Düsünce Tarihi. Gerçekçi Düsüncenin Gelisimi. Cilt II. Bulut Yayınları, İstanbul, 2002. 
20 Gökbilimci Giordano Bruno (1548-1600), Copernicus’un düsüncelerini gelistirmis, doğayı bir ‘monas monadum’ ve ‘maximum’ olarak kavramıstır. Hem her sey doğadadır, hem de ondan gelmektedir. Evrenin sonsuz, yıldızların sayısız olduğunu düsünmüs; evreni, biçimle maddenin iç içe olduğu bir ortam olarak 
açıklamıstır. Maddenin sürekli biçim değistirdiğini ancak kaybolmadığını söylemis ve sonsuz evreni Tanrı olarak kavramıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Paola Rossi, Modern Bilimin Doğusu. Çeviren: Nesenur Domaniç. LİTERATÜR Yayınları, İstanbul, 2009. 
21 Francis Bacon (1561-1626) ise, doğaya egemen olmak için tüm doğa olaylarını incelemek ve olabildiğince çok deney yapmak gerektiğini düsünmüstür. Dnsan, doğaya egemen olmak için onu tanımalıdır. Doğanın kölesi ve yorumlayıcısı olan insan, doğanın yasalarıyla ilgili deneysel ve ussal bulusları ölçüsünde eylemde bulunabilir ve kavrayıcı olabilir; bunun dısında hiçbir sey bilemez ve yapamaz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age. 
2002,s. 126 v.d. 
22 Modern fiziğin kurucusu ve bilimsel devrimin öncü bilim insanlarından Galileo Galilei (1564-1642), Aristocu evrenin yapı bozumunu ve teolojik doğa görüsünün çözülüsünü gerçeklestirmistir. Bu, hiyerarsik ve sınırlı 
evrenin açık ve sınırsız bir evrenle yer değistirmesi anlamına gelmistir. Doğa yasalarının, evrenin her yerinde geçerli olduğunu düsünmüs ve gündelik yasamın doğal tavrının yerini, metodolojik bir yaklasıma bırakmasının 
yolunu açmıstır. Fizik biliminin tarihsel gelisimine ana biçimini kazandıran Galilei, doğanın özünü rakamlar olarak kavrayarak, doğanın matematiksel analizini gerçeklestirmistir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Gunnar Skirbekk ve Nilse Gilje, age. s. 218; Hüseyin G. Topdemir ve Seval Yinilmez, Galileo. Dünyayı Döndüren Adam. Say Yayınları, İstanbul, 2009. 
23 Johannes Kepler (1571-1630), göksel alanların nitelik olarak dünyadan farklı olduğu fikrine karsı çıkarak, gezegenlerin yörüngelerinin mekanik açıklamalarını yapmaya çalısmıstır. Dünyanın ve doğanın kavranısına farklı bir perspektif sunmus; gezegenlerin hareketinin matematiksel yasalarının derin bir metafiziksel boyutta gizli olduğunu ileri sürmüstür. Tanrının bir matematikçi olduğunu düsünerek, matematiksel formların duyuların tahrife açık dünyasına üstün olduğunu savunmustur. Ayrıntılı bilgi için Gunnar Skirbekk ve Nilse Gilje, age. s. 
212. Kepler’in ortaya koyduğu yasalar, ancak Newton’un bu yasalardan yararlanma yolunu bulması ile bilimsel olarak değerlendirilmis ve 1660’da astronomlar tarafından kabul görmüstür. 
24 Rene Descartes (1596-1650), özne ve nesne kavramlarının ayrımını ortaya koymus ve yalnızca insanın bir ruha sahip olduğunu ve diğer tüm yaratıklar ve seylerin onun karsısında olduğunu düsünmüs; dısarıda duran ve 
bilen öznenin karsısına nesnel olarak betimlenilebilen doğayı yerlestirmistir. Tüm doğa olaylarını mekaniğin ve geometrinin yasalarıyla analiz etmeye çalısmıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age. 2002,s.143 v.d. 
25 Doğanın statik ve tüm doğal süreçlerin, tersine çevrilebilir olduğunu düsünen ve gökbilim alanında önemli kesifler yapan Isaac Newton (1642-1727), bilim alanını, felsefe alanından ayırmıstır. Fizik ve matematik bilimleri, mekanik nedenleri, felsefe ise, etkinlik nedenlerini incelemektedir. Felsefenin alanı, doğa olaylarının ve yasalarının açıklanmasıdır. Doğa olaylarının açıklamasının merkezine ise, Tanrı’yı yerlestirmesi nedeniyle Platon’un düsünceleri ile Hıristiyanlık arasında bir sentez olusturmaya çalısmıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age. 2002,s.247; Gregor Schiemann, age.s.29 v.d. 
26 Immanuel Kant (1724-1804), usun doğal düzeyde belirlenmis olduğu önermesini gelistirmistir. Doğanın hiçbir seyi bosuna yapmadığını savunmus ve bu ereklilik içinde doğanın insanı usla donattığını ve insana bu usun 
üzerinden isteme özgürlüğü verdiğini ve insanı toplumsal kıldığını düsünmüstür. İnsan uzlasmayı ister ama insan türü için neyin iyi olduğunu doğa daha iyi bilir ve uzlasmazlık ister. Doğanın insan için hukukun evrensel bir 
biçimde egemen olduğu sivil toplum kurma problemi vardır. Bu çerçevede insan türünün tarihini, büyük ölçüde doğanın gizli bir tasarısının gerçeklesmesi olarak kavramak gerekmektedir. Bu tasarı iç ve dıs düzeyde yetkin bir siyasal kurum olusturma tasarısıdır. Doğa, evrensel bir tarih ortaya koyabilmek için insan türünde bütünsel siyasal birliği amaçlamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age.2002,s.327 v.d. 
27 Thomas Hobbes (1588-1679), doğa durumunun kaynakları, karakteri ve konumu üzerine incelemeler yapmıstır. Doğanın insanları düsünsel ve bedensel olarak esit yarattığını ileri sürerek, doğa durumunu, insanlara düzeni zorla kabul ettirmek üzere egemen bir iktidarın bulunmadığı bir kosul olarak belirlemis ve doğal haklar ve doğa kanunlarının ancak bireyin benlikçi doğası ile açıklana bildiğini düsünmüstür. Doğal haklardaki normlar; maddi kosullar, içgüdüler ve aydınlanmıs öz-çıkarlar tarafından belirlenmektedir. Buna karsılık doğal bilgi 
üzerine kurulu olan doğa yasaları, barısı ve barısı elde etmek için yapılması gereken sözlesmeyi ve ona bağlı kalınmasını içermektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Thomas Hobbes, Yurttaslık Felsefesinin Temelleri. Çeviren: Deniz Zarakolu. Belge Yayınları, İstanbul, 2007. 
28 John Locke (1632-1704), doğal yasamı bir kaos ortamı olarak değil, bireylerin sınırsız özgürlüğe sahip ve esit oldukları bir yasam biçimi olarak kabul etmektedir. Doğa durumu, insanlar arasında esitlik durumudur. 
İnsanların özgür olduklarını ancak bu özgürlüğün doğal yasayla sınırlan dırılabildiği ni düsünmekte ve özgürlüğünen iyi, en yararlı ve zararsız bir biçimde kullanılması gerektiğini söylemektedir. Birey, toplumda etkin bir 
varlıktır ve kendi ve toplumun yazgısını kendisi tartısmakta ve belirlemektedir. Doğal yasa yani akıl, tüm insanların özgür ve esit oldukları bir yerde, herkesin birbirinin hayatına, özgürlüğüne ve malına saygılı olmayı emretmektedir. Bir nesneye sahip olan, onu üreten kisidir. Nesnenin değeri, ise göre belirlenmekte dir; doğa ise, yalnızca metayı ortaya koymakta bunun dısında bir değere sahip olmamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. John Locke, Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler. Çeviren: İsmail Çetin. Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999. 
29 Jean Jacques Rousseau (1712-1778), Aydınlanmanın elestirisini yapmıs ve medeni doğan insanın köle olarak ölmesine dikkat çekerek, “Doğaya Dönüs” sloganıyla doğal ve özgür olmayan insanın durumunu ortaya koymus 
ve uygarlasmanın olumsuz etkilerini göstermek istemistir. Rousseau, insanların doğal durumunu fiziksel ve ahlaksal açıdan belirlemeye çalısmıs ve esitsizliği ve bağımlılığın maddi, toplumsal ve psikolojik nedenlerini incelemistir. Rousseau, Toplum Sözlesmesi fikri ile siyasal iktidarların insanlar üzerindeki otoritesini rasyonel bir temele dayandırmaya çalısmıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözlesmesi. Çeviren: Ali Timuçin. Bulut Yayınları, İstanbul,2007. 
30 Charles Darwin’in (1809-1882), canlıların gelisim sürecini ve doğal seleksiyonu irdeleyen evrim teorisi, doğanın ve canlıların farklı bir esasta kavranmasını beraberinde getirmistir. Bu teori, varolmak için canlıların 
edilgen ve teolojik bir gelisiminden yola çıkmamıstır ve doğaya karsı özel olarak konumlandırılan insanın diğer canlı türleri ile akrabalığına isaret ederek, onun o zaman kadar ayrıcalıklı olarak belirlenmis merkez konumu 
ortadan kaldırıp, doğallastırmıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Charles Darwin, Türlerin Kökeni. Çeviren: Orhan Tuncay. Gün Yayıncılık, İstanbul, 2003. 
31 Karl Marx (1818-1883), kapital sahiplerinin burjuva toplumunda sömürüsüne dikkat çekmekte ve endüstrilesme nedeniyle doğanın üretim aracı ve tüketim 
nesnesi haline geldiğini söylemektedir. Endüstri toplumuna geçis ile birlikte insanın doğa üzerinde egemenliği artmakta; bilimsellesme ve tekniklesme nedeniyle insan kendisi, doğaya karsı bir doğal güç haline gelmektedir. Doğaya karsı müdahaleler giderek ağırlaşmakta ve örgütlü yapılmaktadır. Komünizm, doğa ile toplum arasındaki karsıtlığı ortadan kaldıracaktır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Karl Marx, Nationalökonomie und Philosophie. Sammlung der Pariser Manuskripte. Erich Thier (der.). G.Kiepenheuer Verlag, Köln / Berlin,1950. 
32 Jürgen Scheffran, “Energiekonflikte, Klimawandel und nachhaltige Entwicklung”. Peter Imbusch ve Ralf Zoll (der.). Friedens-und Konfliktforschung. VS Verlag für Sozialwissenschaften, Wiesbaden, 2010,s. 337. 
33 Edward Teller, Energie für ein neues Jahrtausend. Ullstein, Frankfurt am Main,1981, s.71-72 v.d. 
34 Enerji kaynakları; tükenebilir enerji kaynakları ve yenilenebilir enerji kaynakları olarak ayrımlanmaktadır. 
Tükenebilir enerji kaynakları, kullanılan ancak kısa zaman içinde yeniden olusmayan enerji kaynaklarıdır. Fosil yakıtlardan olusan bu enerji kaynakları içinde doğal gaz, kömür ve petrol önemli bir yer almaktadır. 
Yenilenebilir enerji kaynakları ise, sürekli ve kısa sürede tekrar kullanılabilen enerji kaynaklarıdır. Yenilenebilir enerji kaynakları; biokütle, bitki artıkları, günes, hidro, jeotermal, rüzgar, gel-git, dalga ve okyanus enerji 
kaynaklarıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Peter R. Sieferle, “Energie”. Franz Josef ve Thomas Rommelspracher (der.). Besiegte Natur. Geschichte der Natur im 19. Und 20.Jahrhundert. C.H.Beck Verlag, München,1987. s. 201 v.d. 
35 Jürgen Scheffran, age. s.334-335. 
36 Wolfgang Fischer ve Erwin Haeckel, Internationale Energieversorgung und politische Zukunftssicherung. Das europaeische Energiesystem nach der Jahrtausendwende: Aussenpolitik, Wirtschaft, Ökologie. R.Oldenbourg  Verlag, München, 1987,s.12. 
37 Jürgen Scheffran, age. s.334 v.d.; s.339. 
38 Wolfgang Fischer ve Erwin Haeckel, age. ,s.279-280. 
39 Heinz Pürer ve Johannes Raabe, Presse in Deutschland. UVK-Verlag, Konstanz,2007,s. 69 v.d.. 
40 Siegfried Quandt, age. s.16.v.d. 
41 1978 yılında “Amoco Cadiz” adlı petrol tankeri, Fransız sahillerinde batmıs ve Fransız kuzey-batı sahillerinde önemli çevresel kirliliğe yol açmıstır. 
42 Önemli enerji reaktörleri kazaları arasında; 1979 yılında Amerika Birlesik Devletlerinde, Harrisburg Atom Reaktöründe meydana gelen kaza, 1986 yılında Sovyetler Birliği’nde Çernobil Nükleer Reaktörü kazası ve 2011 yılında Japonya’da Fukushima Nükleer Santrali kazası belirtilebilir. 
43 Beatrice Dernbach, “Das Thema Umwelt in der lokalen Publizistik”. Beatrice Dernbach ve Harald Heuer (der.). Umweltberichtersattung im Lokalen. Westdeutscher Verlag, Wiesbaden, 2000, s. 20 v.d. 
44 Almanya’da çevre konularına ağırlık veren yayınlar arasında sunlar belirtilebilir: “Das neue Bild der Erde”, 1976 yılından bu yana Avrupa çapında onyedi farklı dilde basılmaktadır. Çevre konularına iliskin kapsamlı 
röportajlara ve fotoğraflara yer vermektedir. Çevre odaklı habercilik yapan diğer yayınlar arasında, 1980 yılında yayına baslayan Umwelt Magazin ile 1985 yılında yayın hayatına baslayan Öko Test belirtilebilir. Umwelt Magazin, pek çok alana yönelik uzmanlık bilgilerine yer vermekle birlikte ağırlıklı olarak çevre gazeteciliğine odaklanmaktadır. Umwelt Magazin gibi Öko Test’de de çevre problemlerine iliskin çözüm önerileri formüle etmeye çalısmakta özellikle de gündelik yasama iliskin önerilere yer vermektedir. Greenpeace Magazin ise, 
Greenpace Örgütüyle aynı adı tasımakla birlikte bu çevre örgütüyle bağlantısı olmayan ve iki ayda bir yayınlanan bir dergidir. Etik ve sosyal açıdan çevre korunmasına odaklanmakta ve belirgin çevreci tüketici tipi önermektedir. Reklam almayan bu dergi, yalnızca tirajları ile finanse edilmektedir. Televizyon kanalları arasında; ARD’de, çevre ve doğa sloganı baslığı altında çesitli bölgesel programlar üretilmekte ve genellikle bir konuya odaklı programlar yapılmaktadır. “360° – Geo-Reportage”, baslıklı magazin, Alman ve Fransız ortak kültür kanalı ARTE tarafından yayınlanmaktadır. Radyo kurulusları arasında ise, çevre gazeteciliği, Deutschlandradio’da kapsamlı olarak islenmektedir. Bu radyonun yayınlarında, çevre ve tüketiciye odaklı ve tarım ve çevre politikasına yönelik programlar yer almaktadır. Online ortamda ise; Euroreporter bloğu, çevre 
konusunda önemli enformasyonlara yer vermektedir. Bu, Avrupa Çevre Gazeteciliğine odaklı bir magazindir. Arastırma içeren genis ve kapsamlı bir arsivi vardır. Earth Journalism Network (www.earthjournalism.net), 
uluslararası NGO Internews tarafından kurulan ve sürdürülen bir ağdır. Bu ağda, çevre gazetecileri için dünya çapında ağlar ve mesleki gelisme programları sunulmakta ve enformasyon elde etme konusunda yardım 
sağlanmaktadır. www.euroreporter.de, Avrupa Çevre Gazeteciliği için magazinel enformasyon sunmaktadır. 
Öğrenme materyallerine yer vermekte ve arastırma için yardım sağlamaktadır. Bu sitede, çevre gazeteciliğine iliskin makaleler yer almakta, çevre koruma projelerine ve seminerlere iliskin enformasyon iletilmektedir. Bunun 
yanında de.green.wikia.com/wiki/Zeitschriften sitesi, düzenli basılan ve sadece ya da ağırlıklı olarak çevre konularına yer veren dergilere iliskin bilgiler sunmaktadır. Bu siteden gazete, dergi, televizyon ve radyo yayınlarına ve İngilizce dergilere erisilebilmektedir. www.klimaretter.info sitesi, çevre, iklim ve enerji kaynakları, politika, protestolar, ekonomi, mobilite, arastırma, çevre ve yasama iliskin köse yazılarına yer vermektedir. www.medien-doktor.de/umwelt sitesi, Dortmund Teknik Üniversitesi Bilim Gazeteciliği Anabilim Dalının projelerine açılan bir linktir ve farklı medyada yer alan çevre haberlerini vermektedir. www.utopia.de sitesi, sürdürülebilir, koruyucu ve etkili gazetecilik yapmakta ve beslenme, enerji, mobilite, çocuk ve aile konularına, tüketim önerilerine, forumlara ve farklı firma profillerine yer ayırmaktadır. www.green.wiwo.de sitesi ise, yesil ekonomi portalıdır; güncel haberleri, analizleri, arastırmaları ve yesil ekonomiye iliskin olumlu uygulamaları iletmektedir. Yenilenebilir enerji ve gelecekteki mobiliteye iliskin gelismeleri aktarmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. https://www.dfjv.de/ressorts/umweltjournalismus/berichterstattungsgegenstaende. 20.09.2014. 
45 Ayrıntılı bilgi için bkz. Dernbach, age.,2010:229 .v.d. 
46 Beatrice Dernbach, “Journalismus und Nachhaltigkeit. Oder: Ist Sustainability Development ein attraktives Thema?”. Gerd Michelsen ve Jasmin Godemann (der.). Handbuch Nachhaltigkeitskommunikation. Oekom 
Verlag, München, 2005, s. 182 v.d.; Walter Hömberg, “Umweltinformation – Umweltpolitik – Ökologie”. Journalistik. H. 4, 1983, s. 7 v.d. 
47 Beatrice Dernbach, age.2005, s. 184 v.d.; Beatrice Dernbach, Public Relations für Abfall. Ökologie als Thema öffentlicher Kommunikation. Springer VS Verlag, Opladen /Wiesbaden,1998,s.40 v.d. 
48 Winfried Göpfert ve Stephan Russ-Mohl, Wissenschafts-Journalismus. Ein Handbuch für Ausbildung und Praxis. EconVerlag, München, 2000, s.10-11. 
49 Marie-Luise Braun, “Umweltjournalismus”. Siegfried Quandt (der.). Fachjournalismus. Deutscher Fachjournalistenverband, Konstanz, 2010, s. 133 v.d.; Beatrice Dernbach, age.,1998,s.20 v.d. 
50 Çevre gazetecilerinin bir bölümü fen bilimleri alanında öğrenim görmüstür. Fen bilimi alanında öğrenim görmeyenler ise, bu bilim dallarında ek öğrenim süreçlerinden yararlanmaya çalısmaktadırlar. Çevre gazeteciliği için en önemli temel bilgiler, doğa bilimlerinde biyoloji, kimya ve fizik alanlarına aittir. Çevre bilimiyle ilgili diğer en önemli bilim dalları arasında jeoloji, deniz bilimleri, klimatoloji, botanik, ekoloji ve çevre kimyası yer almaktadır. Bu bölümlerde, karmasık verilerin bilgisayar aracılığıyla simülasyonla ortaya konulması ve istatistiki bilgilere yer verilmesi nedeniyle istatistik ve enformatik alanlarına da odaklanılmaktadır. Öğrenciler, çevre problemlerinin yarattığı etkilere ve çevre değisiminin sosyal yasam üzerindeki belirtilerine iliskin bilgi edinmektedirler. Bununla birlikte çevre gazetecisi olmak için bu alanlarda öğrenim görmek gerekmemekte ancak bilim alanlarının temel bilgilerine sahip olmak gerekmekte dir. Çevre gazetecileri, kendilerini gelistirmek için bu alanların temel bilgilerini içeren kitaplardan yararlanmaktadırlar. Temel bilgilerin eksik olması halinde bütünsel bir ekolojik bakıs açısına sahip olunamamakta, konuları kapsamlı olarak anlamak zorlasmakta, önemli sorular sorulamamakta ve görüsülen haber kaynağı veya aktörünün yanlıs yönlendirmelerine karsı durulamamaktadır. 
Bu çerçevede çevre gazeteciliği alanında öğrenim süreçlerinin gerçeklestirilmesi önem kazanmaktadır. 
Almanya’da 1990’lı yılların basından itibaren Bremen Üniversitesi gibi bazı üniversitelerde, çevre bilimi alanında disiplinlerarası öğrenim süreci baslatılmıs tır. Arastırmalarda, insanların kisisel çevrelerinin yanında insan davranıslarının çevreye etkilerine odaklanılmaktadır. Bonn-Rhein-Sieg, Meslek Yüksek Okulu ’nun Teknik Gazetecilik Bölümünde, öğrencilere ağırlıklı olarak çevre gazeteciliği okutulmaktadır. Ansbach Meslek Yüksekokulu’nda da Çevre Gazeteciliği bölümünün kurulması planlanmaktadır. Darmstaedter Yüksekokulu’nda, Online Gazetecilik ve Bilim Gazeteciliği alanlarında öğrenim gören öğrencilere çevre gazeteciliği seminerleri verilmektedir. 2013 yılında ise, çevre konularına iliskin arastırma konuları, online olarak da öğrenim sürecine dahil edilmistir. Ayrıca gazeteci ve gazeteci adayları, çevre konularına odaklı kurs ve seminerler  alabilmektedirler. Friedrich-Ebert Vakfı, Gazetecilik Akademisi’nde, çevre gazeteciliği seminerlerine yer vermektedir. Lüneburg Üniversitesi ise, sürdürülebilir, koruyucu ve etkili gazetecilik alanlarına yönelik sertifika programı düzenlemektedir. Bu programın amacı, gazetecilik öğrenim sürecine yönelik bir tamamlamanın gerçeklestirilmesi dir. Dortmund Teknik Üniversitesi ise, Medya-Doktoru programı ile bu doğrultu da çalısmalar yapmaktadır. Medya-Doktoru, gazeteciler tarafından olusturulan bir platformdur ve farklı alanlardan verilerin değerlendirilmesini öngörmektedir. 2010 yılında tıp gazeteciliği alanında bir program baslatılmıstır. 2013 yılından bu yana ise, Çevre Gazeteciliği için Medya-Doktoru programı sürdürülmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. 
https://www.dfjv.de/ressorts/umweltjournalismus/berichterstattungsgegenstaende. 20.09.2014. 
51 Ayrıntılı bilgi için bkz. Füsun Alver, Gazetecilik Bilimi ve Kuramları. Gazetecilik Kuram Tasarımlarını Türkiye’deki Gazetecilik Sistemi ve Uygulamalarıyla Sınama Denemesi. Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2011, s.375 v.d. 
52 Otfried Jarren; Werner Meier, “Ökonomisierung und Kommerzialisierung von Medien und Mediensystemen, einleitende Bemerkung zu einer (notwendigen) Debatte”. Ottfried Jarren ve Werner Meier (der.). Ökonomisierung der Medienindustrie: Ursachen, Formen und Folgen. Themenheft Medien & 
Kommunikationswissenschaft. Nomos, Baden-Baden, 2001,s. 145 v.d. 
53 Vinzens Wyss; Karin Pühringer; Werner Meier, “Journalismusforschung”. Heinz Bofadelli; Ottfried Jarren; Gabrielle Siegert (der.). Einführung in die Publizistikwissenschaft. Haupt Verlag, Bern, Stuttgart, Wien, 2005,s. 316-317. 
54 Winfried Schulz, age. s. 249 v.d. 
55 Wolfgang Fischer ve Erwin Haeckel, age, s.279. 
56 Beatrice Dernbach, age. 2010; 2005; 2000; Braun, age.2010; Bonfadelli, age.2007; Schulz, age. 2003; Görke,age.1999; Haller,age.1997;Gottschlich, age.1985; Hömberg,age. 1983. 
57 Klaus Meier, Ressort, Sparte, Team. UVK Verlag, Konstanz, 2002,s.11 v.d.. 
58 Winfried Schulz, age. s. 249 v.d. 


KAYNAKÇA 

Afsar Timuçin, Düsünce Tarihi. Gerçekçi Düsüncenin Gelisimi, Istanbul, Bulut Yayınları, 2002. 
Afsar Timuçin, Düsünce Tarihi. Gerçekçi Düsüncenin Kaynakları, Istanbul, Bulut Yayınları, 2000. 
Alexander Görke, “Risikokommunikation”, Siegfried Weischenberg et al. (eds.), Handbuch Journalismus, Konstanz, UVK Verlag, 2005,p. 411-415. 
Alexander Görke, Risikojournalismus und Risikogesellschaft, Opladen, Westdeutscher Verlag, 1999. 
Anthony Giddens, Modernite ve Bireysel Kimlik. Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum, trans. Ümit Tatlıcan, Istanbul, Say Yayınları, 2010b. 
Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, trans. Esra Kusdil. Istanbul, Ayrıntı Yayınları, 2010a. 
Anthony Giddens, Sosyal Teorinin Temel Problemleri. Sosyal Analizde Eylem, Yapı ve Çeliski, trans. Ümit Tatlıcan. Istanbul, Paradigma Yayıncılık, 2005. 
Anthony Giddens, Sosyoloji, Ankara, Ayraç Yayınevi, 2000. 
Anthony Giddens, Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları. Yorumcu Sosyolojinin Pozitif Elestirisi, trans. Ümit Tatlıcan and Bekir Balkız. Istanbul, Paradigma Yayıncılık, 2003. 
Beatrice Dernbach, “Das Thema Umwelt in der lokalen Publizistik”, Beatrice Dernbach and Harald Heuer (eds.), Umweltberichtersattung im Lokalen. Wiesbaden, 
Westdeutscher Verlag, 2000,p. 20 -40. 
Beatrice Dernbach, “Journalismus und Nachhaltigkeit. Oder: Ist Sustainability Development ein attraktives Thema?”, Gerd Michelsen and Jasmin Godemann (eds.), 
Handbuch Nachhaltigkeitskommunikation, München, Oekom Verlag, 2005, p.182-191. 
Beatrice Dernbach, Die Vielfalt Des Fachjournalismus: Eine Systematische Einführung, Wiesbaden, VS Verlag für Sozialwissenschaften, 2010. 
Beatrice Dernbach, Public Relations für Abfall. Ökologie als Thema öffentlicher Kommunikation, Opladen / Wiesbaden, Springer VS Verlag, 1998. 
Charles Darwin, Türlerin Kökeni, trans. Orhan Tuncay, Istanbul, Gün Yayıncılık, 2003. 
Douglas J. Brewer and Emily Teeter, Mısır ve Mısırlılar, trans. Nihal Uzan, Ankara, Arkadas Yayınevi, 2011. 
Edward Teller, Energie für ein neues Jahrtausend, Frankfurt am Main, Ullstein,1981. 
Füsun Alver, Gazetecilik Bilimi ve Kuramları. Gazetecilik Kuram Tasarımlarını Türkiye’deki Gazetecilik Sistemi ve Uygulamalarıyla Sınama Denemesi, Istanbul, Kalkedon 
Yayınları, 2011. 
Gregor Schiemann, Was ist Natur? Klasische Texte zur Naturphilosophie, München, Deutscher Taschenbuch Verlag, 1996. 
Gunnar Skirbekk and Nilse Gilje, Felsefe Tarihi. Antik Yunan’dan Modern Döneme, transfer. Emrak Akbas and Sule Mutlu, Istanbul, Üniversite Kitabevi, 2004. 
Günther Bentele et al. Lexikon Kommunikations-und Medienwissenschaft, Wiesbaden, Springer VS, 2013. 
Harriet Crawford, Sümer ve Sümerler, trans. Nihal Uzan, Ankara, Arkadas Yayınevi, 2010. 
Heinz Bonfadelli, “Nachhaltigkeit als Herausforderung für Medien und Journalismus”, Ruth Kaufmann et al. (eds.), Nachhaltigkeitsforschung – Perspektiven der Sozial-und 
Geisteswissenschaften, Bern, Schweizerische Akademie der Geistes-und Sozialwissenschaften, 2007, p. 255-280. 
Heinz Pürer and Johannes Raabe, Presse in Deutschland, Konstanz, UVK-Verlag, 2007. 
https://www.dfjv.de/ressorts/umweltjournalismus/berichterstattungsgegenstaende. (Accessed 20 September 2014), p.3 
Hüseyin G. Topdemir and Seval Yinilmez, Galileo. Dünyayı Döndüren Adam, Istanbul, Say Yayınları, 2009. 
Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözlesmesi, trans. Ali Timuçin, Istanbul, Bulut Yayınları, 2007. 
John Locke, Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler, trans. Ismail Çetin, Istanbul, Paradigma Yayınları, 1999. 
Jörg Zimmermann, Das Naturbild des Menschen, München, Fink-Verlag, 1982. 
Jürg Niederhauser, Wissenschaftssprache und populaerwissenschaftliche Vermittlung, Tübingen, Günter Narr Verlag, 1999. 
Jürgen Scheffran, “Energiekonflikte, Klimawandel und nachhaltige Entwicklung”, Peter Imbusch and Ralf Zoll (eds.), Friedens-und Konfliktforschung, Wiesbaden, VS Verlag 
für Sozialwissenschaften, 2010,p. 333-354. 
Kaan Ökten, Aristoteles, Istanbul, Say Yayınları, 2007. 
Karl Marx, Nationalökonomie und Philosophie. Sammlung der Pariser Manuskripte, Erich Thier (eds.), Köln / Berlin, G.Kiepenheuer Verlag, 1950. 
Klaus Meier, Ressort, Sparte, Team, Konstanz, UVK Verlag, 2002. 
Marie-Luise Braun, “Umweltjournalismus”, Siegfried Quandt (eds.). Fachjournalismus, Konstanz, Deutscher Fachjournalistenverband, 2010, p. 133 -147. 
Michael Haller, “Wie wissenschaftlich ist Wissenschaftsjournalismus? Zum Problem wissenschaftsbezogener Arbeitsmethoden im tagesaktuellen Journalismus”, 
Maximillian Gottschlich and Wolfgang R. Langenbucher (eds.), Publizistik – und Kommunikationswissenschaft. Ein Textbuch zur Einführung, Wien, 
Wilhelm Braumüller Universitaets-Verlagsbuchhandlung, 1997, p.208-220. 
Niklas Luhmann, Soziologie des Risikos, Berlin / New York, de Gruyter, 1991. 
Otfried Jarren and Werner Meier, “Ökonomisierung und Kommerzialisierung von 
Medien und Mediensystemen, einleitende Bemerkung zu einer (notwendigen) Debatte”, 
Ottfried Jarren and Werner Meier (eds.), Ökonomisierung der Medienindustrie: Ursachen, 
Formen und Folgen. Themenheft Medien & Kommunikationswissenschaft, Baden-Baden, Nomos, 2001, p. 145-158. 
Paola Rossi, Modern Bilimin Doğusu, trans. Nesenur Domaniç, Istanbul, LITERATÜR Yayınları, 2009. 
Peter R. Sieferle, “Energie”, Franz Josef Brüggemeier and Thomas Rommelspracher (eds.), Besiegte Natur. Geschichte der Natur im 19. Und 20.Jahrhundert, München, 
C.H.Beck Verlag,1987, p. 20-41. 
Siegfried Quandt, Wissenschaftsjournalismus oder Fachjournalismus?, Konstanz, UVK Verlag, 2010. 
Thomas Hobbes, Yurttaslık Felsefesinin Temelleri, trans. Deniz Zarakolu, Istanbul, Belge Yayınları, 2007. 
Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, trans. Nilüfer Kuyas, Istanbul, Kırmızı Yayınları, 2014. 
Ulrich Beck, Die Erfindung des Politischen. Zu einer Theorie reflexiver Modernisierung, Frankfurt am Main, Suhrkamp Verlag, 1993. 
Ulrich Beck, Risikogesellschaft. Auf dem Weg in eine andere Moderne, Frankfurt am Main, Suhrkamp Verlag, 1986. 
Vinzens Wyss et al. “Journalismusforschung”, Heinz Bofadelli et al. (eds.), Einführung in die Publizistikwissenschaft, Bern / Stuttgart / Wien, Haupt Verlag, 2005,p. 
297-330. 
Walter Hömberg, “Umweltinformation – Umweltpolitik – Ökologie”. Journalistik, H. 4, 1983, p. 7 -20. 
Winfried Göpfert and Stephan Russ-Mohl, Wissenschafts-Journalismus. Ein Handbuch für Ausbildung und Praxis, München, EconVerlag, 2000. 
Winfried Schulz, “Umweltbewusstsein durch Mediennutzung. Eine Analyse von Medieneinflüssen auf Umweltbesorgnis und Umweltverhalten”, Armin Adam et al. (eds.), 
Perspektiven der Politischen Ökologie. Festschrift für Peter Cornelius Mayer-Tasch, 
Würzburg, Königshausen & Neumann, 2003, p. 249-269. 
Wolfgang Fischer and Erwin Haeckel, Internationale Energieversorgung und politische Zukunftssicherung. Das europaeische Energiesystem nach der Jahrtausendwende: 
Aussenpolitik, Wirtschaft, Ökologie, München, R.Oldenbourg Verlag, 1987. 

***