POLİTİKA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
POLİTİKA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2020 Perşembe

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYE YE YANSIMALARI BÖLÜM 1

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYE YE YANSIMALARI., BÖLÜM 1 


11 Eylül 2001’den itibaren ABD’nin küresel ve bölgesel politikasında meydana gelen farklılaşmalar ve buna bağlı olarak önce Afganistan’ın arkasından Irak’ın işgali ile gerek bölgesel politikada gerekse global politikada meydana gelen köklü değişiklikler çalışmamızın hazırlanmasında belirleyici motivasyon unsurları olmuştur. 

Çin ve Hindistan’la birlikte Ortadoğu, dünyanın en eski kültür ve uygarlık merkezlerinden biridir. Ortadoğu tarih boyunca birçok devletin hedef coğrafyası olmuştur. Bunun nedenleri ise; eski dünyanın tam orta yerinde olması, kavimler in geçiş bölgesinde bulunması, uygarlığa elverişli doğal yapısı ve bunun sonucu olan zenginliğidir. Bu anlamda Ortadoğu coğrafyasında yönetimler ve yöneticiler, dinler ve inananlar, toplumlar ve kültürler sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde olmuşlardır. 

Farklı siyasi ve dini akımlar beraberlerinde bölgeye farklı etnik, dini ve kültürel yapıları getirmişlerdir. Bu durum tarih boyunca hep devam etmiştir. Bugün de devam etmektedir. Değişim ve dönüşüm, tarihi ve toplumsal geçmişin bir birikimi olarak Orta doğu için adeta karakteristik bir özellik olmuştur. Çalışmamızın ana konusu olan Büyük Orta doğu Projesi (BOP) girişimi de bu 
bölge karakteristiği çerçevesinde değerlendirilebilir. 

ABD’nin Ortadoğu’ya olan ilgisi 1920’li yıllarda başlamıştır.1920’lerde Ortadoğu’da petrolün bulunması ile birlikte ABD petrol şirketleri çıkarılan petrolden pay alabilmek amacıyla bu bölgeye ilgi göstermeye başlamışlardır. Ancak ABD’nin bölgeye hem politik hem de askeri olarak asıl ilgisi II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. 

ABD, Truman Doktrini ile 1947’de Soğuk Savaş’ın kendisi için de başlamış olduğunu ilan etmiş ve Komünist tehlike karşısında özgür ulusları koruma kararlılığında olduğunu deklare etmiştir.1957’de Eisenhower Doktrini ile bunu bir adım ileri götürerek uluslararası komünizmin tehdidi ile karşı karşıya olan uluslara, istemeleri durumunda doğrudan askeri yardımda bulunabileceğini 
açıklamıştır. Ancak bu müdahaleci politikanın Vietnam’daki olumsuz sonuçları üzerine 1968’de işbaşına gelen Nixon’ın adıyla bilinen Nixon Doktrini ile bundan sonra bölgesel çatışmalarda Amerikan askeri kullanılmayacağını açıklanmıştır. 
Ancak Nixon Doktrini bağlamında izlenen politika bloklar arası ilişkilerde yumuşamayı ve beraberinde getirmişse de 1970’li yılların sonunda meydana gelen İran devrimi, Afganistan işgali, Nikaragua’da Somoza yönetiminin devrilmesi, Somali ve Güney Yemen’de Marksist rejimlerin işbaşına gelmesi, ABD’nin 1980’de Carter Doktrini adıyla müdahaleci politikaya yeniden geri dönmesine yol açmıştır. 

   Söz konusu politika öncelikle Orta Doğu için düşünülmüşken, Reagan ile beraber Amerikan çıkarlarının tehdit edildiği tüm bölgeleri kapsayacak şekilde genişletilmiştir. 1979 devrimi ve arkasından gündeme gelen rehine krizinin etkisiyle İran’la 1980’de yollarını ayıran Washington yönetimi, SSCB’nin yanı sıra bölgenin güvenliği ve kendi çıkarları için İran’ı da tehdit olarak görmeye başlamıştır. 1990’da SSCB’nin dağılmasına karşılık Irak’ın yeni bir tehdit unsuru olarak görülmesi üzerine Clinton yönetimi bu iki ülkeye karşı “çifte çevreleme” politikasını uygulamaya başlamıştır. 

Genel olarak, Soğuk Savaş süresince Orta Doğu, iki kutuplu dünya düzenin politikalarına uygun olarak kutuplar arasında güç mücadelesinin yapıldığı bir bölge olmuştur. 

Çalışmanın birinci bölümünde Soğuk Savaş sonrası dönem genel olarak değerlendirilmiş ve ABD’nin bu yeni dönemde izlediği dış politika incelenmiştir: II. dünya savaşı sonunda ABD ve SSCB iki yükselen yeni süper güç olarak ortaya çıkmış ve iki kutuplu bir dünya düzeni kurulmuştur. Bu yeni düzenin genel özelliklerine bakıldığında, dünya ülkeleri iki kampa ayrılmıştır: 

liberal demokratik ülkeler Batı bloğu ve Komünist ülkeler Doğu Bloğu olarak ortaya çıkmıştır. Bu iki kutupluluk, beraberinde farklı askeri ve ekonomik güç örgütlerini de getirmiştir. Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri askeri örgüt olarak NATO çatısı altında biraraya gelirken, Sovyetler Birliği ve onun etkisi altındaki Doğu Avrupa ülkeleri Varşova Paktı’nı kurmuşlardır. NATO ve Varşova paktlarının sahip oldukları nükleer güç nedeniyle her iki taraf da dünya düzenini değiştirmeye yönelik herhangi bir girişimde bulunmaktan kaçınmışlardır. Dehşet dengesi adı verilen bir sistematik içerisinde iki blok arasında yoğun düşmanlık 
yaşanmasına rağmen, sıcak bir çatışma gerçekleşmemiştir. 20.yüzyıla damgasını vuran bu kutupluluk ve Soğuk Savaş, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöktüğünün resmen açıklanmasıyla sona ermiştir. 1985 yılında Sovyetler Birliği’nde işbaşına gelen Gorbaçov’un, ülkenin ekonomik açıdan ilerlemesi için başlattığı Glasnost (açıklık) ve Perestroika (yeniden yapılanma) politikalarının 
kaçınılmaz sonucu olarak, önce ülke içindeki muhalefetin sesini yükseltmesi ve sonra da uydu ülkelerdeki (Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya) bağımsızlık girişimlerinin başarılı olması sonucu, 70 yıl boyunca süren sosyalist sistem ve dolayısıyla Sovyetler Birliği dağılmıştır. 1991 yılının Aralık ayında Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın “Bağımsız Devletler Topluluğu”nu kurduklarını deklare etmeleriyle birlikte Sovyetler Birliği tarihe karışmıştır. Uluslararası sistem, Sovyetler Birliğinin dağılması sürecinin sonunda başka bir görünüm kazanmıştır. 

20.yüzyılın son 10 yılında meydana gelen köklü değişiklikler ve gelişmeler, şimdiki duruma ve geleceğe yönelik birtakım kavramları da beraberinde getirmiştir. 

    Bu yeni dönemin en önemli özelliklerinden biri küreselleşmenin daha önce hiç olmadığı kadar hız kazanmış olmasıdır. Küreselleşme tüm sorunların ve çözümlerin bireysel boyutta etkilerinin birlikte yaşanmasına yol açmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde söz konusu olan bir güvenlik sorunu ya da bir toplumsal, siyasal ve ekonomik sorun, ilgili bölgeye veya ülkeye özgü kalmamakta, bundan tüm insanlık belli derecelerde ama bir şekilde etkilenmektedir. 

    Küreselleşme beraberinde açık toplum, demokrasi, insan hakları, liberalizm gibi kavramları evrensel değerler haline getirmiştir. 

Yeni dönemde tehdit algılamaları da değişmiştir. Soğuk savaş sonrası dönemin, Soğuk Savaş süresince varolan fakat iki kutuplu sistemin iç dinamiklerinden dolayı su yüzüne çıkmayan sayısız mikro problemin dünya toplumlarına ve siyaset tablosuna yerleşmesini de beraberinde getirdiği görülmektedir. 

Toplumlar arasındaki, Kültürel, tarihi, dini ve iktisadi kökenli ayrılıklar, çatışma potansiyelleri ile birlikte kendini göstermiştir. Ayrıca, terörizm başta olmak üzere kitle imha silahlarının yaygınlaşması, kitlesel göç hareketleri, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı, çevrenin korunması gibi konular küresel güvenlik sorunları olarak ortaya çıkmıştır. Biyolojik ve kimyasal silahların yayılması, sadece devletlerin değil, terör örgütlerinin de kolayca sahip olabilmesi olasılığı, tehdit ve caydırıcılık gibi kavramların anlamlarının yeniden tanımlanmasını beraberinde getirmiştir. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliğinin ortadan kalkmasının ardından ABD, dünya politikasına hâkim yegâne küresel güç olarak kalmıştır. Yani Sovyet Bloğu’nun çökmesiyle ABD bir anda global sistemin tek süper gücü haline gelmişti. Amerika bu dönemi “Yeni Dünya Düzeni” olarak görmüş ve ABD’nin düşlediği dünya sistemi ve sistemin onun egemenliğinde şekillenmesi talebinden hareketle, Pax Americana, yani “Amerikan Barışı” olarak isimlendirmiş tir. Yeni Dünya Düzeni, ABD’nin dünya üzerindeki askeri, siyasi, diplomatik, hukukî, teknolojik, iktisadi ve ticari üstünlüğünü içermekteydi. Kavramın hareket noktası, dünya üzerindeki tek süper güç olarak ABD’nin, dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir krize müdahale edebileceği ve ağırlığını koyabileceği iddiasına dayandırılmıştır. Yeni dünya düzeninde her şey, ABD’nin gözetiminde yürüyecektir ve bu düzeni bozmaya yönelik her harekete müdahale edilecekti. 

ABD, yeni dünya düzenini kendi istekleri çerçevesinde oluşturabilmek ve ortaya çıkan bu yeni tehditleri etkisiz hale getirebilmek amacıyla politikalar belirlemeye başlamıştır. Liberal Demokrasi, evrensel barış, İnsan haklarına saygı gibi kavramlar ABD’nin Yeni Dünya Düzeni’nde kullanabileceği kavramlar olmuştur. Yeni dünya düzeninin itici gücü olarak da küreselleşme ve oluşturduğu fırsatlar ön plana çıkmıştır. Bu nedenle Amerika küreselleşmenin önündeki engellerin kaldırılmasını bir ulusal güvenlik konusu olarak ilan etmiştir. 

    11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin Washington ve New York kentlerine yönelik terör saldırılarının ardından, kısaca asimetrik tehdit olarak adlandırılan ve uluslararası sistemde terörist gruplar gibi küçük aktörlerin büyük güçlere ağır kayıplar verdirmesini ifade eden yeni tehlike, dünyanın tek süper gücü olan ABD’nin güvenlik politikalarının da yeniden tanımlanmasına neden olmuştur. 
ABD’nin yeni tehdit algılamalarında terör ilk sıraya yerleşirken, eskiden beri teröre destek veren ülkeler de düşman olarak nitelendirilerek bunlarla acımasızca mücadele edileceği açıklanmıştır.11 


    Eylül terör kavramının nedenli önemli olduğunu, terör örgütlerinin neler yapabileceğini ortaya koymuştur. Terör saldırılarından sonra Eylül 2002’de yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisiyle ortaya konan “önleyici müdahale” kavramı ABD’ye henüz saldırı gerçekleşmeden mevcut bir tehdit durumu yada ihtimaline karşı harekete geçebilme yetkisi vermiştir. Saldırılar sonrasında Amerikan yönetimi terörle mücadele kapsamında uluslararası alanda işbirliği arayışına girmiş ve büyük oranda sağlanan konsensüsle birlikte, terörizmle mücadele çerçevesinde Afganistan müdahalesi yapılmıştır. Irak’taki rejimin değiştirilmesi ve bu ülkenin kontrol edilebilir bir yapıya dönüştürülmesi amacıyla da, uluslar arası konsensüs olmamasına rağmen, Önleyici saldırı doktrini çerçevesinde bu ülkeye müdahale etmiştir. 

İkinci bölümde Büyük Ortadoğu Projesi’nin Ortaya konulması ve ABD’nin bu projedeki amaçlarına yer verilmiştir: 11 Eylül saldırılarının ardından uluslararası teröre karşı “küresel bir güvenlik anlayışı” benimseyen ABD, tüm kurumları ile Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması çalışmalarına başlamıştır. Bu yaklaşımdan hareketle ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak bilinen projeyi geliştirmiş ve uygulayacağı politikalar çerçevesinde, gerektiğinde askerî güç kullanmak da dahil olmak üzere, demokrasinin oluşturulması ve geliştirilmesi adı altında çeşitli yöntemlerle bu bölgelerde hakimiyet kurmayı amaçlamıştır. 

   Büyük Orta Doğu adı verilen bu coğrafyanın Akdeniz’den Afganistan ve muhtemelen Pakistan’a kadar uzanan bir alanı kapsamasının öngörüldüğü 
değerlendirilmiştir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

29 Mart 2017 Çarşamba

RUSYANIN YÜRÜTTÜĞÜ ORTA DOĞU POLİTİKASI İÇİNDE İRŞAD VE CİHANDANİ CEMİYETLERİNİN ROLÜ, BÖLÜM 2


 RUSYANIN YÜRÜTTÜĞÜ ORTA DOĞU POLİTİKASI İÇİNDE İRŞAD VE CİHANDANİ CEMİYETLERİNİN ROLÜ, BÖLÜM 2


1. Hayreddin Berazi’nin Faaliyetleri 


İrşad Cemiyeti Doğu Anadolu’da isyan hazırlıkları için çeşitli komiteler oluşturdu. Bunlardan birisi İrşad’ın önemli elemanlarından ve Rusya hesabına çalışan Hayrettin Berazi önderliğinde gerçekleşti. Siirtli Hayrettin Berazi 1912 Ağustosunda Erzurum’daki Rus Başkonsolosuna başvurarak girişeceği isyan hareketi için destek istedi. Hayrettin Berazi, Rus Başkonsolosuna isyan hareketini düzenleyen komitenin başkan yardımcısı olduğunu ve kendisine Erzurum, Bitlis, Beyazid ve Muş bölgelerini isyan ettirme görevi verildiğini belirterek Rusya’dan yardım talebinde bulundu. Hayrettin Berazi cemiyete bazı etkili Kürt liderlerinin de para yardımında bulunduklarını söyleyerek Ruslara hareketlerinin genel bir karakter taşıdığı görüntüsünü vermeye çalışıyordu.30 

Cemiyet, Van, Diyarbakır, Urfa ve doğudaki bazı bölgelerde şubeler açtı. Amaçları 10 bin civarında bir silahlı güce ulaşmaktı. Hayrettin Berazi, 
Rus konsolosuna 15 gün içinde isyana kalkışabileceklerini ancak yeterli paralarının olmadığını, bu konuda Rusların desteğini beklediklerini 
söylemekteydi.31 

2. Şeyh Abdüsselam Barzani’nin Faaliyetleri 

İrşad Cemiyeti 1913 yılı ilkbaharında Siirt sancağına bağlı Şirvan bölgesinde, bazı Kürt aşiret liderlerinin katıldığı bir toplantı düzenledi. 
Burada Rusya’yla ilişkilerin düzenlenmesi ve Güney Kafkasya’daki Rus makamlarla etkin temaslar sağlanması konuları görüşüldü. Bu toplantıda 

Rusya’nın Kürtlerle ilgili niyetlerini öğrenmek üzere Tiflis’e bir temsilcinin gönderilmesine karar verildi.32 

Tiflis’e giden komitenin lideri Abdüsselam Barzani idi. Komite de bu yüzden Abdüsselam Komitesi olarak adlandırılmaktadır. Rusya, Kürt aşiretlerini Rusya tarafına celbetmekle Barzani Şeyhi Abdüsselam’ı görevlendirmişti. Abdüsselam bu maksatla Ruslar tarafından Tiflis’e götürülmüş ve burada kendisine silah ve para yardımında bulunulmuştu. Ruslarla yapılan anlaşmaya göre Abdüsselam Komitesi, Rusya’nın Osmanlı topraklarına girişeceği hareketin yardımcı ve destekçisi olacaktı. Bu karar uygulamaya konularak Abdüsselam Komitesi Osmanlı sınır bölgelerine hücuma geçerek bölge halkına zulüm yapmaya başladı.33 Abdüsselam Barzani bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra Kuzey Irak’a geçerek büyük bir isyan çıkaracaktır.34 

3. İrşad’ın Sonu 

İrşad’ın Rusya güdümünde genel bir ayaklanma hareketi organize ettiğini gören Osmanlı Devleti gerekli tedbirleri aldı. 1913 Eylülünde “İrşad”ın tanınmış mensuplarından ve Rusya hesabına çalışan Hayreddin Berazi çıkan çatışmada öldürüldü. İrşad’ın birçok mensubu da tutuklandı.35 

Bu sıralarda Rusya hesabına ve İrşad Cemiyetinin bilgileri dâhilinde çalışan diğer bir kişi de Abday aşireti reisi Simko idi. 

Celali havalisinde sakin Abday aşireti reisi Simko Ruslardan düzenli olarak para yardımı almakta ve Rusya’ya hizmet etmekte idi. 

Rumiye ve Selmas civarındaki Nasturiler de Simko gibi Ruslardan para yardımı almaktaydı. Ruslar Nasturileri, yaptıkları para yardımının dışında silahlandırıp askerî eğitime tabi tutuyorlardı. Rus ajanları Nasturiler’i tamamen hâkimiyetleri altına almayı başarmışlardı. 

Nasturilerin Ruslar tarafından silahlandırılıp eğitilmesi Osmanlı’yı tehdit etmeye başladı. Çünkü Rumiye ve Selmas bölgesi Rusların elde ettiği Nasturilerin etki alanıydı. Bölgede bulunan Kürt aşiretleri de Ruslar tarafından çeşitli vaadlerle Rusya’ya celbedilmekteydi. Rusya hesabına çalışmayan Kürt aşiretleri Rusya’nın büyük baskısına maruz kalıyordu.36 

Gelişmekte olan olayları değerlendiren Osmanlı Devleti doğuda durumun gerginleşmeye başladığını gördü. Bu maksatla çeşitli tedbirler aldı. 

Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirler üzerine “İrşad Cemiyeti” kendisini feshetmek zorunda kaldı.37 

Görüldüğü gibi Rusya, oluşturduğu İrşad Cemiyeti kanalıyla Kürt aşiretlerinden bazılarını ve Nasturileri elde ederek Osmanlı Devleti’ni doğuda iyice sıkıştırmaya başlamıştı. İrşad Cemiyeti faaliyetlerine son vermesine rağmen Rusya’nın Kürtler arasında, ajanları vasıtasıyla cemiyetler kurması son bulmadı. 

B. Rus Ajanı Abdürrezzak Bedirhan’ın Faaliyetleri ve Cihandani Cemiyeti 

Rusya, Kürt hareketlerini organize etmek ve Kürt aşiretleri arasında birliği sağlamakla Abdürrezzak Bedirhan’ı görevlendirmişti. Bu maksatla 
Abdürrezzak 1912 Şubatında Erzurum’da Rusya’nın gözetiminde bir toplantı düzenlemişti.38 

Bu toplantıda bir sonuç alınamamasına rağmen Abdürrezzak faaliyetlerine devam ederek İrşad Cemiyetinin kuruluşunda rol oynadı. Bu Cemiyet de işlevini tamamlayıp faaliyetlerine son verince Abdürrezzak, Cihandani adını alan bir örgüt kurdu. Cihandani Cemiyetinin arkasındaki güç, İrşad Cemiyetinde olduğu gibi Rusya idi. 

1913 başında Hoy’da oluşturulan bu cemiyetin kurucuları arasında İrşad Cemiyetinin kuruluşunda bulunan kişiler de vardı. 

Cihandani Cemiyeti Kürt okulları açmak, gazete ve dergi çıkarmak, Kürt alfabesinin oluşturulmasına çalışmak ve dergi çıkarmak ana fikrinden 
hareket ediyordu. Bu maksatla Cemiyet, eğitim görmek maksadıyla Rusya’ya öğrenci gönderilmesine karar verdi. 

Cemiyetin başkanı Abdürrezzak ve diğer üyeler “Cihandani”nin faaliyetlerinde başarılı olmasının teminatını, Rusya’nın yardımında görüyorlar ve Hoy konsolos yardımcısı Şirkov’dan “Cihandani”nin resmen Rusya’nın himayesi altına alınmasını talep ediyorlardı.39 

“Cihandani” sadece eğitim ağırlıklı değil, aynı zamanda Kürtlerin Rus kültürüyle manevi yakınlaşmasını da içeren geniş bir program hazırlamıştır. Bu hususta, Rus alfabesi esas alınarak yeni bir Kürt alfabesinin meydana getirilmesine çalışıldı. Böyle bir yaklaşımı Abdürrezzak Bedirhan şu ifadelerle açıklıyordu. “Arap alfabesi bazı sebeplerden Kürt diline tatbik edilemezdi. Ayrıca Rus yazılı eserleri Kürt çocuklarına Rusça öğrenirken yardımcı olabilir, onları ilerici Rus edebiyatı ve kültürüne adapte edebilirdi”. Abdürrezzak daha ileri giderek “Rus yazılı eserleri; bilimsel eğitimde mükemmelleşmeleri için Rusya’ya en yetenekli gençleri gönderme zarureti yüzünden bize gerekli olan Rus dilini öğrenmemizi kolaylaştıracaktır” diyordu.40 

Görüldüğü gibi Abdürrezzak, Rusya’nın himayesine girmek için altyapının oluşmasını sağlamaya çalışıyordu. 

Abdürrezzak tanınmış Rus şarkiyatçıları N. Y. Marr ve Orbelli ile sık sık görüşerek bu kişilerden Petersburg’daki Bilimler Akademisinde bir Kürt Dili ve Edebiyatı merkezinin açılmasını istemişti. 

Cihandani Cemiyeti yürüttüğü faaliyetler sonucu Rusya’nın yardımıyla (22 Ekim-Kasım) 1913’te Hoy’da ilk Kürt okulunu açtı. Okulda Rus alfabesiyle Kürtçe eğitim görülüyor ve Rus Dili ve Edebiyatı da okutuluyordu.41 

Celile Celil’in makalesinde belirttiği gibi bu okul sayesinde Kürtler arasında Rus nüfuzu tartışma götürmez bir şekilde arttı.42 

Rusya’nın Hoy konsolos yardımcısı Şirkov, Abdürrezzak’ın bu faaliyetlerinden büyük memnunluk duyuyordu. Bu maksatla Rus Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporda “Kürtlerin Ruslara olan inançlarının gittikçe arttığını ve Abdürrezzak’ın desteklenmesi gerektiğini” belirtiyordu. 

Şirkov, Hoy’daki bu okulun dışında Çehrik, Somaç ve Bradost’ta da yeni Kürt okulların açılmasını istedi. İ. A. Orbelli ve K. V. Yüzbaşyan da bu görüşe katıldılar. Onlar da Kürtlerin eğitilmesine Rusya tarafından daha fazla önem verilmesini istiyorlardı. 

N. Y. Marr ve İ. A. Orbelli’nin yapacağı çalışmalara Abdürrezzak da yardımcı olacağını bildirdi.43 

Addürrezzak’ın Rusya hesabına yürüttüğü faaliyetler bundan sonra da devam edecektir. 

1914 Martında Petersburg’a giden Abdürrezzak, burada Rus Dışişleri görevlisi olan gizli ajan Klemm adlı kişiyle bir görüşme yaptı. Bu görüşmede Abdürrezzak’a Kürt, Ermeni ve Asurilerle bir anlaşma sağlaması için Rusya tarafından yetki ve görev verildi. Abdürrezzak Petersburg’da Ermeni 
temsilciler ile görüşerek bir Ermeni-Kürt ittifakı kurmaya çalıştı. Rus ajanı Klemm, Abdürrezzak’ın Ermenilerle irtibat sağlaması için Tiflis’e gitmesini ve 
burada faaliyet göstermesini istedi. Abdürrezzak, Tiflis’ten de Tebriz’e geçecek ve orada Rusya hesabına çalışan kişilerle ilişki kuracaktır. Bu maksatla Abdürrezak’a Rusya tarafından 300 ruble aylık bağlanacaktı.44 

Abdürrezzak’ın faaliyetlerinden Osmanlı Devleti de haberdar olmuştur. Bu konuda savaş sırasında Türk kuvvetlerinin eline geçen belge şöyleydi:45 

“Fon Klemm tarafından Kafkasya Valisine 26 Mart 1914 tarihiyle gönderilen 202 numaralı gizli işaretli mektup: 

Kafkasya Kumandanlığınca pek iyi bilinen Kürt milliyetçisi Abdürrezzak bugün Tiflis’e doğru yola çıkıyor. Abdürrezzak’ın Petersburg’da uzun süren ikameti sırasında Dışişleri Bakanından aldığım emir üzerine kendisiyle evimde birkaç defa görüştüm. Abdürrezzak sürekli muhabir ve Kürtler ile İran ve Türkler arasında nüfuzumuzun yayıcısı sıfatıyla istihdam edilmesi kararında idi. 

Abdürrezzak’a şimdilik yüklenen başlıca vazifelerden biri Kürtler ile Ermeniler ve Süryaniler arasında bir dayanışma sağlamaktan ibaret olup bu dayanışmanın Kürtlerin menfaati için olduğu kendisi tarafından da bilinmektedir. Bu maksatla Abdürrezzak buradaki Ermeni yetkilileri ile görüşmeler yapmış ve bu kişilerle bir Ermeni-Kürt İtilaf Cemiyetinin oluşmasını sağlamıştı. Bu komitenin kararı üzerine Tiflis’te veya Kafkasya’nın diğer uygun bir yerinde buna benzer diğer bir komite teşkil edilmek üzeredir. Abdürrezzak her şeyden evvel bununla meşgul olmak arzusundadır. Bu isteği Sazanof tarafından tamamen tasvip olunmuştur. 

Osmanlı Kürtleri arasında doğrudan doğruya nüfuz etmek hususuna gelince Abdürrezzak’ın burada oldukça etraflı bir surette tertip etmiş olduğu program; eğitim, sağlık gibi meseleleri de içermektedir. Yalnız Abdürrezzak’ın teklif ettiği şeylerin büyük bir kısmını şimdilik gerçekleştirmek güçtür. Bu meselenin etraflıca inceleneceği, Kürdistan’da mevcut konsolosluklara ilaveten birkaç konsolosluk açılması zamana bırakılmıştır. 

Meselenin ayrıntılı incelenmesi ve bu programın uygulanması o zaman mümkün olacağından bu vakit gelene kadar Osmanlı Devleti aleyhine her hareketi dikkatli bir şekilde yapmayı ve hatta Osmanlı sınırında olan civar mahallerde görünmemesi kendisine tembih ve ihtar olunmuştur. 

Abdürrezzak’ın İran tabiyetine girme ve İran Kürdistanı’nda önemli bir memuriyet verilmesi isteği şimdilik uygun değildir. Şurası önemlidir ki İran, 
Abdürrezzak hakkında Tahran’da defalarca şikayette bulunmuş ve Abdürrezzak ’ın İran’dan uzaklaştırılmasını ısrarla isteyen Türklerden çekindiği için böyle bir isteği olumlu karşılamamıştır. 

Bu düşüncenin gerçekleşmesi isteğinin Babıali ile olan münasebatımızca pek çok olumsuz etki olduktan başka Osmanlı-İran sınır düzenlemesi işlemini tamamiyle ihlâl edeceğinden korkuluyor. Zira Türkler, Abdürrezzak’ın Doğu Anadolu’da bir memuriyete getirilmesini kendilerine karşı açık bir tahrik olarak kabul etmektedirler. Bununla beraber 

Abdürrezzak’ın Tiflis’ten Tebriz’e gitmesi orada geçici ikametle meselenin şimdilik hâlli bir dereceye kadar kendi elinde bulunan Azerbaycan Valisi 
Şecaüddevle ile anlaşma sağlaması kararlaştırılmıştır. 

Durumu size bildirir ve Kafkasya Valisi tarafından Sazanof’a gönderilmiş olan 3/16 Ekim tarihiyle ve 10783 numaralı gizli telgrafın alınmasına kadar yani geçen ekimde Dışişleri Bakanlığının Abdürrezzak’a 300 ruble tahsis eylemiş olduğu ve onun başarıya ulaşıncaya kadar bu miktar paranın verilmesine devam edilmesini beyan eylerim”. 

Bu belge Rusların, Doğu Anadolu’yu yabancı denetim altına sokan 8 Şubat 1914 tarihli Osmanlı- Rus anlaşmasından faydalanmak için düşündüğü tertip ve adımları göstermesi ve birtakım amaçlarını açığa vurması bakımından önemlidir. 

Bedirhanlıların Rusya Yönünde Faaliyet Göstermeleri ve Aralarındaki Rekabet 

1913’ün ilkbaharından itibaren Doğu Anadolu’da gergin bir ortamın oluştuğunu görüyoruz. Abdürrezzak ve Şeyh Taha’nın adamları ve bazı Kürt aşiret reisleri Doğu Anadolu’yu gezerek Hükûmete karşı propaganda faaliyetleri içinde bulunuyorlardı. Öte yandan Ermenilerle de diyalog kurarak hareketlerinin Ermenilere karşı olmadığı intibaını vermeye çalışıyorlardı. 

Bu dönemde Kürtler arasında en çok Van ve Erzurum vilayetlerinde belirli bir teşkilatlanma ve isyan hazırlığı vardı. Öte yandan Van bölgesinde Kürtlerden başka Yezidiler ve diğer Hristiyanlar da isyan hazırlığı içine girmişlerdir. Bunlar Rusya ile dostane ilişkiler içindeydiler. 

Böyle bir ortamda bazı Kürt Aşiretleri Rus konsolos yardımcısına müracaat ederek Rusya’nın kendilerine yardım etmeleri talebinde bulundular.46 Bunun üzerine Van’da gerginlik daha da arttı. 

Bedirhanoğulları Rusya’nın kendilerine yardım yapacağı propagandasıyla halkı isyana sevk etmeye çalıştı. Yusuf Kâmil Bedirhan ve yeğeni Süleyman, Van’daki Rus konsolos vekiline “bütün aşiretlerin isyana katılmaya hazır olduğunu bildirerek Rusya ile birleşmek amacını güttüklerini” söylediler. 

Bu gelişmeler Kürt aşiretleri arasında çekişmeleri de beraberinde getirdi. Abdürrezzak, Rusya’nın tam desteğini sağladığını söyleyerek isyanın liderinin kendisi olması gerektiğini belirtiyordu. Abdürrezzak’ın rakibi ise yine Bedirhan oğullarından Kör Hüseyin Paşa idi. Kör Hüseyin Paşa taraftarları Şirvan-Siirt bölgesinde bir toplantı düzenlediler ve Bedirhan oğullarından Hüseyin Kamil Bey’i Tiflis’e göndererek Rusya’nın yardımını sağlamakla görevlendirdiler. Hüseyin Kâmil Bey’e Rusya’nın Abdürrezzak’a destek verip vermediklerinin açık bir şekilde öğrenilmesi görevini de verdiler. 

Abdürrezzak’ın diğer bir rakibi de kuzeni Bedirhanoğlu Hasan Bey’di. Bölgede isyana eğilimli Kürt aşiretleri arasında Abdürrezzak Rus yanlısı, Hasan Bey ise İngiliz yanlısı olarak biliniyordu. Uzun süre rekabet içinde olan Abdürrezzak ve Hasan Bey daha sonra Rusya’nın himayesine girme konusunda anlaştılar. 

Şeyh Taha da Rusya’ya giderek önce Novorossiysk’te sonra da Rus hükûmetinin himayesi altında Urmiye’de kaldı. Rusya diğer Kürt ileri gelenleri gibi Şeyh Taha’yı da kullandı.47 

Rusya’nın bu faaliyetleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bazı isyanların patlak vermesine yol açtı. 1913 Martında Musul vilayetinde birkaç Kürt aşireti isyanı girişiminde bulundu. Nisan’da da yukarı Dicle’de bir isyan başladı. Bedirhan oğulları’nın liderliğindeki bu isyanın yoğun olarak yaşandığı  bölgeler Cizre, Midyat ve Hasankeyf idi. Diyarbakır ve Siirt’te ise bazı karışıklıklar meydana gelmişti. 

Bütün bu isyan girişimlerinde isyancılar arasında Rusya’nın kendilerine yardımcı olacağına ve müdahalede bulunacaklarına dair söylentiler dolaşmakta; Güneydoğu Anadolu’nun Rusya’nın himayesi altına gireceği propagandası yapılmaktaydı. Ancak Osmanlı askerî birlikleri bu isyanları kısa sürede bastırarak bölgede Rusya’nın bir oldubitti meydana getirmesinin önüne geçildi.48 

Bu arada Kuzey Irak’ta da önemli gelişmeler olmaktaydı. Bedirhanoğulları ile irtibat kuran Şeyh Mahmut Berzenci 1913 ilkbaharında isyan etti. Şeyh Mahmut İngiliz yanlısı gibi görünmesine rağmen Rusya ile de irtibat kurmuştu. Şeyh Mahmut, 1913 Nisan ayı sonunda akrabası Seyid Muhammed’i Rusya’nın Musul konsolosu Kirsanov ile görüşmeye gönderdi. Seyid Muhammed, Kirsanov’a; Rusya ile her türlü ilişki içine girmek istediklerini söyleyerek yardım talebinde bulundu. Rus konsolosu bu tekliften oldukça memnun olduğunu belirterek Rusya’nın kendilerine yardımda bulunacağını söyledi.49 

Rusya, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da böyle bir faaliyet yürütürken Osmanlı hükûmeti bu isyanların önüne geçmek maksadıyla tedbirler aldı. Hükûmet bazı Kürt ileri gelenleri toplayarak Rusya’ya karşı hareket edilmesini istedi. Hatta Kafkasya’daki Kürt liderlerine ulaşılarak Rusya’ya karşı birlikte hareket edilmesi gereği anlatıldı. Türk hükûmeti Rusya’daki Kürt aşiretleri ile irtibatı sağlamakla Mustafa Bey’i görevlendirdi. Kağızman, Oltu ve Ardahan bölgesi Mustafa Bey sayesinde Rusya’ya karşı Türkiye’nin yanında yer aldılar.50 

Bitlis İsyanı Esnasında Kuzey Irak’ta Başlayan Şeyh Abdüsselam Barzani İsyanı ve Rus Saldırıları 

Abdüsselam Barzani nin Rusya tarafından görevlendirilerek bir isyan komitesi oluşturduğunu ve komiteye Abdüsselam Komitesi denildiğini, bu komitenin de İrşad Cemiyeti dairesinde hareket ettiğini daha önceki bölümlerde anlatmıştık. 

Abdüsselam Barzani Kuzey Irak’a geçerek burada Mart 1914 tarihinde bir isyan çıkardı. Bu isyan Bitlis’teki isyana paralel bir seyir göstermiştir. 

Abdüsselam, Osmanlı Dâhiliye Nezaretine isyanla ilgili olarak “kendilerine Rusya’nın yardım ettiğini ve Musul’daki Rus konsolosundan destek aldıklarını” belirten bir telgraf gönderdi.51 

İsyan kısa sürede Musul ve Bağdat vilayetine yayıldı. Abdüsselam’a Hemavend, Caf ve Dizeyi aşiretleri de destek verdiler. İsyancıların en büyük beklentisi kendilerine Rusya’nın yardım edeceği düşüncesiydi. Bu konuda Musul’daki Rus konsolosundan yardım beklemekteydiler. Ancak bu yardım istedikleri gibi gerçekleşemedi. 

Osmanlı Hükûmeti Revanduz, Akra ve İmadiye yörelerine askerî yığınak yaparak isyan alanının gelişmesinin önüne geçti.52 Visan’daki çarpışmalarda Türk kuvvetleri Abdüsselam Barzani’yi yenilgiye uğratarak isyanı söndürdüler.53 İsyanın bastırılması üzerine Şeyh Abdüsselam Nahcivan’a gelerek Rusya’nın himayesine girdi. Abdüsselam Rusya tarafından aylık 150 ruble maaşa bağlandı. Burada Tiflis’e geçen Abdüsselam, Rus Kafkas Askerî yetkilileri ile gizli görüşmeler yaptı. Abdüsselam bu görüşmelerde Revanduz’da bir isyan çıkarmak için Rus yetkilileri ile planlar hazırladı. Buradan Urmiye’ye geçen Abdüsselam isyan girişimlerini bu şehirden yürütmeye devam etti.54 Rus ajanları Abdüsselam’ı yeniden kullanmak için çeşitli planlar hazırladılar. Buna göre Abdüsselam Türk-İran sınırındaki bölgelere saldırılarda bulunacaktı. Rusya da askerî kuvvetlerle olaya müdahale edecekti. 

Bunun üzerine Abdüsselam İran sınırı üzerinden Türkiye’ye saldırıya geçerek bölgedeki insanlara zulüm yapmaya ve onları katletmeye başladı. 
Abdüsselam, Şeyh Taha ile de irtibat kurarak isyanını genişletmek çabasındaydı.55 

Ruslar Abdüsselam’ın bu hareketine paralel olarak 27 Ağustos 1914’te İran yönünden Muradiye kazasına saldırıya geçtiler. Burada, Kürşad’da Çilli mevkiinde Osmanlı kuvvetleri ile çatışmaya girdiler. 8 Eylül’de ise Bayezid’in 26 km doğusundaki Girberan köyüne tecavüzde bulundular. Türk kuvvetleri müdafaa ile yetindiler. 

Ruslar Eylül’de Selmas’ta, 400 kişilik bir Ermeni çetesini hazırlayıpsilahlandırmışlar ve kendi askerî kuvvetleri ile Türk sınırlarından içeriye girmeye teşebbüs etmişlerdi. Rus ordusu desteğindeki bu çete ile Türk kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar oldu.56 

Bu sırada Rus ordusu ile hareket eden Abdüsselam Barzani, Bacerki civarında Türk kuvvetlerinin eline geçti. Ruslar, kendi hesaplarına çalışan Abdüsselam’ın yakalanması karşısında büyük bir infiale kapıldılar.57 Yıllardır yetiştirdikleri, üzerinde çeşitli plânlar hazırladıkları ve önemli hesaplar içinde oldukları bir kişinin yakalanmış olması Rusya’yı bölgedeki aşiretlerden intikam almaya yöneltti. Kendi tarafına çekemedikleri Kârdâr aşiretini büyük bir katliama tabi tuttular. Aşiretin erkeklerini süngülerle katlederken kadınlarının namuslarını kirlettiler. 

Ruslar Kârdâr aşiretine yaptığı mezalimi Henâreliler, Beyzadeler ve Herbeyiler aşiretlerine de yaptılar. Merkevâr, Terkevâr nahiyelerini ve Beradost ve Somay nahiyeleri köylerinden birçoğunu talan edip yaktılar. Buralardaki müslüman halkı katletmeye başlamaları üzerine birçok aşiret efradı 21 Ekim 1914’te Türk sınırlarından içerilere doğru kaçmak zorunda kaldılar.58 

Bitlis ve Şeyh Abdüsselam Barzani İsyanları Sonrası Doğu Anadolu 

Bitlis’te, Kuzey Irak’ta meydana gelen ve Osmanlı kuvvetlerince bastırılan isyanlar üzerine isyanın liderleri, yapılan yanlışlıkları göz önüne alarak yeni bir harekete hazırlanmaya başladılar. Bunlar Kürt hareketinin başarıya ulaşabilmesi için Rusya’nın askerî ve siyasi alanlarda yardımlarının çok önemli olduğuna inanıyorlardı. Bu maksatla her şeyden önce Rusya ile bir anlaşmanın sağlanması gerekiyordu. 

1914’ün Haziran ayının sonlarında Yusuf Kâmil Bey, İstanbul’daki Rus elçisi Yaktışev ile bir görüşme yaptı. Yusuf Kamil Bey, bütün Doğu Anadolu’nun Rusya hâkimiyetine girmesini açık olarak ifade etmekteydi. Yusuf Kâmil Bey, Rus elçisine İstanbul’daki irtibat kurabileceği bazı Kürt ileri gelenlerinin de adreslerini verdi.59 

1914 yılı Haziran ayının sonunda ise Hayderanlı şeyhler Abdülaziz ve Abdülhamit Erzurum’daki Rus Başkonsolosu Adamov’u ziyaret ettiler. Bu şeyhler Rusların kendilerine yardım etmelerini sağlamaya çalışıyorlardı. Şeyhler Rusya’nın sadece silah yardımı yapmakla yetinmemesini, askerî birlikleri ile de kendilerine destek vermelerini istediler. Şeyh Abdülaziz, konsolosa “Ben Bitlis’teki Rus konsolos luğunda saklanan Molla Selim’in emirlerine göre hareket ediyorum. Biz Ermenilerle anlaştık Türk hükûmetine karşı birlikte hareket edeceğiz” demekteydi. Şeyh bu görüşmede Rusya kendilerine yardım etmezse birçok Kürt aşiretinin Rusya’ya göç edeceğini söyledi.60 

Öte yandan Şeyh Abdülkadir, Rus yanlısı olarak bilinen Ağa Petros ile İstanbul’da irtibat kurmak istedi. Rusya hesabına çalışan Ağa Petros’un Irak Kürtleri arasında büyük bir etkisi vardı. Ağa Petros İstanbul’a gelemeyince Şeyh Abdülkadir’in bu planı suya düştü. 

1914 Ağustosundan itibaren Doğu Anadolu’da durum daha da gerginleşti. Özellikle Van’da isyan komiteleri kurulmaktaydı. Bu komitelere göre eğer Türkiye, merkezî devletler yanında yer alırsa kendilerinin Rusya tarafında yer alacakları kararına vardılar.61 

Kuzey Irak’ta ise Caf aşireti lideri Mahmut Paşa, Rusya’nın himayesine girmek istediklerini belirtiyordu. Savuçbulak’ta ise Rus konsolosu Albay İpas, bazı Kürt liderlerden aldığı bilgiye göre “kendilerinin hep birlikte isyan etmeye ve Rusya’dan yardım almaya karar verdiklerini” söylemekteydi. 

Türk hükûmeti, bütün Kürt hareketlerinin arkasında Rusya’nın olduğuna inanıyordu. Bazı Alman gazeteleri de bu yönde yayın yapıyordu. 
Bu haberlere göre isyanların arkasında Rus ajanları olan Abdürrezzak, Simko ve Şeyh Taha gibi kişiler vardı.62 

Rus Dışişleri Bakanlığına ulaşan bilgiler ve Osmanlı’nın eline geçen belgeler Rusya’nın bu isyanın içinde olduğunu açık olarak göstermektedir. 

Sonuç 

Hamidiye Alaylarının, Doğu Anadolu’da Rus ve Ermenilere karşı belirli bir avantaj sağlaması Rusya’yı yeni arayışlara itti. Ruslar, Petersburg merkez olmak üzere Kürtler üzerinde büyük bir araştırma ve inceleme ekibi oluşturdu. Diğer bir önemli merkez de Tiflis’te oluşturuldu. Buralardan yürütülen faaliyetlerle Kürt aşiret ileri gelenlerinden bazıları Rus ajanı olarak yetiştirildi. Bunlardan Abdürrezzak Bedirhan ve Şeyh Abdüsselam Barzani en dikkat çekenleridir.

Abdürrezzak Bedirhan ve Abdüsselam Barzani’nin önderliğinde Rusya tarafından kurdurulan İrşad ve Cihandani örgütleri Doğu Anadolu’da, Osmanlı Devleti aleyhinde büyük bir propaganda ve örgütlenme faaliyetine girişti. Bu faaliyetler, Doğu Anadolu, Kuzey İran ve Kuzey Irak bölgelerinde ciddi isyanlar hâline dönüştü. Bu isyanlardan Rusya’nın güdümündeki İrşad Cemiyetinin organize ettiği ve liderliğini Rus ajanı Molla Selim’in yaptığı 1914 Bitlis isyanı ile yine aynı tarihlerde Kuzey Irak bölgesindeki Abdüsselam Barzani isyanı, bölge halkına büyük ısdıraplar verirken Osmanlı Devleti’ni de güç durumda bırakmıştır. 

Rusya bu isyanların da etkisiyle Dünya Savaşı daha patlak vermeden Doğu Anadolu üzerine, askerî kuvvetleriyle ve Ermenileri de yanlarına alarak 
ilerlemeye başladılar. 

Dünya Savaşı ile birlikte Rusya’nın Ermenilere öncelik vermesi ve asıl amaç olarak Doğu Anadolu’da bir Ermenistan oluşturma çalışması bölgedeki Kürt aşiretlerini harekete geçirdi. Kürtler, Rusya’ya, Rusya hesabına çalışan Rus ajanı liderler tarafından yönetilen bazı Kürt aşiretlerine ve tamamen isyan etmiş bulunan Ermenilere karşı Osmanlı Devleti’nin yanında yer alarak topraklarını savunmaya başladılar. 

Rusya, Dünya Savaşı içinde gizli faaliyetlerine devam ederek Ermenileri, Asurileri, bazı Kürt aşiretlerini ve hatta Doğu Karadeniz’deki Rumları isyana teşvik etti. Bunlara para ve silah yardımında bulundu. Bu gruplardan birçoğunu ajan ve casus olarak kullandı. 

Ancak Rusya’nın bütün gayret ve faaliyetlerine rağmen bölgedeki Kürt aşiretleri Türk hükûmeti’nin yanında yer alarak devlete bağlılıklarını göstermişler ve Rusya’nın ilerlemesine engel olmuşlardır. Batılı devletlerin de desteklediği ve Doğu Anadolu’da kurdurulması düşünülen bir Ermeni devletinin önüne geçmişlerdir. 

DİPNOTLAR;

1 S. İlhan; “Jeopolitik Açıdan Türk Dünyası” Değişen Dünyada Türkiye ve Türk Dünyası Sempozyumu (Bildiriler) H. Ü. Atatürk İlk. ve İnk. Tar. Ens, Ankara, 1993.   s. 100-101. 
2 C. Akbay; Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi C. 1, Osmanlı İmparatorluğu’nun Siyasi ve Askerî Hazırlıkları ve Harbe Girişi, Genelkurmay Basımevi, 
   Ankara, 1991, s. 71. 
3 Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı; Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi C. 3, 6’ncı Kısım, (1908- 1920) 1’inci Kitap, Ankara, 1971, s. 51. 
4 Gnkur. Bşk.lığı; s. 52. 
5 Gizli Paylaşma Anlaşmaları için bk. Y. T. Kurat; Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması, 2. Baskı, Ankara, 1986. L. Evans; Türkiye’nin Paylaşılması,
   (1914-1918), çev. T. Alanay, İstanbul, 1971. Adamof; a.g.e. 
6 T. Baykara; Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş I, Anadolu’nun İdari Taksimatı; Ankara, 1988, s. 145-149. 
7 H. Saraçoğlu, Doğu Anadolu Bölgesi, İstanbul, 1989. S. Erinç, Doğu Anadolu Coğrafyası, İstanbul, 1953., s. 1-3. Genelkurmay Başkanlığı; Doğu Anadolu Coğrafyası, 
   Ankara, 1938, s. 3- 23. 
8 Harp Akademileri Komutanlığı Yayını; 8’inci Kolordu Bölgesindeki İsyanlar. İstanbul, 1971, s. 79. 
9 F. Belen; Birinci Cihan Harbi’nde Türk Harbi; 1914-1915 Yılı Hareketleri C. 1, Ankara, 1964, s. 81, ve İ. Gedik; “Vilâyât-ı Sitte’de Demografik Durum (1875-1914)” 
  Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ank. Üni. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1985. 
10 B. Kodaman; Şark Meselesi Işığı Altında II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul, 1983, s.23-26. 
11 Akbay; s. 80-81. Türkler’in Doğu Anadolu ve Kafkaslar üzerinden Türkistan’a doğru yürütmeyi planladığı bilgiler için bk. ATASE Arş;Kl. Ds:37A Fh:37’ye kadar, 
    Kl:490 Ds: 1923, KL:509, Ds: l987, Kl:516, Ds: 2013, K1:1849, Ds:1021, K1:1857; Ds:131;-K1:1862, Ds:3.520, K1:1.854; Ds:120 ve 121., KI:527, 
    Ds:2060; K1:2549, Ds:639, K1;2912, Ds:468; K1:3190; Ds:61, K1:3193, Ds:79; K1:1842, Ds:65, K1:1850, Ds:107, Kl:1843, Ds:128, Kl:54, Ds:73. 
12 S. Öngör; Orta Doğu (Siyasi ve İktisadi Coğrafya), Ankara, 1964 ve O. Ergüder; Harp Tarihi, Kara Harp Okulu Basımevi, Ankara., 1959; s. 124-125. 
13 Akbay; s. 86-87. 
14 a.g.e.; s. 88. 
15 Ayrıntılı bilgi için bk. Genelkurmay Başkanlığı X. Şube; (Gizlidir) Askerî Coğrafya, Kafkaslar Ötesinin Batı Kısmının Harp Sahnesi (Rusçadan Çevrilmiştir) 
     Genelkurmay Askerî Basımevi, İstanbul, 1947 ve Behçet- Faik, Sabri; Büyük Devletler ve Komşu Hükûmetler C. 1., İst., 1931, s. 165-203. 
16 Akbay; s. 89-90 ve Genelkurmay Başkanlığı, Doğu Anadolu Coğrafyası, s. 24-25. 
17 Akbay; s. 94. 
18 R. Balkan; Büyük Harpte Şark Cephesinde, Sağ Kanad Harekâtı, İst., 1946, s. 13. 
19 M. S. Lazarev; Kurdiskiv Vopros (1891-1917), Moskova, 1972., s. 201. 
20 a.g.e.; s. 202. 
21 a.g.e.; s. 202. 
22 a.g.e.; s. 205. 
23 Lazarev; s. 206. 
24 a.g.e.; s. 206. 
25 a.g.e.; s. 206. 
26 a.g.e.; s. 206-207. 
27 C. CeliL; Vostaniye Kurdov 1880 , Moskova, l966. s. 202. 
28 Celil; “Pervie Kurdiskie Obsestvenno-Politiçeskie Organizatsii v Preiod mladotuvestkogo gospodska” Tvurkiloeicaskive Sbornik, 1973, Moskova, 1975 . s. 184. 
29 Celil; Osmanlı İmparatorluğunda ... s. 202. 
30 Lazarev; s. 207. 
31 M. S Lazarev; s. 208 ve Celil; Pervie Kurdskie ... s. 183-184. 
32 Celil; Pervie Kurdskie ... s. 184. 
33 ATASE Arş.; Kl: 1488, Ds:32, Fh: 3/5. 
34 Lazarev; s. 238. 
35 Celil; Pervie Kurdiskie ...s. 184. 
36 ATASE Arş. . K1.1488, Ds:32, Fh.3/15. 
37 Celil; Pervie Kurdskie ... s. 184. 
38 Lazarev; s. 202. 
39 Celil; Pervie Kurdskie ... s. 184. 
40 Celil; Pervie Kurdskie ... s.l85. 
41 Lazarev; s. 226. 
42 Celil; s. 185. 
43 Lazarev; 237. 
44 A.g.e.; s. 238. 
45 ATASE Arş.; K1.1488, Ds.32, Fh: 3/7. 
46 Lazarev; s. 209-210. 
47 Lazarev; s. 209-210. 
48 a.g.e.; s. 211. 
49 a.g.e., s. 212. 
50 a.g.e.; s. 213. 
51 a.g.e.; s. 217. 
52 ATASE Ars.; K1.:2806, Ds.:l, Fh.:l-2. 
53 K. Burkay; Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan, C. 1, İstanbul, 1992, s. 469. 
54 Lazarev; s. 238. 
55 ATASE Arş.; K1.:2806, Ds. 1, Fh.:1-125. 
56 ATASE Arş.; K1.:1488, Ds.32, Fh.:3/1-2. 
57 Abdulmunem Elğulami, Üç Fedai (Musul 1952) adlı eserinde Abdüsselam’ın yakalanmasını Feneki aşiretinden Abdullah Şikaki’nin yardımlarına bağlar (s. 50-51). 
    Abdüsselam daha sonra Musul’a getirilerek yargılanıp idam edildi (1 Kasım 1914). Zikreden K. M. Ahmed; Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Kürtler, 
    Ankara, 1992, s. 101. 
58 ATASE Arş.; Kl: 1488, Ds. 32~ Fh: 3/2. 
59 Lazarev; s. 219. 
60 a.g.e.; s. 220. 
61 a.g.e.; s. 220-221. 
62 a.g.e.; s. 223. 



***

23 Şubat 2017 Perşembe

POLİTİKA, EKONOMİ VE KİTLE MEDYASI ALANLARININ ETKİLEŞİMİ BÖLÜM 2




POLİTİKA, EKONOMİ VE KİTLE MEDYASI ALANLARININ ETKİLEŞİMİ  BÖLÜM 2


3.2-Çevre Gazeteciliğinde Kaynak Kullanımı ve Araştırma Alanları ;

Çevre gazeteciliği kavramının açıklanması; uzmanlık alanının sınırlarının geçirgenliği nedeniyle kolay değildir. Bununla birlikte çevre gazeteciliği, çevreye odaklanan, ekolojik problemlere ve bağlantılara dikkat çeken, çevrenin korunması konusunda duyarlılık yaratmayı amaçlayan, skandalları ortaya çıkaran ve çevreye iliskin soruları, büyük bağlantıları içinde düzenlemeyi öngören bir gazetecilik alanıdır46 . Çevre gazeteciliğinin çıkıs noktası, giderek küresellesen ve karmasıklasan dünyada, ekolojik olaylara bütünsel bir bakıs açısıyla bakmak ve yerel ve küresel problem bağlantıları içinde olayın analizini gerçeklestirmektir. Çevre gazeteciliği, yalnızca ekolojik problemleri göstermekle yetinmemekte, doğanın sömürülmesi, ekolojik tahribat ile politik kararlar ve ekonomik yarar arasındaki iliskiyi de ortaya koymayı amaçlamaktadır. 

Günümüzde çevre gazeteciliği, diğer gazetecilik alanlarıyla kesisen bes farklı yönelimle gerçeklestirilmektedir. Çevre gazeteciliğinin yönelimleri; ekoloji odaklı ekonomi gazeteciliği, sürdürülebilir koruyucu ve etkili gazetecilik, skandal olaylar yönelimli gazetecilik, enerji, iklim ve atık gazeteciliği ve bilim gazeteciliğidir47 . Ekoloji yönelimli ekonomi gazeteciliği, ekonomiyi bir bütün olarak izlemekte ve özellikle de isletmelerin faaliyetlerine odaklanmaktadır; sürdürülebilir koruyucu ve etkili gazetecilik, ekonomiye, ekonomik faaliyetlere ve iletisime kuskulu ve kötümser bir yaklasım sergilemekte ancak çözüm önerilerine yönelmemektedir. Skandal olaylar yönelimli gazetecilik, negatif olaylara odaklanmakta, karanlık senaryolar çizmekte ve dünyanın yok olusunun felaket tasarımını yapmaktadır. Enerji, iklim ve atık gazeteciliği ise, enerji kaynaklarının kullanımı, çevreye 
etkileri ve iklim problemlerini birbirleri ile bağlantılı olarak incelemektedir. 


Doğa bilimine, tekniğe ve tıbba iliskin haber üretimi, bilim gazeteciliği olarak kabul edilmektedir. Bu alanda çalısan gazeteciler ise, bilim gazetecileridir. Bilim gazeteciliği kavramı tek anlamlı değildir; bir yandan gazetecilikle ilgisi vardır ve gazeteciliğin genel kriterlerine odaklıdır. Diğer yandan ise, doğa bilimi alanında öğrenim görmüs olan ve uzmanlık bilgisinin iletimini gerçeklestiren kisileri ifade etmektedir. Bilim gazeteciliği, genel olarak bilimsel metotlar, arastırma sonuçları ya da bilimsel olarak elde edilen bilgi ile ilgilenen gazetecilik programlarıdır48 . Farklı bilim alanlarına, bu alanlarda üretilen bilgilere, gelismelere ve bilimsel söyleme iliskin enformasyonun üretilmesini amaçlayan bilim gazeteciliğinin, çevre gazeteciliği ile kesismesi, doğal ve sosyal çevrelerde meydana gelen değisimlere iliskin bilimsel bilgilerin, ekolojik perspektiften değerlendirilmesine olanak sağlamasında kendini göstermektedir. 

Çevre gazeteciliği yerel alanda baslamakta ve uluslararası alana kadar uzanmaktadır. Bu nedenle çevre gazeteciliğinin kaynakları ve konuları çok çesitlilik göstermektedir. Çevre gazetecileri arastırdıkları konular çerçevesinde, bilimsel kitaplardan, makalelerden, arsivlerden ve raporlardan yararlanmak tadırlar. Haber kaynağı veya aktörü olarak politikacılar ve ekonomi çevresinin aktörleri, bilim insanları ve konunun uzmanları, bağımsız çevre koruma örgütlerinin ve sivil toplum kuruluslarının aktörlerinden faydalanmaktadırlar. Çevre gazeteciliğinin ele aldığı konular, genis bir alanı kapsamaktadır. Arastırma konuları arasında; yeni enerji kaynakları, enerji üreten reaktörler ve çevreye etkileri, ozon tabakası deliği, iklim değisimi, biyo çesitlilik, canlı türlerin korunması, ormanların yok olusu ve yasamalanlarının tahribatı önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında ekolojik tarım, gen teknolojisi arastırmaları, elektro-mobilite, uluslararası ve ulusal alanda çevre korunmasına yönelik yasal önlemler ve çevrecilerin eylemleri odaklanılan konular içinde bulunmaktadır. 

Yazılı basında; çevre gazeteciliğinin farklı yazı türlerinden yararlanılmaktadır. Yelpaze, olay odaklı haberden, seyir ve ayrıntı yönelimli rapora, yorum yazılarına ve röportaja kadar uzanmaktadır49 . Radyo yayınlarında, çevre gazeteciliğinde haber ve rapor, egemen temsil türleri olarak yer almaktadır. Genis kapsamlı raporlara, çevreye iliskin yasal düzenlemeler yapılması halinde; röportaja ise, çevre felaketlerinin meydana gelmesi halinde yönelinmektedir. Televizyonda programın içeriğine göre, gazetecilik formatı seçilmektedir. 
Bu çerçevede röportajdan, rapora ve yuvarlak masa toplantılarına kadar genis bir temsil türünden yararlanılmaktadır. Geleneksel kitle medyasının yanında online medya da çevre gazeteciliğinde giderek önem kazanmakta ve toplumun ilgisini çekmektedir. Online medya, geleneksel ve yeni medyanın bir kombinas yonu olarak, çevre problemlerine iliskin genis kapsamlı enformasyon içeren metinlere yer verdiği gibi çesitli görsel materyallere ve videolara da erisim olanağı sağlamaktadır. Ayrıca çevre gazetecilerinin ve uzmanların bloglarına ve bilimsel çalısmalarına da online medya aracılığıyla erismek mümkün olmaktadır. 

Çevre gazetecisinin mesleki rol anlayısı; diğer gazetecilerden farklı olarak çok karmasıktır. Çevre gazeteciliğinde arastırma, odak noktasında bulunmaktadır. Karmasık süreçlerin iyi analiz edilmesi, politik ve ekonomik yapının kosullarının ve etkilerinin gösterilmesi gerekmektedir. Çevre gazetecileri, karsılıklı bağımlılıkları gözlemlemek ve anlasılır haber üretmekten sorumludurlar. Bu ise, niceliksel ve niteliksel olarak farklı haber kaynaklarından yararlanılmasını, olayların iyi değerlendirilmesini ve yorumlanmasını gerektirmektedir. Yeni olayları ve gelismeleri kesfeden gazetecinin, okur ve izleyiciye, somut olarak değisen duruma iliskin bilgi vermesi beklenmektedir. Çevre gazetecisi, gündem 
olusturma potansiyeline sahiptir; bu nedenle olabildiğince toplumsal sorumluluk içinde hareket etmeli bunun yanında topluma da çevre problemleri karsısında sahip olduğu sorumluluğu anımsatmalıdır. 

Çevre gazeteciliğinin nitelikli üretimlerinin gerçeklestirilebilmesi için bağımsız ve özgür gazetecilik arastırma ve yayınlama kosullarının olusturulmasının yanında gazeteci adaylarına iyi bir öğrenim sürecinin50 de verilmesi önem tasımaktadır. Ekoloji problemlerinin arttığı günümüzde, bu çerçevede çalısmaların yapılması gerekmektedir. 

3.3-Politika, Ekonomi ve Kitle Medyası Alanlarının Karmasık Dliskileri ve Yapı -

Eylem Etkileşiminde Çevre Gazeteciliğinin Üretimleri 

Ekolojik problemlerin ortaya çıkması ve giderek önem kazanması, tarihsel süreçte bilim, teknoloji ve sanayi devrimlerinin gerçeklesmesi ile yakından iliskilidir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilim ve teknoloji alanında çok önemli buluslar gerçeklestirilmistir. Yeni buluslar, yeni enerji kaynaklarından da yararlanılmasını gerektirmekte ve doğal çevreye giderek daha fazla yüklenilmektedir. Bu süreçte ortaya çıkan ekoloji problemlerinin haberleştirilme si, politika ve ekonomi çevreleri tarafından yeni enerji üretim kaynaklarına, enerji reaktörlerine veya insaat sektörüne yapılan ve yapılması öngörülen yatırımlar veya bu yatırımların doğal çevrede yarattığı tahribatın sonuçlarının 
ortaya konulmaması için engellenmeye çalısılmaktadır. Ekolojik tahribatların yasal düzenlemelerle önüne geçilmesi gerekmekte ancak kitle medyası örgütü sahipleriyle politika ve ekonomi çevrelerinin karsılıklı menfaat iliskileri, çevre tahribatını ve problemlerini ortaya koyan enformasyonun üretilmesini engellemeye çalısmakta, zorlastırmakta veya enformasyonun bağlamından koparılarak, yüzeysel sunumuna neden olabilmektedir. 

Bilim ve teknoloji kurulusları, ekonomik yönelimi sirketler, kitle medyası örgütleri ve politik alanın aktörleri arasında karmasık iliskiler ağı vardır. Kitle medyası örgütü sahiplerinin Türkiye’de olduğu gibi51 otomobil sektöründen, gıda, bankacılık ve enerji sektörüne kadar genis alanda faaliyet göstermeleri ve asıl gelirlerini, medya alanındaki faaliyetlerinden ziyade ekonominin farklı sektörlerindeki faaliyetlerinden elde etmeleri, siyasi iktidarlarla iyi iliskiler kurma çabalarını beraberinde getirmektedir. Kitle medyası sahiplerinin ihale ve düsük faizli kredi alma çabaları, siyasi iktidarları rahatsız edecek enformasyonun üretilmemesini gerektirmektedir. Bu çerçevede doğal çevreye iliskin tahribat ve problem içeren enformasyon üretilmemekte veya sınırlı olarak üretilmektedir. Bazı kitle medyası örgütü sahiplerinin yatay, dikey ve çapraz yoğunlasmaları ve enerji ve insaat sektöründe faaliyet göstermeleri, çevre problemlerine mesafeli durmalarının bir nedenini olusturmaktadır. 

Kitle medyası alanı 1980’li yılların basından bu yana giderek ekonomilesmekte dir. Farklı medya örgütleri arasındaki rekabet ve yoğunlasma, kazanç ekonomisi temelli örgütlenmeye ve gazetecilik örgütlerinin finans kaynağı olarak reklama bağımlı olmasına neden olmaktadır. Bu durum, medya örgütlerinin ve pazar yapılarının hızlı dönüsümü ile gazetecilik üzerinde yıkıcı etki yaratmaktadır. Medyayla farklı sektörlerin birlesmesi ve hızla gelisen medya teknolojisinin çoklu ortam medyasını da kapsaması, gazeteciliğin çerçeve kosullarını değistirmek tedir. Bu gelismelerle birlikte ticarilesme, medya sisteminin temel özelliği olmaktadır52 . Medya örgütlerinde gazetecilik haber üretim sürecini de etkileyen ekonomik kriterler, ağırlık kazanmaktadır. Yazı islerine yapılan baskılar ve uygulanan reklam ekonomisi, geleneksel gazetecilik normlarının giderek gerilemesine ve değisimine neden olmaktadır. Haberler ve çesitli programlar, bir yandan halkla iliskiler çalısmaları diğer yandan ise, reklam ekonomisi tarafından yönlendirilmektedir53 . Kitle medyasının pek çok toplumsal alana yönelik niteliksiz ve yüzeysel enformasyon üretimini, doğal çevreye ve problemlerine yönelik enformasyon üretiminde de belirlemek mümkündür. Çevre gazeteciliği üretimleri, gazeteciliğin diğer uzmanlık alanları gibi kitle medyasının politika ve ekonomi alanlarıyla karmasık iliskiler ağından, ekonomik amaçlarından ve kendi iç dinamiklerinden soyutlanamamaktadır. 

Bununla birlikte çevre gazeteciliğinin Batı ülkelerinde, nitelikli ve doğa tahribatı na karsı toplumda istenilen tepkiyi yaratan üretimlerine de rastlanılmakta dır. Çevre gazeteciliği üretimlerinin basarısı ve katkısı ile Avrupa’da 1970’li, Türkiye’de ise, 1990’lı yıllardan itibaren çevre problemlerinin gündeme tasındığı, toplumun ve bireylerin bilinçlenmeye basladığı ve çevreci örgütlerin ortaya çıktığı ve gelistiği belirlenmektedir. 

Alman bilim insanı Schulz’un54, Avrupa Birliği (AB) yurttaslarının çevre haberleri edinmede, kitle medyasından yararlanma biçimleri ile çevreye iliskin edindikleri 
enformasyonun niteliğini ölçmeyi amaçlayan arastırması, çevre gazeteciliği açısından önemlidir. Schulz’un, AB yurttasları arasında yaptığı anket arastırması sonucunda elde ettiği bulgular, çevre konularına iliskin enformasyon edinmek için ağırlıklı olarak kitle medyasına yönelindiğini ve birincil enformasyonun, kitle medyasından edinildiğini göstermektedir. 

Arastırmasında okur ve izleyicinin, kendi yasadığı bölgenin çevre problemlerine daha az önem verdiğini gösteren Schulz’un bulguları, çevre problemlerine iliskin algılamaları da ortaya koymaktadır. AB yurttaslarının belirlediği en önemli ulusal çevre problemleri hava kirliliği, endüstri atıkları, denizlerin ve sahillerin kirliliğidir. Kendi ülkelerine iliskin çevre problemlerini en az dert edinenler, Lüksemburg ve İskandinavyalılardır. 

Yerel çevrede ise AB yurttasları, en yüksek oranda trafik problemlerini ve hava kirliliğini önemsemektedirler. Çevre problemlerini en yoğun Yunan, Portekiz ve İtalyanlar yasamaktadır. En az çevre problemiyle karsılasanlar ise, Finlandiya ve Benelüks ülkelerinin yurttaslarıdır. AB yurttasları, ulus ötesi çevre problemlerin de ise, en yüksek oranda hava, su ve yer kirliliği üzerinde odaklanmaktadırlar. Bunu, küresel çevre problemleri ve ozon deliği ve tropikal ormanların yok olusu izlemektedir. Daha sonra iklim değisimi ve atom enerjisi konusu gelmektedir. Schulz’un elde ettiği bulgular, çevre problemlerinde, kitle medyasının rolüne iliskin de bir fikir vermektedir. AB yurttaslarının yarısından fazlası, çevre problemlerine iliskin iyi enforme edildiğini düsünmektedir. En iyi enforme edildiğini düsünenler, İskandinavya ülkeleri yurttasları, Slovenler ve Güney Kıbrıs yurttaslarıdır. En kötü enforme edildiğini düsünenler ise, Portekizler ve Litvanyalılardır. AB yurttaslarının yarısından fazlası, çevre problemlerinin çözümü, çevre koruma önlemlerinin basarıları, yasalar ve çözüm 
önerileri konusunda daha fazla oranda haber üretilmesini istediklerini göstermektedir. AB yurttasları, özellikle sağlığa ve gen teknolojisi arastırmalarına ve değistirilen organizmaların tarımda kullanımına iliskin daha yüksek oranda enformasyon edinmek istediklerini belirtmislerdir. Doğada türlerin yok olusu, tarım alanında kirlilik, kaynakların sömürülmesi, 
suların kirlenmesi, iklim dönüsümü ve hava kirliliği konularının yeterince kitle medyasında ele alınmadığını düsünmektedirler. Çevre problemlerine iliskin farklı düzeyde enformasyon edinmenin nedeni bu ülkelerde kitle medyasının çevre problemlerine ayırdığı yer ve konuları isleme esaslarıyla da ilgilidir. Farklı düzeyde enforme edinmenin en önemli etki faktörlerini, ilgili ülkelerin brüt sosyal üretimi, kisisel eğitim düzeyi ve düzenli gazete okuma oranlarıdır. 

Bu bulgular, AB ülkelerinde yurttasların ekolojik problemlere ilgisini ve enformasyon edinme isteğini, bilinçlenme düzeyini ve politik alanı etkileme potansiyellerini göstermekte ve çevre gazeteciliğinin ve kamuoyunun demokratik ülkelerde, politik ve toplumsal yapıyı etkileme potansiyelinin olduğuna isaret etmektedir. 

Bizim ülkemizde ise, çevre gazeteciliğinin politik ve ekonomik yapıya etkisinin daha sınırlı olduğu gözlenmektedir. Çevre konusunda enformasyon üreten gazeteciler, kitle medyasının dıssal ve içsel dinamiklerinden etkilenerek, politik aktörlerin enerji kaynaklarının kullanımı ve doğanın tahribatı gibi konularda yanlıs kararlarını ve sorumluluklarını karmasık iliskiler ağı içinde yeterince ele alıp, irdeleyememektedirler. Çevre haberleri, kaza ve felaket gibi negatif olaylara yönelmekte ve sansasyon yaratabilecek konulara ağırlık verilmektedir. 

Olgudan ziyade duyguya yer verdiliği ve konunun karmasıklığının basitlestirildiği belirlenmektedir. Uzman bilgi ve görüsüne ve arka plan enformasyonuna yeterince yer verilmediği için bağlamın ve iliskiler ağının gösterilemediği gözlenmektedir. Tiraj ya da izlenme oranlarına ve görselliğe odaklanılmakta; duygu yüklü habercilik yapılmaktadır ve böylece çevre problemlerinin politik ve ekonomik boyutu göz ardı edilerek, okur ve izleyicinin olayı algılama esas ve biçimi yönlendirilmeye ve etkilenmeye çalısılmaktadır. 

Bu çerçevede kitle medyası örgütlerinin bir parçası olan çevre gazeteciliğinin tarihsel gelisim süreci irdelendiğinde, doğanın metalastırılarak, enerji kaynaklarından yararlanılması ve enerji kaynaklarının uluslararası denetimine odaklanılması nedeniyle politika ve ekonomi alanlarının yanında kitle medyası örgütünün hiyerarsik yapısı ve yasalarının etki ve yönlendirmelerine karsı bir direnme ve yapıyı etkileme potansiyeli ortaya koyduğu görülmektedir. Ancak direncin demokratik ülkelerde, siyasi yapıyı etkileme ve toplumu harekete geçirme potansiyelinin daha fazla, bizim ülkemiz gibi gelismekte olan ülkelerde ise, daha sınırlı olduğu gözlenmektedir. 


4-Sonuç 

Doğa-insan iliskisinde, doğadan yararlanılması ya da doğanın tahrip edilmesi ile doğanın korunması arasında bir karsıtlık gözlenmekte ve bu karsıtlık, iliskiler alanını gerilimli kılmaktadır. Doğada yasayan insan ve insan toplulukları için tarihsel süreçte doğayla kurulan iliski, hiçbir zaman varolan genel dünya tasarımından ve kosullarından bağımsız olmamıstır. 

Bu iliski, toplumların kendi tinsel yapılarının, politik, ekonomik ve teknolojik kosullarının bir yansımasını ortaya koymaktadır. Büyük bir ekonomik değer olarak kabul edilen ve ele geçirilmek ve denetlenmek için mücadele edilen enerji kaynakları, toplumsal gelisim ve ekonomik refah düzeyinin yükselmesi için önemli bir faktör olmaktadır. Bu nedenle de enerji kaynaklarının sınırlılığı ve farklı coğrafyalarda dengesiz dağılımı, uluslar arasında çatısmalara yol açabilmekte, kullanımı ise, doğa ve toplum için önemli olabilecek riskler içermektedir. 

Enerji sistemi, farklı esaslarda doğal çevreyle iliski içinde bulunmaktadır. Dnsanın ekolojik yasam kosullarının tahrip edilmesi, enerji döngüsünün tüm asamalarında ortaya çıkmaktadır. Bunu enerjinin elde edilmesinde, naklinde, dönüsümünde ve tüm alanlardaki kullanımında gözlemlemek olasıdır. Hiçbir enerji naklinin ya da enerji sisteminin, ekolojiyle bağlantısı olmadığı düsünülmemektedir55. Enerji kaynaklarına erisim ve denetim çatısmaları ve endüstriyellesmeye bağlı olarak yoğunlasan ekoloji problemleri, çevre gazeteciliğinin yükselisini beraberinde getirmis bu ise, iletisim ve gazetecilik bilimi alanında bilimsel arastırmaların yapılması gereksinimi yaratmıstır. Bununla birlikte çevre gazeteciliğine iliskin bilimsel arastırmalar56 , gecikmis arastırmalar olarak ifade edilebilir. Çevre gazeteciliğinin üretimlerinin ve bu alanda yapılan bilimsel arastırmaların niteliksel yeterliliği ve niceliksel olarak artısı, ekolojiye ve problemlerine verilen değerin zorunlu ancak sevindirici bir göstergesi olmaktadır. 

Çevre gazeteciliğinin kavramsal olarak açıklanması ve sınırlandırılmasında karsılasılan güçlükler, yeni gelisen bu alanının, bağımsız bir uzmanlık alanı olarak kurumsallasmasını zorlastırmaktadır. Çevre gazeteciliği, toplumsal açıdan öneme sahip olmakla birlikte geleneksel kitle medyası örgütleri, bu uzmanlık alanının karmasık konularını incelemek için rutin ve standart gelistirememistir. Varolan medya örgütü yapısı otomobil, seyahat ve moda gibi uzman gazetecilik alanlarının olusumuna olanak sağlarken, çevre alanı için bu mümkün olmamıstır57 . Kuskusuz bunun nedenleri vardır. Çevre gazeteciliği üretimlerinin politika, ekonomi ve kitle medyası alanları iliskileri açısından istenilmeyen 
üretimleri gerçeklestirme potansiyeli, uzmanlık alanının gelismemesinin bir nedenidir. Ayrıca çevre gazeteciliği konularının diğer gazetecilik alanlarıyla kesismesi ve kitle medyası örgütlerinde, maliyeti düsürmek için az sayıda gazeteci çalıstırılması ve üretim süreçlerinin yoğunlastırılması nedeniyle arastırmaya ayrılan süre kısalmakta, yeterli zaman ayırmadan ise, 
çevreye iliskin karmasık olay ve bağlantılarının ortaya konulması ve alanda uzmanlasma sağlanması kolay olmamaktadır. 

Çevre problemlerinin çözülmesi, politik ve ekonomik kararların ulusal ve uluslararası alanda gözden geçirilmesini ve doğanın korunmasını önceleyen yeni yasa ve kararların alınmasını gerektirmektedir. Bunun yanında genis toplumsal kesimlerde, ekolojik problemlere duyarlılık olusması ve politik karar alma sürecini etkilemesi, önemli bir kosulu olusturmaktadır. Kitle medyası örgütleri ise, ekolojik problemlere, politika ve ekonomi alanlarıyla karmasık iliskiler ağının kural ve gerekleri ve izlenme oranı ve tiraj kaygıları olmadan yönelememektedir. Çevre gazeteciliği; doğa, enerji teknolojileri ve problemlerine iliskin haber üretim sürecinde ekonomi ve politika alanlarının ve gazeteciliğin kendi alanının 
yasa ve kuralları tarafından sınırlandırılmaktadır. Gazetecilik uzmanlık alanlarının özerkliği, politika ve ekonomi yapılarının etki ve yönlendirmesi ve kitle medyası örgütünün ekonomik yönelimleri nedeniyle tehdit altına girmekte ve çevre gazeteciliğinde somutlastığı gibi ekolojik problemlere, gazetelerin orta ve son sayfalarında veya hafta sonu eklerinde, felaket haberciliği çerçevesinde ve büyük ölçüde politik ve ekonomik bağlamdan koparılarak, yer verilmektedir. 

Bununla birlikte çevre gazeteciliğinin toplumu bilgilendirme, aydınlatma ve yönlendirme potansiyeli ve yetkinliği vardır. Ekolojik problemlerin, çevre gazeteciliği tarafından elestirel bir perspektiften ele alınması ve politika ve ekonomi alanlarına, kamuoyu baskısının yansıtılması, çözüm gelistirebilmek için önemli bir faktör olmaktadır. İstenilen düzeyde olmasa bile çevre gazeteciliğinin politika ve ekonomi alanlarını etkileyebilecek ve toplumsal bilinç yaratabilecek bir potansiyele ve yetkinliğe sahip olduğu Schulz58 tarafından AB yurttasları arasında yapılan bir arastırma ile ortaya konulmustur. 

Çevre gazeteciliği, gelecekte de etkisini sürdürecek bir gazetecilik alanı olmasına rağmen dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de katetmesi gereken uzun bir yolun önünde bulunmaktadır. Kitle medyası örgütünün içsel ve dıssal bağımlılıklarına rağmen ekolojik problemler, küresel politik gündemde giderek daha önemli ve kapsamlı bir yere sahip olmaktadır. Dünyanın pek çok ülkesinde çevre bilinci giderek gelismekte ve güçlenmektedir. 

Yeni bir yasam ve tüketim tarzına yol açan çevre bilinci, yesil gazetecilik kavrayısı ile güçlenmektedir. Bununla birlikte duygu yüklü ve felaket odaklı perspektifin bir yana bırakılarak, ekolojik konuların politik, ekonomik ve toplumsal bağlamıyla kavranması ve problem bağlantılarının ve karsılıklı bağımlılıkların gösterilerek, çözüm odaklı ve etkili ve koruyucu bir gazetecilik anlayısının gelistirilmesi kolay değildir. 

Bu çerçevede; çalısmanın varsayımında öngörüldüğü gibi doğal enerji kaynaklarının kullanımı, ekolojik problemler ve çevre güvenliğine iliskin enformasyon üretim sürecinde politika, ekonomi ve kitle medyası alanları arasındaki etkilesime dayalı karmasık iliskilerin yanında kitle medyası örgütünün içsel dinamikleri ve enformasyon üretim esaslarına dayalı amaç ve kurallarının, çevre gazetecisinin enformasyon üretim sürecine etki ettiği ve eylemlerini sınırlandırdığı belirlenmektedir. Bununla birlikte çevre gazetecisi, tamamen 
politika ve ekonomi alanlarının ve çalıstığı kitle medyası örgütünün etki ve yönlendirmeleri altında kalmamaktadır. Toplumsal, politik ve ekonomik yapıya ve çalıstığı kitle medyası örgütünün enformasyon üretim sürecine sınırlı da olsa etki etme yetkinliği ve potansiyeli bulunmaktadır. Yapı, aktör eylemlerini ne kadar sınırlandırsa da aktör ve eylemlerinin, yapıya etki etme ve onu biçimlendirme potansiyeli ve yetkinliğinin de bulunduğu göz ardı edilmemelidir. 

DİPNOTLAR;

1 Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi İletisim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü 
2 Dönüslü Modernlesme Teorisine iliskin ayrıntılı bilgi için bkz. Ulrich Beck, Die Erfindung des Politischen. Zueiner Theorie reflexiver Modernisierung. Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main, 1993.
3 Ulrich Beck Beck, Risikogesellschaft. Auf dem Weg in eine andere Moderne. Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main, 1986.
4 Anthony Giddens, Sosyoloji. Ayraç Yayınevi, Ankara, 2000; Anthony Giddens, Sosyolojik Yöntemin YeniKuralları. Yorumcu Sosyolojinin Pozitif Elestirisi. Çeviren: Ümit Tatlıcan ve Bekir Balkız. ParadigmaYayıncılık, İstanbul, 2003; Anthony Giddens, Sosyal Teorinin Temel Problemleri. Sosyal Analizde Eylem, Yapıve Çeliski. Çeviren: Ümit Tatlıcan. Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2005; Anthony Giddens, ModernliğinSonuçları. Çeviren: Esra Kusdil. Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2010a; Anthony Giddens, Modernite ve BireyselKimlik. Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum. Çeviren: Ümit Tatlıcan. Say Yayınları, İstanbul, 2010b.
5 Beatrice Dernbach, Die Vielfalt Des Fachjournalismus: Eine Systematische Einführung. VS Verlag fürSozialwissenschaften, Wiesbaden, 2010; Heinz Bonfadelli, “Nachhaltigkeit als Herausforderung für Medien und
Journalismus”. Ruth Kaufmann; Paul Burger; Martine Stoffel (der.). Nachhaltigkeitsforschung – Perspektivender Sozial- und Geisteswissenschaften. Schweizerische Akademie der Geistes- und Sozialwissenschaften, Bern,
2007; Winfried Schulz, “Umweltbewusstsein durch Mediennutzung. Eine Analyse von Medieneinflüssen auf Umweltbesorgnis und Umweltverhalten”. Armin Adam; Franz Kohout; Kurt-Peter Merk; Hans-Martin Schönherr-Mann (der.). Perspektiven der Politischen Ökologie. Festschrift für Peter Cornelius Mayer-Tasch. Königshausen & Neumann, Würzburg, 2003; Alexander Görke, Risikojournalismus und Risikogesellschaft. Westdeutscher Verlag, Opladen, 1999.
6 Siegfried Quandt, Wissenschaftsjournalismus oder Fachjournalismus? UVK Verlag, Konstanz, 2010; Jürg Niederhauser, Wissenschaftssprache und populaerwissenschaftliche Vermittlung. Günter Narr Verlag, Tübingen,
1999; Michael Haller, “Wie wissenschaftlich ist Wissenschaftsjournalismus? Zum Problem wissenschaftsbezogener Arbeitsmethoden im tagesaktuellen Journalismus”. Maximillian Gottschlich ve Wolfgang R. Langenbucher (der.). Publizistik – und Kommunikationswissenschaft. Ein Textbuch zur Einführung.
Wilhelm Braumüller Universitaets-Verlagsbuchhandlung, Wien, 1997.
7 Günther Bentele; Hans B. Brosius; Otfried Jarren, Lexikon Kommunikations-und Medienwissenschaft. Springer VS, Wiesbaden, 2013,s.304; Niklas Luhmann, Soziologie des Riskos. de Gruyter, Berlin / New York,199 s.21 v.d.
8 Alexander Görke, “Risikokommunikation”. Siegfried Weischenberg; Hans J. Kleinstuber; Bernhard Pörksen (der.). Handbuch Journalismus. UVK Verlag, Konstanz, 2005, s.411.
9 Anthony Giddens, age.2005,s 212 v.d.; Anthony Giddens, age. 2003, s.144.
10 Doğa, tanımlanması güç bir kavramdır ve kavramın kesin bir açıklaması ve tasarımı yapılamamaktadır.
Latince kökenli natur ya da natura kavramı, nasci’den türemistir ve Grekçe sözcük physis ile aynı anlama gelerek, doğmak ya da olusmak anlamını içermektedir. Physis sözcüğü Yunan felsefesinde, kendiliğinden, insanın etkisi olmadan olusan her seyi ifade etmektedir. Doğa kavramı, farklı bilim dalları tarafından farklı açıklanmakta ve açıklanmasında bir uzlasma bulunmamaktadır. Bilimin doğaya yaklasımı, sanat ve toplumsal pratiklerden farklı olmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Jörg Zimmermann, Das Naturbild des Menschen. Fink-
Verlag, München, 1982,s. 8.
11 Mezopotamya Uygarlıklarından Sümer Uygarlığı, evrenin güçleri ve toprağın verimliliği karsısında insanın saygısına ve sorumluluğuna odaklanmıstır. Bu, doğa karsısında insanın soru sormasını ifade etmekte ve doğada yerini belirleme çabalarına isaret etmektedir Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, Düsünce Tarihi. Gerçekçi Düsüncenin Kaynakları. Cilt I. Bulut Yayınları, İstanbul, 2000, s.64; Harriet Crawford, Sümer ve Sümerler. Çeviren: Nihal Uzan. Arkadas Yayınevi, Ankara, 2010.
12 Mısır Uygarlığı tarihinin ise, insanın ve doğanın etkilesiminden; insanların doğa üzerinde, doğanın insanlar üzerinde bıraktığı derin etkilerin izlerinden olustuğu görülmektedir. Yasadıkları çevreyi iyi gözlemleyen Mısırlılar, ülkeyi farklı bölgelere ayıran Nil Nehri ile coğrafi ve kültürel gelisimlerinin sınırlarını çizmislerdir.
Günesin doğusu ve batısı, yıllık su baskınları, yerli hayvan varlığı ve bitki örtüsü ile çöller, delta ve vadi arasındaki karsıtlık, Mısır mitolojisine ve inançlarına etki etmistir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Douglas J.Brewer ve Emily Teeter, Mısır ve Mısırlılar. Çeviren: Nihal Uzan. Arkadas Yayınevi, Ankara, 2011. s. 31.
13 Platon (M.Ö.428-M.Ö.348), felsefe tarihinde düsüncenin ilk büyük dizgeci atılımını ortaya koymustur. Dizgeci bir kavrayıs içinde bilgi sorunlarından, estetiğin sorunlarına, ahlak sorunlarından devlet sorunlarına kadar pek çok sorunu irdelemistir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age. 2000.
14 Aristoteles, M.Ö.384-322 tarihleri arasında, Antik Yunan’da yasamıstır. Felsefeyi kavram askınlığından, gözlem ve deneyim zeminine ve eyleme tasıyan düsünürdür. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kaan Ökten, Aristoteles. Say Yayınları, İstanbul. 2007.
15 Gregor Schiemann, Was ist Natur? Klasische Texte zur Naturphilosophie. Deutscher Taschenbuch Verlag, München, 1996,s.19 v.d. 
16 Augustine (M.S.354-430 ) Kuzey Afrika’da dünyaya gelmistir. Felsefeyle, teolojiyi sentezlemeye çalısmıstır. 
17 Gunnar Skirbekk ve Nilse Gilje, Felsefe Tarihi. Antik Yunan’dan Modern Döneme. Çeviren: Emrak Akbas ve Sule Mutlu. Üniversite Kitabevi, İstanbul, 2004, s.157. 
18 Ayrıntılı bilgi için bkz. Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı. Çeviren: Nilüfer Kuyas. Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2014. 
19 Niclas Copernicus (1473-1543), yerin devingen günesle ve devingen gezegenlerle çevrelenmis sabit bir  merkez olmadığını bildirmistir. Gök cisimlerinin dönmesi üzerine çalısan Copernicus, kendi ve günesin 
çevresinde dönen gezegenimizin, diğer gezegenler gibi olduğunu ve evrende bir ayrıcalığı bulunmadığını  söylemis ve dünyaya ve doğaya bakıs açısının değisiminde önemli bir rol oynamıstır Ayrıntılı bilgi için bkz. 
Afsar Timuçin, Düsünce Tarihi. Gerçekçi Düsüncenin Gelisimi. Cilt II. Bulut Yayınları, İstanbul, 2002. 
20 Gökbilimci Giordano Bruno (1548-1600), Copernicus’un düsüncelerini gelistirmis, doğayı bir ‘monas monadum’ ve ‘maximum’ olarak kavramıstır. Hem her sey doğadadır, hem de ondan gelmektedir. Evrenin sonsuz, yıldızların sayısız olduğunu düsünmüs; evreni, biçimle maddenin iç içe olduğu bir ortam olarak 
açıklamıstır. Maddenin sürekli biçim değistirdiğini ancak kaybolmadığını söylemis ve sonsuz evreni Tanrı olarak kavramıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Paola Rossi, Modern Bilimin Doğusu. Çeviren: Nesenur Domaniç. LİTERATÜR Yayınları, İstanbul, 2009. 
21 Francis Bacon (1561-1626) ise, doğaya egemen olmak için tüm doğa olaylarını incelemek ve olabildiğince çok deney yapmak gerektiğini düsünmüstür. Dnsan, doğaya egemen olmak için onu tanımalıdır. Doğanın kölesi ve yorumlayıcısı olan insan, doğanın yasalarıyla ilgili deneysel ve ussal bulusları ölçüsünde eylemde bulunabilir ve kavrayıcı olabilir; bunun dısında hiçbir sey bilemez ve yapamaz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age. 
2002,s. 126 v.d. 
22 Modern fiziğin kurucusu ve bilimsel devrimin öncü bilim insanlarından Galileo Galilei (1564-1642), Aristocu evrenin yapı bozumunu ve teolojik doğa görüsünün çözülüsünü gerçeklestirmistir. Bu, hiyerarsik ve sınırlı 
evrenin açık ve sınırsız bir evrenle yer değistirmesi anlamına gelmistir. Doğa yasalarının, evrenin her yerinde geçerli olduğunu düsünmüs ve gündelik yasamın doğal tavrının yerini, metodolojik bir yaklasıma bırakmasının 
yolunu açmıstır. Fizik biliminin tarihsel gelisimine ana biçimini kazandıran Galilei, doğanın özünü rakamlar olarak kavrayarak, doğanın matematiksel analizini gerçeklestirmistir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Gunnar Skirbekk ve Nilse Gilje, age. s. 218; Hüseyin G. Topdemir ve Seval Yinilmez, Galileo. Dünyayı Döndüren Adam. Say Yayınları, İstanbul, 2009. 
23 Johannes Kepler (1571-1630), göksel alanların nitelik olarak dünyadan farklı olduğu fikrine karsı çıkarak, gezegenlerin yörüngelerinin mekanik açıklamalarını yapmaya çalısmıstır. Dünyanın ve doğanın kavranısına farklı bir perspektif sunmus; gezegenlerin hareketinin matematiksel yasalarının derin bir metafiziksel boyutta gizli olduğunu ileri sürmüstür. Tanrının bir matematikçi olduğunu düsünerek, matematiksel formların duyuların tahrife açık dünyasına üstün olduğunu savunmustur. Ayrıntılı bilgi için Gunnar Skirbekk ve Nilse Gilje, age. s. 
212. Kepler’in ortaya koyduğu yasalar, ancak Newton’un bu yasalardan yararlanma yolunu bulması ile bilimsel olarak değerlendirilmis ve 1660’da astronomlar tarafından kabul görmüstür. 
24 Rene Descartes (1596-1650), özne ve nesne kavramlarının ayrımını ortaya koymus ve yalnızca insanın bir ruha sahip olduğunu ve diğer tüm yaratıklar ve seylerin onun karsısında olduğunu düsünmüs; dısarıda duran ve 
bilen öznenin karsısına nesnel olarak betimlenilebilen doğayı yerlestirmistir. Tüm doğa olaylarını mekaniğin ve geometrinin yasalarıyla analiz etmeye çalısmıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age. 2002,s.143 v.d. 
25 Doğanın statik ve tüm doğal süreçlerin, tersine çevrilebilir olduğunu düsünen ve gökbilim alanında önemli kesifler yapan Isaac Newton (1642-1727), bilim alanını, felsefe alanından ayırmıstır. Fizik ve matematik bilimleri, mekanik nedenleri, felsefe ise, etkinlik nedenlerini incelemektedir. Felsefenin alanı, doğa olaylarının ve yasalarının açıklanmasıdır. Doğa olaylarının açıklamasının merkezine ise, Tanrı’yı yerlestirmesi nedeniyle Platon’un düsünceleri ile Hıristiyanlık arasında bir sentez olusturmaya çalısmıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age. 2002,s.247; Gregor Schiemann, age.s.29 v.d. 
26 Immanuel Kant (1724-1804), usun doğal düzeyde belirlenmis olduğu önermesini gelistirmistir. Doğanın hiçbir seyi bosuna yapmadığını savunmus ve bu ereklilik içinde doğanın insanı usla donattığını ve insana bu usun 
üzerinden isteme özgürlüğü verdiğini ve insanı toplumsal kıldığını düsünmüstür. İnsan uzlasmayı ister ama insan türü için neyin iyi olduğunu doğa daha iyi bilir ve uzlasmazlık ister. Doğanın insan için hukukun evrensel bir 
biçimde egemen olduğu sivil toplum kurma problemi vardır. Bu çerçevede insan türünün tarihini, büyük ölçüde doğanın gizli bir tasarısının gerçeklesmesi olarak kavramak gerekmektedir. Bu tasarı iç ve dıs düzeyde yetkin bir siyasal kurum olusturma tasarısıdır. Doğa, evrensel bir tarih ortaya koyabilmek için insan türünde bütünsel siyasal birliği amaçlamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Afsar Timuçin, age.2002,s.327 v.d. 
27 Thomas Hobbes (1588-1679), doğa durumunun kaynakları, karakteri ve konumu üzerine incelemeler yapmıstır. Doğanın insanları düsünsel ve bedensel olarak esit yarattığını ileri sürerek, doğa durumunu, insanlara düzeni zorla kabul ettirmek üzere egemen bir iktidarın bulunmadığı bir kosul olarak belirlemis ve doğal haklar ve doğa kanunlarının ancak bireyin benlikçi doğası ile açıklana bildiğini düsünmüstür. Doğal haklardaki normlar; maddi kosullar, içgüdüler ve aydınlanmıs öz-çıkarlar tarafından belirlenmektedir. Buna karsılık doğal bilgi 
üzerine kurulu olan doğa yasaları, barısı ve barısı elde etmek için yapılması gereken sözlesmeyi ve ona bağlı kalınmasını içermektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Thomas Hobbes, Yurttaslık Felsefesinin Temelleri. Çeviren: Deniz Zarakolu. Belge Yayınları, İstanbul, 2007. 
28 John Locke (1632-1704), doğal yasamı bir kaos ortamı olarak değil, bireylerin sınırsız özgürlüğe sahip ve esit oldukları bir yasam biçimi olarak kabul etmektedir. Doğa durumu, insanlar arasında esitlik durumudur. 
İnsanların özgür olduklarını ancak bu özgürlüğün doğal yasayla sınırlan dırılabildiği ni düsünmekte ve özgürlüğünen iyi, en yararlı ve zararsız bir biçimde kullanılması gerektiğini söylemektedir. Birey, toplumda etkin bir 
varlıktır ve kendi ve toplumun yazgısını kendisi tartısmakta ve belirlemektedir. Doğal yasa yani akıl, tüm insanların özgür ve esit oldukları bir yerde, herkesin birbirinin hayatına, özgürlüğüne ve malına saygılı olmayı emretmektedir. Bir nesneye sahip olan, onu üreten kisidir. Nesnenin değeri, ise göre belirlenmekte dir; doğa ise, yalnızca metayı ortaya koymakta bunun dısında bir değere sahip olmamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. John Locke, Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler. Çeviren: İsmail Çetin. Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999. 
29 Jean Jacques Rousseau (1712-1778), Aydınlanmanın elestirisini yapmıs ve medeni doğan insanın köle olarak ölmesine dikkat çekerek, “Doğaya Dönüs” sloganıyla doğal ve özgür olmayan insanın durumunu ortaya koymus 
ve uygarlasmanın olumsuz etkilerini göstermek istemistir. Rousseau, insanların doğal durumunu fiziksel ve ahlaksal açıdan belirlemeye çalısmıs ve esitsizliği ve bağımlılığın maddi, toplumsal ve psikolojik nedenlerini incelemistir. Rousseau, Toplum Sözlesmesi fikri ile siyasal iktidarların insanlar üzerindeki otoritesini rasyonel bir temele dayandırmaya çalısmıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözlesmesi. Çeviren: Ali Timuçin. Bulut Yayınları, İstanbul,2007. 
30 Charles Darwin’in (1809-1882), canlıların gelisim sürecini ve doğal seleksiyonu irdeleyen evrim teorisi, doğanın ve canlıların farklı bir esasta kavranmasını beraberinde getirmistir. Bu teori, varolmak için canlıların 
edilgen ve teolojik bir gelisiminden yola çıkmamıstır ve doğaya karsı özel olarak konumlandırılan insanın diğer canlı türleri ile akrabalığına isaret ederek, onun o zaman kadar ayrıcalıklı olarak belirlenmis merkez konumu 
ortadan kaldırıp, doğallastırmıstır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Charles Darwin, Türlerin Kökeni. Çeviren: Orhan Tuncay. Gün Yayıncılık, İstanbul, 2003. 
31 Karl Marx (1818-1883), kapital sahiplerinin burjuva toplumunda sömürüsüne dikkat çekmekte ve endüstrilesme nedeniyle doğanın üretim aracı ve tüketim 
nesnesi haline geldiğini söylemektedir. Endüstri toplumuna geçis ile birlikte insanın doğa üzerinde egemenliği artmakta; bilimsellesme ve tekniklesme nedeniyle insan kendisi, doğaya karsı bir doğal güç haline gelmektedir. Doğaya karsı müdahaleler giderek ağırlaşmakta ve örgütlü yapılmaktadır. Komünizm, doğa ile toplum arasındaki karsıtlığı ortadan kaldıracaktır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Karl Marx, Nationalökonomie und Philosophie. Sammlung der Pariser Manuskripte. Erich Thier (der.). G.Kiepenheuer Verlag, Köln / Berlin,1950. 
32 Jürgen Scheffran, “Energiekonflikte, Klimawandel und nachhaltige Entwicklung”. Peter Imbusch ve Ralf Zoll (der.). Friedens-und Konfliktforschung. VS Verlag für Sozialwissenschaften, Wiesbaden, 2010,s. 337. 
33 Edward Teller, Energie für ein neues Jahrtausend. Ullstein, Frankfurt am Main,1981, s.71-72 v.d. 
34 Enerji kaynakları; tükenebilir enerji kaynakları ve yenilenebilir enerji kaynakları olarak ayrımlanmaktadır. 
Tükenebilir enerji kaynakları, kullanılan ancak kısa zaman içinde yeniden olusmayan enerji kaynaklarıdır. Fosil yakıtlardan olusan bu enerji kaynakları içinde doğal gaz, kömür ve petrol önemli bir yer almaktadır. 
Yenilenebilir enerji kaynakları ise, sürekli ve kısa sürede tekrar kullanılabilen enerji kaynaklarıdır. Yenilenebilir enerji kaynakları; biokütle, bitki artıkları, günes, hidro, jeotermal, rüzgar, gel-git, dalga ve okyanus enerji 
kaynaklarıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Peter R. Sieferle, “Energie”. Franz Josef ve Thomas Rommelspracher (der.). Besiegte Natur. Geschichte der Natur im 19. Und 20.Jahrhundert. C.H.Beck Verlag, München,1987. s. 201 v.d. 
35 Jürgen Scheffran, age. s.334-335. 
36 Wolfgang Fischer ve Erwin Haeckel, Internationale Energieversorgung und politische Zukunftssicherung. Das europaeische Energiesystem nach der Jahrtausendwende: Aussenpolitik, Wirtschaft, Ökologie. R.Oldenbourg  Verlag, München, 1987,s.12. 
37 Jürgen Scheffran, age. s.334 v.d.; s.339. 
38 Wolfgang Fischer ve Erwin Haeckel, age. ,s.279-280. 
39 Heinz Pürer ve Johannes Raabe, Presse in Deutschland. UVK-Verlag, Konstanz,2007,s. 69 v.d.. 
40 Siegfried Quandt, age. s.16.v.d. 
41 1978 yılında “Amoco Cadiz” adlı petrol tankeri, Fransız sahillerinde batmıs ve Fransız kuzey-batı sahillerinde önemli çevresel kirliliğe yol açmıstır. 
42 Önemli enerji reaktörleri kazaları arasında; 1979 yılında Amerika Birlesik Devletlerinde, Harrisburg Atom Reaktöründe meydana gelen kaza, 1986 yılında Sovyetler Birliği’nde Çernobil Nükleer Reaktörü kazası ve 2011 yılında Japonya’da Fukushima Nükleer Santrali kazası belirtilebilir. 
43 Beatrice Dernbach, “Das Thema Umwelt in der lokalen Publizistik”. Beatrice Dernbach ve Harald Heuer (der.). Umweltberichtersattung im Lokalen. Westdeutscher Verlag, Wiesbaden, 2000, s. 20 v.d. 
44 Almanya’da çevre konularına ağırlık veren yayınlar arasında sunlar belirtilebilir: “Das neue Bild der Erde”, 1976 yılından bu yana Avrupa çapında onyedi farklı dilde basılmaktadır. Çevre konularına iliskin kapsamlı 
röportajlara ve fotoğraflara yer vermektedir. Çevre odaklı habercilik yapan diğer yayınlar arasında, 1980 yılında yayına baslayan Umwelt Magazin ile 1985 yılında yayın hayatına baslayan Öko Test belirtilebilir. Umwelt Magazin, pek çok alana yönelik uzmanlık bilgilerine yer vermekle birlikte ağırlıklı olarak çevre gazeteciliğine odaklanmaktadır. Umwelt Magazin gibi Öko Test’de de çevre problemlerine iliskin çözüm önerileri formüle etmeye çalısmakta özellikle de gündelik yasama iliskin önerilere yer vermektedir. Greenpeace Magazin ise, 
Greenpace Örgütüyle aynı adı tasımakla birlikte bu çevre örgütüyle bağlantısı olmayan ve iki ayda bir yayınlanan bir dergidir. Etik ve sosyal açıdan çevre korunmasına odaklanmakta ve belirgin çevreci tüketici tipi önermektedir. Reklam almayan bu dergi, yalnızca tirajları ile finanse edilmektedir. Televizyon kanalları arasında; ARD’de, çevre ve doğa sloganı baslığı altında çesitli bölgesel programlar üretilmekte ve genellikle bir konuya odaklı programlar yapılmaktadır. “360° – Geo-Reportage”, baslıklı magazin, Alman ve Fransız ortak kültür kanalı ARTE tarafından yayınlanmaktadır. Radyo kurulusları arasında ise, çevre gazeteciliği, Deutschlandradio’da kapsamlı olarak islenmektedir. Bu radyonun yayınlarında, çevre ve tüketiciye odaklı ve tarım ve çevre politikasına yönelik programlar yer almaktadır. Online ortamda ise; Euroreporter bloğu, çevre 
konusunda önemli enformasyonlara yer vermektedir. Bu, Avrupa Çevre Gazeteciliğine odaklı bir magazindir. Arastırma içeren genis ve kapsamlı bir arsivi vardır. Earth Journalism Network (www.earthjournalism.net), 
uluslararası NGO Internews tarafından kurulan ve sürdürülen bir ağdır. Bu ağda, çevre gazetecileri için dünya çapında ağlar ve mesleki gelisme programları sunulmakta ve enformasyon elde etme konusunda yardım 
sağlanmaktadır. www.euroreporter.de, Avrupa Çevre Gazeteciliği için magazinel enformasyon sunmaktadır. 
Öğrenme materyallerine yer vermekte ve arastırma için yardım sağlamaktadır. Bu sitede, çevre gazeteciliğine iliskin makaleler yer almakta, çevre koruma projelerine ve seminerlere iliskin enformasyon iletilmektedir. Bunun 
yanında de.green.wikia.com/wiki/Zeitschriften sitesi, düzenli basılan ve sadece ya da ağırlıklı olarak çevre konularına yer veren dergilere iliskin bilgiler sunmaktadır. Bu siteden gazete, dergi, televizyon ve radyo yayınlarına ve İngilizce dergilere erisilebilmektedir. www.klimaretter.info sitesi, çevre, iklim ve enerji kaynakları, politika, protestolar, ekonomi, mobilite, arastırma, çevre ve yasama iliskin köse yazılarına yer vermektedir. www.medien-doktor.de/umwelt sitesi, Dortmund Teknik Üniversitesi Bilim Gazeteciliği Anabilim Dalının projelerine açılan bir linktir ve farklı medyada yer alan çevre haberlerini vermektedir. www.utopia.de sitesi, sürdürülebilir, koruyucu ve etkili gazetecilik yapmakta ve beslenme, enerji, mobilite, çocuk ve aile konularına, tüketim önerilerine, forumlara ve farklı firma profillerine yer ayırmaktadır. www.green.wiwo.de sitesi ise, yesil ekonomi portalıdır; güncel haberleri, analizleri, arastırmaları ve yesil ekonomiye iliskin olumlu uygulamaları iletmektedir. Yenilenebilir enerji ve gelecekteki mobiliteye iliskin gelismeleri aktarmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. https://www.dfjv.de/ressorts/umweltjournalismus/berichterstattungsgegenstaende. 20.09.2014. 
45 Ayrıntılı bilgi için bkz. Dernbach, age.,2010:229 .v.d. 
46 Beatrice Dernbach, “Journalismus und Nachhaltigkeit. Oder: Ist Sustainability Development ein attraktives Thema?”. Gerd Michelsen ve Jasmin Godemann (der.). Handbuch Nachhaltigkeitskommunikation. Oekom 
Verlag, München, 2005, s. 182 v.d.; Walter Hömberg, “Umweltinformation – Umweltpolitik – Ökologie”. Journalistik. H. 4, 1983, s. 7 v.d. 
47 Beatrice Dernbach, age.2005, s. 184 v.d.; Beatrice Dernbach, Public Relations für Abfall. Ökologie als Thema öffentlicher Kommunikation. Springer VS Verlag, Opladen /Wiesbaden,1998,s.40 v.d. 
48 Winfried Göpfert ve Stephan Russ-Mohl, Wissenschafts-Journalismus. Ein Handbuch für Ausbildung und Praxis. EconVerlag, München, 2000, s.10-11. 
49 Marie-Luise Braun, “Umweltjournalismus”. Siegfried Quandt (der.). Fachjournalismus. Deutscher Fachjournalistenverband, Konstanz, 2010, s. 133 v.d.; Beatrice Dernbach, age.,1998,s.20 v.d. 
50 Çevre gazetecilerinin bir bölümü fen bilimleri alanında öğrenim görmüstür. Fen bilimi alanında öğrenim görmeyenler ise, bu bilim dallarında ek öğrenim süreçlerinden yararlanmaya çalısmaktadırlar. Çevre gazeteciliği için en önemli temel bilgiler, doğa bilimlerinde biyoloji, kimya ve fizik alanlarına aittir. Çevre bilimiyle ilgili diğer en önemli bilim dalları arasında jeoloji, deniz bilimleri, klimatoloji, botanik, ekoloji ve çevre kimyası yer almaktadır. Bu bölümlerde, karmasık verilerin bilgisayar aracılığıyla simülasyonla ortaya konulması ve istatistiki bilgilere yer verilmesi nedeniyle istatistik ve enformatik alanlarına da odaklanılmaktadır. Öğrenciler, çevre problemlerinin yarattığı etkilere ve çevre değisiminin sosyal yasam üzerindeki belirtilerine iliskin bilgi edinmektedirler. Bununla birlikte çevre gazetecisi olmak için bu alanlarda öğrenim görmek gerekmemekte ancak bilim alanlarının temel bilgilerine sahip olmak gerekmekte dir. Çevre gazetecileri, kendilerini gelistirmek için bu alanların temel bilgilerini içeren kitaplardan yararlanmaktadırlar. Temel bilgilerin eksik olması halinde bütünsel bir ekolojik bakıs açısına sahip olunamamakta, konuları kapsamlı olarak anlamak zorlasmakta, önemli sorular sorulamamakta ve görüsülen haber kaynağı veya aktörünün yanlıs yönlendirmelerine karsı durulamamaktadır. 
Bu çerçevede çevre gazeteciliği alanında öğrenim süreçlerinin gerçeklestirilmesi önem kazanmaktadır. 
Almanya’da 1990’lı yılların basından itibaren Bremen Üniversitesi gibi bazı üniversitelerde, çevre bilimi alanında disiplinlerarası öğrenim süreci baslatılmıs tır. Arastırmalarda, insanların kisisel çevrelerinin yanında insan davranıslarının çevreye etkilerine odaklanılmaktadır. Bonn-Rhein-Sieg, Meslek Yüksek Okulu ’nun Teknik Gazetecilik Bölümünde, öğrencilere ağırlıklı olarak çevre gazeteciliği okutulmaktadır. Ansbach Meslek Yüksekokulu’nda da Çevre Gazeteciliği bölümünün kurulması planlanmaktadır. Darmstaedter Yüksekokulu’nda, Online Gazetecilik ve Bilim Gazeteciliği alanlarında öğrenim gören öğrencilere çevre gazeteciliği seminerleri verilmektedir. 2013 yılında ise, çevre konularına iliskin arastırma konuları, online olarak da öğrenim sürecine dahil edilmistir. Ayrıca gazeteci ve gazeteci adayları, çevre konularına odaklı kurs ve seminerler  alabilmektedirler. Friedrich-Ebert Vakfı, Gazetecilik Akademisi’nde, çevre gazeteciliği seminerlerine yer vermektedir. Lüneburg Üniversitesi ise, sürdürülebilir, koruyucu ve etkili gazetecilik alanlarına yönelik sertifika programı düzenlemektedir. Bu programın amacı, gazetecilik öğrenim sürecine yönelik bir tamamlamanın gerçeklestirilmesi dir. Dortmund Teknik Üniversitesi ise, Medya-Doktoru programı ile bu doğrultu da çalısmalar yapmaktadır. Medya-Doktoru, gazeteciler tarafından olusturulan bir platformdur ve farklı alanlardan verilerin değerlendirilmesini öngörmektedir. 2010 yılında tıp gazeteciliği alanında bir program baslatılmıstır. 2013 yılından bu yana ise, Çevre Gazeteciliği için Medya-Doktoru programı sürdürülmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. 
https://www.dfjv.de/ressorts/umweltjournalismus/berichterstattungsgegenstaende. 20.09.2014. 
51 Ayrıntılı bilgi için bkz. Füsun Alver, Gazetecilik Bilimi ve Kuramları. Gazetecilik Kuram Tasarımlarını Türkiye’deki Gazetecilik Sistemi ve Uygulamalarıyla Sınama Denemesi. Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2011, s.375 v.d. 
52 Otfried Jarren; Werner Meier, “Ökonomisierung und Kommerzialisierung von Medien und Mediensystemen, einleitende Bemerkung zu einer (notwendigen) Debatte”. Ottfried Jarren ve Werner Meier (der.). Ökonomisierung der Medienindustrie: Ursachen, Formen und Folgen. Themenheft Medien & 
Kommunikationswissenschaft. Nomos, Baden-Baden, 2001,s. 145 v.d. 
53 Vinzens Wyss; Karin Pühringer; Werner Meier, “Journalismusforschung”. Heinz Bofadelli; Ottfried Jarren; Gabrielle Siegert (der.). Einführung in die Publizistikwissenschaft. Haupt Verlag, Bern, Stuttgart, Wien, 2005,s. 316-317. 
54 Winfried Schulz, age. s. 249 v.d. 
55 Wolfgang Fischer ve Erwin Haeckel, age, s.279. 
56 Beatrice Dernbach, age. 2010; 2005; 2000; Braun, age.2010; Bonfadelli, age.2007; Schulz, age. 2003; Görke,age.1999; Haller,age.1997;Gottschlich, age.1985; Hömberg,age. 1983. 
57 Klaus Meier, Ressort, Sparte, Team. UVK Verlag, Konstanz, 2002,s.11 v.d.. 
58 Winfried Schulz, age. s. 249 v.d. 


KAYNAKÇA 

Afsar Timuçin, Düsünce Tarihi. Gerçekçi Düsüncenin Gelisimi, Istanbul, Bulut Yayınları, 2002. 
Afsar Timuçin, Düsünce Tarihi. Gerçekçi Düsüncenin Kaynakları, Istanbul, Bulut Yayınları, 2000. 
Alexander Görke, “Risikokommunikation”, Siegfried Weischenberg et al. (eds.), Handbuch Journalismus, Konstanz, UVK Verlag, 2005,p. 411-415. 
Alexander Görke, Risikojournalismus und Risikogesellschaft, Opladen, Westdeutscher Verlag, 1999. 
Anthony Giddens, Modernite ve Bireysel Kimlik. Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum, trans. Ümit Tatlıcan, Istanbul, Say Yayınları, 2010b. 
Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, trans. Esra Kusdil. Istanbul, Ayrıntı Yayınları, 2010a. 
Anthony Giddens, Sosyal Teorinin Temel Problemleri. Sosyal Analizde Eylem, Yapı ve Çeliski, trans. Ümit Tatlıcan. Istanbul, Paradigma Yayıncılık, 2005. 
Anthony Giddens, Sosyoloji, Ankara, Ayraç Yayınevi, 2000. 
Anthony Giddens, Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları. Yorumcu Sosyolojinin Pozitif Elestirisi, trans. Ümit Tatlıcan and Bekir Balkız. Istanbul, Paradigma Yayıncılık, 2003. 
Beatrice Dernbach, “Das Thema Umwelt in der lokalen Publizistik”, Beatrice Dernbach and Harald Heuer (eds.), Umweltberichtersattung im Lokalen. Wiesbaden, 
Westdeutscher Verlag, 2000,p. 20 -40. 
Beatrice Dernbach, “Journalismus und Nachhaltigkeit. Oder: Ist Sustainability Development ein attraktives Thema?”, Gerd Michelsen and Jasmin Godemann (eds.), 
Handbuch Nachhaltigkeitskommunikation, München, Oekom Verlag, 2005, p.182-191. 
Beatrice Dernbach, Die Vielfalt Des Fachjournalismus: Eine Systematische Einführung, Wiesbaden, VS Verlag für Sozialwissenschaften, 2010. 
Beatrice Dernbach, Public Relations für Abfall. Ökologie als Thema öffentlicher Kommunikation, Opladen / Wiesbaden, Springer VS Verlag, 1998. 
Charles Darwin, Türlerin Kökeni, trans. Orhan Tuncay, Istanbul, Gün Yayıncılık, 2003. 
Douglas J. Brewer and Emily Teeter, Mısır ve Mısırlılar, trans. Nihal Uzan, Ankara, Arkadas Yayınevi, 2011. 
Edward Teller, Energie für ein neues Jahrtausend, Frankfurt am Main, Ullstein,1981. 
Füsun Alver, Gazetecilik Bilimi ve Kuramları. Gazetecilik Kuram Tasarımlarını Türkiye’deki Gazetecilik Sistemi ve Uygulamalarıyla Sınama Denemesi, Istanbul, Kalkedon 
Yayınları, 2011. 
Gregor Schiemann, Was ist Natur? Klasische Texte zur Naturphilosophie, München, Deutscher Taschenbuch Verlag, 1996. 
Gunnar Skirbekk and Nilse Gilje, Felsefe Tarihi. Antik Yunan’dan Modern Döneme, transfer. Emrak Akbas and Sule Mutlu, Istanbul, Üniversite Kitabevi, 2004. 
Günther Bentele et al. Lexikon Kommunikations-und Medienwissenschaft, Wiesbaden, Springer VS, 2013. 
Harriet Crawford, Sümer ve Sümerler, trans. Nihal Uzan, Ankara, Arkadas Yayınevi, 2010. 
Heinz Bonfadelli, “Nachhaltigkeit als Herausforderung für Medien und Journalismus”, Ruth Kaufmann et al. (eds.), Nachhaltigkeitsforschung – Perspektiven der Sozial-und 
Geisteswissenschaften, Bern, Schweizerische Akademie der Geistes-und Sozialwissenschaften, 2007, p. 255-280. 
Heinz Pürer and Johannes Raabe, Presse in Deutschland, Konstanz, UVK-Verlag, 2007. 
https://www.dfjv.de/ressorts/umweltjournalismus/berichterstattungsgegenstaende. (Accessed 20 September 2014), p.3 
Hüseyin G. Topdemir and Seval Yinilmez, Galileo. Dünyayı Döndüren Adam, Istanbul, Say Yayınları, 2009. 
Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözlesmesi, trans. Ali Timuçin, Istanbul, Bulut Yayınları, 2007. 
John Locke, Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler, trans. Ismail Çetin, Istanbul, Paradigma Yayınları, 1999. 
Jörg Zimmermann, Das Naturbild des Menschen, München, Fink-Verlag, 1982. 
Jürg Niederhauser, Wissenschaftssprache und populaerwissenschaftliche Vermittlung, Tübingen, Günter Narr Verlag, 1999. 
Jürgen Scheffran, “Energiekonflikte, Klimawandel und nachhaltige Entwicklung”, Peter Imbusch and Ralf Zoll (eds.), Friedens-und Konfliktforschung, Wiesbaden, VS Verlag 
für Sozialwissenschaften, 2010,p. 333-354. 
Kaan Ökten, Aristoteles, Istanbul, Say Yayınları, 2007. 
Karl Marx, Nationalökonomie und Philosophie. Sammlung der Pariser Manuskripte, Erich Thier (eds.), Köln / Berlin, G.Kiepenheuer Verlag, 1950. 
Klaus Meier, Ressort, Sparte, Team, Konstanz, UVK Verlag, 2002. 
Marie-Luise Braun, “Umweltjournalismus”, Siegfried Quandt (eds.). Fachjournalismus, Konstanz, Deutscher Fachjournalistenverband, 2010, p. 133 -147. 
Michael Haller, “Wie wissenschaftlich ist Wissenschaftsjournalismus? Zum Problem wissenschaftsbezogener Arbeitsmethoden im tagesaktuellen Journalismus”, 
Maximillian Gottschlich and Wolfgang R. Langenbucher (eds.), Publizistik – und Kommunikationswissenschaft. Ein Textbuch zur Einführung, Wien, 
Wilhelm Braumüller Universitaets-Verlagsbuchhandlung, 1997, p.208-220. 
Niklas Luhmann, Soziologie des Risikos, Berlin / New York, de Gruyter, 1991. 
Otfried Jarren and Werner Meier, “Ökonomisierung und Kommerzialisierung von 
Medien und Mediensystemen, einleitende Bemerkung zu einer (notwendigen) Debatte”, 
Ottfried Jarren and Werner Meier (eds.), Ökonomisierung der Medienindustrie: Ursachen, 
Formen und Folgen. Themenheft Medien & Kommunikationswissenschaft, Baden-Baden, Nomos, 2001, p. 145-158. 
Paola Rossi, Modern Bilimin Doğusu, trans. Nesenur Domaniç, Istanbul, LITERATÜR Yayınları, 2009. 
Peter R. Sieferle, “Energie”, Franz Josef Brüggemeier and Thomas Rommelspracher (eds.), Besiegte Natur. Geschichte der Natur im 19. Und 20.Jahrhundert, München, 
C.H.Beck Verlag,1987, p. 20-41. 
Siegfried Quandt, Wissenschaftsjournalismus oder Fachjournalismus?, Konstanz, UVK Verlag, 2010. 
Thomas Hobbes, Yurttaslık Felsefesinin Temelleri, trans. Deniz Zarakolu, Istanbul, Belge Yayınları, 2007. 
Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, trans. Nilüfer Kuyas, Istanbul, Kırmızı Yayınları, 2014. 
Ulrich Beck, Die Erfindung des Politischen. Zu einer Theorie reflexiver Modernisierung, Frankfurt am Main, Suhrkamp Verlag, 1993. 
Ulrich Beck, Risikogesellschaft. Auf dem Weg in eine andere Moderne, Frankfurt am Main, Suhrkamp Verlag, 1986. 
Vinzens Wyss et al. “Journalismusforschung”, Heinz Bofadelli et al. (eds.), Einführung in die Publizistikwissenschaft, Bern / Stuttgart / Wien, Haupt Verlag, 2005,p. 
297-330. 
Walter Hömberg, “Umweltinformation – Umweltpolitik – Ökologie”. Journalistik, H. 4, 1983, p. 7 -20. 
Winfried Göpfert and Stephan Russ-Mohl, Wissenschafts-Journalismus. Ein Handbuch für Ausbildung und Praxis, München, EconVerlag, 2000. 
Winfried Schulz, “Umweltbewusstsein durch Mediennutzung. Eine Analyse von Medieneinflüssen auf Umweltbesorgnis und Umweltverhalten”, Armin Adam et al. (eds.), 
Perspektiven der Politischen Ökologie. Festschrift für Peter Cornelius Mayer-Tasch, 
Würzburg, Königshausen & Neumann, 2003, p. 249-269. 
Wolfgang Fischer and Erwin Haeckel, Internationale Energieversorgung und politische Zukunftssicherung. Das europaeische Energiesystem nach der Jahrtausendwende: 
Aussenpolitik, Wirtschaft, Ökologie, München, R.Oldenbourg Verlag, 1987. 

***