23 Şubat 2017 Perşembe

ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ , BÖLÜM 2





 ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ , BÖLÜM 2


1.4 Neo – Gramsci Eleştirel Kuram Açısından Enerji Güvenliği ;

Kapitalist üretim süreci, uluslar arası iliskiler ve uluslararası ekonomi politiği disiplinlerinde enerji güvenliğinin analizi için baslangıç noktasıdır. Enerji üretim sürecine dâhil olan bilgi üretimi, bilginin yeniden olusumu, kurumlar ve sosyal iliskiler bu nedenle dıs politika analizinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda dıs politika analizinde en önemli aktör sosyal güçlerdir. Dolayısıyla üretim iliskilerini düzenleyen sosyal güçler, genis anlamda sosyal düzenin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeniden üretiminde önemlidir.35 Ayrıca, enerji güvenliği ve dıs politika analizinde incelediğimiz aktörler arası stratejik iliski, Neo-Gramsci yaklasıma göre sosyal güçlerin sınıf mücadelesine dayalı ve ucu açık bir iliski 
seklinde ele alınmalıdır. Bir baska deyisle dünya enerji pazarı ve üretiminin durumu, sosyal güçlerin davranıslarını sekillendirirken, yine de bunları mutlak ölçüde belirlemez. sadece enerji ihraç ya da ithal eden devletlerin enerji üretim sürecindeki konumlarına yoğunlasmak yanıltıcıdır. Çünkü sosyal güçlerin sınıf aidiyeti, otomatik olarak sınıf bilincini, ortak kimliği ve çıkarları doğurmaz. Sınıf bilinci, daha çok tarihsellik içinde sosyal güçlerin üretimde sömürüye karsı veya direnis için verdikleri sınıf mücadeleleriyle olusur. Ayrıca, devletin durumu “politik bir toplumu” içerir. Örneğin, devletin bakanlıklar ve diğer kamu kurumları gibi zorlayıcı araçları ile siyasi partiler, sendikalar, is dünyası birlikleri, dini kurumlar, vb. olusan sivil toplum, devletteki bu politik topluma dâhildir. Kısaca, devletin durumu, sosyal güçlerin devlet içi ve devletler ötesi hareket ettiği bir yapıdır.36 

Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dıs politikaya etkisi, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde olusturmaya çalıstıkları tarihsel blokla açıklanabilir. enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler bir bütün olarak dıs politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır. Nitekim geçmiste 1973 petrol krizi, 2003’te baslayan Irak Savası ve 2011’de Ortadoğu devletlerinde baslayan ayaklanmaların kapitalist 
üretim ve üretim iliskilerine etkisine bakarak, tarihsel blokta yapısal bir değisiklik olup olmayacağı incelenebilir. Enerji güvenliğinde bu tür krizler, mevcut hegemonik projede sosyal güçlerin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi düzeydeki konumlarında bir değisime neden olabilir. Böyle olası bir yapısal değisim sonucu enerji ithal/ihraç eden devletlerin, bu devletlerdeki özel/devlet enerji sirketlerinin ve diğer çıkar gruplarından (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) hangisinin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi yeni bir hegemonik proje olusturup kendi yararlarına nasıl bir pozisyon alabileceği, enerji güvenliği dıs politika iliskisinde sorgulanmalıdır.37 

Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dıs politikaya etkisini analiz ederken, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde olusturmaya çalıstıkları tarihsel blok önemli bir değisken olabilir. Buna göre enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler, bir bütün olarak dıs politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır.38 

2. Enerji Güvenliğinin Çatışmalara Etkisi ;

Günümüzde giderek artan bir biçimde enerji politikaları ve bu politikaların ekonomik etkileri üzerinde tartısmalar yapılmaktadır. Esas itibarıyla, istenilen miktarda enerji kaynağının herhangi bir nedenle kesintiye uğramaması ve aynı zamanda, fiyat sokları benzeri ciddi ekonomik krizlere yol açmaması “enerji arzının güvenliği” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Enerji arzının güvenliği iki temel varsayım ile ilgilidir. Bunlardan birincisi, gelecekte enerji sokları olma ihtimali ve ikincisi, enerji kaynaklarında dısa bağımlılığın artmasıdır. Nitekim gelismis ülkelerin yönetim kademelerinde sıkça enerji arzının güvenliği tartısılmakta ve bu bağlamda, yabancı petrole olan bağımlılığı azaltmanın yolları 
aranmaktadır.39 

Rezerv ve üretim artıs oranları tahminleri yapılarak, dünya petrol üretiminin ne zaman zirveye ulasacağı ve tükeneceği tahmin edilebilir. Bu bağlamda, ortaya konulan 12 farklı senaryodan en kötü olarak değerlendirilen senaryoda, üretimde zirve yılı 2021, rezervlerin tükeneceği yıl ise 2075’dir. Buna karsılık en iyi senaryo itibarıyla, üretimde zirve yılı 2112’de yasanabilecektir. Üretimin zirveye ulasacağı yılın önemi suradadır: büyüyen ekonomiler ile artan enerji ihtiyacının petrol ile karsılanamayacağı bu tarihten itibaren geri dönülemez bir biçimde anlasılacaktır. Zirve yılından sonra, enerji ihtiyacı artan her ülke giderek azalan üretimden aldığı payı en azından korumak isteyecektir. Böyle bir 
kırılma noktasından sonra, ülkeler için artık enerjinin arz güvenliği değil, enerji kaynaklarının paylasımı sorunu önemli hale gelecek ve dünya enerji tüketiminin büyük bir kısmını gerçeklestiren ABD, AB ve geleceğin ekonomik devi olarak değerlendirilen 

Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Rusya Federasyonu ve diğer gelismekte olan ülkeler arasındaki stratejik enerji mücadelesi siddetlenecektir.40 

Petrol rezervleri tükenise doğru ilerlerken, enerji güvenliği yalnız belli bir yerde üretimin olması ya da rezervin saptanmasını değil, bunların zamanında, ucuza, yeterli düzeyde sisteme entegre edilip tasınabilmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanmasını da kapsar. Bu noktada enerji kaynaklarında yasanan fiyat artıslarının arz güvenliğini önemli ölçüde etkilemesi beklenmektedir. Diğer yandan enerji kaynağının sürekliliğinin sağlanmasında basta petrol olmak üzere rekabet artarken, petrol üretimindeki zirve noktasının fiyatların çok arttığı 
bir dönemi baslatacağı kuskusuzdur.41 Olası fiyat soklarından daha az etkilenmek için sanayilesmis ülkeler stratejik rezervlerinin düzeyini yükseltmekte ve kaynak sağlanan bölgeler arasındaki çesitliliği artırmaya çalısmaktadırlar. Söz konusu ülkelerde istikrarsızlıklara neden olan diğer faktörler de sunlardır:42 


1) Petrol üretiminin özel niteliği (petrol diğer madencilik türleri gibi yan sanayiler kurulmasına yol açmamakta ve genelde hammadde olarak ihraç edilmektedir), 
2) Petrol zenginliği üzerinde devlet kontrolü (zengin petrol kaynaklarına sahip ülkeler bunları ekonomik olmayan biçimlerde ve politik egemenliği sürdürmek için kullanmaktadırlar) 
3) Politik hesap verilebilirliğin olmaması (bu ülkelerde genelde demokrasi yoktur ve yönetimler bütçelerini petrol gelirleri ile denklestirerek vergilendirmeye 
basvurmamaktadırlar, dolayısıyla, hesap soran vergi mükellefinin ortaya çıkması mümkün olmamaktadır) 
4) Yüksek dıs borçlar ( bazı petrol üretici ülkeler yüksek borçlara sahiptirler ve bunların kolay ödenebilmesi için petrol fiyatlarının yükselmesini istemektedirler) 
5) Ekonomik konjonktürde değisimler (dünya ekonomisindeki genisleme ve daralma dönemleri petrol piyasasını etkilemekte ve uzun süren daralma dönemleri petrol  üreticisi ülkeleri sıkıntıya düsürmektedir) Bu mücadelenin bir diğer boyutu da, söz konusu enerji kaynaklarının naklinin  denetiminin kimin elinde olacağı ile ilgilidir. 

2.1 Petrol ve Doğalgaz Tasımacılığının Stratejik Önemi ;

Dünyada üretici bölgeler ile tüketici bölgeler arasında gerçeklestirilmis olan petrol ve doğal gaz ticari hareketleri enerji alanının önemli unsurlarından biridir. Ancak, bu noktada petrol ve doğal gaz arasındaki önemli bir farka değinmekte fayda vardır. Her ne kadar petrol ve doğal gaz üretimi birbirleriyle çok yakından iliskili olsa da, bunların tasınması konusu teknik açıdan çok büyük farklılıklar arz etmektedir. Petrol nispeten düsük maliyetle deniz yolu ile tasınabilirken, doğal gazın bu yöntemle (LNG) tasınabilmesi için önce sıvılastırılması 
ve tüketilmeden önce de tekrar gaz haline getirilmesi gerekmektedir. Bu islem günümüzde oldukça yüksek maliyetler ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, doğal gazın boru hatları ile nakli tercih edilmektedir. AB ülkeleri43 , ABD ve Japonya ithal ettikleri petrolün büyük bir bölümünü deniz yolu ile ithâl etmektedir. 

Gelecekte, Basra Körfezinden deniz yoluyla ihraç edilen petrolün yılda 737 milyon tondan, 2020 yılında 1.668,3 milyon tona yükseleceği tahmin edilmektedir. Bu verilere dünyanın diğer önemli petrol üretim alanlarından deniz yoluyla tasınacak petrol miktarı da eklendiğinde, dünya ekonomisinin can damarının denizlerde bulunduğu kuskusuzdur. Bu alanda kontrolü elinde tutan gücün hem bundan vazgeçmek istemeyeceği hem de bu gücün baska bir güç ile paylasmaya yanasmayacağı değerlendirilebilir.44 Orta Doğu petrollerinin 
çıkısı kapısı konumundaki Hürmüz Boğazı, günde yaklasık 17 milyon varil düzeyinde bir petrol akısı ile petrol tasımacılığında dünya üzerindeki en önemli noktadır. 2035 itibarıyla da tüm dünyada gerçeklestirilecek petrol ihracatının % 50’si ve doğalgazın bu noktadan geçeceği öngörülmektedir.45 Bu bölgeden halen ABD, Batı Avrupa ve Uzak Doğu’ya petrol tasınmaktadır. Hürmüz Boğazı, Dran Körfezini Umman Körfezi ve Arap Denizine bağlamaktadır. Hürmüz Boğazının ene dar noktaları arasındaki uzunluk 21 deniz milidir. 
Hürmüz Boğazındaki günlük ortalama ham petrol hareketliliği 17 milyon varil civarındadır. Günümüzde Hürmüz Boğazındaki ham petrol hareketliliğinin dağılımı Asya-Pasifik bölgesine 6,8 milyon varil, Japonya’ya 4 milyon varil, Avrupa’ya 3 milyon varil, ABD’ye 2,2 milyon varil ve Çin’e 1,5 milyon varil seklindedir.46 Buradan denize çıkan petrol, Akdeniz’e ulasmadan önce Bab -el Mendab Boğazı’ndan ve Süveys Kanalı’ndan geçmektedir. Petrol ihtiyaçlarının çok büyük bir bölümünü Orta Doğu’dan karsılayan ülkelere, ÇHC ve 

Japonya’ya yönelen deniz trafiği de iki önemli noktadan geçmektedir. Bunlar sırasıyla Malakka Boğazı ve Formoza Boğazı’dır. Orta Doğu’dan Çin, Japonya ve Güney Kore’ye yönelen güzergâhın en kritik noktası olan Malakka Boğazı’ndan yılda 420.000’den fazla gemi geçmektedir.47 

Bununla birlikte Asya’nın ekonomik yönden yükselmesine paralel olarak küresel enerji ticaretinin Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik bölgesine doğru kayacağı 
öngörülmektedir. Buna göre 2020’lerin basında Çin’in dünyanın en büyük petrol ithal eden ülkesi ve Hindistan’ında en büyük kömür ithal eden ülkesi olması beklenmektedir.48 











Grafik 2: Dünyadaki Mevcut Petrol Üretim ve Tüketiminin Bölgelere Göre Dağılımı49 

Esasında Asya’nın hızlı biçimde gelisen ekonomileri için enerji arzının güvenliği biraz daha farklı bir anlam ifade etmektedir. Zira, Asya ülkeleri, basta Japonya, Güney Kore ve Çin olmak üzere petrol ihtiyaçlarını Orta Doğu ülkelerinden karsılamaktadırlar.50 Gelecekte doğal gazın da sıvılastırılmıs halde ihracatının ekonomik rekabet gücüne kavusması ile birlikte Asya ülkelerinin yine Orta Doğu’dan doğal gaz alımlarını artıracakları tahmin edilmektedir. Tüm bu enerji naklinin deniz yolu tasımacılığı ile gerçeklestirildiği düsünüldüğünde, Asya ülkeleri açısından enerji arzının güvenliği iki noktada yoğunlasmaktadır. Bunlar 

1) Deniz yolu tasımacılığının güvenli bir sekilde yapılabilmesi: Hâlihazırda ve görünür gelecekte söz konusu güvenlik ABD’nin rakipsiz deniz gücü tarafından 
sağlanmaktadır. Bu nedenle acaba Asya ülkeleri kendi güvenliklerini kendileri sağlayabilecek mi ? yada ABD ile ne tür bir iliski kuracaklar? 
2) Malakka Boğazı’nın önümüzdeki yıllarda tanker trafiği açısından güvenli olup olmayacağı Görüldüğü gibi Hem enerji kaynağına ulasmada ABD deniz gücü semsiyesine  duyulan gereksinim hem de çevresel ve ekonomik kaygılarla tanker trafiğine duyulan güvensizlik, önümüzdeki yıllarda basta Çin olmak üzere Asya ülkelerini Orta Doğu  dısındaki petrol ve doğal gaz kaynak ülkelerine yönlendirebilecektir.51 Bu çerçevede söz konusu ülkeler, AB benzeri bir politikayı seçerek, ihtiyaç duydukları petrol ve  doğal gazı Orta Asya ülkeleri ile RF’den (Sibirya ve Sahalin Adası vb.) boru hatları ile alma yoluna gidebileceklerdir.52 

2.2 Dünya Petrol Rezervlerinde Tepe Noktası Ne Anlama Gelir? ;

1900’de dünyada yıllık 150 milyon varil petrol üretilirken, 2000’de bu rakam 28 milyar varile ve 2006 yılında ise 31 milyar varile yükselmistir. Ancak 2006 yılında 9 milyar varil civarında yeni petrol kaynağı bulunabilmistir. Petrol üreten ülkelerin pek çoğunda yıllık petrol üretim miktarları tepe noktasına ulasmıs durumdadır. Gelecekteki üretim eğilimlerini öngörebilmek için rezerv/üretim iliskisi kullanılmaktadır. 1956’da M.King Hubbert, petrol üretiminin yapısını dikkate alarak, yeni rezerv kesiflerinin tepe noktası ile üretimin tepe 
noktası arasında geçen zamanın öngörülebilir olduğu kuramını öne sürmüstür. Bu teoriye Hubbert Zirve Teorisi, veya Petrolde Hubbert Zirvesi denilmektedir. Hubbert bu teori ile enerji piyasalarında çığır açmıs ve enerji arastırmalarına damgasını vurmustur. Hubbert Zirve Teorisi petrol yataklarında üretim miktarının istatistikte kullanılan çan eğrisi formunu izlediğini söyler. Yani bir yatakta petrol kesfedildiği zaman üretim hızlı bir sekilde artar, daha sonradan bir zirve yapar, ve en sonunda bu sahadan üretim hızlı bir sekilde düsecektir. Zira petrol kesfedilen yatakta-(rezervuar veya petrol kapanı da diyebiliriz)-sınırlı bir miktarda bulunmaktadır. Bu sınırlı rezerv hızla yeryüzüne pompalanmaya baslandıktan sonra zaman içinde ilgili yataktan çıkarılan petrol miktarı hızla düsecektir.53 Bu kurama göre ABD’deki rezerv kesiflerinin hemen hemen 1930 yılında tepe noktasına ulastığı belirtilmis olup, ülkedeki petrol üretiminin 1970’te tepe noktasına ulasacağı tahmin edilmis ve öngörü tam olarak gerçeklesmis tir.54 Ayrıca aynı kurama göre global kömür ve doğal gaz kaynaklarının 
geleceği konusunda olusturulan projeksiyon da tam olarak gerçeklesmistir. Geçmise dönük olarak yapılan kömürün Hubbert eğrisi analizine göre zirveye 1910 yılında ulasılmıstır ve petrol savası bundan sadece 4 yıl sonra baslamıstır.55 Dünya geneli için yapılan tahminler petrolde zirve noktasını genellikle 2005–2020 yılları arasına koymaktadırlar. Bu projeksiyonlar zaman içerisinde bazı oynamalar göstermekle beraber yaklasık bir değer ortaya koymaktadır.56 

Yapılan arastırmalar konvansiyonel petrol yataklarında yapılan kesiflerin dünyanın hızlı petrol tüketimini karsılayamadığını ileri sürmektedir. Özellikle Çin ve Hindistan gibi kalabalık nüfusa sahip ülkelerin kisi basına petrol tüketimi, gelismis ülkelerin çok altındadır. Bu ülkelerde kisi basına gelir miktarı yükseldikçe, bu ülkelerin ihtiyaç duyacağı petrol ve diğer enerji kaynakları oldukça fazla bir sekilde artacak, bu da dünyada kısıtlı enerji kaynaklarına ulasmak için rekabeti arttıracaktır. Petrol üretimi zirve yaptıktan sonra hızla düsmeye baslayacağı için sistemin enerji darboğazına girmemesi için gerekli tedbirler çok daha önce alınmalıdır. Bazı uzmanlar enerji darboğazı yasanmaması için zirve noktasına ulasılmadan en az 20 yıl önce gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini söylemektedirler. Dste bu nedenle zirve noktasının yaklasık hangi yıllarda olusacağını önceden tahmin etmek önemlidir. 

BP’nin 2014’te yayımladığı Dünya enerji raporuna göre 2013 sonunda dünyadaki ispatlanmıs petrol rezervlerinin miktarı 1687,9 milyar varil düzeyine ulasmıstır. Aynı raporu göre mevcut kullanım miktarı bu sekilde devam ettiği taktirde söz konusu petrolün ömrü yaklasık 53.3 yıl olarak öngörülmektedir. Aynı rapora göre 1993 – 2013 yılları arasındaki dünyadaki ispatlanmıs petrol rezervlerinin bölgelere göre dağılımı da yer almaktadır. Söz konusu bu dağılıma göre petrol rezervlerinin Ortadoğu, Avrupa ve Avrasya, Afrika ve Asya Pasifik bölgesinde göreceli olarak azaldığı görülürken genel itibariyle Amerika kıtasında arttığı görülmektedir. Bu grafiğe göre yaklasık 20 yıl içinde Ortadoğu’daki ispatlanmıs petrol rezervleri % 63,6’dan % 47,9 seviyelerine gerilemistir. Aynı dönemde Orta ve Güney Amerika bölgesinde ise rezervler %7,7’den % 19,5’ çıkmıstır. 



Grafik 3: 2013 Yılı Dtibariyle Dünyadaki Dspatlanmıs Petrol Rezervi Oranı57 



Grafik 4: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki Dspatlanmıs Petrol Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değisim58 

Petrol rezervlerinin tükenmeye basladığını gösteren bir diğer veri de, yeni kesfedilen yatakların ve toplam rezerve olan petrol katkılarının sürekli azalmasıdır. Yaklasık 40 yıl önce, her yıl bulunan petrol yataklarının toplam rezerve olan ortalama katkısı 55 milyar varil/yıl olurken, bu değerler 2004–2005 yıllarında 12 milyar varile düsmüstür. Ayrıca teknik verilerde global petrol rezervlerinin tükendiğini göstermektedir. Petrol üreten ülkelerdeki petrol yataklarının yıllık üretim kapasiteleri, kuyular tam kapasite ile çalıstığında dahi, düsmeye baslamıstır. Bir petrol kuyusundaki mevcut basınç miktarı, o kuyudan üretilecek petrol miktarını etkilemektedir. Buna göre bir petrol yatağında sondaj kuyu sayısı arttıkça üretim miktarı önce artmaktadır fakat belli bir süre sonra üretim miktarı düsmeye baslamaktadır ve bu eğilime göre her bir petrol yatağına ait çan eğrileri olusturulabilmektedir. Günümüzde petrol üreten pek çok ülkenin sahip olduğu petrol rezervlerine ait çan eğrilerinde düsüs baslamıstır.59 Bir baska deyisle söz konusu ülkelerin petrol üretimleri önümüzdeki yıllarda 
azalma eğilimine girerek baska yeni rezervler kesfedilmediği sürece tükenme eğilimine girecektir. Elbette bu durumun gerek petrol ihraç eden gerekse petrol ithal eden ülkeler açısından Ekonomi Politik birçok sonucu olacaktır. 



Tablo 2: Petrol Üreten Ülkelerin Rezervlerinin Tepe Noktasına Ulastığı/Ulasacağı Yıllar60 

Bunun yanında petrol kaynaklarının % 95’nin de kesfedilmis olduğu ve petrol tüketim değerinin hızla attığı ve mevcut arzın bunu karsılamakta zorlandığı dikkate alındığında petrol çağının sonunun oldukça yakın olduğu öngörüsünde rahatlıkla bulunulabilinir. Sonuç olarak petrol rezervleri tükenmektedir. 1900’lerin basından günümüze kadar ulusal/uluslararası politikalar ve fiyatlar petrol üretim eğilimlerini etkiledi ancak artık azalan rezervlerle birlikte üretim eğilimlerinin sadece ve sadece jeolojinin belirleyeceği bir döneme girmis 
bulunmaktayız.61 Bu nedenle Petrol üretiminde zirveye ulasılmıs olması ucuz petrol zamanın sonuna gelindiğinin ve bu durumun dünya ekonomileri üzerindeki baskıyı artıracağı anlamına gelmektedir. Asağıdaki grafikte görüldüğü gibi petrol fiyatları belirli dönemleri dısarıda tutarsak son yıllarda özellikle 1990’dan sonra genel bir artıs eğiliminde olduğu görülmektedir. 
Süphesiz bu durum petrole bağlı tüm sektörlerde fiyatların artması anlamına gelmektedir. 

Söz konusu zirve etkisinin petrol fiyatları üzerinde OPEC tarafından yapılan fiyat dalgalanmalarından daha baskın sekilde özellikle gelismis ülkeleri etkileyeceği kuskusuzdur. 

Petrol üretiminde dünya genelinde zirve noktaların asılmasının ardından enerjinin arz güvenliği konusunun öneminin daha da artacağı söylenebilir. Orta Doğu ülkelerinin, dünyanın geri kalan üretim alanlarına göre çok daha büyük bir kapasite ve maliyet avantajına sahip oldukları değerlendirildiğinde, önümüzdeki 20–25 yıllık bir dönemden sonra, dünya petrol üretiminde Orta Doğu’nun tekrar ağırlık kazanabileceği görülmektedir. Bundan sonraki süreçte artık büyük ülkeler enerjinin arz güvenliği üzerinde değil, enerji kaynaklarının paylasımı alanında yoğunlasacaklarını görmek mümkündür. 



Grafik 5: 1861 – 2013 Yılları Arasındaki Ham Petrol Fiyatının Değişimi 62

Diğer taraftan önemli fosil yakıtlardan biri olan doğalgaz konusunda da benzer bir durum söz konusudur. Her ne kadar yapılan tahminlere göre doğalgazın ömrü petrole göre daha uzun olarak hesaplansa da rezervlerin azaldığı görülmektedir. Asağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi dünyadaki ispatlanmıs doğalgaz rezervlerinin miktarı 2013 sonu itibariyle 185,7 trilyon (tcm) cubic metres ve yaklasık 55,1 yıl bir tükenme süresi bulunmaktadır. Ayrıca tarihsel süreçte doğalgaz miktarının dramatik bir sekilde Ortadoğu bölgesinde azaldığı 
görülmektedir. Buna karsılık günümüzde ispatlanmıs petrol rezervlerinin en çok 33,8 trilyon tcm Dran ile 31,3 tcm ile Rusya Federasyonunda olduğu görülmektedir. Süphesiz bu durum bu ülkeler açısında olumlu bir gelisme olsa da her iki ülkenin uluslararası toplum ile yasadığı sorunlar nedeniyle doğalgazın önümüzdeki dönemde ekonomi politik bir araç olarak bir dıs 
politika aracı olarak kullanılma potansiyeli olduğunu göstermektedir. 


Grafik 6: 2013 Yılı Dtibariyle Dünyadaki Dspatlanmıs Doğalgaz Rezervlerinin Oranı ve Tarihsel Değisimi63 



Grafik 7: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki Dspatlanmıs Petrol Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değisim64 


2.3 Enerji Kaynaklarının Dünyadaki Çatısmalara Etkisi;

Sanayi devriminden bu yana dünyada enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya bir yarıs baslamıs ve bu yarıs birçok savasa da neden olmustur. Esas itibariyle uluslar arası sistemde dünya liderliği ile enerji kaynakları arasında doğrudan bir iliski mevcuttur. Bunun nedeni Ekonomik ve sosyal kalkınma için temel girdilerden olan enerjinin tüketimi, artan nüfus, sehirlesme, sanayilesme ve teknolojinin yaygınlasmasına paralel olarak sürekli artıs göstermektedir. Bir baska deyisle enerji ekonomik ve siyasi kalkınmanın temelini olusturmasıdır. Yani bir devletin uluslararası sistem içinde diğer devletlere göre gücünü arttırması ve zenginlesmesi enerji kaynaklarını verimli olarak kullanmasına bağlıdır. Ancak dünyamızda enerji üretmek için gerekli olan fosil yakıtların azalması buna karsılık dünya nüfusunun da dramatik bir sekilde artması nedeniyle enerjiye ulasım gittikçe zorlasmaktadır. 
Örneğin 1900 yılında dünya nüfusu 1,6 milyar, birincil enerji tüketimi 1.000 milyon ton petrol esdeğeri (Mtoe) iken, 2010 yılında dünya nüfusu 7 milyarı asmıs ve birincil enerji tüketimi de 12 milyar ton petrol esdeğerine ulasmıstır.65 Bu artısın en önemli nedeni kuskusuz dünyadaki sanayilesme nüfus oranındaki artıstır. 

İngiltere kömür çağı denilen 19. yüzyılın süper gücü iken, 1945 yılından sonra bu liderlik petrole hâkim olan ABD’ye geçmis, ancak geçisin gerçeklestiği 1914–1945 yılları arasındaki dönem savasları dünyaya çok pahalıya mal olmustur. En kritik dönem olarak kömürün tepe noktasına ulastığı 1913 yılında yasanan gelismeler oldukça önemlidir.66 Zira son yüzyıl içinde yasanan çatısmaya varan bazı önemli krizler, Birinci Dünya Savası, Dkinci Dünya Savası, Kore Krizi, Küba Krizi, Vietnam Savası, Arap-Dsrail Savasları, Süveys Krizi, Birinci Körfez Operasyonu, Dkinci Körfez Operasyonudur. Söz konusu krizlerin bazılarının olusumunda basrolde ve bazılarının olusumunda da yan rollerde mutlaka enerji jeopolitiği ve enerji güvenliği kavramları yer almıstır.67 Bu olayların dısında elbette farklı sebeplerle ulusal veya uluslararası krizler meydana gelmektedir. Ancak söz konusu bu çatısmaların öncelikle enerji paylasımı sorunuyla ilgili olduğunu yani ekonomi politik yönlerinin olduğunu söylemek mümkündür. 

2.3.1 Enerji Kaynakları Açısından 1. Dünya Savası;

Sanayi Devrimi ve Sömürgecilik sonucunda ekonomik pozisyonlarını güçlendiren İngiltere ve Fransa, karsı taraftaki Almanya ve İtalya gibi ülkelerden ekonomik olarak çok ilerideydi. Almanya ve İtalya, siyasi birliklerini olusturduktan sonra 1914'e kadar olan süreçte aradaki farkı kapatmaya çalısmıslardır. İngiltere ve Fransa'nın ekonomik hakimiyet alanlarını koruma, Almanya'nın ise bu alanları ele geçirme niyeti savasın baslıca ekonomik nedenlerindendir. Bu nedenler; sömürgeler, deniz yollarının hâkimiyeti, uluslararası ticaret imtiyazları gibi ana baslıklarda değerlendirilebilir. Öte yandan 19. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya baslayan ve neredeyse 20. yüzyıla damgasını vuran petrol yataklarının mülkiyeti de savasın temel ekonomik nedenlerindendir. Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyeti altındaki Orta Doğu Petrol varlığı, 19. yy sonlarında özellikle İngilizler tarafından, çesitli gizli/açık yöntemlerle tespit edilmistir. İngiltere, petrol siyasetini, 1900'lerde tüm stratejilerinin birinci sırasına koymustur. 

Ancak petrolün öncesinde Dngiliz ekonomisinin gelismesini sağlayan asıl fosil yakıt kömür olmustur. Dlk birincil enerji kaynağı olarak kabul edilen kömür önce, Büyük Britanya daha sonra Fransa, Almanya ve ABD’de yoğun olarak üretilmeye baslanmıs ve 18 ve 19. yüzyılın temel enerji konumuna gelmistir.68 Dünyanın en fazla kömür üreten ülkesi olan İngiltere’de, 1800 yılının basında 10 milyon ton olan maden kömürü üretimi 1850’lerde 5 misline, 50 milyon tona çıkmıs ve 1900’da, 225 milyon tona ulasmıstır. Dünyada ise 20. yüzyıl basında büyük kömür üreticilerinin gerçeklestirdiği gelismelerle ve yeni üreticilerin ortaya çıkmasıyla maden kömürü üretimi 1 milyar tonu asmıstır. Kömürün sanayide 
kullanımının artmasıyla 1900-1914 yıllarında kömür üretimi ani bir yükselis ile iki kat artmıs ve 750 milyon tondan 1500 milyon tona ulasmıstır. Ortaya çıkan bu üretim artısı, 1870’li yıllardan itibaren basta Dngiltere’de olmak üzere Avrupa’da görülen sanayilesmenin ihtiyaç duyduğu enerjiyi karsılamak için gerçeklesmis olduğu söylenebilir.69 Söz konusu yüksek miktardaki kömürün paylasım sorunu dünyaya 1914–1918 yılları arasında büyük bir felaket yasatmıstır. 



Tablo 3: 1905 Yılı Dünya Kömür Üretimi70 

Tablodan görüldüğü gibi Birinci Dünya Savası’ndan önce Almanya’nın tek basına 
kömür üretimi 121.298.167 ton iken Fransa sadece 35.869.497 ton üretebilmektedir. Bunun en önemli sebebi en zengin kömür yataklarına sahip Alsace-Loren bölgesinin 1871 Sedan Savası’ndan sonra Almanya’nın eline geçmesidir. Bu üretim farkı Fransa’nın yeniden bu bölgeyi Almanya’dan geri almak için her türlü mücadeleyi yapmak ihtiyacını hissettirmistir. 
Çünkü kömür o yıllarda sanayilesme için en fazla kullanılan birincil enerji maddesidir. Ayrıca Almanya, İngiltere’nin basta kömür ve kısmen petrol olmak üzere hammadde kaynaklarını ele geçirip kendi hegemonyasını kurmak istemesi savasın diğer temel sebeplerindendir.71 

Bu dönemde enerji politikası, enerjinin baslıca kaynağı olan maden kömürü yataklarına sahip olan Büyük Britanya, Fransa, Almanya ve ABD üzerine kurulmustur. Fransa ve Almanya arasındaki basta zengin kömür yatakları ile Rusya ve Ortadoğu’daki yeni petrol bölgeleri enerji politikaları açısından, Birinci Dünya Savası’nın enerji-politik nedenini olusturduğu değerlendirilmektedir. Bu noktada Berlin-Bağdat-Basra Demiryolu 1. Dünya Savası’nın olusumuna etki eden bir baska faktör olarak değerlendirilebilir. Zira Almanlar tarafından insa edilen bu hattın amacı burada çıkarılan petrolün batıya naklini gerçeklestirmektir. Dolayısıyla demiryolunun ilk büyük enerji nakil hattı olduğu söylenebilir. 

Ayrıca Bağdat Demiryolunun 20 km. sağında ve solunda her türlü maden arama yetkisi de Almanlara, anlasma gereği verilmistir. Bu nedenle Dngiltere bu projeyi kendisi için büyük bir tehdit olarak kabul etmistir.72 Ayrıca o dönemde Sevr Antlasması ile Dngiltere Kafkaslara giden yolu sözde Kürdistan ve Ermenistan projeleri ile açmak ve Hazar petrollerine de ulasmak istiyordu.73 Bu sebepleri dikkate alarak 1914 yılında yasanan Birinci Dünya Savası’nın gerçek sebebinin enerji bölgelerinin ve nakil hatlarının paylasımına dayandığını ifade etmek mümkündür. 

2.3.2 Enerji Kaynakları Açısından 2. Dünya Savası ;

İkinci Dünya Savası’nı hazırlayan sebeplerin altında basta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına sahip olma fikri yatmaktadır. Zira Almanya’nın daha savas baslar baslamaz Birinci Dünya Savası’nda kaybettiği Alsace-Lorane’ni ele geçirdiği ve savasın gerektirdiği enerji ihtiyacını garantiye aldığı görülmektedir. Almanya ardından, yine savası sürdürebilmek için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek sağlamayı planlamıs ancak basarılı olamayınca doğu muharebelerini, müteakiben tüm savası kaybetmistir. Yani enerji kaynakları birçok 
devletin kaderinde en etkili aktör konumuna dönüsmüstür.74 Çünkü özellikle İkinci Dünya Savası’ndan sonra, dünya petrol üretimi olağanüstü yükselerek, 1945’de yıllık 3.000 milyon varile ulasmıstır. Bu yükselis, eski üreticilere ilaveten yeni yatakların isletmeye açılması ile mümkün olmustur. Petrol üretiminin bu gelisimine, doğal gaz ve nükleer enerji üretiminin ilk ürünleri de eklenmis ve böylelikle enerji kaynakları çesitlenmistir. Ancak petrol daha stratejik bir unsur haline gelmistir.75 Buna ek olarak Asağıdaki grafikte de görüldüğü gibi 2. Dünya Savasından sonra teknoloji ve ulasım vasıtalarında çesitlilik arttıkça kisi basına düsen petrol üretimi de artıs göstermektedir. Özellikle Dkinci Dünya Savası’nın sonunda petrol bölgelerinin büyük devletler tarafından paylasılması ile üretim dramatik bir sekilde artmıs ve bu artıs önce 1973’de ardından 1979 yılında tepe noktasına (peak oil) ulasmıstır. Bu yıllar arasında üretim artıs oranı sıfıra yakın meydana gelmistir. 



Grafik 8: 1920–2000 yılları arasında kisi basına düsen petrol Üretimi76 

Bu verilerden hareketle İkinci Dünya Savası’nın da petrol paylasım savası olarak nitelemek mümkündür. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve tasınmasının kömüre göre kolaylığı, petrolü ön plana çıkarmaya baslamıs ve bu durum, petrol kaynaklarına sahip olmayan ülkeleri endiselendirerek petrol bölgelerine sahip olma eğilimini arttırmıstır. Dolayısıyla petrol bölgelerinde hegemonya kurmak ana hedefi, İkinci Dünya Savası’nın enerji-politik yönünü olusturmustur. 77 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder