POLİTİKA, EKONOMİ VE KİTLE MEDYASI ALANLARININ ETKİLEŞİMİ, BÖLÜM 1
KOORDİNATLARINDA, DOĞANIN VE TOPLUMSAL YAŞAM ALANLARININ
YIKIMINA KARŞI DİRENCİN YA DA SESSİZLİĞİN YENİDEN ÜRETİCİSİ OLARAK ÇEVRE GAZETECİLİĞİ Füsun ALVER*1
*Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi İletisim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü
Özet
Doğada bulunan enerji kaynakları, tüm toplumsal süreçlerin itici ve dönüstürücü gücüdür; yasam alanlarının ve toplumun gelisimi için bir kosul olusturmaktadır. Enerji kaynaklarından yararlanılması, toplumsal refah için bir kosul olmakla birlikte insan ve doğa için önemli olabilecek riskleri içermekte, doğal ve sosyal çevreyi değistirmektedir. Kitle medyası doğa, çevre güvenliği ve korunması problemlerini ve aktörlerini, çevre gazeteciliği perspektifinden küresel ve yerel düzlemlerde izlemekte ve haberlestirmektedir. Bu çalısmanın problematiği; çevre gazetecilerinin, doğa ve çevreye iliskin haber üretim sürecinde, politika ve ekonomi alanlarının etki ve baskılarına maruz kalarak, manipüle edilebilmeleri, çevre güvenliği ve korunmasına iliskin özgür haber üretememeleri ve kitle medyası örgütlerinin, tiraj ve izleyici oranlarını arttırmak kaygısıyla haberleri
sansasyonellestirerek, sunmaları ve toplumda risk, tehdit ve tehlike algılarını yönlendirebilmelerdir. Doğa, enerji teknolojileri ve çevre problemlerine iliskin haber üretim sürecinde, politika, ekonomi ve kitle medyası alanları arasında karsılıklı etkilesim ve yarar iliskileri vardır ve dıssal faktörlerin yanında kitle medyası örgütünün içsel faktörlerinin ve dinamiklerinin de enformasyon üretim ve değerlendirme sürecinde etkili ve yönlendirici olduğu belirlenmektedir.
Anahtar Kavramlar: Ekoloji, Ekolojik Problemler, Enerji, Çevre gazeteciliği, Haber.
1-Giriş
Doğada bulunan enerji kaynakları, tüm toplumsal süreçlerin itici ve dönüstürücü gücüdür; yasam alanlarının ve toplumun gelisimi için bir kosul olusturmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca daha genis enerji kaynaklarına erisilmesi, enerji kaynakları aracılığıyla istenilen yapıların kurulması ve korunması amaçlanmıstır. Enerjiye erisim ve kullanımı, toplumsal yapıların olusumunda ve dönüsümünde büyük bir öneme sahiptir. Enerji kaynaklarından yararlanılması, toplumsal refah için bir kosul olmakla birlikte insan ve doğa için önemli olabilecek riskleri içermekte, doğal ve sosyal çevreyi değistirmektedir. 1960’lı yıllardan itibaren teknik ve ekonomik alanların gelisim dinamiği, doğadan tahribat yaratacak
esasta yararlanılmasını beraberinde getirmis ve dünyanın farklı bölgelerinde yasam alanları, risk ve tehdit altında kalmıstır. Enerji kaynaklarının doğayı tahrip ederek kullanılması, atmosfere zarar vermekte, iklim değisimi ortaya çıkmakta dır. Petrol suları, toprağı ve atmosferi kirletmektedir. Su, rüzgar ve kömür enerjilerinden yararlanılması, tarıma ve temel su gereksinimine zarar vermekte dir. Nükleer enerji, felakete yol açabilen risk profiline sahiptir ve doğal dolasımı uzun bir süre radyoaktifle yüklemektedir.
Doğanın, çevrenin ve iklimin korunması, post -endüstriyel toplumların en önemli problemleri arasında yer almaktadır. Ekolojik problemler ve ortaya çıkan riskler, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren sosyal bilimler alanında giderek önem kazanan araştırma konuları olmustur. Dönüşlü Modernlesme Teorisi 2 Perspektifinden hareket eden risk toplumu kavramının fikir babası Alman bilim insanı Ulrich Beck 3, kapital ve risklerin sosyal sınıflar arasındaki paylasımına odaklanmıs ve risk toplumunda, herkesi kaçınılmaz bir biçimde ve esit
olarak saran risklerin sosyal üretiminin, sosyal sınıflar arasındaki farklılıkları ortadan kaldırdığını ileri sürmüstür. Yapı ve aktörün eylemlerinin karsılıklı etkileşimine odaklanan Entegratif Sosyal Kuramların temsilcisi, İngiliz toplumbilimci Anthony Giddens 4 ise, küresel değisim ve ekolojik bunalımı irdelemis ve modernliğin sonucu olarak risk ve güven analizleri
gerçeklestirmistir. Küresellesme sürecinde risk analizleri ve toplumsal etkileri, sosyoloji biliminin yanında iletisim ve gazetecilik bilimi alanlarında da ilgi çekmis ve arastırmalar 5 yapılmıstır. Çevre gazeteciliği arastırmaları için kullanılabilecek veriler, bilim gazeteciliği kapsamında gerçeklestirilen arastırmalar 6 sonucunda da elde edilmistir.
Küresellesme sürecinde giderek artan ekolojik risk, tehlike ve tehditlerin bertaraf edilmesinde toplumun bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi, politika ve ekonomi alanlarının uyarılması ve risk iletisiminin iyi yönetilmesini gerektirmektedir. Risk iletisimi, kamusal bir süreçte teknolojik risklere iliskin farklı algıların değistirildiği ve üzerinde tartısıldığı bir kavramdır. Risk iletisimi, gelecekte meydana gelme olasılığı olan zararların yarattığı güvensizliği konulastıran bir süreçtir.
Dolaylı ya da dolaysız olarak bireysel ya da örgütsel kararlara yönelimli olan bu süreç, medya tarafından iletilmektedir7. Risk konu alanları içinde büyük ya da anahtar teknolojiler yer almaktadır. Bunların içinde nükleer enerji, gen teknolojisi, iklim değisiklikleri, kimya, sağlık ve beslenme riskleri de bulunmaktadır8. Kaynakların yaratılması, enerji teknolojilerinden özellikle de elektrik enerjisi elde etmek için hidrolik, nükleer, günes, rüzgar, jeotermal v.b. teknolojilerinden yararlanılması, çevre hareketleri, yesil teknolojiye yönelim ve ekonomi yapılarının dönüsümü, çevre güvenliği tartısmalarına yol açmakta ve risk iletisimi sürecinde önemli bir rol oynayan çevre gazeteciliğinin, küresel ve yerel düzlemlerde farklı açılardan enformasyon üretimini beraberinde getirmektedir.
Bu çalısmada çevre gazeteciliği, yapı ve eylem ikiliğine odaklanan Entegratif Sosyal Kuramlar perspektifinden irdelenecektir. Giddens9, yapılasma kavramının, esas itibariyle hem toplumsal hayatın tekrara dayalılığıyla iliski içinde olan hem de yapı ve eylemin karsılıklı bağımlılığını ifade eden yapının ikiliği kavramını içerdiğini belirtmektedir. Yapının ikiliği, sosyal sistemlerin yapısal özelliklerinin bu sistemleri meydana getiren pratiklerin amacı ve sonucu olmalarını ifade etmektedir. Yapı, hem mümkün kılıcı hem de kısıtlayıcıdır. Aynı
yapısal özellikler, nesne (toplum) kadar özne (aktör) için de mevcuttur. Yapı, aynı anda kisilik ve toplumdan olusur ancak ikisi de, eylemin niyetlenilmemis sonuçları ve ifade edilmemis kosullarının önemi nedeniyle, tek basına her seyi açıklayamamaktadır. Bu nedenle yapı, eyleme bir engel olarak değil, aslında onun üretimiyle iliskili bir sey olarak kavramlastırılabilir. Yapının eylemi ya da eylemin yapıyı belirlediğinden söz etmek anlamlı değildir. Bütün normlar hem kısıtlayıcı hem de mümkün kılıcıdır. Toplumsal yapılar ve insan eylemi birbirinden bağımsız olarak varolamaz; daha ziyade birbirlerine karsılıklı bağımlıdırlar ve iç içe geçmislerdir.
Bu çalısmanın problematiği; çevre gazetecilerinin, doğa ve ekolojik problemlere iliskin enformasyon üretim sürecinde, kitle medyası örgütünün politika ve ekonomi alanlarıyla karmasık iliskileri ve kendi enformasyon üretim yasaları ve dinamikleri nedeniyle etki ve yönlendirmeye maruz kalmalarıdır. Çalısmanın arastırma soruları söyle formüle edilmektedir: Çevre gazeteciliği, kitle medyası örgütü içinde nasıl konumlandırılmaktadır? Çevre gazeteciliğinin arastırma konuları nelerdir? Çevre gazeteciliği, enformasyon üretim sürecinde enerji teknolojileri, ekolojik problemler ve doğal çevrenin korunmasına ne ölçüde ve hangi perspektiften yer vermektedir? Kitle medyası örgütünün, politika ve ekonomi alanlarıyla karmasık iliskileri ve enformasyon üretim yasaları ve dinamikleri, çevre gazeteciliğinin üretimlerini nasıl etkilemektedir? Çevre gazeteciliğinin, yapıyı etkileme potansiyeli var mıdır ve ekolojik problemlerin çözümünde, toplum için hangi basarımları sağlamaktadır?
Çalısmanın varsayımı söyle belirlenmektedir: Doğal enerji kaynaklarının kullanımı, ekolojik problemler ve çevre güvenliğine iliskin enformasyon üretim sürecinde politika, ekonomi ve kitle medyası alanları arasındaki etkilesime dayalı karmasık iliskilerin yanında kitle medyası örgütünün içsel dinamikleri ve enformasyon üretim esaslarına dayalı amaç ve kuralları, çevre gazetecisinin enformasyon üretim sürecine etki etmekte ve eylemlerini sınırlandırmaktadır. Ancak çevre gazetecisi tamamen politika ve ekonomi alanlarının ve çalıstığı kitle medyası örgütünün etki ve yönlendirmesi altında değildir; politik ve ekonomik yapıya ve çalıstığı kitle medyası örgütünün enformasyon üretim sürecine sınırlı da olsa etki etme yetkinliği ve potansiyeli bulunmaktadır.
Çalısmanın amacı ise, kitle medyasında enerji üretimi teknolojilerinin çevrede yarattığı tahribat ve çevrenin korunması ve güvenliğinin sağlanmasına iliskin üretimlerin, kitle medyası örgütünün politika ve ekonomi alanlarıyla karsılıklı etkilesimi ve çevre gazeteciliği perspektifinden irdelenmesidir. Ağırlıklı olarak Almanya’daki çevre gazeteciliğinin irdelenmesi öngörülmektedir. Çalısmada varsayımın sınanması, nedensellestirilmesi ya da yanlıslanması için ortaya konulan ifadeler ya da ifadeler dizisi ve sonuçları olan argümanlardan yararlanılmasını anlatan argümantasyon metodunun uygulanması öngörülmektedir.
2-Ekonomik Değer ile Doğal Çevrenin Tahribatı Dkileminde Enerji Kaynakları
İlk çağlardan itibaren doğanın verici potansiyeli kesfedilmis ve geçen yüzlerce yıl içinde bilim ve teknoloji alanlarında meydana gelen gelismeler ve sanayi devrimi, enerji kaynaklarının değerinin daha iyi anlasılmasını beraberinde getirmistir. Bu çerçevede tarihsel süreçte doğa kavrayısının irdelenmesi ve ekonomik ve teknolojik kosullara bağlı olarak doğa kavrayısının dönüsümü ve bu dönüsümle ortaya çıkan ekolojik risklerin belirlenmesinin çalısmanın bütünlüğü açısından yararlı olacağı düsünülmektedir.
2.1-Tarihsel Süreçte Doğa Kavrayısı ve Dönüsümü
Tarihsel süreçte insanın ve toplumların doğayı kavrayısları ve doğaya iliskin tasarımları toplumsal, kültürel, ekonomik ve teknolojik gelisim eğilimleri ve çerçeve kosulları tarafından belirlenmistir. Toplumsal gelisim eğilimleri ve çerçeve kosulları, geçmisteki düsünceler tarafından da biçimlendirilen doğa kavramının10 ne ifade ettiğine, nasıl tasarlandığına ve doğayla kurulan iliskinin niteliğine etki etmektedir. Düsünce tarihinin ve toplumların doğayla kurdukları gündelik iliskilerin bir sonucu olarak ortaya çıkan, biçimlenen ve geliserek, dönüsüm geçiren doğa anlayısını ve algılamasını da kapsayan doğa kavramı, yalnızca düsünce ve tasarımları değil aynı zamanda toplumsal değerleri ve normları ifade etmekte ve duyguları da içermektedir. Doğa kavrayısının biçimlendirilmesinde, felsefi düsüncelerin yanında inançlar ve dinler de etkili olmaktadır. Dini inançların, doğa tasarımına ve insan-doğa iliskisine etkisi, kutsal kitapların yorumu tarafından belirlenmektedir.
Sümer11 ve Mısır12 uygarlıklarında doğayla iliskiler, insanın doğa karsısında kendi konumunu coğrafi kosullara göre de biçimlendirme çabalarına isaret etmektedir. Antik Yunan’da ise, filozoflarının önemli belirlemeleri, sonraki çağlardaki doğa anlayısına etki etmistir. Platon13, doğayı düzenlenmis ve yaratılmıs olarak kavramıstır. Doğayı, askın idealar değerleri ve biçimin karsısında konumlandırmıs ve doğanın bilgisini, niceliksel düzenliliğin yeniden tasarımına indirgemistir. Öğrencisi Aristoteles14 ise, doğayı, tanrısal bir ilke, yaratan olarak kavramıstır. Doğa, insandan bağımsız olarak olusan, onun müdahalelerine bağlı olmayandır. Aristoteles insanı, eylemi ve insan tarafından üretilen seyleri, doğa karsısında özel konumlandırmıs ve teknik ile sanatı kesin olarak doğadan sınırlandırmıstır. Böylece yapay ve doğal, karsılıklı olarak birbirini tanımlayan karsıt kavramlar olarak ortaya çıkmıstır15.
Kendinde bir devinim ve değisim ilkesi bulunduran seylere özne olan maddeyi, doğa olarak kavrayan Aristoteles’in düsünceleri, büyük ölçüde Platon’un düsüncelerine karsıt bir perspektife sahip olmustur.
Yunan felsefesi, doğa kavramının zaman içinde gelisimi için bir temel olusturmus ve Ortaçağ’da ve Yeniçağ’ın baslangıç döneminde, doğa kavrayıslarına etki etmistir. Augustine16, Antik doğa kavrayısı ile ilk dönem Hıristiyanlığın doğa kavrayısı arasında bir bağ kurarak, Hıristiyanlık ile Neo-Platonculuk arasında bir sentez olusturmaya çalısmıstır17 . Platon’un düsüncelerinden etkilenen Augustine, türsel olmayan ve asırı düzenlenmis merci kavramını, tanrı kavramıyla değistirmis ve Tanrının iradesinin sembolü olarak gördüğü doğayı, yaratılısla birlikte tek bir defaya mahsus bir olusum olarak kavramıs ve sonuna kadar değismeden kalacağını varsaymıstır.
Ortaçağ’da ise, Avrupa’da Katolik Kilisesinin artan etkisine bağlı olarak doğa, teolojik bir perspektiften kavranmıs ve yorumlanmıstır. Onüçüncü yüzyılda Aristoteles’in düsünceleri, Hıristiyanlık felsefesine entegre edilmeye çalısılmıstır. Protestanlık mezhebinin ortaya çıkısı ise, Hıristiyan dünyasının doğayla iliskilerine farklı bir bakıs açısı getirmis ve bu yaklasım ondördüncü yüzyıldan itibaren önem kazanan coğrafi kesifler ve Avrupa’ya sömürgelerden aktarılan sermayenin birikimi ile onaltıncı yüzyılda tekniğin ve bilimin18 gelisimine olanak
sağlamıs ve günümüz doğa tasarımının olusum sürecine etki etmistir. Dnsanı odak noktasına yerlestiren bu yaklasım, doğayı insanın ölçümünün bir nesnesine indirgemis ve ondan uygun bir biçimde yararlanılmasını öngörmüstür.
Yeniçağ’da (XV.-XVI. yüzyıl) ve Rönesans (XV.-XVII. yüzyıl) döneminde, Antik felsefe ve bilim kavrayısı yeniden önem kazanmıs ve Ortaçağ dünya tasarımı, çözülmeye baslamıstır. Bilim, kilisenin denetimindeki skolastik düsünceden ayrılmaya baslamıs; insan birey olarak kendisiyle ilgili algılamalarıyla, bilincin merkezine yerlestirilmistir. Dinsel inançtan bağımsızlasan düsünce, dünyevi bir karakter kazanmıs; arastırmaya, bilimsellesmeye ve doğadan yararlanılmasına yönelmis ve bilimin ve tekniğin doğada ve toplumda egemenlesmesi süreci baslamıstır. Bilimsel arastırmalara önem verilmis, doğa kavranabilir ve düzenlenebilir olarak görülmüstür. Doğanın yasaları, sistematik olarak deneylerle arastırılmaya baslanmıs ve fizik ve matematik yasalarıyla açıklanmaya çalısılmıstır. Doğa ve evren kavrayıslarının dönüsümüne, bilim insanları Copernicus19, Bruno20, Bacon21, Galileo22 , Kepler23, Descartes24, Newton25 ve Kant26 önemli etkilerde bulunmuslardır. Kant tarafından gelistirilen özne ve nesne perspektifi, bilimin genel olarak kabul edilen temelini olusturmus böylece doğa bütünsel karakterinden ziyade doğanın bir parçasına odaklı olarak kavranmaya baslanmıstır. İnsan-doğa iliskisi ve doğal kaynakların kullanımı, Thomas Hobbes27 ve John Locke28 gibi dönemin sosyal bilimcileri tarafından da irdelenmistir. Bu perspektifler, doğanın kavranısında farklı tasarımları beraberinde getirmis; doğa artık korkutucu ve tehditkar olmaktan çıkmıs ve doğaya egemen olmanın yollarını öğrenen insan, doğa karsısında iktidarını uygulamaya baslamıstır.
Onsekizinci yüzyılda, Aydınlanma döneminde ise doğa, insan çabaları ile islenilebilen bir kaynak olarak görülmüstür. Doğadan gündelik yasamda yararlanılması, burjuvazinin maddi ve toplumsal yükselisine yol açmıstır. Onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda yasam, giderek ilerleyen endüstrilesme ve tekniklesme, ekonomik büyüme ve bilime olan inanç ve güven tarafından biçimlendirilmistir. Ekonomik büyüme için doğanın sömürüsü hızlanma eğilimine girmistir. Teknik ilerlemeye ve Aydınlanmaya karsı çıkan ve insanın doğaya dönerek, doğallasmasını öneren Rousseau’nun29, evrim teorisini ortaya koyarak, doğaya ve insana bakıs açısını temelden değistirecek bilgi ve düsünceler gelistiren Darwin’in30 ve endüstriyellesme ile kapitalist ekonomik sistemin doğayı nesnelestirmesine dikkat çeken ve karsı çıkan Marx’ın31 düsünceleri bu çerçevede önem kazanmıstır.
Bilim ve teknolojinin yirminci yüzyıl boyunca görülen olağanüstü gelisimi ve gelisimin hızı, bilim ve felsefe alanlarında olduğu gibi toplum, siyaset ve kitle medyası alanında da tartısmalara yol açmıs ve tartısmalar ağırlıklı olarak enerji kaynaklarının sınırlılığına, çatısma yaratma potansiyeline, doğanın ve yasam alanlarının tahribatına ve gelecek nesillere olası etkilerine odaklanmıstır. Yirmibirinci yüzyılın basında ise, insanın doğayla iliskisi, ekonomik yapı ve refah düzeyini destekleyen ve ekonomik değer yaratan maddi iliskiler tarafından biçimlendirilmektedir. Doğadan ekonomik kaynak olarak yararlanılması, onun tahribatını da beraberinde getirmektedir. Doğa artık büyük ölçüde egemen olunabilen olarak kavranmakta ve onun kaynaklarından olabildiğince yararlanılması amaçlanmaktadır. Refah düzeyinin yüksek olması ve gerekli serbest zamana sahip olunması halinde ise, doğaya zaman ayrılarak, ondan keyif alınması istenmektedir. Günümüzde insanın doğayla iliskisi, toplumda doğanın korunması gerekliliği bilincinin yükselmesine rağmen ekonomi ve siyasi alanlarının, ekonomik yarar yönelimi ile yeterince duyulmayan etik kaygılar arasındaki gerilim tarafından biçimlendirilmektedir.
2.2-Enerji Kaynaklarının Sınırlılığı ve Yarattığı Ekolojik Riskler
Grekçe kökenli enerji (energeia) sözcüğü faaliyet, gerçeklik ve etki eden güç anlamına gelmektedir. Aristoteles, enerjiyi etkinlik, faaliyet ve güç ile ilintili olarak kavramıstır. Wilhelm von Humboldt, enerji ile bilinçli insan faaliyeti arasında bir iliski kurmus; Leibniz ise, enerji kavramının, varlığını sürdürecek olan canlı gücü (vis viva) ifade ettiğini düsünmüstür32 . Ekonomik değeri ve siyasi iktidar sağlama potansiyeli nedeniyle savaslara ve çatısmalara neden olan enerji, insanlık tarihi boyunca erisilmeye çalısılan en önemli kaynak olmustur. Dnsan ile doğa arasındaki temel iliski, büyük ekonomik değeri olan enerji kaynaklarına erisimde ve denetiminde kendini göstermektedir.
Enerjinin insan tarafından kullanım tarihi, besyüz bin yıl öncesine dayanmaktadır. Atesin keşfedilmesinden önce insanlar, çevreye diğer canlılardan daha fazla zarar vermemişlerdir. Ateşin keşfedilmesi ile birlikte kisi basına yararlanılan enerji miktarı iki kat artmıştır. Atesin kesfi, yıllar sonra baslayacak olan atom çağından daha fazla etki yaratmıştır.
Enerji tarihinde, ikinci büyük değişim ise, onbin yıl önce Neolitik Çağ’da ortaya çıkmıştır.
Avcı ve toplayıcı topluluklar için günes, tek enerji kaynağı olmustur. Böylece insanlar, sistematik olarak tarımla uğrasmaya baslamıslar ve bazı hayvan ve bitki türlerini, yararlanmak üzere seçmislerdir. Hayvan ve bitki dünyasının sömürülmesi, enerji kullanımının artısı ile ilgilidir. Bu durum, enerji tarihinde üçüncü büyük devrim olan endüstriyel devrime kadar değismeden sürmüstür33. Dlkçağ’larda günes, su ve rüzgar enerjisi önem tasırken, günümüzde de bu enerji formlarından yararlanılmakla birlikte elektrik, kimyasal ve nükleer enerji formları büyük önem kazanmıstır.
Enerji kaynaklarının34 sınırlılığı, uluslararası çatısmaların önemli bir nedenidir. Enerji kaynaklarından yararlanma, refah düzeyini arttırma çabaları ve risk etkisiyle ortaya çıkan bes farklı çatısma türü belirlenmektedir. Birinci çatısma; enerji kaynaklarının yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda, yasam kalitesinin sınırlandırılması, ekonomide durgunluk ve sosyal farklılık ortaya çıkmaktadır. Dkinci çatısma; enerji kaynaklarının varolması ancak adaletli paylasılmamasından kaynaklanmaktadır. Kuzey-Güney dengesizliği, bir çatısma
konusu olusturmaktadır. Ham petrol bağımlılığı, jeopolitik çatısma potansiyeli yaratmaktadır.
Dünyada enerji rezervleri sınırlıdır ve enerji tüketimi, dengeli olarak gerçeklesmemektedir. Enerji rezervleri, ağırlıklı olarak Yakın Doğu ülkelerinde bulunmakta bu durum ise, endüstri ülkeleriyle çatısmayı beraberinde getirmektedir. Enerji kaynaklarının ulusal, bölgesel ya da küresel ölçekte paylasımı, kullanımı ve finanse edilmesi, mücadele edilen bir iktidar faktörü
olmaktadır. Petrole, yüksek teknolojiye, nükleer enerjiye yönelim, prestij ve iktidar sembolüdür. Çatısma potansiyeli, kaynakların paylasımındaki asimetri nedeniyle artmaktadır.
Bir diğer çatısma nedeni ise, dolaylı olarak enerji belirli sonuç ve riskler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bunların arasında atom silahlarının kullanım olasılığı ve küresel ısınmanın yarattığı çatısmalar belirtilebilir. Bu çatısmalar, enerji kullanımının sonuçlarını ve riskleri engellemek ve sınırlandırmak amacını tasıyabilmektedir35 . Enerji kaynaklarına erisim ve denetimi nedeniyle uluslararası çatısmalar ve enerji kaynaklarının kullanımı, devletlerin önemli problemleri arasında yer almakta ve etkin enerji politikalarının üretilmesini gerektirmektedir.
Enerji politikası ile devlet, herkesin yeterince elektrik, doğal gaz, benzin v.b. enerji kaynaklarından yararlanmasını amaçlamaktadır. Ekonomi alanının islerliği ve toplumun refahı için enerjinin pahalı olmaması gerekmemektedir. Yalnızca makinelerin, isletmelerin ve demiryolları ulasımının enerjiye gereksinimi yoktur aynı zamanda bireyler de kendi yasam alanlarında yemek, bilgisayar kullanımı, televizyon izleme gibi gereksinimlerini karsılarken, enerji tüketmektedirler. Günümüzde enerji, genellikle kömür ve ham petrol gibi hammaddelerin yakılması ile dönüstürülmekte ve yararlanılabilir hale getirilmektedir. Politik kararlar, geleceği biçimlendirme çabalarıdır. Kararlar yalnızca geleceğin nasıl olması gerektiğine iliskin düsüncelere değil, aynı zamanda nasıl olabileceğine iliskin beklentilere de dayanmaktadır. Enerji politikası kararları, diğer politik karalardan ayrılmamakta ve geleceğin güvence altına alınmasında önemli bir rol oynamaktadır36 . Enerji politikasının öncelikli hedefi, ekonomik amaçlıdır ve ısınma ve aydınlanma probleminin çözülmesini ve rekabet içinde uygun maliyetle üretim yapılmasını öngörmektedir. Bu süreçte arzın sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. Tüm canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri ve sağlıklı yasayabilmeleri için temiz çevre, temiz hava ve su gereksinimi karsılanmalıdır. Oysa enerji kaynaklarının ekonomik değeri, onların islenmesinde ve tüketiminde doğanın, insan topluluklarının ve diğer canlıların yasam alanlarını tahrip etmekte ve bu problem, enerji politikaları uygulanırken, yeterince göz önünde bulundurulmamaktadır.
Doğanın tahribatı toplum, diğer canlılar ve doğa açısından uzun vadede önemli sonuçlara yol açabilecek pek çok ekolojik problemi beraberinde getirmektedir. Su ve rüzgar enerjisinden yararlanılması, tarımı değistirmektedir. Sera gazı aracılığıyla atmosfere zarar verilmesi, iklimlerin değisimine neden olmaktadır. Baraj projeleri, ormanların kesilmesi, rüzgar enerjisi tartısmaları, radyoaktif içeren çöpler ve nükleer reaktör kazalarında, radyoaktif maddelerin sınırların ötesine yayılması ve nükleer enerji aracılığıyla nükleer silah teknolojilerinin yayılması, politik bir problem olarak ortaya çıkmaktadır37. Enerjinin çevrede yarattığı tahribatın niteliği ve anlamı, farklı perspektiflerden ve ilgi durumundan
değerlendirilmektedir. Havanın ve suların kirlenmesi, zamansal ve mekansal olarak ve dolaysız gözlenmektedir; ancak madencilik ve erozyon nedeniyle doğanın tahribatının sonuçları daha uzak bölgelerde ve uzun zaman içinde görülebilir olmaktadır. Radyoaktif maddelerin zararlı etkileri de kural olarak on yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Enerji temelli çevre problemlerinin uluslararası boyutları, farklılık göstermektedir. Yüksek derecede endüstrilesmis ülkelerde problemler, ağırlıklı olarak kömür ve hidrokarbonun kullanımından
kaynaklanmaktadır. Gelismekte olan ülkelerde, doğanın tahribatı, kısıtlılık ve ticari olmayan biyolojik enerji tasıyıcılarının yanmasından ortaya çıkmaktadır. Yarı endüstrilesmis ve yoksul ülkelerde ise, tüm bu tahribatların bir arada ve hızlı bir biçimde ortaya çıktığını gözlemlemek olasıdır38 . Ekolojik problemler, gelismis endüstri ülkelerinde ve gelismekte olan ülkelerde, farklı nedenlere dayandığı gibi çözümü için devletlerin izledikleri enerji ve çevre politikaları, kitle medyasının yaklasımı ve kamuoyunun bilinç düzeyi ve duyarlılığı da farklılık
göstermektedir.
3-Politika, Ekonomi ve Çevre Gazeteciliği Alanlarının Gerilimli Etkilesimi ya da Yapı ve Eylemin Karsılıklı Bağımlılığı ;
Çevre gazeteciliği, doğanın ekonomik amaçlı kullanımı nedeniyle giderek artan doğal ve sosyal çevre problemleri karsısında, enformasyon üretimini, 1970’li yıllardan bu yana sürdürmektedir. Bir yandan çevre gazeteciliği arastırma alanına iliskin yayın sayısı ve üretim giderek artmakta, çevre problemlerine, dünyanın pek çok ülkesinde toplumsal ilgi ve duyarlılık olusmakta ve politik alan yasal önlemler almak zorunda kalmakta diğer yandan ise politika, ekonomi ve kitle medyası alanlarının karmasık iliskiler ağının gereği ve kuralları nedeniyle çevre gazeteciliğinin, doğal yasam alanlarının tahribatına iliskin ne ölçüde bilgilendirici ve aydınlatıcı üretim yaparak, kitleleri bilinçlendirdiği ve politik karar alma sürecine baskı yapabildiği tartısmalı kalmaktadır.
3.1-Çevre Gazeteciliğinin Ortaya Çıkısı ve Gelisimi ;
Gazetecilikte uzmanlasma, ondokuzuncu yüzyılda, kitle basının gelisimiyle ortaya çıkmıstır. Ondokuzuncu yüzyılda magazin dergilerinin yanında, aile ve kadın dergileri, kültür politikası dergileri ve pek çok türde bilimsel yayın baslamıstır39 . Kuskusuz türsel enformasyona gereksinimin ortaya çıkmasında ekonomik, politik, teknik ve sosyo-kültürel dönüsümler de etkili olmus ve belirgin bir toplumsal alana yoğunlasan ve enformasyon edinmeye çalısan uzman gazetecilik alanları gelismistir. Uzmanlık ya da uzmanlık ilkesi
kavramı, konu ve konu yetkinliği içeriklerinin yanında uzmanlık kültürünün diğer açılarını da kapsamaktadır. Uzmanlığın yalnızca nesne tasarımı yoktur; aynı zamanda kendine ait perspektifleri, düsünce güdüleri, paradigmaları, metotları ve gelenekleri de vardır. Uzmanlık alanının dilini, tasarım esaslarını ve örgütlenme biçimini içeren iletisim ve medya yasaları vardır. Gazetecilikte uzmanlık alanına ait olan ya da uzmanlık alanı gibi kavramlar, bir yandan özel konu ve yapı bilgisini diğer yandan ise, türsel temsil ve iletisim yetkinliklerini
amaçlamaktadır; her iki boyut, farklı yönelime sahip olmakta ve odaklan maktadır. Uzman gazetecilik yetkinlik, uzmanlık alanı dilinin yoğun kullanımı ve karmasık cümle yapıları ile kendini göstermektedir40 . Gazetecilik, kamusal açıdan önem tasıyan konuları islemek ve böylece toplumsal iletisimi sağlamak islevini yerine getirmeye çalısmaktadır. Buna karsılık uzman gazetecilik, türsel toplumsal alanlardan konular seçmekte ve gündemine almaktadır.
Avrupa ülkelerinde, 1970’li yılların sonunda ekolojiye iliskin haber üretimi baslamıstır. Bu süreçte denizlerde meydana gelen petrol tankeri kazaları41, çevreye yayılan petrolün yarattığı kirlilik ve denizde yasayan canlıların ölümü, ormanların yok olusu, suların kirlenmesi, yasam alanlarının tehdit altına girmesi sonucunda toplumda olusan enformasyon gereksinimi, çevre gazeteciliğinin ortaya çıkısında önemli bir rol oynamıstır. Bunun yanında enerji reaktörlerinde meydana gelen kazalar42 ve ortaya çıkan ekolojik tahribat, çevre gazeteciliğinin gelisiminde etkili olmustur. Çevre gazeteciliği ortaya çıkıs yıllarında, çevre koruması için angaje olan ya da en azından yasamlarını ekolojik olarak düzenle meye çalısanları, hedef kitlesi olarak belirlemis ve onlara yönelmistir. Bu hedef kitle, çevre hareketleri ile olusmus ve 1980’li yıllarda önemli bir büyüklüğe erismistir.
Çevre gazeteciliğinin ortaya çıkısı ve gelisiminde, toplumsal ve politik gelismeler de önemli bir rol oynamıstır. Bu süreçte Almanya’da, alternatif ekolojik hareketler baslamıs ve Yesiller Partisi kurulmustur. Yesiller Partisinin kurulması ve çevrecilerin eylemleri, çevre ve çevre korunmasına iliskin toplumsal bilincin olusumuna önemli ölçüde etkide bulunmustur. Öyle ki, çevre gazeteciliğinin olusumuna önemli katkıda bulunduğu toplumsal bilinç ile Almanya, Avrupa Birliği ülkeleri arasında öncü olmustur. Ayrıca 1980’li yıllarda Almanya Çevre Bakanlığı ve eyalet çevre bakanlıklarının kurulması, çevre konusunun politika alanında tartısılmasını beraberinde getirmistir43. Bunun yanında çevre problemlerine duyarlı ve politik etki yaratmayı amaçlayan çok sayıda yurttas hareketi olusmus ve sivil toplum örgütleri kurulmustur. Çevre problemleri karsısında gruplar, hızla örgütlenmis ve politik alanı, toplumu ve kitle medyasını etkilemek için profesyonel halkla iliskiler ajansları olusturmuslardır.
1990’lı yıllardan itibaren çevre konularına iliskin tartısmalara, kitle medyasında daha sınırlı olarak yer verildiği görülmüstür. Bu dönemde; çevreyi koruyucu teknolojinin gelistirilmesi çabaları desteklenmis, yesil teknolojiye yönelinmis ve yesil rengi, çevreye duyarlılığın sembolü ve sloganı olarak elektronik beyaz esya üreticisi firmalar tarafından sıkça kullanılmaya baslanmıstır. Tüketiciye, çevre problemlerinin yesil teknoloji ile çözümlenebileceği iletileri verilmeye baslanmıs ancak ekolojik problemler ve kalıcı çözüm önerileri sınırlı olarak vurgulanmıstır. 2000’li yılların basından itibaren çevre problemleri, kitle medyasında yine önem kazanmaya baslamıs, bu süreçte ekolojik tahribat ve koruma olanakları tartısılmıstır. 2010’lu yıllardan itibaren ise, çevre gazeteciliği, gelecekteki yasam tarzlarının niteliğinin yükseltilmesine odaklanmıs; daha az gayri safi milli hasıla ancak daha fazla yasam kalitesi önermistir. Böylece çevrenin korunması ve tahrip edilmemesi için yesil tüketim tesvik edilmeye baslanmıstır. İçinde bulunduğumuz dönemin yönelimi, doğayı ve insanı tahrip eden tüketim eğilimlerinden uzaklasılması olarak gözlenmektedir.
Çevre gazeteciliğinin artan önemine bağlı olarak, Almanya’da 1980’li yıllardan itibaren ekoloji problemlerine yönelen çok sayıda basım ve yayın44 faaliyeti baslamıstır. 1990’lı yıllarda bölgesel çapta yayın yapan bazı radyo ve televizyon kurulusları, çevre birimleri olusturmuslardır. 2000’li yıllardan bu yana ise, çevre gazeteciliği birimlerine kitle medyası örgütleri içinde daha fazla yer verilmektedir. Bununla birlikte çevre gazeteciliğinin, geleneksel kitle medyası örgütü içinde bağımsız bir birim olarak konumlandırılması kolay değildir. Belirgin arastırma çevrenine rağmen pek çok kitle medyası örgütünün bir çevre gazeteciliği servisi bulunmamaktadır. Çevre birimlerinin bulunmayısının nedenleri arasında kitle medyası örgütlerinin maliyet kaygısıyla yeni birim olusturmada sakınımlı davranmaları ve çevre alanında uzman gazetecileri, kadrolu olarak çalıstırmaktan ziyade serbest çalısanlar arasından seçmeleridir.
Kitle medyası örgütleri içinde çevre gazeteciliği biriminin yer almayısının bir diğer nedeni ise çevre gazeteciliğinin, diğer gazetecilik uzmanlık alanlarıyla yakından iliskili olmasıdır45 . Uzmanlık alanlarının yakın olması, diğer uzmanlık alanlarında çalısan gazetecilerden ekoloji konusunda da yararlanılmasını beraberinde getirmektedir. Politika, ekonomi ve bilim, çevre gazeteciliğinin yakın iliskili olduğu alanlardır. Bunun yanında kültür, toplum, serbest zaman, otomobil, spor ve teknoloji konuları da çevre gazeteciliğiyle iliskilidir.
Doğaya iliskin enformasyon, kültür tarihini de ilgilendirmekte ve gazetelerin gezi sayfalarında yer almaktadır. Kitlesel turizmin ekolojik etkileri ve eko yasam tarzı, turizme odaklı gazeteci gibi geziye odaklanan gazeteciyi de ilgilendirmektedir. Ayrıca otomobil ve spor gazeteciliği de çevre konularına yönelimlidir. Bu gazetecilik alanlarının ilgisi, kapsamlı otomobil yarısları
organizasyonlarının ekolojik çevreye etkisinden, birey olarak sporcuların doğayı koruma çabalarına verdikleri desteğe kadar genis bir alana uzanmaktadır. Teknoloji gazeteciliğinde ise, teknolojinin gelisimi, enerji santrallerinin kurulması ve alternatif enerji elde etme yolları önemli arastırma konularını olusturmakta ve çevre gazeteciliğiyle kesismektedir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder