24 Şubat 2017 Cuma

KIRIM’IN GÜVENLİĞİ, TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ


KIRIM’IN GÜVENLİĞİ, TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ 


V. İbrahim Aracı 

Saygıdeğer Konusmacılar, Kıymetli katılımcılar, hepinizi saygı ile selamlıyor, iyi günler diliyorum. 

Böylesi önemli bir kongreye davet edilip, konusma sansı verildiği için basta sayın Prof. Dr. Hasret Çomak Hocam ve diğer ilgililere tesekkür ediyorum. 
Biri isadamı, sanayici, diğeri de Kırım Dernekleri Federasyon ve Kocaeli Kırım Tatar Derneği Baskanı olarak iki farklı yönüm ile burada bulunuyorum. 

Bir sanayici, üstelik 3 değisik vilayette ciddi enerji tüketen ve tükettiğinin büyük bir kısmını da bu üç ayrı bölgede kendi doğalgaz çevrim santrallarında üreten bir sanayiciyim. Yine grup sirketlerimizden önemli bir tanesi de benim ilk ana isim olan Lojistik sirketidir. Bu sebeplerle enerjinin bulunulabilir olması, sürekliliği, fiyatı, kalitesi, kaynakları ve ülkemizin enerji politikalarının oldukça fazla etkilediği bir sanayici, girisimciyim. 

Ülkelerin enerji kaynaklarına sahipliği, yakın olmaları veya politikaları, artık ülkelerin her türlü güvenliği, gelismesi, ekonomik büyüme, huzur ve refahı ile paralellik arz etmektedir. 

Ülkemiz kendi enerji kaynaklarına fazla sahip değildir. Ancak daha önemlisi yıllardan beri uzun vadeli, istikrarlı enerji politikaları uygulayamamıstır. Sonuç olarak maalesef özellikle büyük bir kısmı Rusya olmak üzere, dısa bağımlı bir enerji politikamız vardır. Üstelik son verilen karar ile yapılacak olan iki nükleer santralin de Ruslar tarafından yapılıp isleteceği düsünülürse, enerji açısından Rusya’ ya ne kadar bağlı ve muhtaç hale geldiğimizi ortaya koymaktadır. 

Diğer yönüm ise bahsettiğim gibi Kırım Tatar kökenli olmam ve Kırım Dernekleri Federasyon Baskanlığını yürütüyor olmamdır. 

Değerli katılımcılar, 2014 yılı Subat ayında Kırım 1-2 günde Ruslar tarafından isgal edildi ve kısa bir sürede (2014 Mart ayında) sözde bir referandum ile Rusya Federasyonuna bağlandı. Maalesef hiç bir ülkeden, özellikle Türkiye’ den de hiç bir yüksek ses çıkamadı. 

Bizim Federasyon olarak yaptığımız bir çok yürüyüs protesto v.s ulusal medyada bile yer bulamadı . 

TC Hükümeti yetkilileri, Kırım'da yasayan soydaslarımızın güvenliğinden dolayı böylesi yumusak ve protestoları öne çıkarmayan politika izlediklerini söyleseler de bu doğru değildi, tamamen enerji bağımlısı olduğumuz (tabii Turizm ve diğer ticari iliskileri de göz ardı edemediler) Rusya ile iliskilerin bozulmasını hiç göze alamadıklarından Rusya'nın Kırım'ı isgalini sadece seyrettiler. Hatta diasporada yasayan bizlerin sesimizin çıkmasını bir takım yollar ile engellediler. 

Tabii Rusların Kırım'ı isgalin zamanlaması da dikkat çekicidir. Türkiye 17 Aralık olayını yasamıstır. Bilahare tapeler, ses kayıtları ortalıkta dolasmaktadır. Güneydoğu, Irak ve özellikle Suriye ile iyice gergin bir süreç vardır. Mart ayında yapılacak çok önemli bir seçim (yerel secimler) sürecine girmistir Türkiye. Mart ayı sonundaki bu seçimlerin sonuçları kesinlikle Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaskanlığı seçiminin provası, hatta baslangıcı olacaktı nitekim de öyle oldu. Türkiye Kırım'ın Rus isgalini sadece seyretti. Çünkü günlük siyasetin çıkarı bu yöndeydi. 

Bu noktada Bir Kırım Tatar Türk Kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandası olarak iki ayrı sekilde güvenlik durumunu ele alıyorum. 

Birincisi, Kırım'da yasayan soydaslarımız, maalesef hiç bir güvenlikleri yoktur. Ne is, ne sosyal, ne kültürel, ne can güvenlikleri kalmamıstır. Uluslararası örgütlerden bazen (çoğu laf olsun diye) cılız söylemler dısında bir sey duyulmuyor. Türkiye bu isgal günlerinde önemli bir deniz gücünü Karadeniz'e çıkarabilecekken sanki saka gibi tam tersine Afrika'ya yolladı. 

Bir de ulusal basında Deniz Kuvvetlerinin gemilerinin, Afrika' ya uğurlanısı sayfalarca verildi. Bu anlayana ve maalesef Kırım'da yasayan soydasında anlayabileceği bir tutum idi. 

Ruslar da bunun farkında, eline hiç silah almamıs, insanca yasam haklarını hep demokratik yollar ile aramıs Kırım Tatar halkı içinden insan kaçırma, kaybolan bu insanların bazılarının cesetlerinin bulunması gibi vahim olaylar hemen yasanmaya baslamıstır. 

Rus baskısı Kırım Tatar halkının Sosyal, Kültürel, Sağlık ve Ekonomik yasamına her geçen gün artarak devam etmektedir. 
Ruslar tarafından Kırım’da Anavatanında yasam mücadelesi veren Azınlık Kırım Halkında 1944 Sürgünü atmosferi yaratılmaya baslanmıstır. 

Öbür taraftan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandası olarak, ülkemizin güvenliği açısından, enerji açısından bu kadar bağımlı hale geldiğimiz, bazı kimselerin sık sık tekrarladığı Rusya ile iliskileri Kırım için vs bozamayız söylemlerini dinlerken, baska bir yere dikkatinizi çekmek isterim . 

Tarih boyunca Osmanlı, Kırım Hanlığı, Türkiye ve karsılarında Ruslarla yapılan savaslar sonu Anlasmalar ve sonuçlarına bir göz atmakta fayda olacaktır. 

1681’ de Osmanlı tarafından Rus çarlığı ile yapılan ilk anlasmadan baslayarak sırasıyla yapılan tüm anlasmaların sonuçlarını doğru okursak Kırım’ın Rusya tarafından bu kadar kolay isgal edilmesinin ülkemiz güvenliği açısından ne vahim olduğu anlasılır. 

Bu anlasmaların basında Bugünkü Ukrayna (özellikle su anda Rusya’ dan koparmaya çalıstığı bölgeler) içindeki nehirlerde balık avlaması bile anlasmalara bağlanan, Rusya' ya Osmanlı uzun yıllar Istanbul’ da Daimi Elçi bulundurma, ticaret yapma ve Karadeniz' de hiç bir deniz aracı bulundurmasına izin dahi verilmemistir. 

Sırasıyla Karlofça(1699), Dstanbul Anlasmalarıyla (1700) bazı imkanlar kazanan Rusya, Prut(1711) ve en son Belgrad Anlasması(1739) ile yine bu haklarını kaybetti ve Karadeniz yine tam bir Osmanlı Gölü olmustu (son kez), ardından gelen savaslar ve sonrası yapılan anlasmalar Rusların niyetlerini ortaya koymustur. Küçükkaynarca(1774) ile devam eden, Aynalıkavak(1779) ve Yas Anlasmalarıyla(1792) da Rusya o tarihte Kırımla ilgili hedeflerine ulasıp, diğer hedeflere yönelmistir. Sonraki savasların ardından gelen Bükres(1812) ve Akkerman Anlasmaları(1826) sonucuna bakıldığında artık, Tuna ve Karadeniz’ de Rus gemileri yüzüyor, Kafkaslar Rus hakimiyetinde, Balkanlar paramparça ve Rus tacirler Osmanlı içinde serbestçe ticaret yapmaya da baslamıstır. Çok uzun bir süre geçmeden yapılan Edirne Anlasması(1829) ile Bağımsız Yunanistan devletinin kurulması ve Karadeniz’ deki birçok limanını Rusya' ya terk etmeyi kabul etmek zorunda kalmıstır. 

1827, 1840 ve 1841 yıllarında Londra Anlasmaları bize gösteriyor ki; Balkanlardan sonra Rusya, Boğazlar, Mısır, Sudan’daki Osmanlı Türk hakimiyetinin kaybedilmesi için her zaman müdahil ve çaba içinde olmustur. Daha sonra her ikisi de 1878 yılında imzalanan Ayastefanos ve Berlin Anlasmalarıyla Balkanlar, Yunanistan, Bulgaristan yani Balkanlara 
Avrupalı ülkelerin katkısıyla Rusya sekil verdi. Kafkaslar, Ermenistan ülkemizin doğusu illerine, İran ile sınırımıza hep müdahil olmus ve buralarda mevcudiyetini devam ettirmistir. 

Bu günlerde ise hala Kuzey Irak ve Suriye’deki faaliyetleriyle de sınırlarımızda ülke güvenliğini tehdit eden durumlar yaratmıstır. Kars, Ardahan, Artvin, Batum'da da hala bir takım niyetleri olduğu da bilinen bir gerçektir. Son aylarda gerek Kırım'ı isgal edip gerekse Ukrayna'nın doğusundaki isgal ve politikaları ile Azak Denizi'ni tamamen Bir Rus İç Denizi, Kerç boğazını da iki taraflı kontrolü altına almıstır. Karadeniz'de özellikle Kırım'ın isgali ile nerdeyse tamamı Rusya Federasyonu kontrolü altına geçmistir. 

Yakın zamanda Türkiye Cumhuriyeti bir Bakanı, Güneydoğu'daki gelismeler sebebiyle maalesef Kırım'ın isgalinden dolayı Rusya Federasyonuna uygulanan yaptırımlara dahi Türkiye'nin uymayacağını açıklamıstır. 

Bütün bunlar gösteriyor ki; Rusya'nın niyetlerinden bu cüretin ve hedeflerinin ne olduğu hakkında yakın tarihimizden bile ders almıyoruz. Enerji bağımlılığımızı hala arttırarak devam ettirirken, Türkiye 'nin Akdeniz sahillerinde geçici Turizm faaliyetleri değil, siyaset, medya, STK sosyal alanda da Rus yayılmacı politikalarına alt yapıyı maalesef kendi ellerimizle olusturuyoruz. 

Oysa Rusya Federasyonunun, kendi öz vatanında insanca yasamlarını sürdürmeye çalısan Kırım Tatar Türklerine 18 Mayıs 1944’ te yaptıkları sürgün unutulmusçasına, bugün de nerdeyse aynı sekilde Kırım'ı silah ile isgal ederek yasam haklarının her safhasına baskıcı tutumlarını arttırarak devam etmektedirler. İnsanlar önce kayboluyor sonra cesetleri bulunmakta failleri arastırma dahi yapılmamaktadır. 

Maalesef ülkemizde aynı 18 Mayıs'da maruz kalınan sürgün, soykırıma karsı kaldığı sessizliğin aynısını gösteriyor. Bazı ufak açıklama ve cılız beyanların dısında hiç bir politika ortaya koyamıyor. Kırım Tatarları içerisinden bir kaç kisiyi organize edip onlara sahsi menfaat sağlayıp, ünvan ve ödüller verip bu uyutma politikasını bu bir kaç sahıs üzerinden "ALGI YARATMA" seklinde yürütmesi Türkiye’nin de ülke güvenliğine ciddi zarar vermektedir. 

Unutulmamalıdır ki; KIRIM Osmanlı'nın kaybettiği Tek Müslüman Vatan Toprağıdır. 

Avrupa ülkeleri Rusyanının sıcak denizlere inme ( Büyük Bulgaristan projesi ile ) atağını 1878 Ayestafonos anlasmasını kağıt üzerinde bırakıp Bulgaristan'ı daha sonra üçe ayırıp engelledi ise de, bugün Eski Sovyetler birliğinden ayrılan ülkeleri kendi Avrupa birliği çatısına katıp, Rusya Federasyonunun Batı'ya doğru yayılmasını engellediğini görüyoruz. En yakın örneği de Ukrayna'nın özellikle batısını Avrupa Birliği korumasına alma gayretlerinde görüyoruz. 

Bütün bunlar ülkemizin güvenliği açısından enerji politikalarımızı çok iyi düzenlememizi, tarihten iyi bir ders çıkarmamız gerektiğini gösteriyor. Kırım ve Kırım’ daki soydaslarımız kendilerini 1944’ deki gibi yalnızlığa itildiği hissiyatına katılmadan, Türkiye' ninde güvenliği açısından önemini ortaya koyacak politika ve durus gösterilmelidir. 

Bu sekildeki bir Kırım isgaline sessiz kalan Türkiye'nin ülke güvenliğinden kimse söz edemez, kimse de bugünkü yöneticilere hakkını helal etmez. 

Sessizliği bozmanın zamanı da derhaldir. 

Saygılarımla 

V. İbrahim Aracı 


***



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder