10 Şubat 2017 Cuma

Kıbrıs Müzakereleri Yeniden Başlarken “Tek Egemenlik” Farkı 2010


Kıbrıs Müzakereleri Yeniden Başlarken “Tek Egemenlik” Fark


Yazar: Gözde Kılıç Yaşın

24 MAYIS 2010 PAZARTESİ

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki 18 Nisan 2010 tarihli Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle ara verilen  müzakereler 26 Mayıs 2010’da yeniden başlıyor. Rum lider Dimitris Hristofyas’ın karşısında KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu olacak. Eroğlu’nun “müzakerelerin kaldığı yerden devam edeceği” ve benzeri açıklamaları, Türk tarafının “masayı terk etmeme” stratejisinin yeni dönemde de izleneceğini göstermektedir. Söz konusu strateji, müzakerelerden sonuç alınıncaya değin yani bir anlaşmaya ulaşılması ya da Rum tarafının masadan kalkmasına dek müzakerelerin “esnek bir tutumla” ve “çözümü zorlayan, yapıcı taraf” olmak suretiyle sürdürülmesi şeklinde özetlenebilir. Eroğlu’nun “çözüm” anlayışının farklı olmasına rağmen Ankara’nın politikasına uymayı tercih edeceği yönünde genel bir kanı bulunmaktadır.




Müzakerelerin Kaldığı Yer

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer da, yeni tur görüşmeler öncesinde, müzakerelerin;

* BM Güvenlik Konseyi kararları ve BM parametreleri çerçevesinde,
* 23 Mayıs ve 1 Temmuz 2008 mutabakatlarının geçerliliğini koruduğu kabul edilerek,

* Kaldığı yerden devam edeceği; sürece baştan başlanmayacağı açıklamasını yaptı.

İlgili tüm taraflarca müzakerelerin kaldığı yerden devam edeceği konusunda bir mutabakata varılmışsa da Hristofyas ve Eroğlu’nun ilk görüşmesinin “müzakerelerin nerede kaldığı” konusunda uzlaşı oluşturmakla başlayacağı söylenebilir. Bir tarafta “her konuda anlaşma sağlanamadığı sürece hiçbir konuda anlaşılmış olmayacağı” ilkesi, diğer tarafta ise müzakerelerin zemini olarak kabul edilen mutabakatlar bulunuyor. Yeni döneme sarkacın bu iki noktası damgasını vuracak.

Hatırlanacağı üzere Mehmet Ali Talat’ın bütün çağrı ve çabalarına rağmen Hristofyas, müzakerelerde varılan noktayı ortak bir açıklama ile duyurmaya yanaşmamıştı. Açıkçası bir “ara anlaşma” anlamına gelmesi ve kendisi için bağlayıcılık oluşturması endişesiyle ortak açıklama yapmaktan kaçınmıştı. Hristofyas, ülkesinde eleştirilmesine sebep olan “dönüşümlü başkanlık” konusunda geri adım atmanın yolunu arayacak ancak önce Eroğlu’nun “tek egemenlik ve tek kimlik” konusundaki duruşunu sorgulamak ve “açık bir kabul” için zorlamak isteyecektir. Nitekim Eroğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde müzakerelere ilişkin olarak en fazla eleştirdiği konuların başında Talat’ın tek egemenliği kabul etmesi geliyordu. Downer ise yaptıkları görüşmede Eroğlu’nun “tek egemenlik” ilkesini kabul ederek masaya oturacağı açıklamasını yapmıştı.

Tek Egemenlik Farkı

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Aleksander Downer ile KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu 3 Mayıs 2010’da bir araya gelerek müzakerelerin rotası konusunda görüşmüşlerdi. Görüşme sonrasında “aynı şeyi söyler” gibi görünmelerine rağmen yaptıkları açıklamalar farklı sonuçlara işaret eden içeriğe sahipti. Downer, Eroğlu’nun 23 Mayıs 2008 ve 1 Temmuz 2008 mutabakatlarını kabul ettiğini açıklarken Eroğlu, 23 Mayıs 2008 mutabakatını kabul ettiğini 
söylemişti.





Talat ve Hristofyas arasında kabul edilen 23 Mayıs 2008 tarihli mutabakat “Federal Hükümetinin yanı sıra eşit statüye sahip bir Kıbrıs Türk Kurucu Devleti”nin de bulunacağı ifadesini içeren ortak anlaşmaydı.[1] 23 Mayıs mutabakatının “eşit statüde iki devlet” ve “bakir doğum” ilkeleri ön plana çıkarılmıştır. 1 Temmuz 2008 tarihli mutabakatın ise “Tek egemenlik, tek uluslararası temsiliyet, tek vatandaşlık” ilkeleri belirleyici olmuştur. “Eşit statüde iki kurucu devlet” ve “tek egemenlik” ilkeleri ise birbiriyle çelişen iki ilke olarak algılanmıştır. Nitekim Talat ve Hristofyas’ın iki görüşmesi arasında Hristofyas İngiltere’ye resmi bir ziyaret düzenlemiş ve dönemin İngiltere Başbakanı Gordon Brown ile 5 Haziran 2008’de bir memorandum (ortak mutabakat muhtırası) imzalamıştı. İngiltere-GKRY memorandumunda, 23 Mayıs mutabakatı anılmaksızın “Çözüm, tek egemenlik, tek uluslararası kimlik ve tek vatandaşlık temelinde olmalıdır” vurgusu yapılmıştı. Mehmet Ali Talat, Hristofyas’ın müzakere temelinin çarpıtılması ve İngiltere’den müdahale yapılmasına önce karşı çıkmışsa da 1 Temmuz 2008 görüşmesi aynı ifadelerin kullanıldığı bir mutabakatla sonuçlanmıştı.

Sonuçta müzakerelere İngiltere’den eklenen “tek egemenlik” ifadesi, Rum Yönetimi’nin çözüm parametresinde "eşit statüde kurucu devlet” ilkesine yer olmadığını da açığa çıkarmıştı. Belki de “kurucu devlet” başından beri söz konusu dahi değildi.[2] Müzakerelerin temelini oluşturan tüm bu ilkelere tarafların yüklediği anlamların birbirinden farklı olduğu her bir görüşme sonrasında iki liderin kendi kamuoylarına yaptıkları açıklamalardan ve birbirlerini düzeltmelerin anlaşılıyordu. Aslında Rum ve Türk müzakerecilerin Kıbrıs sorununa çözüm getirecek bir anlaşma planını kendi başlarına çıkarmalarının imkansızlığı da bu gerçekte yatıyor. Açıkçası taraflar, tüm bu tanımlamaların altını kapsamlı müzakerelerde doldurmayı planlıyordu. Aslında bugün Eroğlu da aynı niyeti taşıyor. 




Downer’la bir araya gelmeden önce KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, BM Genel Sekreteri’ne gönderdiği 23 Nisan 2010 tarihli mektupta da sadece 23 Mayıs mutabakatına atıf yapmıştı.[3] Mektubunda 23 Mayıs mutabakatını da “iki bölgelilik, iki halkın siyasi eşitliği, iki kurucu devletin eşit statüsü ve yeni bir ortaklık devleti (bakir doğum devlet)” vurgusuyla anmıştı. Eroğlu-Downer buluşması sonrasında ise Downer’ın Rum basınının ayrıntılı sorularına verdiği yanıtlar çelişkiliydi. Downer’ın “tek egemenlik” ilkesinin Eroğlun’ca kabul edilip edilmediği soruları için yaptığı açıklama,“Sayın Eroğlu’na; siyasi eşitliğe ve tek uluslararası kimliğe sahip olacak olan iki kesimli, iki toplumlu federasyon hedefini izah ettim; elbette o da kabul etti”[4] şeklindeydi. Söz konusu açıklamada “tek egemenlik” ifadesi bulunmuyordu. Rum basın mensuplarının “(Buna) tek egemenlik dahil edilmiyor mu?” şeklindeki sorusuna verdiği cevap ise “BM’nin kullandığı terimin tek uluslararası şahsiyet olduğu” şeklindeydi. Downer bu sözlerine de açıklık getirmek zorunda kalınca bunun “Bir tek Kıbrıs pasaportu ve BM’de tek daimi temsilcilik manasıyla birlikte tek bir Kıbrıs demek olduğunu” savundu. İşin aslı verdiği cevaplar, anlaşma sonrasında kurulacak devlet konfederasyon olacak olsaydı da geçerli olacaktı. Rum Yönetimi’nin basın açıklamasına tepki göstermesi, Downer’ı birçok BM kararında tek egemenlik ve tek vatandaşlığa açık bir şekilde değinildiğini ifade eden yazılı bir açıklama yapmak zorunda bıraksa da Eroğlu’nun ikili görüşmede aslında neyi kabul ettiği belirsiz kaldı.

Kimin Çözümü ?

Downer’ın tutumu, BM’nin kelimeler, ilkeler, tarafların bunlara yüklediği anlamlardan ziyade tarafların görüşmeleri sürdürmesini önemsediğini düşündürmektedir. Nitekim 2004 Annan Planı gibi Marti Ahtisaari’nin 2007’de Kosova için getirdiği çözüm planına da tarafların mutabakata vardıkları noktalar üzerinden değil uzlaşı sağlayamadıkları konulara kağıt üzerinde bulunan “ara formüllerle” ulaşılmıştı. Tarafların algıları ve kabulleri dışlanarak zoraki çözümler getirilmişti.   

Hristofyas yeni tur müzakerelerde Eroğlu’nun “ Tek Egemenlik ” ilkesine yüklediği anlamı açığa çıkarmaya odaklanmayı deneyecektir. Muhtemelen de başaramayacaktır. Eroğlu anlaşmalarda ilerlerken “tek egemenlik” ilkesine Rum tarafının yüklediği anlamı bertaraf edici önlemlere odaklanmayı tercih edecektir. Daha önemlisi ise KKTC’nin bir önceki Cumhurbaşkanı ve müzakerecisi Mehmet Ali Talat döneminde masaya getirilemeyen “Mülkiyet”, “Toprak”, “Güvenlik ve Garantiler” başlığının yeni dönemde görüşülecek olmasıdır. Her ne kadar “Yönetim ve Güç Paylaşımı”, “AB ile ilişkiler” ve “Ekonomi” başlıklarında da fazla ilerleme sağlanamamışsa da asıl zorlu konular henüz masaya gelmemiş olanlardır. Çünkü iki taraf arasındaki temel uzlaşmazlıklar bu başlıklar altında toplanıyor.
  • Bir tarafta Şubat 2010 tarihinde Rum Temsilciler Meclisinde oybirliği ile alınan “…Garantiler ve garantörlük düşünülemez” kararı bir tarafta ise Eroğlu’nun Ban Ki Moon’a yazdığı mektupta  tekrarlanan “Garantiler sisteminin Kıbrıs Türk tarafı için yaşamsal olduğu” vurgusu bulunuyor. Gerçi bu konuya çözümün Ada’da bulunması zaten beklenmiyor. İki taraf için de tezlerinin yaşamsal ve vazgeçilmez önemde olması, dışarıdan bulunacak çözümün işleyebilirliğine de şüphe düşürüyor.
  • Toprak başlığı ile ilgili bir konu olarak Rum tarafı, Maraş’ın iadesini çözümün bir parçası olarak bile değil çözümün gündeme gelmesi için ön şart olarak görüyor. Ne var ki, Eroğlu için Maraş’ın statüsünün tartışılmaz olduğuna şüphe duyulamaz. Maraş’ın bulunduğu toprakların büyük bir kısmının Türk Vakıf Malı olduğun ortaya çıkması ile Maraş’ın iadesi gibi bir ihtimal imkansızlaşmıştır. Hatta Ankara’nın da bu konuda baskı yapma lüksü bulunmamaktadır.
  • Rum tarafının mülkiyet meselesini müzakere masasının konusu olmaktan çıkarıp Kuzey’de kalan mallara ilişkin sorunları bireysel davalarla “iade ve tazminat” usulüyle çözümlemeye başlaması ancak Güney’de kalan Türk mallarının iadesini çözüm sonrasına ertelemesi, Mülkiyet başlığını müzakere masasının zorlu konularından biri haline getirmektedir.  

“Masadan kalkma”, “süreci zora sokma” ya da “esnek davranmama” lüksü bulunmayan Eroğlu kendi ilkeleri ile müzakere masasının ilkeleri arasında bocalarken Hristofyas da “bölünmüşlüğün kesinleşmesi” ve Eroğlu’nu masadan kalkmaya zorlamak arasında bocalayacaktır. Eroğlu’nun müzakereleri kesemeyeceği kesin ama Hristofyas da KKTC’nin Tayvanlaşması ya da tanınması ihtimalini kuvvetlendireceği için masadan kalkamayacaktır. BM Genel Sekreteri’nin 2010 sonunda neticeye ulaşılması çağrısı da, müzakerelerin sonsuz olmayacağı anlamına geliyor. Masada ciddi bir sinir harbi yaşanacak ancak aslında sadece masada oturanların değil Kıbrıs’la ilgili hiçbir aktörün aslında bir anlaşma beklemiyor olması da Kıbrıs Sorunu’nun gerçeğidir. Anlaşma ya Kıbrıs dışında oluşacaktır ya da Kıbrıs’ın dışında oluşacaktır…


[1]BM özel temsilcisi Taye-Brook Zerihoun tarafından okunan BM’nin resmi açıklaması, liderlerin “Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarında belirtildiği şekliyle siyasi eşitliği olan iki kesimli, iki toplumlu bir federasyona bağlılıklarını yeniden teyit ettikleri; bu ortaklığın tek uluslararası temsiliyete/kimliğe sahip bir federasyon hükümeti ve eşit statüye sahip bir Kıbrıs Türk ve bir Kıbrıs Rum kurucu devleti olacağı konusunda mutabakata vardıkları” şeklindeydi. Sabah Gazetesi, 24.5.2008; Dimitris Hristofyas “Kıbrıs’ın uluslararası kimliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti mi olacağı yoksa bakire doğumun mu (partenojenez), gerçekleşeceği” sorusunu “Birlesik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti olacağı ortak tutumuna sahibiz” şeklinde yanıtlamıştır.

[2]23 Mayıs Mutabakatı’nın İngilizce metninde yer alan "constituent state" kavramının Türkçe’ye  "kurucu devlet" olarak çevrilmesine rağmen aslında "oluşturucu eyalet" anlamında kullanıldığı, Rumların da bu anlamı yüklediği iddiaları da  bir vakıadır. Tugay Uluçevik’in “Oluşturucu Eyalet” ile “Kurucu Devlet” kavramları arasında idarî, hukukî ve siyasî içerikleri, nitelikleri ve doğuracağı sonuçlar bakımından söz konusu olan büyük farklara işaret ederek tercüme hatası yapıldığı yönündeki değerlendirmesi için bkz. 28 Mayıs 2008, Volkan Gazetesi; Nitekim Türkiye ya da KKTC yetkililerinin çevirisi kadar Rumların yüklediği anlam da önemlidir, BM’nin kastettiği ise anlaşmanın esasını oluşturacaktır. 
[3]“İki bölgelilik, iki halkın siyasi eşitliği, iki kurucu devletin eşit statüsü ve çözümün yeni bir ortaklık yaratacağı gibi temel Birleşmiş Milletler parametreleri Kıbrıs’taki herhangi bir çözüm çabasının temel taşları olmayı sürdürmelidir. Bu anlayışla, 23 Mayıs 2008 Ortak Açıklaması’na uygun olarak devam eden BM sürecinin esas çerçevesinin tarafımızdan tam olarak desteklendiğini açıkça ifade etmek istiyorum.”
[4]“Alexander Downer Başkana Eroğlu’nun Taahhütlerini Nakletti” (Rum) Haravgi Gazetesi, 4 Mayıs 2010; “Başkanlığın Müdahalesinin Ardından Downer’dan Tek Egemenlik ve Tek Vatandaşlığa İlişkin Yazılı Açıklama” (Rum) Haravgi Gazetesi, 4 Mayıs 2010; “Downer’ın Tek Egemenlikle İlgili Yeni Kurnazlığı” Mahi Gazetesi, 4 Mayıs 2010; “Faul’ü Düzeltti” Politis Gazetesi , 4 Mayıs 2010 akt. Havadis, “Eroğlu, Downer’la Anlaştı”, 5 Mayıs 2010


EK: Eroğlu’nun BM Genel Sekreteri Ban’a yazdığı mektup:

“Kuzey Kıbrıs’ta kısa süre önce yapılan seçimlerin sonucunda Cumhurbaşkanlığı görevini devraldım; Sayın Ekselansları size, iyi niyet misyonunuz himayesinde devam eden müzakereler yoluyla adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme olan taahhüdümüzü ve sürecin kaldığı yerden devam ettirilmesine hazır olduğumuzu bildirmek için yazıyorum.
Bunu fırsat bilerek konuya ilişkin bazı görüşlerimizi sizinle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, sizinle Kıbrıs Türk halkının hakiki bir endişesini paylaşmayı gerekli görüyorum. 2004 yılında BM kapsamlı çözüm planına benim halkım güçlü bir evet demiş olmasına rağmen, Kıbrıslı Rumların hayır’ı nedeniyle Kıbrıs Türk halkının uluslararası toplumdaki haklı yerini alması engellenmiştir. Kıbrıs Türk halkı, adada uzun süredir devam eden bu soruna bir son vermek için kendisi bakımından çok büyük fedakarlıklar içermiş olmasına rağmen kapsamlı çözüm önerisini destekler nitelikte oy kullanmıştır.

Sizden önceki Genel Sekreter’in Güvenlik Konseyi’ne iki ayrı ve eş zamanlı referandumlar ertesinde sunduğu 28 Mayıs 2004 tarihli raporda uluslararası toplumu ve özellikle Güvenlik Konseyi üyelerini tüm devletlerin hem ikili hem de uluslararası yapılarda ‘Kıbrıslı Türklerin izole olmasına neden olan ve gelişimlerini engelleyen gereksiz kısıtlama ve engellerin ortadan kaldırılması için’ güçlü şekilde liderlik etmeleri çağrısı yapmıştı.

Aynı raporda, önceki Genel Sekreter ‘Kıbrıslı Türklerin verdikleri oyun, onlara baskı yapmanın ve onları izole etmenin mantığını da anlamsız kıldığını’ da vurgulamaktadır. Maalesef Kıbrıslı Türkler üzerindeki haksız izolasyonların kaldırılması yönünde verilen sözler ve alınan kararlar, Kıbrıslı Rumların karşı çıkışı nedeniyle henüz gözle görülür bir sonuç doğurmamıştır. Biz hala bu adaletsizliğin düzeltilmesini umut ediyoruz. Benim halkım izolasyonlar altında yaşamayı hak etmemektedir.
Bundan sonrası için, iki taraf arasındaki görüşmelerin kaldığı yerden sizin iyi niyet misyonunuz çerçevesinde erken bir çözüm için sonuç verecek şekilde yürütülmesi, bizim samimi arzumuzdur.

İki bölgelilik, iki halkın siyasi eşitliği, iki kurucu devletin eşit statüsü ve çözümün yeni bir ortaklık yaratacağı gibi temel Birleşmiş Milletler parametreleri Kıbrıs’taki herhangi bir çözüm çabasının temel taşları olmayı sürdürmelidir.

Bu anlayışla, 23 Mayıs 2008 Ortak Açıklaması’na uygun olarak devam eden BM sürecinin esas çerçevesinin tarafımızdan tam olarak desteklendiğini açıkça ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, 1960 Garantiler Sistemi, iki halkın eşit egemenliği ilkesi Kıbrıs Türk tarafı için aynı şekilde yaşamsaldır.

Bize göre çözüm hükümleri adanın iki yanında halen varolan iki ayrı demokrasiyi ve kurumlarını dikkate almalıdır. Kıbrıs’a ilişkin yaratılacak yeni düzenin dış dengesi, iki garantör Anavatan arasındaki dengeyle muhafaza edilmelidir.

Onlarca yıl süren müzakereler sonucunda karşılıklı samimi siyasi irade olması durumunda adil, yaşayabilir ve erken bir çözümü mümkün kılacak yerleşmiş parametrelerle Kıbrıs sorunu konusundaki birikimin oluşturduğu somut BM müktesebatı, Ada’daki iki tarafın kullanımına açıktır. Bizim için, çözümün içeriği ile yaşayabilirliği çözümün nasıl isimlendirildiğinden daha önemlidir. BM parametreleri çerçevesinin nasıl doldurulacağı ve ileride kurulacak bir ortaklığın unsurlarının, Kıbrıs’taki iki halkın meşru kaygılarına hitap etmesi gerektiği görüşünü taşıyorum. Bunun, devam eden müzakerelerin konusu ve amacı olduğu bir gerçektir.

Devam eden müzakerelerde yeni bir tura başlanmasının Kıbrıs Türk halkı üzerindeki haksız izolasyonların kaldırılması sürecinin geciktirilmesi için bir bahane/gerekçe olarak kullanılmaması gerektiğinin altını çizmeyi gerekli görüyorum. Aksine, izolasyonların kaldırılması Kıbrıs’ta adil ve acil bir çözüm için Kıbrıs Rum tarafının teşvik edebilecek birkaç kozdan/maniveladan birisidir. Tam teşekküllü müzakerelere bir zaman sınırlaması konulmasının erken çözümü teşvik edeceği ve bu yüzden zorunlu olduğu inancındayım. Aksi halde Kıbrıs Rum tarafının bugüne dek sergilediği ayak sürüme uğraşı dikkate alındığında çok kıymetli zamanımızı boş yere harcama tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz.

Mektubuma son vermeden önce, müzakerelerin siz sayın Ekselanslarının iyi niyet misyonu çerçevesinde ve iki liderin 23 Mayıs 2008 Ortak Açıklaması’na uygun olarak entegre bir bütün şeklinde Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm için taahhüdümüzü yinelemek istiyorum.
1 Şubat 2010’da adaya yapmış olduğunuz ziyaret sırasında siz sayın Ekselanslarıyla tanışmaktan onur duydum.

Sizi yakın zamanda ziyaret etmeyi ve Kıbrıs’ta erken bir çözüm bulunması için müzakere sürecinin yürütülmesiyle ilgili perspektifi tartışmayı/ele almayı diliyorum.

Adayı ziyaretinizde çok doğru şekilde ifade ettiğiniz üzere bir çözüm mümkündür, ulaşılabilirdir ve bunu başarmak için çabalarımızı artırmamız gerekir.

Ben, halkıma ve uluslararası topluma karşı sorumluluklarımı yerine getirmeye ve müzakereler başladığında bu sürece olumlu, dinamik ve yapıcı biçimde katılmaya hazırım.

Sayın Ekselansları Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması anlayışıyla sizinle çalışmayı umut ediyorum/bekliyorum.

Dr. Derviş Eroğlu
Cumhurbaşkanı  ”

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/2010/05/24/7805/kibris-muzakereleri-yeniden-baslarken-tek-egemenlik-farki
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder