ENERJİ GÜVENLİĞİ’NİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ, BÖLÜM 1
Mesut ŞÖHRET*
* Gaziosmanpasa Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora
Adayı E-mail: sohretmesut@yahoo.com
Özet
Küresellesmeyle birlikte güvenlik konusunun çok boyutlu bir hale geldiği ve sadece ulusal güvenlikle sınırlandırılamayacağı ortaya çıkmıstır. Bu nedenle enerji güvenliği, temel ve yeni güvenlik tehditleri kapsamında düsünüldüğünde, dıs politikanın farklı yönleriyle olan iliskisi nedeniyle ayrı bir önem kazanmıstır. Buna göre yeni güvenlik tehditlerinin hem uluslararası iliskilere hem de küresellesme sürecinde sosyal ve siyasi hareketlere etkisini incelerken, dıs politika analizinde enerji güvenliğini ele almamız gerekir. Zira günümüzde
enerji piyasalarını yönlendiren politikaların üst düzeyde siyasi olduğunu ve modern ekonomilerin organizasyonunun merkezinde yer alan unsurlardan biri olduğu görülmektedir.
Çünkü sadece ekonomik veya teknolojik etkenler değil, siyasi güçler de petrol, doğal gaz ve elektrik piyasasındaki sonuçları belirleme eğilimindedir. Ayrıca enerji kaynakları ve enerji güvenliği sosyal, kültürel, politik, ekonomik ve askeri gibi tüm güvenlik konularıyla yakından iliskilidir. Enerji güvenliğinin ekonomi politik boyutunu ve uluslararası çatısmalara etkisini inceleyen bu çalısma genel itibariyle iki bölümde olusmaktadır. Dlk bölümde enerji güvenliğinin Realist, Liberal, Dnsacı ve Elestirel kuramlardaki yerini inceleyerek ekonomik ve
politik açıdan değerlendirmektedir. Dkinci bölümde ise enerji kaynaklarının geçmiste ve günümüzde yasanan çatısmalara etkisi analiz edilerek enerji güvenliğinin önemi ortaya konulmaya çalısılmıstır.
Anahtar Kelimeler: Enerji Güvenliği, Ekonomi Politik Yaklasımlar, Fosil Yakıtlar, Uluslararası Çatısmalar
Giriş
Günümüzde enerji güvenliği siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal boyutları olan oldukça genis bir kavrama karsılık gelmektedir. Soğuk Savas sonrası dönemde ortaya çıkan yeni güvenlik tehditleri bağlamında enerji güvenliği, uluslararası iliskilerdeki dönüsüme paralel, enerji pazarında gelisen yeni yapısal değisiklikler doğrultusunda devletlerin ve uluslararası örgütlerin dıs politika stratejileri içinde önemli bir yer tutmaktadır. Son yıllardaki çesitli gelismeler Örneğin Avrupa’nın ithal petrol ve gaza olan bağımlılığının giderek artması, Çin ve Hindistan gibi yükselen ekonomilerin giderek artan enerji ihtiyaçları, en somut uygulamasını Rusya’nın enerji politikalarında anlam bulan kaynak milliyetçiliği, kritik enerji
altyapılarını hedef alan enerji terörizmi, özellikle tankerin geçis yaptığı dar suyollarındaki korsanlık faaliyetleri, fosil yakıtların bu yüzyılın ortasından itibaren tükeneceği veya üretimlerinin zirve noktasına yönündeki beklentiler; iklim değisikliği konusundaki kaygılar enerji güvenliğinin uluslararası güvenlik tartısmalarında önemli bir konu haline gelmesine sebep olmustur.1
Bu gelismelerin temelinde Michael Klare’in tabiriyle “yeni enerji jeopolitiğinde” veya yeni enerji düzeninde olduğumuz gerçeği yatmaktadır. Klare’e göre bu yeni dönemde, devletleri iki kategoriye ayırmak mümkündür: enerji fazlası ve enerji açığı olanlar. Eski düzende bir devletin küresel hiyerarsideki sıralaması nükleer savas baslığı sayısı, deniz gücü veya askeri personel sayısıyla belirlenmekteydi. Yeni düzende ise devletler arası güç hiyerarsisinin tayininde sahip olunan petrol/doğal gaz rezerv miktarı ve/veya enerji kaynaklarını satın alma (veya edinme) kabiliyeti gibi unsurlar gittikçe önem kazanmaktadır.2
Uluslararası iliskilerde zenginlik ve güç devletler aracılığıyla yürütülen eylemlerle birbirine bağlanmıs konulardır. Dünya siyasetinde belirsizlik yaygındır, anlasmaya varmak güçtür ve hiçbir güvenlik önlemi ekonomik iliskilerden doğacak askeri ve güvenlik sorunlarını önleyemez. Ayrıca, karın (profit) dağılımı konusundaki anlasmazlıklar aktörler arasındaki iliskilerin önüne geçebilir.3 Bu anlamda Uluslararası Ekonomi Politik, politikanın merkezindeki ‘‘güç’’ ile ekonominin merkezindeki ‘‘refah’’ konularının kesisimi olarak görülebilir. Ekonomik alanda bir aktör diğerine üstünlük kurduğunda bu ekonomik güç siyasallasır. Siyasallasan bu güç diğer aktörlerin siyasi ve ekonomik politikalarını kendi çıkarlarına uygun sekilde değistirmeye çalısır. Dolayısıyla modern ekonomi nin politik olduğunu söylemek yanlıs olmayacaktır. Çünkü tıpkı devletler gibi sirketler ve diğer organizasyonlar aktörler üzerinde kontrol kurma amacındadır. Bu noktada hükümet ve piyasa ekonomisi arasındaki iliskinin uluslararası boyutu Uluslararası Ekonomi Politik’in merkezini olusturmaktadır.4 Bu kapsamda düsünüldüğünde enerji güvenliği konusunun da ekonomik olduğu kadar politik bir konu olduğu açıktır.
Küresellesmeyle birlikte güvenlik konusunun çok boyutlu bir hale geldiği ve sadece ulusal güvenlikle sınırlandırılamayacağı, en genel tanımıyla güvenliğin “beseri güvenlik” kavramıyla ifade edildiği üzere insanların hayatındaki her alanla ilgili hale geldiği görülmektedir.5 Enerji güvenliği, temel ve yeni güvenlik tehditleri kapsamında düsünüldüğünde, dıs politikanın farklı yönleriyle olan iliskisi nedeniyle ayrı bir önem kazanmaktadır. Örneğin, insan, çevre ve güvenlik iliskisinde nüfus artısı, hızlı kentlesme ve iklim değisikliği sonucu ortaya çıkan tarımsal alan ve su sıkıntısı, enerji güvenliğinde doğal kaynakların önemini gündeme tasır. Bir baska örnek ekonomik yapılar ve insani güvenlik
iliskisine baktığımızda, küresellesme sürecinde kırılgan ekonomik büyüme ve gelismekte olan ülkeler ile özellikle Ortadoğu bölgesinde artan genç nüfus oranı doğrultusunda karsılasılan issizlik ve yoksulluk sorunları, ekonomik büyüme ve insani kalkınmanın sürdürülebilirliği için enerji güvenliğinin önemini vurgular. Dolayısıyla, yeni güvenlik tehditlerinin hem uluslararası iliskilere hem de küresellesme sürecinde sosyal ve siyasi hareketlere etkisini incelerken, dıs politika analizinde enerji güvenliğini ele almamız gerekir.6
1. Enerji Güvenliği’nin Teorik Yaklasımlarda Yeri Ekonomi Politik Boyutu;
Enerji piyasalarını yönlendiren politikaların üst düzeyde siyasi olduğunu ve modern ekonomilerin organizasyonunun merkezinde yer alan unsurlardan biri olduğu ifade edilebilir. Çünkü sadece ekonomik veya teknolojik etkenler değil, siyasi güçler de petrol, doğal gaz ve elektrik piyasasındaki sonuçları belirleme eğilimindedir.7 Enerji kaynakları ve enerji güvenliği sosyal, kültürel, politik, ekonomik ve askeri gibi tüm güvenlik konularıyla yakından iliskilidir. Enerji güvenliğinin artan önemini anlamamız için dünya enerji pazarındaki
gelismeleri, devamlılıklar ve yapısal değisiklikler olarak iki ana grupta tanımlayabiliriz. Ancak bu iki ana grubun özelliklerine geçmeden önce enerji güvenliğinin tanımını yapmamız gerekir. Enerji güvenliği, bu çalısmada, “öngörülebilen bir gelecek için ülkelerin, sanayilerin ve tüketicilerin ihtiyacı olan enerji kaynaklarına makul fiyatlarla ve kesintide en az riskle
ulasılabilirliğin devam etmesi durumu ve bu durumu sağlama yönünde yapılan politikalar” olarak tanımlanmıstır.8
Bu çerçevede dünya enerji pazarındaki devamlılıkların en önemlisi, enerjide arz çesitliliğini arttırmaya olan ihtiyaçtır. Nitekim bu olgu, karsılıklı bağımlılık, enerjide asimetrik güç dağılımı ve jeopolitik gibi farklı kavramlarla hem kuramsal önerilerde hem de enerji güvenliğinin dıs politikada algılanmasında ve amaç-araç iliskisinin kurulmasında ele alınmaktadır. Arz çesitliliği ihtiyacı, kısa ve orta dönemde petrolün ana enerji kaynağı olarak kalması nedeniyle önemlidir.
Tablo 1: Yıllara Göre Dünya’nın Artan Enerji Dhtiyacı (1990 – 2035)9
Nitekim petrol ithalatına bağımlılığı azaltmak için çevre kirliliği tehdidine rağmen kömüre talep, birçok ülkede yerel bir enerji kaynağı olması nedeniyle devam etmektedir. Öte yandan Avrupa Birliği (AB) ülkeleri doğal gaz talebinin önemli bir oranını mevcut durumda sadece üç ülkeden (Rusya, Cezayir, Norveç) karsılamaktadır. Kısaca, arz çesitliliğine olan ihtiyaç, hem sanayilesmis ülkeler, hem de kalkınmakta olan ülkeler tarafından artarak devam etmektedir. Asağıdaki grafikte görüldüğü gibi 2010 – 2035 döneminde neredeyse tüm enerji
kaynaklarına olan talepte artıs görülürken göreceli olarak en yüksek artısın yenilenebilir enerji ve doğal gazda olacağı görülmektedir.
Grafik 1: Enerji Kaynaklarına Göre Dünyadaki Öncelikli Enerji Talebi
Dünya enerji pazarındaki en önemli yapısal değisiklik, petrol arzında OECD ülkeleri dısında yer alan ülkelerdeki devlet petrol sirketlerinin hem üretim hem de rezervler bakımından üstünlüğü sağlamasıdır Dünyanın en büyük petrol sirketlerinden 27 tanesi devlet sirketiyken, bu sirketler 2035 yılına doğru artan bir eğilimle dünya üretiminin % 66’sını karsılayacaklardır. Ayrıca, petrol sektöründe üretim artısını, sadece bu sirketler yapabilecektir. Böylece, OPEC dısı petrol üreten bölgelerde kaynakların hızla azalmaya devam etmesi, bir yandan yeni alternatif enerji kaynakları devreye girene kadar petrole orta dönemde olan bağımlılığı, diğer yandan Ortadoğu bölgesinin jeopolitik önemini vurgulamakta dır.
Bu bağlamda Ortadoğu’nun jeopolitiği ve devlet sirketlerinin artan payı, enerji güvenliğinin dıs politika sürecinde analizi için karsılıklı bağımlılık olarak tanımlanan liberal yaklasıma ve liberal piyasa ekonomisinin öngörülerine karsı, hem “doğal kaynak milliyetçiliği” (resource nationalism) olarak adlandırılan realist yaklasımı, hem de yeni güvenlik tehditleri kapsamında insacı ve elestirel yaklasımları gerektirmektedir.10Buna göre Kaynak milliyetçiliği esas itibariyle Kaynağa sahip devletin giderek ulusal enerji sektöründe daha fazla otoriteye sahip olması ve enerji politikalarını devletçi bir bakıs açısıyla sürdürmesini ifade etmektedir. Bu konuda özellikle Rusya basta olmak üzere İran, Çin ve Venezuella gibi devletler son yıllarda milli çıkarları doğrultusunda enerji oyununun kurallarını değistirmekte ve enerji kaynaklarını bir manivela gibi dıs politika hedeflerini gerçeklestirmekte kullanmaktadır. “Örneğin Rusya, 2000’li yılların basından itibaren bir “enerji süper gücü” biçiminde (yeniden) ortaya çıkarak, bu türden politikaların en ‘bariz’ örneklerini enerji fakiri Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde tatbik etmistir. Moskova lehine olusan bu asimetrik güç dengesi NATO’nun özellikle de Rus enerji kaynaklarına yüksek oranda
bağımlı üyelerini endiseye sevk etmektedir.”11
Harita 1: Petrolün Dünyadaki Önemli Ticari Akıs Hareketleri12
Tablo 2: 2013 Yılı Dtibariyle Bazı Bölge ve Ülkelerin Petrol Ticaret Miktarları13
Bir baska önemli değisim, enerji arz ve talep merkezlerindeki kaymadır. Rusya ve Orta Asya ülkeleri, OPEC dısı yeni enerji arz bölgesi, Çin ve Hindistan ise enerji talebi en hızlı artan bölge olarak ortaya çıkmıslardır. Yeni enerji arz ve talep bölgelerinin yanında bölgeler arası enerji tasımacılığıyla önem kazanan transit ülkeler, boru hatları ve kritik boğazlar, sadece enerji geçis güvenliğini değil, küresel, bölgesel ve yerel düzeyde güvenlik yaklasımının önemini arttırmıstır. Zira Dünya petrol tasımacılığının 2/3’ü tankerlerle yapılmaktadır.14
Harita 2: Dünyadaki Önemli Dar Suyolları (choke points) Üzerinde Gerçeklestirilen Petrol ve Doğalgaz Ticareti (2010-2035)15
Yeni enerji jeopolitiğinde özellikle tüketici kanadında kaynak milliyetçiliği dısında giderek artan ikinci kaygı ise kritik enerji altyapılarını (boru hatları, petrol ve LNG tankerleri, enerji terminalleri, enerji santralleri, demir yolları, vs.) hedef alan “enerji terörizmi” olgusudur. Rakamlar da enerji altyapılarına yönelik ilgili tehdit unsurunun giderek daha önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıktığını doğruluyor. 2003 yılında terör saldırılarının yaklasık % 25’i enerji sektörünü hedef almısken, bu oran 2003–2007 arası dönemde %30-35’lere sıçramıstır. Dünya genelinde petrolün %35’i, doğalgazın ise %75’i -giderek uzamakta ve çoğu zaman istikrarsız bölgelerden geçmekte olan boru hatları tarafından tasınmaktadır.
Enerji tankerleri ise okyanuslar kat ederek gerek terör gerekse de kazaya yönelik çesitli güvenlik riskleri bulunan Hürmüz, Süveys, Malaga ve Türk Boğazları gibi dar suyollarından (choke points) geçerek bir kıtadan diğerine enerji nakletmektedirler.16
Harita 3: Doğalgazın Dünyadaki Önemli Ticari Akıs Hareketleri17
Esas itibariyle enerji güvenliği açısından gerek denizlerde görülen korsanlık faaliyetleri ve karada bulunan mevcut enerji altyapıları terör örgütleri için son derece çekici hedeflerdir. Bir boru hattının sadece belli bir kısmına yapılacak basarılı bir sabotaj eylemi, enerji üstyapıları karsılıklı bağımlı sebekeler olduklarından, enerji akısını tamamen kesebilir, enerjiye bağımlı bütün sanayi bransları otomatik olarak zarar görür, dahası bu ülkeye yapılacak yabancı yatırımlar gecikebilir veya toptan iptal edilebilir.18 Bu durum kuskusuz
enerji güvenliğinin ekonomik ve politik açıdan ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
1.1 Realist Kuram Açısından Enerji Güvenliği;
Realist kurama göre karsılıklı bağımlılık esitlik getirmez; aslında bağımlılık demektir ve bağımlı taraf, özellikle üstün olan tarafın tercihlerine göre zaaf gösterebilir. Örneğin, petrol ithalatına bağımlı bir ülke, petrol ihraç eden ülkelerin petrol ambargosuna veya fiyat artısına karsı kırılgan bir durumdadır. Dolayısıyla, petrol ya da doğal gaz ithalatına bağımlı ülkelerle bu enerji kaynaklarını ihraç eden ülkeler arasında asimetrik bir bağımlılık mevcuttur. Hatta güç dengesini de bir çesit karsılıklı bağımlılık olarak düsünen bazı eklektik realistler, enerji piyasasındaki çokuluslu petrol sirketleri ve devlet petrol sirketlerini bu asimetrik bağımlılık kapsamına alırlar.19 Diğer taraftan petrol ve doğalgaz ihraç eden devletler açısından ise söz konusu ürünlerin pazarlanması ve satısı konusunda ithalatçı devletler açısından bir sorun bulunmaktadır. Örneğin politik ve ekonomik sebeplerle ithalatçı devletlerin bu ürünleri baska
petrol ihraç eden devletlerden temini durumunda zarara uğrayabilmektedir. Bu konuda verilebilecek en güncel örnek ABD ve AB ülkelerinin nükleer enerji konusundaki çalısmalarından dolayı Dran’a uyguladıkları petrol ve doğalgaz ambargosu gösterilebilir. Bu bağlamda enerji güvenliği, gerek ithalatçı gerekse ihracatçı devletler için ekonomik açıdan değil, siyasi açıdan ele alınmalıdır ve ulusal güvenliğin temel unsurlarındandır.
Enerji güvenliği, realist yaklasıma göre uluslararası sistemde devletler temel aktörler olarak kabul edildiklerinden ve diğer aktörlerin etkileri olmadığından veya sınırlı olduğundan devletler tarafından sağlanır. Bir baska deyisle Petrol Dhraç Eden Ülkeler (OPEC) gibi uluslar arası örgütlerin etkileri kabul edilmemektedir. Ancak 1973’te yasanan petrol krizinde de görüldüğü gibi OPEC gibi uluslar arası örgütlerinde uluslar arası sisteme etkileri olabilmektedir. Zira 1973 petrol krizinde dünya petrol ticaretinin sekteye uğraması, petrol
sektöründe güç dengesinin değismesine neden olmustur. Esas itibariyle ABD 1971’den sonra en büyük petrol üreticisi konumunu yitirmis ve petrol üretiminde üstünlük Suudi Arabistan ve genel olarak OPEC ülkelerine geçmistir. Bir baska deyisle 1960’ta kurulan OPEC’in petrol ambargosunu 1973’te uygulayabilmesi, petrol sektöründe değisen güç dengesini ifade etmektedir.
Enerji güvenliği bağlamında dıs politika davranıslarını açıklamada kullanılan bir baska kavram, “doğal kaynak milliyetçiliğidir”. Buna göre enerji güvenliği, söz konusu devletin uluslararası sistemdeki yerine ve enerji arz ya da talep düzeyine göre hem amaç hem de araç olabilir. Örneğin, enerji kaynaklarına sahip veya kaynaklardan yoksun olma durumu, devletlerin uluslararası sistemde kontrolünü ya da gücünü arttırma amacı olabilir. “Petrol/doğal kaynak çatısmaları” olarak da nitelenen uluslararası sistemde kontrolünü veya gücünü arttırma amacıyla enerji kaynaklarına sahip ülkeler üzerinde kontrol sağlama ya da askeri harekâtta bulunma, son yıllarda dıs politika tartısmalarında ivme kazanmıstır.20
Örneğin Çin devlet enerji sirketinin (China Shenhua Energy Company) Ortadoğu dâhil Afrika ve Latin Amerika gibi genis bir coğrafyada enerji ve diğer ham madde kaynakları için yatırımlar yapması göz önüne alındığında doğal kaynak milliyetçiliği ve Ortadoğu bölgesinin jeopolitiği dıs politika analizinde önemli değiskenler olabilirler.
Benzer sekilde enerji güvenliği, üretici ülkeler tarafından, çıkarlarını enerji ithal eden ülkelere kabul ettirmede pazarlık aracı ya da tehdit aracı olabilir. Örneğin, Türkiye’nin İran’a doğalgaz olarak bağımlılığı bazı durumlarda Türkiye açısından tehdit olurken bazı durumlarda da kazanım olabilmektedir. Zira Türkiye her iki devletle olan ticaretinde zaman zaman doğalgaz fiyatında indirim talep ederek daha ucuza gaz temin edebilmektedir.
Diğer taraftan petrol ve doğal gaz pazarının oligopolistik yapısından kaynaklanan zorluklar, realist yaklasımın devletler arasındaki asimetrik bağımlılık vurgusunu öne çıkarır.
Bu bağlamda dıs politika sürecinin devlet merkezli olması öngörülür. Çünkü enerji pazarında artan altyapı yatırım ihtiyacı karsısında özel sektörün ya da enerji ihracatı yapan ülkelerdeki devlet petrol sirketlerinin fiyatları yüksek tutma amacıyla yatırım isteksizliği ve anarsik bir uluslararası sistem nedeniyle, enerji güvenliğini sağlamada nihai sorumluluğun devletin elinde olması gerektiği savunulur. Bu yaklasıma parelel olarak Rusya Federasyonu’nun 2004 yılının basında izlediği enerji stratejisi çerçevesinde devletin merkezî rolünü ve monopol konumunu sağlamlastırıcı hamleler attığı söylenebilir. Zira bu sayede uluslararası arenadaki güç dağılımında Rusya’nın yeniden “küresel aktör” pozisyonuna kavusması için çaba gösteren Putin’in kullandığı en önemli dıs politika enstrümanlarının basında gelmistir. 2000’li yıllar boyunca devletin enerji sektöründeki “amir” konumunu önceleyen ve tahkim eden bu strateji, Gazprom’un ülke ve dünya doğal gaz piyasasında devasa bir sirket haline gelmesine yol açarken, simdilerde de özellikle petrol üretimi ve ihracatı noktasında Rosneft’in rolünü ve sektör üzerindeki hâkimiyetini perçinleyecek sekilde yeniden gelistiriliyor. Yeni dönemde Rusya Federasyonu’nun üzerine önemli vazifeler yüklediği Rosneft, bu açıdan, Rusya’nın bir “enerji süper gücüne” dönüsmesinin hayati sacayaklarından biri olacağa benziyor.21
Genel olarak bir değerlendirme yapıldığında Realist yaklasımın savunduğu argümanların enerji güvenliği kapsamında birçok sorunu ve olayı açıklamada yetersiz kaldığı görülmektedir. Örneğin Realist yaklasım su soruları cevaplamada yetersiz kalmaktadır.22
• Küresellesme sürecinde gücün ve zenginliğin yaratılması bağlamında enerji güvenliğinde devlet dısı aktörlerin, özellikle çok uluslu enerji sirketlerinin (7 Sisters) teknoloji üretmede devam eden üstünlüğü ile uluslararası sistemde hegemonik bir istikrarın olmamasının dıs politikada önemi nedir?
• Enerji talebinde orta dönemde petrole olan bağımlılık göz önüne alındığında, özellikle Ortadoğu’da devam eden daha fazla demokrasi ve refah için yapılan yerel mücadelelerin ya da iç çatısmaların enerji güvenliğine etkisi dıs politikada nasıl ele alınmalıdır?
• Enerji ithalatı yüksek sanayilesmis ülkelerin, benzer asimetrik bağımlılıklarına rağmen, enerji ihraç eden ülkelere yönelik dıs politikalarında tehdit algılamaları neden farklıdır?
• Hem enerji tüketen hem de enerji üreten ülkelerde enerji güvenliği, dıs politikada hangi sartlar altında amaç ve/veya araç olmaktadır?
Devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda davranmaları en iyi belki de “uluslararası iliskilerde kalıcı düsmanlıklar ve dostluklar yoktur çıkarlar vardır” sözüyle açıklanabilir.
Anarsik ortamda güvenlik en önemli sorun ve güvenliğin sağlanması sahip olunan güçle doğru orantılı olduğundan ulusal çıkar güçle özdeslestirilmistir. Buradaki güç elbette birçok değiskene sahip olsa da, gücün en önemli göstergesi diğer aktörlere emir verebilme kabiliyeti ve bu emirlerin yerine getirilmesini sağlatabilmektir. Güç kavramı uluslararası iliskilerin analizinde merkezi bir konuma sahiptir ve uluslararası politika güç mücadelesi biçiminde kavramlastırılır. Buradaki güç elbette birçok değiskene sahip olsa da, gücün en önemli göstergesi baskalarına emir verebilme kabiliyeti ve emirlerin yerine getirilmesidir. Örneğin günümüzde İran’ın nükleer programını sonlandırılmasına yönelik olarak basta ABD olmak üzere diğer uluslararası toplumun aktörlerine karsı direnebilmesi nükleer programından vazgeçmemesi güç ile ilgili bir durumu ifade eder.23
1.2 Liberal Kuram Açısından Enerji Güvenliği ;
Liberalizmin temel ilkeleri olarak; sınırlı minimal devlet, serbest girisim, bireycilik, insan hakları, hukuka bağlı devlet, özgürlük, isbirliği gibi kavramlar sıralanabilir. Bu kavramlardan devlet ve devletlerarası iliskiler incelendiğinde bu yaklasımın Realist yaklasımın tam tersi olduğu görülecektir. Buna göre;
1) Liberalizmin en önemli ilkelerinden biri sınırlı devlettir. Bu bağlamda, devletin sınırlanması gerekmektedir. Çünkü devlet sınırlandırılmazsa bireye müdahale
edecektir ve birey arka plana itilecektir. Bu nedenle devlet hareket ederken toplumun rızasını almak zorundadır ve anayasa ile sınırlandırılmalıdır. “Locke’a göre toplum sözlesmesi ile kurulan devlet herkesin özgürlüğünü ve mallarını daha iyi korumak amacıyla kurulur.”24 Bu bağlamda devletin amacı topluma en iyi sekilde hizmet etmektir ve bireyin özgürlüğünü ve çıkarını korumaktır.
2) Uluslararası iliskiler açısından liberalizmin temel varsayımları ve ilkelerine bakacak olursak, öncelikle liberalizm “devletleri uluslararası iliskilerdeki en önemli aktörler ve incelenmesi gereken tek analiz birimi olarak görmemektedir.” 25 Liberalizme göre uluslararası sistem devlet, birey, baskı grupları, uluslararası örgütler gibi birçok aktörden olusmaktadır. “ Bu aktörler rasyoneldir ve devletler in tercihlerini ve davranıslarını etkileyerek kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalısırlar.”26
3) Liberalizme göre, uluslararası iliskiler sadece güç iliskileri açısından ele alınmamalıdır. Uluslararası sistem, “karsılıklılık ve isbirliğine bağlı olarak
uluslararası normlar, örgütler ve hatta uluslararası hukuk tarafından” değistirilebilir.
Bununla birlikte liberalizme göre, “devletler belli ve sabit bir dıs politika tercihine sahip değilirler.” Devletlerin davranısları bazı iç aktörler tarafından belirlenir.
Son olarak ise liberaller “uluslararası iliskilerde askeri gücün kullanılmasının maliyetinin giderek arttığını ve devletler için en son basvurulacak bir araç olduğunu savunmaktadırlar.”27
Liberalizmde karsılıklı bağımlılık, basit anlamda uluslararası iliskilerde ve uluslararası ekonomi politiğinde devletler ve devlet dısı aktörler arasındaki karsılıklı etkilesimler olarak tanımlanır. Bu etkilesimler, genelde malların, paranın, insanların ve bilginin ülkeler arasında değisiminden kaynaklanır. Fakat ülkeler arası değisimler, karsılıklı bağımlılıkla birebir aynı değildir. Karsılıklı bağımlılıktan söz edebilmek için, iki veya ikiden fazla taraf arasındaki etkilesim den kaynaklanan maliyetler ve faydaları göz önüne almamız gerekir. Bir baska
deyisle karsılıklı bağımlılık, taraflar arası esit bağımlılık demek değildir. Örneğin, petrol ihraç eden ülkeler ve çok uluslu enerji sirketleri beraberce yüksek petrol fiyatlarından fayda sağlarlar; ama ortaya çıkan kârın nasıl paylasılacağı konusunda anlasamayabilirler. Bir baska deyisle artan faydaya rağmen, hangi tarafın ne kadar kazanacağı konusunda anlasmazlık olabilir.28
Karmasık karsılıklı bağımlılığın (complex interdependence) temel özelliklerini enerji güvenliği açısından ele aldığımızda su 3 noktanın öne çıktığını söylemek mümkündür.
1) Enerji güvenliğine etki eden birçok unsurun olması: Yani enerji güvenliği noktasında sadece devletler tek baslarına belirleyici değillerdir. Zira bu yaklasım
uluslararası iliskileri birim düzeyinde analiz etmektedir. Bunun nedeni yaklasımın, “birim düzeyindeki nedenlerin sistem düzeyindeki sonuçlarıyla ilgilenmektedirler.”29
Aynı zamanda neoliberalizme göre devletler rasyonel aktörlerdir. Ancak neoliberaller “devletten baska aktörlerin de varlığını kabul etmektedir ler.”Neoliberallere göre, uluslararası iliskilerde devletlerden baska birey, uluslararası örgütler, baskı grupları gibi birçok aktör vardır. Ancak küresellesme sürecine rağmen, enerji piyasasının süregelen oligopolistik yapısı, enerji ihraç eden ülkelerde devlet sirketlerinin artan rolü ve rejimlerin kısıtlı etkisi nedeniyle bu kanallarda bir daralma olduğu savunulabilir.
2) Sorunlar arasında hiyerarsik sıralamanın olmaması: Yani konuların yüksek öncelikli ve düsük öncelikli olmaması ve ayrıca iç politika arasında bir ayrım
gözetilmemesi bunların birbiriyle yakın iliski içinde oldukları söylenebilir. Dç siyasetteki farklı sosyal grupların (sanayiciler, tüketiciler, çevreciler, özel enerji
firmaları, devlet enerji sirketleri ve hükümet, vb.) enerji ihraç/ithal eden ülkelere yönelik farklı görüs ve çıkarlarının olduğunu, hatta enerji güvenliğinin bu bağlamda sadece güvenlik boyutuyla değil, ekonomik ve çevre boyutlarıyla dıs politikada diğer ulusal güvenlik sorunlarıyla aynı düzeyde tutulduğunu düsünebiliriz. Bu durum enerji güvenliğinin çok boyutlu olduğunu göstermektedir.
3) Askeri güç kullanımının en aza indirgenmesi: askeri gücün rolünün, özellikle gelismis ülkeler arasında azaldığı vurgulanmaktadır. Fakat gelismis ve gelismek te olan ülkeler arasında da, temel güvenlik sorunları dısında kalan ekonomik ve siyasi uyusmazlıklarda askeri güç kullanımı ya da tehdidinin giderek azaldığı belirtilmektedir. Genel olarak liberallere göre, liberal demokratik devletler arasında isbirliği mümkündür. Bununla birlikte, “devletleri karsılıklı olarak isbirliğine razı edecek çok sayıda faktör bulunmaktadır.”30Devletleri isbirliğine götüren nedenlerin basında uluslararası örgütler, uluslararası hukuk, devletlerin rasyonel davranması (devletlerin göreli kazançlar yerine mutlak kazançlar ile ilgilenmesi) gibi etkenler vardır. Ancak Realistlere göre “Askeri yeteneğe sahip devletlerin anarsik ortamda istedikleri siyasal sonuçları daha kolay elde ederek güvenliklerini sağlama konusunda daha becerikli oldukları kabul edilir. Realizm dısındaki kuramlarda, dönüsen küresel iliskiler çerçevesinde artık bu ayırımın somut zemininin bulunmadığı ifade ediliyor olsa da, iktisadi alandaki gelismelerin hala devletlerin denetiminde yani devletler arası ikili veya çok taraflı anlasma ya da örgütler yoluyla gelisiyor olması ve istendiğinde müdahale edilebileceği teziyle realistler bu ayırımda hala ısrarcıdır.”31
Liberal Kuram’da Enerji güvenliği ve dıs politika iliskisinde çok taraflılığın önemini vurgulayan en önemli örnek, 1973 petrol krizi öncesi ve sonrası petrol piyasasını düzenleyen rejimdeki değisimdir. Liberal yaklasımın parçası olan rejim kuramına göre petrol rejiminde değisiklik, sadece OPEC ülkelerinin uyguladığı ambargo sonucu gerçeklesmemistir. Bilakis petrol rejimindeki değisim, çok uluslu petrol Sirketleri ile bunların hükümetleri, OPEC ülkeleri ve Amerikan bağımsız petrol sirketlerinin farklı pazarlık gücü ve değisen pazarlık dengesi doğrultusunda devlet ve devlet dısı aktörlerin dıs politikaya ve uluslararası kurumlara etkisiyle açıklanabilir.32
Enerji güvenliği dıs politika iliskisinde karsılıklı bağımlılık doğrultusunda, çatısma olmasını ya da çatısma olasılığının kalkmasını analiz ederken önerilen ölçütlerin en zayıf yönü, beklenen amacımızın değerinin farklı aktörlerce nasıl algılandığı ve dıs politika olusumuna hangi aktörlerce aktarıldığıdır. Enerji güvenliği kapsamında dıs politikayı etkileyen devlet ve devlet dısı aktörlerin çıkarları ve stratejileri incelendiğinde, benzer fayda ya da zarar hesabına rağmen farklı tercihlerde bulunmaları, liberal yaklasımın öngörüleri doğrultusunda açıklanamamaktadır. Bir baska deyisle farklı aktörler arasındaki stratejik etkilesim, enerji ithalatında/ihracatında aynı tehdit/fırsat söz konusu olsa bile özgün yerel kurumların etkisiyle beklenen rasyonel davranıslardan ayrı hem maddi hem düsünsel (fikirsel) etkenlerle sekillenebilir.33 Örneğin Arap ülkelerinin büyük bir kısmı İsrail devletini tanımadıkları gibi bu ülkeye petrol ve doğalgaz satmak istememektedirler.
1.3 İnsacı Kuram Açısından Enerji Güvenliği
İnsacı Kuramda Enerji güvenliğinin analizini yapabilmek için enerji ithal/ihraç eden devletler, bu devletlerdeki özel/devlet enerji sirketleri ve enerjiyle ilgili diğer çıkar grupları (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) arasında gelisen stratejik etkilesimin, yerel kapitalizme özgü sartlarda maddi ve düsünsel etkenlerle nasıl olustuğunu açıklamamız gereklidir. Bir baska deyisle insacı yaklasıma göre, sadece enerji pazarındaki güç dağılımı ve aktörlerin rasyonel davranıslarıyla sekillenen bir stratejik
etkilesimi inceleyerek, enerji güvenliğinin dıs politikaya etkisini açıklamak yetersizdir. Kısaca, kapitalizm türlerinde yer alan özgün ulusal kurumlar, aktörlerin tercihlerini etkilerler.
İnsacı kuram açısından yerel yapılar uluslararası iliskiler etkilesimini kullanması açısından önemlidir. Örneğin, AB’nin ortak bir enerji pazarı olusturma çabalarına karsın üye devletlerin enerji güvenlikleri doğrultusunda farklı dıs politika tercihlerinde bulunmaları, yerel yapıların farklı özellikleri ile açıklanabilir. AB’nin genelde artan bir enerji ihtiyacı olmasına rağmen, üye devletler arasında enerji ihtiyacı ve tedariki bakımından farklılıklar vardır. Üye devletlerin enerji bağımlılığı ile enerji ithalatını büyük oranda bir ülkeden yapma
düzeyi az veya fazla olabilir. Yani üye devletler farklı oranlarda olmakla beraber, enerji piyasasında aynı tür maliyet (enerji bağımlılığı) ve tehditle (enerji ithalatının Rusya gibi bir ülkeden yapılma oranı) karsı karsıyadırlar. Fakat benzer maliyet ve tehditlere maruz üye devletlerin, ortak bir enerji pazarı olusturmaya yönelik tercihleri beklenen rasyonel tercihlerden farklıdır.34 Dolayısıyla üye devletler ve enerji sirketleri, mevcut maliyet ve tehditleri gidermek için enerji ithal edilen devletler ve bunların özel/devlet enerji sirketleriyle, tarihsel süreçte devlet-özel sektör iliskisi sonucu gelisen liberal piyasa ekonomisi veya koordine piyasa ekonomisi bağlamındaki ulusal kurumların etkisiyle stratejik bir etkilesime girerler. Bir baska deyisle, stratejik etkilesim, devletlerin yerel enerji pazarının yapısını (oligopolistik ya da liberal) ve enerji sirketlerinin uluslararası enerji pazarındaki faaliyetlerini (stratejik ortaklık kurma ya da piyasa ekonomisine göre sözlesme yapma) sekillendiren liberal ya da koordine piyasa ekonomisi sonucu olusur.
Yerel yapıların dıs politikaya etkisine bir baska örnek, 1973 petrol krizi sırasında benzer maliyet ve tehditlere rağmen gelismis ülkelerin farklı dıs politikalarıdır. söyle ki ABD’nin federal devlet yapısı kapsamında hükümet, farklı çıkar gruplarının baskısına karsı daha açıktır. Bu yüzden ani gelisen bir krizi takiben dıs politika yapımı zorlasmaktadır. Diğer yandan Fransa’nın merkezi devlet yapısı, benzer bir krizde daha etkin dıs politikanın belirlenmesini kolaylastır maktadır. Nitekim 1973 petrol krizi sonrasında Fransa, enerji arz
güvenliğini hızlı ve tutarlı bir politikayla, enerji firmalarını destekleyerek, petrol ihraç eden eski kolonileriyle iliskileri gelistirerek ve alternatif enerji kaynağı nükleer enerji yatırımlarıyla arttırmaya çalısmıstır. ABD ise, aksine federal devlet yapısı içinde çıkarları birbirinden farklı çevreci grupların, Amerikan petrol sirketlerinin, sanayicilerin ve diğer grupların baskıları nedeniyle daha kararsız bir dıs politika izlemistir. Özet olarak, enerji pazarında benzer maliyet ve tehditlere rağmen, enerji güvenliği kapsamında farklı dıs politika tercihlerini, yerel
kapitalizm bağlamında ulusal kurumlar ile uluslararası iliskilerin etkilesimi sekillendirebilir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder