24 Şubat 2017 Cuma

ENERJİ GÜVENLİĞİ POLİTİKALARI VE KIRIM BÖLÜM 1


ENERJİ GÜVENLİĞİ POLİTİKALARI VE KIRIM, BÖLÜM 1 


H.Alparslan ÖZMEN
*Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İliskiler Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi. 



Özet 

Ukrayna'nın bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından bugüne kadar talepleri bir türlü karsılanmayan Ukrayna halkının 2013 yılının Kasım ayında, basta baskent Kiev olmak üzere, ülke genelinde sokaklara dökülmesi büyük bir siyasi kriz yasanmasına neden olmustur. Ukrayna'nın tasıdığı tarihi, siyasi, jeopolitik ve ekonomik önemin farkında olan uluslararası aktörlerin birbirine taban tabana zıt amaçlar ve bu amaçlar doğrultusunda öne sürdükleri farklı tezlerle soruna müdahil olmaları, konuyu kısa süre içerisinde iç politika ekseninden uluslar arası arenaya tasımıstır. 

Ancak 2014 yılının Mart ayında Rusya'nın, kendisinin de taraf olduğu anlasmalarla olusan uluslararası hukukun temel ilkelerini hiçe sayarak, Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne müdahale etmesi ve Kırım'da kontrolü ele geçirmesi Soğuk Savas günlerini aratmayacak sertlikte bir uluslararası kriz yasanmasına neden olmustur. 

Ukrayna'da patlak veren ve iç politika konusu olan gerilimlerin 5 ay gibi kısa bir süre içerisinde öncelikle dıs politikaya tasınması ardından da uluslararası kriz boyutuna varması uluslararası iliskiler uzmanları tarafından farklı açılardan ele alınarak açıklanmaya çalısılmıstır. Ancak bu açıklamalar genellikle kimlik, etnisite, tarih, jeopolitik veya ekonomi temelli olmus, Kırım'ın enerji güvenliği politikaları içerisinde tasıdığı önem yeterince arastırılmamıstır. Bu çalısmada değisen güvenlik kavramının en önemli unsurlarından birisi olan enerji güvenliğinin, Kırım'ın statüsüne müdahale edilmesinde ve Kırım'ın statüsüne yapılan müdahalenin uluslararası krize neden olmasında anlamlı bir etkisinin olup olmadığı tartısılacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Kırım, Ukrayna, Rusya, Avrupa Birliği, Enerji Güvenliği. 

Giris 

Günümüz Rusya'sında bir süreden beri adeta resmi devlet ideologu haline gelen Aleksandr Dugin tarafından "stratejik anlamda Avrasya'ya vurulan darbe"1, Devlet Baskanı 

Vladimir Putin tarafından da "yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi"2 olarak adlandırılan Sovyetler Birliği'nin dağılması süreci, aralarında Ukrayna'nın da bulunduğu Doğu Blok'u ülkelerinin bağımsızlıklarına kavusmaları ile noktalanmıstır. 

Ukrayna'nın bağımsızlığını kazanması, Sovyetler Birliği'nin ardılı olan Rusya Federasyonu açısından dramatik sonuçlar doğurmustur. Çarlık döneminden beri devlet politikası haline gelen Avrupa devleti olma çabası, Karadeniz hâkimiyeti ve sıcak denizlere inme uğrası, tüm Rusları ve yakın görülen diğer milletleri aynı devlet altında toplamayı amaçlayan imparatorluk anlayısı Ukrayna'nın bağımsız lığı ile birlikte gerçekleşme ihtimali sorgulanan düsünceler halini almıstır.  

1991 yılının Aralık ayında düzenlenen referandum sonucunda halkın %90 oranında bağımsızlık yönünde oy kullanmasının ardından3 Sovyetler Birliği'nden ayrılan bağımsız Ukrayna ise günümüze kadar basarılı bir devlet profili çizememistir. Ülke içi istikrarın bir türlü sağlanamamıs olması, basarısız çok yönlü diplomasi girisimleri, doğu ve batı arasında yasanan gel-gitler ile gereken ekonomik reformların gerçeklestirilememis olması, halkın talep ve beklentilerinin tatmin edilmesini imkânsız hale getirmistir. Ukrayna halkının dönemsel olarak siddeti artan bir sekilde yasadığı çaresizlik, pek çok kez ülkenin ana meydan larının göstericilerle dolmasına yol açmıstır. 

2013 yılının Kasım ayında Baskan Yanukoviç'in ani bir sekilde Avrupa Birliği ile imzalanacak isbirliği anlasması planlarını rafa kaldırmasının ardından, bütün umutlarını Ukrayna'nın Avrupa Birliği'ne katılmasına bağlayan halkın büyük kısmı umutsuz ve çaresiz kitleler olarak bir kez daha, basta baskent Kiev'in merkezindeki Bağımsızlık Meydanı olmak üzere, ülkenin meydanlarını doldurmaya baslamıstır. Aralık ayında her ne kadar Rusya, Ukrayna'ya karsı sıklıkla kullandığı ekonomi ve enerji silahını bu kez ödül olarak kullanarak 
15 milyar dolar tutarında kredi açmıs ve doğalgaz fiyatında indirime gitmis olsa da gösterilerin durdurulması mümkün olmamıstır. Göstericilerin polis siddetiyle bastırılmaya çalısılması 77 göstericinin ölümüne neden olmus ve olaylar 2014 yılının Subat ayında Baskan Yanukoviç'in ülkeyi terk ederek Rusya'ya sığınmasına ve geçici yönetimin olusturulmasına kadar sürmüstür.4 

2013 yılının son aylarında baslayıp, 4 ay kadar kısa bir süre içerisinde iktidarın el değistirmesine sebep olan süreç, bu ana kadar basta Avrupa Birliği ve Rusya olmak üzere dıs aktörlerin de kısmen müdahil olduğu ülke içi kriz seviyesinde kalmıstır. Ancak 27 Subat 2014 tarihinde Rusya'nın, beklenmedik bir sekilde Kırım yarımadasına asker çıkarması sorunu bölgesel hatta küresel zemine tasımıstır.5 Kırım'a asker çıkarılması ile sorunun boyut değistirmesinin ardından, mesruiyeti hem iç hem de uluslararası hukuk açısından tartısmalı olan bağımsızlık referandumu ve ilhak süreci hızlı bir sekilde tamamlanmıstır.6 Rusya'nın Ukrayna üzerinde hâkimiyet tesis edebilmek ve bu sayede imparatorluk stratejilerini sürdürebilmek için daha önce defalarca ekonomi ve enerji silahlarına basvurmasına ve Kırım'ın Ukrayna'nın zayıf noktası olmasına rağmen, uluslararası hukukun temel prensiplerinin hiçe sayılarak, egemen bir devletin toprağının ilhak edilmesine varan müdahale tarzı dünya kamuoyunda saskınlık yaratmıstır. Neticede Ukrayna'nın iç siyasal sorunları ile baslayan olaylar, Kırım'a müdahale edilmesi ve statüsünün tartısmaya açılmasıyla birlikte, Rusya ile Batı arasında Soğuk Savas'tan sonra en büyük ve ciddi krizin yasanmasına neden olmustur.7 

Olayların seyrinde büyük bir kırılma noktası yasanmasına sebep olan Kırım üzerindeki hâkimiyet mücadelesinin yeni Soğuk Savas dönemini beraberinde getirmekte olduğunun dillendirilmesi bile, Karadeniz'in kuzeyinde yer alan Kırım yarımadasının tasıdığı önemi gözler önüne sermektedir ve uluslararası iliskiler disiplini içerisinde incelenmeyi hak etmektedir. 
Söz konusu önemin açıklanabilmesi için genellikle Kırım'ın tarihi, demografik yapısı, bölgedeki Rus üsleri, Ukrayna'nın Avrupa Birliği ve Rusya ile iliskilerine atıfta bulunulmaktadır. Ancak belirtilen atıf noktaları, Rusya'nın hammadde ithalatına dayalı kırılgan ekonomisinin yaptırımlara maruz kalacağını ve emperyalist olmadığını iddia ettiği yeni Avrasyacı yaklasımla etkisi altına almaya çalıstığı eski Sovyet cumhuriyetlerinde geçmisin kötü anılarını canlandıracağını bilmesine rağmen, uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak neden Kırım'ı ilhak etmeyi göze aldığını açıklamakta yetersiz kalmaktadır. 

Bu noktada, Sanayi Devriminden günümüze kadar yasanan çatısmalarının büyük çoğunluğunun nedenleri arasında enerjinin ve enerji politikalarının bulunduğu ayrıca Rusya'nın büyük bir enerji devleti olduğu göz önüne alınarak, Kırım'ın enerji güvenliği politikaları açısından tasıdığı önemin incelenmesinin faydalı olabileceği değerlendirilmektedir. Çalısmanın konusu, Kırım'ın tarihi ve jeopolitik özelliklerinin enerji güvenliği açısından irdelenmesini içermektedir. Bu kapsamda su sorulara yanıt aranmaya çalısılacaktır; Kırım'ın Rusya'nın enerji güvenliği algılamalarındaki yeri nedir? Kırım'ın ilhak edilmesinin Rusya'nın enerji politikalarına bir katkısı var mıdır? Rusya'nın yakın çevre politikaları yüzünden göreceği ekonomik zararı telafi edebilecek değerde enerji potansiyeli Kırım'da mevcut mudur? Kırım'ın ilhakının altında yatan sebepler, Kırım'da yasayan Rus 
kökenli insanların korunmasından ibaret olan resmi tez ile ne kadar örtüşmekte dir? 

İfade edilen soruların cevaplanabilmesi için öncelikle Kırım'ın tarihi ve jeopolitik öneminden kısaca bahsedilecektir. Müteakiben enerji güvenliği ve enerji politikaları ile ilgili bilgilerden konuyu aydınlatıcı parametreler temin edilmeye çalısılacaktır. Sonraki bölümde elde edilen bilgiler ısığında Kırım'ın enerji politikalarındaki yerinin tespit edilmesi sağlanacaktır. Son bölümde ise yukarıda ifade edilen sorulara tatmin edici cevaplara ulasılabilmesi amaçlanacaktır. 

Kırım'ın Tarihi ve Jeopolitik Önemi 

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Karadeniz'de etkin güç haline gelen Türkiye Cumhuriyeti'nin önceli olan Osmanlı Devleti'nin Kırım'a ilgisinin 1453 yılında İstanbul'un fethedilmesiyle basladığı söylenebilir. Fetih ile baslayan Yükselis Dönemi'nde ağırlık verilen konulardan birisi olan Karadeniz'de hâkimiyet kurma çabasında, Kırım'ın tasıdığı önem erken denilebilecek bir zamanda fark edilmistir. 1475 yılında Kefe ve güney sahillerinin fethedilmesinin ardından 1478 yılında Kırım'da Osmanlı otoritesi sağlanmıstır.8 
Yarımadanın fethi ile birlikte, tüm Karadeniz sahilleri fethedilmemis olsa da, Karadeniz'in bir "Türk Gölü" haline gelmesinden Kırım'ın bölgede tasıdığı önem anlasılmaktadır. Ayrıca Kırım Hanları'nın Cengiz Han'ın mührünü kullanmaları ve mirasına sahip çıkmaları sayesinde bu fetih, Osmanlı Sultanlarının unvanlarına "Kıpçak Bozkırlarının Padisahı" sıfatının eklenmesini yani Orta Asya'ya kadar uzanan Türk coğrafyasına hâkim olunmasını da sağlamıstır.9 

Bu önemin farkında olan ve Osmanlı Devleti'nin duraklama devrinde kuvvetlenerek güneye doğru genisleyen Rusya Çarlığı, Kırım'ı mücadele sahası haline getirmistir. Çoğunlukla savaslardan ibaret olan Osmanlı Devleti -Rusya Çarlığı iliskilerinde Kırım'ı elinde bulunduran taraf karsı tarafa üstünlük sağlamayı basarmıstır. Ancak 1678-1774 savası Osmanlı Devleti aleyhine bir kırılma noktası tesis etmis ve üstünlük Rusya Çarlığı'na geçmistir. Savas sonunda imzalanan Küçük Kaynarca Antlasması ile Kırım'ın bağımsızlığı 
kabul edilmis, bu suretle de Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez Türk ve Müslüman nüfusa sahip stratejik bir toprak parçası kaybedilmis, bir daha da geri alınamamıstır.10 Kırım'ın bağımsızlığını isgale giden yolda bir asama olarak gören Rusya Çarlığı, planlarını uygulayarak 1783 yılında Kırım'ı ele geçirmis ve bu tarihten itibaren hızla Karadeniz kıyısında kale, tersane ve donanma insaatına baslayarak bölgedeki Türk hâkimiyetini ortadan kaldırmaya çalısmıstır.11 

Rusya Çarlığı, Kırım'ı ele geçirdikten sonra, Kırım'ın batısından Balkanlar ve doğusundan da Kafkaslar üzerinden hızlı bir ilerleme gerçeklestirebilmis, ilerleyen zamanlarda da Osmanlı Devleti'ni iki cepheli muharebelere zorlamayı sıradan hale getirmistir. Kırım'ın isgalinden yalnızca 46 yıl sonra gerçeklesen 1828-29 savasında, Rus ordusu doğuda Erzurum'u batıda ise Edirne'yi ele geçirecek kadar ilerleyebilmistir.12 

1853 yılına gelindiğinde ise Dngiltere ve Fransa'nın, Rusları Avrupa dısında tutma gayesiyle, Osmanlı Devleti yanında yer almalarının ardından baslayan Kırım Savası, 92 yıl sonra yasanacak Soğuk Savas'ın adeta ilk habercisi olmustur.13 Müttefik devletler Rusların direncini kırarak savası çabucak neticelendirebilmek, baska bir deyisle "Rus ayısının gözünü oymak için"14 , Kırım'da cephe açılmasını kararlastırmıslardır. Kırım Savası, Kırım'ın statüsünün değismesini sağlayamasa bile harp tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir ve 
dünya tarihi açısından önemli sonuçlar doğurmustur. Bu savasta yivli tüfeklerin ilk kez kullanılması piyade silahlarının menzilini 3 kat arttırarak muazzam bir ates gücü elde edilmesini sağlamıs, donanmalarda buharlı gemilerin kullanılması deniz kuvvetlerinde devrim yaratmıs, telgraftan faydalanılması emir-komuta ve haberlesmeyi kolaylastırmıs ayrıca gelisen ulasım imkânlarının muharebe sahasına tatbik edilmesi ikmal faaliyetlerini gelistirmistir.15 Ayrıca yine Kırım Savası sırasında, The Times muhabiri William Howard Russell savası takip ederek haberlerini telgraf vasıtasıyla okuyucularına ulastırmıs ve günümüz muharebe sahasının yadsınamaz gerçekliği haline gelmis olan savas muhabirliğinin ilk uygulamasını gerçeklestirmistir.16 Bilim ve teknolojinin muharebe sahasının kaderine ilk kez bu ölçüde etkide bulunmaya baslaması, savasın endüstri devriminin Kırım toprakları üzerinde yasanması ve modern savaslar çağının kapısının Kırım üzerine verilen mücadele vesilesiyle aralanması anlamına gelmektedir. 

Farklı özellikteki bölgeler arasında geçis güzergâhı olması sebebiyle stratejik değeri hiç azalmayan Karadeniz Havzası'nın kıymetli bir parçası olan Kırım'ın ifade edilen tarihi öneminin jeopolitik konumuyla yakından iliskili olduğu değerlendirilmektedir. Bu nedenle Kırım'ın jeopolitik öneminin farklı görüsler ısığında incelenmesi gerekmektedir. 1954 yılında dönemin Sovyetler Birliği yönetimi tarafından Ukrayna'ya "hediye"17 edilen Kırım'ın statüsü, 1991'de yasanan dağılma ve Ukrayna'nın bağımsızlığını kazanması sürecinde de 
değismediğinden incelemenin genel olarak Ukrayna jeopolitiği altında yapılması uygun olacaktır. 

Ukrayna'nın güneyinde yer alan Kırım, kuzey-güney istikametinde 205 km., doğu-batı istikametinde ise 305 km. genisliğe sahip, 2500 km.'nin üzerinde sahil kıyısı bulunan ve yaklasık 27.000 km2 yüzölçümü olan Karadeniz'in en kuzeyinde deniz içerisine doğru sokulmus bir yarımadadır.18 Bu özellikleri sayesinde Karadeniz'deki sayılı doğal limanlardan ve en önemli deniz üslerinden olduğu gibi aynı zamanda da sıcak denizlere açılan bir pencere görevi görmektedir. 

Amerika Birlesik Devletleri Baskanı Jimmy Carter döneminin ulusal güvenlik danısmanı ve halen dünyanın en önemli stratejistlerinden olan Zbigniew Brzezinski, Avrasya kıtasını dört kösesinde oyuncuların yer aldığı büyük bir satranç tahtasına benzetmek suretiyle ülkesinin küresel üstünlüğünü ve bunun jeostratejik gerekliliklerini savunduğu çalısmasında Kırım'ın bağlı bulunduğu Ukrayna'yı jeopolitik eksen19 olarak sınıflandırmıstır. 

Brzezinski'ye göre bu jeopolitik eksenin bağımsız bir devlet olarak varlığının korunması Rusya'nın dönüŞtürülmesi ne yardımcı olmakta ve Avrasya İmparatorluğu haline gelmesini engellemektedir. Tersi söz konusu olduğunda yani Ukrayna jeopolitik ekseni korunamazsa, Rusya bu ülkenin Avrupa'ya açılan yapısı, demografik özellikleri, doğal kaynakları ve en önemlisi Karadeniz'e erisimi sayesinde Asya ve Avrupa kıtalarının büyük kısmında faaliyet gösterebilecek ve Avrasya İmparatorluğu olma çabasına girebilecektir.20 Avrasya İmparatorluğu olma iddiasında Ukrayna'nın Karadeniz'e erisim yeteneği ve Kırım'ın konumu özel bir önem tasımaktadır. Gerçekten de Ukrayna bağımsızlığını kazandıktan ve Kırım Ukrayna'ya bağlı kaldıktan sonra Rusya Karadeniz'deki üstün konumunu terk etmek zorunda kalmıstır. Rusya'nın yasadığı jeopolitik gerileme en basta Türkiye'nin lehine olmus ve Türkiye'nin Karadeniz'deki etkinliği son derece artmıstır. Ancak benzer sekilde Kırım'ın ve Kırım'da bırakılan Rus deniz üssünün Rusya açısından tasıdığı stratejik değer de yükselmis ve Rusya bu değere sahip çıkabilmek için öncelleri tarafından kendi lehine değistirilen yarımadanın demografik yapısını sürekli olarak Ukrayna'ya karsı bir silah olarak kullanmaya 
baslamıstır. 

Brzezinski, Amerika Birlesik Devletleri'nin yasamakta olduğu gerilemenin 2025 sonrasında küresel güç buhranına yol açacağını savunduğu bir baska çalısmasında, Ukrayna'yı doğal hayatta tehlike altında bulunan türlerin jeopolitik muadili olarak tasvir etmis ve güvenliğinin mevcut uluslararası sistemin devamına bağlı olduğunu ifade etmistir.21 Bu tespitlerin ispatı olarak, 2010 yılında Rusya'nın enerji silahını kullanması neticesinde Ukrayna Devlet Baskanı Yanukoviç'in Kırım'daki Rus deniz üssünün kullanım süresini 25 yıl daha 
uzatmaya razı olmasını göstermesi dikkat çekmektedir.22 

Brzezinski'nin kendi ideolojik çerçevesinden yani yalnızca Batı eksenli jeopolitik değerlendirmelerde bulunduğunu söylemek yanlıs olmayacaktır. Konunun kapsamlı bir sekilde ele alınabilmesi için karsıt jeopolitik görüslerin de incelenmesi gerekmektedir. Bu görüsleri ifade eden düsünürlerin basında süphesiz ki, Vladimir Putin'in Rusya Devlet Baskanlığı sürecinde adeta resmi devlet ideologu haline gelen Aleksandr Dugin yer almaktadır. Zaten Dugin de çözümlemelerinin, Brzezinski'nin değerlendirmelerinin antitezi olduğunu beyan etmektedir.23 

Dugin, "Avrasyacı Yaklasım" olarak isimlendirdiği görüslerini ifade ettiği eserinde Ukrayna'nın bir devlet olarak herhangi bir jeopolitik anlam tasımadığını çünkü kültürel, coğrafi ya da etnik olarak özgün özelliklerden yoksun bulunduğunu savunmaktadır.24 Bu nedenle Ukrayna'nın güncel sınırları içerisinde bağımsız mevcudiyeti, Baltık cumhuriyetlerinin varlığı gibi, ne Doğu ne de Batı ile birlesme imkânı bulunmama ancak sadece "tampon kordonu" islevi görme ve bu haliyle de Batı'ya hizmet etme anlamı tasımaktadır.25 

Dugin'e göre Ukrayna'nın mevcut sınırları içerisinde varlığı dahi Rusya'nın dıs müdahaleye maruz kalmasıyla esit derecede jeopolitik güvenlik zafiyeti olusturmaktadır. Bu sebeple Dugin kültürel, etnik ve jeopolitik gerekçeler ileri sürerek Ukrayna'nın Doğu Ukrayna, merkezi kısım, Batı Ukrayna ve Kırım olmak üzere 4 kusağa bölünmesi gerektiğini savunmaktadır. Kırım özelinde ise Türkiye'ye meyilli olduğunu ifade ettiği Kırım Türklerinin jeopolitik eğilimlerinin, Türkiye jeopolitik olarak Rusya'nın rakibi sayıldığı için, dikkate alınmasının mümkün olmadığını iddia etmektedir. Yaptığı değerlendirmelerin ardından Kırım'a özel bir statü tanınması gerektiği sonucuna varan Dugin bu statünün; Moskova'nın stratejik kontrolünü, Ukrayna'nın çıkarlarının korunmasını, Kırım Türklerinin kültürel taleplerinin karsılanmasını ihtiva etmesi gerektiğini değerlendirmektedir.26 

Dugin'in görüslerinin Rus dıs politikasındaki yansımaları oldukça belirgindir.27 Ancak karsıt görüsler bir arada değerlendirildiği zaman jeopolitik savların arka planında birbirini tehdit olarak gören yaklasımların bulunduğu anlasılmaktadır. Karsılıklı tehdit algılamalarının, Soğuk Savas'ın sona ermesinin ardından enerji sevkiyatı ve petrol boru hatları nedeniyle stratejik değeri yükselen Karadeniz bölgesi için verilen hâkimiyet mücadeleleriyle derinlestiğini söylemek mümkün dür. Bu nedenle enerji politikaları ve enerji güvenliği, yasanan süreci anlamlandırmak için basvurulması gereken diğer öğeler olarak karsımıza çıkmaktadır. 

Enerji Politikaları ve Enerji Güvenliği 

Enerjiyi kısaca yeryüzündeki insan hayatının ve toplumsal yasamın temel girdisi olarak tanımlamak mümkündür. Fiziksel eylemselliğin kaynağı enerjidir. Üzerinde yasadığımız gezegenin varlığı, üyesi olduğu sistemin merkezini olusturan Günes ile arasındaki enerji iliskisiyle alakalıdır. Dnsanlık da varolusunu belli ihtiyaçları için bazı enerji türlerini kullanabilme yeteneğine borçludur. Ates yakmanın yani insan ve toplum hayatının belirli isleri yapabilmek için ihtiyaç duyduğu enerjiyi elde etmenin verimliliği daha yüksek yeni biçimlerinin bulunması, medeniyetin ilerlemesi anlamını tasımıstır. 

Gerçekten de 1600 yılından sonra kömür enerji elde etmek amacıyla kullanılmaya baslanıp 1850'lerde modernliğin yakıtı olduğunda yüzlerce asırlık bir çağ kapanmıstır.28 Yeni bir çağı açan Sanayi Devrimi, sanayi öncesi merkantilist mücadelelerde üstün basarı ve küresel üstünlük kazanmıs Birlesik Krallığı daha da güçlendirmis ve sanayi gücü haline getirmistir. Temelde enerji üretim seklini etkinlestirerek değistiren Birlesik Krallık, 1860'lı yıllarda dünya nüfusunun yalnızca %2'sine sahip olmasına rağmen, dönemin Rusya'sının 155 
katı enerji tüketerek, küresel imalat üretiminin neredeyse %20'sini gerçeklestir mis ve modern sanayi kollarının %45'ini elinde bulundurmustur.29 

Sanayi Devrimi'nin ilk asaması olarak kabul edilen ve ana enerji kaynağı kömür olan bu süreç, Birlesik Krallık'ın ulasmıs olduğu refah seviyesi örnek alınarak, büyük bir hızla diğer Avrupa ülkelerinde de yayılmıstır. Üretimde makinelesme süreci olarak da adlandırılabilecek Sanayi Devrimi'nin ilk asaması küresel enerji talebini çok kısa süre içerisinde büyük oranda artırmıstır. Bu sebeple enerji kaynaklarının temini önem kazanmaya baslamıstır. Ancak kömürün pek çok ülkede yaygın olarak bulunması baska bir deyisle yerküre üzerindeki simetrik dağılımı, ülkeler arasında enerji temini rekabetinden daha çok yeni pazarlar bulma yarısının yasanmasına neden olmustur. Ayrıca bu dönemde buhar, kömür 
ve demirin bir araya gelmesi devrimsel nitelikteki sonuçlarıyla birlikte "demiryolu çağını" açmıstır.30 

1870'lerden sonra Sanayi Devrimi nitelik değistirmeye baslamıstır. Her seyden önce ana enerji kaynağı olan kömür yerini yavas yavas petrole bırakmaya baslamıstır. Devrim niteliğinde bir bulus olan içten yanmalı motorun31 icadıyla birlikte, petrolün ana enerji kaynağı olmasının yolu da açılmıstır. 1890'ların baslarında gelismis sıvı yakıt motorları petrolün basarısını artırmıstır. Bu dönemde sasırtıcı bir sekilde günümüzde gelistirilmeye çalısılan elektrik enerjisi petrolle rekabet etmeye çalısmıssa da alt yapı imkânları, birim maliyet avantajları ve içten yanmalı motorların seri üretimi gibi etkenler petrolü zirveye tasımıstır.32 

İngiliz ordusunda Amiral olan Lord Fisher'ın, 1882 yılında donanma gemilerinde kömür yerine petrolün yakıt olarak kullanılabileceği fikrini ortaya atması33 , İngiltere hükümetinin dikkatini petrol üzerinde yoğunlastırmasını sağlamıstır. 1905 yılına gelindiğinde İngiliz hükümeti geleceğin yakıtının petrol olduğunu anlayarak Anglo-Pers Petrol Sirketi aracılığıyla Basra Körfezi'ndeki petrol üretimini eline geçirmis, 1908 yılından itibaren de İran topraklarında petrol üretmeye baslamıstır.34 

Lord Fisher'ın Alman tehdidine karsı donanmasını daha hızlı ve etkili kılmak için baslattığı girisim küresel düzeyde öngörülmesi oldukça güç sonuçlar doğurmustur. 1920'lere gelindiğinde endüstrilesmis Batı ana enerji kaynağı olarak petrolü kullanmaya baslamıstır. Bu durum dünya üzerinde yayılmaya devam eden sanayilesme sürecinin ve akla gelebilecek her 
türlü sivil ya da savas aracının petrol kullanımına gereksinim duyması anlamı tasımıstır. Ancak petrolün, diğer tüm enerji kaynakları gibi, büyük avantajlarına rağmen önemli dezavantajları da mevcuttur. Petrolün olumsuz özelliklerinden akla ilk geleni süphesiz ki kömürün aksine her yerde bulunmamasıdır. Basta Avrupa kıtasında yer alanlar olmak üzere gelismis ülkelerin çoğunluğu kendi kömür yataklarına sahip olmalarına rağmen, petrol kaynakları bulunmadığından enerji ithal etmek zorunda kalmaya baslamıslardır.35 

Ana enerji kaynağı kullanımı olarak simetrik dağılıma sahip kömürden, asimetrik dağılım gösteren petrole doğru yasanan dönüsüm, enerji kaynaklarına erisim meselesini kaçınılmaz olarak ulusal güvenlik meseleleri arasına dâhil etmeye baslamıstır.36 Bu sebeple enerji güvenliği kavramının tarihinin, Lord Fisher'ın ve kendisine destek veren Winston Churchill'in enerji kaynağı olarak petrolü kullanan gemiler edinme kararlarıyla basladığını söylemek mümkündür.37 Scott L. Montgomery, enerji güvenliği tanımının enerji tedarikinin hangi tarafından bakıldığına göre değisiklik göstereceğini ifade etmektedir.38 Gerçekten de enerjiyi ithal eden ülkelerle, enerji ihracatçısı ülkelerin ulusal çıkarlarının taban tabana zıt olması pek çok farklı enerji güvenliği tanımının yapılmasını zorunlu hale getirmektedir. Ancak genel olarak enerji güvenliğinin; bulunabilirlik (availability), erisilebilirlik (accesibility), makul fiyat (affordibility) ve süreklilik (sustainability) unsurlarını içerdiğini söylemek mümkündür.39 Bu unsurlardan bulunabilirlik, talep edilen enerjinin var olmasını; erisilebilirlik, ihtiyaç duyulan kaynağa rahat ulasma imkânı bulunmasını; makul fiyat, enerji kaynağının birim maliyetinin serbest piyasa ekonomisi sartlarında uygun olmasını; süreklilik 
ise talep edilen kaynağın kesintisiz temin edilebilme kapasitesini ifade etmektedir.40 

Enerji güvenliğinin giderek artan bir oranda önem kazanması kaçınılmaz olarak, enerji kaynaklarına sağlıklı erisimi sağlayacak enerji politikalarının olusturulmasını zorunlu kılmıstır. Bu sebeple ilk kez Rudolf Kjellen tarafından diplomasi ve askerlik arasındaki iliskiyi açıklamak için kullanılan ve "coğrafi olusum veya mekân içinde bilimsel olarak devletin incelenmesi" seklinde tanımlanan jeopolitik41, enerji politikalarının belirlenmesinde basvurulan referans haline gelmistir. Scott L. Montgomery'nin, enerji iliskilerinin bir anlamda baska araçlarla izlenen jeopolitikten ibaret olduğu tespiti dikkat çekicidir.42 Baska bir deyisle öncelikle askeri rekabette göz önüne alınan ve 2. Dünya Savası sonrasında savasın suçlusu ilan edilen jeopolitik teoriler, asimetrik dağılıma sahip enerji kaynaklarının önemi arttıkça, enerji mücadelelerinde de kullanılmaya baslanmıstır. Enerji jeopolitiğinin ilgilendiği alan enerjinin arz ve talep bölgeleri ile bu bölgeler arasındaki geçis coğrafyasının tamamını kapsamaktadır. 

Modern dönemin enerji güvenliği kaygılarının ve enerji jeopolitiği temellendirme lerinin arkasında, 1973 yılındaki Arap-İsrail Savası sırasında petrolün ilk kez stratejik bir silah olarak kullanılmasının yarattığı etki bulunmaktadır.43 Petrolün siyasi baskı aracı olarak kullanılması neticesinde ham petrolün birim fiyatı 1 yıl içerisinde yaklasık 4,5 kat artmıs ve bu durum küresel piyasaları ani bir sekilde durgunluğa sürüklemistir.44 

Diğer enerji kaynaklarının aksine kullanımı henüz tepe noktasına ulasmamıs yani küresel tüketimi daha erken bir asamada bulunan doğalgazın dünyanın gereksinim duyduğu enerji temininde gittikçe yükselen bir paya sahip olması enerji güvenliğine yeni bir boyut kazandırmıstır. Doğalgazın basta çevresel olmak üzere pek çok faydası bulunmasına rağmen nakliye edilmesinin boru hatlarına ya da yüksek teknolojiyle diğer ara mamullere dönüstürülmeye mahkûm olması jeopolitiğin enerji politikalarındaki ağırlığını artırmıstır. 
Baska bir deyisle doğalgaz merkezli değerlendirme yapıldığında, enerji güvenliğinin 4 ana unsurundan erisilebilirlik (accesibility) hususu hayati önem tasımaktadır. 

Doğalgazın arz bölgelerinin niteliği, enerji kaynağının yapısal dezavantajının olumsuz etkisini oldukça artırmaktadır. Kanıtlanmıs küresel rezervlerin yarısından fazlasına sahip 3 ülkeden biri olan Rusya'nın "kaynak milliyetçiliği"45 , 2005-2006 döneminde Ukrayna ile yasadığı gerginliklerin ardından 2006 yılının yılbası gecesi Ukrayna üzerinden Avrupa'ya ulasan doğal gaz boru hattını kapatmasıyla büyük bir krize neden olmustur.46 Rusya'nın 1973 yılı enerji krizini hatırlatan ve enerjiyi etkili bir silah olarak gören yaklasımı 2008 ve 2009 
yıllarının soğuk kıs aylarında da tekrarlanmıstır. Ukrayna'nın enerji nakli konusunda "transit ülke"47 konumunda olması sebebiyle söz konusu müdahaleler, Rusya'dan gelen doğalgaz boru hatlarına sıkı sıkıya bağlı Avrupa Birliği ülkelerinin enerji güvenliği algılamalarını değistirmelerine ve enerji politikalarını gözden geçirmelerine neden olmustur. 

Gelinen noktada enerji güvenliğinin, güvenlik olgusu içerisinde sert güvenlik (hard security) kapsamında sınıflandırılması gerektiği değerlendirilmektedir. Baska bir deyisle ülkelerin enerji güvenliğinin sağlanması, gerektiğinde askeri seçeneklerin uygulanmasını gerektirecek kadar önemli bir konu haline gelmistir.48 Bu sebeple "kaynak milliyetçisi" bir enerji devleti olan Rusya'nın, enerji nakli konusunda transit ülke konumundaki egemen Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ihlal ederek, stratejik Kırım yarımadasını askeri yollarla isgal ve ilhak etmesi enerji güvenliği içerisinde değerlendirilmesi gereken bir konudur. 

Kırım'ın Enerji Politikalarındaki Yeri 

27 Subat 2014 tarihinde Rusya'nın Kırım'a asker çıkardıktan sonra hızlı bir sekilde ilhakını gerçeklestirmesinin temel sebepleri arastırılırken Rusya'nın enerji politikalarının ve Kırım'ın enerji politikaları açısından ne ifade ettiğinin arastırılması için ortada yeterince sebep olduğu değerlendirilmektedir. Öncelikle konu bu güne kadar yapılan çalısmalarda ağırlıkla 2013 yılının Kasım ayında Kiev'de baslayan gösterilerin ve Ukrayna'daki istikrarsız ortamın devamı olarak görülmüs; bu sebeple de genellikle Ukrayna'nın kimlik problemleri, ekonomik 
ve siyasi sorunları ile Ukrayna-Avrupa Birliği ve Ukrayna-Rusya iliskileri ekseninde değerlendirilmistir. Ancak gelinen noktada bu yaklasımların, Rusya'nın ikili ve uluslararası anlasmaları ihlal ederek neden Kırım'ı fiilen isgal etmeyi göze aldığını açıklamakta yetersiz kaldığı düsünülmektedir. Kırım'ın Rusya'ya bağlanması kararının alındığı gün Rusya borsası %12 değer kaybetmistir. Bu kayıp bir gün içerisinde Rusya'nın gayri safi milli hâsılasının %3'ünün yok olması anlamına gelmektedir. Uluslararası hukuku görmezden geldiği için uluslararası yaptırımlara maruz bırakılan Rusya'nın hammadde ihracına dayalı ve dıs borç yükü altındaki kırılgan ekonomisinin gerilime dayanım gücü merak konusu haline gelmistir.49 

Ayrıca Rusya'nın Kırım'daki Rusları koruma bahanesi50 ile "yakın çevre doktrini"51 uygulamaları, yeni Avrasyacı yaklasımlarla kontrol altında tutmaya çalıstığı Doğu Avrupa ve Orta Asya'daki bünyesinde etnik Rus unsuru bulunan komsu devletleri yeterince tedirgin etmistir. Çıkar alanı olarak belirlenen söz konusu ülkelerin gelecekte kendileri için de uygulanabilecek bu doktrinden duydukları endise, süphesiz ki Rus Dıs Politikası'nın zemin kaybetmesi ve zamanla izole olması sonucunu doğurabilecek etkiye sahiptir. Rus karar alma 
mekanizmaları tarafından öngörülmesi çok da zor olmayan bu sonuçların göze alınmasının sebeplerini tarihsel, demografik ya da salt jeopolitik etkenlerle değerlendirmek beklenen açıklayıcılığı sağlayamamaktadır. 

Tatmin edici açıklayıcılığı sağlayabilmek için, önceki bölümlerde de ifade edildiği gibi, Sanayi Devrimi'nden bu yana yasanılan silahlı çatısmaya varan anlasmazlıkların büyük çoğunluğunun temel ya da ikincil sebepleri arasında enerji politikalarının bulunduğu gerçeği hatırda tutulmalıdır. Bu gerçeklik Rusya gibi, devletin enerji sirketi olan Gazprom'un iç ve dıs siyasal ortamı sekillendirdiği bir ülkenin, dıs politika davranıslarının incelenmesi söz konusu olduğunda merkezi önem kazanmaktadır. Ayrıca Igor Torbakov'un tespitleri arasında da enerji merkezli bir incelemenin gerekliliğine dair ipuçları yer almaktadır. Arastırmacı, daha 2001 yılında yazmıs olduğu bir makalesinde, Moskova'nın Kiev'le ilgili rahatsız olduğu 4 temel hususun bulunduğunu söylemektedir. Bu rahatsızlıkları da; Rus gazının en büyük müsterisi konumunda bulunan Ukrayna'nın borçlarını ödememesi ve Rusya'yı istemsiz yardım ülkesi haline getirmesi, Batı pazarlarına ulasması gereken gazı aksatacak sekilde boru hatlarından gaz çalması, etnik Rus azınlığın kendi dilini kullanma hakkını ihlal edecek politikalar benimsemesi ve Avrupa-Atlantik güvenlik örgütleri ile yakın iliskiler tesis etmesi sekilde sıralamaktadır.52 Görüldüğü gibi Rusya'nın Ukrayna ile ilgili ana rahatsızlıklarının en az 2'si doğrudan enerji politikaları ile alakalıdır. 

Bu sebeplerden dolayı, Rusya'yı Kırım'ın ilhakının ağır sonuçlarını göze almaya motive eden sebepler arastırılırken ilk önce enerji jeopolitiği ve enerji güvenliği açısından elde edilen genel kazanımlar ardından Kırım Yarımadası özelinde sağlanan avantajlar incelenmelidir. 

Öncelikle Kırım'ın açık bir sekilde ilhak edilmesi Karadeniz ve Hazar Denizi havzalarındaki enerji projelerinin siyasi ve güvenlik risklerini arttırmak suretiyle enerji isbirliğine önemli bir darbe vurmustur.53 Büyük çok uluslu enerji sirketleri54, sahip oldukları ileri teknoloji ve uzmanlıklarını sergileyecekleri alanlarda yapacakları yatırımların güvenliğini tehlikeye atacak istikrarsızlık ve güvenlik tehditlerine karsı oldukça hassas davranmaktadırlar. Bu hassasiyet genellikle güvenli görülmeyen alanlarda çalısmaların durdurulması anlamına gelmektedir ve nitekim su anda özellikle Karadeniz Bölgesi'nde tam olarak böyle bir durum yasanmaktadır. 

Enerji güvenliklerini sağlamak için enerji arzını çesitlendirmekten baska bir çaresi olmayan ithalatçı gelismis ülkeler için yeni enerji projelerinin kesintiye uğraması, enerjiyi siyasi çıkar mekanizması olarak kullanan Rusya'ya bağımlılığın sürmesi anlamını tasımaktadır. Enerji güvenliği ve çıkar anlayısı ithalatçı ülkelerle taban tabana zıt olan "kaynak milliyetçisi" Rusya açısından ise yasananlar kendi enerji güvenliğini arttırıcı ve siyasal üstünlük sağlayan bir etkiye sahiptir. Avrupa Birliği'nin 2013 yılında kullandığı doğalgazın %30'u Gazprom tarafından sağlanmıs, tedarik edilen miktarın %50'si ise Ukrayna transit sistemi üzerinden transfer edilmistir.55 Rusya'ya bu kadar yüksek oranlarda enerji bağımlılığı, Avrupa Birliği ülkelerinin enerji güvenliği açısından kaygı vericidir. Dfade edilen güvenlik zafiyetinin ortadan kaldırılması için Avrupa Birliği'nin umudunu bağladığı projelerden birisi de Güney Koridoru'dur.56 Azerbaycan'ın Sah Deniz doğalgaz rezervini Avrupa Birliği pazarına 
ulastıracak 3 asamalı bir proje olan Güney Koridoru'nun, son yasanan gelismelerin ardından bölgede artan Rus askeri varlığı tarafından tehdit altında bırakılmak suretiyle etkisizleŞtirilme ihtimali ortaya çıkmıstır. Kırım'ın ilhakının ardından, daha durumu aydınlatılacak analizlerin yapılması bile sağlanamamısken, 5 yeni Rus deniz birliği Kırım'ın Sivastopol (Akyar) 
sehrindeki üsse konumlandırılmıstır.57 Karadeniz'de artan Rus askeri varlığının bölgede Rusya aleyhinde gelisen enerji projelerine karsı tehdit olusturacağı, Rusya tarafından yönetilen Güney Akım gibi projeleri58 ise güçlendireceği değerlendirilmektedir. 

Kırım'ın ilhak edilmesi, enerji politikaları bağlamında Kırım Yarımadası özelinde de Rusya açısından olumlu gelismeleri beraberinde getirmistir. Öncelikle Kırım yüksek enerji potansiyeline sahip bir bölgedir. Çoğunluğu Kırım'ın Karadeniz açıklarında bulunan tahmini kapasitesi yüksek doğalgaz rezervlerinde üretim yapılması ve üretilen gazın iletimi belirli zorluklar ile çevresel açıdan riskler tasısa da Exxon Mobil, Shell ve Chevron gibi büyük enerji sirketlerinin bölgeye ilgi duyması, bu rezervlerin kullanılmasının mümkün olduğunu göstermekte dir.59 Ancak Shell ve Exxon Mobil sirketleri, 2014 yılı Mart ayı içerisinde mevcut sartlar sebebiyle özellikle Kırım'ın Batı açıklarında sürdürdükleri faaliyetlerini 
durdurduklarını açıklamıslardır.60 Söz konusu rezervlerin kapasitesi, Rusya gibi bir enerji devleti için fazla anlam ifade etmese de, Kırım'ın ilhak edilmesinin ve ilhakın uluslararası arenada tanınmamasının doğurduğu belirsizlik ortamı, kaynakların isletilmesini engelleyerek Kırım'ın enerjisini kendi kaynaklarıyla sağlamasını ve Ukrayna'nın Rusya'ya olan enerji bağımlılığını azaltmasını önlemektedir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder