POLİTİKALARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
POLİTİKALARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2018 Çarşamba

ABD’NİN IRAK’TAN ÇEKİLME SENARYOLARI VE BU KAPSAMDA ÇİN, RUSYA VE JAPONYA’NIN POLİTİKALARI


ABD’NİN IRAK’TAN ÇEKİLME SENARYOLARI VE BU KAPSAMDA ÇİN, RUSYA VE JAPONYA’NIN POLİTİKALARI 

Yazan: Mu.Yzb. Tamer AKKAN 


Genel 

Ünlü Amerikalı sosyal bilimci Samuel HUNTİNGTON, çok bilinen 
Medeniyetler Çatışması” adlı eserinde, 1990 sonrası dünyanın dokuz 
ayrı medeniyetten oluştuğunu18 iddia etmişti; birazdan incelemeye gayret 
edeceğimiz konuda bahsi geçen beş ülke de (ki dördü ait oldukları 
medeniyetin tartışmasız lideri durumundadırlar) bu sınıflandırmada farklı 
gruplarda yer almaktadırlar. İşte bu farklılık ve liderlik hâlen yaşanmakta 
olan olayların da ana sebebini ortaya koyar: Büyük güçlerin çıkar 
mücadelesi. 

ABD yapmış olduğu Afganistan ve Irak müdahalelerini, uluslararası arenada haklı görünebilmek maksadıyla, her ne kadar demokrasi, insan hakları, kadın hakları, kitle imha silahları ve terörizmle mücadele, özgürlük gibi idealist söylemlere dayandırmaya gayret etse de, en iyimser yorumla bile bunların sadece ikincil amaçlar yahut ana maksada ulaşmak için kullanılan araçlar olarak değerlendirilmeleri uygun olacaktır. Asıl amaç ise kulağa Türkçe’de biraz sevimsiz gelse de çıkardır. Tüm ülkeler çıkarlarına ulaşmak üzere Zbigniew 
BRZEZİNSKİ’nin tanımına benzer şekilde, dünya satranç tahtasında karşılıklı hamlelerini yapmaktadırlar. Uluslararası arenada bu satrancı aktörlerin tamamı birbiriyle oynamakta ve aynı zamanda da muhtemel rakiplerinin diğerleri ile oynadığı oyunlara bakmaktadırlar. ABD’nin Irak’ta yaptığı hamle sadece Irak ile kendini ilgilendirmenin çok ötesine geçmiş ve başta büyük devletler olmak üzere birçok devleti birçok sebepten ötürü etkileyen ve ilgilendiren bir hamle olmuştur. 

Bu hamlenin küresel boyuttaki en önemli etkisi öncelikle dünya 
enerji piyasalarına olmuştur. Temmuz 2003’te Yeni Delhi’de yapılan 
beşinci Asya Güvenlik Konferansı’nda sunulan bir bildiride; 11 Eylül ve 
Irak Harekâtlarının akabinde, çok değişken bir hâl alan dünya petrol 
piyasalarının, ekonomiler için ciddi risk teşkil ettiği belirtilmiştir19. 

Bu konuda dünya enerji ajansının verilerine baktığımızda, 1999-2020 
arasında dünya petrol tüketiminin %60 artacağı ve bu artışın da büyük 
oranda gelişmekte olan ülkelerde olacağı öngörülmektedir. Enerji bir 
ülkenin gelişmesi, o ülkede yaşam kalitesinin temini için vazgeçilmez bir 
unsur ve aynı zamanda dünyada ekonomik anlamda en büyük 
sektördür. 
Hâlen dünyanın petrol üretiminin yaklaşık %30’u Orta Doğu kökenli iken bu oranın 2020’li yıllarda %60’ları geçeceği öngörülmektedir 20. Bu bağlamda ülkeler ekonomiyi, değişen ve asimetrikleşen tehdit ortamında, en öncelikli güvenlik sorunu olarak algılamaktadırlar. Eskiden uluslararası ilişkilerin konularına baktığımızda gündemi silahsızlanma antlaşmaları, yıldız savaşları, askerî yardımlar, nükleer denemeler, ideoloji ve devrim ihraçları gibi klasik, güvenlik odaklı konular, göze çarpmaktaydı. Günümüzde ise gümrük duvarlarının kaldırılması, kotalar, serbest ticaret, enerji temini ve benzeri ekonomi odaklı konular görülmektedir. ABD-Rusya arasındaki zirvede, en kritik 
konulardan biri YUKOS petrol şirketi olabilmektedir. 

Tüm bu enerji konuları beraberinde bir başka sorunu daha gündeme getirmiştir; enerjinin üretiminden pazarlanma ve taşınmasına kadar her alanda güvenilir bir ortam, yani enerji güvenliği ihtiyacı. Eskiden gelen sorunlar, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan belirsizlik dönemi ve kaç kutuplu olacağına karar verememiş bu dünyada, ABD kendi güvenliği ve bu bağlamda enerji güvenliği sorununa küresel yaklaşmakta ve bunu temin için de dünyanın her tarafında 
konuşlanmakta dır. Chalmers JOHNSON Amerika’nın Üsler İmparatorluğu adlı makalesinde, resmî rakamlara göre ABD’nin ülke dışında 130 farklı ülkede toplam 702 üssü olduğunu belirtmektedir. Yazar bu büyük rakamın bile aslında gerçeği tam olarak yansıtmadığını, çünkü Pentagon’un, örneğin Kosova, Afganistan, Özbekistan, Kırgızistan, Irak, İsrail, Kuveyt ve Katar’daki üslerden, aynı raporda hiç bahsetmediğinin altını çizmektedir21. Bu durum gerek Çin gerekse Rusya tarafından doğal olarak ABD’nin çevreleme politikası22 olarak 
algılanmaktadır. ABD bu konuşlanması ile hem stratejik açıdan kendine rakip gördüğü ilk iki ülke olan Çin ve Rusya’yı Soğuk Savaş dönemine göre çok daha yakından çevrelemekte, ayrıca yine bu ülkeler açısından hayati öneme haiz enerji havza ve iletim güzergâhlarını kontrol altında tutabilmektedir. Ekonomik gelişmeyi ve bu sayede güce ulaşabilmeyi temin edebilmek için Rusya sahip olduğu enerjiyi satmak, Çin ise ihtiyaç duyduğu enerjiyi almak zorundadır. Bu her iki ülkenin ortak zayıflığıdır ayrıca Çin’in Doğu Türkistan, Rusya’nın ise Çeçenistan’daki sorunları bir diğer benzer sıkıntılarıdır. ABD mevcut konuşlanması ile aynı zamanda bu iki sorunlu bölgeye de yakın olarak söz konusu ülkeleri tedirgin etmektedir. 

Japonya ise Çin ve Rusya ile tarihten gelip hâlâ devam eden sorunları ve ABD ile yakın iş birliği nedeniyle bu oyuna farklı bir boyut katmaktadır. Enerjiye muhtaç olan Japon ekonomisi bu benzerlik sebebiyle Çin ile ortak bir çıkara sahip olması gerekir gibi görünür. Ancak zayıf askerî ve siyasi gücüne rağmen devasa ekonomik gücü üzerinden önce bölgesel sonra da küresel güç olma iddiasındaki Japonya için, benzer iddialara sahip Çin en dişli rakip konumundadır. Rusya ise hem Çin’e karşı denge sağlamak hem de enerji sağlayıcısı olması konumu ile Japonya açısından daha iş yapılabilir bir ülke konumundadır. 

Şimdi öncelikle, ABD’nin Irak Harekâtının neden ve nasıl Çin, Rusya, Japonya’yı ilgilendirdiğini, ardından da ABD’nin burada yapması muhtemel yeni hamlelerine karşı adı geçen ülkelerin takınabileceği tavırları anlatmaya çalışacağım. 


1. ABD’nin Irak Harekâtı Ve Çin 

a. Genel 

Dünyanın en büyük nüfusuna ve en hızlı gelişen ekonomisine sahip olan Çin, enerjiye olan ve hızla artan ihtiyacı sebebiyle, dünya enerji havzalarının merkezi sayılabilecek ve kendisi de önemli enerji kaynaklarına sahip Irak’ın, güç oyununda en büyük rakibi tarafından işgalinden etkilenmiştir. ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük petrol tüketicisi olan Çin çok büyük oranda dışa bağımlıdır. 1993 yılına kadar kendi petrol kaynakları sayesinde petrolde dışa bağımlı olmayan Çin bu yıldan sonra yakaladığı yıllık ortalama %9 büyüme ile enerji ithal etmeye başlamak zorunda kalmış ve bugün bölgesinde Japonya’dan sonraki en büyük ithalatçı konumuna gelmiştir23. 

Irak Harekâtı sonrası artan petrol fiyatları en büyük darbeyi bu ülkeye vurmuş ve ayrıca İran ile yapmış olduğu enerji antlaşmalarının da riske girmesi durumu ortaya çıkmıştır. Ayrıca stratejik rakibi ABD’nin oyunda yeni bir taşı daha almış olması sıkıntısını arttırmıştır. ABD’yi engellemek için BM Güvenlik Konseyi’nde Irak’ın işgali için gerekli onayı vermemiş ancak bu pasif hamlesi yeterli olmamıştır. 


Harita-1 
 Irak Enerji Kaynaklarını Gösteren Harita 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 
 Bu durumun gerçekleşmesi ABD’nin dünya genelinde hâlen 
uygulamakta olduğu sert politikalardan ani bir geri dönüş yapması 
anlamına gelir ki bu pek olası görülmemektedir. Ancak gerçekleştiği 
faraziyesi ile yaklaştığımızda bu durumun Çin açısından en iyi durum 
senaryosu olduğunu söyleyebiliriz. Kurulacak bağımsız Irak Devleti 
ağırlıklı olarak Şii idarecilerin kontrolünde olacaktır. Hâlen İran ile yoğun 
ve iyi ilişkiler içinde olan Çin yönetimi bu referansla Irak ile de yakın 
ilişkiler kurma imkânına şu andan çok daha fazla kavuşacaktır. Ayrıca bu 
durumun dünya genelinde oluşturacağı görece olumlu havayla enerji 
fiyatlarının daha aşağıya düşmesi ve dünya ticaret hacminin özellikle 
savunma dışı alanlarda artması ihtimali de Çin açısından olumlu 
gelişmeler olacaktır. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

Çekilmenin başlangıç yılının sarkabilmesi ihtimaline rağmen, 
gerçekleşmesi en muhtemel senaryodur. Bu durumda ABD genel olarak 
dünyadaki genel düzeni ve kısmen yumuşatarak eğilimlerini devam 
ettirmiş olacaktır. Çin kurulması muhtemel bir BM Güvenlik Gücü tarzı 
organizasyonda istekli olmasına rağmen önerilmesi muhtemel geri 
planda kalmış ve etkisiz bir pozisyon sebebi ile sadece dışardan destek 
olmakla yetinecektir. Buna karşın başta enerji ve inşaat konularında 
olmak üzere ülke içinde yatırımlar yaparak, güçlü olduğu ekonomik 
alanda ön plana çıkmak için çaba harcayacaktır. Enerji fiyatları yüksek 
seyrini koruyacak Çin ise burada oluşan kaybını ticaret ile telafi etmeye 
çalışacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı Ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Çin’in Muhtemel Tutumu 

ABD, klasik güç politikalarının devamı anlamına gelen bu 
senaryoda, dünyada fosil enerji kaynak kullanımının düşüş eğilimi 
göstermeye başlayacağı 2025 yılı civarına kadar Irak’ta kalarak Suriye, 
İran gibi çevre ülkelere de yayılıp enerji yanında diğer kritik konu olan 
jeopolitik konuşlanma yolu ile küresel hâkimiyetini pekiştirmeye 
çalışacaktır. Fiziki sınırları zaten ABD üsleri ile çevrelenmiş olan Çin ise, 
ekonomik güvenlik alanlarının da tek bir süper gücün elinde olmasından 
çok fazla memnun kalmayacaktır. Bu durum Çin’i, tarihsel 
sürtüşmelerine rağmen, çıkarlarının kesişeceği Hindistan’la, 
(muhtemelen Şangay İş Birliği Örgütü, ŞİÖ bünyesinde) iş birliğine yöneltecektir. 


2. ABD’nin Irak Harekâtı ve Rusya 

a. Genel 

Soğuk Savaş öncesinin iki süper, emperyalist gücünden biri olan 
SSCB’nin mirasçısı Rusya, gücünü sürdürememiş ancak, o dönemin 
benzeri yaklaşımlardan da vazgeçememiştir. Eskiden ABD ile problemi 
olan zayıf ülkeler, sırtlarını SSCB’ye dayardı, şimdi ise Rusya’ya 
dayama eğilimindedirler. Ancak Rusya şu an yaşadığı ekonomik, etnik 
ve idari sorunlar sebebiyle, selefinin etkinliğinden uzaktır. Yaptığı kısmi 
karşı çıkışlar, ABD’den aldığı birkaç ödünle genelde bastırılmaktadır. 
Irak olayında da başlangıçta karşı çıkmış, eski Irak hükümetiyle yaptığı 
milyarlarca dolarlık ticari antlaşmalarla elini kuvvetlendirmeye çalışmış, 
ancak neticede işgali sessiz kalarak kabullenmiştir. Bu işgal ve 
sonrasındaki süreç de Rusya’ya artan petrol fiyatlarıyla büyük bir çıkar sağlamıştır. 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan Çıkması Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu senaryo gerçekleştiği takdirde Rusya bu çekilmenin kendi karşı 
çıkışları ile gerçekleştiğini, süper güce karşı koyduğunu, bunun kendi 
zaferi olduğunu resmen olmasa da ilan edecektir. ABD’nin çekilmesi ile 
oluşacak boşlukta eski iyi ilişkilerini kullanarak Orta Doğu’da etkinliğini 
arttırmaya çalışacaktır. Tüm bu artılarına karşın bu durumda ortaya 
çıkacak petrol fiyatlarındaki muhtemel gerileme nedeniyle, Rusya gibi 
ekonomisi büyük oranda enerji satışından gelecek girdiye dayanan bir 
ülke için, bu senaryonun en iyi senaryo olduğunu söylemek zor olacaktır. 
Bu durumda Rusya’nın bu senaryonun gerçekleşmesine olanak 
sağlayacak girişimlerde bulunmasını, kısa vadede beklememek 
gerekmektedir. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Rusya açısından en iyi durum senaryosu da diyebileceğimiz bu 
senaryonun, muhtemel etkilerini incelediğimizde görüyoruz ki; Rusya 
hem bu kademeli çıkışta etkisi olduğunu iddia edebilecek, hem de aynı 
yüksek düzeyde seyretmesi muhtemel petrol fiyatları sayesinde kısa 
vadede ekonomik bir sıkıntı yaşamayacaktır. Bu durum, dünyada terörle 
etkin mücadele söylemini ön plana çıkaran eğilimin de devamı anlamına 
geldiği için, aynı zamanda Çeçenistan sorununun yakın zamanda tekrar 
gündeme gelmesine de engel olacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Rusya’nın Muhtemel Tutumu 

Bu durum kısa vadede ekonomik açıdan Rusya’nın yararına bir tablo sergilerken, uzun vadede, hem ABD’nin çevreleme politikasının etkinliğini artırarak devamı ve bu 

kapsamda Rusya’nın etkinlik alanının daralması anlamına gelecek, hem de o dönemde ortaya çıkması muhtemel alternatif enerji kaynakları ülkeyi ekonomik sıkıntı içine 
sokabilecektir. Rusya bu süreçte bir yandan ekonomisini alternatif sektörlere kaydırarak çeşitlendirmek, öte yandan da ŞİÖ kapsamında, Çin ile birlikte, ABD’nin etkinliğini 

sınırlamaya çalışmak uğraşında olacaktır. Ancak ŞİÖ’de Çin’in lider konumu, bu durumdan pek de hazzetmeyen Rusya’nın, Orta Asya’da alternatif ve kendisinin lider 
olabileceği bir örgütlenme ihtiyacını doğurmuştur. Bu kapsamda, ŞİÖ’de bir problem çıkması durumunda, Şubat 2002'de Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan 

tarafından kurulan Orta Asya İş Birliği Örgütü’ne (OAİÖ) Ekim 2004’te katılan Rusya24, gelecekte başta Hindistan olmak üzere ilave ülkelerle, bu örgütü daha ön plana 
çıkartmak ve lider olduğu bir organizasyona sahip olmak isteyecektir. 

3. ABD’nin Irak Harekâtı ve Japonya 

a. Genel 

Küresel güç olma isteği duyan devletlerden biri de Japonya’dır. Şu an askerî harcamalar bakımından ABD’den sonra dünya ikincisi olan Japonya; İngiltere ve Fransa’dan 

bile büyük kara kuvvetlerine; ABD, Rusya, Çin ve İngiltere’den sonra en büyük beşinci deniz kuvvetlerine, dünyanın on ikinci büyük hava kuvvetlerine sahiptir25. 

Japonya’nın tekrar (her alanda) güçlenme isteğine karşı en büyük tepki eski düşmanı ve komşusu Çin ve sonra da daha üstü kapalı şekilde Rusya’dan gelmektedir. Bu 

durum ister istemez Japonya’nın genel olarak güç mücadelesinde, (en azından şimdilik) ABD’nin yanında yer almasına yol açmıştır. Bu kapsamda Japon hükümeti, Irak 

Harekâtında ABD’ye, kamuoyundan gelen olumsuz tepkilere26 rağmen asker dâhil her türlü desteği vermiştir. Kendisi de enerji ithal eden bir ülke olmasına rağmen 
Japonya enerji kontrolünün sadece Rusya ya da Çin’de olmasındansa, müttefiki ABD’de olmasını tercih etmektedir. 

 b. Birinci Senaryo: ABD’nin 2005 Yılı Sonuna Kadar Irak’tan 
Çıkması Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu 

ABD’nin bu ani çıkışı şu aşamada petrol fiyat avantajı, ticari gelişim gibi konularda Japonya lehine sonuçlar doğuracak olsa da, Çin’in çok daha fazla lehine bir durum 

oluşturacaktır. En büyük bölgesel rakibinin kendi önüne geçmesi yerine, ekonomik alanda belli bedeller ödemek, Japonya açısından daha cazip bir seçenektir. Ancak yine 

de bu durum gerçekleşirse Japonya, ticari yönden Irak ile ilişkilerini geliştirerek bölgede etkin olmaya çalışacak ve rakipleri kontrolündeki fosil enerji kaynakları yerine, 

yüksek teknolojik imkânları ile kendi kontrolünde olacak alternatif enerji kaynaklarına daha hızlı geçiş için uğraşacaktır. 

 c. İkinci Senaryo: ABD’nin 2006 Yılından İtibaren Kademeli Olarak Irak’tan Çıkması Durumunda Japonya’nın Muhtemel Tutumu 

Japonya için çok daha cazip görünen bu seçenek gerçekleşirse, Çin bir müddet daha frenlenebilecek, bu süreçte ülke ekonomik gücünün yanında askerî ve siyasi gücünü de 

geliştirme imkânına kavuşacaktır. 
Açıkça beyan etmeseler de Japonlar, orta vadede Çin ve Rusya gibi iki nükleer güce sahip komşusunu sebep göstererek, kitle imha silahlarına sahip olmaya çalışacaktır. 

ABD bu durumda muhtemelen Japonya’nın bu talebini diğer küresel rakiplerini dengelemek adına kabul edecektir. Irak’tan kademeli çıkış esnasında kurulabilecek barış 

gücü yapılanmalarında da, Japonya’yı yine aktif olarak görmek mümkün olacaktır. 

 ç. Üçüncü Senaryo: 2025 Yılı ve Sonrası (ABD Irak’tan Çekilebilir Ancak Bölgeden Çekilemez) Durumunda Japonya’nın 
Muhtemel Tutumu 

Bu durum kısa ve orta vadede Japon menfaatleri ile çelişmemektedir. Ancak uzun vadede birtakım problemler mevcuttur. 
Uzun vadede bu senaryonun sonu ABD’nin baskın olacağı tek kutuplu bir dünya düzenidir, bu durum ise gelecekte çok kutuplu dünyada küresel bir güç olma amacında bir 

ülke için, uygun değildir. Bu durumda 
da Japonya’nın ekonomik gücünü askerî ve siyasi bir güce dönüştürme çabaları devam edecektir. 

3. Sonuç 

Mevcut durum ve öngörülen senaryolar ışığında baktığımızda, geleceğin, Asyalı yeni güç merkezi adayları ile ABD arasında, tek-çok 
kutuplu dünya düzeni mücadelesi şeklinde geçeceğini söylemek, hiç de yanlış olmayacaktır. Uzun vadede bu mücadelede yeni yükselmeye başlayan güçlerin, hâlen zirvede 

olan güçlere göre avantajlı oldukları söylenebilir. Türkiye’nin burada yapması gereken ise uluslararası ilişkileri, güç mücadelelerini futbol takımı taraftarlığı gibi değil 

satranç gibi algılamak ve yürütmektir, aksi takdirde sık sık mat olmak işten bile değildir. 


KAYNAKÇA 

1. ADIBELLİ Barış, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Merkez-Çevre Denkleminde Tehdit Algılaması Ve Güvenlik Yapılanması”, Stratejik 
Araştırmalar Dergisi, Sarem Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Sayı 3, Şubat 2004. 

2. BRZEZINSKI Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, (Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun Kocabıyık), İstanbul, Sabah Kitapları, 1998. 

3. HUNTİNGTON Samuel P. Medeniyetler Çatışması, 3. bs., (çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir), İstanbul, Okuyanus Yayınları, 2004. 

4. JOHNSON Chalmers, “America's Empire of Bases”, (Çevrimiçi), http://japanfocus.org/article.asp?id=084, 29 Mayıs 2005. 

5. MCCORMACK Gavan, “Koizumi's Japan in Bush's World: After 9/11”,2004, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=162, 29 Mayıs 2005. 

6. MUHTOROV Nurullo, DUBNOV Arkadi, “Çin'siz Fakat Rusya İle Birlikte”, Vremya Novostey, 19 Ekim 2004, (Çevrimiçi), 
http://www.gnkur.tsk/sarem/belgeler/2004/20ekim2004/guncel/makale/diger/cin_rusya.doc, 29 Mayıs 2005. 

7. ÖGÜTÇÜ Mehmet, “China’s Energy Security: Geopolitical Implications for Asia and Beyond”, Fifth Asian Security 
Conference“Asian and Chinese Security Issues in the Decade to 2011”, 26-29 January 2003, (Çevrimiçi), 
http://www.gasandoil.com/ogel/samples/freearticles/article_15.htm, 29 Mayıs 2005. 

8. PRİDEAUX Eric, “Japan's Iraq Conundrum(An Interwiew with Sakai Keiko)”, The Japan Times, Jan. 9, 2005, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=196, 29 Mayıs 2005. 

9. THOMPSON Drew, “China's Global Strategy For Energy, Security, And Diplomacy”, (Çevrimiçi), 4/27/2005, 
http://www.asianresearch.org/articles/2581.html, 29 Mayıs 2005. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

18 Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, 3. bs., çev. Mehmet Turhan, Y.Z. Cem Soydemir, İstanbul, Okuyanus Yayınları, 2004, s. 20. 
19 Mehmet Ögütçü, “China’s Energy Security: Geopolitical Implications for Asia and Beyond”, Fifth Asian Security Conference“Asian and Chinese Security Issues in the 

Decade to 2011”, 26-29 January 2003, (Çevrimiçi), 
http://www.gasandoil.com/ogel/samples/freearticles/article_15.htm, 29 Mayıs 2005. 
20 A.e. 
21 Chalmers Johnson, “America's Empire of Bases”, 2004, (Çevrimiçi), 
http://japanfocus.org/article.asp?id=084, 29 Mayıs 2005. 
22 Barış Adıbelli, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Merkez-Çevre Denkleminde Tehdit Algılaması Ve 
Güvenlik Yapılanması”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sarem Genelkurmay Askerî Tarih ve 
Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, Sayı 3, Şubat 2004, s. 221. 
23 Drew Thompson, “China's Global Strategy For Energy, Security, And Diplomacy”, (Çevrimiçi), 4/27/2005, 
http://www.asianresearch.org/articles/2581.html, 29 Mayıs 2005. 
24 Nurullo Muhtorov, Arkadi Dubnov, “Çin'siz Fakat Rusya İle Birlikte”, Vremya Novostey, 19 Ekim 2004, (Çevrimiçi) 
http://www.gnkur.tsk/sarem/belgeler/2004/20ekim2004/guncel/makale/diger/cin_rusya.doc., 29 Mayıs 2005. 
25 Gavan McCormack, “Koizumi's Japan in Bush's World: After 9/11”,2004, (Çevrimiçi), 
http://www.japanfocus.org/article.asp?id=162, 29 Mayıs 2005. 
26 Eric Prideaux, “Japan's Iraq Conundrum(An Interwiew with Sakai Keiko)”, The Japan Times, Jan. 9, 2005, (Çevrimiçi), http://www.japanfocus.org/article.asp?id=196, 29 Mayıs 2005. 


***

24 Şubat 2017 Cuma

İSRAİL’İN KUZEY IRAK POLİTİKALARI VE TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ BÖLÜM 1


İSRAİL’İN KUZEY IRAK POLİTİKALARI VE TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ’NE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 1




Serdar ÖRNEK*1
*Yrd.Doç.Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi 
Damla ATEŞ**2
**Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyasi Tarih A.B.D Yüksek Lisans Öğrencisi, dates@windowslive.com 


Ortadoğu, tarihin ilk çağlarında semavi dinlerin çıkıs noktası olması, modern çağda ise petrol rezervlerinin büyük bir kısmına sahip olması nedeniyle pek çok medeniyetin odak noktası haline gelmistir. Bu bakımdan Ortadoğu “Medeniyetler Besiği” ya da “Medeniyetler Mezarlığı” olarak anılmaktadır. Günümüzde de çok etnikli ve çok dinli yapısıyla dünyanın kaynayan kazanıdır. Nitekim içinde bulunduğumuz yıla damgasını vuran Irak-Sam İslam Devleti örgütünün (IŞİD) terör eylemleri ile Irak ve Suriye bölgelerinde etkin olması Ortadoğu’daki çatısmanın boyutlarını gözler önüne sermektedir. 

Vaat edilmis topraklara geri dönerek İsrail Devleti’ni kurma amacı tasıyan Yahudilerin Filistin’e göçü, Ortadoğu’daki askeri-siyasi dengeleri tamamen değistirmis ve uzun bir dönemi kapsayan, günümüzde de devam ettiği söylenebilen Arap-İsrail savaslarına neden olmustur. Ancak elbette söylenenlerden de anlasılacağı gibi Ortadoğu’daki bölgesel çatısma 
yalnızca Arap-İsrail savaslarından ibaret değildir. SSCB’nin dağılması ve İran İslam Devrimi de Ortadoğu’daki dengeleri değistirmistir. Radikal totaliter Arap devletleriyle ılımlı Arap sultanlıkları arasındaki rejim farklılasması Ortadoğu’ya yeni bir kutuplasmayı da beraberinde getirmistir. Bu anlamda batı ülkelerinin tutumları oldukça önemlidir. Batı İsrail’i desteklerken aynı zamanda ılımlı Arap devletleriyle müttefik olmus ve kaynağını sosyalizmden alan Nasır ve Baascı rejimlerle bu ılımlı Arap devletlerini de karsı karsıya getirmistir. Bütün bu olaylar silsilesi orta doğudaki bölgesel çatısmayı tetiklemistir.3 

Türkiye Cumhuriyeti, 14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail Devleti’ni 28 Mart 1949’da tanıyarak, bu devleti tanıyan ilk devletler arasına girmistir.4 Ancak Türk-Yahudi iliskilerinin kökleri çok daha eskilere dayanmaktadır. 1492’de İspanya’dan kaçan Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmalarına izin verilmesi, II. Dünya Savası’nda Nazi soykırımından kaçan Yahudi bilim adamlarına Türk diplomatlar tarafından Türk pasaportu vererek 

Türkiye’ye kaçmalarını sağlaması Türkiye’de önemli miktarda Yahudi yerlesiminin olmasını sağlamıstır.5 

İsrail’in tanınmasından sonra, Türkiye ile İsrail adeta stratejik müttefik konumuna gelmistir. İki ülke arasında çok sayıda ekonomik, askeri ve siyasi isbirliği anlasması mevcuttur. Ayrıca özellikle 1958’de kurulan “Çevresel Pakt” kapsamında iki ülke arası istihbarat paylasımı iki ülke arası iliskilere 2000’li yıllara kadar canlılık kazandırmıstır. Nitekim İsrail’in istihbarat birimi olan MOSSAD’ın özellikle 1990’ların sonunda Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne yönelik çalısmaları olduğu bilinmektedir. Hatta PKK elebasısı Abdullah Öcalan’ın Kuveyt’te yakalanması ve Türkiye’ye tesliminde de MOSSAD’ın etkili olduğu iddia edilmektedir.6 

Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelmesi ve 2008’de Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Dısisleri Bakanlığı görevine getirilmesinden sonra değisen Türk Dıs Politikası, Türk-İsrail iliskilerinin seyri açısından da belirgin düzeyde bir baskalasım göstermistir. Ortadoğu İslam coğrafyası ile düzelen iliskiler bir yandan İsrail ile olusan gerginlikler seklinde kendini göstermektedir. “ Davos Krizi  ”, “ Mavi Marmara” olayı, “Alçak Diplomasi” tartısmaları seklinde patlak veren bu gergin iliskiler ancak 22 Mart 2013 tarihinde İsrail basbakanı 
Netanyahu’nun Mavi Marmara olayı için Türkiye’den özür dilemesi ile normallesme sürecine girmistir.7 

Türkiye-İsrail iliskilerini sekillendiren bir baska konu da İsrail’in Iraklı Kürtlere yönelik politikalarıdır. “ Dünyadaki en büyük devletsiz halk ”8 olduğu iddia edilen ve Ortadoğu’nun barındırdığı en büyük etnik gruplardan biri olan Kürtler, Ortadoğu’nun kalbi sayılabilecek bölgede bulunan devletlerin bağımsızlık arayan vatandasları olmaları bakımından küresel güçlerin ilgi odağıdır. Bu anlamda İsrail’in de Kürtlere yönelik ciddi atılımlar gerçeklestirdiğini görüyoruz. Ancak İsrail’in bölgede etkinlik kazanmak ve güvenlik stratejisini sağlam bir zemine oturtmaya çalısmak dısında baska amaçlarının da olduğunu birçok akademisyen ve arastırmacı tarafından yazılıp çizilmektedir. 

Bu çalısmanın amacı yukarıda bahsi geçen, İsrail’in Irak Kürtlerine yönelik politikalarını incelemektir. Ancak bu doğrultuda çalısmayı ağırlıklı olarak IŞİD öncesi dönemdeki İsrail-K.Irak iliskileri olarak yorumlamak daha doğru olacaktır. Zira IŞİD’in bölgede ani bir biçimde etkin olması sonucu örgütün küresel güçlerle, en çok da İsrail ile isbirliği içerisinde olabileceği iddialarını da beraberinde getirmistir. Kamuoyunda yer alan bu iddiaların herhangi bir ispatı henüz bulunmadığından çalısmanın bilimselliği açısından son bir 
yıllık IŞİD dönemi çalısmada yer almayacaktır. 

1. İsrail Devleti’nin Kurulus Süreci 

İsrail Devleti’nin kurulusu yıllar süren uğraslar sonucu 14 Mayıs 1948’de David Ben Gurion tarafından Tel-Aviv’de ilan edilmistir. Bu ilan Ortadoğu tarihinde bir dönüm noktası olmustur. 

Yahudiler İsrail kurunla kadar dünyanın dört bir yanında dağınık bir halde yasamıs, 

19. yüzyıla kadar dini, 19. yüzyıldan sonra ırksal bir temellendirme ile gettolasmıslardır.9 İnsanlık dısı uygulamalara hatta soykırımlara uğramıslar ve genellikle yasadıkları bölgeleri terk etmeye mecbur bırakılmıslardır. Bu noktada Hıristiyan ülkelerden göçe zorlanan Yahudilerin en önemli örnekleri 1920’de İngiltere’den, 1306 ve 1394’de Fransa’dan, 1349 ve 1360 Macaristan’dan, 1348 ve 1598 Almanya’dan, 1421 Avusturya’dan, 1445 ve 1495 Litvanya’dan, 1492’de İspanya’dan, 1497’de Portekiz’den kovulan Yahudilerdir. Çarlık 
Rusya’sında da Yahudilere yönelik tutum aynıdır. Rus Çarı Alexander’in 13 Mart 1881’de öldürülmesi ve suikasttan önce teröristin bombalarının bir Yahudi kadının evinde sakladığının anlasılması üzerine Rus yönetimi Yahudilere karsı harekete geçmekte gecikmemislerdir. 

Rusya çapında Yahudi katliamları 1881 yılında baslamıstır.10 Yakınçağda özellikle Rusya ve Romanya’da pek çok Yahudi dernek kurulmustur. 

Bunlardan en önemlileri “ Hibat Zion ” ve “ Hoveve Siyon ” isimli cemiyetler dir. Bu cemiyetler Yahudilerin Filistin’e göç ederek orada kendi siyasi birliklerini kurmaları gerektiğini savunmus ve kutsal kitapları olan Tevrat’a dayandırdıkları bu görüslerini halka yayma çabası içine girmislerdir.11 

Tevrat’tan gelen kutsal emirlerin kaynaklık ettiği göç dalgalarına “ Aliya ” denmektedir. Vaat edilmis toprak olan Filistin’e göçü sağlamak amacıyla kurulan birçok dernek kültürel 

Siyonizm metoduyla aliyaları sağlamaya yönelik propagandalar yapmıslardır. Özellikle Doğu Avrupa’nın aydın Yahudileri zengin Yahudi ailelerinden de bu noktada destek görmüslerdir. 
Örneğin Rothschilds Ailesi’nin birinci aliyadan Dsrail’in kurulmasına kadar olan süreçteki yardımları yadsınamaz.12 

İlk aliyadan sonraki toplumsal yapıyı değerlendirmek gerekirse üç tip Yahudi grubunun varlığı fark edilecektir. Bunlardan ilki Filistin’de süreklilik sahibi olan Sark Yahudileri, ikincisi İspanya ve Batı Avrupa’dan gelen Seferad Yahudileri, üçüncü grup ise özellikle Almanya ve Doğu Avrupa’dan gelen Askenaz Yahudileridir. Askenaz Yahudileri soykırım ve sürgünlere maruz kaldıklarından genellikle daha devrimci bir ruha sahiptirler. Ayrıca birinci göç dalgasındaki etkinlikleri de fazladır. İkinci göç dalgasına baktığımızda ise David Ben Gurion gibi önemli isimlerin bu aliyayla geldiklerini görüyoruz. İsrail Devleti’nin kurulmasında ikinci aliyayla gelen grubun önemi yadsınamaz. 13 

Yahudi aydınlanmasının en önemli ismi Theodor Herzl’dir. Herzl siyasi siyonizmi ete kemiğe büründüren kisidir. Herzl’in baskanlığında İsviçre’nin Basel kentinde bir araya gelen 

I. Dünya Siyonist Kongresi’nde “Filistin Yahudiler için anavatandır” kararı kesinlesmistir. Bu anlamda Filistin’i himayesinde barındıran Osmanlı Devleti’nin sultanı II. Abdülhamid ile görüsülmüs ve olumsuz yanıt alınmıstır.14 

Theodor Herzl öncülüğündeki Yahudiler dıs mihrakların da konuya ilgi göstermesini hedeflemislerdir. Bu doğrultuda Alman imparatoru II. Wilhelm, İngiltere basbakanı Lord Salisbury, Papa, İtalya Kralı III. Victor, Emmanuel, İngiliz Koloni Bakanı Joseph Chamberlain, Lord Cromer, Rusya’nın önemli sahsiyetleri Konstantin Plehwe ve Sergey Witte’dir.15 

İlkin dıs mihraklar tarafından çok fazla ciddiye alınmayan Yahudiler I.Dünya Savası döneminde önemli siyasi basarılar elde etmislerdir. Siyonistler özellikle Arap coğrafyasında sonuna kadar varlığını gösteren İngilizlerin desteğini kazanmayı basarmısladır. 2 Kasım 1917’de İngiltere dısisleri bakanı A. James Balfour tarafından kaleme alınmıs bir mektupla İngiltere’nin Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletine siyasi destek vereceği taahhüt edilmistir. Tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçen bu mektup İsrail Devleti’nin kurulma sürecindeki en önemli kilometre taslarından biridir. Bu deklarasyonla İngiltere siyonizmi resmen tanımıs ve desteklemistir.16 

Balfour Deklarasyonu’nu takip eden süreçte de İngilizlerin İsrail’e yardımları kesilmemistir. İngiltere’nin Haganah17 gibi Yahudi menseili ayrılıkçı militanlara da askeri yardımda bulunduğu iddia edilmektedir.18 

İngilizlerin Yahudilere desteği II. Dünya Savası sonlarına kadar devam etmistir. II. Dünya Savası sonunda 4–11 Subat 1945’te Yalta'da bir araya gelen üç galip ülkenin liderleri Franklin Roosevelt, Winston Churchill ve Joseph Stalin İsrail’in kurulmasını konusunda mutabık kalmıslardır. Yahudi lobileri sayesinde dünyanın bütün önemli güçlerini İsrail Devleti'nin kurulması için kullanan Siyonist Yahudiler, gerçekten de Herzl'in I. Siyonist Kongre'de söylediği gibi Dsrail'i 50 yıl içinde kurmuslardır.19 

II. Dünya Savası sonrası Haganah güçleri artık tam bağımsızlık istemleriyle İngiltere’yi de Filistin’den kovmak istemislerdir. Nitekim manda yönetimleri konusunda güçsüz düsen İngiltere, bu karmasık konuyu Subat 1947’de BM’nin çözümüne bırakmıstır. BM Genel kurulunda ise 2 Kasım 1947’de yapılan oylama ile 13 karsıt, 10 çekimser oya karsılık 33 oyla İsrail’in kurulması kabul edilmistir.20 

2. İsrail’e Genel Bir Bakıs 

İsrail Devleti kendini yegane Yahudi devleti olarak tanımlamaktadır. Devletin kendine yüklediği bu anlamdan dolayı tüm Yahudi diasporası gelip İsrail’e yerlesmekte özgürdür. Bu durum İsrail’e askeri ve kültürel anlamda faydalar sağlamaktadır. Yani demografik anlamda sağladığı katkıdan ötürü askeriyede kullanılacak insan gücü elde edilmekte ve Musevilik dini ve Yahudi kültürü bozulmadan nesillere aktarılabilmektedir.21 

İsrail Arap devletleri arasında sıkısmıs, coğrafi açıdan küçük bir ülke olmasına rağmen ekonomik bakımından komsularına oranla oldukça iyi durumdadır. Ancak küçük bir ülke olmanın elbette bazı handikapları vardır. İsrail’in handikabı ise su ve yer altı kaynaklarının yetersiz olmasından dolayı enerji konusunda dısa bağımlı kalmasıdır. 

Siyasi bakımdan da bölge devletlerinden çok daha iyi durumda olan ve özellikle gelismis seküler yapısıyla dikkat çeken İsrail’de azınlıklar ve hemen bütün siyasi gruplar kendilerini ifade sansı bulabilmekte ve hükümeti özgürce elestire bilmektedir.22 

Yukarıda ifade ettiğimiz temel yönleri ile Ortadoğu’dan farklı bir atmosfere sahip İsrail gerek etnik, gerek dinsel gerekse yönetsel yönleriyle kendisine komsu olan Arap ülkelerinden ayrılmıstır. İste bu ayrısma Ortadoğu’nun ve İsrail’in dününe, bugününe ve yarınına ısık tutması bakımından önemlidir. Çünkü İsrail’in ve diğer Ortadoğu devletlerinin dıs politikaları bu ayrısma çerçevesinde sekillenecek ve iç politikalarına yansıyacaktır. 

İsrail’in dıs politika algısının temel parametrelerine çalısmanın ilerleyen bölümlerinde değinilecektir. 

3. Türk-İsrail İliskileri 

28 Mart 1949’da Türkiye’nin İsrail’i tanımasından sonra  İsrail; Washington, Paris ve Londra’dan sonra dördüncü İsrail Askeri Ataseliği’ni Ankara’da açtı. Bu gelismenin nedeni İsrail’in her iki ülkenin de Batı gelisme modelini benimsemis olması ve Batı kampında yer alıyor olması nedeniyle Türkiye ile iyi iliskiler kurmak istemesiydi.23 

Ayrıca İsrail’in bölgedeki yalnızlığını laik devlet anlayısına sahip Türkiye sayesinde asarak Arap düsmanlarına karsı daha güçlü bir konuma gelmeyi hedeflediği bilinmektedir. 

Demokrat Parti döneminde Türk-ABD iliskilerinde Yahudi lobilerin etkili olmaya baslamıstır. 1950’li yıllar boyunca, ABD mali yardımlarının kesintiye uğraması ve Kıbrıs meselesi gibi konularda Yahudi lobisinin desteğine basvurulacaktır.24 

Türkiye-İsrail iliskilerindeki ilk gerginlikler Bağdat Paktı ve Süveys Bunalımı oldu. İsrail Türkiye’nin Bağdat Paktı’nda yer almasını, Arap-İsrail çatısmasında Arap devletlerine arka çıkması olarak algıladı. Süveys Bunalımı ise, Türk-İsrail iliskilerinde en önemli kırılma noktası olarak kabul edilmektedir. Mısır lideri General Cemal Abdülnasır, Süveys Kanalı’nın millilestirdiğini açıkladı. Bu açıklama sonucunda İsrail Mısır’a saldırması ile Türk kamuoyunda İsrail’e karsı bir tepki doğmustur. Bu çerçevede Türkiye 1950 yılında elçilik olarak açılan temsilciliği, Süveys Kanalı savası sonrasında 26 Kasım 1956 tarihinde maslahatgüzarlık seviyesine indirmistir.25 

Çalısmanın ilerleyen bölümlerinde daha detaylı incelenecek olan İsrail’i Çevreleme Politikası’nın bir ürünü olan “ Çevresel Pakt ” 26 Türkiye-İsrail iliskilerini yeniden canlandırmıstır. İliskilerde yasanan olumlu gelismelere paralel olarak diplomatik iliskiler 1963 Temmuz ayında yeniden Elçilik düzeyine çıkarılmıstır.27 

1967 Arap-İsrail Savası, 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması ve 1975’de Türkiye’nin Filistin Kurtulus Örgütü’nü tanıması olayları Türkiye-İsrail iliskilerinin 
gerilmesine yol açmıstır. Türkiye, 1973 Arap-İsrail Savası’nda tarafsız olduğunu açıklamıstır ancak uygulamıs olduğu politikalardan dolayı Türkiye’nin Arap devletlerinin yanında yer aldığı anlasılmaktadır. Örneğin Türkiye Arap devletlerine askeri malzeme tasıyan Sovyet uçaklarına hava sahasını açmıs, ancak İsrail’e yardım etmek isteyen ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanması engellemistir.28 

1963’de açılan Türkiye’nin İsrail elçiliği 1 Ocak 1980 itibariyle Büyükelçilik seviyesine yükseltilmistir. Ancak 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ve Kudüs’ü ebedi baskent ilan etmesi üzerine, 30 Kasım 1980 tarihinde, temsil seviyesi bu defa ikinci katip seviyesine düsürülmüstür. 1990’ların ilk yarısında İsrail-Filistin sorunundaki olumlu tablonun etkisiyle 1991 yılında diplomatik iliskiler yeniden Büyükelçi seviyesine yükseltilmistir.29 

1981 yılının sonlarında, İsrail Suriye’nin Golan Tepelerini tek taraflı olarak ilhak ederken Türkiye’nin bu ilhakı kınamaması İsrail’den Ermeni ASALA 30 terör örgütü hakkında istihbarat almasıyla sonuçlanmıstır.31 

İsrail-Türkiye İliskilerinin 1990’lı yıllarda en fazla ivme kazanmasına yol açan olay Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanması ve bu yakalanmada Kenya’da çok güçlü bir nüfuza sahip olan MOSSAD’ın Türk İstihbaratı’yla (MİT) isbirliği yaptığı iddiasıdır.32 

1990–2000 arası dönemde Türkiye aleyhine faaliyetlerini arttıran Ermeni ve Rum lobilerine karsılık Yahudi lobisinin uluslararası arenada Türkiye’yi desteklemesi Türkiye-İsrail iliskilerin olumlu olmasını sağlayan baska bir noktadır. İlk defa 1989’da ABD Senatörü Doles’in Ermeni Meselesi’ni ABD parlamentosuna getirmesi üzerine Yahudi lobisi devreye girerek kabulü engellemistir ve bu durum takip eden yıllarda da devam etmistir.33 Ak Parti Hükümeti döneminde Türkiye-İsrail iliskilerinin bozulmasının hemen sonrasında sözde Ermeni Soykırımı yasa tasarısı ABD senatosundan geçmistir. Bu durum da Yahudi lobisinin 90’lı yıllarda Türkiye’yi desteklediğine kanıttır. 

2000’li yıllara bakıldığında ise AKP politikaları doğrultusunda İsrail-Türkiye iliskilerinin sorunlu bir baskalasım sürecine girdiği söylenebilir. Bu dönem iliskilerinde sorunların baslangıcı ise 2004 yılına dayanmaktadır. 22 Mart 2004’te HAMAS’ın kurucu lideri Seyh Yasin’in Gazze Seridi’nde sabah namazından sonra İsrail helikopterlerince füze saldırısına tutularak öldürülmesi Türkiye ve İran tarafından “devlet terörü” olarak yorumlanmıstır.34 

AKP Dönemi İsrail-Türkiye iliskilerinin diğer akılda kalan gelismeleri, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda Basbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaskanı Simon Peres arasında geçen “ One Minute Krizi ” olarak hatırlanan tartısma, TRT’de yayınlanan Ayrılık dizisi sebebiyle İsrail tarafından Türkiye’ye nota verilmesi, Kurtlar Vadisi dizisinde İsrail’e hakaret edildiği gerekçesiyle İsrail Dıs İsleri Bakanlığı tarafından Türkiye Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a yapılan “alçak koltuk” muamele ve Mavi Marmara olaylarıdır. 

4. 2003 Sonrası Irak ve Kuzey Irak’ın Durumu 

Irak’ın ABD tarafından isgali genel anlamda 2003 yılından 2010 yılına kadar sürmüstür. Son kalan askeri birlik ise Barack Obama’nın talimatıyla 15 Aralık 2011’de ülkeden çekilmistir. İsgal altındaki bu yedi yıllık zaman dilimi, toplumsal yapıda bozulmaları, ekonomik sistemin çökmesini ve milyonlarca kisinin göçe zorlanmasını beraberinde getiren tramvatik bir süreçtir. ABD ve koalisyon askerlerinin ülkeyi tamamen terk etmis olmalarına rağmen iç çatısmalar, mezhepsel gerginlikler, intihar saldırıları ve iktidar çekismelerinin halen 
devam ettiği ülkede, isgalin etkilerinin devam ettiği bilinmektedir. 

Uluslararası Af Örgütü'nün son raporuna göre, Irak'ta isgalin onuncu yılında hala sivillere yönelik siddet, tutukluların usül dısı yargılanması ve iskenceye maruz kalmaları gibi insan haklarını ihlal eden durumlar görülmektedir.35 

İsgal sonrası geçen bu yedi yıllık sürecin en önemli etkisi Irak siyasal hayatının dibe vurmasıdır. Süreç Iraklıların o tarihe kadar baskıyla sindirilmis dini ve etnik aidiyetlerini yeniden gün yüzüne çıkarmıs ve Iraklıların kutuplasmalarına sebep olmustur. Farklı yapıların belirmesi siddeti de körüklemis ve sosyo-politik anlamda darboğazda olan Irak’ta daha derin yaralara yol açmıstır. Süreç “de jure” olarak olmasa da “de facto” olarak ülkenin siyasi ve etnik olarak bölünmesine yol açmıstır. Bu bölünme ISDD terörü ile daha da belirgin düzeye 
ulasmıstır. 

5.1 Irak’ta Temel Siyasi Dinamikler: Asiretçilik, Mezhepsel ve Etnik Siyasetçilik 

5.1.1. Asiretçilik 

Irak geleneksel toplum yapısının en önemli unsurlarından biri olan asiretler36, Irak devletinin kurulusundan itibaren yönetimde söz sahibi olmuslardır. Krallık döneminde asiretlerin kralın seçilmesi konusunda karar alıcı mekanizma olmasının yanında bu konumları 1958 Darbesi ile kurulan cumhuriyet yönetiminde de devam etmistir.37 

Daha çok kırsal kesimde bağlayıcı olan asiret kültürüne en büyük darbeyi 1960’lı yıllarda, Saddam Hüseyin eliyle yapılan toprak reformu vurmustur. Köylerde yasayan pek çok Iraklı sehirlere göç etmek durumunda kalmıs ve sanayi sektöründe çalısmaya yönelmistir. Ancak 1980–90 yılları arasında İran-Irak Savası’nda Irak savunmasında kullanmak üzere asker ihtiyacına düstüğünden Saddam Hüseyin asiretçiliğe geri dönüs yapmak durumunda kalmıs ve politik programında asiret reislerini açıkça desteklemistir. 
Asiret reislerine savunmayı güçlendirmek için para ve otonomi vaatlerinde bulunduğu bilinmektedir.38 

Saddam’ın devrilmesinden sonra da asiret sisteminin önemini koruduğu 31 Ocak 2009 ve 7 Mart 2010 seçimlerinden anlasılabilmektedir. Siyasi partiler oy tabanlarını genisletebilmek için büyük asiretlerin destekledikleri temsilcileri öne sürerek rant elde etmeye çalısmıslardır. Ayrıca bugün de Irak parlamentosu ve vilayet meclisleri gibi önemli idari makamlarda çok sayıda asiret reisi ya da önde gelen asiret üyesinin görev yaptığı bilinmektedir.39 

5.1.2. Etnik ve Mezhepsel Siyasetçilik Şiiler 

Irak’ta Siiler baslangıçta sayıca çok olduklarını düsünerek ABD isgaline ilk etapta duyarsız kalmıslardır. Çünkü Irak halkının %60’ını olusturan bu kesim Saddam Hüseyin’in düsürülmesinin kendilerini iktidara götürebilecek yol olduğuna inanmıslardır. Ancak Şiiler Irak’taki diğer siyasal aktörlere karsı demografik avantajlarını ileri sürememislerdir. Bu durumun en önemli sebepleri; Sii halkın kendi içerisinde Kürt ve Arap Şiileri olarak ikiye ayrılması, Kürt Siilerin Sii kimliklerinden çok Kürt olmayı seçmeleri ve Siilerin basında Şiilik propagandası yapacak karizmatik bir liderin bulunmamasıdır. 

Siiler içinde etkin olan iki önemli grup bulunmaktadır: Mukteda El-Sadr grubu ve İslami Yüksek Konsey grubu. 

Mukteda El-Sadr, Irak siyasetinde oldukça etkili bir liderdir. Sadr, mutsuz ve issiz Sii gençleri güdümleme konusunda çok basarılı olması ve Irak’ta dini eğitim hususunda önde gelen ailelerden birine mensup olusu sayesinde dindar takipçilerinden olusan halihazırda örgütlenmis bir siyasi gücü de mevcuttur. Bu güç 60.000 militanı olduğu tahmin edilen “ Mehdi Ordusu ”dur. Bu orduya İran tarafından para ve silah yardımında bulunulduğu iddia edilmektedir.40 

Sadr’ın mezhepçilik eksenli iç ve dıs politikada oldukça etkin olduğuna dair bir baska kanıt da Türk Dısisleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kasım 2013’te Sii lideri Bağdat’ta ziyaret etmesidir.41 

İslami Yüksek Konsey’e gelirsek, önceki adı Irak İslami Devrim Yüksek Konseyi (SCIRI) olan, Sii kökenli siyasi grup, 1980 yılının baslarında İran’da sürgün hayatı yasayan Iraklı Siiler tarafından kurulmustur. Konsey Güney’de yasayan Siilerden büyük destek almaktadır. Amerikan isgaline karsı takındığı sert tavırla dikkat çeken partinin amacı Kuzey Irak’ta Kürtlerin yaptığı gibi Siileri bir araya getirerek federatif bir yapı meydana getirmektir. Bu anlamda Sadr ve grubu ile kutuplastıkları görülmektedir.42 

Sünniler 

Sünniler Irak toplumunun yaklasık % 20’sini olusturmaktadır ve Şii topluluğa göre azınlıkta kalmaktadır.43 

Kurulusundan bu yana Irak’ta idari konumda bulunan, Baascılığın ve Saddam Hüseyin’in temsilcisi olarak görülen Sünniler ABD isgalinden sonra siyasal alanda dıslanmaya baslamıslardır. Özellikle Sii Basbakan Nuri Maliki’nin iktidara gelmesi ile Sünni- Şii çatısması artarak devam etmistir. Maliki tarafından kendilerine ikinci sınıf vatandas muamelesi yapıldığını iddia eden Sünniler’in 44 özellikle radikal İslam yanlısı olanların ISİD terörü çatısında birlesme sebebi de söz konusu dıslanmadır. 

İslamcılar ve Baascılar olarak kendi içlerinde farklı fraksiyonlara sahip Sünniler’in Baas kanadı istemeyerek de olsa ABD tarafından destek görmektedir. ABD her ne kadar Baascılara destek vermekten hoslanmasa da bu politikayla hem Siilerin asırı İslamcı söylemlerle İran’a yakınlasmasını engellemeyi hem de radikal İslamcı Sünnilerin terör içerikli politikalarını dengelemeyi hedeflemektedir.45 

Kürtler 

Irak Kürtleri de Siiler gibi Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra siyasi etkinliklerini arttırabilecekleri umudu ile hareket etmislerdir. Bu anlamda çesitli stratejiler doğrultusunda hareket etmekte olan Kürtler aynı zamanda ISİD’in bölgedeki etkisini kırmada en etkin olan gruptur. Kürtlerin ISİD ile mücadele dısında belirlemis oldukları stratejinin ilk ayağı ABD’nin desteğini almak ve ABD’de lobicilik faaliyetlerine girismek olmustur. 

Irak Kürt stratejisinin ikinci ayağı ise Kuzey Irak’taki Kürt kurumsallasmasını sağlama çabasıdır. Bugün Kuzey Irak’ta ayrı bir parlamento, merkez bankası, postane hizmeti, eğitim bakanlığı, Irak’tan ayrı bir bayrak ve ulusal mars bulunmaktadır. 

Iraklı Kürtlerin yasalarla sağlamlastırmak istedikleri kazanımların basında geçmiste “ Uçusa yasak bölge” ilan edilen Irak’ın Kuzeyindeki üç vilayetten olusan “de facto” yapı gelmektedir. Bu yapı 2005’te kabul edilen Irak anayasası ile resmilesmistir. Bu durum bağımsızlıklarını kazanmak isteyen Kuzey Irak Kürtleri için büyük bir zaferdir. 

Irak Kürt siyaseti denilince akla ilk etapta Kürdistan Demokratik Partisi (KDP)46 ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)47 gelmektedir. Birisi Behdinan (Duhok) ve Erbil vilayetleri ve çevresinde; diğeri ise Soran (Süleymaniye) çevresinde sekillenen bu iki parti Kuzey Irak’taki siyasi yasamın belirleyicileridir.48 Ancak son zamanlarda Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi’nin, Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne karsı üstün geldiği görülmektedir. Hatta 21 Eylül 2013’de yapılan Kuzey Irak Bölgesel Yönetim parlamento seçiminde Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden daha fazla oy alan baska bir parti daha mevcuttur: Gorran (Değisim) Partisi.49 

Kuzey Irak’ta Şuan ki hakim siyasal sistemi tespit etmek için seçim sonuçlarına bir bakalım: 





Kaynak: www.orsam.org.tr 

Sonuçları bakımından Eylül 2013 Seçimlerini incelediğimizde Gorran Partisi’nin ikinci olmasıyla beraber Kürt siyasetindeki iki partili sisteme veda edildiğini görüyoruz. 
Ayrıca verilere göre seçim sonucunda hiçbir partinin tek basına iktidar olma sansı olmadığını da belirtmekte yarar var. Bu anlamda geçerli olabilecek en geçerli senaryo Neçirvan Barzani önerliğinde tüm partileri içeren bir hükümetin kurulmasıdır. Ancak bu noktada her ne kadar seçimlerden zararlı çıkmıs olsa da KYB’nin önemi büyüktür. KYB olmaksızın koalisyona gidilemez.50 

5. Türkiye’nin Irak Politikası ve Kuzey Irak Algısı 

Kuzey Irak51 Körfez Savası’na kadar Irak ülkesinin kuzey bölgesi olarak algılanmıs, Körfez Savası’ndan sonra bu algı bir siyasi hareketin simgesi olarak değismistir. II. Körfez Savası’ndan sonra isyan eden Kuzey Irak’lı Kürtlere yönelik düzenlenen operasyonlarda pek çok insan yasamını yitirince BM yasanan can kayıplarına önlem olarak 32. enlemin güneyi ve 36. enlemin kuzeyi arasındaki bölgeyi uçusa yasak bölge ilan etmis ve Irak Hava Sahası’nı üç bölgeye ayırmıstır.52 


1991’de Türkiye’nin de içinde bulunduğu Çekiç güç 53 sayesinde Irak ordusu Kuzey Irak’tan tamamen çekilince Kürtlerin aktif iki siyasi partisi Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği federatif yapı kararı almıstır. 17 Mayıs 1992’de yapılan seçimlerle ve 7 Temmuz 1992’de Kuzey Irak’ın Bakanlar Kurulu olusmus ve devletlesme süreci kısmen baslamıstır. Kendi toprak bütünlüğünün zedelenmesinden kaygı duyan ve bu duruma siddetle karsı çıkan Türkiye, böyle bir olusumun bölgede barısın sağlanmasını sekteye uğratacağını savunmustur.54 

4 Ekim 1992’de Kuzey Irak’ta Kürdistan Federe Devleti kurulduğu ilan edilmistir. 2003’de Saddam Hüseyin’in devrilmesine kadar olusan bu de facto yapı Suriye, İran ve Türkiye tarafından tanınmamıstır.55 

Kuzey Irak’ta kurulmak istenen bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye’nin güvenliğine en önemli etkisi, Türkiye’de yasayan Kürt gruplarca bağımsızlık düsüncesinin talep edilme ihtimali ve bu düsüncenin terör örgütü PKK kanalıyla hayata geçirilmeye çalısılmasıdır.56 

Sevr Anlasması’na devamlı atıfta bulunması nedeni ile “Sevr Sendromu” olarak adlandırılan düsünce sisteminin özünde Türkiye’nin her an dıs mihrakların etkisi ile bölünebileceği korkusu vardır.57 

6. İsrail’in Güvenlik Stratejisi ve Irak 

1950’li yıllarda Ortadoğu’yu kasıp kavuran Baas Partisi ve lideri Abdülnasır kurulusundan beri bölgede “Müslüman Arap denizi tarafından bir ada gibi çevrelenen”58 
İsrail’in yeni güvenlik stratejileri gelistirmesine neden olmustur. İlk etapta MOSSAD eliyle iki önemli strateji uygulanmaktadır. Bunlardan ilki Baas Partisi dalgasına karsı güdümlü Arap Monarsilerini desteklemek, ikincisi ise sömürgeci Batı devletleri ile isbirliği yaparak İsrail’in bölgede tutunabilmesini sağlamaktır. 

İsrail ile isbirliği içinde olan sömürgeci Batı devletlerine örnek verilebilecek en önemli yakınlasma 1954 yılında Fransa ile yasanmıstır. Cezayir halkının “Bağımsızlık Savası”nı yakın takibe alan MOSSAD gerilla savası konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olmayan 

Fransız askerine özellikle helikopter kullanımı konusunda eğitimler vermis ve bu savasın en azından 1962 yılına kadar uzamasını sağlamıstır. Fransız birliklerini eğitmek için Cezayir’e giden iki general oldukça dikkat çekici isimlerdir: Yitzhak Rabin ve Haim Herzog. Bu iki önemli sim 90’lı yıllarda İsrail’de basbakanlık ve devlet baskanlığı yapacaklardır.59 

İsrail’in desteklediği monarsiler ise basta İran’da Sah Rıza Pehlevi olmak üzere Fas kralı Hasan, Ürdün kralı Hüseyin’dir. Bahsi geçen monarsilerin çok uluslu, çok etnikli yapısından ileri gelen iç politik meselelerinde devreye giren MOSSAD sayesinde İsrail bu yönetimlerin sempatisini kazanmıstır.60 
Bahsi geçen İran-İsrail isbirliği Rıza Pehlevi’nin SAVAK’ının MOSSAD tarafından özellikle iskence teknikleri bakımından eğitilmesinden, iki ülke arası silah alım-satımına kadar her konuda kendini göstermektedir. Ancak bu isbirliğinin İran açısından en önemli yanı İran’ın Amerika’daki Yahudi Lobisinin İran lehine söylemlerde bulunmasıdır.61 

İsrail’in 1950’li yılların basında ortaya koymus olduğu politika oldukça akıllıca olsa da dönemin konjonktürü İsrail’in strateji değistirmesini gerektirmekteydi. Çünkü ne monarsiler ne de sömürgeci devletler bölgede tutunamamıslardı. Artık hemen hemen bütün Ortadoğu Nasır’ın baslattığı Anti-İsrailci, Solcu-Milliyetçi dalganın içindeydi. 
Dolayısı ile İsrail’in çok daha ciddi güvenlik stratejileri gelistirmesi gerekliydi. “ Çevre Stratejisi ” adı verilen yeni bir strateji gelistiren İsrail’in ana hedefi bu kez İran, Türkiye ve Etiyopya gibi Arap olmayan ülkelerle ittifak kurmaktı. Nitekim çalısmanın konusunu olusturan İsrail’in Kürt politikaları da bu kapsama alınabilir. 

İsrail’in çevreleme politikası kapsamında en önemli gelisme Türkiye ile imzaladığı “ Çevresel Pakt ” olmustur. 

Çevresel Pakt’ta olmayan ama çevreleme politikasının bir diğer ayağı olan Etiyopya ile ise İsrail en çok “ Eritre Sorunu ”nda yakınlasmıstır. Etiyopya’nın kuzeyinde yer alan Eritre Osmanlı yönetiminden sonra ilkin İtalyanların eline geçmis sonrasında ise BM kararı ile Etiyopya’ya özerk olarak bağlanmıstır. Ancak Kasım 1962’de Etiyopya imparatoru Eritre’yi tek taraflı olarak Etiyopya’ya bağladığını açıklamıstır. Eritre’nin Müslüman halkının bu durumu kabul etmemesi üzerine baslayan iç savasta elbette İsrail imparatora destek vererek 
Etiyopya’nın kontrgerilla timlerini Müslüman Eritrelilere karsı eğitmistir. Sonuç olarak Etiyopya-İsrail arasındaki sıcak iliski temellerinin iki ülkenin de İslam karsıtlığına dayanması bakımından önemlidir.62 

 < 1970’li ve 80’li yıllar İsrail’inde ise yeniden farklı arayıslar söz konusu olmustur. 

Zira 1979’da Trident’in üçüncü disi İslam Devrimi ile sökülmüstür. Sonuç olarak uluslararası iliskilerde çok klasik olan “ Böl-Yönet ” yaklasımı İsrail’in beka stratejisine konu olmustur. Bu Stratejinin uygulanmaya baslandığını bize doğrudan kanıtlayan belge Dünya Siyonist Dergisi Kivunim’de 1982’de, eski bir diplomat olan Oded Yinon imzasıyla yayınlanan “1980’lerde İsrail için Strateji” adlı makaledir. Makalede ele alınan temel strateji bugün Türkiye’de tanık olduğumuz “ Alevi-Sünni ” ve “ Türk-Kürt ” etnik ve dini temelli ayrısmalarıyla aynıdır.63 Oded Yinon’un raporuna göre Ortadoğu herhangi bir bölgesel ayaklanmada dağılmaya hazırdır çünkü hiçbir sekilde sosyolojik bağlarla bağlanmıs birer ulus-devlet değillerdir. Aksine sömürgeci devletlerin nüfus ya da mezhepsel temelleri göz ardı ederek yalnızca kendi idari bölüsümlerine göre olusturdukları yapay devletlerdir. Örneğin “Suriye Milleti” ya da “Irak Milleti” gibi sosyolojik terimler bu devletler için kesinlikle kullanılamaz.64 

Oded Yinon’un Raporları doğrultusunda Lübnan İç Savası’nda, Yemen İç Savası’nda, Umman İç Savası’nda, Sudan ve Çad Dç Savasları’nda bile MOSSAD’ın etkisinin olduğunu düsünebiliriz.65  Ancak Yinon’un makalesinde İsrail’in “Böl ve Yut ” stratejisini gelistirdiği baska devletler de olduğunu görüyoruz. Bilhassa bugünkü konjonktür bazında oldukça önemli tespitler oldukları için özellikle altı çizilerek aktarmak gerekmektedir: 

Suriye ve Irak. 

Oded Yinon’un Suriye konusundaki yorumları Cevat Eroğlu’nun “İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler ” Adlı kitabında kendi makalesinden su sekilde yer bulmustur: 

“ Suriye etnik yapısına uygun olarak bugün Lübnan’da olduğu gibi çesitli devletlere ayrılacaktır. Böylece kıyıda bir Sii-Alevi Devleti, Halep bölgesinde bir Sünni Devleti, Sam’da buna düsman bir baska Sünni devleti ve Havran, Kuzey Ürdün ve belki bizim Golan’da bir Dürzi devleti. Böyle bir devletlesme uzun vadede bölgede barıs ve güvenliğin garantisi olacaktır ve bu hedef bugün artık erisebileceğimiz kadar yakındır… >

Bugün Suriye Ordusu’nun büyük bölümü Sünnidir ama baslarında Alevi subaylar vardır. Bunun vadedeki önemi büyüktür ve bunun içindir ki, ordunun sadakati uzun ömürlü olamaz. İktidardaki güçlü askeri rejim - Hafız Esad Rejimi-dısında Suriye’nin temelde Lübnan’dan hiçbir farkı yoktur. Nitekim bugün Sünni çoğunluk ile iktidardaki Alevi azınlık nüfusunun (yalnızca %15’i) arasında sürmekte olan gerçek iç savas içteki sorunun vahimliğini gözler önüne sermektedir.”66 

Yinon’un çalısmasının bu kısmında bahsedilenlerin Suriye’nin Alevi-Sünni eksenli bugünkü mevcut duruma bakarak basarılı birer öngörü olduğunu söylemek doğru olacaktır. Yinon’un makalesinde önemli görülen ve aynı zamanda çalısmamızın da konusunu teskil eden Irak bölünmesi üzerindeki İsrail politikalarını da Erdal Sarızeybek’in “ Kurt Kapanı ” adlı kitabından su sekilde aktaralım: 

“ Bir taraftan petrol zengini olan ancak diğer taraftan parçalanmıs bir ülke olan Irak’ın İsrail’in hedefine aday olması garantidir. Bizim için Irak’ın feshi, Suriye’nin feshinden bile daha önemlidir. Irak Suriye’den daha güçlüdür. Kısa vadede İsrail’in en büyük tehdidi Irak’ın gücüdür. Bir Irak-İran savası Irak’ı parçalayacak ve bize karsı genis bir cephede çatısmaya imkan vermeden çökmesine sebep olacaktır. Araplar arasındaki her türlü çatısma kısa vadede bize yardımcı olur. Bir hedef olan Irak’ın parçalanması için yolu kısaltır. 
Osmanlı döneminde Suriye’de olduğu gibi. Irak’ta da etnik ve dini bazda bölgelere bölünme mümkündür. Üç büyük sehir etrafında üç (veya daha fazla) eyalet var olacaktır. Basra, Bağdat, Musul ve Güney’deki Sii Bölgeleri Sünni ve Kürt Kuzeyi’nden ayrılacaktır. Mevcut İran-Irak çatısmasının kutuplasmayı derinlestirmesi olasıdır.”67 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

ENERJİ GÜVENLİĞİ POLİTİKALARI VE KIRIM BÖLÜM 2



 ENERJİ GÜVENLİĞİ POLİTİKALARI VE KIRIM BÖLÜM 2


   Kırım'ın ilhakından önce yarımadanın Karadeniz açıklarındaki rezerv bölgeleri, Ukrayna ve Rusya arasında paylasılmıs durumdaydı.61 Gelinen noktada ise bu bölgelerin statüsü tartısmalı ve sorunlu hale gelmistir. 1991'den sonra tesis edilen Karadeniz'deki dengelerin güç politikalarıyla, ani bir sekilde ve uluslararası hukuka aykırı olarak değistirilmesinin bölgede benzer baska sorunlar da yaratabileceği değerlendirilmektedir. Ancak belirsizliğin devam etmesi, özellikle yeni olusan enerji jeopolitiğinden son derece memnun olan Rusya'nın çıkarlarına hizmet etmektedir. 

Rusya'nın diğer bir kazancı enerji sirketi Chornomornaftogaz'ın 62 kontrolünü ele geçirmek olmustur. Daha uluslararası açıdan mesruiyeti tartısmalı olan bağımsızlık ve Rusya'ya bağlanma kararı Kırım Parlamentosu'ndan çıkarılmadan önce Rusya'ya yakınlığıyla tanınan Rustam Temirgaliev63 , bağımsızlığın ardından Chornomornaftogaz'ın, Gazprom'a satılabileceğinin isaretini vermistir.64 Chornomornaftogaz baskan yardımcısı Volodymyr Plechun ise böyle bir islemin gerçeklestirilmesine dahi gerek kalmadan, sirketin yönetiminin 
fiilen Gazprom'a devredildiğini söylemis ve Rustam Temirgaliev'i suçlamıstır. Chornomornaftogaz'ın yeni teçhizatları, arama lisansları ile diğer malvarlıkları arasında Rusya'nın ilgisini oldukça çeken öğeler mevcuttur ve sirketin kontrolünün fiilen ele geçirilmesinin ardından Gazprom'un toplam değeri 50 milyar dolara ulasmıstır.65 

Ayrıca Kırım'ın isgal edilmesi, Gazprom'un oldukça önem verdiği Güney Akım projesi bağlamında da Rusya'nın elini güçlendirecek fırsatlar yaratabilecektir. Su altı kısmı Rusya'nın Karadeniz kıyısındaki Anapa kentinden baslayarak Türkiye'nin Karadeniz'deki münhasır ekonomik bölgesinden geçecek ve Bulgaristan'ın Varna sehri yakınlarında karaya çıkacak Güney Akım projesi, her seyden önce boru hattı insaatları tarihindeki en yüksek maliyetlerden birisine sahip olması nedeniyle oldukça elestirilmistir. Ayrıca oldukça derin sulardan geçecek olması sebebiyle gerektirdiği karmasık teknoloji ve çevre açısından barındırdığı tehlike potansiyeli nedeniyle de kaygı verici bulunmustur. Bu nedenlerden dolayı kendi transit konumunu güçlendirmek isteyen Ukrayna hükümeti 2011 senesinde projenin rotasının Kırım üzerinden geçecek sekilde değistirilmesini teklif etmistir. Ancak zaten doğalgaz akısı konusunda Ukrayna'dan sikâyetçi olan ve bu ülkeden geçen hatları çesitlendirmek isteyen Rusya teklife sıcak bakmamıstır. Kırım'ın ilhak edilmesinin ardından, 2011 yılında Ukrayna tarafından yapılan ancak reddedilen teklif bugün Rusya için rasyonel bir seçenek halini almıstır.66 Güney Akım'ın rotasının Kırım üzerinden geçirilmesi, denizden geçilmesi gereken uzunluğu kısaltacak ayrıca denizde yapılacak çalısmaların da daha sığ sularda gerçeklestirilmesini sağlayacaktır. Böylece projenin maliyet, karmasık teknoloji ve çevresel riskler gibi dezavantajları ortadan kaldırılabilecektir. Ayrıca Karadeniz'deki münhasır ekonomik bölgesi proje dısında bırakılmak suretiyle Rusya'nın Ukrayna siyasetine destek vermeyen hatta düsük tonda da Batı yanlısı bir tutum sergileyen Türkiye'nin cezalandırılması sağlanacaktır. 

Bu incelemelerin ısığında Kırım'ın isgalinin, Rusya'nın oldukça önem verdiği Karadeniz Havzası'ndaki enerji jeopolitiğini köklü sekilde değistiren, planlı ve rasyonel bir hareket olduğunu söylemek mümkündür. Rusya'nın Kırım'ı ilhak ettikten sonra, siyasi ve ekonomik bir takım yaptırımlara maruz kalsa da, Amerika Birlesik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi güçler tarafından daha ciddi sekilde uyarılmamıs olması ve ilhak islemi tanınmasa bile Rusya lehine olan belirsizliğin sürmesi de bu tespiti doğrulamaktadır. 

Sonuç 

Günümüzde, Rusya'nın 1991'de yasamıs olduğu ve jeopolitik felaket olarak adlandırdığı süreç içerisinde uğradığı kayıpları telafi edecek hamleleri hayata geçirmeyi hedeflediği artık açık biçimde ortaya çıkmıstır. 2000 senesinden günümüze kadar, Federal Güvenlik Servisi eski baskanı olan Vladimir Putin'in devlet baskan vekili, basbakan veya devlet baskanı sıfatlarıyla Rusya'nın siyasetine hükmettiği dönem içerisinde, Rus oligarkının gücünün kırılması ve küresel enerji piyasasında yükselen fiyatların yarattığı itici güç, yeni 
jeopolitik hedefler pesinde kosabilmek için gereken zemini hazırlamıstır. 

Öngörülmesi çok da zor olmayacak sekilde, Rus liderin tek kutuplu dünya düzeni karsıtlığı söylemlerinin ve Rusya'nın küresel bir güç olduğu iddialarının ilk uygulama sahası olarak 1991'de yasanan jeopolitik kayıpta en büyük paya sahip Ukrayna toprakları seçilmistir. Ukrayna'nın bağımsızlığını kazanmasının ardında geçen 23 yıl içerisinde siyasal sisteminde istikrar sağlayamaması, oligark yapılanmalarının keyfi hareketleriyle idare edilmesi, Batı'lı kurumlarla bütünles meyi sağlayacak reformları hayata geçirememesi ve vatandaslarının talepleri ni göz ardı etmesi de Rusya'nın hamleleri için uygun zemin hazırlamıstır. 

Yasanan sürecin salt Rusya ve Ukrayna iliskileri düzleminden hareketle yalnızca tarihi, kimliksel, demografik ya da ekonomik etkenlerin bir ya da bir kaçıyla açıklanabilmesi durumu, 27 Subat 2014 tarihinde Rusya'nın Kırım'a açık müdahalesiyle birlikte geçerliliğini kaybetmistir. Soğuk Savas dönemi sonrasının bilinen ezberlerini bozan ve uluslararası iliskiler alanında haklı bir saskınlık yaratan bu olay, farklı perspektiflerden daha kapsamlı incelemelerin yapılmasını gerektirmektedir. 

Süphesiz ki böyle bir uğras, bünyesinde saha çalısmaları da barındıran ve daha yoğun emek isteyen analizler yapılmasını gerektirmektedir. Bu çalısmada ise Kırım'ın ilhak edilmesinin ardında yatan sebepleri ortaya koyarak yasanan süreci anlamlandırmak ve analiz etmek için klasik yaklasımların yetersiz olduğu tezinden hareketle, Rusya'nın dıs politika tercihleri sebebiyle ödemesi beklenen fakat bir türlü gerçeklesmeyen bedelleri tespit etmek yerine, Kırım'ın isgal edilmesiyle elde ettiği kazanımlar ortaya konulmaya çalısılmıstır. 

Rusya'nın radikal bir kararla Kırım'ı isgal etmesi ile sağladığı kazanımların neler olabileceği sorusu, yeni Soğuk Savas beklentilerinin ve çatısma ihtimallerinin arttığı bir ortamda, Sanayi Devrimi'nden bu yana jeopolitik mücadelelerin konusu haline gelen enerji politikalarının incelenmesini gerektirmistir. Bu sebeple öncelikle Kırım'ın tarihi ve jeopolitik önemi açıklanarak tarihte kendisine sahip olan uluslara sağladığı avantajların neler olduğu belirlenmeye, böylelikle de günümüzde üzerinde hâkimiyet kuran devletlere sağlayabileceği kazanımlara dair ipuçlarına ulasılmaya çalısılmıstır. 

Kırım'ın tarihi ve jeopolitik önemi bugüne ısık tutacak sekilde ortaya konulduktan sonra enerji güvenliği ve enerji politikaları ile ilgili temel bilgiler derlenerek, çalısmanın baslangıçta belirlenen amacı için ihtiyaç duyulan parametreler temin edilmeye çalısılmıstır. Bu bölümde enerjinin geçmisi ile enerji jeopolitiği, enerji güvenliği ve enerji politikaları kavramlarının olusumu açıklanmaya çalısılmıstır. Ayrıca Kırım ve yakın çevresi için önemli olduğu düsünülen Rusya'nın enerji politikası ile bir enerji kaynağı ve diplomatik silah olarak doğalgaza iliskin bilgiler sağlanmıstır. 

Sonraki bölümde, geçmiste daha çok siyasi ve askeri amaçlarla kullanılan jeopolitik temellendirmelerin günümüzde enerji politikalarına yön verecek sekilde kullanılıyor olmasından hareketle Kırım'ın tarihi ve jeopolitik önemi, enerji güvenliği ve politikalarıyla bir arada değerlendirilerek, günümüzün enerji jeopolitiği Kırım'ı merkez alacak sekilde değerlendirilmeye çalısılmıstır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde çalısmanın basında tespit edilen sorulara verilebilecek rasyonel yanıtlara ulasılabilmistir. 

Bu kapsamda, Kırım'ın tarih boyunca Karadeniz Bölgesi'nde kendisine sahip olan tarafa sağladığı üstünlüğün bugün enerji jeopolitiği bağlamında da devam ettiği anlasılmıstır. Karadeniz'de 1991'de yasadığı jeopolitik gerilemeyi telafi etmeyi isteyen Rusya'nın çabaları, yalnızca tarihi, siyasi ya da askeri kaygıların ürünü değil aynı zamanda bölgenin enerji geçis güzergâhı olmasından da kaynaklanan uğraslardır. Enerji jeopolitiği içerisinde, enerjinin arz noktalarına sahip olmanın mı yoksa enerji transit güzergâhlarını kontrol etmenin mi enerjiye hükmetmeyi sağlayacağı tartısmalı bir konudur. Ancak günümüzde zaten en büyük enerji ihracatçılarından olan Rusya'nın, enerji transit güzergâhlarında da kontrolü ele geçirerek büyük bir imparatorluk haline gelmeye çalıstığı değerlendirilmektedir. Bu strateji içerisinde Kırım Karadeniz'e hâkim konumu nedeniyle özel bir öneme sahiptir. 

Kırım'ın ilhak edilmesi Rusya'nın enerji politikalarına bir katkı sağlamaktadır. Ancak bu katkı, Kırım'ın tasıdığı enerji potansiyelinden istifa edilmesi seklinde doğrudan olmaktan çok, enerji ithalatçısı gelismis devletlerin Rusya'ya olan enerji bağımlılıklarını azaltacak projelerinin engellenmesi tarzında yani dolaylı bir kazançtır. Ancak Rusya'nın uluslararası hukuku hiçe sayarak gerçeklestirdiği ilhak islemi neticesinde uğradığı diplomatik ve ekonomik yaptırımlardan kaynaklanan zararlarını telafi edebileceği enerji kapasitesi de Kırım'da mevcuttur. Baska bir deyisle Kırım üzerinde sağlanan hâkimiyet Rus enerji politikalarını hem doğrudan hem de dolaylı olarak güçlendirebilecektir. Potansiyel olarak sağlanan her iki kazancın da hangi ölçüde gerçeklestirilebileceği ise ancak zaman içerisinde aydınlatılabilecek bir konudur. 

Kırım üzerinde yasanan mücadelenin yarattığı bütün sonuçlar bir arada değerlendirildiği zaman, Kırım'ın ilhak edilmesinin ardında yatan sebebin, Kırım'da yasayan Rus kökenli insanların korunmasından ibaret olan resmi tez ile uyusmadığı değerlendirilmektedir. Zaten Suriye'de yasanan olaylara karsı, Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi kararı olmadan askeri müdahalenin gündeme gelemeyeceği tezini savunan Rusya'nın Kırım'da benzeri taleplere kulaklarını tıkaması, Kırım'ı ilhak etmesine sunduğu tüm gerekçelerin samimiyetinin sorgulanmasını zorunlu kılmaktadır. Rusya'nın sergilemis olduğu dıs politika davranısıyla, belirli bedeller ödemeyi de göze alarak, elde ettiği kazanımlar enerji jeopolitiği zeminine dayanmaktadır. Bu sebeple egemen baska bir ülkenin stratejik toprak parçası olan Kırım Yarımadası'nın isgal edilmesini, planlanmıs, rasyonel ve enerji politikaları bağlamında kazanımlar sağlayan bir dıs politika davranısı olarak kabul etmenin uygun olacağı değerlendirilmektedir. 


DİPNOTLAR;


1 Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklasım, çev. Vügar Dmanov, 7. Baskı, Küre Yayınları, Dstanbul, 2010, s.10. 
2 Baskan Putin söz konusu çarpıcı ifadeyi 25 Nisan 2005 tarihinde Rusya'da yayınlanan bir televizyon programında kullanmıstır. Bkz. Andrew Osborn, "Putin: Collapse of the Soviet Union was 'catastrophe of the century', The Independent, http://www.independent.co.uk/news/world/europe/putin-collapse-of-the-soviet-unionwas-catastrophe-of-the-century-6147493.html, (Erisim: 01.09.2014). 
Ancak 2008-2012 yılları arasında devlet baskanlığı görevine gelen Dmitri Medvedev ise söz konusu süreci Dç Savas ve 2. Dünya Savası ile kıyaslayarak, 
fiiliyatta kansız geçen dönüsümü büyük bir felaket olarak adlandıramayacağını açıklamıstır. Bkz. 
http://www.timeturk.com/tr/2011/06/20 /medvedev-sscb-nin-dagilmasi-jeopolitik-bir-felaketdegil.html#.VEOryfnLd4M, (Erisim: 03.09.2014). 
3 Ukraine Profile, http://www.bbc.com/news/world-europe-18010123, (Erisim: 03.09.2014). 
4 Ukraine Crisis: Timeline, http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-26248275, (Erisim: 05.09.2014). 
5 Kırım'ın yerlesim birimlerine beklenmedik bir sekilde giren askerler rütbe, ülke simgesi ya da isimlik kullanmamıslardır. Bu nedenle baslangıçta Kırım Türkleri tarafından "yesil adamlar" olarak adlandırılmıslardır. Ancak icra ettikleri faaliyetler kısa süre içerisinde nereden geldiklerini ortaya çıkarmıstır. Bkz. "Kırım Yine İsgal Altında", Kırım Bülteni Dergisi, Yıl 22, Sayı 76, Ocak-Haziran 2014, s. 7. Rusya yönetimi bu askerlerle bir bağlantıları olmadığını söyleyerek Kırım'a giren birlikleri "yerel nefsi müdafaa grupları" olarak tanımlamıstır. 
Bkz. Alan Yuhas, "Ukraine crisis: an essential guide to everything that's happened so far", The Guardian, 
http://www.theguardian.com/ world/2014 /apr/11/ukraine-russia-crimea-sanctions-us-eu-guide-explainer, (Erisim: 27.08.2014). 
6 Tom Cohen, "Is Crimea gone? Annexation no longer the focus of Ukraine crisis", CNN, 
http://edition.cnn.com/2014/ 03/31/politics/crimea-explainer/, (Erisim: 26.08.2014). 
7 "Why Crimea is so dangerous", http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-26367786, (Erisim: 06.09.2014). 
8 Alan Fisher, Kırım Tatarları, çev. Esref B. Özbilen, Selenge Yayınları, Dstanbul, 2009, s.25. 
9 Alan Fisher, a.g.e., s.27 
10 Ümit Özdağ, "Türk Milliyetçiliği ve Jeopolitik", (ed.) T. Bora, Milliyetçilik, 4. Baskı, Dletisim Yayınları, İstanbul, 2009, 172. 
11 G.S. Derman, Y. Ongarova, "Ukrayna'da Siyasi Kriz", Karadeniz Arastırmaları Dergisi, Yaz 2014, Sayı 42, 12. 
12 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), 4. Baskı, Alkım Yayınevi, Dstanbul, 2007, s. 182-183. 
13 Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918'e, 25. Baskı, Dmge Kitabevi, Ankara, 2013, s. 307. 
14 Fahir Armaoğlu, a,g,e., s. 244. 
15 Williamson A. Murray, "Savasın Sanayilesmesi (1815-1871)", (ed.) Geoffrey Parker, Cambridge Savas Tarihi, çev. F. Tayanç, T. Tayanç, Türkiye Ds Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s. 243-244. 
16 Haldun Yalçınkaya, "Savaslarda Asker-Medya İliskilerinin Geldiği Son Asama: İlistirilmis Gazetecilik", (ed.) 
Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala, vd., Uluslararası İliskilerde Çatısmadan Güvenliğe, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 134. 
17 Kırım 1954 yılında, Ukrayna ile Rusya'yı birlestiren 1654 tarihli Preyaslav Antlasması'nın 300. yıldönümü hediyesi olarak dönemin Sovyetler Birliği Baskanı Krusçev tarafından Ukrayna'ya verilmistir. Ancak bu statü değisikliğinin asıl nedeni, Ukraynalıların Sovyetler Birliği'ne sadakatlerini ödüllendirmekten çok, ülkede yükselise geçen Rus karsıtlığını dizginlemek ve Kırım'ın idaresinde yasanan idari-ekonomik güçlükleri ortadan kaldıracak basit bir düzenleme yapmaktır. Zira bu dönemde Sovyetler Birliği'nin varlığını sürdüreceğine 
inanıldığından, Kırım'ın statüsünün değisiminden de rahatsızlık duyulmamıstır. Sovyetler Birliği'nin dağılması sürecinde Rusya Federasyonu durumu tersine çevirmeye çalıssa da gerginliklerden daha fazla zarar göreceği düsüncesi ile mevcut statünün devamına razı olmustur. Bkz. Alaeddin Yalçınkaya, "Karadeniz Politikalarında Anahtar Bölge: Kırım", (ed.) Yıldırım Turan, Alaeddin Yalçınkaya, Ertan Efegil, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Üzerine 3. Uluslararası Mavi Karadeniz Kongresi Bildirileri Kitabı, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2012, s.120-121. 
Ancak Rus halkı, II. Aleksandr'ı Alaska'yı ABD'ye satması ve Lenin'i Finladniya'dan vazgeçmesi nedeniyle olduğu gibi Krusçev'i de Kırım'ı Ukrayna'ya hediye etmesi sebebiyle hiç affetmemistir. Bkz. İlyas Kamalov, Moskova'nın Rövansı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 243. 
18 Ramazan Özey, Türk Dünyası Coğrafyası, 7. Baskı, Aktif Yayınları, İstanbul, 2011, s.384-385. 
19 Brzezinski ülkeleri genel olarak "jeostratejik oyuncular" ve "jeopolitik eksenler" seklinde ikiye ayırmaktadır. Bu sınıflandırmaya göre jeostratejik oyuncular mevcut jeopolitik iliskilerin durumunu etkileyecek ölçüde 
sınırları ötesinde etkide bulunabilme yetisine sahip ülkelerden olusmaktadır. Jeopolitik eksenler ise böyle bir yetiye sahip olmamakla birlikte, önemleri hassas konumlarından ve coğrafyalarından kaynaklanan ülkeleri ifade 
etmektedir. Bkz. Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, çev. Yelda Türedi, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 2005, s. 64. 
20 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, s. 71-72. 
21 Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon, çev. Sezen Yalçın, Abdullah Taha Orhan, Timas Yayınları, İstanbul, 2012, s. 109. 
22 Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon, s. 115. 
23 Vügar Dmanov, Avrasyacılık, Küre Yayınları, İstanbul, 2008, s. 261. 
24 Aleksandr Dugin, a.g.e., s.205. 
25 Aleksandr Dugin, a.g.e., s.206. 
26 Aleksandr Dugin, a.g.e., s.206-207. 
27 Avrupa Birliği'nin genislemeden sorumlu komiseri Stefan Fule, 2008'de Bükres'te düzenlenen NATO-Rusya zirvesinde Vladimir Putin'in Ukrayna'yı yapay bir ülke olarak tanımladığını, salonda bulunanların bir kısmının bu sözlere güldüğünü bir kısmının ise anlam veremediğini ancak Putin'in sözlerinin ne anlama geldiğinin simdi daha iyi anlasıldığını söylemistir. Bkz. Daisy Sindelar, "We're Not Laughing Anymore, Says EU Commissioner On Relations With Russia", Radio Free Europe, 
http://www.rferl.org/content/eu-fuele-russia-relations/25371039.html, (Erisim: 26.07.2014). 
Ayrıca 2007'den 2014 yılının Eylül ayına kadar Polonya Dıs İsleri Bakanı olarak görev yapmıs Radek Sikorski, 2008 yılında gerçeklesen Polonya Basbakanı Donald Tusk'un Moskova ziyareti sırasında, Vladimir Putin'in kendilerine Ukrayna'yı isgal ederek 2 ülke arasında paylasmayı teklif ettiğini beyan etmistir. Bkz. Ben Judah, "Putin's Coup", Politico Magazine, 
http://www.politico.com/magazine/story/2014/10/vladimir-putins-coup-112025_Page3.html #.VEfDzPmUfE8, (Erisim: 22.10.2014). 
28 Scott L. Montgomery, Küresel Enerjiye Yön Veren Güçler, 2. Baskı, çev. Evra Günhan Senol, TÜBDTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 2014, s. 22. 
29 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselisleri ve Çöküsleri, 13. Baskı, çev. Birtane Karanakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2013, s.193-194. 
30 Oral Sander, a.g.e., s. 211. 
31 Daha önceden dısarıda gerçeklesen yanma yani enerji üretimi isleminin mekanik aksamlara aktarımı seklinde çalısan motorlar, üretim esnasında gerçeklesen istenmeyen enerji kayıpları sebebiyle düsük verimlilikte 
çalısmaktaydı. Yanma isleminin piston-silindir mekanizması içerisine alınması esasına dayanan içten yanmalı motor enerji verimliliğini oldukça artırmıstır. Dçten yanmalı motorları genellikle ICE (Internal Combustion Engine) seklinde adlandırılmaktadır. 
32 Scott L. Montgomery, a.g.e., s.28-29. 
33 Amiral Sir John Fisher, Dngiliz Kraliyet Donanmasının yenilikçi beyni olarak ün yapmıstır. O dönemin bütün gemi sınıflarını geride bırakan devrim niteliğinde bir savas gemisi denilebilecek, ağır toplu ve ağır zırhlı dretnotu 1906'da hizmete sokmustur. İngilizler, Almanların güçlenerek İngiliz donanma üstünlüğüne kafa tutmaları karsılığında, hızla savas gemilerinin sayısını arttırmıslardır. Bkz. Williamson A. Murray, "Dünya Savasına Doğru (1871-1914) ", (ed.) Geoffrey Parker, Cambridge Savas Tarihi, çev. F. Tayanç, T. Tayanç, Türkiye İş 
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s. 295. Silahlanma yarısı olarak nitelendirilmesi gereken bu durum bir süre sonra enerji talebindeki artısı tetikleyerek, enerji kaynağı teminini önemli bir sorun hale getiren etmenler arasında yer alacaktır. 
34 Cenk Sevim, Küresel Enerji Stratejileri ve Jeopolitik, 2. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2013, s.13. 
35 Scott L. Montgomery, a.g.e., s. 29. 
36 Cenk Sevim, a.g.e., s. 21. 
37 Mitat Çelikpala, Enerji Güvenliği NATO'nun Yeni Tehdit Algısı, (ed.) Mustafa Aydın, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 7-8. 
38 Scott L. Montgomery, a.g.e., s. 328. 
39 Mitat Çelikpala,a.g.e., s.18. 
40 Enerji güvenliği tanımı için ayrıca bkz. Volkan S. Ediger, "Enerji Arz Güvenliği ve Ulusal Güvenlik Arasındaki İliski", Enerji Arz Güvenliği, Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Baskanlığı Stratejik Arastırma ve Etüt Merkezi Yayınları, Ankara, 2007; A.F. Alhaji, What is Energy Security?, 
http://www.petroleumworld.com/SF07111101.htm, (Erisim: 11.09.2014). 
41 Sait Yılmaz, "Jeopolitik ve Jeostrateji", (ed.) Ümit Özdağ, 21. Yüzyılda Prens Devlet ve Siyaset Yönetimi, Kripto Yayınları, Ankara, 2012, s. 577-580. 
42 Scott L. Montgomery, a.g.e., s. 325. 
43 Petrol İhraç Eden Ülkeler Teskilatı (OPEC) 1960 yılında, petrol ihraç eden ülkelerin ulusal menfaatlerini korumak amacıyla yani enerji arz güvenliğini sağlamak maksadıyla kurulmustur. 1967 yılında 3. Arap-İsrail Savası sırasında, Arap ülkeleri örgütten bekledikleri desteği göremeyince 1968 yılında Beyrut'ta Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teskilatını (OAPEC) kurmuslardır. Örgüt 1973 yılındaki 4. Arap-İsrail Savası sırasında petrolü silah olarak kullanarak küresel enerji krizine neden olmustur. Ancak 1979'da imzalanan Camp-David 
Antlasması sonrasında etkinliğini kaybetmistir. Bkz. Mitat Çelikpala,a.g.e., s.9-10. OAPEC'in yarattığı etki karsısında kendi menfaatlerini korumak için Uluslararası Enerji Ajansı'nı (IEA) kuran ithalatçı ülkeler halen bu örgütün varlığını etkin sekilde sürdürmektedirler. 
44 Cenk Sevim, a.g.e., s. 17. 
45 Kaynak milliyetçiliği, enerji kaynağının birim fiyatının yüksekliğiyle motive olan enerji arz eden yani ihracatçı devletlerin kaynaklarına daha doğrudan sahip çıktığı ve siyasi çıkar elde etmek amacıyla da kullandığı politik eğilimi ifade etmektedir. Bkz. Scott L. Montgomery, a.g.e., s. 350-351. Rusya bu politik eğilime sahip ülkelerin basında gelmektedir. Parag Khanna, günümüz Rusya'sının can damarına kan pompalayanın petrol boru hatları olduğu tespitinde bulunduktan sonra Rus diplomasisinin hızla devletin enerji sirketi olan Gazprom'un diplomasisi haline geldiğini vurgulamaktadır. Khanna, bu durumun somut ispatı olarak sirketin yönetim kurulu baskanı Dimitri Medvedev'in 2008-2012 yılları arasında devlet baskanlığına getirilmesini göstermektedir. Bkz. 
Parag Khanna, Yeni Dünya Düzeni, çev. Elif Nihan Akbas, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2011, s. 50-51. 
46 Mitat Çelikpala,a.g.e., s.14. 
47 Enerji ihraç eden ülkelerin yatırıma ve finansal desteğe gereksinim duymaları, enerji ithal eden gelismis ülkelerin ise bu gereksinimleri karsılama potansiyellerinin ve enerji kaynaklarını çesitlendirme ihtiyaçlarının 
bulunması taraflar arasında karsılıklı isbirliği ortamı olusturmustur. Olusan isbirliği ortamı içerisinde belirli kurallar koyarak düzeni sağlama ihtiyacı, 17 Aralık 1991 tarihinde Enerji Sartı Anlasmasının imzalanmasıyla 
giderilmeye çalısılmıstır. Bkz.Esen Akıntürk, Pınar Baklacı, “Enerji Sartı Antlasması'nın Transite İliskin Hükümleri”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 5, Sayı 18, 2009, s. 62-63. Anlasmanın 7. maddesi özel olarak transiti tanımlamaktadır. Bu maddeye göre transit; "(i) Herhangi birinin anlasma tarafı olması kaydıyla, baska bir ülkeden çıkan ve üçüncü bir ülkeye giden enerji materyalleri ve ürünlerinin, anlasma tarafı bir ülkenin alanı vasıtasıyla veya yükleme/bosaltma için alanındaki liman tesislerine veya tesislerinden tasınması veya (ii) Bir anlasma tarafının alanından çıkan ve yine aynı anlasma tarafının alanına giden enerji materyalleri ve ürünlerinin, anlasmaya taraf bir ülkenin alanından tasınması (ilgili anlasma taraflarının aksi yönde karar vererek, Ek N'de ortak olarak yer almamaları sartı ile)" seklinde tanımlanmıstır. Bkz. Resmi Gazete, 12.07.2000, S.24107, Mükerrer. 
48 1970'lerden bu yana akademik toplumda güvenlik kavramının genislemesi tartısılmaya baslanmıstır. Siyasi tartısmalarda ise 1980'lerden itibaren kavram anlamca asamalı olarak genisletilmistir. 1990'ların basından günümüze kadar ise birçok Avrupa hükümeti genisletilmis güvenlik tanımını benimsemislerdir. Ancak bazı ülkeler güvenliğin yalnızca askeri boyutunu ön plana çıkaran dar bir ulusal güvenlik kavramını benimsemeyi sürdürmüslerdir. Bu kapsamda enerji güvenliği, bir sektöre yönelik "nesnel anlamda güvenlik" tanımı içerisinde 
yer almaktadır. Ayrıca askeri gereklilikleri olan kaygılar sert (hard); uyusturucu ticareti, insan kaçakçılığı ve yasadısı göç gibi tehditler yumusak (soft) güvenlik konuları olarak sınıflandırılabilmektedir. Bkz. Hans Günter 
Brauch, "Güvenliğin Yeniden Kavramsallastırılması: Barıs, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü", (ed.) Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala, vd., Uluslararası Dliskilerde Çatısmadan Güvenliğe, 
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 170-177. 
49 Vügar Dmanbeyli, “Ülke-Dçi Krizden Uluslararası Soruna Ukrayna-Kırım Meselesi ”, SETA Perspektif, 
http://file.setav.org/Files/Pdf/20140320184806_ulke-ici-krizden-uluslararasi-soruna-ukrayna-kirim-meselesi-
pdf.pdf, (Erisim: 11.08.2014). 
50 Ukrayna'da 4 ay süreyle yasanan iç karısıklıktan sonra Batı yanlılarının iktidara gelmesinin ardından Rusya Federasyonu'nun askeri müdahale kararı alması neticesinde Amerika Birlesik Devletleri Baskanı Barack Obama 
ile Vladimir Putin arasında Soğuk Savas ertesi dönemin en uzun telefon görüsmelerinden birisi gerçeklestirilmistir. Bu konusmada Putin, Kiev yönetimi içerisinde asırı milliyetçi unsurlar bulunduğunu söyleyerek Rusların hakkını korumak için elinden geleni yapacağını söylemistir. Benzer sekilde Almanya 
Basbakanı Angela Merkel'e de duruma uygun davranıldığını ve Ukrayna'daki Rusları korumak zorunda olduğunu beyan etmistir. Bkz. "Obama, 'Eli Belinde' Konustu Ama Putin'i Dkna Edemedi", 
http://www.radikal.com.tr/dunya/obama_eli_belinde_ konustu_ama_putini_ikna_edemedi-1179229, (Erisim: 
03.07.2014). Ancak Kırım'a yapılan müdahalenin çok öncesinde, Rusya'nın sanki Kırım'lı Rusların bir yardım çağrısı varmıs ve bu çağrıyı gerektirecek ırkçı saldırılar gerçeklesiyormus gibi Kırım'ın isgal edilmesinin zemini 
hazırladığı bilgisi uluslararası arenada yayılmıstır. Bkz. Abdullah Aydoğan Kalabalık, SETA, http://setav.org/tr/ 
kirima-rus-mudahalesinin-gerekceleri/yorum/14524, (Erisim: 11.08.2014). 
51 Rusya Federasyonu'nun 1993'te hazırlanan ilk ulusal güvenlik doktrininde eski SSCB ülkeleri "yakın çevre" seklinde tanımlanarak, çıkar alanı olarak belirlenmistir. Bu tespit gelecekte Rus Dıs Politikası ve güvenlik 
algılamasının hangi eksende sekilleneceğine dair önemli ipuçları vermistir. Vladimir Putin'in devlet baskanı vekili iken onayladığı 2000 Yılı Ulusal Güvenlik Doktrini'nde, 1999'da yasanan Kosova çatısmalarına gösterilen tepkiyi de yansıtacak sekilde, Rusya'yı yeniden küresel bir güç haline getirmek vaat edilmistir. Bu doktrinde ayrıca "yakın çevre" içerisinde bulunan Rusların korunması hususuna da yer verilmistir. Bkz. Erhan Caniklioğlu, Putin Döneminde Rusya Federasyonu'nun 'Yakın Çevre' Politikası: (2000-2008), Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010, s.147-151. 
52 Ayrıca Torbakov söz konusu makalesinde çarpıcı bir sekilde çağdas Ukrayna-Rusya iliskilerini eski tebaa ve yönetici, sömürge ve metropol, çevre ve merkez iliskileri olarak tanımlamaktadır. Bkz. Igor Torbakov, “Rusya'dan Ayrı Ya Da Rusya'nın Bir Parçası: Ukrayna-Rusya Dliskilerinin Kederli Bir Destanı”, Avrasya 
Dosyası Rusya Özel, Cilt 6, Sayı 4, 2001, s. 308. 
53 Roman Rukomeda, "Russia as the biggest risk for energy security in East Europe", Hazar Strateji Enstitüsü, 
http://hazar.org/blogdetail/blog/russia_as_the_biggest_risk_for_energy_security_in_east_europe_667.aspx, (Erisim: 10.06.2014). 
54 "Big Oil" olarak bilinen bu sirketler, kamuoyunda uluslararası siyaseti kendi lehlerine maniple etmek gibi kötü bir üne sahiptir. Sahip oldukları kötü söhret, Amerika Birlesik Devletleri'nde Standart Oil firmasınca enerji konusunda tekel olusturulan 1910'lu yıllarda yaratılmıstır. Ancak günümüzde ifade edilen durum geçerliliğini kaybetmistir. Bugün küresel rezervlerin %80'i OPEC ve Rusya'nın devlet sirketleri elinde toplanmıstır. Ayrıca 2000'li yıllarda bu sirketlerin hisselerinin büyük kısmı emeklilik ve yatırım fonları gibi yatırım araçlarına 
yatırılmıstır. Baska bir deyisle gelismis ülkeler yaratmıs oldukları zenginliği kendi vatandaslarına transfer etmek suretiyle sosyal refahı attırmaya çalısmıslardır. Bkz. Scott L. Montgomery, a.g.e., s. 19. 
55 "Russian Gas Imports To Europe and Security of Supply-Factsheet", 
http://www.clingendaelenergy.com/files.cfm? event=files.download&ui=9C1DEEC1-5254-00CF-
FD03186604989704, (Erisim: 02.09.2014). 
56 Güney Koridoru fikrinin gelisiminin Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı (BTC) ile basladığı kabul edilmektedir. Müteakiben, Türkmen gazını Avrupa'ya ulastırmayı amaçlayan Trans-Hazar Boru Hattı (TCP) gündeme gelmis, bu proje büyük oranda aldığı uluslararası desteğe rağmen Rusya'nın itirazı yüzünden hayata geçirilememistir. Ancak Azerbaycan'ın Sah Deniz Alanı'ndan gelen gazı Türkiye-Gürcistan sınırına ulastıran Güney Kafkasya Boru Hattı (SCP) Güney Koridoru'nun birinci asamasını olusturmustur. Güney Koridoru'nun ikinci asamasını tüm Türkiye'yi bastanbasa kat eden Trans Anadolu Boru Hattı (TANAP) olusturmaktadır. Koridorun üçüncü ve son asamasını Türkiye'den aldığı doğalgazı Avrupa pazarına ulastıran Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) teskil etmektedir. Bkz. Efgan Niftiyev, Fatih Macit, "Energy Future of Europe And The Role Of The Southern Corridor", Hazar Strateji Enstitüsü, 
http://www.hazar.org/UserFiles/yayinlar/raporlar/Energy_Future/SouthernReport.pdf, (Erisim: 12.07.2014). 
57 Bu birlikler, 30'uncu Yüzey Gemi Tümeni, 41'inci Füze Gemisi Tugayı, 247'nci Bağımsız Denizaltı Tümeni, 
68'nci Liman Savunma Birliği ve 422'nci Bağımsız Hidrografik Gemi Tümeni'dir. Bkz. Mesut Casın, "How To Stop The Escalating Ukraine Crisis: Should Crimea Stay With Kiev Or Join Moskow?", Hazar Strateji Enstitüsü, http://hazar.org/ 
content/analiz/how_to_stop_the_escalating_ukraine_crisis_should_crimea_stay_with_kiev_or_join_moscow__6 
70.aspx, (Erisim: 10.06.2014). 
58 Güney Akım Projesi'nin dünyanın en önemli enerji altyapı projelerinden birisi olduğu söylenmektedir. 
Projenin amacının, Avrupa Birliği ülkelerine uygun fiyatlı, güvenli, güvenilir ve sürdürülebilir enerji sağlamak olduğu açıklanmıstır. Projenin su altı kısmı, Rusya'nın Karadeniz kıyısındaki Anapa kentinden baslayarak, Türkiye'nin Karadeniz'deki münhasır ekonomik bölgesinden geçecek ve Bulgaristan'ın Varna sehri yakınlarında karaya çıkacaktır. Projenin 2015 yılı sonlarında isletmeye alınması hedeflenmistir. Tamamlandığında uzunluğu yaklasık 931 km.'yi bulacak ve tam kapasitede yılda 63 milyar m3 gaz tasıyabilecektir. Bkz. http://www.south-stream-offshore.com /tr/proje/#, (Erisim: 14.07.2014). 
59 Anastasiya Stelmakh, "Crimean Crisis in Energy Terms", Hazar Strateji Enstitüsü, 
http://www.hazar.org/analizdetail/ analysis/crimean_crisis_in_energy_terms_763.aspx, (Erisim: 23.07.2014). 
60 Justin Scheck, "Shell Pulls Out of Ukraine Deal Near Crimea", The Wall Street Journal, 
http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052702303802104579449283603643784?mg=reno64-wsj, (Erisim: 12.08.2014). 
61 Kırım'ın Karadeniz açıklarındaki petrol-doğalgaz arama bölgeleri Ukrayna kontrolündeki Odesskoye, Bezymyannoe, Subbotina ve Vostochno-Kazantipskoye alanları ile Rusya kontrolündeki Tuapsinskyprogib ve 
Val Shatskogo bölgelerinden olusmaktaydı. Palasa bölgesi ise tam ortadan ikiye ayrılacak sekilde bölünmekte ve Kırım'a yakın olan kesimi Ukrayna'nın kontrolü altında kalmaktaydı. Ayrıca Bezymyannoe alanının hâkimiyeti konusunda da Ukrayna ve Romanya arasında anlasmazlık bulunmaktaydı. Bkz. 
http://rbth.co.uk/multimedia/infographics/2014/03/19/ 
chernomorneftegaz_and_rosneft_offshore_oil_fields_in_35205.html, (Erisim: 13.08.2014). 
62 Chornomornaftogaz, Ukrayna'nın ulusal anonim sirketi yani devletin resmi enerji sirketi Naftogaz'ın kardes kurulusudur. Bu yapısıyla da devlet merkezli anonim bir sirkettir. 1979 yılında Karadeniz ve Azak Denizi'ndeki hidro karbon yataklarını gelistirmek amacıyla kurulmustur. Sirket doğal gaz arama ve sondaj yapma, açık deniz platformu insa etme, gaz ve petrol alanlarını isletme, çıkarılan ürünü kullanıcılara ulastırma veya yeraltı depolarında saklama yeteneklerine sahiptir. Ayrıca sirketin bilançosunda, bir kısmı sualtında olmak üzere 1000 km. üzerinde boru hattı, 39 gaz dağıtım istasyonu, 1 pompalama istasyonu, 9 açık deniz platformu, yer altı gaz depoları, 12'si büyük olmak üzere 22 yakıt tankeri, 2 atıklardan gaz üretim tesisi ve 2 açık deniz sondaj kulesi bulunmaktadır. Sirket
toplamda 6 sahada operasyonlarını sürdürmektedir. Bkz. 
http://www.rada.com.ua/eng/catalog/8059/, (Erisim: 13.08.2014). 
63 Rustam Temirgaliev, 18 Eylül 2013 tarihinden 2014 yılının Haziran ayına kadar Kırım Özerk Yönetimi'nin Basbakan Yardımcılığı'nı yapmıstır. Bkz. http://qha.com.ua/kirim-basbakan-yardimcisi-rustam-temirgaliyevistifa-
etti-132656tr.html, (Erisim: 19.08.2014). 
64 Shane Croucher, "Ukraine Crisis: Crimea Ponders Selling State Energy Firm Chornomornaftogaz to Russia's Gazprom", International Business Times, http://www.ibtimes.co.uk/ukraine-crisis-crimea-ponders-selling-stateenergy-
firm-chornomornaftogaz-russias-gazprom-1440311, (Erisim: 16.08.2014). 
65 "Crimea To Hand Over Chornomornaftogaz to Russia's Gazprom-Deputy CEO", 
http://en.interfax.com.ua/news/ economic/196641.html, (Erisim: 26.08.2014). 
66 Sergei Tikhonov, "Alternate South Stream gas pipeline could run through Crimea", Russia & India Report, 
http://in.rbth.com/economics/2014/04/14/alternate_south_stream_gas_pipeline_could_run_through_crimea_34499.html, (Erisim: 28.08.2014). 




KAYNAKÇA 

"Crimea To Hand Over Chornomornaftogaz to Russia's Gazprom-Deputy CEO", http://en.interfax.com.ua/news/ economic/196641.html, (Erisim: 26.08.2014). 
"Kırım Yine Dsgal Altında", Kırım Bülteni Dergisi, Yıl 22, Sayı 76, Ocak-Haziran 2014. 
"Obama, 'Eli Belinde' Konustu Ama Putin'i İkna Edemedi", http://www.radikal.com.tr/dunya/ obama_eli_belinde_ konustu_ama_putini_ikna_edemedi-
1179229, (Erisim: 03.07.2014). 
"Russian Gas Imports To Europe and Security of Supply-Factsheet", 
http://www.clingendaelenergy.com/files.cfm?event=files.download&ui=9C1DEEC1-5254-00CF-FD03186604989704, (Erisim: 02.09.2014). 
A.F. Alhaji, "What is Energy Security?", http://www.petroleumworld.com/SF07111101.htm, (Erisim: 11.09.2014). 
Abdullah Aydoğan Kalabalık, SETA, http://setav.org/tr/ kirima-rus-mudahalesinin-gerekceleri/yorum/14524, (Erisim: 11.08.2014). 
Alaeddin Yalçınkaya, "Karadeniz Politikalarında Anahtar Bölge: Kırım", (ed.) Yıldırım Turan, Alaeddin Yalçınkaya, Ertan Efegil, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Üzerine 3. 
Uluslararası Mavi Karadeniz Kongresi Bildirileri Kitabı, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2012, s.117-125. 
Alan Fisher, Kırım Tatarları, çev. Esref B. Özbilen, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009. 
Alan Yuhas, "Ukraine crisis: an essential guide to everything that's happened so far", The Guardian, 
http://www.theguardian.com/ world/2014 /apr/11/ukraine-russia-crimea-sanctions-us-eu-guide-explainer, (Erisim: 27.08.2014). 
Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklasım, çev. Vügar Dmanov, 7. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul, 2010. 
Anastasiya Stelmakh, "Crimean Crisis in Energy Terms", Hazar Strateji Enstitüsü,  http://www.hazar.org/analizdetail/ analysis/crimean_crisis_in_energy_terms_763.aspx, (Erisim: 23.07.2014). 
Andrew Osborn, "Putin: Collapse of the Soviet Union was 'catastrophe of the century', The Independent, 
http://www.independent.co.uk/news/world/europe/putin-collapse-of-the-soviet-union-was-catastrophe-of-the-century-6147493.html, (Erisim: 01.09.2014). 
Ben Judah, "Putin's Coup", Politico Magazine, 
http://www.politico.com/magazine/story/ 2014/10/vladimir-putins-coup-112025_Page3.html #.VEfDzPmUfE8, (Erisim: 22.10.2014). 
Cenk Sevim, Küresel Enerji Stratejileri ve Jeopolitik, 2. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2013. 
Daisy Sindelar, "We're Not Laughing Anymore, Says EU Commissioner On Relations With Russia", Radio Free Europe, 
http://www.rferl.org/content/eu-fuele-russia-relations/25371039.html, (Erisim: 26.07.2014). 
Efgan Niftiyev, Fatih Macit, "Energy Future of Europe And The Role Of The Southern Corridor", Hazar Strateji Enstitüsü, 
http://www.hazar.org/UserFiles/yayinlar/raporlar/Energy_ Future/SouthernReport.pdf, (Erisim: 12.07.2014). 
Erhan Caniklioğlu, Putin Döneminde Rusya Federasyonu'nun 'Yakın Çevre' Politikası: (2000-2008), Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010. 
Esen Akıntürk, Pınar Baklacı, “Enerji Sartı Antlasması'nın Transite İliskin Hükümleri”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 5, Sayı 18, 2009, s. 61-81. 
Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), 4. Baskı, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2007. 
G.S. Derman, Y. Ongarova, "Ukrayna'da Siyasi Kriz", Karadeniz Arastırmaları Dergisi, Yaz 2014, Sayı 42, 11-23. 
Haldun Yalçınkaya, "Savaslarda Asker-Medya İliskilerinin Geldiği Son Asama: İlistirilmis Gazetecilik", (ed.) Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala, vd., Uluslararası İliskilerde Çatısmadan Güvenliğe, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 131-150. 
Hans Günter Brauch, "Güvenliğin Yeniden Kavramsallastırılması: Barıs, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü", (ed.) Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala, vd., Uluslararası İliskilerde Çatısmadan Güvenliğe, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 167-198. 
http://qha.com.ua/kirim-basbakan-yardimcisi-rustam-temirgaliyev-istifa-etti-132656tr.html, (Erisim: 19.08.2014). 
http://rbth.co.uk/multimedia/infographics/2014/03/19/chernomorneftegaz_and_rosneft _offshore_oil_fields_in_35205.html, (Erisim: 13.08.2014). 
http://www.rada.com.ua/eng/catalog/8059/, (Erisim: 13.08.2014). 
http://www.south-stream-offshore.com /tr/proje/#, (Erisim: 14.07.2014). 
http://www.timeturk.com/tr/2011/06/20/medvedev-sscb-nin-dagilmasi-jeopolitik-bir-felaket-degil.html#.VEOryfnLd4M, (Erisim: 03.09.2014). 
Igor Torbakov, “Rusya'dan Ayrı Ya Da Rusya'nın Bir Parçası: Ukrayna-Rusya İliskilerinin Kederli Bir Destanı”, Avrasya Dosyası Rusya Özel, Cilt 6, Sayı 4, 2001, s. 297-314. 
İlyas Kamalov, Moskova'nın Rövansı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2008. 
Justin Scheck, "Shell Pulls Out of Ukraine Deal Near Crimea", The Wall Street Journal, 
http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052702303802104579449283603643784?mg=reno64-wsj, (Erisim: 12.08.2014). 
Mesut Casın, "How To Stop The Escalating Ukraine Crisis: Should Crimea Stay With Kiev Or Join Moskow?", Hazar Strateji Enstitüsü, 
http://hazar.org/content/analiz/how_to_stop_the_escalating_ukraine_crisis_should_crimea_stay_with_kiev_or_join_moscow__670.aspx, (Erisim: 10.06.2014). 
Mitat Çelikpala, Enerji Güvenliği NATO'nun Yeni Tehdit Algısı, (ed.) Mustafa Aydın, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013. 
Oral Sander, Siyasi Tarih Dlkçağlardan 1918'e, 25. Baskı, Dmge Kitabevi, Ankara, 2013. 
Parag Khanna, Yeni Dünya Düzeni, çev. Elif Nihan Akbas, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2011. 
Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselisleri ve Çöküsleri, 13. Baskı, çev. Birtane Karanakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2013. 
Ramazan Özey, Türk Dünyası Coğrafyası, 7. Baskı, Aktif Yayınları, İstanbul, 2011. 
Resmi Gazete, 12.07.2000, S.24107, Mükerrer. 
Roman Rukomeda, "Russia as the biggest risk for energy security in East Europe", Hazar Strateji Enstitüsü, 
http://hazar.org/blogdetail/blog/russia_as_the_biggest_risk_for_energy_security_in_east_europe_667.aspx, (Erisim: 10.06.2014). 
Sait Yılmaz, "Jeopolitik ve Jeostrateji", (ed.) Ümit Özdağ, 21. Yüzyılda Prens Devlet ve Siyaset Yönetimi, Kripto Yayınları, Ankara, 2012, s. 577-612. 
Scott L. Montgomery, Küresel Enerjiye Yön Veren Güçler, 2. Baskı, çev. Evra Günhan Senol, TÜBDTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 2014. 
Sergei Tikhonov, "Alternate South Stream gas pipeline could run through Crimea", Russia & India Report, 
http://in.rbth.com/economics/2014/04/14/alternate_south_stream_gas_pipeline_could_run_through_crimea_34499.html, (Erisim: 28.08.2014). 
Shane Croucher, "Ukraine Crisis: Crimea Ponders Selling State Energy Firm Chornomornaftogaz to Russia's Gazprom", International Business Times, 
http://www.ibtimes.co.uk/ukraine-crisis-crimea-ponders-selling-state-energy-firm-chornomornaftogaz-russias-gazprom-1440311, (Erisim: 16.08.2014). 
Tom Cohen, "Is Crimea gone? Annexation no longer the focus of Ukraine crisis", CNN, 
http://edition.cnn.com/2014/ 03/31/politics/crimea-explainer/, (Erisim: 26.08.2014). 
Ukraine Crisis: Timeline, http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-26248275, (Erisim: 05.09.2014). 
Ukraine Profile, http://www.bbc.com/news/world-europe-18010123, (Erisim: 03.09.2014). 
Ümit Özdağ, "Türk Milliyetçiliği ve Jeopolitik", (ed.) T. Bora, Milliyetçilik, 4. Baskı, İletisim Yayınları, İstanbul, 2009, 168-178. 
Volkan S. Ediger, "Enerji Arz Güvenliği ve Ulusal Güvenlik Arasındaki İliski", Enerji Arz Güvenliği, Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Baskanlığı Stratejik Arastırma ve 
Etüt Merkezi Yayınları, Ankara, 2007. 
Vügar İmanbeyli, “ Ülke-İçi Krizden Uluslararası Soruna Ukrayna-Kırım Meselesi ”, SETA Perspektif, 
http://file.setav.org/Files/Pdf/20140320184806_ulke-ici-krizden-uluslararasi-soruna-ukrayna-kirim-meselesi-pdf.pdf, (Erisim: 11.08.2014). 
Vügar İmanov, Avrasyacılık, Küre Yayınları, İstanbul, 2008. 
Why Crimea is so dangerous, http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-26367786, (Erisim: 06.09.2014). 
Williamson A. Murray, "Dünya Savasına Doğru (1871-1914) ", (ed.) Geoffrey Parker, Cambridge Savas Tarihi, çev. F. Tayanç, T. Tayanç, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 
İstanbul, 2014, s. 275-305. 
Williamson A. Murray, " Savasın Sanayilesmesi (1815-1871)", (ed.) Geoffrey Parker, Cambridge Savas Tarihi, çev. F. Tayanç, T. Tayanç, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 
İstanbul, 2014, s. 241-273. 
Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, çev. Yelda Türedi, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 2005. 
Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon, çev. Sezen Yalçın, Abdullah Taha Orhan, Timas Yayınları, İstanbul, 2012. 



 ***