İSRAİL’İN KUZEY IRAK POLİTİKALARI VE TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ’NE KISA BİR BAKIŞ BÖLÜM 1
Serdar ÖRNEK*1
*Yrd.Doç.Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi
Damla ATEŞ**2
**Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyasi Tarih A.B.D Yüksek Lisans Öğrencisi, dates@windowslive.com
Ortadoğu, tarihin ilk çağlarında semavi dinlerin çıkıs noktası olması, modern çağda ise petrol rezervlerinin büyük bir kısmına sahip olması nedeniyle pek çok medeniyetin odak noktası haline gelmistir. Bu bakımdan Ortadoğu “Medeniyetler Besiği” ya da “Medeniyetler Mezarlığı” olarak anılmaktadır. Günümüzde de çok etnikli ve çok dinli yapısıyla dünyanın kaynayan kazanıdır. Nitekim içinde bulunduğumuz yıla damgasını vuran Irak-Sam İslam Devleti örgütünün (IŞİD) terör eylemleri ile Irak ve Suriye bölgelerinde etkin olması Ortadoğu’daki çatısmanın boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Vaat edilmis topraklara geri dönerek İsrail Devleti’ni kurma amacı tasıyan Yahudilerin Filistin’e göçü, Ortadoğu’daki askeri-siyasi dengeleri tamamen değistirmis ve uzun bir dönemi kapsayan, günümüzde de devam ettiği söylenebilen Arap-İsrail savaslarına neden olmustur. Ancak elbette söylenenlerden de anlasılacağı gibi Ortadoğu’daki bölgesel çatısma
yalnızca Arap-İsrail savaslarından ibaret değildir. SSCB’nin dağılması ve İran İslam Devrimi de Ortadoğu’daki dengeleri değistirmistir. Radikal totaliter Arap devletleriyle ılımlı Arap sultanlıkları arasındaki rejim farklılasması Ortadoğu’ya yeni bir kutuplasmayı da beraberinde getirmistir. Bu anlamda batı ülkelerinin tutumları oldukça önemlidir. Batı İsrail’i desteklerken aynı zamanda ılımlı Arap devletleriyle müttefik olmus ve kaynağını sosyalizmden alan Nasır ve Baascı rejimlerle bu ılımlı Arap devletlerini de karsı karsıya getirmistir. Bütün bu olaylar silsilesi orta doğudaki bölgesel çatısmayı tetiklemistir.3
Türkiye Cumhuriyeti, 14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail Devleti’ni 28 Mart 1949’da tanıyarak, bu devleti tanıyan ilk devletler arasına girmistir.4 Ancak Türk-Yahudi iliskilerinin kökleri çok daha eskilere dayanmaktadır. 1492’de İspanya’dan kaçan Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmalarına izin verilmesi, II. Dünya Savası’nda Nazi soykırımından kaçan Yahudi bilim adamlarına Türk diplomatlar tarafından Türk pasaportu vererek
Türkiye’ye kaçmalarını sağlaması Türkiye’de önemli miktarda Yahudi yerlesiminin olmasını sağlamıstır.5
İsrail’in tanınmasından sonra, Türkiye ile İsrail adeta stratejik müttefik konumuna gelmistir. İki ülke arasında çok sayıda ekonomik, askeri ve siyasi isbirliği anlasması mevcuttur. Ayrıca özellikle 1958’de kurulan “Çevresel Pakt” kapsamında iki ülke arası istihbarat paylasımı iki ülke arası iliskilere 2000’li yıllara kadar canlılık kazandırmıstır. Nitekim İsrail’in istihbarat birimi olan MOSSAD’ın özellikle 1990’ların sonunda Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne yönelik çalısmaları olduğu bilinmektedir. Hatta PKK elebasısı Abdullah Öcalan’ın Kuveyt’te yakalanması ve Türkiye’ye tesliminde de MOSSAD’ın etkili olduğu iddia edilmektedir.6
Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelmesi ve 2008’de Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Dısisleri Bakanlığı görevine getirilmesinden sonra değisen Türk Dıs Politikası, Türk-İsrail iliskilerinin seyri açısından da belirgin düzeyde bir baskalasım göstermistir. Ortadoğu İslam coğrafyası ile düzelen iliskiler bir yandan İsrail ile olusan gerginlikler seklinde kendini göstermektedir. “ Davos Krizi ”, “ Mavi Marmara” olayı, “Alçak Diplomasi” tartısmaları seklinde patlak veren bu gergin iliskiler ancak 22 Mart 2013 tarihinde İsrail basbakanı
Netanyahu’nun Mavi Marmara olayı için Türkiye’den özür dilemesi ile normallesme sürecine girmistir.7
Türkiye-İsrail iliskilerini sekillendiren bir baska konu da İsrail’in Iraklı Kürtlere yönelik politikalarıdır. “ Dünyadaki en büyük devletsiz halk ”8 olduğu iddia edilen ve Ortadoğu’nun barındırdığı en büyük etnik gruplardan biri olan Kürtler, Ortadoğu’nun kalbi sayılabilecek bölgede bulunan devletlerin bağımsızlık arayan vatandasları olmaları bakımından küresel güçlerin ilgi odağıdır. Bu anlamda İsrail’in de Kürtlere yönelik ciddi atılımlar gerçeklestirdiğini görüyoruz. Ancak İsrail’in bölgede etkinlik kazanmak ve güvenlik stratejisini sağlam bir zemine oturtmaya çalısmak dısında baska amaçlarının da olduğunu birçok akademisyen ve arastırmacı tarafından yazılıp çizilmektedir.
Bu çalısmanın amacı yukarıda bahsi geçen, İsrail’in Irak Kürtlerine yönelik politikalarını incelemektir. Ancak bu doğrultuda çalısmayı ağırlıklı olarak IŞİD öncesi dönemdeki İsrail-K.Irak iliskileri olarak yorumlamak daha doğru olacaktır. Zira IŞİD’in bölgede ani bir biçimde etkin olması sonucu örgütün küresel güçlerle, en çok da İsrail ile isbirliği içerisinde olabileceği iddialarını da beraberinde getirmistir. Kamuoyunda yer alan bu iddiaların herhangi bir ispatı henüz bulunmadığından çalısmanın bilimselliği açısından son bir
yıllık IŞİD dönemi çalısmada yer almayacaktır.
1. İsrail Devleti’nin Kurulus Süreci
İsrail Devleti’nin kurulusu yıllar süren uğraslar sonucu 14 Mayıs 1948’de David Ben Gurion tarafından Tel-Aviv’de ilan edilmistir. Bu ilan Ortadoğu tarihinde bir dönüm noktası olmustur.
Yahudiler İsrail kurunla kadar dünyanın dört bir yanında dağınık bir halde yasamıs,
19. yüzyıla kadar dini, 19. yüzyıldan sonra ırksal bir temellendirme ile gettolasmıslardır.9 İnsanlık dısı uygulamalara hatta soykırımlara uğramıslar ve genellikle yasadıkları bölgeleri terk etmeye mecbur bırakılmıslardır. Bu noktada Hıristiyan ülkelerden göçe zorlanan Yahudilerin en önemli örnekleri 1920’de İngiltere’den, 1306 ve 1394’de Fransa’dan, 1349 ve 1360 Macaristan’dan, 1348 ve 1598 Almanya’dan, 1421 Avusturya’dan, 1445 ve 1495 Litvanya’dan, 1492’de İspanya’dan, 1497’de Portekiz’den kovulan Yahudilerdir. Çarlık
Rusya’sında da Yahudilere yönelik tutum aynıdır. Rus Çarı Alexander’in 13 Mart 1881’de öldürülmesi ve suikasttan önce teröristin bombalarının bir Yahudi kadının evinde sakladığının anlasılması üzerine Rus yönetimi Yahudilere karsı harekete geçmekte gecikmemislerdir.
Rusya çapında Yahudi katliamları 1881 yılında baslamıstır.10 Yakınçağda özellikle Rusya ve Romanya’da pek çok Yahudi dernek kurulmustur.
Bunlardan en önemlileri “ Hibat Zion ” ve “ Hoveve Siyon ” isimli cemiyetler dir. Bu cemiyetler Yahudilerin Filistin’e göç ederek orada kendi siyasi birliklerini kurmaları gerektiğini savunmus ve kutsal kitapları olan Tevrat’a dayandırdıkları bu görüslerini halka yayma çabası içine girmislerdir.11
Tevrat’tan gelen kutsal emirlerin kaynaklık ettiği göç dalgalarına “ Aliya ” denmektedir. Vaat edilmis toprak olan Filistin’e göçü sağlamak amacıyla kurulan birçok dernek kültürel
Siyonizm metoduyla aliyaları sağlamaya yönelik propagandalar yapmıslardır. Özellikle Doğu Avrupa’nın aydın Yahudileri zengin Yahudi ailelerinden de bu noktada destek görmüslerdir.
Örneğin Rothschilds Ailesi’nin birinci aliyadan Dsrail’in kurulmasına kadar olan süreçteki yardımları yadsınamaz.12
İlk aliyadan sonraki toplumsal yapıyı değerlendirmek gerekirse üç tip Yahudi grubunun varlığı fark edilecektir. Bunlardan ilki Filistin’de süreklilik sahibi olan Sark Yahudileri, ikincisi İspanya ve Batı Avrupa’dan gelen Seferad Yahudileri, üçüncü grup ise özellikle Almanya ve Doğu Avrupa’dan gelen Askenaz Yahudileridir. Askenaz Yahudileri soykırım ve sürgünlere maruz kaldıklarından genellikle daha devrimci bir ruha sahiptirler. Ayrıca birinci göç dalgasındaki etkinlikleri de fazladır. İkinci göç dalgasına baktığımızda ise David Ben Gurion gibi önemli isimlerin bu aliyayla geldiklerini görüyoruz. İsrail Devleti’nin kurulmasında ikinci aliyayla gelen grubun önemi yadsınamaz. 13
Yahudi aydınlanmasının en önemli ismi Theodor Herzl’dir. Herzl siyasi siyonizmi ete kemiğe büründüren kisidir. Herzl’in baskanlığında İsviçre’nin Basel kentinde bir araya gelen
I. Dünya Siyonist Kongresi’nde “Filistin Yahudiler için anavatandır” kararı kesinlesmistir. Bu anlamda Filistin’i himayesinde barındıran Osmanlı Devleti’nin sultanı II. Abdülhamid ile görüsülmüs ve olumsuz yanıt alınmıstır.14
Theodor Herzl öncülüğündeki Yahudiler dıs mihrakların da konuya ilgi göstermesini hedeflemislerdir. Bu doğrultuda Alman imparatoru II. Wilhelm, İngiltere basbakanı Lord Salisbury, Papa, İtalya Kralı III. Victor, Emmanuel, İngiliz Koloni Bakanı Joseph Chamberlain, Lord Cromer, Rusya’nın önemli sahsiyetleri Konstantin Plehwe ve Sergey Witte’dir.15
İlkin dıs mihraklar tarafından çok fazla ciddiye alınmayan Yahudiler I.Dünya Savası döneminde önemli siyasi basarılar elde etmislerdir. Siyonistler özellikle Arap coğrafyasında sonuna kadar varlığını gösteren İngilizlerin desteğini kazanmayı basarmısladır. 2 Kasım 1917’de İngiltere dısisleri bakanı A. James Balfour tarafından kaleme alınmıs bir mektupla İngiltere’nin Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletine siyasi destek vereceği taahhüt edilmistir. Tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçen bu mektup İsrail Devleti’nin kurulma sürecindeki en önemli kilometre taslarından biridir. Bu deklarasyonla İngiltere siyonizmi resmen tanımıs ve desteklemistir.16
Balfour Deklarasyonu’nu takip eden süreçte de İngilizlerin İsrail’e yardımları kesilmemistir. İngiltere’nin Haganah17 gibi Yahudi menseili ayrılıkçı militanlara da askeri yardımda bulunduğu iddia edilmektedir.18
İngilizlerin Yahudilere desteği II. Dünya Savası sonlarına kadar devam etmistir. II. Dünya Savası sonunda 4–11 Subat 1945’te Yalta'da bir araya gelen üç galip ülkenin liderleri Franklin Roosevelt, Winston Churchill ve Joseph Stalin İsrail’in kurulmasını konusunda mutabık kalmıslardır. Yahudi lobileri sayesinde dünyanın bütün önemli güçlerini İsrail Devleti'nin kurulması için kullanan Siyonist Yahudiler, gerçekten de Herzl'in I. Siyonist Kongre'de söylediği gibi Dsrail'i 50 yıl içinde kurmuslardır.19
II. Dünya Savası sonrası Haganah güçleri artık tam bağımsızlık istemleriyle İngiltere’yi de Filistin’den kovmak istemislerdir. Nitekim manda yönetimleri konusunda güçsüz düsen İngiltere, bu karmasık konuyu Subat 1947’de BM’nin çözümüne bırakmıstır. BM Genel kurulunda ise 2 Kasım 1947’de yapılan oylama ile 13 karsıt, 10 çekimser oya karsılık 33 oyla İsrail’in kurulması kabul edilmistir.20
2. İsrail’e Genel Bir Bakıs
İsrail Devleti kendini yegane Yahudi devleti olarak tanımlamaktadır. Devletin kendine yüklediği bu anlamdan dolayı tüm Yahudi diasporası gelip İsrail’e yerlesmekte özgürdür. Bu durum İsrail’e askeri ve kültürel anlamda faydalar sağlamaktadır. Yani demografik anlamda sağladığı katkıdan ötürü askeriyede kullanılacak insan gücü elde edilmekte ve Musevilik dini ve Yahudi kültürü bozulmadan nesillere aktarılabilmektedir.21
İsrail Arap devletleri arasında sıkısmıs, coğrafi açıdan küçük bir ülke olmasına rağmen ekonomik bakımından komsularına oranla oldukça iyi durumdadır. Ancak küçük bir ülke olmanın elbette bazı handikapları vardır. İsrail’in handikabı ise su ve yer altı kaynaklarının yetersiz olmasından dolayı enerji konusunda dısa bağımlı kalmasıdır.
Siyasi bakımdan da bölge devletlerinden çok daha iyi durumda olan ve özellikle gelismis seküler yapısıyla dikkat çeken İsrail’de azınlıklar ve hemen bütün siyasi gruplar kendilerini ifade sansı bulabilmekte ve hükümeti özgürce elestire bilmektedir.22
Yukarıda ifade ettiğimiz temel yönleri ile Ortadoğu’dan farklı bir atmosfere sahip İsrail gerek etnik, gerek dinsel gerekse yönetsel yönleriyle kendisine komsu olan Arap ülkelerinden ayrılmıstır. İste bu ayrısma Ortadoğu’nun ve İsrail’in dününe, bugününe ve yarınına ısık tutması bakımından önemlidir. Çünkü İsrail’in ve diğer Ortadoğu devletlerinin dıs politikaları bu ayrısma çerçevesinde sekillenecek ve iç politikalarına yansıyacaktır.
İsrail’in dıs politika algısının temel parametrelerine çalısmanın ilerleyen bölümlerinde değinilecektir.
3. Türk-İsrail İliskileri
28 Mart 1949’da Türkiye’nin İsrail’i tanımasından sonra İsrail; Washington, Paris ve Londra’dan sonra dördüncü İsrail Askeri Ataseliği’ni Ankara’da açtı. Bu gelismenin nedeni İsrail’in her iki ülkenin de Batı gelisme modelini benimsemis olması ve Batı kampında yer alıyor olması nedeniyle Türkiye ile iyi iliskiler kurmak istemesiydi.23
Ayrıca İsrail’in bölgedeki yalnızlığını laik devlet anlayısına sahip Türkiye sayesinde asarak Arap düsmanlarına karsı daha güçlü bir konuma gelmeyi hedeflediği bilinmektedir.
Demokrat Parti döneminde Türk-ABD iliskilerinde Yahudi lobilerin etkili olmaya baslamıstır. 1950’li yıllar boyunca, ABD mali yardımlarının kesintiye uğraması ve Kıbrıs meselesi gibi konularda Yahudi lobisinin desteğine basvurulacaktır.24
Türkiye-İsrail iliskilerindeki ilk gerginlikler Bağdat Paktı ve Süveys Bunalımı oldu. İsrail Türkiye’nin Bağdat Paktı’nda yer almasını, Arap-İsrail çatısmasında Arap devletlerine arka çıkması olarak algıladı. Süveys Bunalımı ise, Türk-İsrail iliskilerinde en önemli kırılma noktası olarak kabul edilmektedir. Mısır lideri General Cemal Abdülnasır, Süveys Kanalı’nın millilestirdiğini açıkladı. Bu açıklama sonucunda İsrail Mısır’a saldırması ile Türk kamuoyunda İsrail’e karsı bir tepki doğmustur. Bu çerçevede Türkiye 1950 yılında elçilik olarak açılan temsilciliği, Süveys Kanalı savası sonrasında 26 Kasım 1956 tarihinde maslahatgüzarlık seviyesine indirmistir.25
Çalısmanın ilerleyen bölümlerinde daha detaylı incelenecek olan İsrail’i Çevreleme Politikası’nın bir ürünü olan “ Çevresel Pakt ” 26 Türkiye-İsrail iliskilerini yeniden canlandırmıstır. İliskilerde yasanan olumlu gelismelere paralel olarak diplomatik iliskiler 1963 Temmuz ayında yeniden Elçilik düzeyine çıkarılmıstır.27
1967 Arap-İsrail Savası, 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması ve 1975’de Türkiye’nin Filistin Kurtulus Örgütü’nü tanıması olayları Türkiye-İsrail iliskilerinin
gerilmesine yol açmıstır. Türkiye, 1973 Arap-İsrail Savası’nda tarafsız olduğunu açıklamıstır ancak uygulamıs olduğu politikalardan dolayı Türkiye’nin Arap devletlerinin yanında yer aldığı anlasılmaktadır. Örneğin Türkiye Arap devletlerine askeri malzeme tasıyan Sovyet uçaklarına hava sahasını açmıs, ancak İsrail’e yardım etmek isteyen ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanması engellemistir.28
1963’de açılan Türkiye’nin İsrail elçiliği 1 Ocak 1980 itibariyle Büyükelçilik seviyesine yükseltilmistir. Ancak 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ve Kudüs’ü ebedi baskent ilan etmesi üzerine, 30 Kasım 1980 tarihinde, temsil seviyesi bu defa ikinci katip seviyesine düsürülmüstür. 1990’ların ilk yarısında İsrail-Filistin sorunundaki olumlu tablonun etkisiyle 1991 yılında diplomatik iliskiler yeniden Büyükelçi seviyesine yükseltilmistir.29
1981 yılının sonlarında, İsrail Suriye’nin Golan Tepelerini tek taraflı olarak ilhak ederken Türkiye’nin bu ilhakı kınamaması İsrail’den Ermeni ASALA 30 terör örgütü hakkında istihbarat almasıyla sonuçlanmıstır.31
İsrail-Türkiye İliskilerinin 1990’lı yıllarda en fazla ivme kazanmasına yol açan olay Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanması ve bu yakalanmada Kenya’da çok güçlü bir nüfuza sahip olan MOSSAD’ın Türk İstihbaratı’yla (MİT) isbirliği yaptığı iddiasıdır.32
1990–2000 arası dönemde Türkiye aleyhine faaliyetlerini arttıran Ermeni ve Rum lobilerine karsılık Yahudi lobisinin uluslararası arenada Türkiye’yi desteklemesi Türkiye-İsrail iliskilerin olumlu olmasını sağlayan baska bir noktadır. İlk defa 1989’da ABD Senatörü Doles’in Ermeni Meselesi’ni ABD parlamentosuna getirmesi üzerine Yahudi lobisi devreye girerek kabulü engellemistir ve bu durum takip eden yıllarda da devam etmistir.33 Ak Parti Hükümeti döneminde Türkiye-İsrail iliskilerinin bozulmasının hemen sonrasında sözde Ermeni Soykırımı yasa tasarısı ABD senatosundan geçmistir. Bu durum da Yahudi lobisinin 90’lı yıllarda Türkiye’yi desteklediğine kanıttır.
2000’li yıllara bakıldığında ise AKP politikaları doğrultusunda İsrail-Türkiye iliskilerinin sorunlu bir baskalasım sürecine girdiği söylenebilir. Bu dönem iliskilerinde sorunların baslangıcı ise 2004 yılına dayanmaktadır. 22 Mart 2004’te HAMAS’ın kurucu lideri Seyh Yasin’in Gazze Seridi’nde sabah namazından sonra İsrail helikopterlerince füze saldırısına tutularak öldürülmesi Türkiye ve İran tarafından “devlet terörü” olarak yorumlanmıstır.34
AKP Dönemi İsrail-Türkiye iliskilerinin diğer akılda kalan gelismeleri, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda Basbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaskanı Simon Peres arasında geçen “ One Minute Krizi ” olarak hatırlanan tartısma, TRT’de yayınlanan Ayrılık dizisi sebebiyle İsrail tarafından Türkiye’ye nota verilmesi, Kurtlar Vadisi dizisinde İsrail’e hakaret edildiği gerekçesiyle İsrail Dıs İsleri Bakanlığı tarafından Türkiye Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a yapılan “alçak koltuk” muamele ve Mavi Marmara olaylarıdır.
4. 2003 Sonrası Irak ve Kuzey Irak’ın Durumu
Irak’ın ABD tarafından isgali genel anlamda 2003 yılından 2010 yılına kadar sürmüstür. Son kalan askeri birlik ise Barack Obama’nın talimatıyla 15 Aralık 2011’de ülkeden çekilmistir. İsgal altındaki bu yedi yıllık zaman dilimi, toplumsal yapıda bozulmaları, ekonomik sistemin çökmesini ve milyonlarca kisinin göçe zorlanmasını beraberinde getiren tramvatik bir süreçtir. ABD ve koalisyon askerlerinin ülkeyi tamamen terk etmis olmalarına rağmen iç çatısmalar, mezhepsel gerginlikler, intihar saldırıları ve iktidar çekismelerinin halen
devam ettiği ülkede, isgalin etkilerinin devam ettiği bilinmektedir.
Uluslararası Af Örgütü'nün son raporuna göre, Irak'ta isgalin onuncu yılında hala sivillere yönelik siddet, tutukluların usül dısı yargılanması ve iskenceye maruz kalmaları gibi insan haklarını ihlal eden durumlar görülmektedir.35
İsgal sonrası geçen bu yedi yıllık sürecin en önemli etkisi Irak siyasal hayatının dibe vurmasıdır. Süreç Iraklıların o tarihe kadar baskıyla sindirilmis dini ve etnik aidiyetlerini yeniden gün yüzüne çıkarmıs ve Iraklıların kutuplasmalarına sebep olmustur. Farklı yapıların belirmesi siddeti de körüklemis ve sosyo-politik anlamda darboğazda olan Irak’ta daha derin yaralara yol açmıstır. Süreç “de jure” olarak olmasa da “de facto” olarak ülkenin siyasi ve etnik olarak bölünmesine yol açmıstır. Bu bölünme ISDD terörü ile daha da belirgin düzeye
ulasmıstır.
5.1 Irak’ta Temel Siyasi Dinamikler: Asiretçilik, Mezhepsel ve Etnik Siyasetçilik
5.1.1. Asiretçilik
Irak geleneksel toplum yapısının en önemli unsurlarından biri olan asiretler36, Irak devletinin kurulusundan itibaren yönetimde söz sahibi olmuslardır. Krallık döneminde asiretlerin kralın seçilmesi konusunda karar alıcı mekanizma olmasının yanında bu konumları 1958 Darbesi ile kurulan cumhuriyet yönetiminde de devam etmistir.37
Daha çok kırsal kesimde bağlayıcı olan asiret kültürüne en büyük darbeyi 1960’lı yıllarda, Saddam Hüseyin eliyle yapılan toprak reformu vurmustur. Köylerde yasayan pek çok Iraklı sehirlere göç etmek durumunda kalmıs ve sanayi sektöründe çalısmaya yönelmistir. Ancak 1980–90 yılları arasında İran-Irak Savası’nda Irak savunmasında kullanmak üzere asker ihtiyacına düstüğünden Saddam Hüseyin asiretçiliğe geri dönüs yapmak durumunda kalmıs ve politik programında asiret reislerini açıkça desteklemistir.
Asiret reislerine savunmayı güçlendirmek için para ve otonomi vaatlerinde bulunduğu bilinmektedir.38
Saddam’ın devrilmesinden sonra da asiret sisteminin önemini koruduğu 31 Ocak 2009 ve 7 Mart 2010 seçimlerinden anlasılabilmektedir. Siyasi partiler oy tabanlarını genisletebilmek için büyük asiretlerin destekledikleri temsilcileri öne sürerek rant elde etmeye çalısmıslardır. Ayrıca bugün de Irak parlamentosu ve vilayet meclisleri gibi önemli idari makamlarda çok sayıda asiret reisi ya da önde gelen asiret üyesinin görev yaptığı bilinmektedir.39
5.1.2. Etnik ve Mezhepsel Siyasetçilik Şiiler
Irak’ta Siiler baslangıçta sayıca çok olduklarını düsünerek ABD isgaline ilk etapta duyarsız kalmıslardır. Çünkü Irak halkının %60’ını olusturan bu kesim Saddam Hüseyin’in düsürülmesinin kendilerini iktidara götürebilecek yol olduğuna inanmıslardır. Ancak Şiiler Irak’taki diğer siyasal aktörlere karsı demografik avantajlarını ileri sürememislerdir. Bu durumun en önemli sebepleri; Sii halkın kendi içerisinde Kürt ve Arap Şiileri olarak ikiye ayrılması, Kürt Siilerin Sii kimliklerinden çok Kürt olmayı seçmeleri ve Siilerin basında Şiilik propagandası yapacak karizmatik bir liderin bulunmamasıdır.
Siiler içinde etkin olan iki önemli grup bulunmaktadır: Mukteda El-Sadr grubu ve İslami Yüksek Konsey grubu.
Mukteda El-Sadr, Irak siyasetinde oldukça etkili bir liderdir. Sadr, mutsuz ve issiz Sii gençleri güdümleme konusunda çok basarılı olması ve Irak’ta dini eğitim hususunda önde gelen ailelerden birine mensup olusu sayesinde dindar takipçilerinden olusan halihazırda örgütlenmis bir siyasi gücü de mevcuttur. Bu güç 60.000 militanı olduğu tahmin edilen “ Mehdi Ordusu ”dur. Bu orduya İran tarafından para ve silah yardımında bulunulduğu iddia edilmektedir.40
Sadr’ın mezhepçilik eksenli iç ve dıs politikada oldukça etkin olduğuna dair bir baska kanıt da Türk Dısisleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kasım 2013’te Sii lideri Bağdat’ta ziyaret etmesidir.41
İslami Yüksek Konsey’e gelirsek, önceki adı Irak İslami Devrim Yüksek Konseyi (SCIRI) olan, Sii kökenli siyasi grup, 1980 yılının baslarında İran’da sürgün hayatı yasayan Iraklı Siiler tarafından kurulmustur. Konsey Güney’de yasayan Siilerden büyük destek almaktadır. Amerikan isgaline karsı takındığı sert tavırla dikkat çeken partinin amacı Kuzey Irak’ta Kürtlerin yaptığı gibi Siileri bir araya getirerek federatif bir yapı meydana getirmektir. Bu anlamda Sadr ve grubu ile kutuplastıkları görülmektedir.42
Sünniler
Sünniler Irak toplumunun yaklasık % 20’sini olusturmaktadır ve Şii topluluğa göre azınlıkta kalmaktadır.43
Kurulusundan bu yana Irak’ta idari konumda bulunan, Baascılığın ve Saddam Hüseyin’in temsilcisi olarak görülen Sünniler ABD isgalinden sonra siyasal alanda dıslanmaya baslamıslardır. Özellikle Sii Basbakan Nuri Maliki’nin iktidara gelmesi ile Sünni- Şii çatısması artarak devam etmistir. Maliki tarafından kendilerine ikinci sınıf vatandas muamelesi yapıldığını iddia eden Sünniler’in 44 özellikle radikal İslam yanlısı olanların ISİD terörü çatısında birlesme sebebi de söz konusu dıslanmadır.
İslamcılar ve Baascılar olarak kendi içlerinde farklı fraksiyonlara sahip Sünniler’in Baas kanadı istemeyerek de olsa ABD tarafından destek görmektedir. ABD her ne kadar Baascılara destek vermekten hoslanmasa da bu politikayla hem Siilerin asırı İslamcı söylemlerle İran’a yakınlasmasını engellemeyi hem de radikal İslamcı Sünnilerin terör içerikli politikalarını dengelemeyi hedeflemektedir.45
Kürtler
Irak Kürtleri de Siiler gibi Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra siyasi etkinliklerini arttırabilecekleri umudu ile hareket etmislerdir. Bu anlamda çesitli stratejiler doğrultusunda hareket etmekte olan Kürtler aynı zamanda ISİD’in bölgedeki etkisini kırmada en etkin olan gruptur. Kürtlerin ISİD ile mücadele dısında belirlemis oldukları stratejinin ilk ayağı ABD’nin desteğini almak ve ABD’de lobicilik faaliyetlerine girismek olmustur.
Irak Kürt stratejisinin ikinci ayağı ise Kuzey Irak’taki Kürt kurumsallasmasını sağlama çabasıdır. Bugün Kuzey Irak’ta ayrı bir parlamento, merkez bankası, postane hizmeti, eğitim bakanlığı, Irak’tan ayrı bir bayrak ve ulusal mars bulunmaktadır.
Iraklı Kürtlerin yasalarla sağlamlastırmak istedikleri kazanımların basında geçmiste “ Uçusa yasak bölge” ilan edilen Irak’ın Kuzeyindeki üç vilayetten olusan “de facto” yapı gelmektedir. Bu yapı 2005’te kabul edilen Irak anayasası ile resmilesmistir. Bu durum bağımsızlıklarını kazanmak isteyen Kuzey Irak Kürtleri için büyük bir zaferdir.
Irak Kürt siyaseti denilince akla ilk etapta Kürdistan Demokratik Partisi (KDP)46 ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)47 gelmektedir. Birisi Behdinan (Duhok) ve Erbil vilayetleri ve çevresinde; diğeri ise Soran (Süleymaniye) çevresinde sekillenen bu iki parti Kuzey Irak’taki siyasi yasamın belirleyicileridir.48 Ancak son zamanlarda Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi’nin, Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne karsı üstün geldiği görülmektedir. Hatta 21 Eylül 2013’de yapılan Kuzey Irak Bölgesel Yönetim parlamento seçiminde Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden daha fazla oy alan baska bir parti daha mevcuttur: Gorran (Değisim) Partisi.49
Kuzey Irak’ta Şuan ki hakim siyasal sistemi tespit etmek için seçim sonuçlarına bir bakalım:
Kaynak: www.orsam.org.tr
Sonuçları bakımından Eylül 2013 Seçimlerini incelediğimizde Gorran Partisi’nin ikinci olmasıyla beraber Kürt siyasetindeki iki partili sisteme veda edildiğini görüyoruz.
Ayrıca verilere göre seçim sonucunda hiçbir partinin tek basına iktidar olma sansı olmadığını da belirtmekte yarar var. Bu anlamda geçerli olabilecek en geçerli senaryo Neçirvan Barzani önerliğinde tüm partileri içeren bir hükümetin kurulmasıdır. Ancak bu noktada her ne kadar seçimlerden zararlı çıkmıs olsa da KYB’nin önemi büyüktür. KYB olmaksızın koalisyona gidilemez.50
5. Türkiye’nin Irak Politikası ve Kuzey Irak Algısı
Kuzey Irak51 Körfez Savası’na kadar Irak ülkesinin kuzey bölgesi olarak algılanmıs, Körfez Savası’ndan sonra bu algı bir siyasi hareketin simgesi olarak değismistir. II. Körfez Savası’ndan sonra isyan eden Kuzey Irak’lı Kürtlere yönelik düzenlenen operasyonlarda pek çok insan yasamını yitirince BM yasanan can kayıplarına önlem olarak 32. enlemin güneyi ve 36. enlemin kuzeyi arasındaki bölgeyi uçusa yasak bölge ilan etmis ve Irak Hava Sahası’nı üç bölgeye ayırmıstır.52
1991’de Türkiye’nin de içinde bulunduğu Çekiç güç 53 sayesinde Irak ordusu Kuzey Irak’tan tamamen çekilince Kürtlerin aktif iki siyasi partisi Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği federatif yapı kararı almıstır. 17 Mayıs 1992’de yapılan seçimlerle ve 7 Temmuz 1992’de Kuzey Irak’ın Bakanlar Kurulu olusmus ve devletlesme süreci kısmen baslamıstır. Kendi toprak bütünlüğünün zedelenmesinden kaygı duyan ve bu duruma siddetle karsı çıkan Türkiye, böyle bir olusumun bölgede barısın sağlanmasını sekteye uğratacağını savunmustur.54
4 Ekim 1992’de Kuzey Irak’ta Kürdistan Federe Devleti kurulduğu ilan edilmistir. 2003’de Saddam Hüseyin’in devrilmesine kadar olusan bu de facto yapı Suriye, İran ve Türkiye tarafından tanınmamıstır.55
Kuzey Irak’ta kurulmak istenen bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye’nin güvenliğine en önemli etkisi, Türkiye’de yasayan Kürt gruplarca bağımsızlık düsüncesinin talep edilme ihtimali ve bu düsüncenin terör örgütü PKK kanalıyla hayata geçirilmeye çalısılmasıdır.56
Sevr Anlasması’na devamlı atıfta bulunması nedeni ile “Sevr Sendromu” olarak adlandırılan düsünce sisteminin özünde Türkiye’nin her an dıs mihrakların etkisi ile bölünebileceği korkusu vardır.57
6. İsrail’in Güvenlik Stratejisi ve Irak
1950’li yıllarda Ortadoğu’yu kasıp kavuran Baas Partisi ve lideri Abdülnasır kurulusundan beri bölgede “Müslüman Arap denizi tarafından bir ada gibi çevrelenen”58
İsrail’in yeni güvenlik stratejileri gelistirmesine neden olmustur. İlk etapta MOSSAD eliyle iki önemli strateji uygulanmaktadır. Bunlardan ilki Baas Partisi dalgasına karsı güdümlü Arap Monarsilerini desteklemek, ikincisi ise sömürgeci Batı devletleri ile isbirliği yaparak İsrail’in bölgede tutunabilmesini sağlamaktır.
İsrail ile isbirliği içinde olan sömürgeci Batı devletlerine örnek verilebilecek en önemli yakınlasma 1954 yılında Fransa ile yasanmıstır. Cezayir halkının “Bağımsızlık Savası”nı yakın takibe alan MOSSAD gerilla savası konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olmayan
Fransız askerine özellikle helikopter kullanımı konusunda eğitimler vermis ve bu savasın en azından 1962 yılına kadar uzamasını sağlamıstır. Fransız birliklerini eğitmek için Cezayir’e giden iki general oldukça dikkat çekici isimlerdir: Yitzhak Rabin ve Haim Herzog. Bu iki önemli sim 90’lı yıllarda İsrail’de basbakanlık ve devlet baskanlığı yapacaklardır.59
İsrail’in desteklediği monarsiler ise basta İran’da Sah Rıza Pehlevi olmak üzere Fas kralı Hasan, Ürdün kralı Hüseyin’dir. Bahsi geçen monarsilerin çok uluslu, çok etnikli yapısından ileri gelen iç politik meselelerinde devreye giren MOSSAD sayesinde İsrail bu yönetimlerin sempatisini kazanmıstır.60
Bahsi geçen İran-İsrail isbirliği Rıza Pehlevi’nin SAVAK’ının MOSSAD tarafından özellikle iskence teknikleri bakımından eğitilmesinden, iki ülke arası silah alım-satımına kadar her konuda kendini göstermektedir. Ancak bu isbirliğinin İran açısından en önemli yanı İran’ın Amerika’daki Yahudi Lobisinin İran lehine söylemlerde bulunmasıdır.61
İsrail’in 1950’li yılların basında ortaya koymus olduğu politika oldukça akıllıca olsa da dönemin konjonktürü İsrail’in strateji değistirmesini gerektirmekteydi. Çünkü ne monarsiler ne de sömürgeci devletler bölgede tutunamamıslardı. Artık hemen hemen bütün Ortadoğu Nasır’ın baslattığı Anti-İsrailci, Solcu-Milliyetçi dalganın içindeydi.
Dolayısı ile İsrail’in çok daha ciddi güvenlik stratejileri gelistirmesi gerekliydi. “ Çevre Stratejisi ” adı verilen yeni bir strateji gelistiren İsrail’in ana hedefi bu kez İran, Türkiye ve Etiyopya gibi Arap olmayan ülkelerle ittifak kurmaktı. Nitekim çalısmanın konusunu olusturan İsrail’in Kürt politikaları da bu kapsama alınabilir.
İsrail’in çevreleme politikası kapsamında en önemli gelisme Türkiye ile imzaladığı “ Çevresel Pakt ” olmustur.
Çevresel Pakt’ta olmayan ama çevreleme politikasının bir diğer ayağı olan Etiyopya ile ise İsrail en çok “ Eritre Sorunu ”nda yakınlasmıstır. Etiyopya’nın kuzeyinde yer alan Eritre Osmanlı yönetiminden sonra ilkin İtalyanların eline geçmis sonrasında ise BM kararı ile Etiyopya’ya özerk olarak bağlanmıstır. Ancak Kasım 1962’de Etiyopya imparatoru Eritre’yi tek taraflı olarak Etiyopya’ya bağladığını açıklamıstır. Eritre’nin Müslüman halkının bu durumu kabul etmemesi üzerine baslayan iç savasta elbette İsrail imparatora destek vererek
Etiyopya’nın kontrgerilla timlerini Müslüman Eritrelilere karsı eğitmistir. Sonuç olarak Etiyopya-İsrail arasındaki sıcak iliski temellerinin iki ülkenin de İslam karsıtlığına dayanması bakımından önemlidir.62
< 1970’li ve 80’li yıllar İsrail’inde ise yeniden farklı arayıslar söz konusu olmustur.
Zira 1979’da Trident’in üçüncü disi İslam Devrimi ile sökülmüstür. Sonuç olarak uluslararası iliskilerde çok klasik olan “ Böl-Yönet ” yaklasımı İsrail’in beka stratejisine konu olmustur. Bu Stratejinin uygulanmaya baslandığını bize doğrudan kanıtlayan belge Dünya Siyonist Dergisi Kivunim’de 1982’de, eski bir diplomat olan Oded Yinon imzasıyla yayınlanan “1980’lerde İsrail için Strateji” adlı makaledir. Makalede ele alınan temel strateji bugün Türkiye’de tanık olduğumuz “ Alevi-Sünni ” ve “ Türk-Kürt ” etnik ve dini temelli ayrısmalarıyla aynıdır.63 Oded Yinon’un raporuna göre Ortadoğu herhangi bir bölgesel ayaklanmada dağılmaya hazırdır çünkü hiçbir sekilde sosyolojik bağlarla bağlanmıs birer ulus-devlet değillerdir. Aksine sömürgeci devletlerin nüfus ya da mezhepsel temelleri göz ardı ederek yalnızca kendi idari bölüsümlerine göre olusturdukları yapay devletlerdir. Örneğin “Suriye Milleti” ya da “Irak Milleti” gibi sosyolojik terimler bu devletler için kesinlikle kullanılamaz.64
Oded Yinon’un Raporları doğrultusunda Lübnan İç Savası’nda, Yemen İç Savası’nda, Umman İç Savası’nda, Sudan ve Çad Dç Savasları’nda bile MOSSAD’ın etkisinin olduğunu düsünebiliriz.65 Ancak Yinon’un makalesinde İsrail’in “Böl ve Yut ” stratejisini gelistirdiği baska devletler de olduğunu görüyoruz. Bilhassa bugünkü konjonktür bazında oldukça önemli tespitler oldukları için özellikle altı çizilerek aktarmak gerekmektedir:
Suriye ve Irak.
Oded Yinon’un Suriye konusundaki yorumları Cevat Eroğlu’nun “İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler ” Adlı kitabında kendi makalesinden su sekilde yer bulmustur:
“ Suriye etnik yapısına uygun olarak bugün Lübnan’da olduğu gibi çesitli devletlere ayrılacaktır. Böylece kıyıda bir Sii-Alevi Devleti, Halep bölgesinde bir Sünni Devleti, Sam’da buna düsman bir baska Sünni devleti ve Havran, Kuzey Ürdün ve belki bizim Golan’da bir Dürzi devleti. Böyle bir devletlesme uzun vadede bölgede barıs ve güvenliğin garantisi olacaktır ve bu hedef bugün artık erisebileceğimiz kadar yakındır… >
Bugün Suriye Ordusu’nun büyük bölümü Sünnidir ama baslarında Alevi subaylar vardır. Bunun vadedeki önemi büyüktür ve bunun içindir ki, ordunun sadakati uzun ömürlü olamaz. İktidardaki güçlü askeri rejim - Hafız Esad Rejimi-dısında Suriye’nin temelde Lübnan’dan hiçbir farkı yoktur. Nitekim bugün Sünni çoğunluk ile iktidardaki Alevi azınlık nüfusunun (yalnızca %15’i) arasında sürmekte olan gerçek iç savas içteki sorunun vahimliğini gözler önüne sermektedir.”66
Yinon’un çalısmasının bu kısmında bahsedilenlerin Suriye’nin Alevi-Sünni eksenli bugünkü mevcut duruma bakarak basarılı birer öngörü olduğunu söylemek doğru olacaktır. Yinon’un makalesinde önemli görülen ve aynı zamanda çalısmamızın da konusunu teskil eden Irak bölünmesi üzerindeki İsrail politikalarını da Erdal Sarızeybek’in “ Kurt Kapanı ” adlı kitabından su sekilde aktaralım:
“ Bir taraftan petrol zengini olan ancak diğer taraftan parçalanmıs bir ülke olan Irak’ın İsrail’in hedefine aday olması garantidir. Bizim için Irak’ın feshi, Suriye’nin feshinden bile daha önemlidir. Irak Suriye’den daha güçlüdür. Kısa vadede İsrail’in en büyük tehdidi Irak’ın gücüdür. Bir Irak-İran savası Irak’ı parçalayacak ve bize karsı genis bir cephede çatısmaya imkan vermeden çökmesine sebep olacaktır. Araplar arasındaki her türlü çatısma kısa vadede bize yardımcı olur. Bir hedef olan Irak’ın parçalanması için yolu kısaltır.
Osmanlı döneminde Suriye’de olduğu gibi. Irak’ta da etnik ve dini bazda bölgelere bölünme mümkündür. Üç büyük sehir etrafında üç (veya daha fazla) eyalet var olacaktır. Basra, Bağdat, Musul ve Güney’deki Sii Bölgeleri Sünni ve Kürt Kuzeyi’nden ayrılacaktır. Mevcut İran-Irak çatısmasının kutuplasmayı derinlestirmesi olasıdır.”67
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***