ORTADOĞU’DA GÜVENLİĞİ İNSANİLEŞDİRMEK VE ARAP BAHARI ,
Feyza KAVİ*
* Arastırma Görevlisi, Kocaeli Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İliskiler Bölümü,
E-posta: feyza.kavi@kocaeli.edu.tr.
Özet
İkinci Dünya Savası’ndan sonra güvenlik çalısmalarını domine eden siyasi realizm yaklasımının bu alandaki rakipsizliği Soğuk Savas’ın bitmesiyle sona ermistir. Küresellesme, teknolojik ilerleme ve çevre sorunları yeni tehditlerin ortaya çıkmasına yol açmıstır. İçinde bulunduğumuz bu çağda yeni tarz tehditlere karsılık verebilmek için insan odaklı yeni bir güvenlik anlayısının gelistirilmesi gerekmektedir. Bireyin iktisadi, gıda, sağlık, çevre, kisisel, toplumsal, siyasi alanda maruz kaldığı siddet güvensizlik kaynağıdır. 2010 sonrası dönemde dünya genelinde ve Ortadoğu’da meydana gelen halk isyanları, bireyin sosyal alanda güvensiz olmasının sonucudur.
Anahtar Kelimeler: İnsan, Güvenlik, Ortadoğu, Arap Baharı, Toplumsal Hareket,Feyza KAVİ,
Giriş
2010’dan sonra girdiğimiz bu yeni dönemde Ortadoğu, Akdeniz, Amerikalar, Avrupa ve Türkiye’de yasanan halk isyanları gündeme damgasını vurmustur. 17 Aralık 2010’da Tunuslu 26 yasındaki sokak satıcısı Muhammed Bouazizi’nin kendini yakmasıyla baslayan ve Ortadoğu’ya yayılan Arap Baharı, 15 Mayıs 2011’de Madrid Puerta del Sol Meydanı’nda baslayan İndignados hareketi, 17 Eylül 2011’de New York Zuccotti Park’ta baslatan Occupy Wall Street, 28 Mayıs 2013’te İstanbul Taksim Meydanı’nda baslayan Gezi protestoları, her
biri kendi ülkesinin yerel dinamiklerinden beslenmekte ve küresel yapısal esitsizliklere tepki içermektedir. Bu direnis hareketleri halk kesimlerinin reform ihtiyacından doğmakla beraber, arkasındaki temel motivasyon bireyin siyasi, toplumsal, iktisadi, kültürel, çevresel vb. alanlarda muzdarip olduğu güvensizlik tir. Bu bağlamda yasananları insani güvenlik kavramıyla birlikte değerlendirmek aydınlatıcı olacaktır.
Çalısma insani güvenlik yaklasımının kavramsal çerçevesi ısığında Ortadoğu’da yasanan ve yaygın olarak Arap baharı olarak adlandırılan toplumsal dönüsümü
irdelemektedir. Buradaki temel amaç dünya siyaseti genelinde ve Ortadoğu özelinde hakim güvenlik anlayısının bu devrimleri beslemis olup olmadığı sorusuna cevap aramaktır. Üç Ana bölümden olusan çalısmada ilk olarak “güvenlik nedir?” sorusu etrafında muhtelif yaklasımlara değinilmekte, ikinci olarak insani güvenlik yaklasımı ele alınmaktadır. Son bölümde Ortadoğu’da yasanan toplumsal süreçler insani güvenlik yaklasımı çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Güvenlik Nedir?
Güvenliğin ve güvensizliğin ne olduğu, güvenliğin nasıl sağlanacağı ve güvensizliğin nasıl giderileceği konusunda uluslararası iliskiler çalısan sosyal bilimciler muhtelif görüsler sunmustur. Güvenlik kavramı ele alınırken, güvenliğin neye/kime karsı, ne/kim tarafından, hangi araçlarla sağlanacağı sorularına cevap aramak önem kazanmaktadır.1
II. Dünya Savası sonrası dönemde uluslararası iliskiler disiplinini olduğu kadar güvenlik çalısmalarını da etkisi altına alan realist kurama göre, bir devlet tarafından, sınırlarına yönelik askeri tehdit olusturan diğer devlete karsı, askeri araçlarla sağlanır. Buna göre güvenlik ancak toprakları üzerinde egemen olan devlet tarafından ulusal sınırlar içerisinde sağlanabilir. Böylece realizm, temel insani bir ihtiyaç olan güvenlik misyonunu devlete tanımlamakta ve insanların ulus-devlet sınırları içerisinde güvende olduğunu varsaymaktadır. Güvenlik ve vatandaslık arasında bir bağ kurulmakta, devletin sorumluluğu kendi vatandasının güvenliğini sağlamakla sınırlı tutulmaktadır. Ulusun ve/veya devletin selameti ile bireyin selameti doğru orantılıdır. Devletin güvenliğini tehdit edebilecek tek durum bir baska devletten yönelen askeri tehdit altında olmaktır, ve güvenliği sağlamak için yapılması gereken silahlanmak, askeri isbirliği antlasmaları yapmak ve ittifaklar kurmaktır.2
Oysa Soğuk savas sonrası dönemde popülerlik kazanan yeni güvenlik yaklasımları, güvenliğin genis bir bakıs açısıyla ele alınmasını savunmaktadır. Çünkü savaslar, çatısmalar, kitlesel göç ve mülteci hareketleri ve benzeri gün geçtikçe sayısı artan kolektif inisiyatifle çözülmesi gereken sınır asan sorunlar vatandaslık bağına göre tanımlanan güvenlik anlayısını islevsiz kılmaktadır.
İkinci olarak, günümüzde çatısma/savasların çoğu ulus-devlet sınırları içerisinde, silahlı iç çatısma olarak yasanmaktadır.
Üçüncü olarak, devletlerin güvenlik kaynağı olduğu varsayımı tartısmalıdır zira bazı vakalarda güvensizlik devlet tarafından yürütülen ayrımcı politikalar neticesinde zuhur etmektedir.
İnsani Güvenlik Kavramının Tarihsel Gelisimi
İnsani güvenlik ya da insan güvenliği dediğimiz yaklasımın olusmasında etkili olan etmenler, Soğuk Savasın sona ermesi ve güvenlik çalısmalarını domine eden realist uluslararası iliskiler kuramının prestij kaybı; küresellesmenin hızlanmasına bağlı olarak güvenlik krizinin derinlesmesi; insani kalkınma anlayısının gelismesi; sosyal bilimlerin yeniden yapılanması ve post-pozitivist yöntemin önem kazanmasıdır.
İlk olarak, realizmin Soğuk Savasın sona ermesini önceden tahmin edemeyerek yasadığı prestij kaybı, güvenlik anlayısında bir değisimin gerekliliğini gözler önüne sermistir.
Bir ülkenin gücünü onun sahip olduğu askeri-teknolojik güç kapasitesiyle ölçenler, Doğu ile Batı blokları arasında neredeyse denk bir durum söz konusu olduğundan Sovyetlerin yıkılacağını öngörememislerdir. Sovyetlerin dağılması, klasik beklentilerin aksine askeri isgalle değil iç dinamiklerden kaynaklanmıstır. Bu da güvenliğin sosyal boyutlarının gözden kaçırılmaması gerektiğini göstermektedir.3
İkinci olarak, küresellesmenin hız kazanması, karsılıklı bağımlılığın, küresel insan mobilitesinin artması gibi gelismeler devletlerin vatandaslarının güvenliğini sağlamasına dayanan güvenlik anlayısını değismeye zorlamaktadır. Ulusal ile uluslararası olan arasındaki ayrım belirsizlesmekte ve yeni tip güvenlik tehditlerine uygun taktiklerin benimsenmesi gerekmektedir. Dahası küresellesme süreci, devletler arasındaki etkilesimi (hem isbirliği olanaklarını hem de çatısma olasılıklarını) hızlandırarak; NGO’lar, medya, ekonomik piyasa
güçleri ve kamuoyu gibi yeni iliski ağları ve aktörlerin rolünü artırarak, güvenlik krizini derinlestirmistir.4
Üçüncü olarak, insani güvenlik kavramı, güvenlik çalısmalarından değil, kalkınma çalısmalarından doğmus olduğundan insani kalkınma anlayısından bağımsız düsünülemez. Birlesmis Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP), 1994 yılında yayınladığı İnsani Kalkınma Raporu (Human Development Report) insanı merkezine alan bir kalkınma modeli öneriyordu zira Soğuk Savas bittiğinde anlasılmıstı ki dünyada bölgeler arasında ciddi bir kalkınma esitsizliği mevcut. Bu durum geri kalmıs ülkelere kredi desteği ve yapısal uyum politikalarına dayalı mevcut kalkınma yaklasımlarının yeniden gözden geçirilmesini gerektirmistir. Bölgeler arasında ve ülkelerin içinde kaynakların adaletsiz dağılımı toplumları
büyük bir krizin esiğine getirmisti. Teknolojinin hızla ilerlemesi ve buna karsılık bölgeler arasındaki makasın giderek açılması, kalkınma esitsizliğinin ve ekonomik refahın da bir güvenlik mevzusu olarak ele alınmasını gerektirdi. Mezkur raporda, insani kalkınma insani güvenliğin temel öğesi olarak tanımlandı.
Son olarak, insani güvenlik yaklasımı, sosyal bilimlere hakim katı disiplinler arası isbölümünün elestirilmesi ve sosyal bir olguyu çok boyutlu ele alma gerekliliğinin kabulü ile mümkün olmustur, sosyal bilimlerin içerisinde olduğu bir sürecin ürünü ve onun besleyicisidir. Öyle ki insani güvenlik tek basına siyaset bilimine, uluslararası iliskiler disiplinine, sosyolojiye, kalkınma çalısmalarına, iktisat ya da hukuka ait bir kavram değildir. Dolayısıyla, bir tasla iki kus vurmakta, hem devlet merkezli uluslararası iliskilere hem de sosyal bilimlerin mevcut katı disipliner yapısına muhalefet etmektedir. Çalısmanın ilerleyen kısımlarında siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel ve hukuki veçhelerin hepsinin kısaca ve
özetle sosyal/toplumsal terimi ile ifade edilmesi bu eğilimi yansıtmaktadır.5
Sosyal bilimlerdeki bir baska gelisme uluslararası iliskilerin sosyo-kültürel doğasının dikkate alınmasını önemseyen post-pozitivist kuramların ön plana çıkmasıdır. Bu kuramların güvenlik çalısmalarına katkısı, güvenliğin ve tehditlerin sosyal olarak insa edilen olgular olarak görülmesi olmustur. Buna göre bir devlet veya birey (siyasetçi, bürokrat ya da sivil toplum çalısanı olarak) karar verirken sosyal-kültürel anlam dünyasının etkisiyle hareket etmektedir. Güvenliğin ne olduğu, güvensizliğin ne olduğu, neyin tehdit niteliği arz ettiği ve
tehdidi ortadan kaldırmak için ne yapılması gerektiğini aslında içinde yasadığımız toplum, siyasi yapı, iktisadi kosullar vb. sekillendirmektedir. Realistlerin savunduğunun aksine, çoğu zaman somut kapasite/yeterlilikler analizine dayanmadan tehditler insa edilir.
Misal, Bradley Klein’ın dönemin belgelerini incelediği çalısması Soğuk Savas’ın basladığı ve NATO’nun kurulduğu yıllarda, somut kapasite değerlendirmesinin ABD’nin Sovyet tehdidini insa etmesinde çok az etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Yine aynı sekilde, nükleer yayılma tehlikesi tehdidi konusulurken, ABD’nin, Kuzey Kore ve Dran’ın nükleer enerjiye sahip olmasını tehdit olarak algılamasında, bu ülkelerin ideolojisinin, siyasi modelinin, sosyo-kültürel yapısının etkisi olduğu yadsınamaz.6
Kavramın ilk ve en genis tanımını BM İnsani Kalkınma Raporu (1994) vermektedir. İnsan güvenliğinin amacı, bireylerin kendilerini gerçeklestirebileceği onurlu bir hayat sürmeleridir. İnsanlar için güvensizliğin kaynağı makro bazlı savaslardan çok mikro bazlı gelismelerdir. Gündelik hayatlarında karsılastıkları siddet pek çok farklı sekilde belirmektedir. Güvenliği sağlamak için en etkili yöntem katılımcı, sürdürülebilir, insani kalkınmadır.7
İnsan güvenliğinin yedi boyutu vardır. Kisinin yasamını idame ettirebileceği asgari bir düzenli gelire sahip olması iktisadi güvenlik olarak tanımlanır. Temel besin maddelerine kesintisiz erisim için gerekli fiziki ve iktisadi olanaklara sahip olmak anlamında gıda güvenliği ikinci boyutunu olusturur. Diğerleri; temel sağlık hizmetlerine erisim (sağlık güvenliği), sanayilesme ve hızlı nüfus artısından kaynaklanan çevresel sorunlardan korunma (çevre güvenliği), fiziksel bütünlüğü ne karsı saldırılardan korunma (kisisel güvenlik), etnik / cinsel/ dini/ mezhebi kimliğin korunması (toplumsal güvenlik) ve haklar ve özgürlüklerin sağlanmıs olmasıdır (siyasi güvenlik).8
Bu yaklasım güvenlik kavramını genisletmek (broadening) ve derinlestirmenin (deepening) gerekliliğini savunmaktadır. Genisletme güvenlik teriminin sosyal alanlara genisletilmesini ifade ederken; derinlestirmek ise analiz düzeyinin devlet altı birey ve devlet üstü uluslararası toplumu kapsayacak sekilde güncellenmesidir. Genisletme ve derinlestirme çabalarının güvenliğin sınırlarının belirsizlesmesine yol açtığı yönündeki elestirilere karsılık İnsani güvenlik çalısanlar, güvenlik çalısmaları gündeminin genisletilmesinin güvenlik
gündemini daraltmak için gerekli olduğunu savunmaktadır. Buna göre, tehditlerin ortaya çıkmasına yol açan ve bunlara verilecek karsılıkları belirleyen siyasi süreçlerin daha iyi anlasılması, askeri güç barındırmayan kurum ve pratiklerce bazı konuların çözülerek güvenlik gündemini bosaltılması sonuç olarak anti-güvenliklestirmeye (de-securitization) yol açarak
barısa hizmet eder.9
Klasik güvenlik anlayısına göre güvenlik hali “korkudan azade olma” (freedom from fear) yani savas ve çatısma ortamından uzakta olma hali olarak kabul edilmekteyken, İnsani güvenlik yaklasımı buna bir ikincisini, “muhtaç olmama” (freedom from want) yani onurlu ve müreffeh bir yasam sürmek için gerekli asgari iktisadi araçlara sahip olma halini eklemektedir. Buna paralel olarak, güvensizlik halini silahlı çatısma ve savas hali tehlikesi/tehdidi olarak değil, en yalın haliyle bireylerin sosyal alanda kırılganlığı (vulnerable) olarak tanımlamak tadır. Tehdit, açık ve tanımlanabilendir, anlık olarak belirir ve kati bir sekilde askeri güç ile karsılanması gerekir. Kırılganlığın ise açıkça tanımlanabilmesi mümkün değildir, ilgili mevzular arasında karmasık bağlantıların çözülmesiyle anlamlandırılabilir ve çoğunlukla belirli bir sekilde karsılık verilmesi gerekmez.
Örneğin, açlık, kıtlık, bulasıcı hastalıklar, çevresel bozulma birbiriyle iliskili, devletlerin ve bireylerin güvenliğini etkileyen mevzularken, bunlara verilebilecek belirli ve açık bir karsılık mevcut değildir. Bir salgın hastalık bir savastan daha çok insanın ölümüne yol açabilir ya da bir baraj insaatı bir bölgenin doğal yapısını bozarak daha çok insanın ekonomik olarak yaralanmasına, çesitli sosyal
sorunlara veya göç dalgasına yol açabilir. Sınırlar ve ülkeler böylesi mücadele lerde anlamsız kalırken kriz aktörlerin isbirliği ile asılabilir.10 Ancak asırı kırılganlık (extreme vulnerability) (kesif ekonomik yoksunluk, doğal felaket, iç savas gibi) hallerinde acil ve kurtarmaya yönelik müdahaleye basvurulur.11
İnsani güvenlik, insanı kusatan siyasi, iktisadi ve diğer sosyal alanlarda, onuruyla yasaması ve kendini gerçeklestirmesi için uygun zemini yaratacak yapıları kuracak uzun vadeli politikalarla sağlanabilir. Uluslararası hukuk normlarına göre güvenliği bireyin vatandaslık bağıyla bağlı olduğu devlet ve uluslararası toplum birlikte korumakla yükümlüdür. BM Genel Konseyi 2005 yılında Uluslararası Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu (The International Commission on Intervention and State Sovereignty -ICISS)
raporunu kabul etmistir. Bu raporda yer alan koruma sorumluluğu ilkesine göre, güvenliğin sağlanmasından öncelikle devlet sorumludur. Egemenlik, devletin vatandaslarına yönelik görevlerini yerine getirmesi kosuluna bağlı bir sorumluluk tur. Devlet, güvenlik gibi temel fonksiyonlarını yerine getiremiyor veya kasten yerine getirmiyorsa, bu sorumluluk uluslararası topluma geçer. 12 Ancak insani müdahale pratiği pek çok etik tartısma doğurmaktadır. Askeri operasyonlar kriz alanlarındaki insan hayatını kurtarma amacıyla sınırlı kalmayıp, rejim dizaynına yöneldiğinde toplumsal dengelerin sarsıldığı ve yeni güvensizlik biçimlerinin doğduğu akıllardan çıkarılmamalıdır. En son 2011’de Libya’ya müdahale bu ilkeye dayanılarak yapılmıstır. Koruma sorumluluğu kavramı normatif yönden çok tartısmalıdır ve insani müdahaleler perde arkasındaki küresel ve yerel güç
mücadelelerinden bağımsız düsünülemez. 13
Ortadoğu’da İnsan Güvenliği
Ortadoğu özeline geldiğimizde son bes yılda yasanan gelismelerin, değisen toplumlar ve değismeyen güvenlik siyaseti bağlamında değerlendirilmesi mümkündür. “Arap ayaklanmalarının yasanmasında daha insan odaklı, bireyin mutluluğu ve refahını hedefleyen bir güvenlik anlayısı ihtiyacı etkili olmus mudur?” yanıtlanmayı bekleyen değerli bir sorudur. Arap Baharı bize bireylerin siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel, çevresel ve kisisel alanlarda kendini güvensiz hissetmelerinin önemli bir güvenlik sorunu olduğunu göstermektedir.
Arap baharı baslangıcından itibaren büyük bir saskınlıkla karsılanmıstır. Çünkü uzun yıllar diktatörler tarafından yönetilen bu ülkeler ile Batılı anlamda demokratik ülkeler arasında özde bir fark olduğu, otoriter rejimlerce yönetilen ülkelerde toplumsal hareketlerin olamayacağı, toplumsal dinamizmin Batılı anlamda demokratik olan ülkelere özgü olduğu kanısı yerlesmisti. Ortadoğu çalısmalarında bu ve benzeri sarkiyatçı (orientalist) kabulleri elimine etmekte fayda var. Sarkiyatçı bakıs, Batı ile Doğu’yu birtakım zıtlıklar üzerinden
kurmaktadır. Batı’yı üretken, değisken, aktif ve özne; Doğu’yu ise tüketici (Batı’nın ürettiği moderniteyi ve teknolojiyi tüketen), durağan, pasif (Batı’nın verdiğini olduğu gibi, dönüstürmeden kabul eden) ve nesne (eyleyemeyen) olarak kodlaması ile sorunludur. Böylece bu bakıs, Ortadoğu’da vuku bulan herhangi bir toplumsal hareketi, direnisi ve dönüsümü anlamlandırmamızı da güçlestirmektedir. Ortadoğu’nun modern tarihi incelenirse, görülür ki bu coğrafyadaki toplumlar kendi iç dinamikleri ile değismektedir. Toplumsal değisimin yegane kaynağı devlet politikaları ve elitler değil toplumsal sınıfların bizzat kendisidir. Batı’da olduğu gibi Doğu’da da tarihi yapan toplumlardır. Arap Baharı bunun en güncel örneği olmakla birlikte bölge tarihinde örneklerden sadece biridir.14
Toplumsal hareketlenmenin kendisini ayaklanma ve sokağa dökülme olarak ifade etmesinin sebepleri de tarihsel süreçlerde aranmalıdır. Ortadoğu’nun kendine has toplumsal muhalefet pratikleri sokak siyasetini beslemektedir. Demokratik katılım yollarının tıkandığı ve parti siyaseti gibi konvansiyonel araçların etkinliğini yitirdiği durumlarda muhalifler baskıcı iktidar tarafından cezalandırılma kaygısıyla daha az maliyetli yeni direnis pratikleri gelistirmeye yönelmistir. Siyasal alandan dıslanan toplumsal kesimler, kendilerini ifade
edecekleri yeni mecraları sokakta ve kamusal alanda bulmustur.15
Arap Baharı, Tunus’ta 17 Aralık 2010’da sokak satıcısı Muhammad Bouazizi’nin kendini yakmasıyla baslamıstır. Kısa sürede isyanlar ülkeye yayılmıs ve devlet baskanı Zeynel Abidin Bin Ali görevini bırakmak zorunda kalmıstır. 25 Ocak 2011’de Mısır’da protestolar baslamıs ve kısa süre sonra Hüsnü Mübarek istifa etmistir. Libya’da isyancılar ile devlet güçleri arasındaki çatısmalar iç savas boyutuna varmıs ve tartısmalı bir uluslararası müdahale ile Muammer Kaddafi rejimine son verilmistir. Yemen, Suriye ve Bahreyn’de protestocular yakıcı bir devlet siddetiyle karsılasmıstır. Fas, Cezayir ve Ürdün gibi ülkelerde küçük çaplı ayaklanmaları bastırmak için hükümetler reform yapmıstır. İsyanların her biri
kendine has motiflere sahiptir ve dolayısıyla farklı sonuçlar yaratmıstır. Devlet geleneği, kurumsallasma, iktidar yapıları, coğrafi özellikler gibi faktörler toplumsal hareketlerin basarısını doğrudan etkilemistir. Dolayısıyla Arap Baharı dendiğinde tek bir modelden bahsedememekteyiz.16
Bununla birlikte bazı ortak temalardan bahsetmek mümkündür. Ayaklanmaların yasandığı ülkelerin ortak özelliklerinden biri, uzun yıllardır otoriter, demokratik olmayan rejimlerce yönetilmis olmaları ve bir zümre, etnik grup ya da ailenin siyasi iktidarı elinde tutmasıdır. Protestocuların temel motivasyonlarından biri varolan siyasi kurumlara ve siyasi liderlere yönelik öfkeydi. Siyasi güvensizliği yaratan her seyden önce yönetim biçimidir. Serbest ve adil seçimlerle isbasına gelmeyen bir siyasi iktidarın temsil gücü düsüktür. İç ve dıs politikada attığı adımlar yönetici azınlığın iradesi olduğundan toplumsal mesruiyetten yoksundur. Örneğin Filistin meselesinde genel anlamda Ortadoğu kamuoyu Filistinliler ile
dayanısma ve sempati içindeyken İsrail ile yakınlasan yöneticilerinin politikalarını onaylamamakta ve bu durum siyasi güvensizliğe yol açmaktadır. Uzun yıllar yönetici elit, bu toplumsal tepkiyi marjinal İslamcı gruplara mal ederek itibarsızlastırma politikasına alet etmistir. Mısır devlet baskanı Enver Sedat’ın 1977’deki Kudüs gezisi, İsrail ile akdedilen
Camp David sözlesmesi (1978) ve barıs antlasması (1979) Mısır kamuoyunda öfke ile karsılanmıstır. Toplumsal tepkinin yansıması olarak, Sedat, 1981 yılında Mısır ordusunda görev yapan bir yüzbası tarafından öldürüldü.17
Ancak siyasi güvensizlik sadece demokratik olmayan ülkelere özgü bir durum değildir. Örneğin, Avrupa Birliği genisleme politikasının (özellikle birliğin zengin
ülkelerinde) kamuoyu desteğinden yoksun olduğu bilinmektedir. Karar alıcılar, toplumun çoğunluğunun iradesi hilafında entegrasyonu hızlandırıcı politikaları desteklerken, ekonomik ve kültürel alanlarda toplumsal güvensizliği körüklemektedir. Devlet politikaları toplumsal güvensizlik kaynağı olabilirken tam tersi de geçerlidir: toplumsal muhalefet, devlet elitlerinin
politika tercihlerini zorlastırabilir, geçersiz kılabilir hatta devlet iktidarını sarsabilir.18
Bu ülkelerin diğer ortak özelliği, ekonomik alanda kaynakların belirli bir kesimin elinde toplanması ve bu kaynaklara erisimin siyasi isbirliği dahlinde mümkün olabilmesidir. Literatürde ekonomik özgürlüğün ve özel girisimciliğin kısıtlanma sını isyanların sebeplerinden sayan çalısmalara rastlanmakla birlikte19 neo-liberal ekonomi politikalarının da ekonomik güvensizliğin kaynağı olduğu gözden kaçırılmamalıdır.20
Soğuk Savas döneminde planlı ekonomi ve halk kesimlerinin devlet tarafından sübvanse edilmesine dayalı bir refah devleti modeli (Arap sosyalizmi) benimsenmistir. 70’li ve 80’li yıllarda pek çok Ortadoğu ülkesi, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası ile yapısal uyum anlasmaları yapmıs ve neo-liberal dönüsüm böylece baslamıstır. Toplum bu dönüsüme ilk günden itibaren tepki göstermistir. Örneğin, Mısır devlet baskanı Enver Sedat, Türkiye’nin 24 Ocak Kararları’na benzeyen ve Mısır’ın kapılarını yabancı sermayeye açan
İnfitah’ın hayata geçirileceğini duyurmustur. Aynı gün (tarihe 1977 Ekmek isyanı olarak geçen) genis çaplı isçi grevleri ve toplumsal protestoyla karsılasmıs ve ertesi gün uygulamanın ertelendiğini deklare etmek zorunda kalmıstır.21
Arap Baharının örgütlü is bırakma eylemleri ve isçi protestoları ile basladığı unutulmamalıdır. Protestolara katılan her toplumsal kesimin ayrı bir ekonomik motivasyonu vardır. Pek çok çalısma, Ortadoğu’da son yıllarda yükselen okullasma oranı ve yüksek eğitime katılımdaki artısa dikkat çekmektedir. Modern eğitim kurumlarında yüksek eğitim almıs genç kesimlerde ciddi bir issizlik oranı gözlenmektedir. Genellikle bir ülkede eğitim düzeyi ile siyasi gelisme (demokratiklesme) arasında doğru orantı olduğu varsayılır. Ancak
yükselen eğitim düzeyinin yasam beklentilerini de arttırdığı akıllardan çıkarılmamalıdır. Elzem ekonomik olanaklar yaratılmazsa eğitim düzeyi ve profesyonellesme, ekonomik ve siyasi gelismeyi sağlamayabilir. Ekonomik beklentileri karsılanmayan toplumsal kesimler siddete basvurmak suretiyle istikrarı sarsabilmektedir. Ayrıca daha iyi eğitimli bireylerin, genel olarak, politik konularda daha bilinçli ve siyasi katılıma yatkın oldukları gözlemlenmektedir.22
Sonuç Yerine
Güvenliğin tanımı ve konusu noktasında sosyal bilimciler muhtelif görüsler sunmustur. Realist literatürde siyasetin araçlarıyla çözülebilecek konular ile askeri yollardan çözülebilecek konular arasında bir ayrım yapılmıstır. Bu görüsün sahiplerine göre güvenliği ilgilendiren konular askeri araçlar ile ele alınmalıdır. Oysa günümüzde güvenliğin sadece askeri araçlarla sağlanamayacağı ve bireylerin gündelik yasamda tecrübe ettiği sosyal siddetin (issizlik, güvencesiz istihdam, çevresel bozulma, etnik ayrımcılık vb.) esas güvensizlik kaynağı olduğu kabul edilmektedir. Güvenliği sağlamanın yolu silahlanma ve askeri ittifaklardan değil uzun erimli sosyal politikalardan geçmektedir. Uluslararası iliskilerin ve güvenliğin sosyal boyutu önemsenmeyi hak etmektedir.
Her ne kadar küresellesmenin ulus-devletin egemenliğini asındırdığı bir hakikat ise de bugün için hala devletlerin öncelikli güvenlik sağlayıcı olduğu bir dünyada yasamaktayız. İçinde bulunduğumuz çağda devletlerin payına düsen güvenlik konusunu genis kapsamlı ele almaktır. Dünya genelinde devletin neo-liberal politikalarının beslediği bireyin iktisadi, gıda ile ilgili, sağlıksal, çevresel, kisisel, toplumsal ve siyasi alanlardaki kırılganlığı insani güvenlik krizini doğurmustur. Arap Baharı olarak adlandırılan isyan dalgası bunun yansıması olarak okunabilir. Güvensizliğin kaynağını ulus-devletin sınırları dısında “düsman” bir halk23 veya bir devlette arayan ve sınırları içerisindeki sosyal siddete karsı duyarsız bir devlet güvensizliğin kaynağı olabilmektedir. Toplumun kalkınması, refahı ve özgürlüğünü sağlamayı kendine vazife bilen devlet güvenlik üretmektedir.
DİPNOTLAR;
1 P.H. Liotta, “Boumerang Effect:The Convergence of National and Human Security”, Security Diologue, Vol.33, No.4, 2002, p.474.
2 Oktay F. Tanrısever, “Güvenlik”, Atila Eralp (Der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İliskilerde Temel Kavramlar, 7. Basım, İstanbul: Dletisim Yayınları, 2012, s.108-110.
3 Keith Krause ve Michael C. Williams, “Broadening the Agenda of Security Studies:Politics and Methods”, Mershon International Studies Review, Vol.40, No.2, October 1996, s.229.
4 P.H. Liotta, op.cit, p.476.
5 Sosyal bilimlerin geçmisi ve geleceğini ele alan mühim iki eser Bkz.: Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor, İstanbul: Metis Yayınları, 2012 (9. Basım); Defter ve Toplum ve Bilim Ortak Çalısma Grubu, Sempozyum Bildirileri: Sosyal Bilimleri Yeniden Düsünmek Yeni Bir Kavrayısa Doğru, İstanbul: Metis Yayınları, 2013 (4. Basım).
6 Aktaran Keith Krause ve Michael C. Williams, op.cit, s.245-246.
7 Evren Balta (Der.), Küresel Siyasete Giris: Uluslararası İlişkilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler, İstanbul: İletisim, 2014, s.297; United Nations Development
Programme, Human Development Report 1994, New York: Oxford University Press, 1994, s.22.
8 Ibid. , s.24-33.
9 Keith Krause ve Michael C. Williams, op.cit, s.249.
10 Geoffrey D. Dabelko ve David D. Dabelko, “Environmental Security: Issues of Conflict and Redefiniton”, The Environmental Change and Security Project Report, No.1, Spring 1995, s.9.
11 P.H. Liotta, op.cit, s.479.
12 International Commission on Intervention and State Sovereignty, The Responsibility to Protect: Report of the International Commission on Intervention and State Sovereignty, Ottawa: International Development Research Center,2001, s.12-13 ; Evren Balta (Der.), op.cit, s.297-298.
13 P.H. Liotta, op.cit, p.483; Evren Balta Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, İstanbul: İletisim Yayınları, 2012, s.85-95.
14 Edward W. Said, Sarkiyatçılık: Batı’nın Sark Anlayısları, İstanbul: Metis Yayınları, 2013 (7. Basım).
15 Asef Bayat, “The Arab Spring and its Surprises”, Development and Change 44 (3), 2013, p.588.
16 James L. Gelvin, “Arap isyanlarını Anlamak”, Y. Doğan Çetinkaya (Der.), Ortadoğu: Direnis, Devrim, Emperyalizm, İstanbul: İletisim Yayınları, 2014, s.68-69.
17 Fulya Atacan, “Otoriteryanizm Kıskacında Mısır”, Fulya Atacan (Der.), Değisen Toplumlar Değismeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2004, s.25-27.
18 Keith Krause ve Michael C. Williams, op.cit, s.243-244.
19 Emmanuel Martin, “On One Forgotten Cause of the Arab Spring: The Lack of Economic Freedom”, Economic Affairs, 2012, s.94-96.
20 Y. Doğan Çetinkaya, “Kalın Çizgilerle Ortadoğu Tarihinde Direnis ve Toplumsal/Siyasal Aktörler (17982011)”, Ortadoğu: Direnis, Devrim, Emperyalizm, Y. Doğan Çetinkaya (Der.), İstanbul: İletisim Yayınları, 2014, s.55.
21 Ibid., s.56-58.
22 Filipe R. Campante ve Davin Chor, “Why was the Arab World Poised for Revolution? Schooling, Economic Oppurtunities, and the Arab Spring”, Journal of Economic Perspectives, Vol.26, No.2, Spring 2012, s.174.
23 Bugün artık sosyal bilimlerde geçerliliğini yitirse de Özcü-Milliyetçi yaklasımlar çesitli platformlarda hala karsımıza çıkmaktadır: örneğin Kürtler ve Yahudiler arasında genetik benzerliğin bulunduğunu savunan sözde bilimsel arastırmalar üzerinden siyasi analiz yapmak. Genler ve düsmanlık arasında yapay ve tarihsellikten yoksun bir bağ kurarak, bireyleri (ve halkları) doğustan sahip oldukları etnik/dini/cinsel/mezhebi kimliklerinden dolayı “düsman” olarak kodlamak, olsa olsa kolaycılığa kaçmaktır. Özcü-Milliyetçi yaklasımlardan beslenen butür eksik analizlerin, halklar arasında var olan önyargıları pekistirmek dısında bir islevi bulunmamaktadır.
KAYNAKÇA
Atacan, Fulya, “Otoriteryanizm Kıskacında Mısır”, Fulya Atacan (Der.), Değisen Toplumlar Değismeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2004, s.15-52.
Balta Paker, Evren, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, İstanbul: İletisim Yayınları, 2012.
Balta, Evren (Der.), Küresel Siyasete Giris: Uluslararası İliskilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler, İstanbul: İletisim, 2014.
Bayat, Asef, “The Arab Spring and its Surprises”, Development and Change 44 (3), 2013, s.587-601.
Campante, Filipe R. ve Chor, Davin, “Why was the Arab World Poised for Revolution? Schooling, Economic Oppurtunities, and the Arab Spring”, Journal of Economic
Perspectives, Vol.26, No.2, Spring 2012, s.167-188.
Çetinkaya, Y. Doğan, “Kalın Çizgilerle Ortadoğu Tarihinde Direnis ve Toplumsal/Siyasal Aktörler (1798-2011)”, Y. Doğan Çetinkaya (Der.), Ortadoğu: Direnis, Devrim,
Emperyalizm, İstanbul: İletisim Yayınları, 2014.
Dabelko, Geoffrey D. ve Dabelko, David D., “Environmental Security: Issues of Conflict and Redefiniton”, The Environmental Change and Security Project Report, No.1,
Spring 1995, s.3-13.
Defter ve Toplum ve Bilim Ortak Çalısma Grubu, Sempozyum Bildirileri: Sosyal Bilimleri Yeniden Düsünmek Yeni Bir Kavrayısa Doğru, 4. Basım, İstanbul:
Metis Yayınları, 2013. Gelvin, James L. “Arap isyanlarını Anlamak”, Y. Doğan Çetinkaya (Der.), Ortadoğu: Direnis, Devrim, Emperyalizm, İstanbul: İletisim Yayınları, 2014, s.63-88.
Gülbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor, 9. Basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2012.
International Commission on Intervention and State Sovereignty, The Responsibility to Protect: Report of the International Commission on Intervention and State
Sovereignty, Ottawa: International Development Research Center, 2001.
Krause, Keith ve Williams, Michael C., “Broadening the Agenda of Security Studies: Politics and Methods”, Mershon International Studies Review, Vol.40, No.2,
October 1996, s.229-254.
Liotta, P.H., “Boumerang Effect: The Convergence of National and Human Security”, Security Diologue, Vol.33, No.4, 2002, s.473-488.
Martin, Emmanuel, “On One Forgotten Cause of the Arab Spring: The Lack of Economic Freedom”, Economic Affairs, 2012, s.94-96.
Said, Edward W., Sarkiyatçılık: Batı’nın Sark Anlayısları, 7. Basım, Dstanbul: Metis Yayınları, 2013.
Tanrısever, Oktay F., “ Güvenlik ”, Atila Eralp (Der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İliskilerde Temel Kavramlar, İstanbul: İletisim Yayınları, 2012 (7. Basım), s.107-123.
United Nations Development Programme, Human Development Report 1994, New York: Oxford University Press, 1994.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder