GÜVENLİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GÜVENLİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2017 Cumartesi

BATI AFRİKA DENİZ ENERJİ YOLLARININ GÜVENLİĞİ


BATI AFRİKA DENİZ ENERJİ YOLLARININ GÜVENLİĞİ 


Hasim TÜRKER*1 
*Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İliskiler ABD, Doktora Öğrencisi. 


Özet 

Denizler, okyanuslar ve göller dünya yüzeyinin yaklasık üçte ikisini kaplamaktadır. Dünyadaki en büyük ikinci kıta olan Afrika’nın dünya yüzeyinin beste birini kaplamaktadır. 
Afrika’nın kıyı uzunluğu 26.000 deniz milidir. Afrika kıtasında yüzün üzerinde liman konteynır ve değisik tipte kargo tasımacılığı için kullanılmaktadır. Afrika kıtasının deniz ticareti hacmi son 40 yılda dört kattan fazla artmıstır. Afrikada yasayan insanların yaklasık yüzde 46’sı tam bir yoksulluk içinde yasamakta ve bu durum her geçen gün daha da kötülesmektedir. 

Bugün Gine Körfezi’ndeki tehdit Somali açıklarında geçen yıllarda yasanan tehditten nitelik olarak farklılık göstermektedir. Bu nedenle, tehditle mücadelede de askeri güçler Somali örneğinde olduğu gibi pek de ön planda değildir. 

Afrika’nın batısında ve özellikle Gine Körfezi’nde gerçeklesen deniz haydutluğu ve denizde silahlı soygun faaliyetlerini üç temel kategoride değerlendirmek mümkündür. 
Bunlardan ilki düsük düzeydeki soygun faaliyetleridir. İkinci kategori, petrol ve hidrokarbonların çalınmasıdır. Üçüncü kategori ise denizde haydutluk faaliyetleridir. 

Surası açıktır ki Batı Afrika’daki deniz haydutluğuna uluslararası toplumun ilgisi bugün için Somali açıklarındaki deniz haydutluğu tehdidine yönelik alınan tedbirlerden oldukça uzak bir noktadadır. Bununla birlikte Birlesmis Milletler, Uluslararası Denizcilik Örgütü gibi küresel örgütler, Afrika Birliği, GGC, MOWCA, ECOWAS, ECCAS gibi bölgesel örgütler, Nijerya ve Avrupa Birliği’nin bölgeye ilgisi bulunmaktadır ve bunlardan bazılarının bölgeye yönelik bir takım inisiyatifleri hayata geçirdikleri de görünmektedir. 

Anahtar Kelimeler: Gine Körfezi, Batı Afrika, Deniz Haydutluğu, Deniz Enerji Yolları, Deniz Güvenliği, Denizde Silahlı Soygun. 

Giris 

İnsan nüfusunun tamamının yasamını kara üzerinde sürdürmesine karsın gezegenimizin üçte ikisinden fazlası okyanus ve denizlerle kaplıdır. İnsan vücudunun da benzer sekilde üçte ikisini suyun olusturduğu göz önüne alındığında, hayatiyet açısından insanların ve dünyanın ortak bir kaderi paylastığından söz etmek yanlıs olmayacaktır. İnsan hayatının suya bağımlılığında olduğu gibi dünyanın ve toplumların yasamı da denizlere bağımlıdır. 

Deniz yasam için birçok açıdan vazgeçilmezdir. Her seyden önce, edebiyatta insanları birbirinden ayıran ve asılması imkânsız bir engel gibi ele alınmasına rağmen, kıtaları ve toplumları birbirine bağlayan yapısıyla ulastırma ve iletisimin tarihten bugüne değismez ve en önemli vasıtasıdır. Dünya ticaretinin yaklasık % 90’ının okyanus ve denizler üzerinden yapıldığı gerçeği göz önüne alındığında, bu durum daha açık bir sekilde anlasılacaktır. Denizlerin mektup haberlesme sinde geçmiste oynadığı önemli rol, bugün kıtaları birbirine bağlayan ve okyanusların ve denizlerin altından geçen telefon ve dijital veri kabloları ile bir adım öteye tasınmıstır. İnsan uygarlığı denizler üzerinden toplumlar arasında tasınan kültür ve bilim alısverisi ile bugün ulastığı noktaya gelmis, dünyanın en gelismis devletleri okyanus ve denizleri kullanmak suretiyle bulundukları seviyeye erisebilmislerdir. 

Denizler doğal kaynaklar açısından da büyük bir öneme sahiptirler. Önceleri yalnızca balıkçılık gibi canlı kaynaklar açısından değerlendirilebilen denizler, bugün teknolojinin gelisimine paralel olarak enerji kaynaklarının değerlen dirilebilir hale gelmesi ile ekonomik gelisim açısından vazgeçilmez bir konuma sahip olmustur. 

Tüm bu unsurlar devletlerin her geçen gün denizlere olan ilgisinin artısına neden olmus ve bugün geldiğimiz noktada denizlerin serbestliği ve deniz yetki alanları üzerindeki hakların kullanımı konuları devletlerin gündemlerinde ön sıralara yükselmistir. 15’inci yüzyılda Avrupalı kâsiflerin Amerika kıtasını kesfi ve Hindistan’a giden alternatif güney ticaret yolunu bulmaları ile denizlerin kullanımı ve deniz ticaret yollarının korunması için deniz gücünün gelistirilmesine iliskin çabaların hızla arttığı görülmüstür. Bu noktadan itibaren Avrupa’nın Dngiltere, Portekiz ve Hollanda gibi nispeten küçük devletlerinin deniz gücüne dayanarak hızla dünya dengelerini değistirebilen önemli devletler haline gelmesi, denizin kendisine önem verenlere ne denli cömert olabileceğine iliskin iyi bir örnek teskil etmistir. 

Denizlere olan bağımlılık arttıkça, bu yolla elde edilen zenginliğin korunması maksadıyla deniz gücünün de gelistirilmesine ihtiyaç duyulmustur. Yeni kesfedilen ticaret yollarının korunması ve sömürge haline getirilen yeni topraklardaki hâkimiyetin pekistirilmesi maksadıyla devletler yüzyıllarca sürecek bir yarıs içerisine girmisler ve 20’nci yüzyıl devletler sisteminin olusması ve uluslararası hukukun devletler arasındaki iliskileri belirleyen temel bir kavram halini almasına kadar sorunlar güç kullanılarak çözülmeye çalısılmıstır. 15’inci yüzyılın basından 20’nci yüzyılın ortalarına kadar süren yaklasık bes asırlık dönem, deniz gücünün diğer devletlerin üzerinde egemenlik tesis etmek ve kendi isteklerini diğer devletlere zorla kabul ettirmek için kullanılan bir araç olarak görülmesi sonucunu ortaya çıkarmıstır. 

Bir kavramın önemini algılayabilmek ve onu içsellestirebilmek için o kavramla yüzlesmek çok önemlidir. Bilim felsefesinde bir kavram önce ontolojik (varlık bilim) ve epistemolojik (anlam bilim) olarak incelenir ve tanımlanır. Bu kapsamda, bir kavramın önce var olup olmadığı sorgulanır. Varlığı duyular yoluyla hissedilen ve bir takım araçlarla ölçülebilen bu kavrama bilahare bir anlam atfedilir. Bu noktada varlığı hissedilen kavramın tanımlanması oldukça nesnel bir süreçtir. Zira kisi, kurulus ya da ülkelerin kavramları hissetmeleri ve anlamlandırmaları göreceli olup, eğitimleri, geçmisleri, çıkarları ve toplum ve dünya içinde sahip oldukları pozisyona göre değisim gösterecektir. Herhangi bir kavrama atfedilen önem de bu yaklasımın bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır. 

Bu noktadan yola çıkarak, deniz haydutluğu kavramına her ülkenin baska bir anlam yüklediği ve yüklenen bu anlam çerçevesinde de alınan önlemlerin farklılastığını söylemek yanlıs olmayacaktır. 

Örneğin, dünyanın önemli enerji ulastırması yollarının bulunduğu Batı Afrika bölgesinde son dönemlerde artıs gösteren deniz haydutluğu de denizde silahlı soygun faaliyetleri, dünya siyasetine yön veren büyük güçler için bu bölgedeki etkinliklerini perçinlemek ve bölgedeki varlıklarını mesrulastırmak için bir fırsat haline gelebilmekte iken, bölge ülkeleri açısından istikrarın bozulması ve varlıklarının sorgulanması anlamına gelebilmektedir. 

Bu çalısmada, öncelikle deniz haydutluğu kavramı irdelenecek, haydutluk faaliyetlerinin gelisimi ve buna yönelik alınan önlemlerin incelenmesi sonrasında, Batı Afrika’da deniz haydutluğu ve denizde silahlı soygun ile mücadele kapsamında icra edilen faaliyetlere iliskin detaylar paylasılacaktır. 

1. Deniz Güvenliği Kavramı 

Güvenlik kavramının sağlıklı bir biçimde tanımlanabilmesi için bir dizi sorunun sorulması gerekmektedir. Bunlardan en basta geleni “güvenli hale getirilmesi gerekenin ne olduğudur”. Güvenli hale getirilecek olgunun belirlenmesinin ardından önümüze çıkan ikinci soru, “bu olgunun güvenli hale geldiğini belirleyen kosulların neler olduğudur”. Üçüncü olarak sorulması gereken soru ise “bahse konu olgunun güvenliği konusunda ortaya çıkan fikirlerin, bu kapsamdaki organizasyonların, kullanılan araçların ve uygulamaların nasıl ortaya çıktığıdır”.2 

Simdi bu soruları konumuz olan deniz güvenliği kapsamında ele almaya çalısalım. Deniz güvenliği denince, ifadenin genellikle kendini açıkladığı ve güvenliği sağlanacak olgunun açıkça “deniz” olduğu düsünülebilir. Ancak, “denizin güvenliği tam olarak ne anlama gelmektedir ve bu ifade ile tam olarak ne kast edilmektedir?” sorusunun cevabı görüldüğü kadar basit değildir. Dünya çapında deniz gücü ve deniz güvenliği konularında fikir üreten bilim insanlarının büyük çoğunluğu üzerinde tartıstığımız kavramı “Deniz Güvenliği” olarak adlandırmada görüs birliği içindedir ve literatürde kavram büyük çoğunlukla bu haliyle kullanılmaktadır. Bununla birlikte, olguyu “Denizde Düzen (Good 
Order at Sea)”3 diye adlandıran Geoffrey Till gibi yazarların mevcudiyeti de yadsınamaz. Ancak, farklı sekilde adlandırılsalar da sonuçta her iki kavramın tanımı ortaktır. Till, denizi dört temel niteliği ile ele almıstır: “ticaret ve ulastırmada bir vasıta olarak deniz”, “içerdiği kaynaklar açısından deniz”, “bilginin paylasılmasında önemli bir vasıta olarak deniz” ve “güç ve egemenliğin kaynağı olarak deniz”.4 

Denizin bahse konu dört temel özelliğinin ilk üçü “Deniz Güvenliği” veya “Denizde Düzen” kavarmları ile güvenliği sağlanacak olgunun ne olduğunun, yani ilk sorumuzun cevabı olarak karsımıza çıkmaktadır. Bu noktadan hareketle, güvenliği sağlanacak olgular, dünya deniz ticareti ve ulastırmasının serbestliği, denizdeki kaynakların hak sahipleri tarafından serbestçe kullanımı ve denizin bir iletisim aracı olarak özgürce kullanımı olarak sıralanabilir. 

Güvenliği sağlanacak olguları belirledikten sonra sorulacak soru, bu olguların güvenli hale geldiğini belirleyen kosulların ne olduğudur. Bu kapsamda yukarıda sayılan her bir olgunun alt bilesenlerine ayrılması ve her birine yönelik tehditlerin belirlenmesi faydalı olacaktır. 

Deniz ticareti ve ulastırmasına yönelik tehditler genellikle “Tıkanma Noktaları (Choking Points)” olarak tanımlanan bölgelerde veya kapalı/yarı kapalı denizlerde gerçeklesmektedir. Bu bölgelerin en önemlileri Cebelitarık Boğazı, Akdeniz, Türk Boğazları, Süveys Kanalı, Bab-ül Mendeb Boğazı, Hürmüz Boğazı, Malaka Boğazı, Panama Kanalı ve Magellan Boğazı olarak sıralanabilir. Bu bölgelerin bir diğer önemli özelliği de dünya ekonomisindeki önemleridir. Bahse konu bölgeler basta enerji ticareti olmak üzere dünya ticaretinin önemli bölümünün gerçeklestiği, enerji kaynaklarına sahip devletler ile onu kullanan sanayilesmis devletlerin arasında kalan deniz yolları üzerinde bulunmaktadırlar. 
Örneğin dünyada kanıtlanmıs petrol rezervlerinin % 53,1’i5 ve doğalgazının % 40,6’sı6 Basra Körfezi’nde bulunan devletler tarafından çıkarılmaktadır. Basra Körfezi’nin Arap Denizi ve Hint Okyanusu’na açan tek noktanın Hürmüz Boğazı olduğu, dünyanın günlük petrol tüketiminin beste birinin Hürmüz boğazı kullanılarak tasındığı7, burada meydana gelebilecek herhangi bir olayın dünya çapında petrol fiyatlarına artısa neden olacağı ve ekonomik açıdan sarsıcı olacağı, buradan batıya ve kuzeye giden gemilerin sırasıyla Bab-ül Mendeb Boğazı, Süveys Kanalı, Akdeniz, Türk Boğazları ve Cebel-i Tarık Boğazını kullanmak zorunda olduğu, doğuya giden gemilerin ise Malaka Boğazı’ndan geçmek durumunda olduğu göz önüne alındığında konunun önemi daha iyi anlasılabilecektir. 

Bahse konu bölgelerde deniz ticareti ve ulastırmasına yönelik en önemli tehditler, terörizm, deniz haydutluğu ve denizde silahlı soygun olarak sıralanabilir. Bunlara ilave olarak, yine bu bölgeler yoğunluklu olmak üzere ulastırmaya tehdit olmamakla birlikte, ulastırmanın hukuk dısı biçimde insan, silah ve uyusturucu kaçakçılığı için kullanılması da bu kapsamda ele alınabilir. Zira, hukuk dısı bu yollardan elde edilen gelirler ile genellikle terörizm desteklenmekte ve deniz güvenliği menfi biçimde etkilenmektedir. 

Denizin ikinci önemli özelliği olarak sıralanan “bir kaynak olarak deniz”e yönelik en önemli tehditler ise kaynakların çıkarılması ve ulastırılması kapsamında kullanılan limanlar ve petrol/doğal gaz platformları gibi kritik alt yapı unsurlarına yönelik tehditlerdir. Bu çerçevede balıkçılık, petrol ve doğal gaz ile doğal minerallerin olusturduğu ve teknolojinin gelisimine bağlı olarak her geçen gün daha fazla kullanılabilir hale gelen kaynakların asimetrik tehditlere karsı korunması bir deniz güvenliği konusu olarak karsımıza çıkmaktadır. 
Örneğin, bir devletin Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki petrol/doğal gaz platformlarının terörist saldırılara karsı korunması bu çerçevede sayılabilir. 

Denizin üçüncü en önemli özelliği olan “bilginin paylasılmasında önemli bir vasıta olarak deniz” kapsamında okyanus ve denizler altında kıtaları birbirine bağlayan kritik haberlesme alt yapısına (telefon ve Internet) yönelik tehditler ele alınmaktadır. Bu çerçevede, günümüz dünyasında iletisimin dünya ekonomisi açısından önemi ve bilhassa Internet altyapısının %99’unun8 bu vasıta ile sağlandığı dikkate alındığında konunun ciddiyeti daha iyi anlasılacaktır. 

2. Uluslararası Hukuk Kavramı olarak“Denizde Silahlı Soygun”: 

Deniz Haydutluğu (Piracy) kavramı tanımını uluslararası hukukta bulan bir kavramdır. Genellikle çevirilerden kaynaklanan bir hata ile deniz haydutluğu kavramı korsanlık (corsair) kavramı ile karıstırılmaktadır. Oysa her iki kavram birbirinden bir hayli farklıdır. Korsanlık, 1856 Paris Konferansı’na kadar uluslararası çatısma hukuku kapsamında ele alınan mesru bir kavram olmus, bahse konu konferans ile birlikte yasaklanmıstır. Hâlihazırda herhangi bir kullanımı olmayan tarihi bir kavramdır. Korsanlık, savas durumunda düsman ticaret gemilerine saldırmak, gemileri ve yüklerini ele geçirmek için savasan devletlerden biri tarafından görevlendirilen ticaret gemilerinin eylemleri olarak tanımlanabilir.9 

Deniz hukuku, 20’nci yüzyıla kadar yazılı bir hal almamıs olması nedeniyle teamül hukuku olarak gelismis, 1958 ve 1982 Deniz Hukuku Sözlesmeleri ile de belli bir ölçüde yazılı bir hale getirilmistir. Türkiye her iki sözlesmeye de taraf olmamakla birlikte, belli baslı bazı kurallar dısında her iki sözlesmenin de büyük ölçüde uluslararası teamül hukukunu yansıttığını kabul etmektedir. 

Deniz haydutluğu kavramı, 1982 Birlesmis Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözlesmesi (BMDHS)’nin 101’inci maddesinde tanımlanmıstır. Buna göre, “deniz haydutluğu, özel uçak ya da gemilerin mürettebatı vasıtasıyla sahsi amaçlar için gerçeklestirilen soygun, siddet ya da el koyma eylemidir.”10 Böyle bir eylemin deniz haydutluğu olarak kabul edilebilmesi için, eylemin açık denizlerde veya hiçbir devletin yargı yetkisinin bulunmadığı bir bölgede bulunan uçak ve gemilere veya bunlarda bulunan mürettebat ve malzemeye karsı gerçekleş tirilmis olması gerekmektedir. Bununla birlikte, eğer devlete ait bir gemi ya da savas gemisinin personeli ayaklanarak geminin kontrolünü ellerine geçirmis ve gemiyi yukarıda belirtilen eylemlerde kullanmıslar ise bu durum da deniz haydutluğu olarak tanımlanmaktadır.11 

Tüm devletlerin, açık denizlerde ve hiçbir devletin yargı yetkisinin bulunmadığı bölgelerde, deniz haydutluğu yapan gemi ve uçaklar ile deniz haydutluğu vasıtasıyla kaçırılan vasıtalara el koyma yetkisi bulunmaktadır. El koyma islemini gerçeklestiren devlet, yakalanan deniz haydutlarına verilecek cezaya karar verme salahiyetine de sahiptir.12 Burada önemli olan husus, el koyma isleminin yalnızca devlete ait olduğu açıkça belli olan gemiler, uçaklar veya askeri uçaklar ile savas gemileri tarafından gerçeklestirilebilecek olmasıdır.13 

Görüldüğü gibi bir eylemin deniz haydutluğu olarak tanımlanabilmesi için bes temel unsurun incelenmesine ihtiyaç vardır. Bunlar; amaç, eylemci, eylem alanı, kurban ve eylemdir. İcra edilen faaliyet sahsi çıkarlar için yapılmalı, eylemi gerçeklestiren kisi eylemi islediği sırada herhangi bir devlet adına hareket etmiyor olmalı, eylemin kurbanı ise açık denizde veya herhangi bir devletin yargı yetkisinin bulunmadığı bir bölgede bulunan bir gemi ya da uçak olmalıdır. 

Peki, söz konusu faaliyetlerin herhangi bir devletin karasularında yahut yargı yetkisinin bulunduğu bir bölgede gerçeklesmesi durumunda söz konusu eylem nasıl tanımlanmaktadır? Söz konusu soru, cevabını bir BM kurulusu olan Uluslararası Denizcilik Örgütü (International Maritime Organization -IMO)’nün 22 Ocak 2002 tarihli A.922(22) sayılı kararında bulmaktadır.14 Söz konusu kararla bu faaliyetler “Denizde Silahlı Soygun (Armed Robbery At Sea)” seklinde tanımlanmıstır. Denizde Silahlı Soygun ülkenin karasuları içinde gerçeklestirildiğinden yargı yetkisi doğal olarak kıyı devletine aittir. 


3. Batı Afrika’daki Deniz Haydutluğu ve Denizde Soygunun Tarihi ve Güncel Durumu:

Denizler, Okyanuslar ve göller dünya yüzeyinin yaklaşık üçte ikisini kaplamaktadır. 

Dünyadaki en büyük ikinci kıta ve en büyük ada olan Afrika’nın 43 milyon km2’lik alanıyla dünya yüzeyinin beste birini kaplamaktadır. Afrika’nın kıyı uzunlupu 26 bin deniz milidir. 

Afrika kıtasında yüzün üzerinde liman konteynır ve değisik tipte kargo tasımacılığı için kullanılmaktadır. Afrika kıtasının deniz ticareti hacmi son 40 yılda dört kattan fazla artmıstır. 
Afrikada yasayan insanların yaklasık yüzde 46’sı tam bir yoksulluk içinde yasamakta ve bu durum her geçen gün daha da kötülesmektedir. Balık Afrikalılar için hem yasamsal bir besin kaynağı hem de ciddi bir geçim kaynağı özelliğine sahiptir. Bununla birlikte Afrika’nın balık ve balık ürünleri ihracatı geçen on yılda pek de bir atılım göstermemistir.15 

Son yıllarda yapılan kesiflerle bilhassa Gine Körfezi bölgesinde 50,4 milyon varillik bir petrol rezervi olduğu tahmin edilmektedir. Bugün için çıkarılan petrolün 5,4 milyon varil olduğu göz önüne alındığında faydalanılamayan enerji miktarının büyüklüğü açıkça ortaya çıkmaktadır.16 

Deniz haydutluğu ve denizde silahlı soygun her ne kadar denizlerde gerçeklesen hukuksuzluklar olsalar da bu sorunların temeli kıyıda yatmaktadır. Zira bu hukuksuzluklara istirak eden kisiler kıyıda üslenmislerdir ve faaliyetlerini icra ettikten sonra da kıyıya dönmek durumundadırlar. Bu faaliyetlerin önlenmesi ve gerekli caydırıcılığın sağlanması bir ölçüye kadar denizdeki faaliyetlerle mümkün iken kıyıda hukukun üstünlüğü ve yeterli kolluk faaliyetleriyle desteklenmedikleri sürece kalıcı çözümlerin hayata geçirilmesi pek de mümkün 
değildir. 

Afrika’nın batısında ve özellikle Gine Körfezi’nde gerçeklesen deniz haydutluğu ve denizde silahlı soygun faaliyetlerini üç temel kategoride değerlendirmek mümkündür. Bunlardan ilgi düsük düzeydeki soygun faaliyetleridir. Bunlar gemi ambarlarının, gemi personelinin soyulması gibi faaliyetlerdir. Her ne kadar bazen bu tip hırsızlıklarda siddet söz konusu olsa da maddi kaybın çok yüksesk olmaması, polis tarafından yapılacak sorusturmanın geminin hareketlerini geciktirmesi ve zaman zaman da polisin daha fazla kayba neden olma 
ihtimali bu tip faaliyetlerin rapor edilmemesine neden olabilmektedir. Dkinci kategori, finansal açıdan bakıldığında en önemlisidir. Bu kategori petrol ve hidrokarbonların çalınmasıdır. Bu faaliyet genellikle gemiden gemiye transfer esnasında gerçeklesmektedir. Bu tarz saldırı ve hırsızlıklar genellikle kıyıdan açıkta gerçeklesmektedir. Üçüncü kategori ise denizde haydutluk faaliyetleridir. Bu kategorideki faaliyetler açık denizde gemilere yapılan saldırılar petrol hırsızlığı maksadıyla bu gemilerden lojistik destek kapsamında yiyecek ve yakıt 
gaspedilmesi faaliyetleridir. En önemli kategori olarak nitelendirilen ikinci kategorideki petrol ve hidrokarbon hırsızlığının boyutları inanılmaz bir seviyeye yükselmistir. Örneğin, yalnızca Nijherya’ya yıllık maliyeti 6 milyar ABD doları civarındadır. Bu faaliyetlerin bir diğer yan etkisi de sigorta primlerindeki artıstır. Ekonomileri zaten oldukça kırılgan olan bölge ülkeleri bu durumdan negatif biçimde etkilenmektedirler.17 

Gine Körfezi’nde bunların yanında yasadısı ve düzenlemedısı balıkçılık faaliyetleri de bölge güvenliğini etkilemektedir. Londra merkezli MRAG isimli sirketin tahminlerine göre bölgedeki yasadısı balıkçılık, yasal balıkçılıktan yaklasık yüzde 40 daha fazla ve bu oran dünyadaki en kötü oran. Bölgedeki bir diğer sorun da denizde insan, silah ve uyusturucu kaçakçılığıdır. Bu sorunlardan daha da önemli bir baska sorun ise Batı Afrika bölgesindeki deniz haydutluğu faaliyetleri ile iliskili olan yerel ve ulusasan suç ve terör örgütlerinin faaliyetleridir. Bu örgütlerden en önemlileri Dslami Mağribdeki El-Kaide, Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri, Hamas, Hizbullah, Boko Haram ve Nijer Delta’sının Özgürlüğü 
Hareketi isimli örgütlerdir.18 

Uluslararası Denizcilik Bürosu’nun Deniz Haydutluğu Rapor Merkezi’nin verilerine göre 2013 yılında dünya genelinde 264 deniz haydutluğu ve denizde silahlı soygun olayı tespit edilmistir. 2012 yılında meydana gelen 297 olay göz önüne alındığında yüzde 11’lik bir azalma, Somali açıklarındaki deniz haydutluğu faaliyetlerinin en yoğun olduğu sene olan 2011 yılına göre ise yüzde 41’lik çok ciddi bir azalma söz konusudur. Dünya genelindeki bu düsüsün temel nedeni Somali açıklarındaki faaliyetlerin sayısındaki azalmadır. 


Resim-1: 2013 Yılında Dünyada Deniz Haydutluğu ve Denizde Silahlı Soygun 
Kaynak: ICC International Maritime Bureau, Piracy and Armed Robbery Against Ships, London, January 2014, s.72. 

Diğer taraftan artıs eğiliminde olan Batı Afrika’da 2013 yılında 51 olay meydana gelmis, bunun 48’i ise Gine Körfezi’nde yasanmıstır. Bu sayının 31’inin sorumlusu Nijeryalı deniz haydutlarıdır.19 


Resim-2: 2013 Yılında Batı Afrika’da Deniz Haydutluğu ve Denizde Silahlı Soygun 
Kaynak: ICC International Maritime Bureau, Piracy and Armed Robbery Against Ships, London, January 2014, s.75. 


Afrika’daki deniz güvenliğinin (ya da güvensizliği) temelde altı parametresinin mevcut olduğu ifade edilmektedir. Bunları, 

-Savas ekonomileri, hırsızlık ve silahların yaygınlasması, 
-Terörizm 
-Deniz haydutluğu ve yasadısı akaryakıt kaçakçılığı 
-Uyusturucu Kaçakçılığı 
-Örgütlü suç ve çevresel kirlenme 
-Deniz Yetki Alanları seklinde sıralamak mümkündür.20 

a. Savas ekonomileri, kaçakçılık ve silahların yaygınlasması: 

Genel olarak Afrika’da suç kavramı sadece devlet dısı aktörlerle sınırlı değildir. Devlet aygıtının suç örgütleri tarafından ele geçirildiği Afrika devletlerinden bahsetmek mümkündür. Örneğin önceki Gine hükümetinin bir narko-devlet haline geldiği yönündeki suçlamalar hiç de yadsınamayacak gerekçelere dayanmaktaydı. Suç örgütlerinin deniz ortamına yansımaları her geçen yıl artıs göstermektedir. Özellikle Batı Afrika’da bu durum siddetli bir hal almıstır. Kaçakçılar, sıklıkla da savas ekonomileri ile bağlantılı olarak, denizi 
bir mecra olarak kullanma eğilimindedirler. Zira ağaç, akaryakıt ve islenmemis mineraller deniz araçları ve güvenli deniz ulastırma yollarına ihtiyaç duymaktadır. 2010 yılının Ekim ayında Dran’dan gelen ağır silahlara (muhtemelen Nijer Deltasında silahlı gruplara giden) Nijerya’nın Lagos limanında el koyması örneğinde de görüldüğü gibi silahların yaygınlasması da deniz güvenliğini etkileyen bir husustur.21 

b. Terörizm: 

Afrika 1998 yılında Kenya ve Tanzanya’da gerçeklesen El-Kaide saldırıları ile terörizme yabancı olmayan bir bölgedir. Ancak 2010 yılında Uganda’da gerçeklesen Es-Sebab saldırıları bu tehdidin devam ettiğinin önemli bir göstergesi olmustur. Somali kıyılarındaki Es-Sebab/El-Kaide bağlantısı ve Mağrib’deki El-Kaide/Tuareg isbirliği Nijerya’ya kaymakta ve sonunda istikrarsız Nijer Deltası yoluyla petrol zengini Gine Körfezi’ne ulasmaktadır.22 

c. Deniz Haydutluğu ve Yasadısı Akaryakıt Kaçakçılığı: 

Somali açıklarındaki deniz haydutluğundan farklı olarak Batı Afrika açıklarında Gine Körfezi’ndeki yasadısı faaliyetler kıyıdan açıkta bulunan petrol sanayini ve bununla ilintili altyapı, deniz ulastırması ve üretim faaliyetlerini hedeflemektedir. Örneğin, bazı saldırılar Nijerya açıklarındaki petrol platformlarına yönelik gerçeklestirilmistir. Bazı örgütler petrol boru hatlarından çaldıkları petrolü barçlarla deniz haydutlarına ait tankerlere yüklemekte ve kaçakçılık yapmakta dırlar. Bu tarz petrol kaçakçılığı oldukça yaygındır ve bilhassa Nijerya petrol sanayine ciddi bir tehdit teskil etmektedir.23 

ç. Uyusturucu Kaçakçılığı: 

Afrika, Güney Amerika ve Asya’dan Avrupa’ya yönelik uyusturucu kaçakçılığında önemli bir kavsak noktasıdır. Batı Afrika ise Güney amerika’dan kaynaklanan uyusturucu trafiği için bir toplanma noktasıdır ve bu uyusturucunun önemli bir bölümü deniz yoluyla bölgeye ulasmaktadır. Bu kapsamda küçük denizaltılar dahi kullanılmaktadır. Hem denizde hem de kıyıda kolluk kuvvetlerinin kontrolünün bulunmaması kaçakçılar için bu bölgeyi cazip hale getirmektedir.24 

d. Örgütlü suç ve çevresel kirlenme: 

Afrika’nın deniz güvenliğini tehdit eden örgütlü suçları, insan kaçakçılığı, insan kaçırma, yasadısı balıkçılık, kaçak avcılık, nesli tükenmekte olan türlerin ticareti ve zehirli atıkların atılması olarak sıralamak mümkündür. Batı Afrika’da, bilhassa da Nijerya’da, denizden yasadısı insan ulastırması önde gelen bir metot olarak ön plana çıkmaktadır. 
Yasadısı zehirli atıkların Fildisi Sahilleri açıklarında denize dökülmesi de ciddi bir deniz güvenliği tehdidi olarak varlığını sürdürmektedir. Nijer Delta’sında petrol ve doğal gazın neden olduğu kirlenme de devam ede gelen ciddi bir sorundur.25 

e. Deniz Yetki Alanları: 

Afrika’daki deniz güvensizliğin bir baska boyutu da sınırları belirlenmemis deniz yetki alanlarının varlığıdır. Bu kapsamda dört örnek vermek mümkündür: Nijerya ve Kamerun; Ekvatoryal Gine ve Gabon; Komoros ve Fransa ve son olarak da Moritus ve Dngiltere arasındaki anlasmazlıklar. Afrika açıklarındaki enerji rezervlerinin artısına bağlı olarak bu bölgede deniz yetki alanlarının belirlenmesine olan ihtiyaç gittikçe artmaktadır. Örneğin, Gana açıklarındaki son kesifler Gana ile Fildisi Sahilleri arasındaki havzada bulunmaktadır. 

Özellikle tartısmalı deniz alanlarında ortaya çıkacak yeni kesifler daha fazla istikrarsızlığa yol açma potansiyeline sahiptir.26 

4. Batı Afrika’daki Deniz Haydutluğu ve Denizde Soyguna Yönelik Uluslararası Tedbirler: 

Gine Körfezi’nde deniz güvenliğinin sağlanması maksadıyla hükümet ve hükümet dısı aktörler bölgede faaliyet gösteren petrol sirketleri ile birlikte çalısmaktadırlar. ABD Deniz Kuvvetleri de Afrika Ortaklık Üssü çerçevesinde bölgede varlık göstermektedir. 27 

Surası açıktır ki Batı Afrika’daki deniz haydutluğuna uluslararası toplumun ilgisi bugün için Somali açıklarındaki deniz haydutluğu tehdidine yönelik alınan tedbirlerden oldukça uzak bir noktadadır. Bununla birlikte Birlesmis Milletler, Uluslararası Denizcilik Örgütü gibi küresel örgütler, Afrika Birliği, Gine Körfezi Komisyonu (GGC), Batı ve Orta Afrika Denizcilik Örgütü (MOWCA), Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), Orta Afrika Ekonomik Topluluğu (ECCAS) gibi bölgesel örgütler, Nijerya ve Avrupa Birliği’nin bölgeye ilgisi bulunmaktadır ve bunlardan bazılarının bölgeye yönelik bir takım inisiyatifleri hayata geçirdikleri de görünmektedir.28 

a. Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO): 

Uluslararası Denizcilik Örgütü son yıllarda Batı Afrika’daki deniz güvenliği sorunlarını gündeminde ön sıralara almıstır. Bu çereçvede, Haziran 2013’te Yaounde’de 25 
Batı ve Orta Afrika devletinin devlet baskanlarının ve temsilcilerinin katılımıyla bir zirve yapılmıs ve bu zirve neticesinde “Batı ve Orta Afrika’da Deniz Haydutluğu, Denizde Silahlı Soygun ve Yasadısı Denizcilik Faaliyetleri ile Mücadele Uygulama Planı” kabul edilmistir. 

Ayrıca bu toplantıda IMO ile Batı ve Orta Afrika Denizcilik Örgütü (MOWCA) arasında imzalanan Mutabakat Muhtırası’nın uygulamasına yönelik bir karar da alınmıstır. 29 

IMO’nun tüm faaliyetleri BM Güvenlik Konseyi’nin 2018 ve 2039 sayılı kararları, BM Genel Kurulu’nun 67/78 sayılı kararı, Güney Atlantik’te Barıs ve Dsbirliği Bölgesi, Afrika Birliği, Orta Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECCAS), Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ve Gine Körfezi Komisyonu’nun denizcilik stratejileri çerçevesinde yürütülmektedir. 30 

IMO, her türlü inisiyatifinde diğer BM kuruluslarıyla, Interpol, Japonya, Fransa, ABD Afrika Komutanlığı, Çin, Dngiltere, Avrupa Birliği, Norveç ve G8++Gine Körfezi Dostları ile yakın bir isbirliği ve koordinasyon içinde çalısmaktadır. IMO’nun temel hedefi bölgede deniz emniyeti, güvenliği ve deniz çevresinin korunmasının sağlanması ve deniz yoluyla yapılan ticaretin gelismesini sağlamaktır. Bu çerçevede hayata geçirilen inisiyatiflerden biri de Aralık 2013’te IMO Meclisi’nin 28’nci oturumunda oybirliğiyle kabul edilen A 1069(28) sayılı 
karardır. Söz konusu kararda bölgedeki tehditlerle mücadeleye vurgu yapmanın yanı sıra tüm hükümetler IMO Batı ve Orta Afrika Deniz Güvenliği Fonu’na finansal yardım yapmaya davet edilmislerdir. Bugüne kadar bu fona İngiltere, Çin ve Japonya katkıda bulunmuslardır. 

b. Afrika Birliği: 

24-25 Haziran 2013 tarihlerinde Kamerun’un baskenti Yaounde’de Afrika Birliği üyesi 25 Batı ve Orta Afrika devletinin devlet baskanları ve temsilcileri, ECOWAS, ECCAS ve GGC’nin katılımıyla icra edilen zirvede çok önemli stratejik dokümanlar kabul edilmistir. Bahse konu zirve Afrikalı liderlerin Gine Körfezi ’ndeki yasadısı faaliyetlere olan ilgisini göstermesi bakımından önemlidir. Zirveye Birlesmis Milletler, Avrupa Birliği, IMO, MOWCA, ABD Afrika Komutanlığı ve Afrika Stratejik Arastırmalar Merkezi de temsilci göndermistir. 32 

Zirvede, Afrika Birliği tarafından Aralık 2012’de kabul edilen 2050 Afrika Entegre Denizcilik Stratejisi Belgesi’ne olan bağlılık bir kez daha vurgulanmıs, merkezi Yaounde’de bulunacak Orta ve Batı Afrika Deniz Emniyeti ve Güvenliği Koordinasyon Merkezi’nin kurulması ve neticesinde Batı ve Orta Afrika’da Deniz Haydutluğu, Denizde Silahlı Soygun ve Yasadısı Denizcilik Faaliyetleri ile Mücadele Uygulama Planı kabul edilmistir. 33 

c. Gine Körfezi Komisyonu (The Gulf of Guinea Commission-GGC): 

2001 yılında Libreville’de kurulan Gine Körfezi Komisyonu faaliyetlerine 2007 yılının Mart ayında baslamıstır. Komisyon yedisi Orta Afrika bölgesinde (Angola, Kamerun, Kongo, Gabon, Ekvatoryal Gine, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Sao-Tome ve Principe) ve biri Batı Afrika’da bulunan (Nijerya) toplam sekiz üye devletten mütesekkildir. Komisyonun görevi, deniz yetki alanlarının belirlenmesi ve ulusal sınırlar içinde doğal kaynakların ekonomik ve ticari kullanımı konularından kaynaklanan çatısmaların önlenmesi, yönetilmesi ve çözülmesi olarak belirlenmistir. Komisyonun kurulması esasen o dönemde özellikle deniz güvenliği kapsamındaki tehdit ve sorunların yönetimi için bir danısma ve müzakere mekanizması kurulması ihtiyacından kaynaklanmıstır. Komisyon ayrıca Gine Körfezi’ndeki politika ve faaliyetlerin uyumlu hale getirilmesinde kolaylastırıcı bir rol oynamakta ve ECOWAS ile ECCAS arasında bir köprü vazifesi görmektedir.34 

ç. Batı ve Orta Afrika Denizcilik Örgütü (MOWCA): 

Batı ve Orta Afrika Denizcilik Örgütü Abidjan Sartı’nın imzalanmasıyla Batı ve Orta Afrika Devletleri Deniz Ulastırması Bakanlar Konferansı adıyla Mayıs 1975’te kurulmustur. 
4-6 Ağustos 1999 tarihleri arasında Fildisi Sahilleri’nde yapılan olağanüstü oturumda Ulastırma Bakanları Genel Meclisi tarafından kabul edilen reformlar kapsamında ismi Batı ve Orta Afrika Denizcilik Örgütü olarak değistirilmistir. Örgütün temel hedefi bölgesel kararkterdeki tüm denizcilik meseleleri ile ilgilenmek olarak belirlenmistir. Örgüte üye 25 devlet bulunmaktadır. Bu devletlerden besinin denize kıyısı bulunmamaktadır. Denize kıyısı olan devletler bahse koun bes devletin denize ulasımından faydalanmalarını da sağlamakta dırlar.35 

d. Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS): 

Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (CEDEAO/ECOWAS), onbes Batı Afrika ülkesinin olusturduğu bölgesel bir gruptur. Lagos Antlasması'nın imzalanması ile 28 Mayıs 1975 tarihinde kurulan bu kurulusun misyonu bölgede ekonomik entegrasyonu tesvik etmektir. 

Afrika Ekonomik Topluluğunun temel direklerinden biri olarak kabul edilen bu organizasyon, ekonomik ve ticari sendika aracılığıyla tek bir büyük ticari blok olusturarak, üye devletler arasında "kendi kendine yeterlilik" elde etmek için kurulmustur.36 

e. Nijer Deltası Müsterek Görev Kuvveti: 

Nijerya’nın Ulusal Dstihbarat Ajansı, Nijerya Cezaevleri Kurumu, Nijerya Gümrük Teskilatı, Nijerya Göçmenler Kurumu, Nijerya Denizcilik Ddaresi ve Emniyeti Ajansı, Deniz Emniyeti ve Güvenliği Komitesi, Nijerya Limanlar Teskilatı, Ekonomik ve Finansal Suçlar Komisyonu, Nijerya Ulusal Petrol Sirketi ve petrol üreten sirketlerin bir araya gelerek olusturdukları Nijer Deltası Müsterek Görev Kuvveti bölgede hem karada hem de denizde deniz güvenliğine tehdit olusturan unsurlarla mücadele etmektedir.37 

f. Avrupa Birliği: 

Avrupa Birliği, deniz güvenliği, deniz haydutluğuyla mücadele ve denizcilik yönetisimini desteklemek maksadıyla EUCAP NESTOR ismini tasıyan sivil bir misyonu 16 Temmuz 2012 tarihinde hayata geçirmistir. Misyonun merkezi Cibuti’de bulunmaktadır. Misyon Afrika Boynuzu ve Batı Hint Okyanusu bölgelerinden sorumludur. Misyon çalısmalarını Somali, Cibuti, Seyseller ve Tanzanya’dan yürütmektedir. Misyon kapsamında eğitimler verilmekte ve danısmanlık hizmetleri verilmektedir. Misyona 24 AB üyesi devletin yanı sıra Norveç katkı sağlamaktadır.38 

Avrupa Birliği, Batı Afrika’daki deniz güvenliği tehditlerine olan duyarlılığını 17 Mart 2014 tarihinde yayınladığı AB’nin Gine Körfezi Stratejisi belgesi ile de göstermistir. Söz konusu stratejide AB’nin temel hedefi olarak Afrika Barıs ve Güvenlik Mimarisi çerçevesinde bölge devletlerinin barıs, güvenlik ve refaha ulasmalarını sağlamaları kapsamında desteklenmesi olarak belirlenmistir. Strateji Belgesi’nde bölgenin AB açısından önemi belirtilirken, AB’nin ihtiyaç duyduğu petrolün yüzde 10’unu, doğal gazın ise yüzde 4’ünü Gine Körfezi yoluyla karsıladığı belirtilmis ve AB’nin faaliyetlerini Haziran 2013’te
Yaounde Zirvesi’nde ortaya çıkan bölgesel momentumun üzerine bina etmeyi arzuladığı, bölgesel örgütler ve devletlere de bu kapsamda destek sağlanacağı ifade edilmistir.39 

Sonuç 

Bugünün dünyasının belki de en önemli handikapı, gelismis ve sanayilesmis devletlerin gelismislik düzeylerini ve refahlarını idame ettirmek için ihtiyaç duydukları enerji kaynaklarına sahip olmamasıdır. Enerji kaynaklarının çok büyük bir kısmı ise nispeten geri kalmıs veya gelismekte olan ülkelerde bulunmaktadır. Bu durum enerji kaynaklarının gelismis ülkelere tasınmasını zorunlu hale getirmektedir. Bu kapsamda deniz ulastırma yolları en ekonomik yöntem olarak ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle deniz ulastırma yollarının 
güvenliği dünyanın önde gelen devletleri için hayati bir mevzu haline gelmektedir. 

Somali açıklarında yaklasık son altı yıldır devam eden deniz haydutluğuyla mücadele faaliyetlerindeki yoğunluk bu durumun önemli bir göstergesi niteliğindedir. Bu kapsamda ciddi bir basarı da sağlanmıstır. Afrika’nın batısı ve bilhassa Gine Körfezi son yıllarda önemli bir hale gelmektedir. Bilhassa Rusya’nın son dönemdeki revizyonist politikaları ve enerji kaynaklarını Avrupa için bir pazarlık ve tehdit unsuru olarak kullanma eğilimine girmesi Gine Körfezi bölgesinin önümüzdeki dönemde daha da ön planda yer almasına neden olabilecektir. 
Bölgenin bir diğer önem arz eden yönü yükselen bir güç olan ve 2030 yılına kadar dünyanın en büyük ekonomisi olması beklenen ve ABD’nin karsısında ikinci bir kutup olarak ortaya çıkacağı değerlendirmeleri yapılan Çin’in Afrika’ya duyduğu yoğun ilgidir. Bu ilgi bölgeyi jeostratejik açıdan da önemli hale getirmektedir. 

Bugün Gine Körfezi’ndeki tehdit Somali açıklarında geçen yıllarda yasanan tehditten nitelik olarak farklılık göstermektedir. Bu nedenle, tehditle mücadelede de askeri güçler Somali örneğinde olduğu gibi pek de ön planda değildir. Gine Körfezi’ndeki deniz güvenliği tehditleriyle mücadelede bugün için ekonomik, sosyal ve yönetisim araçları kullanılmaktadır. 
Bu çerçevede küresel ve bölgesel çaptaki örgütler çesitli alanlarda isbirliği içine girmeye baslamıslardır. 

Önümüzdeki yıllarda bu kapsamdaki isbirliği ve koordinasyonun yoğunluğunda bir artıs gözleneceği ve yeni inisiyatiflerin hayata geçirilebileceği değerlendirme sini yapmak yanlıs olmayacaktır. 

DİPNOTLAR;

1 Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İliskiler ABD, Doktora Öğrencisi. 
2 Ronnie D Lipschutz, “On Security”, On Security, Ronnie D. Lipschutz, Columbia University Press, New 
York, 1995, ss.1-2. 
3 Geoffrey Till, Seapower, Frank Cass Publishers, Londra, 2004, s.310. 
4 A.e. s.310. 
5 OPEC Share of World Crude Oil Reserves 2011, OPEC Resmi Internet Sitesi, 
http://www.opec.org/ opec_web/en/data_graphs/330.htm. (Erisim Tarihi: 25 Nisan 2014) 
6 Mahmoud Yazdan-Fam, ”Persian Gulf Oil: US Challenges and Policies”, The Iranian Journal of International Affairs, Vol. XX, No.1:111-157, Winter 2007-08, s.115. 
7 John Westwood, “Middle East to be world’s largest offshore producer”, Offshore, October 2008, s.34. 
8 Rob Waugh, “The deep web: Incredible new map of the undersea cables that keep 99 per cent of the world 
clicking”, Daily Mail Gazetesi Internet Sitesi, http://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-2039974/Thedeep-
web-The-new-map-undersea-cables-world-clicking.html, (Erisim Tarihi: 22 Aralık 2012) 
9 Sadi Çaycı, “Deniz Haydutluğu ile Mücadele ve Türkiye’nin Konumu:Somali Örneği”, Ortadoğu Stratejik 
Arastırmalar Merkezi Rapor No:1, s.6, Mart 2009. 
10 1982 Birlesmis Milletler Deniz Hukuku Sözlesmesi Md.101. 
11 1982 Birlesmis Milletler Deniz Hukuku Sözlesmesi Md.102. 
12 1982 Birlesmis Milletler Deniz Hukuku Sözlesmesi Md.105. 
13 1982 Birlesmis Milletler Deniz Hukuku Sözlesmesi Md.107. 
14 Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO)’nün 22 Ocak 2002 tarihli ve A.922(22) sayılı kararı. 
http://www.imo.org/includes/blastDataOnly.asp/data_id=23528/A922(22).pdf, (Erisim Tarihi: 16 Nisan 2014). 
15 2050 Africa’s Integrated Maritime Strategy, African Union, http://pages.au.int/sites/default/files/ 
2050%20AIM%20Strategy%20%28Eng%29_0.pdf (Erisim Tarihi: 17 Nisan 2014) 
16 Charles Ukeje, Mvomo Ela Wullson, African Approaches to Maritime Security-Gulf of Guinea, FriedrichEbert-Stiftung, December 2013, s.9. 
17 Trelawny, Chris, “Piracy in West Africa: A symptom of wider problems?”, New African, March 2013, ss.1618. 
18 Jenzen-Jones, N.R., “Confronting Piracy’s New Frontier”, Journal of International Peace Operations, Volume 7, Number 4—January-February 2012, s.22. 
19 ICC International Maritime Bureau, Piracy and Armed Robbery Against Ships, London, January 2014, s.24. 
20 Francois Vreÿ, “African Maritime Security: a time for good order at sea”, Australian Journal of Maritime and Ocean Affairs (2010) Vol 2(4), ss.123-126. 
21 A.e., s.123. 
22 A.e., s.123. 
23 A.e., ss.124-125. 
24 A.e., s.125. 
25 A.e., s.125. 
26 A.e., s.125. 
27 Francois Vreÿ, A.g.e., ss.123-124. 
28 Maritime Security in the Gulf of Guinea, Chatham House (The Royal Institute of International Affairs), London, March 2013, s.26. 
29 “IMO Strategy for implementing sustainable maritime security measures in West and Central Africa”, 
http://www.imo.org/OurWork/Security/WestAfrica/Pages/WestAfrica.aspx (Erisim Tarihi: 25 Mayıs 2014). 
30 A.e. 
31 A.e. 
32 “Summit of Heads of State and Government on Maritime Safety and Security in the Gulf of Guinea, Yaoundé, Cameroon”, 
http://pages.au.int/maritime/events/summit-heads-state-and-government-maritime-safety-and-security-gulf-guinea-yaounde-cameroon (Erisim Tarihi: 25 Mayıs 2014). 
33 A.e. 
34 “GGC”, http://www.golfedeguinee2013.cm/ggc (Erisim Tarihi: 24 Mayıs 2014). 
35 “Maritime Organisation for West and Central Africa (MOWCA)”, 
http://www.amssa.net/framework/MOWCA.aspx (Erisim Tarihi: 24 Mayıs 2014). 
36 “ECOWAS in Brief”, http://www.comm.ecowas.int/sec/index.php?id=about_a&lang=en (Erisim Tarihi: 24 Mayıs 2014) 
37 “JTF in Niger Delta Restructured”, http://www.thisdaylive.com/articles/jtf-in-niger-delta-restructured/106882/ (Erisim Tarihi: 22 Mayıs 2014). 
38 “EUCAP Nestor (Regional Maritime Capacity Building Mission in the Horn of Africa and the Western Indian Ocean)”, AB Resmi Internet Sitesi, 
http://www.eeas.europa.eu/csdp/missions-and-operations/eucapnestor/documents/ factsheet_eucap_nestor_en.pdf (Erisim Tarihi: 27 Mayıs 2014). 
39 EU Strategy on the Gulf of Guinea, Foreign Affairs Council meeting, Brussels, 17 March 2014, ss.2-3, 
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/EN/foraff/141582.pdf (Erisim Tarihi: 25 Mayıs 2014). 


KAYNAKÇA 

“ECOWAS in Brief”, 
http://www.comm.ecowas.int/sec/index.php?id= about_a&lang=en (Erisim Tarihi: 24 Mayıs 2014) 
“EUCAP Nestor (Regional Maritime Capacity Building Mission in the Horn of Africa and the Western Indian Ocean)”, AB Resmi Internet Sitesi, 
http://www.eeas.europa.eu/csdp/missions-and-operations/eucap-nestor/documents/factsheet_eucap_nestor_en.pdf (Erisim Tarihi: 27 Mayıs 2014). 
“GGC”, http://www.golfedeguinee2013.cm/ggc (Erisim Tarihi: 24 Mayıs 2014). 
“IMO Strategy for implementing sustainable maritime security measures in West and Central Africa”, 
http://www.imo.org/OurWork/Security/WestAfrica/Pages/ WestAfrica.aspx (Erisim Tarihi: 25 Mayıs 2014). 
“JTF in Niger Delta Restructured”, 
http://www.thisdaylive.com/articles/jtf-in-niger-delta-restructured/106882/ (Erisim Tarihi: 22 Mayıs 2014). 
“Maritime Organisation for West and Central Africa (MOWCA)”, 
http://www.amssa.net/framework/MOWCA.aspx (Erisim Tarihi: 24 Mayıs 2014). 
“Summit of Heads of State and Government on Maritime Safety and Security in the Gulf of Guinea, Yaoundé, Cameroon”, 
http://pages.au.int/maritime/events/ summit-heads-state-and-government-maritime-safety-and-security-gulf-guinea-yaounde-cameroon (Erisim Tarihi: 25 Mayıs 2014). 
1982 Birlesmis Milletler Deniz Hukuku Sözlesmesi, www.un.org/Depts/los/ convention_agreements/texts/unclos/unclos_e.pdf (Erisim Tarihi: 23 Mayıs 2014). 
2050 Africa’s Integrated Maritime Strategy, African Union, 
http://pages.au.int/ sites/default/files/2050%20AIM%20Strategy%20%28Eng%29_0.pdf (Erisim Tarihi: 17 Nisan 2014) 
Çaycı, Sadi. “Deniz Haydutluğu ile Mücadele ve Türkiye’nin Konumu:Somali Örneği”, Ortadoğu Stratejik Arastırmalar Merkezi Rapor No:1, Mart 2009. 
EU Strategy on the Gulf of Guinea, Foreign Affairs Council meeting, Brussels, 17 March 2014. 
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/ docs/pressdata/EN/foraff/141582.pdf (Erisim Tarihi: 25 Mayıs 2014). 
ICC International Maritime Bureau, Piracy and Armed Robbery Against Ships, London, January 2014. 
Jenzen-Jones, N.R., “Confronting Piracy’s New Frontier”, Journal of International Peace Operations, Volume 7, Number 4—January-February 2012. 
Lipschutz, Ronnie D., “On Security”, On Security, Ronnie D. Lipschutz (Ed.), Columbia University Press, New York, 1995. 
Maritime Security in the Gulf of Guinea, Chatham House (The Royal Institute of International Affairs), London, March 2013. 
OPEC Share of World Crude Oil Reserves 2011, OPEC Resmi Internet Sitesi, 
http://www.opec.org/ opec_web/en/data_graphs/330.htm. (Erisim Tarihi: 25 Aralık 2012) 
Till, Geoffrey, Seapower, Frank Cass Publishers, Londra, 2004. 
Trelawny, Chris, “Piracy in West Africa: A symptom of wider problems?”, New African, March 2013. 
Ukeje, Charles; Mvomo Ela Wullson, African Approaches to Maritime Security-Gulf of Guinea, Friedrich-Ebert-Stiftung, December 2013. 
Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO)’nün 22 Ocak 2002 tarihli ve A.922(22) sayılı kararı. 
http://www.imo.org/includes/blastDataOnly.asp/data_id=23528 /A922(22).pdf, (Erisim Tarihi: 16 Nisan 2014). 
Vreÿ, Francois, “African Maritime Security: a time for good order at sea”, Australian Journal of Maritime and Ocean Affairs (2010) Vol 2(4). 
Waugh, Rob. “The deep web: Incredible new map of the undersea cables that keep 99 per cent of the world clicking”, Daily Mail Gazetesi Internet Sitesi, 
http://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-2039974/The-deep-web-The-new-map-undersea-cables-world-clicking.html, (Erisim Tarihi: 25 Nisan 2014). 
Westwood, John. “Middle East to be world’s largest offshore producer”, Offshore, October 2008. 
Yazdan-Fam, Mahmoud. ”Persian Gulf Oil: US Challenges and Policies”, The Iranian Journal of International Affairs, Vol. XX, No.1:111-157, Winter 2007-08. 



***

24 Şubat 2017 Cuma

ORTADOĞU’DA GÜVENLİĞİ İNSANİLEŞDİRMEK VE ARAP BAHARI ,



    ORTADOĞU’DA GÜVENLİĞİ İNSANİLEŞDİRMEK VE ARAP BAHARI ,


Feyza KAVİ*
* Arastırma Görevlisi, Kocaeli Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İliskiler Bölümü, 
  E-posta: feyza.kavi@kocaeli.edu.tr.  


Özet 

İkinci Dünya Savası’ndan sonra güvenlik çalısmalarını domine eden siyasi realizm yaklasımının bu alandaki rakipsizliği Soğuk Savas’ın bitmesiyle sona ermistir. Küresellesme, teknolojik ilerleme ve çevre sorunları yeni tehditlerin ortaya çıkmasına yol açmıstır. İçinde bulunduğumuz bu çağda yeni tarz tehditlere karsılık verebilmek için insan odaklı yeni bir güvenlik anlayısının gelistirilmesi gerekmektedir. Bireyin iktisadi, gıda, sağlık, çevre, kisisel, toplumsal, siyasi alanda maruz kaldığı siddet güvensizlik kaynağıdır. 2010 sonrası dönemde dünya genelinde ve Ortadoğu’da meydana gelen halk isyanları, bireyin sosyal alanda güvensiz olmasının sonucudur. 

Anahtar Kelimeler: İnsan, Güvenlik, Ortadoğu, Arap Baharı, Toplumsal Hareket,Feyza KAVİ, 


Giriş 

2010’dan sonra girdiğimiz bu yeni dönemde Ortadoğu, Akdeniz, Amerikalar, Avrupa ve Türkiye’de yasanan halk isyanları gündeme damgasını vurmustur. 17 Aralık 2010’da Tunuslu 26 yasındaki sokak satıcısı Muhammed Bouazizi’nin kendini yakmasıyla baslayan ve Ortadoğu’ya yayılan Arap Baharı, 15 Mayıs 2011’de Madrid Puerta del Sol Meydanı’nda baslayan İndignados hareketi, 17 Eylül 2011’de New York Zuccotti Park’ta baslatan Occupy Wall Street, 28 Mayıs 2013’te İstanbul Taksim Meydanı’nda baslayan Gezi protestoları, her 
biri kendi ülkesinin yerel dinamiklerinden beslenmekte ve küresel yapısal esitsizliklere tepki içermektedir. Bu direnis hareketleri halk kesimlerinin reform ihtiyacından doğmakla beraber, arkasındaki temel motivasyon bireyin siyasi, toplumsal, iktisadi, kültürel, çevresel vb. alanlarda muzdarip olduğu güvensizlik tir. Bu bağlamda yasananları insani güvenlik kavramıyla birlikte değerlendirmek aydınlatıcı olacaktır. 

Çalısma insani güvenlik yaklasımının kavramsal çerçevesi ısığında Ortadoğu’da yasanan ve yaygın olarak Arap baharı olarak adlandırılan toplumsal dönüsümü 
irdelemektedir. Buradaki temel amaç dünya siyaseti genelinde ve Ortadoğu özelinde hakim güvenlik anlayısının bu devrimleri beslemis olup olmadığı sorusuna cevap aramaktır. Üç Ana bölümden olusan çalısmada ilk olarak “güvenlik nedir?” sorusu etrafında muhtelif yaklasımlara değinilmekte, ikinci olarak insani güvenlik yaklasımı ele alınmaktadır. Son bölümde Ortadoğu’da yasanan toplumsal süreçler insani güvenlik yaklasımı çerçevesinde değerlendirilmektedir. 

Güvenlik Nedir? 

Güvenliğin ve güvensizliğin ne olduğu, güvenliğin nasıl sağlanacağı ve güvensizliğin nasıl giderileceği konusunda uluslararası iliskiler çalısan sosyal bilimciler muhtelif görüsler sunmustur. Güvenlik kavramı ele alınırken, güvenliğin neye/kime karsı, ne/kim tarafından, hangi araçlarla sağlanacağı sorularına cevap aramak önem kazanmaktadır.1 

II. Dünya Savası sonrası dönemde uluslararası iliskiler disiplinini olduğu kadar güvenlik çalısmalarını da etkisi altına alan realist kurama göre, bir devlet tarafından, sınırlarına yönelik askeri tehdit olusturan diğer devlete karsı, askeri araçlarla sağlanır. Buna göre güvenlik ancak toprakları üzerinde egemen olan devlet tarafından ulusal sınırlar içerisinde sağlanabilir. Böylece realizm, temel insani bir ihtiyaç olan güvenlik misyonunu devlete tanımlamakta ve insanların ulus-devlet sınırları içerisinde güvende olduğunu varsaymaktadır. Güvenlik ve vatandaslık arasında bir bağ kurulmakta, devletin sorumluluğu kendi vatandasının güvenliğini sağlamakla sınırlı tutulmaktadır. Ulusun ve/veya devletin selameti ile bireyin selameti doğru orantılıdır. Devletin güvenliğini tehdit edebilecek tek durum bir baska devletten yönelen askeri tehdit altında olmaktır, ve güvenliği sağlamak için yapılması gereken silahlanmak, askeri isbirliği antlasmaları yapmak ve ittifaklar kurmaktır.2 

Oysa Soğuk savas sonrası dönemde popülerlik kazanan yeni güvenlik yaklasımları, güvenliğin genis bir bakıs açısıyla ele alınmasını savunmaktadır. Çünkü savaslar, çatısmalar, kitlesel göç ve mülteci hareketleri ve benzeri gün geçtikçe sayısı artan kolektif inisiyatifle çözülmesi gereken sınır asan sorunlar vatandaslık bağına göre tanımlanan güvenlik anlayısını islevsiz kılmaktadır. 

İkinci olarak, günümüzde çatısma/savasların çoğu ulus-devlet sınırları içerisinde, silahlı iç çatısma olarak yasanmaktadır. 

Üçüncü olarak, devletlerin güvenlik kaynağı olduğu varsayımı tartısmalıdır zira bazı vakalarda güvensizlik devlet tarafından yürütülen ayrımcı politikalar neticesinde zuhur etmektedir. 

İnsani Güvenlik Kavramının Tarihsel Gelisimi 

İnsani güvenlik ya da insan güvenliği dediğimiz yaklasımın olusmasında etkili olan etmenler, Soğuk Savasın sona ermesi ve güvenlik çalısmalarını domine eden realist uluslararası iliskiler kuramının prestij kaybı; küresellesmenin hızlanmasına bağlı olarak güvenlik krizinin derinlesmesi; insani kalkınma anlayısının gelismesi; sosyal bilimlerin yeniden yapılanması ve post-pozitivist yöntemin önem kazanmasıdır. 

İlk olarak, realizmin Soğuk Savasın sona ermesini önceden tahmin edemeyerek yasadığı prestij kaybı, güvenlik anlayısında bir değisimin gerekliliğini gözler önüne sermistir. 

Bir ülkenin gücünü onun sahip olduğu askeri-teknolojik güç kapasitesiyle ölçenler, Doğu ile Batı blokları arasında neredeyse denk bir durum söz konusu olduğundan Sovyetlerin yıkılacağını öngörememislerdir. Sovyetlerin dağılması, klasik beklentilerin aksine askeri isgalle değil iç dinamiklerden kaynaklanmıstır. Bu da güvenliğin sosyal boyutlarının gözden kaçırılmaması gerektiğini göstermektedir.3 

İkinci olarak, küresellesmenin hız kazanması, karsılıklı bağımlılığın, küresel insan mobilitesinin artması gibi gelismeler devletlerin vatandaslarının güvenliğini sağlamasına dayanan güvenlik anlayısını değismeye zorlamaktadır. Ulusal ile uluslararası olan arasındaki ayrım belirsizlesmekte ve yeni tip güvenlik tehditlerine uygun taktiklerin benimsenmesi gerekmektedir. Dahası küresellesme süreci, devletler arasındaki etkilesimi (hem isbirliği olanaklarını hem de çatısma olasılıklarını) hızlandırarak; NGO’lar, medya, ekonomik piyasa 
güçleri ve kamuoyu gibi yeni iliski ağları ve aktörlerin rolünü artırarak, güvenlik krizini derinlestirmistir.4 

Üçüncü olarak, insani güvenlik kavramı, güvenlik çalısmalarından değil, kalkınma çalısmalarından doğmus olduğundan insani kalkınma anlayısından bağımsız düsünülemez. Birlesmis Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP), 1994 yılında yayınladığı İnsani Kalkınma Raporu (Human Development Report) insanı merkezine alan bir kalkınma modeli öneriyordu zira Soğuk Savas bittiğinde anlasılmıstı ki dünyada bölgeler arasında ciddi bir kalkınma esitsizliği mevcut. Bu durum geri kalmıs ülkelere kredi desteği ve yapısal uyum politikalarına dayalı mevcut kalkınma yaklasımlarının yeniden gözden geçirilmesini gerektirmistir. Bölgeler arasında ve ülkelerin içinde kaynakların adaletsiz dağılımı toplumları 
büyük bir krizin esiğine getirmisti. Teknolojinin hızla ilerlemesi ve buna karsılık bölgeler arasındaki makasın giderek açılması, kalkınma esitsizliğinin ve ekonomik refahın da bir güvenlik mevzusu olarak ele alınmasını gerektirdi. Mezkur raporda, insani kalkınma insani güvenliğin temel öğesi olarak tanımlandı. 

Son olarak, insani güvenlik yaklasımı, sosyal bilimlere hakim katı disiplinler arası isbölümünün elestirilmesi ve sosyal bir olguyu çok boyutlu ele alma gerekliliğinin kabulü ile mümkün olmustur, sosyal bilimlerin içerisinde olduğu bir sürecin ürünü ve onun besleyicisidir. Öyle ki insani güvenlik tek basına siyaset bilimine, uluslararası iliskiler disiplinine, sosyolojiye, kalkınma çalısmalarına, iktisat ya da hukuka ait bir kavram değildir. Dolayısıyla, bir tasla iki kus vurmakta, hem devlet merkezli uluslararası iliskilere hem de sosyal bilimlerin mevcut katı disipliner yapısına muhalefet etmektedir. Çalısmanın ilerleyen kısımlarında siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel ve hukuki veçhelerin hepsinin kısaca ve 
özetle sosyal/toplumsal terimi ile ifade edilmesi bu eğilimi yansıtmaktadır.5 

Sosyal bilimlerdeki bir baska gelisme uluslararası iliskilerin sosyo-kültürel doğasının dikkate alınmasını önemseyen post-pozitivist kuramların ön plana çıkmasıdır. Bu kuramların güvenlik çalısmalarına katkısı, güvenliğin ve tehditlerin sosyal olarak insa edilen olgular olarak görülmesi olmustur. Buna göre bir devlet veya birey (siyasetçi, bürokrat ya da sivil toplum çalısanı olarak) karar verirken sosyal-kültürel anlam dünyasının etkisiyle hareket etmektedir. Güvenliğin ne olduğu, güvensizliğin ne olduğu, neyin tehdit niteliği arz ettiği ve 
tehdidi ortadan kaldırmak için ne yapılması gerektiğini aslında içinde yasadığımız toplum, siyasi yapı, iktisadi kosullar vb. sekillendirmektedir. Realistlerin savunduğunun aksine, çoğu zaman somut kapasite/yeterlilikler analizine dayanmadan tehditler insa edilir.

 Misal, Bradley Klein’ın dönemin belgelerini incelediği çalısması Soğuk Savas’ın basladığı ve NATO’nun kurulduğu yıllarda, somut kapasite değerlendirmesinin ABD’nin Sovyet tehdidini insa etmesinde çok az etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Yine aynı sekilde, nükleer yayılma tehlikesi tehdidi konusulurken, ABD’nin, Kuzey Kore ve Dran’ın nükleer enerjiye sahip olmasını tehdit olarak algılamasında, bu ülkelerin ideolojisinin, siyasi modelinin, sosyo-kültürel yapısının etkisi olduğu yadsınamaz.6 

Kavramın ilk ve en genis tanımını BM İnsani Kalkınma Raporu (1994) vermektedir. İnsan güvenliğinin amacı, bireylerin kendilerini gerçeklestirebileceği onurlu bir hayat sürmeleridir. İnsanlar için güvensizliğin kaynağı makro bazlı savaslardan çok mikro bazlı gelismelerdir. Gündelik hayatlarında karsılastıkları siddet pek çok farklı sekilde belirmektedir. Güvenliği sağlamak için en etkili yöntem katılımcı, sürdürülebilir, insani kalkınmadır.7 

İnsan güvenliğinin yedi boyutu vardır. Kisinin yasamını idame ettirebileceği asgari bir düzenli gelire sahip olması iktisadi güvenlik olarak tanımlanır. Temel besin maddelerine kesintisiz erisim için gerekli fiziki ve iktisadi olanaklara sahip olmak anlamında gıda güvenliği ikinci boyutunu olusturur. Diğerleri; temel sağlık hizmetlerine erisim (sağlık güvenliği), sanayilesme ve hızlı nüfus artısından kaynaklanan çevresel sorunlardan korunma (çevre güvenliği), fiziksel bütünlüğü ne karsı saldırılardan korunma (kisisel güvenlik),  etnik / cinsel/ dini/ mezhebi kimliğin korunması (toplumsal güvenlik) ve haklar ve özgürlüklerin sağlanmıs olmasıdır (siyasi güvenlik).8 

Bu yaklasım güvenlik kavramını genisletmek (broadening) ve derinlestirmenin (deepening) gerekliliğini savunmaktadır. Genisletme güvenlik teriminin sosyal alanlara genisletilmesini ifade ederken; derinlestirmek ise analiz düzeyinin devlet altı birey ve devlet üstü uluslararası toplumu kapsayacak sekilde güncellenmesidir. Genisletme ve derinlestirme çabalarının güvenliğin sınırlarının belirsizlesmesine yol açtığı yönündeki elestirilere karsılık İnsani güvenlik çalısanlar, güvenlik çalısmaları gündeminin genisletilmesinin güvenlik 
gündemini daraltmak için gerekli olduğunu savunmaktadır. Buna göre, tehditlerin ortaya çıkmasına yol açan ve bunlara verilecek karsılıkları belirleyen siyasi süreçlerin daha iyi anlasılması, askeri güç barındırmayan kurum ve pratiklerce bazı konuların çözülerek güvenlik gündemini bosaltılması sonuç olarak anti-güvenliklestirmeye (de-securitization) yol açarak 
barısa hizmet eder.9 

Klasik güvenlik anlayısına göre güvenlik hali “korkudan azade olma” (freedom from fear) yani savas ve çatısma ortamından uzakta olma hali olarak kabul edilmekteyken, İnsani güvenlik yaklasımı buna bir ikincisini, “muhtaç olmama” (freedom from want) yani onurlu ve müreffeh bir yasam sürmek için gerekli asgari iktisadi araçlara sahip olma halini eklemektedir. Buna paralel olarak, güvensizlik halini silahlı çatısma ve savas hali tehlikesi/tehdidi olarak değil, en yalın haliyle bireylerin sosyal alanda kırılganlığı (vulnerable)  olarak tanımlamak tadır. Tehdit, açık ve tanımlanabilendir, anlık olarak belirir ve kati bir sekilde askeri güç ile karsılanması gerekir. Kırılganlığın ise açıkça tanımlanabilmesi mümkün değildir, ilgili mevzular arasında karmasık bağlantıların çözülmesiyle anlamlandırılabilir ve çoğunlukla belirli bir sekilde karsılık verilmesi gerekmez. 

Örneğin, açlık, kıtlık, bulasıcı hastalıklar, çevresel bozulma birbiriyle iliskili, devletlerin ve bireylerin güvenliğini etkileyen mevzularken, bunlara verilebilecek belirli ve açık bir karsılık mevcut değildir. Bir salgın hastalık bir savastan daha çok insanın ölümüne yol açabilir ya da bir baraj insaatı bir bölgenin doğal yapısını bozarak daha çok insanın ekonomik olarak yaralanmasına, çesitli sosyal 
sorunlara veya göç dalgasına yol açabilir. Sınırlar ve ülkeler böylesi mücadele lerde anlamsız kalırken kriz aktörlerin isbirliği ile asılabilir.10 Ancak asırı kırılganlık (extreme vulnerability) (kesif ekonomik yoksunluk, doğal felaket, iç savas gibi) hallerinde acil ve kurtarmaya yönelik müdahaleye basvurulur.11 

İnsani güvenlik, insanı kusatan siyasi, iktisadi ve diğer sosyal alanlarda, onuruyla yasaması ve kendini gerçeklestirmesi için uygun zemini yaratacak yapıları kuracak uzun vadeli politikalarla sağlanabilir. Uluslararası hukuk normlarına göre güvenliği bireyin vatandaslık bağıyla bağlı olduğu devlet ve uluslararası toplum birlikte korumakla yükümlüdür. BM Genel Konseyi 2005 yılında Uluslararası Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu (The International Commission on Intervention and State Sovereignty -ICISS) 
raporunu kabul etmistir. Bu raporda yer alan koruma sorumluluğu ilkesine göre, güvenliğin sağlanmasından öncelikle devlet sorumludur. Egemenlik, devletin vatandaslarına yönelik görevlerini yerine getirmesi kosuluna bağlı bir sorumluluk tur. Devlet, güvenlik gibi temel fonksiyonlarını yerine getiremiyor veya kasten yerine getirmiyorsa, bu sorumluluk uluslararası topluma geçer. 12 Ancak insani müdahale pratiği pek çok etik tartısma doğurmaktadır. Askeri operasyonlar kriz alanlarındaki insan hayatını kurtarma amacıyla sınırlı kalmayıp, rejim dizaynına yöneldiğinde toplumsal dengelerin sarsıldığı ve yeni güvensizlik biçimlerinin doğduğu akıllardan çıkarılmamalıdır. En son 2011’de Libya’ya müdahale bu ilkeye dayanılarak yapılmıstır. Koruma sorumluluğu kavramı normatif yönden çok tartısmalıdır ve insani müdahaleler perde arkasındaki küresel ve yerel güç 
mücadelelerinden bağımsız düsünülemez. 13 

Ortadoğu’da İnsan Güvenliği 

Ortadoğu özeline geldiğimizde son bes yılda yasanan gelismelerin, değisen toplumlar ve değismeyen güvenlik siyaseti bağlamında değerlendirilmesi mümkündür. “Arap ayaklanmalarının yasanmasında daha insan odaklı, bireyin mutluluğu ve refahını hedefleyen bir güvenlik anlayısı ihtiyacı etkili olmus mudur?” yanıtlanmayı bekleyen değerli bir sorudur. Arap Baharı bize bireylerin siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel, çevresel ve kisisel alanlarda kendini güvensiz hissetmelerinin önemli bir güvenlik sorunu olduğunu göstermektedir. 

Arap baharı baslangıcından itibaren büyük bir saskınlıkla karsılanmıstır. Çünkü uzun yıllar diktatörler tarafından yönetilen bu ülkeler ile Batılı anlamda demokratik ülkeler arasında özde bir fark olduğu, otoriter rejimlerce yönetilen ülkelerde toplumsal hareketlerin olamayacağı, toplumsal dinamizmin Batılı anlamda demokratik olan ülkelere özgü olduğu kanısı yerlesmisti. Ortadoğu çalısmalarında bu ve benzeri sarkiyatçı (orientalist) kabulleri elimine etmekte fayda var. Sarkiyatçı bakıs, Batı ile Doğu’yu birtakım zıtlıklar üzerinden 
kurmaktadır. Batı’yı üretken, değisken, aktif ve özne; Doğu’yu ise tüketici (Batı’nın ürettiği moderniteyi ve teknolojiyi tüketen), durağan, pasif (Batı’nın verdiğini olduğu gibi, dönüstürmeden kabul eden) ve nesne (eyleyemeyen) olarak kodlaması ile sorunludur. Böylece bu bakıs, Ortadoğu’da vuku bulan herhangi bir toplumsal hareketi, direnisi ve dönüsümü anlamlandırmamızı da güçlestirmektedir. Ortadoğu’nun modern tarihi incelenirse, görülür ki bu coğrafyadaki toplumlar kendi iç dinamikleri ile değismektedir. Toplumsal değisimin yegane kaynağı devlet politikaları ve elitler değil toplumsal sınıfların bizzat kendisidir. Batı’da olduğu gibi Doğu’da da tarihi yapan toplumlardır. Arap Baharı bunun en güncel örneği olmakla birlikte bölge tarihinde örneklerden sadece biridir.14 

Toplumsal hareketlenmenin kendisini ayaklanma ve sokağa dökülme olarak ifade etmesinin sebepleri de tarihsel süreçlerde aranmalıdır. Ortadoğu’nun kendine has toplumsal muhalefet pratikleri sokak siyasetini beslemektedir. Demokratik katılım yollarının tıkandığı ve parti siyaseti gibi konvansiyonel araçların etkinliğini yitirdiği durumlarda muhalifler baskıcı iktidar tarafından cezalandırılma kaygısıyla daha az maliyetli yeni direnis pratikleri gelistirmeye yönelmistir. Siyasal alandan dıslanan toplumsal kesimler, kendilerini ifade 
edecekleri yeni mecraları sokakta ve kamusal alanda bulmustur.15 

Arap Baharı, Tunus’ta 17 Aralık 2010’da sokak satıcısı Muhammad Bouazizi’nin kendini yakmasıyla baslamıstır. Kısa sürede isyanlar ülkeye yayılmıs ve devlet baskanı Zeynel Abidin Bin Ali görevini bırakmak zorunda kalmıstır. 25 Ocak 2011’de Mısır’da protestolar baslamıs ve kısa süre sonra Hüsnü Mübarek istifa etmistir. Libya’da isyancılar ile devlet güçleri arasındaki çatısmalar iç savas boyutuna varmıs ve tartısmalı bir uluslararası müdahale ile Muammer Kaddafi rejimine son verilmistir. Yemen, Suriye ve Bahreyn’de protestocular yakıcı bir devlet siddetiyle karsılasmıstır. Fas, Cezayir ve Ürdün gibi ülkelerde küçük çaplı ayaklanmaları bastırmak için hükümetler reform yapmıstır. İsyanların her biri 
kendine has motiflere sahiptir ve dolayısıyla farklı sonuçlar yaratmıstır. Devlet geleneği, kurumsallasma, iktidar yapıları, coğrafi özellikler gibi faktörler toplumsal hareketlerin basarısını doğrudan etkilemistir. Dolayısıyla Arap Baharı dendiğinde tek bir modelden bahsedememekteyiz.16 

Bununla birlikte bazı ortak temalardan bahsetmek mümkündür. Ayaklanmaların yasandığı ülkelerin ortak özelliklerinden biri, uzun yıllardır otoriter, demokratik olmayan rejimlerce yönetilmis olmaları ve bir zümre, etnik grup ya da ailenin siyasi iktidarı elinde tutmasıdır. Protestocuların temel motivasyonlarından biri varolan siyasi kurumlara ve siyasi liderlere yönelik öfkeydi. Siyasi güvensizliği yaratan her seyden önce yönetim biçimidir. Serbest ve adil seçimlerle isbasına gelmeyen bir siyasi iktidarın temsil gücü düsüktür. İç ve dıs politikada attığı adımlar yönetici azınlığın iradesi olduğundan toplumsal mesruiyetten yoksundur. Örneğin Filistin meselesinde genel anlamda Ortadoğu kamuoyu Filistinliler ile 
dayanısma ve sempati içindeyken İsrail ile yakınlasan yöneticilerinin politikalarını onaylamamakta ve bu durum siyasi güvensizliğe yol açmaktadır. Uzun yıllar yönetici elit, bu toplumsal tepkiyi marjinal İslamcı gruplara mal ederek itibarsızlastırma politikasına alet etmistir. Mısır devlet baskanı Enver Sedat’ın 1977’deki Kudüs gezisi, İsrail ile akdedilen 

Camp David sözlesmesi (1978) ve barıs antlasması (1979) Mısır kamuoyunda öfke ile karsılanmıstır. Toplumsal tepkinin yansıması olarak, Sedat, 1981 yılında Mısır ordusunda görev yapan bir yüzbası tarafından öldürüldü.17 

Ancak siyasi güvensizlik sadece demokratik olmayan ülkelere özgü bir durum değildir. Örneğin, Avrupa Birliği genisleme politikasının (özellikle birliğin zengin 
ülkelerinde) kamuoyu desteğinden yoksun olduğu bilinmektedir. Karar alıcılar, toplumun çoğunluğunun iradesi hilafında entegrasyonu hızlandırıcı politikaları desteklerken, ekonomik ve kültürel alanlarda toplumsal güvensizliği körüklemektedir. Devlet politikaları toplumsal güvensizlik kaynağı olabilirken tam tersi de geçerlidir: toplumsal muhalefet, devlet elitlerinin 
politika tercihlerini zorlastırabilir, geçersiz kılabilir hatta devlet iktidarını sarsabilir.18 

Bu ülkelerin diğer ortak özelliği, ekonomik alanda kaynakların belirli bir kesimin elinde toplanması ve bu kaynaklara erisimin siyasi isbirliği dahlinde mümkün olabilmesidir. Literatürde ekonomik özgürlüğün ve özel girisimciliğin kısıtlanma sını isyanların sebeplerinden sayan çalısmalara rastlanmakla birlikte19 neo-liberal ekonomi politikalarının da ekonomik güvensizliğin kaynağı olduğu gözden kaçırılmamalıdır.20 

Soğuk Savas döneminde planlı ekonomi ve halk kesimlerinin devlet tarafından sübvanse edilmesine dayalı bir refah devleti modeli (Arap sosyalizmi) benimsenmistir. 70’li ve 80’li yıllarda pek çok Ortadoğu ülkesi, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası ile yapısal uyum anlasmaları yapmıs ve neo-liberal dönüsüm böylece baslamıstır. Toplum bu dönüsüme ilk günden itibaren tepki göstermistir. Örneğin, Mısır devlet baskanı Enver Sedat, Türkiye’nin 24 Ocak Kararları’na benzeyen ve Mısır’ın kapılarını yabancı sermayeye açan 
İnfitah’ın hayata geçirileceğini duyurmustur. Aynı gün (tarihe 1977 Ekmek isyanı olarak geçen) genis çaplı isçi grevleri ve toplumsal protestoyla karsılasmıs ve ertesi gün uygulamanın ertelendiğini deklare etmek zorunda kalmıstır.21 

Arap Baharının örgütlü is bırakma eylemleri ve isçi protestoları ile basladığı unutulmamalıdır. Protestolara katılan her toplumsal kesimin ayrı bir ekonomik motivasyonu vardır. Pek çok çalısma, Ortadoğu’da son yıllarda yükselen okullasma oranı ve yüksek eğitime katılımdaki artısa dikkat çekmektedir. Modern eğitim kurumlarında yüksek eğitim almıs genç kesimlerde ciddi bir issizlik oranı gözlenmektedir. Genellikle bir ülkede eğitim düzeyi ile siyasi gelisme (demokratiklesme) arasında doğru orantı olduğu varsayılır. Ancak 
yükselen eğitim düzeyinin yasam beklentilerini de arttırdığı akıllardan çıkarılmamalıdır. Elzem ekonomik olanaklar yaratılmazsa eğitim düzeyi ve profesyonellesme, ekonomik ve siyasi gelismeyi sağlamayabilir. Ekonomik beklentileri karsılanmayan toplumsal kesimler siddete basvurmak suretiyle istikrarı sarsabilmektedir. Ayrıca daha iyi eğitimli bireylerin, genel olarak, politik konularda daha bilinçli ve siyasi katılıma yatkın oldukları gözlemlenmektedir.22 

Sonuç Yerine 

Güvenliğin tanımı ve konusu noktasında sosyal bilimciler muhtelif görüsler sunmustur. Realist literatürde siyasetin araçlarıyla çözülebilecek konular ile askeri yollardan çözülebilecek konular arasında bir ayrım yapılmıstır. Bu görüsün sahiplerine göre güvenliği ilgilendiren konular askeri araçlar ile ele alınmalıdır. Oysa günümüzde güvenliğin sadece askeri araçlarla sağlanamayacağı ve bireylerin gündelik yasamda tecrübe ettiği sosyal siddetin (issizlik, güvencesiz istihdam, çevresel bozulma, etnik ayrımcılık vb.) esas güvensizlik kaynağı olduğu kabul edilmektedir. Güvenliği sağlamanın yolu silahlanma ve askeri ittifaklardan değil uzun erimli sosyal politikalardan geçmektedir. Uluslararası iliskilerin ve güvenliğin sosyal boyutu önemsenmeyi hak etmektedir. 

Her ne kadar küresellesmenin ulus-devletin egemenliğini asındırdığı bir hakikat ise de bugün için hala devletlerin öncelikli güvenlik sağlayıcı olduğu bir dünyada yasamaktayız. İçinde bulunduğumuz çağda devletlerin payına düsen güvenlik konusunu genis kapsamlı ele almaktır. Dünya genelinde devletin neo-liberal politikalarının beslediği bireyin iktisadi, gıda ile ilgili, sağlıksal, çevresel, kisisel, toplumsal ve siyasi alanlardaki kırılganlığı insani güvenlik krizini doğurmustur. Arap Baharı olarak adlandırılan isyan dalgası bunun yansıması olarak okunabilir. Güvensizliğin kaynağını ulus-devletin sınırları dısında “düsman” bir halk23 veya bir devlette arayan ve sınırları içerisindeki sosyal siddete karsı duyarsız bir devlet güvensizliğin kaynağı olabilmektedir. Toplumun kalkınması, refahı ve özgürlüğünü sağlamayı kendine vazife bilen devlet güvenlik üretmektedir. 


DİPNOTLAR;


1 P.H. Liotta, “Boumerang Effect:The Convergence of National and Human Security”, Security Diologue, Vol.33, No.4, 2002, p.474. 
2 Oktay F. Tanrısever, “Güvenlik”, Atila Eralp (Der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İliskilerde Temel Kavramlar, 7. Basım, İstanbul: Dletisim Yayınları, 2012, s.108-110. 
3 Keith Krause ve Michael C. Williams, “Broadening the Agenda of Security Studies:Politics and Methods”, Mershon International Studies Review, Vol.40, No.2, October 1996, s.229. 
4 P.H. Liotta, op.cit, p.476. 
5 Sosyal bilimlerin geçmisi ve geleceğini ele alan mühim iki eser Bkz.: Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor, İstanbul: Metis Yayınları, 2012 (9. Basım); Defter ve Toplum ve Bilim Ortak Çalısma Grubu, Sempozyum Bildirileri: Sosyal Bilimleri Yeniden Düsünmek Yeni Bir Kavrayısa Doğru, İstanbul: Metis Yayınları, 2013 (4. Basım). 
6 Aktaran Keith Krause ve Michael C. Williams, op.cit, s.245-246. 
7 Evren Balta (Der.), Küresel Siyasete Giris: Uluslararası İlişkilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler, İstanbul: İletisim, 2014, s.297; United Nations Development 
Programme, Human Development Report 1994, New York: Oxford University Press, 1994, s.22. 
8 Ibid. , s.24-33. 
9 Keith Krause ve Michael C. Williams, op.cit, s.249. 
10 Geoffrey D. Dabelko ve David D. Dabelko, “Environmental Security: Issues of Conflict and Redefiniton”, The Environmental Change and Security Project Report, No.1, Spring 1995, s.9. 
11 P.H. Liotta, op.cit, s.479. 
12 International Commission on Intervention and State Sovereignty, The Responsibility to Protect: Report of the International Commission on Intervention and State Sovereignty, Ottawa: International Development Research Center,2001, s.12-13 ; Evren Balta (Der.), op.cit, s.297-298. 
13 P.H. Liotta, op.cit, p.483; Evren Balta Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik,  İstanbul: İletisim Yayınları, 2012, s.85-95. 
14 Edward W. Said, Sarkiyatçılık: Batı’nın Sark Anlayısları, İstanbul: Metis Yayınları, 2013 (7. Basım). 
15 Asef Bayat, “The Arab Spring and its Surprises”, Development and Change 44 (3), 2013, p.588. 
16 James L. Gelvin, “Arap isyanlarını Anlamak”, Y. Doğan Çetinkaya (Der.), Ortadoğu: Direnis, Devrim, Emperyalizm, İstanbul: İletisim Yayınları, 2014, s.68-69. 
17 Fulya Atacan, “Otoriteryanizm Kıskacında Mısır”, Fulya Atacan (Der.), Değisen Toplumlar Değismeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2004, s.25-27. 
18 Keith Krause ve Michael C. Williams, op.cit, s.243-244. 
19 Emmanuel Martin, “On One Forgotten Cause of the Arab Spring: The Lack of Economic Freedom”, Economic Affairs, 2012, s.94-96. 
20 Y. Doğan Çetinkaya, “Kalın Çizgilerle Ortadoğu Tarihinde Direnis ve Toplumsal/Siyasal Aktörler (17982011)”, Ortadoğu: Direnis, Devrim, Emperyalizm, Y. Doğan Çetinkaya (Der.), İstanbul: İletisim Yayınları, 2014, s.55. 
21 Ibid., s.56-58. 
22 Filipe R. Campante ve Davin Chor, “Why was the Arab World Poised for Revolution? Schooling, Economic Oppurtunities, and the Arab Spring”, Journal of Economic Perspectives, Vol.26, No.2, Spring 2012, s.174. 
23 Bugün artık sosyal bilimlerde geçerliliğini yitirse de Özcü-Milliyetçi yaklasımlar çesitli platformlarda hala karsımıza çıkmaktadır: örneğin Kürtler ve Yahudiler arasında genetik benzerliğin bulunduğunu savunan sözde bilimsel arastırmalar üzerinden siyasi analiz yapmak. Genler ve düsmanlık arasında yapay ve tarihsellikten yoksun bir bağ kurarak, bireyleri (ve halkları) doğustan sahip oldukları etnik/dini/cinsel/mezhebi kimliklerinden dolayı “düsman” olarak kodlamak, olsa olsa kolaycılığa kaçmaktır. Özcü-Milliyetçi yaklasımlardan beslenen butür eksik analizlerin, halklar arasında var olan önyargıları pekistirmek dısında bir islevi bulunmamaktadır. 


KAYNAKÇA 

Atacan, Fulya, “Otoriteryanizm Kıskacında Mısır”, Fulya Atacan (Der.), Değisen Toplumlar Değismeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2004, s.15-52. 
Balta Paker, Evren, Küresel Güvenlik Kompleksi: Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, İstanbul: İletisim Yayınları, 2012. 
Balta, Evren (Der.), Küresel Siyasete Giris: Uluslararası İliskilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler, İstanbul: İletisim, 2014. 
Bayat, Asef, “The Arab Spring and its Surprises”, Development and Change 44 (3), 2013, s.587-601. 
Campante, Filipe R. ve Chor, Davin, “Why was the Arab World Poised for Revolution? Schooling, Economic Oppurtunities, and the Arab Spring”, Journal of Economic 
Perspectives, Vol.26, No.2, Spring 2012, s.167-188. 
Çetinkaya, Y. Doğan, “Kalın Çizgilerle Ortadoğu Tarihinde Direnis ve Toplumsal/Siyasal Aktörler (1798-2011)”, Y. Doğan Çetinkaya (Der.), Ortadoğu: Direnis, Devrim, 
Emperyalizm, İstanbul: İletisim Yayınları, 2014. 
Dabelko, Geoffrey D. ve Dabelko, David D., “Environmental Security: Issues of Conflict and Redefiniton”, The Environmental Change and Security Project Report, No.1, 
Spring 1995, s.3-13. 
Defter ve Toplum ve Bilim Ortak Çalısma Grubu, Sempozyum Bildirileri: Sosyal Bilimleri Yeniden Düsünmek Yeni Bir Kavrayısa Doğru, 4. Basım, İstanbul: 
Metis Yayınları, 2013. Gelvin, James L. “Arap isyanlarını Anlamak”, Y. Doğan Çetinkaya (Der.), Ortadoğu: Direnis, Devrim, Emperyalizm, İstanbul: İletisim Yayınları, 2014, s.63-88. 
Gülbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor, 9. Basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2012. 
International Commission on Intervention and State Sovereignty, The Responsibility to Protect: Report of the International Commission on Intervention and State 
Sovereignty, Ottawa: International Development Research Center, 2001. 
Krause, Keith ve Williams, Michael C., “Broadening the Agenda of Security Studies: Politics and Methods”, Mershon International Studies Review, Vol.40, No.2, 
October 1996, s.229-254. 
Liotta, P.H., “Boumerang Effect: The Convergence of National and Human Security”, Security Diologue, Vol.33, No.4, 2002, s.473-488. 
Martin, Emmanuel, “On One Forgotten Cause of the Arab Spring: The Lack of Economic Freedom”, Economic Affairs, 2012, s.94-96. 
Said, Edward W., Sarkiyatçılık: Batı’nın Sark Anlayısları, 7. Basım, Dstanbul: Metis Yayınları, 2013. 
Tanrısever, Oktay F., “ Güvenlik ”, Atila Eralp (Der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İliskilerde Temel Kavramlar, İstanbul: İletisim Yayınları, 2012 (7. Basım), s.107-123. 
United Nations Development Programme, Human Development Report 1994, New York: Oxford University Press, 1994. 

***