TÜRKİYE’NİN NÜKLEER ENERJİ STRATEJİSİ; BÜYÜK GÜÇ OLMA İDEALİ,
BÖLÜM 2
-Akkuyu Nükleer Santrali için 17 Aralık 1996 tarihinde uluslararası ihaleye çıkılmıstır.
-16 Haziran 1997 tarihinde tekliflerin değerlendirilmesi ve sözlesme görüsmeleri müsavirlik hizmetleri için davet usulü ile uluslararası ihaleye çıkılmıstır.
-15 Ekim 1997 tarihinde Akkuyu Nükleer Santrali için, 3 konsorsiyumdan teklif alınmıstır.
Bunlar:
• NPI Konsorsiyumu (Fransa-Almanya)
• WESTINGHOUSE (ABD-Japonya)
• CANDU Konsorsiyumu (Kanada-Japonya)
-Subat 1998 tarihinde tekliflerin değerlendirilmesi ve sözlesme görüsmeleri müsavirlik hizmetleri için Dspanyol ‘’Empresarios Agrupados Internacional S.A.’’ danısmanlık firması ile sözlesme imzalanmıs ve Mart 1998’de tekliflerin değerlendirilmesine baslanmıstır.
-Bu ihale de, çesitli sebeplerden dolayı kararın açıklanması 8 kez ertelendikten sonra, 25 Temmuz 2000’de Bakanlar Kurulu Kararı ile iptal edilmis ve ikinci defa kurulmus olan TEAS Nükleer Santraller Dairesi Baskanlığı tekrar kapatılmıstır.
-2002 yılı sonlarında, Basbakanlığa bağlı lisanslama otoritesi olarak görev yapmakta olan ‘’Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)’’, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlanmıstır.
-2004 yılında, ETKB, nükleer santral kurulması ile ilgili olarak TAEK’in görevlendirildiğini açıklamıstır.
-Kasım 2004 tarihinde, ETKB ve TAEK tarafından insasına 2007 yılında baslanacak ve ilk ünite 2012 yılında devreye girecek sekilde toplam 5000 MW’lık üç nükleer reaktör yaptırılacağı açıklanmıstır.
-2005 yılında Ankara Nükleer Arastırma ve Eğitim Merkezi (ANAEM) ve Ankara Nükleer Tarım ve Arastırma Merkezi (ANTAM) birlestirilerek Sarayköy Nükleer Arastırma ve Eğitim Merkezi (SANAEM) olusturulmustur.
-2006 yılı baslarında, TAEK nükleer santralin nereye yapılacağı konusunda Türkiye genelinde detaylı teknik incelemelerde bulunduğunu, 43 kriteri dikkate alarak, santral kurulus yeri olarak 8 yer belirlendiğini duyurmustur.
-13 Nisan 2006 tarihinde, ETKB, önde gelen 14 özel sektör firma temsilcisinin katılımıyla bir nükleer santral zirvesi düzenlemis ve nükleer santralin kurulusu için kamu-özel sektör ortaklığından olusan ‘’Drlanda Modeli’’ üzerinde görüsülmüstür.
-Kasım 2006’da ‘’Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve Dsletilmesi ile Enerji Satısına iliskin kanun tasarısı’’ Meclis’e sunulmustur. Bu yasa, 17 Ocak 2007 tarihinde TBMM Çevre Komisyonunda, 22 Subat 2007 tarihinde de TBMM Sanayi Komisyonunda görüsülmüstür.
-Kanun, 8 Mayıs 2007 tarihinde Meclis’te kabul edilmis, ancak 24 Mayıs 2007 tarihinde Cumhurbaskanı Nejdet Sezer bu kanunun 3 maddesini veto etmistir. Sezer’in iade gerekçelerinin de içinde bulunduğu bazı değisikliklerle Sanayi Komisyonu 28 Mayıs 2007’de kanunu yeniden kabul etmistir.
Türkiye’nin yukarıdaki gibi nükleer enerji serüveni ortaya konduktan sonra simdi bu verilere göre maddeler halinde bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.
1. Türkiye gibi su anda nükleer santral kurmak isteyen ve bunu gelecek 10 yıl içinde gerçeklestirmek için somut planları olan 15 kadar yeni ülke bulunmakta dır. Bunlardan bazıları (Birlesik Arap Emirlikleri gibi) ilk planda 5 – 10 nükleer santralı birden yapmayı düsünmektedir. Ancak, nükleer santrallar için asıl büyük talep halen nükleer santral isletmekte olan bazı ülkelerden gelmektedir ki, bunlardan en önemlileri arasında Çin, Hindistan, Rusya, ABD, Dngiltere, Dsviçre, Kore, Brezilya ve Pakistan’dır.
-Nükleer santral tedarikçi ülkeler ise söyle sıralanabilir: ABD, Fransa, Rusya, Japonya, Kanada, Kore, Çin ve Güney Afrika.
-Bu duruma göre son yirmi yıldan beri alıcıdan yana olan piyasa, nükleer enerjiye gösterilen yeni ve güçlü taleple birlikte hızla satıcı lehine dönmektedir. Bundan dolayı nükleer santral tedarikçilerinin alıcı seçme olanakları büyük ölçüde genislemis olup yatırım bakımından en az riskli ülke ve projelere yönelmektedirler.
2. Bir nükleer santral projesinin yatırım riskini en aza indirmede, büyük projeler için gerekli olan siyasi, mali, ticari ve sosyal kosulların yanı sıra birkaç önemli husus daha mevcuttur.
• Nükleer santral projesiyle ilgili yol haritasının önceden belirlenmis olması çok önemlidir.
Bunun için de etkin bir nükleer güvenlik düzenleyici kurulusunun bulunması gerekmektedir. Böyle bir kurulusun bulunmaması veya etkisiz bir konumda olması yatırımcı (veya tedarikçi) tarafından olumsuz, yani risk artırıcı bir etken olarak algılanmaktadır. Çünkü düzenleyici kurulus, projenin yürümesi gerektiği yönü (yani lisanslama sürecini) belirler ve onun yokluğu da bu sürecin belirsiz kalmasına yol açar. Nükleer santral projelerinde belirsizlikler risk artırıcı etkenlerdir.
• Nükleer santral ihalelerinde kalite ve fiyatın dengeli bir sekilde değerlendirilmesi çok önemlidir. İhale (veya yarısma) sürecinde kaliteye verilen ağırlık nükleer santral tasarımcı, yapımcı ve tedarikçileri tarafından çok önemsenmektedir. Çünkü yeni nükleer santrallerin ömürleri uzatılmıs, verimleri artırılmıs ve güvenlik sistemleri gelistirilmistir. Bütün bu yenilikler, hem büyük arastırma-gelistirme yatırımının hem de çok yoğum bir bilgi ve deneyim birikiminin sonucunda elde edilmektedir. Bunların layığıyla değerlendirilebilmesi de yine yoğun bilgi ve deneyim birikimini haiz bir süreci gerektirmektedir.
• Nükleer santral projelerinde teknik bakımdan alıcı ülkelerin en önemli sorumluluklarından birisi de seçilen yerle ilgilidir. Yerlerin uluslararası standartlara (örneğin IAEA’nın güvenlik standartlarına) göre incelenip yerle ilgili tasarım değerlerinin saptanması ve lisanslanması gerekmektedir. Böylece bu konuyla ilgili belirsizlikler giderilmis olmaktadır.
3. Türkiye, yakın geçmisinde (1970 – 2000 yılları arası) nükleer santral ihale sürecinden üç kez geçmistir. Mart – Eylül 2008 arasındaki yarısma sürecinde ise ne yazık ki geçen otuz yılın deneyiminin bazı yönleri göz ardı edilmistir. Burada söz konusu husus, yarısmanın özel sektör veya kamu sektörüne yönelik olmasıyla ilgili değildir. Asıl konu yarısma sürecinin yukarıda (ikinci maddede) belirtilen hususların ihmal edilerek yürütülmesinden kaynaklanmaktadır. Söyle ki:
• TNDK (Türkiye Nükleer Düzenleme Kurumu) ile ilgili kanun taslağı yasalasmadan yarısma sürecine baslanması, süreci aceleye getirilmis görüntüsü vermistir. Oysa kanun çıkmadığına göre, en azından TAEK’in bir bölümünün bağımsız bir düzenleyici kurulus statü ve görünümüne kavusturulması gerekirdi. TDNK’nun kurulmasıyla Türkiye’nin de taraf olduğu Nükleer Güvenlik Sözlesmesinin gereği de yerine getirilmis olacaktı. Bu adımın ihale (yarısma) süreci baslamadan atılamamıs olması, yukarıda belirtildiği gibi tedarikçi tarafından belirsizliği ve dolayısıyla da yatırım riskini artıran bir etken olarak algılanmıstır.
• Yarısma sürecinde kalite hususu büyük ölçüde ihmal edilmistir. Yarısmanın esasını olusturan üç zarftan birinci ve üçüncü zarflar ticari ve mali hususlarla ilgilidir. İkinci zarf ise TAEK tarafından hazırlanmıs olan ölçütlere, verilen teklifin uyup uymadığının tespitinde kullanmak içindir. Yani teklif edilen tasarımın kalitesinin bu ölçütlere göre değerlendirilmesi söz konusudur. Ancak, gerek ölçütler gerekse ölçütlerin kullanım yöntemleri bir kalite değerlendirmesini gerçeklestirmek için son derece yetersiz kalmıstır.. Her seyden önce, böyle
bir değerlendirmeye TAEK tarafından ayrılan zaman ve konuya bütün yönleriyle vakıf insan gücü ciddiye alınamayacak kadar azdır. Kaldı ki, TAEK ölçütlerinin amacı zaten bir karsılastırma veya derecelendirmeden çok bir eleme aracı olarak düsünülmüstür. Yani elenmeyen her tasarım birbirlerine göre nitelikleri ne olursa olsun TAEK tarafından aynı düzeyde kabul edilmektedirler. Bu durum doğal olarak nitelikleri daha üstün diye bilinen veya algılanan (ve buna paralel olarak fiyatı da daha yüksek olan) tekliflerin verilmemesine yol açmıstır.
• Türkiye’nin otuz yıldan beri üstünde aralıklarla çalısılmıs olan iki nükleer santral yer adayı mevcuttur; Akkuyu ve Sinop. Ancak, bunların ikisi için de yerle ilgili tasarım parametreleri belirlenip lisanslanmamıştır. Örneğin, burada bir nükleer santral kuracak olan yatırımcı ve tedarikçiye nükleer güvenlik düzenleyici kurulusu tarafından kabul edilmis bir ‘deprem katsayısı’ bile verilememektedir. Bu katsayı nükleer santral fiyatlarını büyük ölçüde etkilemekte ve tabii ki belirsiz durumda olması yatırım riskini artırmaktadır.
2.2 Elektrik İhtiyacı İçin Nükleer Santral Zorunluluğu
Yukarıdaki bölümde Türkiye’nin nükleer enerjiye geçis için 1950’lilerden itibaren uzun bir uğras verdiği görülmektedir. Türkiye’nin ısrarla nükleer enerjiye geçmesinin en temel nedenlerinden biri elektrik ihtiyacını karısılmaktır. Türkiye, elektrik ihtiyacını karsılamanın en optimum yolu olarak nükleer enerjiyi tercih etmektedir. Bunda Türkiye’nin elektrik enerjisine artan talebi etkili olmaktadır. Elektrik enerjisinde kurulu güce ve arz-talep tahminlerine bakmak Türkiye’nin nükleer enerjide ısrarını açıklamada önemli bir dayanak noktası teskil etmektedir. Buna göre, Türkiye’nin elektrik enerjisinde kurulu gücünde potansiyel bütün yerli kaynakların kullanılması halinde bile 2020 yılı ihtiyacı dikkate alındığında bunun iyimser bir tahminle ancak yarısını karsılayabileceği görülecektir. Bunun anlamı, elektrik enerjisi üretiminde kullanılan kaynaklar itibariyle Türkiye’nin önemli ölçüde dısa bağımlı olmasıdır. Ayrıca, Türkiye, elektrik üretiminde % 48 oranında dısa bağımlıdır.
Elektrik üretiminde çoğunlukla doğalgaz’ın kullanıldığı göz önüne alındığında Türkiye’nin elektrik enerjisi ihtiyacını karsılamak için nükleer enerjinin bir ihtiyaçtan çok bir zorunluluk haline geldiği asağıdaki tablolardan açıkça anlasılacaktır.
Tablo 3: Türkiye’nin Elektrik Üretiminde Kaynakların Dağılımı (2008)
Bu tabloya göre, Türkiye, elektrik üretiminde yerli kaynaklarından yıldan yıla değismekle birlikte ancak % 45 oranında faydalanabileceği açıkça görülmektedir. Bunun
dısında Türkiye’nin elektrik enerjisine ihtiyacının hızla artan talep doğrultusunda bütün yerli kaynakların en etkin bir sekilde kullanılması halinde dahi karsılanamaz olduğu ve dısa
bağımlılığı da orantısal olarak hızla artıracağı görülmektedir.
Tablo 2: Türkiye’nin Yıllık Elektrik Talebi
Bu tablodan da anlasılacağı üzere, Türkiye’nin yıllık % 7 oranında çok yüksek bir hızla artan elektrik talebiyle karsı karsıya olduğu açıkça görülmektedir. Enerji Bakanlığınca yapılmıs olan ve bugünlerde revize edileceği duyumları alınan talep senaryolarına göre önümüzdeki 10 yıllık dönem sonucunda Türkiye’nin elektrik enerjisi ihtiyacının en az ikiye katlanacağını asağıdaki tablo açıkça göstermektedir.
Tablo 3: Türkiye’nin Elektrik Talebi Senaryosu
Diğer taraftan, Türkiye’nin bu denli yüksek orandaki elektrik talebi ihtiyacının dünya standartlarının da üstünde olduğu ve talepteki artıs oranı sıralamasında Çin’den sonra geldiği
dikkat çekmektedir.
Tablo 4: Dünya Elektrik Talebinde Yıllık Artış Oranı
Yukarıdaki bu veriler, Türkiye’nin elektrik ihtiyacının nükleer enerjiyi kaçınılmaz hale getirdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin nükleer enerjiyi de enerji portföyüne katmakla genelde enerji ihtiyacını karsılama açısından güvenliğini daha artırması ve daha ucuz ve kaliteli bir üretim kabiliyetine kavuşması beklenmektedir.
3. Büyük Güç Olma İdeali;
Ak Parti iktidarının Türkiye’yi büyük güç yapma ideali, merkez ülke, bölgesel güç, akil ülke ve düzen kurucu ülke gibi söylemlerinden ibaret olmayıp aslında nükleer güç stratejisinde kendini göstermektedir. Nükleer enerji santrallerini hayata geçirerek öncelikle nükleer teknoloji gelistirme kapasitesine ulasmayı hedefleyen Ak Parti hükümeti, bu sayede bir yandan enerji silahına sahip olmak öte yandan nükleer güç olmayı amaçlamaktadır. Ak Parti hükümetinin esasında gizli ajandasının da nükleer güç stratejisi olduğu söylenebilir. Ak Parti hükümetlerinin dıs politikasının teorisyeni eski Dısisleri Bakanı ve yeni Basbakan Davutoğlu’nun klasik realist anlayıstan hareketle 21. yüzyıl uluslararası iliskilerinde büyük güç olmanın nükleer silah ve enerji silahına sahip olmaktan geçtiği anlasılmaktadır. Zira bugün Rusya Devlet Baskanı Putin’in Ukrayna sorununda açıkça görüldüğü gibi ABD ve AB’ye meydan okuyabilmesini sağlayan enerji ve nükleer silahlara sahip olmasının verdiği güçtür. Ak Parti elitleri de Türkiye’nin küresel sistemde sıçrama yapabilmesinin nükleer güç olmaktan geçtiği anlayısına sahip olduğu söylenebilir.
Nükleer güç olma ideali, Türkiye’nin çevresindeki ülkelerin özellikle Dran (yakın gelecekte), Dsrail ve Rusya’nın nükleer silahlara sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
Özellikle sert güç politikasının en yoğun yasandığı Ortadoğu bölgesindeki bir ülke olarak Türkiye’nin nükleer güç olma ideali daha anlasılırdır. Diğer taraftan Türkiye, nükleer güç stratejisini bağımsız savunma politikaları gelistirebilmek için de yürütmektedir. Nitekim NATO’dan bağımsız savunma politikası gelistiremeyen Türkiye, Çin’den füze dahi satın alamamaktadır. NATO savunma sistemiyle uyumlu olmadığı için Çin’den füze satın almasına basta ABD ve NATO’nun karsı çıkması, Türkiye’nin göreceli bağımsız bir güç olabilmesinin
yolunun nükleer güç olmasından geçtiği söylenebilir. NATO ve Batı sisteminden ayrı bir güvenlik politikası politikası izleme düsüncesindeki Ak Parti iktidarının bunu basarıp basaramayacağı nükleer enerji santrallerini konsorsiyumla denge politikası izleyerek çözmesine bağlıdır.
Nükleer enerji santrallerinin yapımı için Türkiye ilk olarak Rusya ile 12 Mayıs 2010 tarihinde Akkuyu’da nükleer güç santralinin yapımı ve isletimine dair isbirliği antlasması yapmıstır3. Rusya’nın dısında Türkiye, Güney Kore, Japonya, Kanada ile de nükleer güç santrallerinin yapımı için görüsmektedir. Bu ülkelerin tercih edilmesinde nükleer güç santrallerini yapabilecek teknolojik yetkinliğe sahip olmaları etkilidir. Bunun dısında bu ülkelerle Türkiye’nin stratejik rekabet içinde olmaması ve göreli uzak olmalarını da ekleyebiliriz. Kısaca, 50 yıl yani yarım asırlık bir ideal olan nükleer enerji santrallerinin yapılmasının Türkiye’nin kaderini değistireceği ileri sürülebilir.
3 “ Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve Dsletimine Dair Dsbirliğine Dliskin Anlasma” metni için bkz.
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2010/10/20101006-6.htm
Sonuç ve Öneriler ;
Nükleer enerji, Türkiye’nin gelecekteki muhtemel enerji darboğazını asmada önlemlerden birisi olarak düsünülmeli ve enerjinin çesitlendirilmesinde en etkili
alternatiflerden birisi olarak değerlendirilmelidir. Ancak, nükleer enerjinin de kendi içinde birtakım handikaplar içerdiği unutulmamalıdır. Türkiye açısından yapımı düsünülen nükleer santraller de ithal yakıt ve teknoloji bağımlılığı nedeniyle dısarıya bağımlılığı sürdürme riski tasımaktadır. Ancak, nükleer yakıt üreten bes ülke, kontrol ve denetim sağlamak maksadı altında diğer ülkelere yakıt verme garantisi -bu aynı zamanda bir kontroldür-vermektedir.
Nükleer enerji sorunlarına karsı, doğru kurumsal yapılanma ve nükleer enerji konusunda kamu-özel sektör ortaklığı gibi bir modelle ulusal kontrolün sağlanarak, uluslararası kurumlarla isbirliği çerçevesinde kararlı ve bütüncül bir yaklasımın gelistirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, nükleer enerjinin çok boyutluluğu nükleer enerji stratejisinin dıs, güvenlik, ekonomi ve enerji politikalarıyla birlikte düsünülmesi ve yürütülmesini gerektirmektedir. Türkiye’nin nükleer enerji santrallerine sahip olmasının ülkenin nükleer
teknoloji ve nükleer güce sahip olmasıyla es anlamlı olduğu unutulmamalıdır. Nitekim nükleer güç sahibi bir Türkiye’nin uluslararası iliskilerde birinci sınıfa sıçraması kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca, dünya nükleer enerji piyasasının yarı tekel olma durumu, devletlerin etkisinin azımsanmayacak derecede etkili olusu ve diğer piyasalara nazaran en kontrollü
piyasa olduğu dikkate alınmalıdır.
Türkiye’de elli yıldır basarısızlıkla sonuçlanan nükleer enerji santrallerinin kurulması projeleri her seferinde bir soruna takılmıs ve ihale süreci asılamamıstır. Bugün geldiğimiz noktada sorun asılmıs ve ihale gerçeklestirilmistir. Ancak, 24 Eylül 2008 tarihinde yapılan ihaleye sadece Rus Atomstroyexport-InterRao-Park Teknik Grubu teklif vermistir. 19 Ocak
2009 tarihinde açılan zarfta verdiği fiyatın (kW saat basına 21.16 cent) yüksek bulunması ise bu ihale sürecini de belirsizliğe itmistir. Bununla birlikte, mevcut fiyatın Ruslar tarafından da yüksek bulunduğu ve ikinci teklifte 15,7 cente indirildiği ifade edilmektedir. Ancak, ihale sartname yasası nedeniyle komisyon yeni teklifi değerlendirmeye alamamaktadır. Burada kilitlenen durum Basbakanlığın devreye girmesiyle çözülebilir.
Bugün için Türkiye’nin nükleer santral insa etme çabalarında zamanlamanın da önemi önceki dönemlere göre daha fazla önem kazanmaktadır. Dünyada yasanan küresel ekonomik kriz ve bunun ihale süreçlerine yansımalarının dikkate alınması gerekmektedir. Nitekim bir yandan talep düsüsü öte yanda maliyetlerin düsüsü yüksek fiyata mal olan nükleer santral insaatını
daha makul yapabileceği gibi fırsatlar yanında olası risklerin de değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder