24 Şubat 2017 Cuma

UKRAYNA KRİZİNİN AVRUPA BİRLİĞİ ENERJİ GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ, BÖLÜM 1



    UKRAYNA KRİZİNİN AVRUPA BİRLİĞİ ENERJİ GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ,  BÖLÜM 1 



Ufuk CERRAH 


Giriş 

28 üye devletten olusan AB, Kuzey Amerika (NAFTA) ve Doğu Asya (Çin, Japonya, Güney Kore ve ASEAN) ile birlikte dünyanın en büyük ekonomik merkezleri arasında yer almaktadır. Yaklasık 72 trilyon dolar olan dünya gayri safi hâsılasının %24’ünü yani 17 trilyon dolarını sadece AB üretmektedir ve bu veri onu listenin ilk sırasına yerleştirmektedir. 

Dünyanın 10 büyük ekonomisinden 4’ü (Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya) AB üyesi devletlerdir. AB 507 milyon kaliteli nüfusu ve ortalama 33 bin dolar kisi bası geliri ile dünyanın satın alma gücü en yüksek ekonomisidir. 18.4 trilyon dolar olan dünya mal ihracatının 5.8 trilyon doları, 18.6 trilyon dolar olan dünya mal ithalatının 5.9 trilyon doları AB tarafından yapılmaktadır. 37 trilyon dolar olan dünya ticaret hacmi içinde AB’nin payı %32 yani 11.7 trilyon dolardır. Küresel ekonomide yapılan yaklasık 1.4 trilyon dolar değerindeki doğrudan dıs yatırımların 330 milyar doları AB tarafından yapılmaktadır. 

Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi gibi liberal değerlere dayanan sistemi ile AB yine bu yatırımların 260 milyar dolarını kendi kıtasına çekebilmektedir.1 Birliğin 2009 yılından buyana yasadığı ve düsük büyüme oranları, kamu borçları, bütçe açıkları ve issizlik ile açıklanan ekonomik ve finansal krize (Euro Krizi) rağmen AB dünyanın en büyük ekonomisi olma özelliğini korumaktadır. 

Dünyanın en büyük ekonomisi AB ekonomik sisteminin ve dolayısıyla küresel ekonomik sistemin istikrarlı bir sekilde islemesi için ekonominin temel girdisi olan enerjiye AB’nin ve küresel piyasaların güvenli bir sekilde ulasması büyük önem tasımaktadır. Hâlihazırda AB ekonomisi için gerekli olan enerjinin %40’ını petrol, %25’ini doğalgaz, %17’sini kömür, %12’sini nükleer güç, %4’ünü hidroelektrik santralleri ve %2’sini de diğer kaynaklardan temin etmektedir.2 AB yeterli petrol, doğalgaz ve kömür kaynaklarına sahip olmadığı için bu kaynakları uluslar arası piyasalardan temin etmek durumunda kalmaktadır. Bu durum AB ekonomisinin enerji konusunda dıs piyasalara bağlı olmasına neden olmakta ve 
kırılgan bir ekonomik yapıya yol açmaktadır. Bu nedenle AB’nin enerji kaynaklarına “kesintisiz” ve “serbest piyasa kosulları”nda ulasması büyük önem arz etmektedir. Bu durum enerji güvenliği konusunu AB gündeminin üst sıralarına tasımıstır. 



Sekil-1 

AB ve Enerji Güvenliği; 

Enerji güvenliği konusu AB gündemine ilk defa 1970’li yıllarda yasanan petrol krizleri ile girmistir.3 AB açısından enerji güvenliği Avrupa pazarlarına ve uluslar arası pazarlara enerjinin kesintisiz olarak, yeterli miktarlarda, güvenilir ve çesitli tedarikçilerden ve istikrarlı fiyatlarla ulastırılmasıdır. Bununla birlikte temiz enerji kaynaklarına erisim, enerji kullanımında yüksek verimliliğin sağlanması, enerji kullanımında kaynak çesitlendirmesine gidilmesi, yerli enerji üretim imkânlarının arastırılması ve bütün bunlarla bağlantılı olarak çevrenin korunması AB açısından büyük önem tasımaktadır. 

Dünyanın en büyük enerji ithalatçısı konumunda bulunan AB’nin enerjide dıs piyasalara bağımlılık oranı hâlihazırda %55 seviyelerinde bulunmaktadır. AB ihtiyacı olan petrolün %84’ünü ve doğal gazın ise %64’ünü ithal etmektedir.4 AB ihtiyacı olan enerjiyi Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hazar Havzası, Rusya ve Kuzey Denizinden (Norveç) temin etmektedir. 

AB ihtiyacı olan enerji kaynaklarını petrol ve doğalgaz boru hatları ile ve deniz asırı ülkelerden ise tankerlerle kıtasına tasımaktadır. 

Enerji arz güvenliğinin sağlanması açısından hem bu enerji kaynak alanlarının ve hem de enerji aktarım hatlarının güvenliği ve istikrarı büyük önem taşımaktadır. 



Şekil-2  AB'nin Toplam Enerji Hamaddesi İthalatı 

AB’nin petrol ve doğalgaz temininde önemli bir kaynak ülkesi Kuzey Denizi vasıtasıyla Norveç’tir. AB ithal ettiği doğalgazın %28.2’sini ve petrolün de yaklasık %15’ini Norveç’ten almaktadır.5 Avrupa kıta sisteminin bir parçası olan fakat Birlik üyesi olmayan Norveç’ten petrol ve doğalgaz alımına iliskin bir sorun bulunmamakla birlikte Kuzey Denizi enerji kaynaklarının 2030’lu yıllarla birlikte tükenmeye baslayacağı tahmin edilmektedir. 

2011 yılında baslayan “Arap Baharı” süreci AB’nin komsusu enerji zengini Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da büyük bir istikrarsızlık yaratmıstır. Hâlihazırda Mısır ve özellikle Libya istikrarsızlık içinde bulunmaktadır. Tunus ve Cezayir’deki durum ise hassastır. AB’nin petrol ve doğalgaz ithal ettiği Afrika ülkesi Nijerya’da ise kuzeyde yasayan Müslümanlar ile güneyde yasayan Hıristiyanlar arasında çatısmalar bulunmaktadır. Dini bir terör örgütü olan Boka-Haram örgütü Nijerya’da istikrarsızlık kaynağı olmaya devam etmektedir. 


Kuzey Afrika’dan AB’ye Enerji Kaynağı İhracatı Altyapısı 



Harita-1 

Doğu Akdeniz’de; Suriye’de 2011 yılında baslayan istikrarsızlık ve iç savas devam etmektedir. Kroniklesmis Kıbrıs sorunu ve Filistin sorunu hâlen çözülememistir. Doğu Akdeniz’de kesfedilmeye baslanan enerji kaynakları hem fırsatları hem de riskleri beraberinde getirmektedir. Son yıllarda Birlesik Devletler, Rusya, İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinin Doğu Akdeniz’e olan ilgisi artmıstır. Günümüzde Doğu Akdeniz yalnız enerji aktarım hattı olma noktasında değil, aynı zamanda enerji kaynak alanı olma özelliği de 
tasımaktadır. Bölgede İngiltere’nin Kıbrıs’ta, Rusya’nın ise Suriye’nin Tartus sehrinde askeri üsleri bulunmaktadır. Birlesik Devletlerin ise Türkiye ve Girit adasında askeri üsleri bulunmakta ve aynı zamanda Washington yönetimi Doğu Akdeniz’de güçlü bir donanma bulundurmaktadır. Hem enerji kaynak alanlarının hem de enerji aktarım hatlarının güvenliği açısından Doğu Akdeniz’de Kıbrıs sorununun çözümü ve buna bağlı olarak deniz yetki alanlarının belirlenmesi çözülmeyi bekleyen önemli sorunlardır. Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olması, Türkiye’nin AB’ye aday müzakere sürecinde bir ülke konumunda bulunması ve AB’nin enerji güvenliği konusu hep birlikte değerlendirildiğinde Kıbrıs sorununun çözümü ve buna bağlı olarak Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının belirlenmesi önümüzdeki günlerin en önemli gündem maddeleri olacaktır. 2014 yılının Subat ayında Kıbrıs sorununun çözümüne iliskin olarak BM’nin arabuluculuğunda müzakere süreci yeniden baslamıstır. 

Birlesik Devletler Baskan Yardımcısı Joe Biden Mayıs ayında Ukrayna temaslarının ardından adayı ziyaret etmis ve müzakere sürecine olan desteğini açıklamıstır. Bu ziyaret Washington Yönetimi tarafından 1962 yılından buyana Kıbrıs’a gerçeklestirilen en yüksek seviyeli ziyaret olma özelliği tasımaktadır.6 Bu noktada enerji güvenliği ve buna bağlı olarak Doğu Akdeniz’deki jeopolitik sorunların çözülmesinde bölge ülkelerinin yanı sıra Birlesik Devletler, Rusya ve AB ülkelerinin belirleyici konumda olacaklarını ifade edebiliriz. 

Irak ve İran hariç AB’nin enerji temin ettiği Körfez ülkeleri ise görece istikrarlı durumda bulunmaktadırlar. Arap Baharı süreci bu ülkeleri etkilese de iktidarda bulunan otoriter yönetimler kontrolü tekrar ele almıs görünmektedirler. Amerikan isgâlinin ardından Irak’ta olusan istikrarsızlık durumu hâlen devam etmektedir. Ülke üç bölgeye ayrılmıs ve kuzeyde Kürtler, güneyde Siiler ve orta kesimde Sünniler arasında sürdürülebilir bir anlasma sağlanamamıstır. Irak’ın sahip olduğu petrol ve doğalgazın uluslar arası piyasalara istikrarlı bir sekilde ulastırılabilmesi için ülkede bütünlüğün ve güvenliğin sağlanması büyük önem tasımaktadır. Kuzey Irak’ta bulunan Bölgesel Kürt Yönetimi Türkiye ile isbirliği yaparak Avrupa pazarlarına ulasmaya çalısırken, güneydeki Siiler ise İran ile yakınlık kurmaktadır. 2014 yılında Bağdat ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasında kalan bölgeyi IŞİD terör örgütü isgâl etmis durumdadır. Uluslararası toplum hâlihazırda IŞİD ile mücadele etmektedir. 

AB Tahran’ın nükleer programı nedeni ile İran’a 1 Temmuz 2012’den itibaren petrol ve 1 Temmuz 2013’ten itibaren ise doğalgaz ambargosu uygulamaktadır.7 İran’ın nükleer programına iliskin olarak AB Dısisleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisinin moderatörlüğünde P5+1 olarak bilinen müzakere süreci devam etmektedir. (Müzakerelere İran ile birlikte ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya katılmaktadır.) 

AB’nin Türkiye üzerinden enerji temin ettiği Hazar Havzası bölgesinde de çesitli jeopolitik sorunlar bulunmaktadır. Her seyden önce Hazar Havzası’nın statüsü konusu en önemli sorunu olusturmaktadır. Hazar Havzası enerji kaynaklarının kıyıdas ülkeler arasında paylasılması açısından bu sorunun çözülmesi gerekmektedir. Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan ile olan mevcut sorunları, Dağlık Karabağ’ın isgâli, Gürcistan’daki Abhazya, Güney Osetya ve Cevahetya sorunları ve Ermenistan’daki 112. Rus askerî üssü (kolordu büyüklüğünde) Güney Kafkasya’da istikrarsızlık kaynağı olmaya devam etmektedir.8 Rusya Federasyonu sınırları içerisinde kalan Kuzey Kafkasya her nekadar Putin Yönetimi döneminde kontrol altına alınsa da jeopolitik açıdan hassas bir bölge olma özelliğini korumaktadır. Yine Hazar Havzasının doğusunda kalan Orta Asya ülkeleri Moskova’nın baskısı altında bulunmaktadır. Rusya bu bölgenin sahip olduğu petrol ve doğal gazı kendi üzerinden Avrupa pazarlarına ulastırmak istemektedir. Moskova yönetimi Güney Kafkasya ve Orta Asya ülkelerini kendi etki alanında tutarak Hazar Havzası enerji kaynaklarını ve enerji aktarım hatlarını kontrol etme politikasını takip etmektedir. Bu noktada Azeri petrol ve 
doğalgazı ile Kazak petrolü ve Türkmen doğalgazı Moskova açısından stratejik önemdedir. 

Gürcistan, Ermenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan ise sahip oldukları coğrafî konumları nedeni ile enerji aktarım hattı olma özelliği tasımaktadırlar. 

Rusya Federasyonu AB’ye petrol, doğalgaz ve kömür tedariki noktasında önemli bir ülke konumundadır. AB’nin genel enerji üretiminde %82 orana sahip birincil enerji kaynakları olan petrol, doğalgaz ve kömürde Rusya’ya bağımlı olduğu görülmektedir. AB’nin dıs piyasalardan ithal ettiği petrolün %34.5’ini, doğalgazın %30’unu ve kömürün de %27’sini Rusya’dan temin ettiği ve dolayısıyla genel enerji temininde de AB’nin Rusya’ya %30 oranında bağımlı olduğu görülmektedir.9 

3.370 milyar metreküp olan Dünya doğal gaz yıllık üretiminin 776.5 milyar metreküpünü Rusya, 147 milyar metreküpünü ise AB sağlamaktadır. 3.347 milyar metreküp olan Dünya doğal gaz yıllık tüketiminin 576 milyar metreküpünü Rusya, 438 milyar metreküpünü de AB yapmaktadır. AB her yıl tükettiği 130 milyar metreküp doğal gazı Rusya’dan ithal etmektedir. Rusya 200 milyar metreküp doğal gaz ihracatının yaklasık 130 milyar metreküpünü AB’ye diğer kalan 70 milyar metreküpünü de Türkiye dâhil diğer ülkelere yapmaktadır. AB doğal gaz ithalatının %30’unu Norveç, %30’unu Rusya, %14’ünü Cezayir ve %10’unu Katar’dan yapmaktadır.10 



Şekil-3 

Dünya petrol üretiminde Rusya’nın payı yaklasık %10 civarındadır. Rusya üretiminin yaklasık yarısını kendisi tüketmektedir. AB’nin dünya tüketimindeki payı ise %16’dır. AB ihtiyacı olan petrolün %34.5’ini Rusya’dan, %13.8’ini Norveç’ten, %10.2’sini Libya’dan almaktadır.11 Kısacası AB’nin enerji temininde öncelikle Rusya, Norveç ve Kuzey Afrika (Cezayir ve Libya) kaynaklarına yöneldiği görülmekte ve bu kaynaklara ilave olarak da Ortadoğu ve Hazar Havzası enerji kaynaklarını kullanmaktadır. Bu nedenle AB’nin Rusya, 
Kuzey Afrika, Ortadoğu, Güney Kafkasya ve Orta Asya ile olan iliskileri büyük önem tasımaktadır. Enerji kaynak alanlarının ve enerji aktarım hatlarının güvenliği yani arz güvenliği açısından bu bölgelerdeki jeopolitik durum değisiklikleri AB tarafından yakından takip edilmektedir. 



Şekil-4 

Enerji ihraç eden ülkeler açısından da talep güvenliği konusu önemli bir parametredir. Bu noktada AB dünyanın en büyük pazarı ve aynı zamanda güvenilir ve istikrarlı bir aktördür. 
Rusya kendi doğalgaz ve petrolünün önemli bir bölümünü Avrupa’ya ihraç etmektedir. AB de Rusya’nın enerji kaynaklarına istikrarlı ve güvenli bir sekilde ulasmak istemektedir. Bu nedenle AB ile Rusya arasında jeo-ekonomik alanda karsılıklı bir bağımlılık söz konusudur. 



Şekil-5 



Şekil-6 


AB’nin enerji arz güvenliği açısından enerji aktarım hatlarının güvenliği de önemli bir konu olarak karsımıza çıkmaktadır. Bu noktada Kuzey Afrika enerji kaynaklarının AB’ye ulastırılmasında Akdeniz, Ortadoğu enerji kaynaklarının AB’ye aktarılmasında Doğu Akdeniz ve Türkiye, Hazar Havzası enerji kaynaklarının AB pazarlarına ulastırılmasında Güney Kafkasya, Türkiye ve Karadeniz, Rusya’nın sahip olduğu petrol ve doğal gazın AB pazarına ulastırılmasında ise Baltık Denizi, Beyaz Rusya, Ukrayna ve Karadeniz kullanılmaktadır. 
Enerji arz güvenliğinin sağlanması açısından bu aktarım hatlarının güvenliği ve istikrarı büyük önem tasımaktadır. 

Enerji kaynak alanları ve aktarım hatlarının güvenliğinin yanında AB yasanabilecek jeopolitik durum değisikliklerinden etkilenmemek için tedarikçi çesitlendirme yoluna gitmeli ve çesitli enerji aktarım hatlarını kullanma yollarını aramalıdır. Kısacası AB enerji temininde tek bir aktöre bağımlı kalmamalıdır. Bu açıdan Birliğin; Kuzey Afrika, Rusya ve Ortadoğu enerji kaynaklarına olan bağımlılığını görece azaltırken, Afrika, Hazar Havzası ve Doğu Akdeniz vasıtasıyla enerji temin etme yoluna gitmesi gerekmektedir. Bununla birlikte AB yeterli petrol, doğalgaz ve kömür kaynaklarına sahip olmadığını göz önünde bulundurarak çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeli ve bu konuda gerekli yatırımları ve AR-GE çalısmalarını süratle yapmalıdır. 2008 yılında Birlesik Devletlerde konvansiyel olmayan enerji kaynaklarının (kaya gazı ve petrolü) kesfi noktasında ciddi yatırımlar yapılmıs ve sonuç alınmıstır. Birlesik Devletler hâlihazırda dünya gaz üretiminin %20.6’sını tek basına sağlamakta dır. Hemen arkasından gelen Rusya’nın payı ise %17.9’dur.12 Yapılan bu çalısmalara sayesindedir ki Birlesik Devletler önemli bir doğal gaz ihracatçısı olan İran’a 
karsı yaptırımları rahatlıkla uygulayabilmis ve İran’ın uluslar arası piyasalardan soyutlanmasını kendi telafi edebilecek güce kavusmustur. İran’a uygulanan ambargo enerji fiyatları noktasında bir istikrarsızlığa yol açmamıstır. 

AB ihtiyacı olan enerjinin %12’sini nükleer reaktörler yolu ile elde etmektedir. 
28 üyeli AB’de 14 ülkede (Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İspanya, Fransa, Macaristan, Hollanda, Romanya, Slovenya, Slovakya, Finlandiya, İsveç ve Dngiltere) aktif nükleer reaktör bulunmaktadır. 2012 yılı verilerine göre, Avrupa’da kullanılan elektriğin %30'u AB üyesi 14 ülkede yer alan nükleer reaktörlerle karsılanmıstır. 

2013 yılında Fransa tek basına Avrupa'nın nükleer enerji üretiminin yaklasık yarısını gerçekleştirmiştir. 

Bu dönemde, AB'de nükleer santrallerden sağlanan toplam elektriğin %48,2'si Fransa, %11,3'ü Almanya, %8'i İngiltere, %7,3'ü İsveç ve %7'si de İspanya'da üretilmistir. 
Nükleer tesislerin elektrik üretimi, 1990-2012 yılları arasında birçok Avrupa ülkesinde artıs göstermistir. Söz konusu yıllar arasında nükleer santrallerin üretim kapasiteleri, Çek Cumhuriyeti'nde %141, Fransa'da %35,4, Slovakya'da %28,7, Finlandiya'da %19,6, Slovenya'da %19,5, Macaristan'da %15, İspanya'da %13,3, Hollanda'da %11,8, Bulgaristan'da %7,6, İngiltere'de %7,1 artıs göstermistir. Öte yandan, AB üyesi Romanya'da ilk nükleer tesis 1996 yılında devreye alınırken, Litvanya 2009 yılında nükleer enerjiden elektrik üretimine son vermistir. Almanya, İsveç ve Belçika da nükleer santrallerinin elektrik üretim miktarını azaltmaya karar vermişlerdir.13 
11 Mart 2011 günü Japonya’da meydana gelen deprem ve ardından yasanan tsunami sonrası Fukusima nükleer santralinde meydana gelen nükleer kaza ve 
sızıntı Çernobil felaketinden sonraki en büyük nükleer kaza olarak kayıtlara geçmistir. Çevre konusunda hassasiyetleri olan AB yasanan bu kazadan sonra nükleer reaktörler vasıtasıyla enerji teminine daha temkinli yaklassa da nükleerden vazgeçecek durumda değillerdir. Bununla birlikte AB ülkelerinin nükleer reaktörler için gerekli olan yakıt temininde kullanılan uranyumun %95’ini de dısarıdan temin ettiğini belirtmeliyiz.14 

Avrupa’daki Nükleer Reaktör Durumu 



Harita-2 

Avrasya Coğrafyasında Jeopolitik Rekabet 

1979 yılında Dran’da yasanan Dslâm Devrimi, 1991 yılında Soğuk Savas’ın sona ermesi, I. Körfez Savası ve 11 Eylül terör saldırılarının ardından Birlesik Devletlerin Afganistan ve Irak harekâtları Avrasya coğrafyasında kayda değer jeopolitik durum değisiklikleri yaratmıstır. Petrol ve doğalgaz zengini İran, “ İslâm Devrimi ”nden sonra Batı dünyası ile olan ittifakını sonlandırmıs ve diğer aktörlerle yakın iliskiler gelistirme yollarını aramıstır. Soğuk Savas’ın sona ermesi ile uluslar arası iliskileri ideoloji değil, etnik ve dini kimlikler sekillendirmeye baslamıstır. Soğuk Savas sonrası dönemde enerji zengini Kuzey Afrika ve Ortadoğu ile Batı dünyası arasında ayrısma yasanmıstır. Batı ile İslâm dünyası arasındaki iliskiler enerji güvenliği konusunu doğrudan etkilemistir. Batı İslâm dünyasının halklarını göz ardı ederek, İslâm ülkelerinin otoriter yönetimleri ile ittifakını devam ettirmistir. Bu politika 2010 yılında “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreci baslatmıs ve dünya enerji kaynaklarının ve enerji kaynakları aktarım hatlarının bulunduğu bölgeler daha da istikrarsızlasmıstır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki istikrarsızlık durumu hâlen devam etmektedir. 

Varsova Paktı’nın ve SSCB’nin dağılması ile birlikte Rusya Balkanlar, Doğu Avrupa, Baltık, Karadeniz, Kafkasya, Hazar Havzası ve Orta Asya’da jeopolitik kayıplar yasamıs ve bu bölgelerde güç boslukları (power holes) olusmustur.15 Hazar Havzası enerji kaynaklarının Moskova’nın kontrolü olmadan uluslar arası piyasalara ulastırılması ihtimali, AB için alternatif bir kaynak alanı olması açısından Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın önemini arttırmıstır. Hazar Havzası enerji kaynaklarının Batı pazarlarına ulastırılması noktasında enerji aktarım hattı olan Güney Kafkasya, Anadolu, Balkanlar ve Karadeniz bölgeleri de önem kazanmıstır. Bununla birlikte Rusya’nın sahip olduğu enerji kaynaklarının 
AB pazarına ulastırılmasında kullanılan Doğu Avrupa’da da soğuk savas sonrası dönemde jeopolitik değisimler yasanmıstır. 

1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlasması ile AB adını alan Avrupa entegrasyon süreci doğu yönünde genislemis ve 28 üyeli siyasi ve ekonomik bir birliğe dönüsmüstür. AB Soğuk Savas sonrası dönemde eski Doğu Bloğu üyeleri olan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini bünyesine katmıstır. Günümüzde AB’nin doğu sınırları Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova ve Türkiye’ye kadar ulasmıstır. Bu hattın batısı artık AB’nin bir parçasıdır ve Batı Balkan ülkelerinin orta vadede Birliğe üye olacağı değerlendirilmektedir. Brüksel GKRY’ni de Birliğe üye yaparak sınırlarını Doğu Akdeniz’e doğru genisletmistir. AB’nin bu genislemesine paralel olarak NATO da doğu yönünde genislemis, 28 üyeli bir ittifaka dönüsmüstür. Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’nın hem AB hem de NATO üyelikleri Moskova’nın Doğu Avrupa ve Baltık Denizi’ndeki etkinliğini sınırlamıstır. Romanya ve Bulgaristan’ın AB ve NATO üyeliği ise Rusya’nın hem Balkanlar hem de Karadeniz Havzasında jeopolitik kayıplara uğramasına neden olmustur. Batı dünyası AB ve NATO vasıtasıyla etkinliğini doğu yönünde genisletmis ve Baltık Denizi, Orta ve Doğu Avrupa, Karadeniz ve Balkanlar üzerindeki etkinliğini arttırmıstır. 

1990’lı yıllarda görece zayıf durumda bulunan Rusya ise kendi iç sorunları ile uğrasmak durumunda kalmıstır. Çeçenistan sorunu Moskova’nın 10 yıllık enerjisini tüketmis, sonuçta Rusya Kuzey Kafkasya’da kontrolü sağlamıstır. SSCB’nin dağılmasının ardından Moskova yönetimi eski SSCB üyelerini Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) adı altında bir arada tutmaya gayret etmis ve onlarla siyasi, askeri ve ekonomik iliskilerini muhafaza etmek istemistir. Fakat Baltık ülkeleri BDT’ye katılmamıslardır. Ukrayna ise BDT’ye daha sonradan 
Moskova’nın baskıları ile 1993 yılında dâhil olmustur.16 

Moskova yönetimi için 1990’lı yıllardaki önemli bir diğer öncelik ise Rusya Federasyonu dısında yasayan Rusların çıkarlarının bulundukları ülkelerde (eski SSCB ülkeleri) korunması olmustur. Eski SSCB ülkelerinde yaklasık 30 milyon Rus kökenli insan yasamaktadır. Ukrayna’da 9 milyon, Kazakistan’da 4 milyon, Beyaz Rusya’da 1,5 milyon, Kırgızistan’da 500.000, Özbekistan’da 800.000 ve Tacikistan’da ise 50.000 kisilik Rus nüfus yasamaktadır. Bununla birlikte Moldova’nın ayrılıkçı Transdinyester bölgesinde yasayan 500.000 kisinin 180.000’i Rus’tur.17 Baltık ülkeleri Estonya’da 350.000, Letonya’da 800.000 ve Litvanya’da da 220.000 Rus kökenli insan yasamaktadır.18 Moskova yönetimi Rusya Federasyonu dısında yasayan bu Rus nüfusun haklarını korumak ve çıkarlarını takip etmek için “ Yakın Çevre ” politikası olarak bilinen dıs politika doktrinini açıklamıstır. 

Bu kapsamda Moskova Rus kökenli insanların yasadığı Baltık ülkeleri, Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova, Güney Kafkasya ve Orta Asya bölgelerini yakın çevre olarak tanımlamıstır. Bu bölgeler Moskova’nın yakın çıkar alanı olarak görülmüs ve diğer küresel ve bölgesel aktörlerin bu bölgelerde etkinlik kurmasına Moskova her zaman karsı çıkmıstır. Fakat Estonya, Letonya ve Litvanya’nın NATO ve AB üyeliği Moskova’nın bu hedefe ulaşmasını engellemistir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder