petrol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
petrol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2021 Cuma

Geleceğe Umutla Yürüyen Kırgızistan

 Geleceğe Umutla Yürüyen Kırgızistan 

İpek Yolu,Aladağlar,Tanrı Dağları,metalurji,Zamirbek MANASOV,Geleceğe Umutla Yürüyen, Kırgızistan,Kumtor Altın Madeni, petrol,doğalgaz rezervleri,

Zamirbek MANASOV
ODTÜ Avrasya Çalışmaları Merkezi Araştırma Görevlisi



    Geçtiğimiz sene bağımsızlığının 20. yılını kutlayan Kırgızistan, Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci içine girmesi üzerine 15 Aralık 1990’da egemenliğini, 31 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlığından bu yana 4 kere Cumhurbaşkanı, 14 kere başbakan değişikliği yaşamıştır. Bağımsızlığın ilk on yılında siyasi anlamda demokratikleşmeye, ekonomik anlamda liberalleşmeye önem vererek kıyasla başarı yakalamış olan Kırgızistan, ikinci on yıllık süre boyunca siyasi ve sosyal anlamda yeniden yapılanmakta olan sistemdeki değişimleri sorgulamış ve giderek artan çalkantılı yıllar yaşamış ve sonucunda başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçiş yaşamıştır. Bu anlamda
Kırgızistan çoğu alanda olduğu gibi S.S.C.B. sonrası Orta Asya’da ilke imza atmıştır.
     Piyasa ekonomisine dayalı sistemin oturtulmasında ve salt öz kaynaklar kullanılarak ülke ekonomisinin yeniden yapılandırılması Kırgızistan için kolay olmamıştır. Ekonomik yapılanma süreci nedeniyle 1991-1996 yılları arasında Kırgızistan ekonomisi iki katı yavaşlama göstermiş olup 2000'li yılların başına gelindiğinde ekonomide toparlanma yaşanmıştır.
Ekonominin tekrar canlanması ise 1996 yılında tarım üretimindeki artış ve Kumtor Altın Madeni’ne doğrudan dış yatırımın gelmesiyle mümkün olmuştur. 1999’dan itibaren tarım ve altın sektörlerine bağlı olarak büyümeye devam etmiş olup Uluslararası Para Fonu’nun analizine göre Kırgızistan 2000-2009 yılları arasında makul bir büyüme hızına ulaşmıştır. Ancak, gerek arka arkaya yaşanan siyasi istikrarsızlık ve sosyal çalkantıların getirdiği tedirginlik gerekse dünyadaki ekonomik krizin etkisi nedeniyle ekonomik anlamda gelişmeyi yavaşlamış ve dış yatırımcılar için çekiciliği sorgulanır hale gelmiştir.

    2012 yılına girerken Kırgızistan yeni cumhurbaşkanını seçmiş, dört partili koalisyon hükümetini kurmuş ileriye yönelik çalışmalarını başlatmış bulunmaktadır.
Siyasi belirsizliğini az çok çözmüş olan Kırgızistan için yeni yılda başta ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olan sorunlara çözümün aranması,enerji sektöründeki sorunların giderilmesi, yargı reformlarının sürdürülmesi, ülkedeki petrol ve doğal gaz rezervlerinin verimli kullanılması, yolsuzlukla mücadeleye gerçek anlamda başlanması gibi sorunlarla karşı karşıyadır.
Kırgızistan bağımsızlığından bu yana ekonomi alanında yürüttüğü reformları, politikalarını ve ülkenin kendine özel ekonomik yapısını dikkate alarak
ileriye yönelik bakıldığında madencilik, enerji ve tarım sektörleri ekonominin temelini oluşturan ve güçlü olarak tanımlanan sektörler olarak karşımıza
çıkmaktadır. 
   Bunların yanı sıra, inşaat, turizm, ulaştırma ve ticaret gibi hizmet sektörü alanlarında da sağlıklı bir büyüme gözlemlenmektedir. 
Buna karşın Kırgızistan ekonomisinin henüz istikrarlı büyüme ve ekonomik çeşitliliğe ulaştığı söylenemez. 

Ancak bu demek değildir ki Kırgızistan ekonomisin uzun vadeli bir toparlanmayı gerçekleştirebilecek yatırım olanakları sınırlıdır.
Kırgızistan ekonomisine ileriye yönelik yatırım alanları ve potansiyellerine bakıldığında aşağıdaki sektörler bazında toparlanabilmesi mümkün görünmektedir.
İleriye yönelik bakacak olursak ekonomide madencilik ve enerji büyük bir potansiyele sahiptir. Kırgızistan da 400 ü aşkın değerli ve yarı değerli taş
türü vardır. Devletin bütçe gelirlerinin büyük bir kısmı altın ve civa ihracatından sağlanmaktadır. Madencilik ve metalurji sektörü, Kırgızistan’ın sanayi
üretiminin yarıya yakınını gerçekleştirmektedir.
Bu alanda özellikle altın sanayi önemli bir ağırlık oluşturmaktadır.

Kırgızistan, altın rezervinin dışında kömür, mermer, civa, bakır, uranyum, mobilya, gümüş ve antimuan yatakları ile seramik sanayisinde kullanılan bazı
mineral kaynaklara sahiptir. 



Bu alandaki en önemli alt sektör, altın çıkarma ve işleme sektörüdür. Kırgızistan’ın metalurji sektöründe yaptığı üretimin önemli bir bölümünü ihraç etmektedir.
Elektrik enerjisi üretimi Kırgızistan’da temel endüstrilerden biri olup ağırlıklı olarak hidroelektrik santrallerinde üretilmekte ve çok düşük fiyattan arz
edilmektedir. Sektörün hem üretim hem de ihracat açısından gelişme potansiyeli yüksektir. Tien Shan dağlarındaki buzulların erimesiyle hidroenerji alanında kullanıma yönelik önemli bir potansiyel oluşturmaktadır. Ancak yeterli yatırım olmaması, mevcut altyapının yetersizliği ve su seviyesinde beklenmedik değişimleri nedeniyle bu potansiyelin hâlihazırda %10’u kullanılabilmektedir. Ülkedeki yüksek hidroelektrik enerji potansiyeli de ekonomi için bir avantajdır. Bu doğrultuda devletin hidroelektrik santralleri kurma, yenilenebilir enerji üretimi ve orta ve küçük boy santrallerin rekonstrüksiyonları hususunda yabancı yatırımdan faydalanacak şekilde çeşitli çalışmaları ve projeleri bulunmaktadır. 

    Issık Göl turistik bölgesinde güneş enerjisi kolektörlerinin kurulması da bu tür projelerin bir parçasıdır. Projenin bedeli 35 milyon Dolar olarak tahmin edilmekte olup 30-50 bin metrekarelik bir alanda kolektör kurulmasını gerektirmektedir.
Issık Göl bölgesindeki sağlık merkezlerinin % 95 oranında güneş enerjisine geçişi öngörülmektedir. Uzmanlara göre proje 7 yılda kendini amorti edecektir.
Hükümet iç piyasa ihtiyaçlarının karşılanması ve enerji kesintilerinin giderilmesi gibi sosyal bir hedefin yanı sıra, mevcut potansiyeli ihracata yöneltmeyi ve ihracatı kalıcı olarak artırma hedefini de gözetmektedir.
Ülkede sanayi yeterince gelişemediğinden, ihracatta tarım ürünlerinin payı oldukça yüksektir. 
Ancak, tarımın iklim ve benzeri etkilere çok açık olması dönemlik dalgalanmaları da beraberinde getirmekte ve ekonominin istikrarlı büyümesini  zora sokmaktadır.
Kırgızistan’da çok sayıda koyun, keçi, sığır ve at yetiştirilmekte hayvansal ürünler üzerine gelişen sektörlerde et, deri, yün ve halı ihraç eden bir ekonomik yapı oluşturulabilir. Sonuçta Kırgızistan 3 milyonu büyükbaş ve at olmak üzere yaklaşık 18 milyon hayvan potansiyeline sahiptir. Sulak arazilerde buğday, pamuk, kenevir, tütün, yağlı tohumlar, şeker pancarı, üzüm, mısır gibi muhtelif meyveler ve sebzeler yetiştirilmesi de önemli bir imkândır.

Ancak bu tür imkânlardan yararlanma potansiyelini artırmak için sulama, tarımda kullanılan araç ve ekipmanların sağlanması veya finansmanların kolaylaştırılması gerekmektedir. Örneğin, tarım arazilerinin 69 bin hektarının sert toprak, 30 bin hektarının erişim zorlukları, 14,2 bin hektarının sulama imkânının bulunmaması ve sulama ağlarının bozuk olması, 9,9 bin hektarının finansman yetersizliği, 9,5 bin hektarının tuzlanma ve bataklık, 6,1 bin hektarının ise üretim girdileri eksikliği nedeniyle kullanılamamaktadır. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi Başkanlığı aracılığıyla tarıma yönelik projelerde destekte bulunmuştur. İleriye yönelik Kırgız hükümetinin 2012-2014 yıllarını kapsayan 40 ulusal proje hazırlamış, bu projelerin gerçekleştirilmesi için gerekli yatırımların sağlanmasında TİKA ile işbirliği yapmak istediklerini kaydetmiştir. 

Çalışan nüfusun % 34’ü tarım alanlarında istihdam edildiği düşünüldüğünde bu tarz projelerin ne kadar önem arz ettiği ortadır.
Bağımsızlığının 20. yılını kutlamakta olan Kırgızistan için ileriye yönelik düşünülecek diğer bir potansiyel yatırım alanı da konut sektörüdür. Hâlihazırda
yürütülmekte olan inşaat faaliyetleri hacmi bağımsızlık öncesi dönemle karşılaştırıldığında ¼’ün altındadır.
Diğer sanayi dallarında olduğu gibi inşaat sektörü de makine ve ekipmanın yurt dışına transferi ve satışından önemli ölçüde etkilenmiştir. Bugün
ülkede özellikle dar gelirli kesimin konut sorunu giderek ağırlaşmakta olup, 200 bini aşkın ailenin konut ve barınma ihtiyacı bulunmaktadır. 

İkinci el ev piyasasındaki daralma konut sorununu daha da ağırlaştırmaktadır. 
Bu doğrultuda Bişkek Belediyesi hazırladığı “Şehir İçinde Şehir Projesi” için
750 hektar arazi ayırmıştır. Bu kapsamda arazinin müteahhide bedelsiz olarak verilmesi, konutların %30’unun mortgage sistemiyle satışa yönelik inşa edilmesi, şehir idaresinin inşa edilecek dairelerin yaklaşık %10’unu alması ve şehir merkezinde yıkılacak eski binaların sahiplerine devredilmesi
öngörülmektedir.
   Tanrı Dağlarının ülke içerisindeki uzantısını oluşturan ve bölgede Aladağlar olarak bilinen dağ silsilesi turizmin keşfedilmesini sağlamıştır. Bu dağlar
kış turizmi ve kayak merkezi olmaya müsait bir potansiyeli barındırmakta ve yatırımcılarını beklemektedir. Turizm konusundaki bir diğer avantajı ülkenin
kuzeydoğusunda, deniz seviyesinden 1.600 metre yükseklikte bulunan Issık Göl’dür. Dağ ve deniz ikliminin karışımı olan Issık Göl iklimi, şifalı çamur
ve mineralleriyle çok meşhur bir sağlık merkezi durumundadır. 

Bu bölgede kurulan sanatoryumlar on binlerce turisti ağırlama kapasitesine sahiptir.
   Mesela 1970-80 yıllarında Kırgızistan’a yılda 1,5 milyon turist gelmekteydi. 1990 ve 2000 yıllar arasında bu rakam 200 bini geçememiştir. 

Sebep bu sektörün gelişmemesi, eskilerinin kalitesinin olmaması ve yenilenmede çekilen zorluklar, üstelik bu sektörün tamamen unutulmasıdır. Halbuki tarihi,
coğrafi ve tabiat güzellikleri açısından çok önemlidir. Büyük İpek Yolu boyunca kurulmuş olan tarihî, mimarî eserlerin hala muhafaza ediliyor olması ve pek çok tarihi imparatorluğa ev sahipliği yapan ülke olması turizm sektörünün potansiyel yönlerini ortaya koymaktadır.

EKOAVRASYA 2012 KIŞ

***

21 Ekim 2020 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 4

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 4



Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,

   İki ülkenin de en önemli sorunlarından biri olan “güvenlik sorunu” ile uğraşmasını PKK terör örgütüyle sağlamaktadır. 
ABD açısından bakıldığında, PKK terör örgütünün Kandil’den tamamen çıkarılması şu an için mümkün görünmemektedir. En azından ABD’nin, Irak’ta kaldığı 
müddetçe bu sorunu sürüncemede bırakacak bir çözüm arayışında ısrar edeceği söylenebilir. 

SONUÇ 

Bölgesel gelişmeler dikkate alındığında Türkiye’nin Kuzey Irak’ta yaptığı açılım ekonomik alanda olumlu bir sonuç verebilir. Ayrıca Ankara’nın, bölgeyle ilgili birçok konuda yol aldığı söylenebilir. Ancak bundan sonra Kürt yönetiminin gerek PKK terörü, gerekse Türkmenler ve Kerkük Sorunu konusunda somut bir adım atması gerekmektedir. 
Ortadoğu genelinde ve Irak özelindeki yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda, bölge her geçen gün yeni bir gelişmeyle karşımıza çıkmaktadır. Bölgede yaşanan Arap Baharı’nın, etnik ve mezhepsel çatışmaya dönüşmesi büyük tehlikelere neden olabilir. Ayrıca, Kuzey Irak Kürt Yönetimi PKK terör örgütü sorununun çözümü konusunda kayda değer girişimlerde (PKK’nın Türkiye sınırına geçişinin engellenmesi, Kuzey Irak’ta siyasi ve kültürel faaliyetlerinin engellenmesi gibi) bulunmazsa Türkiye’nin bölgeye yönelik izlediği siyaset olumsuz yönde etkilenebilir. 
Ankara’nın, Kuzey Irak politikalarının ekonomik-ticari odaklı olması ve bölgeye yönelik bu yönde attığı adımlar, bölgede kurulabilecek olası bir “Kürt devleti” oluşumuna izin vereceği anlamını taşımamaktadır. Örneğin, İran-Kuzey Irak yönetimi arasında da önemli bir işbirliği bulunmaktadır. 
Fakat eğer Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulursa, buna itiraz eden ilk ülkelerden biri muhtemelen İran olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin Bağdat, Erbil ve Necef kavşağında yürüttüğü diplomasi Irak’ın bölünmesine değil birliğinin muhafaza edilmesine hizmet etmektedir. 
Öte yandan, Kürt yönetiminin iç dinamikleri irdelendiğinde, KYB ve KDP’nin (Talabani ve Barzani) 2003 sonrasında yaptığı stratejik ittifak pek de uzun soluklu olacağa benzememektedir. 25 Temmuz 2009 tarihinde Kuzey Irak’ta yapılan seçimlerin ardından ortaya çıkan ciddi bir muhalefetin, bu iki partiyi tekrar karşı karşıya getirme ihtimali bulunmaktadır. Kürt yönetiminin hiçbir zaman sürpriz gelişmelere müsait olmadığını belirtmek gerekir. Diğer taraftan, Süleymaniye’de seçimleri kazanan GORAN (Değişim) Hareketi, Talabani’nin lideri olduğu KYB’yi 
önemli ölçüde zayıflatmıştır. Bu sebeple Barzani’nin lideri olduğu KDP’nin güç kaybeden KYB’yle stratejik ittifakını askıya alıp, GORAN Hareketi lideri Nawşervan Mustafa’ya yönelmesi beklenebilir. 
Türkiye, ABD sonrası Irak’ta tüm taraflarla düzenli temas trafiğine devam etmeli, bu kapsamda Kuzey Irak’taki nüfuzunu güvenlik ihtiyaçları, siyasi (Türkmenlerin ve Kerkük’ün statüsü meseleleri gibi) ve ekonomik menfaatleri doğrultusunda sürdürmelidir.
 
KAYNAKÇA 

“Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu.” 
  http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
 “Erbil Şehrinde Geniş Katılımlı Bir Seminer Düzenledi.” 
   http://www.kerkukhaberajansi.com/kha/turkmeneli/686-erbil-sehrinde-genis-katilimli-bir-seminer-duzenledi.html. 
 “Gül: Irak'taki akrabalarımızın huzur içinde olmasını isteriz.” 
    http://www.milliyet.com.tr/2005/02/01/son/sonsiy01.html. 
 “KDP’den Rapora Açıklama.” 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.html. 
“Kürt Açılımı Netleşti.”    http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/05/12/kurt_acilimi_netlesti, 
“Kuzey Irak’tan Petrol İhracatı Başladı.” Radikal Gazetesi. 
 “Kürt açılımını ABD'nin Irak'tan çekilmesi tetikledi.” 
 http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2009/09/090929_henri_barkey.shtml. “TBMM Tezkerenin Süresini Uzattı.” 
 http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/10/06/tbmm.tezkerenin.suresini.uzatti/546170.0/index.html. 
Ahmet, Rıfat Seyd. Man sana karar Al- ihtilal. Bağdat: Dar El-Snobar Yayınları, 2008. 
Akyürek, Salih. Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar, İstanbul: BİLGESAM Rapor No: 30, 2011. 
    http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/rapor/demokratikacilim.pdf . 
Barzani, Mesut. “Türkye Bedaat Al-Etraf Bi-Akleem Kurdustan.” 
    http://rojavanews.com/ar/index.php/world/761-2010-06-25-05-03-57.html. 
Cabbar El-Cabiri, Sittar. El-Stratejiye El-Kawmiyye fil El-Iraq Amerikiye fil El-Irag wel- Mantaka. Kahire: El-Ezhar Yayınevi, 2008. 
Dış Ticaret Müsteşarlığı Verileri. 
    http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/ANL/OrtaDoguDb/Irak.pdf. 
Dinamikiyet El-Nizaa Fi El-Iraq. Irak Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Bağdat: Bağdat Yayınevi, 2007. 
El-Naft El-Irak Wel-Siyase El-Naftıya Fil-El-Iraq Fi Thel- El-İhtilal El-Amrikiye Ruya El-Mustakbaliye. Editör Muhammed Sdık El-Hashimy. 
Bağdat: Merkez El-Iraq Lil-Deraset, 2007. 
El-Temimi, Nahide. “Kurdustan Dewle Mustakila Masrafuha Alal-Iraq.” 
    http://www.almothaqaf.com/index.php?option=com_content&view=article&id=51111:2011-07-05-01-26-18&catid=36:2009-05-21-01-46-14&Itemid=54. 
Hassan Omer, Shorush. Hais El-Netham El-Federaliye Fİ El-Iraq. Süleymaniye-Irak: Merkez Kurdustan Lil-Derasat El-Stratejiye Yayınları, 2009. 
    http://www.alwasatnews.com/1146/news/read/500479/1.html. 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.htm. 
    http://www.crisisgroup.org/home/getfile.cfm?id=4030&tid=6207&type=pdf&l=1. 
http://www.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/www.icisleri/basinozetleri/03.02.2010.pdf. 
    http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news02.html, 
    http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news033.html, 
    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=909411&title=ankaradan-erbile-bakan-duzeyinde-ilk-ziyaret. Irak Anayasası (2005) 
Semin, Ali. “Irak’ın Kuzeyindeki Seçimler ve Türkiye.” 
     http://www.sde.org.tr/tr/haberler/60/irakin-kuzeyindeki-secimler-ve-turkiye.aspx . 
Seyfettin, Biyar Mustafa. Turkiye We Kurdustan El-Iraq Cariyin Hayiren. Dohuk: Hani Yayınevi, 2007. 
Stansfild, Jareth. El-Iraq El-Shap Wel-Tarikh Wel-Siyase. Arap Emirlikleri: Arabiye Yayınevi, 2009. 
Şimşir, Bilal N. Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler. Ankara: Bilgi yayınevi , 2004. 
Netaich El-Entekhabat El-Akleem. http://www.pukmedia.com/News/20-08-2009/news10.html. 
“Wefd El-Turky Mukrab Min El-Akrad Yeltaki Talabani We Barzani.” 
   http://radionawa.com/ar/NewsDetailN.aspx?id=56938&LinkID=99. 

DİPNOTLAR;

1 Ahmet Rıfat Seyd, Man sana karar Al-ihtilal (İşgal Kararını Kim Üretti) (Bağdat: Dar El-Snobar Yayınları, 2008). 
2 Kuzey Irak Kürt Yönetimi, tartışmalı bölgeler olarak adlandırdığı bölgelerin kendi yönetiminden koparılmış topraklar olduğunu ileri sürmektedir. 
3 Kuzey Irak bölgesinde yeniden keşfedilen ve çıkartılan petrollerle ilgili Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin, yabancı şirketlerle yaptığı sözleşmelerin 
   Bağdat yönetimi tarafından tanınması talep edilmektedir. 
4 Shorush Hassan Omer, Hais El-Netham El-Federaliye Fİ El-Iraq (Irak'ta Federal Sistemin Özellikleri) (Süleymaniye-Irak: Merkez Kurdustan 
   Lil-Derasat El-Stratejiye Yayınları, 2009), 74. 
5 Jareth Stansfild, El-Iraq El-Shap Wel-Tarikh Wel-Siyase (Irak'ın Halkı, Tarihi ve Siyaseti) (Arap Emirlikleri: Arabiye Yayınevi, 2009), 140-141. 
6 Bilal N. Şimşir, Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2004), 356. 
7 Omer, Hais El-Netham, 75. 
8 “Gül: Irak'taki akrabalarımızın huzur içinde olmasını isteriz,” erişim tarihi 23.05.2010, 
    http://www.milliyet.com.tr/2005/02/01/son/sonsiy01.html. 
9 “Erbil Şehrinde Geniş Katılımlı Bir Seminer Düzenledi,” erişim tarihi 07.07.2011, 
    http://www.kerkukhaberajansi.com/kha/turkmeneli/686-erbil-sehrinde-genis-katilimli-bir-seminer-duzenledi.html. 
10 Ali Semin, “Irak’ın Kuzeyindeki Seçimler ve Türkiye,” erişim tarihi 12.04.2011, 
     http://www.sde.org.tr/tr/haberler/60/irakin-kuzeyindeki-secimler-ve-turkiye.aspx. 
11 Dinamikiyet El-Nizaa Fi El-Iraq (Irak'ta Çatışmaların Dinamikleri) (Bağdat: Irak Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Bağdat Yayınevi, 2007), 45. 
12 Biyar Mustafa Seyfettin, Turkiye We Kurdustan El-Iraq Cariyin Hayiren (İki Çaresiz Ülke, Türkiye ve Irak Kürdistan'ı) (Dohuk: Hani Yayınevi, 2007), 211. 
13 Yazarın, bölgede yaptığı araştırmaya dayalı bilgiler. 
14 Nahide El-Temimi, “Kurdustan Dewle Mustakila Masrafuha Alal-Iraq (Bağımsız Kürdistan’ın Harcamaları Irak Üzerinedir),” erişim tarihi 15.07.2011, 
     http://www.almothaqaf.com/index.php?option=com_content&view=article&id=51111:2011-07-05-01-26-18&catid=36:2009-05-21-01-46-14&Itemid=54. 
15 İlgili Maddenin Detayları için Irak Anayasası’na bkz. 
16 Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin El-Hurra Televizyonu’na (Irak) verdiği röportaj, 01.02.2007. 
17 Sittar Cabbar El-Cabiri, El-Stratejiye El-Kawmiyye fil El-Iraq Amerikiye fil El-Irag wel- Mantaka, (Amerikan'ın Irak'ta ve Bölgede Ulusal Stratejisi) 
     (Kahire: El-Ezhar Yayınevi, 2008), 105. 
18 Salih Akyürek, Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar, (İstanbul: BİLGESAM, Rapor No: 30, 2011), erişim tarihi 22.08.2011, 
     http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/rapor/demokratikacilim.pdf. 
19 “Kürt Açılımı Netleşti,” erişim tarihi 23.04.2010, 
     http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/05/12/kurt_acilimi_netlesti. 
20 Netaich El-Entekhabat El-Akleem, erişim tarihi 12.01.2010, 
     http://www.pukmedia.com/News/20-08-2009/news10.html. 
21 Mesut Barzani, “Turkye Bedaat Al- Etraf Bi-Akleem Kurdustan (Türkiye Kürdistan Balgesini Tanımaya Başladı),” erişim tarihi 12.03.2011, 
     http://rojavanews.com/ar/index.php/world/761-2010-06-25-05-03-57.html. 
22 Erişim tarihi 7.10.2009, 
 http://www.crisisgroup.org/home/getfile.cfm?id=4030&tid=6207&type=pdf&l=1. 
23 KDP’den Rapora Açıklama, erişim tarihi 10.7.2009, 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.htm. 
24 “Kürt açılımını ABD'nin Irak'tan çekilmesi tetikledi,” erişim tarihi 20.11.2010, 
 http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2009/09/090929_henri_barkey.shtml. 25 “TBMM Tezkerenin Süresini Uzattı,” erişim tarihi 10.02.2010, 
 http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/10/06/tbmm.tezkerenin.suresini.uzatti/546170.0/index.html. 
26 Erişim tarihi 3.4.2010, http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news02.html. 
27 Erişim tarihi 3.4.2010, http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news033.html. 
28 Seyfettin, Turkiye We, 215. 
29 Erişim tarihi 3.4.2010, 
 http://www.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/www.icisleri/basinozetleri/03.02.2010.pdf. 
30  “Ankara'dan Erbil'e bakan düzeyinde ilk ziyaret,” erişim tarihi 01.11.2009, 
  http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=909411&title=ankaradan-erbile-bakan-duzeyinde-ilk-ziyaret. 
31 “Kuzey Irak’tan Petrol İhracatı Başladı,” Radikal Gazetesi, 09.06.2009 
32 Erişim tarihi 30.03.2011, 
     http://www.alwasatnews.com/1146/news/read/500479/1.html. 
33 Dış Ticaret Müsteşarlığı Verilerine Göre, erişim tarihi 05.05.2011, 
     http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/ANL/OrtaDoguDb/Irak.pdf. 
34 Wefd El-Turky Mukrab Min El-Akrad Yeltaki Talabani We Barzani (Türkiye’den Kürtlere yakın bir heyet Talabani ve Barzani ile görüştü), 
     http://radionawa.com/ar/NewsDetailN.aspx?id=56938&LinkID=99. Erişim tarihi17.09.2010, 
35 Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu, erişim tarihi 22.02.2010, 
     http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
36 Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu, erişim tarihi 22.02.2010, 
     http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
37 El-Naft El-Irak Wel-Siyase El-Naftıya Fil-El-Iraq Fi Thel- El-İhtilal El-Amrikiye 
     Ruya El-Mustakbaliye, (Irak Petrolü, Amerikan İşgali Altında, Irak'ta Petrol 
     Siyaseti), Ed. Muhammed Sdık El-Hashimy (Bağdat: Merkez El-Iraq Lil-Deraset  Irak Araştırmalar Merkezi, 2007), 146. 


***

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 3

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 3 


Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,

5. TÜRKİYE’NİN KÜRT AÇILIMI VE KUZEY IRAK AÇILIMI 

Türkiye’nin, ABD’nin işgalinden sonra Kuzey Irak’ı “kırmızı çizgisi” olarak tanımlaması, Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkması ve zaman zaman 
PKK terörüne karşı bölgeye karadan ve havadan askeri operasyonlar düzenlemesi, Kuzey Iraklı Kürtlerin tepki göstermesine neden olmuştur. 

Türkiye’nin gündeminde uzun süredir tartışılan Kürt açılımının (Demokratik açılım), Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne olumlu yansıması beklenirken, 6 Ekim 
2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM), Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) sınır ötesi operasyonlarına imkân tanıyan tezkerenin süresi bir yıl daha uzatılmıştır.25 Söz konusu tezkere kararı TSK’ya bir yıl süreyle Kuzey Irak’ta barınan PKK terör örgütüne karşı operasyonlarda bulunma imkânını vermiştir. PKK terör örgütü sorumlusu Murat Karayılan basına yaptığı açıklamada, TBMM’nin tezkereyi uzatmasının arkasında ABD’nin olduğunu iddia etmiştir.26 TBMM Genel Kurulu’nun, Kuzey Irak kaynaklı terör tehdidini ve saldırıları etkisiz hale getirmek amacıyla hükümete verilen operasyon yetkisini bir yıl daha uzatması Iraklı Kürtlerde de rahatsızlık meydana getirmiştir. Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin internet sayfasında, konu ile ilgili bir açıklama yapan KIKY Dış ilişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, TBMM’deki söz konusu kararın onaylanmasının, bağımsız 
bir ülkenin egemenlik haklarının ihlali olduğunu, bu kararın Türkiye hükümetinin başlattığı açılıma uygun düşmediğini ileri sürmüştür.27 
Kürtler, PKK terör örgütü konusunun diyalog yoluyla çözümlenmesinden yana olduklarını sürekli dile getirmektedirler. 

2006 yılından itibaren PKK terör örgütü ile ilgili olarak Türkiye, Irak ve ABD arasında kurulan “Üçlü Mekanizma” çerçevesinde, PKK’nın Kandil’den tasfiye edilmesine yönelik bugüne kadar herhangi bir gelişme yaşanmadığı bilinmektedir. 28 Kürt yönetimi, Türkiye’ye sürekli baskıda bulunarak Üçlü Mekanizma’ya Kürt yönetiminin katılmaması halinde bir sonuç alınmasının zor olduğunu dile getirmiştir. Daha sonra sözü edilen mekanizmanın 2009’daki Erbil toplantısına Kürt yönetiminin katılmasına Ankara yeşil ışık yakmıştır. Diğer taraftan PKK terör örgütünün Kandil’deki varlığı sürmektedir. Türkiye’nin bu yöndeki girişimlerine bakıldığında, PKK’nın Irak’ın kuzeyinden tamamen temizlenmesi için son aylarda Dışişleri ve İçişleri Bakanları düzeyinde Erbil’e önemli ziyaretlerde bulunulmuş ve KIKY ile ağırlıklı olarak bu konuda görüşülmüştür. Ancak bugüne kadar somut bir neticeye varılamamıştır. 

21 Aralık 2009 tarihinde İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın üçlü mekanizma toplantısına katılmak üzere Bağdat ve Erbil yönetimi ile temaslarının ardından, PKK’nın tasfiyesine yönelik kısa vadede bir sonuç beklenmediği yönündeki açıklaması, bu konudaki kuşkuları artırmaktadır.29 
Hem Barzani hem de Talabani, kendilerini bölge Kürtlerinin lideri olarak gördüklerinden, Mahmur ve Kandil’in PKK terör örgütü üyelerinden arındırılması durumunda Kürtler arasında güven kaybına uğrayacaklarını bildiklerinden ötürü, bu konuda oldukça hassas davranmaktadırlar. 

    Sınır ötesi operasyon tezkeresinin TBMM’den geçmesinin ardından, altı yıl aradan sonra 30 Ekim 2009 tarihinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 
ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ilk defa bakanlar düzeyinde Irak’ın kuzeyine ziyarette bulunmuşlardır. Ankara’dan Kuzey 
Irak’a yapılan bu üst düzey ziyaret, KIKY tarafından “tarihi ve önemli” olarak nitelendirilmiştir.30 Davutoğlu’nun Erbil ziyareti, “Türk Hükümeti’nin başlattığı ‘Kürt Açılımı’ kapsamındaki projelerin altında yatan temel hedefin Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimini tanımak mıdır?” sorusunu gündeme getirmiştir. 

Başka bir ifadeyle, Iraklı Kürtler Türkiye’nin Kuzey Irak’a mı, yoksa kendi Kürt vatandaşlarına mı açıldığı sorusunu sormaya başlamıştır. Çünkü Kürt liderler Türkiye’nin Kürtlere yönelik herhangi bir projeyi uygulamaya koyarken, bunun kendileriyle koordine içerisinde yürütülmesini arzu etmektedirler. Dolayısıyla Türkiye’nin, Kürt Açılımı bağlamında yaptığı tüm girişimlerde Kürt yönetimini de hesaba kattığı ve Kuzey Irak’a gönderdiği üst düzey heyetlerle de bunu göstermek istediği söylenebilir. 

Bu arada dikkatlerden kaçmayan önemli bir hususa da değinmekte fayda vardır. Kapatılan Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) mensup grubun, Kürt açılımı projesinin başarılı olması için sürekli olarak Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini savunmalarına karşın, ne Mesud Barzani ne de Celal Talabani’den, Kürt açılımı konusunda Öcalan’ın dikkate alınmasına yönelik bir talep gelmemiştir. Bu da, Kürt liderlerin Türkiye’nin hassas olduğu konulara karışmaktan kaçındıklarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. 

Kürt açılımı ile birlikte Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesinin ilk adımı olması bakımından önemli bir gösterge de, 2009 Haziran ayında Kürt yönetiminin Erbil’den çıkardığı petrolü, Kerkük-Ceyhan (Kerkük-Yumurtalık) petrol boru hattı aracılığıyla Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ihraç etmeye başlamasıdır.31 Bütün bu gelişmeler ışığında, Türkiye’nin Kürt yönetimi ile ilgili yeni politikasının Kuzey Iraklı Kürtler tarafından hem şaşkınlıkla hem de memnuniyetle karşılandığı söylenebilir. 

Türkiye bu dönemde Kuzey Irak ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda temkinli davranarak Türk kamuoyunun tepkisini çekmeden bir dizi adım atmıştır. Bölgeye Mart 2008 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın Irak Özel Temsilcisi’nin gönderilmesi ve Türkiye’nin hâlihazırdaki Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik’in Selahattin kentinde Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile ilk görüşmeyi yapması Ankara-Erbil ilişkilerinde 2011 yılında gelinen noktanın temel taşlarını oluşturmuş tur. Ardından bakanlar düzeyinde (Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İçişleri eski Bakanı Beşir Atalay, Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Milli Eğitim eski Bakanı Nimet Çubukçu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek) ziyaretler başlatılmış ve Erbil’de konsolosluk açılmıştır.32 Bu gelişmeleri takiben 28-29 Mart 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Irak ziyareti kapsamında Erbil’i de ziyaret etmiştir. 

5.1. Türkiye’nin Kuzey Irak’la İlişkilerinde Dikkate Alması Gereken Konular 

Ankara’nın, Kuzey Irak’a yönelik politikaları, özellikle “Kürt Sorunu” ile ilgili attığıadımlar, Irak’lı Kürtler tarafından olumlu karşılanabilir. Ancak Türkiye’nin “Kerkük Sorunu” konusundaki hassasiyetine karşı, Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ve diğer Kürt yetkililerin, bu sorunun çözümü için herhangi olumlu bir adım attığı söylenemez. Kerkük’ün kuzeye bağlanması konusunda, Kürt Yönetimi Başkanı Barzani eski tutumunu sürdürmektedir. Türkiye, Kuzey Irak ile ilişkilerinde Kerkük konusunu sürekli dikkate almalıdır. 

Türkiye, PKK terör örgütü ile ilgili sorunları sadece Kürt yönetimiyle çözeceğini düşünmemelidir. PKK konusunda Kürt yönetimi, Türkiye’ye karşı gerçekleştirilen terör faaliyetlerini sadece bir ölçüde azaltabilir. Barzani ve Talabani’den, bunun dışında ciddi bir yaklaşım beklemek pek de gerçekçi olmayabilir. Bu nedenle, PKK ile mücadelede bölgede örgütle ilişkili ayrılıkçı unsurların bulunduğu, Irak, İran ve Suriye ile işbirliğine gidilmeli ve ortak harekât imkânları geliştirmelidir. 

Türkiye açısından Kuzey Irak bağlamında iki mühim mesele vardır: 

Birincisi, PKK terör örgütü sorununun bertaraf edilmesi konusudur. 
İkincisi ise Kuzey Irak’la yapılan dış ticarettir. 

Erbil, Türkiye ekonomisi için önemli bir pazar haline gelmiştir. Kuzey Irak’ta son yıllarda inşa edilen konutların, restoranların, alışveriş merkezlerinin ve otellerin büyük çoğunluğu Türk inşaat şirketleri tarafından yapılmıştır. 2010 dış ticaret verilerine göre, Türkiye ve Kuzey Irak (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk) arasındaki ticaret hacmi 5,2 milyar dolardır. 2003-2010 arası Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren  Türk şirketlerin sayısı tahminlere göre 450’dir. Bu şirketler bünyesinde bölgede 15 bin Türk vatandaşı çalışmaktadır.33 

Bu çerçevede ortaya çıkan gelişmeler değerlendirildiğinde; Ankara’nın “Kürt açılımı” konusundaki arayışlarına olumlu bir cevap beklenirken, birdenbire ülkede meydana gelen terör olaylarının, bu sürecin tıkanmasına neden olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kürt yönetimi, Kürt açılımıyla ilgili Türkiye’nin kısa zamanda somut adımlar atmasını beklemiştir. Ancak Türkiye’nin güneydoğusundaki olaylar, Türk hükümetinin açılıma yönelik herhangi bir adım atmasına imkân vermemiştir. DTP kadrosunun (BDP-Barış ve Demokrasi Partisi) devamlı PKK terör örgütünü savunması, gerek partililerin, gerekse Türk hükümetinin Kürt vatandaşlarıyla ilgili projelerine zarar vermekten başka bir katkısı olmamıştır. Aslında DTP’nin kuruluş 
amacının ne olduğu ve neyi savunduğu konusunda bilinçli davrandığını söylemek de mümkün değildir. 
 
15 Eylül 2009 tarihinde DTP Başkanı Ahmet Türk, beraberindeki bir heyetle Kürt yönetimini ziyaret etmiş, Ankara’nın başlattığı Kürt açılımını Kuzey Irak Kürt yönetimi ile görüşmüştür.34 Söz konusu heyet, Kuzey Irak ziyareti sırasında Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile görüşmesine rağmen Kürt liderler tarafından ziyaretle ilgili açıklama yapılmaması, Kürt açılımı konusunun Kuzey Irak Kürt basınında fazla yer almaması dikkatlerden kaçmamıştır. 

    6. IRAKLI KÜRTLERİN DTP’NİN KAPATILMASINA BAKIŞI 

DTP hakkında Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kapatma kararının üzerine, 15 Aralık 2009 tarihinde Erbil’de bir grup Iraklı Kürt, Kürt Yönetimi Parlamentosu’nun önünde toplanarak, söz konusu kararı protesto etmiştir. 

Bu karar, Kuzey Iraklı yöneticiler, gazeteciler ve akademisyenler arasında farklı şekillerde yorumlanmıştır:35 

   Birincisi, Kürt yöneticiler kapatma kararının Türk hükümetinin başlattığı Kürt açılımına zarar vereceği yönünde açıklamalarda bulunmuş, açılım sürecinin tehlikeye gireceğini savunmuştur. 

Çünkü Kürt yetkililer, böylesi kritik bir kararın Anayasa Mahkemesi’nden çıkmayacağı kanısındaydı. 
   İkincisi, DTP’nin kapatma kararı önemli haber olarak, hem görsel hem de yazılı Kürt basınında geniş yer almıştır. Kuzey Irak yerel basınında 
çıkan haberlerde, DTP’nin kapatılmasının Türkiye’de şiddet ve kaosu artıracağına vurgu yapılmıştır. 
   Üçüncüsü ise, Iraklı Kürt akademisyenlerin kapatma olayına daha objektif baktığı söylenebilir. 

24 Aralık 2009 tarihinde PKK terör örgütünün Kuzey Irak’taki Mahmur kampına giden DTP milletvekillerinin de katılımıyla Erbil Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından konu ile ilgili bir toplantı düzenlenmiştir. Toplantıda Selahattin Üniversitesi öğretim üyesi Hemin Mirani’nin, 

  “Siz kendi iradenizi neden ortaya koyamıyorsunuz? Neden kendi iradenizle hareket etmiyorsunuz?” eleştirisi, 36 DTP’nin PKK’ya yakın durmasının, 
olaya gerçekçi yaklaşan Iraklı Kürtleri de rahatsız ettiğini göstermektedir. 
Bütün bu tepkiler, DTP’nin, Kuzey Irak Kürtlerinin isteği dışında ve PKK eğilimli olarak hareket etmesinin tasvip edilmediğine işaret etmektedir. 

Başka bir deyişle, DTP’nin kapatılması Barzani ve Talabani’nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirme konusundaki endişelerini beraberinde gidermiştir. 
Çünkü her iki Kürt lider, DTP’nin PKK yanlısı gidişatının kendilerine zarar vereceğinden kuşkulanmaktaydı. Ayrıca KYB ve KDP (Talabani ve Barzani), bölgede partilerine karşı rakip olarak herhangi bir Kürt partisinin çıkmasını istemedikleri görüntüsünü vermektedirler. Bu açıdan bakıldığında eski DTP’lilerin, Kuzey Irak’a yaptığı ziyaretlerde, Kürt liderlerden destek aldıkları yönünde bir görünüm sergileseler de, aslında Kürt yönetiminin mümkün olduğu kadar mesafeli durduğu bir gerçektir. Artık Iraklı Kürtlerin farkına vardıkları önemli hususlardan birisi, Türkiye ile kurulacak iyi ilişkilerin kendi bölgeleri bakımından hayati bir mesele olmasıdır. 

7. KÜRT YÖNETİMİ’NİN TÜRKİYE’DEN BEKLENTİLERİ 

Kürtlerin, Ortadoğu bölgesindeki ülkelere yönelik değişik beklentileri vardır; fakat gerek jeopolitik ve stratejik konumu gereği, gerekse bölgedeki etkisi bakımından Türkiye, Iraklı Kürtler için daha da önemlidir. Türkiye’nin önemi ve Kürtlerin beklentileri üç maddede sıralanabilir. 

Türkiye, Kürt yönetiminin Avrupa ve Karadeniz’e ulaşabilmesini sağlayan bir köprü konumundadır. Kürtlerin, para kaynağı olan Habur sınır kapısı günümüze değin Kürt yönetimini ayakta tutan, besleyen ve bölgeyi geliştiren tek kapıdır. 

Bu nedenle, Kürt yönetiminin hayatta kalması bakımından, Türkiye ile iyi ilişkiler kurması bir ihtiyaç ve zorunluluktur. Başka bir ifadeyle, Türkiye bölgedeki Kürtlerin can damarıdır. Kürt yönetimi, ilk olarak 2005 yılında Norveçli bir petrol şirketi aracılığıyla Zaho ve kuzeydeki diğer bölgelerde çıkardığı petrollerin yurtdışına sevkini ve satışını, sadece Türkiye üzerinden yapabilmektedir.37 
   Bu sebeple Kürtlerin, Türkiye ile iyi ilişki kurma amaçlarından birinin bu beklentiyi hayata geçirmek olduğu söylenebilir. 
Kuzey Iraklı Kürtlerin, Türkiye’den belki de en önemli beklentisi, Ankara’nın Kürt yönetimini tanımasıdır. 
Aksi takdirde ABD sonrası Irak’ta, söz konusu bölgede İran ve Araplar arasında sıkışıp kalacaklardır. Böyle bir durumda deyim yerindeyse, Kürtler için Kuzey Irak penceresiz eve benzeyecektir. 

Genel bir değerlendirme yapıldığında ABD’nin, Irak’ı işgalinden sonra Kürt yönetimi, tam manasıyla Irak’ta ve bölgede Washington’un “stratejik ortağı” konumuna gelmiştir. Bu sebeple Washington, Saddam iktidarını devirdikten sonra bölgede ABD, İsrail ve Iraklı Kürtlerden oluşan bir “Güven Üçgeni” oluşturmuştur. Washington bu amaçla Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani’yi dolaylı olarak da PKK terör örgütünü desteklemeye başlamıştır. Çünkü Amerikan yönetiminin PKK konusuna, sadece Türkiye açısından bakmadığı açıkça ortadadır. İran’daki PJAK’ı hesaba katmakta yarar vardır. Dolayısıyla ABD, Irak’taki durumu kendi lehine değerlendirmek için Türkiye ve İran’a karşı bir baskı oluşturmaya çalışmaktadır. 


***

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 1

 TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 1 


Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,


Ali SEMİN.,
Özet: 

Irak, siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerin yanı sıra tarihi bağların varlığı nedeniyle öteden beri Türkiye için önemli bir sınır komşu olmuştur. 
Türkiye ise genelde Irak, özelde Kuzey Irak Kürt yönetimi için önemli bir sınır komşusunun ötesinde, bölgede yaşayan Türkmenlerin durumu, 
Kuzey Irak’ın dünyaya açılan kapısıdır. 
Ancak başta PKK terör örgütü sorunu olmak üzere, Kerkük’ün statüsü ve Kuzey Irak’la ilişkilerin güvenlik odaklı ilerlemesine neden olmuştur. 
Özellikle 2003 Irak işgalinin ardından Türkiye ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi ilişkileri kopma noktasına geldiyse de, zamanla düzelmeye doğru bir seyir izlemiştir. İlişkilerin düzelmesinde 2009 yılında Türkiye’nin uygulamaya koyduğu “Kürt Açılımı” önemli bir paya sahip olmuştur. 

Bu çalışmada, Türkiye ve Kuzey Irak Kürt yönetimi ilişkilerindeki gelişmelerden yola çıkılarak, iki taraf arasındaki sorunlara karşı sergilenen karşılıklı tutumlar ve atılan somut adımlar ve Kuzey Irak ile ilgili politikalar değerlendirilmiştir. 

GİRİŞ 

Türkiye, Kuzey Irak politikası çerçevesinde yaşadığı sorunlara rağmen, bölge açısından büyük önem taşıyan bir ülkedir. Tarih boyunca hem kendisinin hem de bölgenin huzuru için bir barış ve istikrar ülkesi olmaya çalışmıştır. Ancak Türkiye tüm bu çabalarına karşın, jeostratejik konumundan dolayı çevresinde yaşanan sorun ve çatışmalardan olumsuz yönde etkilenmektedir. Türkiye’nin güvenlik algısı doğrultusunda, genelde Irak, özelde ise Kuzey Irak bölgesi birçok bakımdan önem taşımaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Irak, Türkiye için deyim yerindeyse 
çözülemeyen bir sorun haline gelmiştir. 

Birinci Körfez Savaşı, Irak’ta ve Ortadoğu Bölgesi’nde birçok dengenin değişmesine neden olmuştur. Bu savaşla birlikte 1991 yılında Irak’ın güneyinde Şiiler ve kuzeyinde ise Kürtler ayaklanmıştır. Kuveyt’in işgali ise Irak tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu savaşla birlikte Irak’taki ve bölgedeki dengelerin yavaş yavaş değişmeye başlaması Irak’ın bugünkü içinde bulunduğu durumu hazırlamıştır. Bir taraftan Saddam yönetiminden koparılan Kuzey Irak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla “güvenli bölge” ilan edilirken, diğer taraftan da Irak’a uygulanan “ambargo” ülkeyi önemli ölçüde etkilemiştir. Irak’la ilgili ortaya atılan “bölünme senaryoları”, hem Irak halkına, hem de bölge ülkelerine yönelik bir psikolojik savaş yürütüldüğü izlenimi vermiştir. Türkiye’nin arka bahçesi olarak nitelenen Irak’ta meydana gelen bu gelişmelerin, başta Türkiye olmak üzere, tüm bölge ülkelerini etkilemesi kaçınılmaz olmuştur. 

Kuzey Irak’taki Kürtlerin bağımsızlık veya yarı bağımsızlık isteklerine Irak’ta ortaya çıkan konjonktürün uygun bir zemin hazırladığı söylenebilir. 

Bu nedenle 1990 yılı sonrası Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelere bakıldığında, Mayıs 1992’de ilk Kürt parlamento seçimleri yapıldığı görülecektir. İktidar mücadelesi ve Habur sınır kapısından elde edilen gelirin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık seçimlerin akabinde 1994’te Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Mesud Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) arasında bir çekişme yaşanmasına yol açmıştır. Bu rekabet neticesinde 1998 Washington Antlaşması ile Kuzey Irak yönetimi KYB ve KDP arasında paylaşılmış, Erbil ve Duhok Barzani’ye, Süleymaniye ise Talabani’nin yönetimine bırakılmıştır. Başka bir ifadeyle bölgede iki idareli Kürt yönetimi dönemi başlamıştır. 

1999 yılına gelindiğinde, Irak topraklarında yuvalanmaya başlayan PKK terör örgütüne karşı savaşması için Türkiye’den, Talabani’nin partisine (KYB) silah ve malzeme yardımı yapılmıştır. 1990’lı yıllarda Türkiye ile Kuzey Irak Kürt Yönetimi ilişkilerinde fazla problem yaşandığı söylenemez, çünkü Kürt liderler, yeni oluşmakta olan Kürt yönetiminin kalkınması için Türkiye’nin fiili yardımına ihtiyaç duymaktaydı. Ankara’nın da, PKK terör örgütünü bertaraf etme hedefinden dolayı Talabani ve Barzani’yi yaptığı yardımlarla ödüllendirdiği söylenebilir. Ancak 20 Mart 2003 tarihinde ABD’nin Irak’ı işgaliyle, Türkiye ve Iraklı Kürtlerin ilişkileri gerilmeye başlamıştır. Başta PKK terör örgütü olmak üzere, Kerkük’ün statüsü ve 
Kürtlerin Türkmenlere yönelik baskısı, yani Türkiye ile Iraklı Kürtler arasındaki sorunlar, birer birer su yüzüne çıkmaya başlamıştır. 

1. 2003 SONRASI TÜRKİYE-KÜRT YÖNETİMİ İLİŞKİLERİ 

2003 yılının Mart ayında ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle başlayan süreçte Irak’ta, terör olayları başta olmak üzere pek çok gelişme yaşanmıştır. Kuzey Irak’taki gelişmeler ve Irak’ı üçe bölme senaryoları, hem Iraklıları hem Türkiye’yi hem de diğer bölge ülkelerini derin endişeye sevk etmiştir. Bu bağlamda, ABD’nin Irak’ta desteklediği Kuzey Irak Kürt Yönetimi, tam anlamıyla Irak yönetiminde etkin bir duruma gelmiştir. İşgalin ardından Kürtler, Irak’ta yapılan üç seçim ve anayasa referandumunda büyük kazanımlar elde etmişlerdir. Böylece, Irak’ta yapılan söz konusu seçimleri boykot eden Sünni grupların yerine, güçlü bir Kürt unsuru ortaya çıkmıştır.1 

Kürtler, Irak Anayasasıyla birlikte, bir yandan Irak kaynaklarından %17’lik oranda bir pay elde ederken, diğer yandan da, Irak’ta “Kerkük Sorunu” gibi birçok soruna yol açmışlardır. Kuzey Irak Kürt Yönetimi, Kerkük’ün bir Kürt şehri olduğunu iddia ederek kendi bölgelerine bağlanmasını istemektedir. Başlangıçta Irak’taki durum Kürtlerin lehine seyretmiş, ancak daha sonra bu sürecin işlemesinin hiç de kolay olmayacağı zamanla anlaşılmıştır. Başta “Kerkük Sorunu” olmak üzere, Diyale bölgesinde Hanekin sorunu 2 ve petrol yasası sorunu 3 Kürtlerle Bağdat Hükümeti arasındaki en önemli sorunlar olarak baş göstermiştir. Başta petrol yasası 
olmak üzere, Kürtler ile Maliki hükümeti birçok meselede ters düşmüştür.4 
Bu nedenle, Irak’taki siyasi süreç ve dengeler değiştiği gibi, bölge dinamiklerinin taşları da yerinden oynamıştır. 

Bütün bu gelişmeler ışığında, Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin Saddam yönetimine ve bölge ülkelerine karşı kullandığı ‘Kürt kartının’, Irak’ın işgaliyle son bulduğu ve bunun yerine PKK terör örgütünün geçtiği söylenebilir. ABD, bu iki kartı hem Irak’taki Araplar ile Türkmenlere karşı masaya koymuş, hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerine yönelik psikolojik bir tehdit unsuru olarak kullanmıştır ve halen de kullanmaktadır. 

2. ABD SONRASI KYB VE KDP STRATEJİSİ 

2003 Irak işgalinden sonra, her iki Kürt partisi (KYB-KDP), alelacele yıllardır ayrı olan Kuzey Irak yönetimini birleştirme kararı almıştır. Talabani ve Barzani arasında “İyi İlişkiler ve Dostluk Anlaşması” imzalanmıştır. Bu ikilinin aslında bölgedeki konjonktüre göre, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığıyla hareket ederek, böylesi bir anlaşma yoluna gittiği söylenebilir. Zira Talabani ve Barzani partileri arasındaki anlaşmalara bölge halkının bile şüpheyle yaklaştığı izlenmektedir. Çünkü Irak’ın işgali sonrası gerek ülkedeki iç dinamikler, gerek komşu ülkelerden gelen tehdit algılamaları, her iki Kürt partisinin birleşmesine imkân sağlamıştır. 

Kürtlerin (Talabani ve Barzani) böylesi bir birleşmeyi gerçekleştirmesindeki en önemli etken, yıllardır ‘‘güvenli bölge’’ adı altında elde ettikleri siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel yapıyı elde tutmuş olmalarıdır.5 Eğer Irak, ABD tarafından işgal edilmeseydi, bugün Kuzey Irak’taki KYB ve KDP partilerinin birbirleriyle olan güç mücadeleleri devam ederdi. Bu nedenle, bugün KYB ve KDP arasında kurulan münasebetin yalnızca kuzey yönetimindeki iktidarı bir başkasına kaptırmama anlamına geldiği düşünülmektedir. 

Bu çerçevede Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi’nin ilişkileri değerlendirildiğinde, üç temel sorunun üzerinde durmak gerekir. 
 
2.1. PKK Terör Örgütü Sorunu 

ABD’nin Irak’ı işgal etmesi öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart tezkeresini reddetmesi Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin konumunu güçlendirmiştir. Tezkere sonrasında ABD’nin Irak’ta ve Ortadoğu’da bir numaralı müttefiki haline gelen Kürt yönetimi, bu vesileyle Irak’ta etkinliğini artırmıştır. Irak’ı işgal eden ABD, ilk önce Türkiye’ye tezkere faturasını çıkarmaya kalkışmıştır ki bu cezanın en kolay yolu PKK terör örgütünün Türkiye’ye yönelik faaliyetlerine göz yummaktır. Ardından 4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye kentinde görev yapan Türk askerlerine yönelik, ABD ve Peşmerge güçleri tarafından 11 Türk askerinin gözaltına alınması ve düzenlenen operasyon, Türk tarihine "Çuval Olayı" olarak 
geçmiştir.6 Dahası Türkiye’de meydana gelen terör saldırılarının artış göstermesi ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin tehditkâr söylemleri had safhaya varmıştır. 

Sınır komşusunda PKK terör örgütünün barınması neticesinde, Irak Türkiye için artık komşudan çok bir tehdit merkezi haline gelmiştir. 

PKK’nın Kuzey Irak’ta yuvalanması, Türkiye-Irak ilişkilerinde gerilime sebep olmuştur. ABD ve Kürtler, PKK terör örgütünü kullanarak, Türkiye’nin terörle mücadele konusuyla meşgul olmasını, Irak’ta etkisizleştirilmesini sağlamaya çalışmıştır. 

2.2. Türkmen Faktörü 

1990 yılından sonra Kuzey Irak’ta, 36. paralelin kuzeyi olarak adlandırılan güvenli bölgede, Türkiye ile ilişkiler iyi olmasına rağmen zaman zaman Türkmen parti ve kuruluşlarına KDP güçleri tarafından saldırılar düzenlenmiştir. Türkiye ise, bu saldırıları Barzani ve Talabani’yi Ankara’ya çağırarak diyalog yoluyla engellemeye çalışmıştır. Türkmenler bu dönemde gerek Türkiye-Irak, gerek Türkiye-Kürt Yönetimi ilişkilerinde önemli bir faktördür.7 Bununla birlikte Türkmenler bu özelliklerini ancak Irak’ın işgaline kadar koruyabilmiştir. 1 Şubat 2005 tarihinde dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Irak'taki herkesin Türklerin akrabası olduğunu belirtmiştir.8 ABD sonrası Irak-Türkiye münasebetlerine bakıldığında, Ankara’nın Irak’ın tümünde “akrabalık” politikası ilan etmesi Kürtleri az da olsa rahatlatmış, böylece Kürt yönetimi, Türkmenlere karşı daha baskıcı bir tavır sergilemeye başlamıştır. 

Özellikle ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte, Irak Türkmen Cephesi (ITC) karargâhının süratle Kerkük’e taşınması Türkmenlerin konumu açısından büyük bir hata teşkil etmiştir. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi ITC’nin Erbil’den taşınması, Kuzey Irak Kuzey Yönetimi’nin (KIKY) arzularından biri olarak görülebilir. Zira ITC’nin, Erbil’den taşınması demek, Türkiye’nin ve Türkmenlerin bölge üzerindeki etkisini kaybetmesi demektir. Bir diğeri ise, ITC silahlı gücü olmamasına rağmen Türkiye’nin gücünü kuzeydeki Kürtlere yansıtmaktaydı. Başka bir deyişle, ITC’nin 
Erbil’de varlığı deyim yerindeyse, Kürt yönetiminin kolunda “kelepçe” özelliğini taşımaktaydı. Ayrıca 2005 yılından bu yana, Erbil kentinde ITC tüm bina ve kuruluşlarına Barzani yönetimi tarafından el konulmuştur. Türkiye’nin, son dönemlerde Kürt yönetimiyle ilişkisinin olumlu yolda ilerlemesine rağmen KDP’nin el koyduğu ITC büroları iade edilmemiş, sadece ITC’nin Temmuz 2011 tarihinden bu yana Erbil’de faaliyet göstermesine ve yeniden büro açmasına izin verilmiştir.9 Ayrıca KYB ve KDP, ITC’ye alternatif olarak, kendi yönetimi altında Türkmen partileri kurmuş ve onları desteklemiştir. 

Irak’ta, genel olarak Türkmenlere yönelik politikalara bakıldığında, bu politikaların Türkiye-Irak ilişkileriyle bağlantılı olarak yürütüldüğü görülmektedir. Hâlbuki Türkmenler, Irak’ın üçüncü unsurudur. Bölgedeki seçimler sırasında kaydedilen verilere göre, Kuzey Irak’taki (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk vilayetleri) genel nüfusun 4 milyon 800 bin olduğu tahmin edilmektedir. Kuzeydeki Türkmen nüfusu ise, yaklaşık 450 bin civarındadır. Ancak 25 Temmuz 2009 tarihinde Kuzey Irak’taki seçimlerde Türkmenler yüzde 1,5 oy oranı elde etmişlerdir. Bu oran, yaklaşık 31 bine tekabül etmektedir.10 Bu durumun Türkmenlerin Irak’taki gerçek sayısını gizlemeye yönelik bir oyun olduğu düşünülebilir. 

Ayrıca Türkmenler, Kuzey Irak’ta Kürtlerden sonra ikinci unsur olarak bilinmekte ve Kürt yetkililer de bu gerçeği verdikleri demeçlerle kabul etmektedir. Son seçimlerde Türkmenler ITC dışında, Kürt Yönetimi Parlamentosu’na beş vekille girmiştir. Bu bağlamda seçimleri Türkmenler açısından iki noktada değerlendirmek mümkündür: Birincisi, Türkmenler, bölge yönetimi ve uluslararası topluma karşı varlıklarını resmen ispatlamıştır. Üstelik gelecekte bölgedeki yönetime talip olma hakkını da yakalamıştır. Bir diğeri ise Türkmenler, Kerkük konusunda ortak idare 
dışında hiçbir çözümün gerçekleşemeyeceğini göstermiştir. 

***

9 Şubat 2020 Pazar

Bolivya’da Su Hakki Kazanim Süreci,

Bolivya’da Su Hakki Kazanim Süreci, 



Canan KIŞLALIOĞLU 



Özet 

Bolivya darbelerle dolu geçmişi ve verilen mücadelelerle dolu tarihi ile Latin Amerika’nın önemli ülkelerinden biridir. Latin Amerika’nın en fazla yerli nüfusunu barındıran bu ülke, aynı zamanda kıtanın en adaletsiz uygulamalarına da sahne olmuştur. Su konusu da bu adaletsizliklerden birinin kaynağı olmuş ve yağmur suyunun bile özelleştirildiği Bolivya, bu konudaki mücadelesi ile suyun bir insan hakkı olduğunu dünyaya kabul ettirmiştir. Bu çalışmada Bolivya halkının su için olan mücadelesi ülke tarihi ile birlikte ele alınmıştır. 


Giriş 

Latin Amerika’nın önemli ülkelerinden biri olan Bolivya’nın ve yerli halklarının su 
için olan mücadelesinin anlatılacağı bu sunumda, Bolivya’nın girişimleriyle artık bir insan hakkı olduğu kabul edilen suyun, Bolivya halkı tarafından geri kazanılması süreci incelenmiştir. 

Su her insan için vazgeçilmez bir unsurken, neoliberal politikalarla alınıp satılabilir meta haline dönüştürülen ve para kaynağı olarak görülen suyun, bu politikalarla ne kadar kısıtlanabileceği Bolivya örneğinde ortaya çıkmıştır. Yağmur suyunun bile toplanmasının yasaklanması ile bu politikaların acımasızlığı ve buna karşı özellikle yerli halkın öncülüğündeki tepki süreci incelenmiş, Bolivya’da örgütlü tepkinin kazanımlarının BM’ye etkisi de sonuca dahil edilmiştir. 

Latin Amerika dünyada en fazla sorunun ve adaletsizliğin yaşandığı başlıca yerlerden biridir. Bu bölgede bulunan ülkeler ilk önce İspanyol sömürgeciler tarafından sömürülmüş, yerliler katledilmiş ve köleleştirilmiştir, ardından da ABD’nin kurulması ve Monroe Doktrini’yle bölge ABD’nin etkinlik alanı haline gelmiştir. Bu arada çok uluslu şirketler de ABD ile birlikte bu bölgenin sömürülmesinde beraber hareket etmişlerdir. Zengin kaynaklara ve coğrafi güzelliklere sahip olan bu bölgenin önemli ülkelerinden biri de Bolivya’dır. Adını, 
hayatını kıtanın İspanyol sömürgeciliğinden kurtulmasına adamış olan Simon Bolivar’dan alan ülke, diğer Latin Amerika ülkeleri gibi sömürülmekten kaçamamış, bunun yanında uzun bir darbeler tarihine ve kıta ülkeleriyle savaşlara sahip olmuştur. 

Bolivya kıtada önemli oranda yerli nüfusa sahip ülkelerden biridir. Bolivya’da sadece kaynaklar değil yerli halk da sömürülmüştür. Yerliler 1952’ye kadar herhangi bir hakka sahip olmazken, binek hayvanı olarak bile kullanılmışlardır. 

Bolivya doğalgaz, petrol gibi önemli bir madenlere sahip olmasının yanında önemli oranda su kaynağına da sahiptir. Uzun süre klasik sömürgeciliğin yaşandığı ülke, daha sonra neoliberal politikalara teslim edilmiş, zenginler zengin kalmaya devam ederken, halın yoksul kesimi özellikle de yeliler daha çok sorunla mücadele etmeye başlamışlardır. 

Darbeler ve sonrasında neoliberal politikaların sıkı birer uygulayıcısı olan başkanlar döneminde ülkenin yer altı kaynaklarının yabancı şirketlere büyük imtiyazlarla kullanıma açılmasının yanında su gibi hayati bir kaynak bile özelleştirme kapsamına alınmıştır. Çok uluslu şirketlerin Bolivya suyu üzerindeki uygulamaları, suyun halka çok pahalıya satılmasına neden olmuştur. 2000’de Cochabamba şehrinde başlayan olaylar, yaşanan su savaşları ve halkın mücadeleyi kazanması, Bolivya’nın kötü şansını kırabilmesinin önünü açmıştır. 

Bolivya Tarihi 

Bolivya 1825 yılında İspanyollardan bağımsızlığını kazanmıştır. “İspanyol 
sömürgeciliği döneminde Yukarı Peru olarak adlandırılan bu bölgeye daha sonra Güney Amerika’yı İspanyol boyunduruğundan kurtaran Simon Bolivar’ın anısına Bolivya [Bolivar’ın ülkesi] ismi verilmiştir.”346 

Bolivya; % 60 oranla, kıtada en fazla yerli nüfusa sahip ülkedir. Ülke, Brezilya, 
Arjantin, Paraguay ve Şili ile komşudur. Ülkede keşfedilen yeraltı kaynakları arsında petrol, gümüş, demir, doğalgaz ve kalay vardır. 

Bolivya 2000’li yıllara kadar istikrarlı bir yönetime sahip olamamıştır. Bolivya için kıtanın en problemli ülkesidir denilebilir. Ülke, sürekli olarak sömürgeci güçlerin etkisi altında kalmış ve kıtadaki diğer ülkelerle çekişmeleriyle çok fazla zarar görmüştür. Bolivya’nın en önemli partisi olan Devrimci Ulusal Hareket [Movimiento Nacionalista Revolucionario] (MNR) 1941 yılında Hernan Siles Suazo ve Victor Paz Estenssoro tarafından kurulmuştur. Parti 1951 yılında yapılan seçimleri kazanmasına rağmen askeri darbe ile yönetimden düşürülmüştür. 347 

9 Nisan 1952’de yapılan devrimle MNR tekrar göreve gelmiştir. Bu devrimle yerlilere ilk kez hakları verilerek sömürge dönemi uygulamalarından vazgeçilmiştir. Yıllarca sömürge yönetimleri ya da bunlara yakın işbirlikçiler tarafından yönetilen ülkede, yerliler köleleştirilmiş ve hiçbir hak tanınmamıştır. 

1980 yılında Unidad Democratica y Popular (UDP) [Demokratik Halk Birliği) adına seçimleri kazanan Hernan Siles Suazo, General Luis Garcia Meza Tejada’nın yaptığı darbeyle devrilmiştir. İki yıl boyunca iktidarda kalan general döneminde uyuşturucu ve terörist bağlantılarının artması nedeniyle Bolivya, uluslararası politikadan dışlanmıştır. Baskılar sonucu General Tejada 1982 yılında görevden uzaklaştırılarak seçimler yapılmış ve Suazo tekrar iktidara gelmiştir. 

1985’ten itibaren Bolivya’nın IMF ile ilişkileri artarak birçok program uygulamaya konmuştur. Piyasalar liberalleştirilip, ekonomi dışa açılmıştır. ABD’nin uyuşturucuyla savaşından da büyük zarar gören ülke, 80’li yıllarda koka üretimi nedeniyle uyuşturucu trafiğinin merkezi olarak da nitelendirilmiştir. Latin Amerika geleneği olan kokayı yerliler dini ayinlerde kullanıyorlardı, ayrıca koka çiğnemek yerliler için günlük bir alışkanlıktır. Kokanın imhası ve alternatif ürünlerin de yetiştirilememesiyle, IMF programlarıyla ve oluşan hiperenflasyonla yoksulluk giderek artmıştır. 

1997’de eski darbeci General Hugo Banzer Suarez cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. 

Aynı yıl ülkenin güneyinde önemli miktarda doğalgaz rezervi keşfedilmiştir. Suarez’in başkanlığının üçüncü yılında Bolivya’nın en önemli sorunlarından biri açığa çıkmıştır. Ülkede bol miktarda su olmasına rağmen su dağıtımı özel şirketlerin elindedir ve suyu çok pahalıya satmaktadırlar. 

2002’de yapılan başkanlık seçimlerini %22,5 oy oranıyla Gonzalo Sanchez de Lozada kazanmıştır. Aynı seçimde ülkenin şu anki başkanı olan Evo Morales, Movimento al Socialismo [Sosyalizme Doğru Hareket] (MAS) adına seçimlere katılıp %20 oy almış ve o dönemde başlayan su savaşlarında da yerli halka destek vermiştir. 

18 Aralık 2005’te yapılan seçimle su savaşı sürecinde de aktif şekilde yer alan Juan Evo Morales Ayma %53 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 22 Ocak 2006’da göreve başlayan Morales ilk iş olarak ülkenin en büyük kaynağı doğal gazı ve petrolü kamulaştırmıştır.348 Morales aynı zamanda Bolivya’da başkan olan ilk yerli olmuştur. 

2006’dan itibaren Chavez’in politikalarını da yakından takip eden Morales, ülkenin içindeki zengin kesimden büyük tepki görmeye başlamıştır. 

Su Savaşları 

2000’de, Suarez’in başkanlığının üçüncü yılında Bolivya’nın en önemli sorunlarından biri açığa çıkmıştır. Ülkede bol miktarda su olmasına rağmen su dağıtımı özel şirketlerin elindedir ve suyu çok pahalıya satmaktadırlar. Su fiyatlarının yüksek olması ve aynı yıl su yataklarının 2039 yılına kadar Bechtel şirketine kiraya verilmesi ve yerlilere kuyuların kullanılmasının bile yasaklanması nedeniyle köylülerin ayaklanmasıyla ülkede üç aylığına sıkıyönetim ilan edilmiştir. 

2002’de ülkenin önemli şehirlerinden Cochabamba’da suyun özel şirketlerin tekelinde olmasından dolayı çıkan ayaklanma sonucu Bechtel şirketi ülkeden atılmıştır. 

2004 yılının Kasım ayında su nedeniyle toplumda tepkiler oluşmaya başlamıştır. El Alto şehrinin su işlerini yürüten Aguas del İllimani şirketine karşı halk ayaklanmıştır. 

2000’de su şirketi Bechtel’in ülkeden atılması ve ardından 2003–2005 yılları 
arasındaki Gaz Savaşlarındaki tutumu, Evo Morales’in başkanlık şansını arttıran önemli unsurlar olmuştur. 

Cochabamba Su Savaşı 

Bolivya’da su savaşları, Bolivya’nın 3. büyük kenti olan Cochabamba’da başlamıştır. Neoliberal politikalar eşliğinde özelleştirme politikalarının su gibi temel ihtiyaç maddesine ulaşması, bu sorunun temelidir. 1997 yılında Dünya Bankası ile olan anlaşma gereğince 2029 kanunu çıkarılmıştır ve ilk olarak Cochabamba’da su özelleştirilmiştir. 

Dünyanın en büyük küresel su şirketlerinden, ABD menşeli Bechtel’e bağlı Aguas del Tunari şirketi 1999’da Cochabamba belediyesiyle su hizmetlerini yürütmek üzere bir anlaşma imzalamıştı. Özelleştirmeden kısa süre sonra suyun fiyatı %300 artmış, çoğunluğunu yoksul kesimin oluşturduğu insanlar kısıtlı bütçelerinde suya ayrılan kalem büyüdüğü için, hastaneye gitmek, beslenmek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmişti. Öyle ki günde 2 dolar kazanan ailelerin aylık gelirlerinin dörtte biri su faturasına gidiyordu349 

Şirket altyapı çalışmalarının masraflarını bile halktan tahsil etme yoluna gitmiştir, bu durum o kadar abartılmıştır ki, Bechtel şirketi yağmur suyunun mülkiyetinin bile kendilerine ait olduğunu belirterek, yağmur suyunun toplanmasını bile yasaklamıştır. Bu kadar ileri gitmeleri tepkilerin de artmasına neden olmuştur. Cochabamba’da protestolar başlamış, halk su faturalarını meydanda yakmış ve greve gidilmiştir, bunun üzerine o dönemki hükümet 
Cochabamba’da sıkıyönetim ilan etmiştir. Çıkan olaylarda ölenler ve yaralananlar olunca Bechtel şirketi su hizmetlerini belediyeye devrederek çekilmiştir. 

Bechtel şirketi sonrasında, 1992 yılında Hollanda- Bolivya arasındaki ticaret 
anlaşmasını kullanarak Bolivya hükümetini uğradığı zarar ve gelecekteki kazançlarının tazmini için en az 25 milyon dolar tazminat için dava etmekle tehdit etmiştir.350 Şirket daha sonra bu davayı Bolivya’ya karşı Dünya Bankası’nda ISCID (Yatırım Uyuşmazlıklarını Çözmek için Uluslararası Merkez)’e açmıştır. Bechtel, 7 yıl Cochabamba’daki su işlerini yürütecek olmanın bedeli olarak 50 milyon dolarlık dava açmıştır. 

ISCID, ülkeler ile yabancı yatırımcılar arasındaki sorunları çözmek için 1966’da 
Dünya Bankası’nın bir kolu olarak kurulmuştur. Bu davanın burada görülmesi Bolivya aleyhine bir durum oluşturmaktadır çünkü dava süreci, tanıklıklar ve ifadeler kamuoyundan gizli tutulmaktadır. 

Burada süreç Bolivyalıların ihtiyacı olduğu temsili, Bolivya hükümetinin Washington hukuk firmasından tuttuğu temsilci tarafından gerçekleştirilmesine müsaade etmektedir.351 

 Bu süreçte ISCID’in Bechtel’e sağladığı avantaj; sadece o anki kayıplarının değil gelecekteki karının da istenen tazminata eklenerek, Bolivya hükümetinden ve doğal olarak Bolivya halkından tazmininin davaya dahil edilmesidir. 

Cochabamba’daki su savaşları sırasında Fabrika İşçileri Sendikası Genel Sekreteri olan Olivera, Coordinadora oluşumunun temsilcisi olarak su savaşının simge ismi haline dönüşmüştür. Coordinadora, bu dönemde su savaşının içinde yer alan örgütlerin çatısı haline gelmiştir. Bu örgütün başarısı ve Oscar Olivera’nın çabaları ile de yerliler siyasi hayatta aktif ve ektili bir hale gelmişler bu da Bolivya’nın değişim sürecinde önemli bir mihenk taşı 
olmuştur. 

Coordinadora’nın başını çektiği Cochabamba’daki protestolarda, hükümetin tutumu da tepki toplamış ve insanlar hükümeti de protesto etmişlerdir, halk desteğini kaybeden başkan Lozada, 2003 yılında bu politikalarına devam etme çabası yüzünden iktidardan düşürülmüştür. 

El Alto Su Savaşı 

Bechtel’in ülkeden çıkarılmasının ardından başka su şirketleri ile de mücadele 
başlamıştır. 2004 yılında bu sefer El Alto şehrinin halkı su işlerini yürüten Fransız menşeli çok uluslu Suezx-Lyon-Naise des Eaux şirketine bağlı bir kuruluş olan Aguas del İllimani S.A. (AISA)’ya karşı savaş açmışlardır. Bu şirket de döviz kuru olarak dolara bağlı kaldığından, su dağıtımını almalarının ardından çok kısa bir süre içerisinde fatura oranları % 35 artmıştır. 

Ayrıca hükümetin ve El Alto şehrinin avukatlarının söylediğine göre, şirketin şehrin genişleyen bölgelerindeki altyapı yetersizliğinden dolayı da yaklaşık 200.000 insan susuz kalmıştır.352 

Bu şirket de önceliği kârdan yana tutmuş ve insanların suya ulaşımı konusunda 
herhangi bir sorumluluk almaktan kaçınarak, anlaşmanın hükümlerine uygun şekilde davrandığını ileri sürmüştür. Bu şirketin su dağıtım işlerini aldığı El Alto şehrinde birçok insanın suya ulaşması imkansız hale gelmişken, yeni ev yapanların su ve kanalizasyon hizmetlerine ulaşmaları da yüksek maliyet gerektirir olmuştur. 

Günde 1 doların altında gelirle yaşamak zorunda olan El Alto sakinlerinin büyük kısmı 450 dolara patlayan su dağıtım şebekesine bağlanma ve kanalizasyon imkanından yoksundular.353 

 Bolivya’nın o dönemki devlet başkanı olan Mesa, bu şirketin de Bechtel gibi tazminat davası açması olasılığına karşı, şirketle olan anlaşmanın iptali için ilk başta çekimser davransa da sonraki süreçte şirketin anlaşması iptal edilmiştir. 

2005’te, halkta oluşan huzursuzluk ve protestolar iktidar değişikliğine neden olmuş ve 18 Aralık 2005’te yapılan seçimle Juan Evo Morales Ayma %53 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Morales aynı zamanda ülkenin ilk yerli başkanı olmuştur. 

Morales Başkan seçildikten sonra 2007 yılında yeni bir anayasa kabul edilmiştir. Bu anayasaya su kaynakları ve bunların kullanımı ile ilgili maddeler konulmuş, öncelik kamunun kabul edilmiştir. 

Su ile İlgili Düzenlemeler 

Bolivya’da yaşanan gelişmelerin ardından su ile ilgili ulusal ve uluslararası birçok düzenleme yapılmıştır. 21. yy.da, suyun insani bir ihtiyaç olduğu tekrar belirlenmiştir. 

Kullanılabilir temiz su gelişmiş ülkeler için halen bir öncelik olurken, diğer ülkeler için alınıp satılabilir bir maden görevi görmüştür. Suyun ulaşılabilirlikten çıkarılıp çokuluslu şirketler için bir meta haline getirilmesi, onun mavi altın olarak isimlendirilmesine neden olmuştur. 

 Güney Amerika Ülkeleri Topluluğu’ndaki Düzenlemeler 

Latin Amerika ülkeleri ticari ve siyasi işbirliğini daha da ileri götürerek Avrupa birliği benzeri bir örgüt kurmak için çalışmaya başlamışlardır ve Güney Amerika Ülkeleri Topluluğu (UNASUR) kurulmuştur ve yayınladıkları bildiride Latin Amerika’da özelleştirmeler nedeniyle sorun haline gelen su meselesine de değinilmiştir. Buna göre suyun bir insan hakkı olduğu belirtilerek su kaynakları nın korunması ve dağıtılması için beraber hareket edileceği  belirtilmiştir. 

Bolivya Anayasasındaki Düzenlemeler 

Chavez’i örnek alan ve sıkı bir Chavista olan Morales de kamulaştırma konusunda Chavez’in politikalarını takip etmiştir. Su kaynakları ve bunların kullanımı hakkındaki düzenlemeler de yeni yapılan Bolivya anayasasında yer almıştır. Bolivya anayasasının beşinci bölümünde su ile ilgili bazı maddeler şunlardır: 

• Madde 373. 

Su, halkın egemenliği çerçevesinde hayat için gerekli bir hakkı teşkil etmektedir. Devlet dayanışma, yardımlaşma, karşılıklılık, eşitlik, çeşitlilik ve sürdürülebilirlik prensipleri temelinde suyun kullanımını ve suya erişimi teşvik eder. 

Su kaynakları, tüm fiziksel halleriyle, yer altı ve yer üstünde, sınırlı, etkilenebilir, stratejik kaynaklardır ve sosyal, kültürel ve çevresel işlevleri vardır. Bu kaynaklar özel mülkiyetin bir nesnesi olamaz ve buna ek olarak su hizmetleri, kullanım hakkı olarak verilemez ve yasaya uygun biçimde kurulacak bir sistemde lisanslama, kayıt ve yetkilendirmesi yapılır. 354 

373. Madde su savaşlarının bir kazanımı olarak görülmelidir, suyun 
özelleştirile meyeceği bu madde ile anayasal güvence altına alınmıştır. Anayasada suyun korunması ve vatandaşların suya ulaşımı devlet garantisi ve sorumluluğunda kabul edilmiştir. Kamu çıkarı ön planda tutulmuştur. Anayasada su ile ilgili düzenlemelerden en ilginci ise yerlilerin de su üzerinde olan haklarının ayriyeten belirtilmesidir. 374. maddenin II. fıkrasında bu konu üzerinde tanımlama yapılmış ve bu haklar da güvence altına alınmıştır. Bu madde: 

Devlet yerel yönetimlerin, komünitelerin ve özgün yerli köylü örgütlenmelerin, sürdürülebilir su hakkı, suyun yönetimi ve idaresi üzerindeki kullanımlarını ve geleneklerini tanır, saygı duyar ve korur. 

Birleşmiş Milletler’deki Düzenlemeler 

2010 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Bolivya’da yaşanan olayları da dikkate alarak su üzerine bir karar almıştır. Bu Birleşmiş Milletler’de su hakkı üzerine alınan ilk karardır. 

Haziran 2010’da, BM Genel Meclisi, “güvenli ve temiz içme suyu ve yeterli sağlık koşulları hakkını, yaşam hakkı ve tüm insan haklarından yararlanmak için temel olan bir insan hakkı” olarak tanıyan kararı kabul etti (A/RES/64/292, 28 Haziran 2010)355 

124 üyenin kabul ettiği ve 48 üyenin çekimser kaldığı bu karar, suyun özelleştirilen bir ürün olmaktan çıkarılıp bir hak olarak görülmesi bakımından anlamlıdır. 

Su hakkıyla ilgili yapılan oylamada suyun dünyada ticarileşmesinde önemli bir rol oynayan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerin yanında Türkiye de çekimser oy kullandı.356 

Bu tutum çokuluslu şirketlerin insan hakları üzerinde belirleyiciliğini göstermek 
bakımından anlamlıdır, böyle bir konuda çekimser kalmak insanların ulaşılabilir temiz suya hakkı olduğunu kabul etmemek demektir. 

Sonuç 

Suyun kullanımını kısıtlamak, pahalıya satmak ve bu politikaların Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlarca desteklenmesi, bir ülkenin gelişmişliğinin yer altı ve yer üstü zenginliğine değil, kaynaklarını özgürce kullanabilmesine bağlı olduğunu göstermiştir. 

Bolivya’da su meselesi çokuluslu şirketlerin açlığını ve neoliberalizmin katılığını 
göstermesi bakımından simgesel bir öneme sahiptir. Havadaki bulutun veyağmur suyunun mülkiyetine bile sahip olduğunu iddia edebilmek, insan yaşamından önce zarar etmeme güdüsünün bazı kurum ve kuruluşlarca ön planda tutulduğunun göstermiştir. 

Su, bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli temel maddedir, insan sadece suya değil hayatı için ulaşılabilir temiz suya ihtiyaç duyar. Suyun özelleştirilmesi ise insanların temiz sudan önce su şebekesine bile ulaşımını güç hale getiren bir durumdur. Mavi altın betimlemesi, suyun günümüz dünyasındaki önemini anlatmak için yeterlidir. 

Savaşların sadece altın, petrol gibi kaynaklar için değil, su için de olacağı uluslararası ilişkilerin öngörülerinden biridir. Özellikle temiz suya ulaşımı kısıtlı ülkeler ve suyun kontrolünü elinde tutan ülkeler arasında bu tür savaşlar beklenmektedir. Bu duruma çokuluslu şirketlerin de dahil olması, olası savaşların şirket karı nedeniyle de yaşanabileceğini de göstermiştir. 

Sonuç olarak Bolivya halkı verdiği su savaşlarıyla büyük bir kazanım elde etmiş ve bu kazanımların diğer halklar için de geçerli olması için bir örnek haline gelmiştir. 

Su gibi temel bir ihtiyaç için verilen mücadelede yerlilerin de aktif olarak siyaset 
sahnesini etkilemeye başlamaları, Bolivya açısından sadece suyun değil insani hakların kazanımı sonucunu da getirmiştir. 

Su savaşları Bolivya’nın istikrarsız yönetimlerine ve özelleştirmeye tepki haline 
dönüşmüş, bu süreç ardından gaz savaşı ile Bolivya siyasi hayatının değişmesinin temelini oluşturmuştur. 

Temiz ve kullanılabilir suya erişim bir insani hak olarak BM’de ve Bolivya 
anayasasında yer almıştır, ancak bu girişimler su mücadelesinde henüz başlangıç noktasını ifade etmektedir. En azından mücadelenin kazançlı bir şekilde başladığını söylememiz mümkündür. Bolivya’nın verdiği su savaşı, öngörülen su savaşları için halkın öncelikli olduğunu ve gücünü kullanabileceğini göstermesi açısından önemli ve umut vericidir. 

Kaynakça 

Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, çev. Atilla Tokatlı, Roza Hamken, İstanbul, Çitlembik Yayınları, 2006 

Masis Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, İstanbul, Yazın Yayıncılık, 2007 

Mahmut Fevzi Özlüer et.al., Bolivya Anayasası Hukuk, Demokrasi, Özerklik, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2012 

Beril Köseoğlu, “Latin Solunun Farklı Yüzleri”, Radikal Gazetesi, 2 Mart 2006 

İnternet Kaynakları 


http://www.prnewswire.com/news-releases/review-of-aguas-del-illimani-suez-activities-in-bolivia-54229727.html 
http://www.ratical.org/co-globalize/waterBo 

SHULTZ, Jim. The Cochabamba Water Revolt and It’s Aftermath, 
http://www.ucpress.edu/content/chapters/11049.ch01.pdf (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

Soaking The Poor, 
http://www.ratical.org/co-globalize/waterBolivia.html(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

http://www.sfgate.com/news/article/Bechtel-battles-against-dirt-poor-Bolivia-
2878502.php(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

BM: Su Hakkı ve Yeterli Sağlık Koşulları Hakkının Yasal Bağlayıcılığına Tarihi Kabul, 
http://www.amnesty.org.tr/ai/node/1484(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

BM Suyun İnsanlık Hakkı Olduğunu Kabul Etti, 
http://www.dogadernegi.org/birlesmis-milletler-suyun-insanlik-hakki-oldugunu-kabul-etti.aspx(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

Bolivya, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/Bolivya (Erişim Tarihi: 29 Şubat 2014) 

Bolivya ve Güney Afrika’da Su mücadeleleri, 
http://www.suhakki.org/2012/12/bolivya-ve-guney-afrikada-su-hakki-mucadeleleri/#dn3(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
http://www.cdca.it/spip.php?article1633&lang=it(Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

Cüneyt Göksu, “Bolivya’da Ulusallaştırma Süreci ve Bölgeye Etkileri”, 
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=626, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

Documents of The Wolrd’s People Conference on Climate Change and The Rights of Mother Earth, Nisan 2010. (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 

 BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

346 Bolivya, http://tr.wikipedia.org/wiki/Bolivya (Erişim Tarihi: 29 Şubat 2014) 
347 Kürkçügil, a.g.e., s. 11. 
348 Cüneyt Göksu, “Bolivya’da Ulusallaştırma Süreci ve Bölgeye Etkileri”, 
      http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=626, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
349 Bolivya ve Güney Afrika’da Su mücadeleleri, 
      http://www.suhakki.org/2012/12/bolivya-ve-guney-afrikada-su-hakki-mucadeleleri/#dn3 (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
350 Soaking The Poor, 
      http://www.ratical.org/co-globalize/waterBolivia.html (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
351 Jim Shultz, The Cochabamba Water Revolt and It’s Aftermath, 
      http://www.ucpress.edu/content/chapters/11049.ch01.pdf (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014) s. 22. 
352 Bolivya’da İkinci Su Savaşı, 
      http://zcomm.org/znetarticle/the-second-water-war-in-bolivia-by-jim-shultz/   (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014). 
353  Masis Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, İstanbul, Yazın Yayıncılık, 2007, s. 80 
354 Mahmut Fevzi Özlüer et.al., Bolivya Anayasası Hukuk, Demokrasi, Özerklik, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2012, s. 320. 
355 BM: Su Hakkı ve Yeterli Sağlık Koşulları Hakkının Yasal Bağlayıcılığına Tarihi Kabul, 
      http://www.amnesty.org.tr/ai/node/1484 
356 BM Suyun İnsanlık Hakkı Olduğunu Kabul Etti, 
      http://www.dogadernegi.org/birlesmis-milletler-suyun-insanlik-hakki-oldugunu-kabul-etti.aspx. (Erişim Tarihi: 12 Mart 2014) 


***