Ali SEMİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ali SEMİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2020 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 4

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 4



Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,

   İki ülkenin de en önemli sorunlarından biri olan “güvenlik sorunu” ile uğraşmasını PKK terör örgütüyle sağlamaktadır. 
ABD açısından bakıldığında, PKK terör örgütünün Kandil’den tamamen çıkarılması şu an için mümkün görünmemektedir. En azından ABD’nin, Irak’ta kaldığı 
müddetçe bu sorunu sürüncemede bırakacak bir çözüm arayışında ısrar edeceği söylenebilir. 

SONUÇ 

Bölgesel gelişmeler dikkate alındığında Türkiye’nin Kuzey Irak’ta yaptığı açılım ekonomik alanda olumlu bir sonuç verebilir. Ayrıca Ankara’nın, bölgeyle ilgili birçok konuda yol aldığı söylenebilir. Ancak bundan sonra Kürt yönetiminin gerek PKK terörü, gerekse Türkmenler ve Kerkük Sorunu konusunda somut bir adım atması gerekmektedir. 
Ortadoğu genelinde ve Irak özelindeki yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda, bölge her geçen gün yeni bir gelişmeyle karşımıza çıkmaktadır. Bölgede yaşanan Arap Baharı’nın, etnik ve mezhepsel çatışmaya dönüşmesi büyük tehlikelere neden olabilir. Ayrıca, Kuzey Irak Kürt Yönetimi PKK terör örgütü sorununun çözümü konusunda kayda değer girişimlerde (PKK’nın Türkiye sınırına geçişinin engellenmesi, Kuzey Irak’ta siyasi ve kültürel faaliyetlerinin engellenmesi gibi) bulunmazsa Türkiye’nin bölgeye yönelik izlediği siyaset olumsuz yönde etkilenebilir. 
Ankara’nın, Kuzey Irak politikalarının ekonomik-ticari odaklı olması ve bölgeye yönelik bu yönde attığı adımlar, bölgede kurulabilecek olası bir “Kürt devleti” oluşumuna izin vereceği anlamını taşımamaktadır. Örneğin, İran-Kuzey Irak yönetimi arasında da önemli bir işbirliği bulunmaktadır. 
Fakat eğer Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulursa, buna itiraz eden ilk ülkelerden biri muhtemelen İran olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin Bağdat, Erbil ve Necef kavşağında yürüttüğü diplomasi Irak’ın bölünmesine değil birliğinin muhafaza edilmesine hizmet etmektedir. 
Öte yandan, Kürt yönetiminin iç dinamikleri irdelendiğinde, KYB ve KDP’nin (Talabani ve Barzani) 2003 sonrasında yaptığı stratejik ittifak pek de uzun soluklu olacağa benzememektedir. 25 Temmuz 2009 tarihinde Kuzey Irak’ta yapılan seçimlerin ardından ortaya çıkan ciddi bir muhalefetin, bu iki partiyi tekrar karşı karşıya getirme ihtimali bulunmaktadır. Kürt yönetiminin hiçbir zaman sürpriz gelişmelere müsait olmadığını belirtmek gerekir. Diğer taraftan, Süleymaniye’de seçimleri kazanan GORAN (Değişim) Hareketi, Talabani’nin lideri olduğu KYB’yi 
önemli ölçüde zayıflatmıştır. Bu sebeple Barzani’nin lideri olduğu KDP’nin güç kaybeden KYB’yle stratejik ittifakını askıya alıp, GORAN Hareketi lideri Nawşervan Mustafa’ya yönelmesi beklenebilir. 
Türkiye, ABD sonrası Irak’ta tüm taraflarla düzenli temas trafiğine devam etmeli, bu kapsamda Kuzey Irak’taki nüfuzunu güvenlik ihtiyaçları, siyasi (Türkmenlerin ve Kerkük’ün statüsü meseleleri gibi) ve ekonomik menfaatleri doğrultusunda sürdürmelidir.
 
KAYNAKÇA 

“Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu.” 
  http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
 “Erbil Şehrinde Geniş Katılımlı Bir Seminer Düzenledi.” 
   http://www.kerkukhaberajansi.com/kha/turkmeneli/686-erbil-sehrinde-genis-katilimli-bir-seminer-duzenledi.html. 
 “Gül: Irak'taki akrabalarımızın huzur içinde olmasını isteriz.” 
    http://www.milliyet.com.tr/2005/02/01/son/sonsiy01.html. 
 “KDP’den Rapora Açıklama.” 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.html. 
“Kürt Açılımı Netleşti.”    http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/05/12/kurt_acilimi_netlesti, 
“Kuzey Irak’tan Petrol İhracatı Başladı.” Radikal Gazetesi. 
 “Kürt açılımını ABD'nin Irak'tan çekilmesi tetikledi.” 
 http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2009/09/090929_henri_barkey.shtml. “TBMM Tezkerenin Süresini Uzattı.” 
 http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/10/06/tbmm.tezkerenin.suresini.uzatti/546170.0/index.html. 
Ahmet, Rıfat Seyd. Man sana karar Al- ihtilal. Bağdat: Dar El-Snobar Yayınları, 2008. 
Akyürek, Salih. Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar, İstanbul: BİLGESAM Rapor No: 30, 2011. 
    http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/rapor/demokratikacilim.pdf . 
Barzani, Mesut. “Türkye Bedaat Al-Etraf Bi-Akleem Kurdustan.” 
    http://rojavanews.com/ar/index.php/world/761-2010-06-25-05-03-57.html. 
Cabbar El-Cabiri, Sittar. El-Stratejiye El-Kawmiyye fil El-Iraq Amerikiye fil El-Irag wel- Mantaka. Kahire: El-Ezhar Yayınevi, 2008. 
Dış Ticaret Müsteşarlığı Verileri. 
    http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/ANL/OrtaDoguDb/Irak.pdf. 
Dinamikiyet El-Nizaa Fi El-Iraq. Irak Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Bağdat: Bağdat Yayınevi, 2007. 
El-Naft El-Irak Wel-Siyase El-Naftıya Fil-El-Iraq Fi Thel- El-İhtilal El-Amrikiye Ruya El-Mustakbaliye. Editör Muhammed Sdık El-Hashimy. 
Bağdat: Merkez El-Iraq Lil-Deraset, 2007. 
El-Temimi, Nahide. “Kurdustan Dewle Mustakila Masrafuha Alal-Iraq.” 
    http://www.almothaqaf.com/index.php?option=com_content&view=article&id=51111:2011-07-05-01-26-18&catid=36:2009-05-21-01-46-14&Itemid=54. 
Hassan Omer, Shorush. Hais El-Netham El-Federaliye Fİ El-Iraq. Süleymaniye-Irak: Merkez Kurdustan Lil-Derasat El-Stratejiye Yayınları, 2009. 
    http://www.alwasatnews.com/1146/news/read/500479/1.html. 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.htm. 
    http://www.crisisgroup.org/home/getfile.cfm?id=4030&tid=6207&type=pdf&l=1. 
http://www.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/www.icisleri/basinozetleri/03.02.2010.pdf. 
    http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news02.html, 
    http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news033.html, 
    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=909411&title=ankaradan-erbile-bakan-duzeyinde-ilk-ziyaret. Irak Anayasası (2005) 
Semin, Ali. “Irak’ın Kuzeyindeki Seçimler ve Türkiye.” 
     http://www.sde.org.tr/tr/haberler/60/irakin-kuzeyindeki-secimler-ve-turkiye.aspx . 
Seyfettin, Biyar Mustafa. Turkiye We Kurdustan El-Iraq Cariyin Hayiren. Dohuk: Hani Yayınevi, 2007. 
Stansfild, Jareth. El-Iraq El-Shap Wel-Tarikh Wel-Siyase. Arap Emirlikleri: Arabiye Yayınevi, 2009. 
Şimşir, Bilal N. Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler. Ankara: Bilgi yayınevi , 2004. 
Netaich El-Entekhabat El-Akleem. http://www.pukmedia.com/News/20-08-2009/news10.html. 
“Wefd El-Turky Mukrab Min El-Akrad Yeltaki Talabani We Barzani.” 
   http://radionawa.com/ar/NewsDetailN.aspx?id=56938&LinkID=99. 

DİPNOTLAR;

1 Ahmet Rıfat Seyd, Man sana karar Al-ihtilal (İşgal Kararını Kim Üretti) (Bağdat: Dar El-Snobar Yayınları, 2008). 
2 Kuzey Irak Kürt Yönetimi, tartışmalı bölgeler olarak adlandırdığı bölgelerin kendi yönetiminden koparılmış topraklar olduğunu ileri sürmektedir. 
3 Kuzey Irak bölgesinde yeniden keşfedilen ve çıkartılan petrollerle ilgili Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin, yabancı şirketlerle yaptığı sözleşmelerin 
   Bağdat yönetimi tarafından tanınması talep edilmektedir. 
4 Shorush Hassan Omer, Hais El-Netham El-Federaliye Fİ El-Iraq (Irak'ta Federal Sistemin Özellikleri) (Süleymaniye-Irak: Merkez Kurdustan 
   Lil-Derasat El-Stratejiye Yayınları, 2009), 74. 
5 Jareth Stansfild, El-Iraq El-Shap Wel-Tarikh Wel-Siyase (Irak'ın Halkı, Tarihi ve Siyaseti) (Arap Emirlikleri: Arabiye Yayınevi, 2009), 140-141. 
6 Bilal N. Şimşir, Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2004), 356. 
7 Omer, Hais El-Netham, 75. 
8 “Gül: Irak'taki akrabalarımızın huzur içinde olmasını isteriz,” erişim tarihi 23.05.2010, 
    http://www.milliyet.com.tr/2005/02/01/son/sonsiy01.html. 
9 “Erbil Şehrinde Geniş Katılımlı Bir Seminer Düzenledi,” erişim tarihi 07.07.2011, 
    http://www.kerkukhaberajansi.com/kha/turkmeneli/686-erbil-sehrinde-genis-katilimli-bir-seminer-duzenledi.html. 
10 Ali Semin, “Irak’ın Kuzeyindeki Seçimler ve Türkiye,” erişim tarihi 12.04.2011, 
     http://www.sde.org.tr/tr/haberler/60/irakin-kuzeyindeki-secimler-ve-turkiye.aspx. 
11 Dinamikiyet El-Nizaa Fi El-Iraq (Irak'ta Çatışmaların Dinamikleri) (Bağdat: Irak Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Bağdat Yayınevi, 2007), 45. 
12 Biyar Mustafa Seyfettin, Turkiye We Kurdustan El-Iraq Cariyin Hayiren (İki Çaresiz Ülke, Türkiye ve Irak Kürdistan'ı) (Dohuk: Hani Yayınevi, 2007), 211. 
13 Yazarın, bölgede yaptığı araştırmaya dayalı bilgiler. 
14 Nahide El-Temimi, “Kurdustan Dewle Mustakila Masrafuha Alal-Iraq (Bağımsız Kürdistan’ın Harcamaları Irak Üzerinedir),” erişim tarihi 15.07.2011, 
     http://www.almothaqaf.com/index.php?option=com_content&view=article&id=51111:2011-07-05-01-26-18&catid=36:2009-05-21-01-46-14&Itemid=54. 
15 İlgili Maddenin Detayları için Irak Anayasası’na bkz. 
16 Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin El-Hurra Televizyonu’na (Irak) verdiği röportaj, 01.02.2007. 
17 Sittar Cabbar El-Cabiri, El-Stratejiye El-Kawmiyye fil El-Iraq Amerikiye fil El-Irag wel- Mantaka, (Amerikan'ın Irak'ta ve Bölgede Ulusal Stratejisi) 
     (Kahire: El-Ezhar Yayınevi, 2008), 105. 
18 Salih Akyürek, Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar, (İstanbul: BİLGESAM, Rapor No: 30, 2011), erişim tarihi 22.08.2011, 
     http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/rapor/demokratikacilim.pdf. 
19 “Kürt Açılımı Netleşti,” erişim tarihi 23.04.2010, 
     http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/05/12/kurt_acilimi_netlesti. 
20 Netaich El-Entekhabat El-Akleem, erişim tarihi 12.01.2010, 
     http://www.pukmedia.com/News/20-08-2009/news10.html. 
21 Mesut Barzani, “Turkye Bedaat Al- Etraf Bi-Akleem Kurdustan (Türkiye Kürdistan Balgesini Tanımaya Başladı),” erişim tarihi 12.03.2011, 
     http://rojavanews.com/ar/index.php/world/761-2010-06-25-05-03-57.html. 
22 Erişim tarihi 7.10.2009, 
 http://www.crisisgroup.org/home/getfile.cfm?id=4030&tid=6207&type=pdf&l=1. 
23 KDP’den Rapora Açıklama, erişim tarihi 10.7.2009, 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.htm. 
24 “Kürt açılımını ABD'nin Irak'tan çekilmesi tetikledi,” erişim tarihi 20.11.2010, 
 http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2009/09/090929_henri_barkey.shtml. 25 “TBMM Tezkerenin Süresini Uzattı,” erişim tarihi 10.02.2010, 
 http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/10/06/tbmm.tezkerenin.suresini.uzatti/546170.0/index.html. 
26 Erişim tarihi 3.4.2010, http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news02.html. 
27 Erişim tarihi 3.4.2010, http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news033.html. 
28 Seyfettin, Turkiye We, 215. 
29 Erişim tarihi 3.4.2010, 
 http://www.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/www.icisleri/basinozetleri/03.02.2010.pdf. 
30  “Ankara'dan Erbil'e bakan düzeyinde ilk ziyaret,” erişim tarihi 01.11.2009, 
  http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=909411&title=ankaradan-erbile-bakan-duzeyinde-ilk-ziyaret. 
31 “Kuzey Irak’tan Petrol İhracatı Başladı,” Radikal Gazetesi, 09.06.2009 
32 Erişim tarihi 30.03.2011, 
     http://www.alwasatnews.com/1146/news/read/500479/1.html. 
33 Dış Ticaret Müsteşarlığı Verilerine Göre, erişim tarihi 05.05.2011, 
     http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/ANL/OrtaDoguDb/Irak.pdf. 
34 Wefd El-Turky Mukrab Min El-Akrad Yeltaki Talabani We Barzani (Türkiye’den Kürtlere yakın bir heyet Talabani ve Barzani ile görüştü), 
     http://radionawa.com/ar/NewsDetailN.aspx?id=56938&LinkID=99. Erişim tarihi17.09.2010, 
35 Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu, erişim tarihi 22.02.2010, 
     http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
36 Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu, erişim tarihi 22.02.2010, 
     http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
37 El-Naft El-Irak Wel-Siyase El-Naftıya Fil-El-Iraq Fi Thel- El-İhtilal El-Amrikiye 
     Ruya El-Mustakbaliye, (Irak Petrolü, Amerikan İşgali Altında, Irak'ta Petrol 
     Siyaseti), Ed. Muhammed Sdık El-Hashimy (Bağdat: Merkez El-Iraq Lil-Deraset  Irak Araştırmalar Merkezi, 2007), 146. 


***

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 3

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 3 


Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,

5. TÜRKİYE’NİN KÜRT AÇILIMI VE KUZEY IRAK AÇILIMI 

Türkiye’nin, ABD’nin işgalinden sonra Kuzey Irak’ı “kırmızı çizgisi” olarak tanımlaması, Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkması ve zaman zaman 
PKK terörüne karşı bölgeye karadan ve havadan askeri operasyonlar düzenlemesi, Kuzey Iraklı Kürtlerin tepki göstermesine neden olmuştur. 

Türkiye’nin gündeminde uzun süredir tartışılan Kürt açılımının (Demokratik açılım), Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne olumlu yansıması beklenirken, 6 Ekim 
2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM), Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) sınır ötesi operasyonlarına imkân tanıyan tezkerenin süresi bir yıl daha uzatılmıştır.25 Söz konusu tezkere kararı TSK’ya bir yıl süreyle Kuzey Irak’ta barınan PKK terör örgütüne karşı operasyonlarda bulunma imkânını vermiştir. PKK terör örgütü sorumlusu Murat Karayılan basına yaptığı açıklamada, TBMM’nin tezkereyi uzatmasının arkasında ABD’nin olduğunu iddia etmiştir.26 TBMM Genel Kurulu’nun, Kuzey Irak kaynaklı terör tehdidini ve saldırıları etkisiz hale getirmek amacıyla hükümete verilen operasyon yetkisini bir yıl daha uzatması Iraklı Kürtlerde de rahatsızlık meydana getirmiştir. Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin internet sayfasında, konu ile ilgili bir açıklama yapan KIKY Dış ilişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, TBMM’deki söz konusu kararın onaylanmasının, bağımsız 
bir ülkenin egemenlik haklarının ihlali olduğunu, bu kararın Türkiye hükümetinin başlattığı açılıma uygun düşmediğini ileri sürmüştür.27 
Kürtler, PKK terör örgütü konusunun diyalog yoluyla çözümlenmesinden yana olduklarını sürekli dile getirmektedirler. 

2006 yılından itibaren PKK terör örgütü ile ilgili olarak Türkiye, Irak ve ABD arasında kurulan “Üçlü Mekanizma” çerçevesinde, PKK’nın Kandil’den tasfiye edilmesine yönelik bugüne kadar herhangi bir gelişme yaşanmadığı bilinmektedir. 28 Kürt yönetimi, Türkiye’ye sürekli baskıda bulunarak Üçlü Mekanizma’ya Kürt yönetiminin katılmaması halinde bir sonuç alınmasının zor olduğunu dile getirmiştir. Daha sonra sözü edilen mekanizmanın 2009’daki Erbil toplantısına Kürt yönetiminin katılmasına Ankara yeşil ışık yakmıştır. Diğer taraftan PKK terör örgütünün Kandil’deki varlığı sürmektedir. Türkiye’nin bu yöndeki girişimlerine bakıldığında, PKK’nın Irak’ın kuzeyinden tamamen temizlenmesi için son aylarda Dışişleri ve İçişleri Bakanları düzeyinde Erbil’e önemli ziyaretlerde bulunulmuş ve KIKY ile ağırlıklı olarak bu konuda görüşülmüştür. Ancak bugüne kadar somut bir neticeye varılamamıştır. 

21 Aralık 2009 tarihinde İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın üçlü mekanizma toplantısına katılmak üzere Bağdat ve Erbil yönetimi ile temaslarının ardından, PKK’nın tasfiyesine yönelik kısa vadede bir sonuç beklenmediği yönündeki açıklaması, bu konudaki kuşkuları artırmaktadır.29 
Hem Barzani hem de Talabani, kendilerini bölge Kürtlerinin lideri olarak gördüklerinden, Mahmur ve Kandil’in PKK terör örgütü üyelerinden arındırılması durumunda Kürtler arasında güven kaybına uğrayacaklarını bildiklerinden ötürü, bu konuda oldukça hassas davranmaktadırlar. 

    Sınır ötesi operasyon tezkeresinin TBMM’den geçmesinin ardından, altı yıl aradan sonra 30 Ekim 2009 tarihinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 
ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ilk defa bakanlar düzeyinde Irak’ın kuzeyine ziyarette bulunmuşlardır. Ankara’dan Kuzey 
Irak’a yapılan bu üst düzey ziyaret, KIKY tarafından “tarihi ve önemli” olarak nitelendirilmiştir.30 Davutoğlu’nun Erbil ziyareti, “Türk Hükümeti’nin başlattığı ‘Kürt Açılımı’ kapsamındaki projelerin altında yatan temel hedefin Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimini tanımak mıdır?” sorusunu gündeme getirmiştir. 

Başka bir ifadeyle, Iraklı Kürtler Türkiye’nin Kuzey Irak’a mı, yoksa kendi Kürt vatandaşlarına mı açıldığı sorusunu sormaya başlamıştır. Çünkü Kürt liderler Türkiye’nin Kürtlere yönelik herhangi bir projeyi uygulamaya koyarken, bunun kendileriyle koordine içerisinde yürütülmesini arzu etmektedirler. Dolayısıyla Türkiye’nin, Kürt Açılımı bağlamında yaptığı tüm girişimlerde Kürt yönetimini de hesaba kattığı ve Kuzey Irak’a gönderdiği üst düzey heyetlerle de bunu göstermek istediği söylenebilir. 

Bu arada dikkatlerden kaçmayan önemli bir hususa da değinmekte fayda vardır. Kapatılan Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) mensup grubun, Kürt açılımı projesinin başarılı olması için sürekli olarak Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini savunmalarına karşın, ne Mesud Barzani ne de Celal Talabani’den, Kürt açılımı konusunda Öcalan’ın dikkate alınmasına yönelik bir talep gelmemiştir. Bu da, Kürt liderlerin Türkiye’nin hassas olduğu konulara karışmaktan kaçındıklarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. 

Kürt açılımı ile birlikte Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesinin ilk adımı olması bakımından önemli bir gösterge de, 2009 Haziran ayında Kürt yönetiminin Erbil’den çıkardığı petrolü, Kerkük-Ceyhan (Kerkük-Yumurtalık) petrol boru hattı aracılığıyla Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ihraç etmeye başlamasıdır.31 Bütün bu gelişmeler ışığında, Türkiye’nin Kürt yönetimi ile ilgili yeni politikasının Kuzey Iraklı Kürtler tarafından hem şaşkınlıkla hem de memnuniyetle karşılandığı söylenebilir. 

Türkiye bu dönemde Kuzey Irak ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda temkinli davranarak Türk kamuoyunun tepkisini çekmeden bir dizi adım atmıştır. Bölgeye Mart 2008 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın Irak Özel Temsilcisi’nin gönderilmesi ve Türkiye’nin hâlihazırdaki Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik’in Selahattin kentinde Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile ilk görüşmeyi yapması Ankara-Erbil ilişkilerinde 2011 yılında gelinen noktanın temel taşlarını oluşturmuş tur. Ardından bakanlar düzeyinde (Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İçişleri eski Bakanı Beşir Atalay, Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Milli Eğitim eski Bakanı Nimet Çubukçu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek) ziyaretler başlatılmış ve Erbil’de konsolosluk açılmıştır.32 Bu gelişmeleri takiben 28-29 Mart 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Irak ziyareti kapsamında Erbil’i de ziyaret etmiştir. 

5.1. Türkiye’nin Kuzey Irak’la İlişkilerinde Dikkate Alması Gereken Konular 

Ankara’nın, Kuzey Irak’a yönelik politikaları, özellikle “Kürt Sorunu” ile ilgili attığıadımlar, Irak’lı Kürtler tarafından olumlu karşılanabilir. Ancak Türkiye’nin “Kerkük Sorunu” konusundaki hassasiyetine karşı, Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ve diğer Kürt yetkililerin, bu sorunun çözümü için herhangi olumlu bir adım attığı söylenemez. Kerkük’ün kuzeye bağlanması konusunda, Kürt Yönetimi Başkanı Barzani eski tutumunu sürdürmektedir. Türkiye, Kuzey Irak ile ilişkilerinde Kerkük konusunu sürekli dikkate almalıdır. 

Türkiye, PKK terör örgütü ile ilgili sorunları sadece Kürt yönetimiyle çözeceğini düşünmemelidir. PKK konusunda Kürt yönetimi, Türkiye’ye karşı gerçekleştirilen terör faaliyetlerini sadece bir ölçüde azaltabilir. Barzani ve Talabani’den, bunun dışında ciddi bir yaklaşım beklemek pek de gerçekçi olmayabilir. Bu nedenle, PKK ile mücadelede bölgede örgütle ilişkili ayrılıkçı unsurların bulunduğu, Irak, İran ve Suriye ile işbirliğine gidilmeli ve ortak harekât imkânları geliştirmelidir. 

Türkiye açısından Kuzey Irak bağlamında iki mühim mesele vardır: 

Birincisi, PKK terör örgütü sorununun bertaraf edilmesi konusudur. 
İkincisi ise Kuzey Irak’la yapılan dış ticarettir. 

Erbil, Türkiye ekonomisi için önemli bir pazar haline gelmiştir. Kuzey Irak’ta son yıllarda inşa edilen konutların, restoranların, alışveriş merkezlerinin ve otellerin büyük çoğunluğu Türk inşaat şirketleri tarafından yapılmıştır. 2010 dış ticaret verilerine göre, Türkiye ve Kuzey Irak (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk) arasındaki ticaret hacmi 5,2 milyar dolardır. 2003-2010 arası Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren  Türk şirketlerin sayısı tahminlere göre 450’dir. Bu şirketler bünyesinde bölgede 15 bin Türk vatandaşı çalışmaktadır.33 

Bu çerçevede ortaya çıkan gelişmeler değerlendirildiğinde; Ankara’nın “Kürt açılımı” konusundaki arayışlarına olumlu bir cevap beklenirken, birdenbire ülkede meydana gelen terör olaylarının, bu sürecin tıkanmasına neden olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kürt yönetimi, Kürt açılımıyla ilgili Türkiye’nin kısa zamanda somut adımlar atmasını beklemiştir. Ancak Türkiye’nin güneydoğusundaki olaylar, Türk hükümetinin açılıma yönelik herhangi bir adım atmasına imkân vermemiştir. DTP kadrosunun (BDP-Barış ve Demokrasi Partisi) devamlı PKK terör örgütünü savunması, gerek partililerin, gerekse Türk hükümetinin Kürt vatandaşlarıyla ilgili projelerine zarar vermekten başka bir katkısı olmamıştır. Aslında DTP’nin kuruluş 
amacının ne olduğu ve neyi savunduğu konusunda bilinçli davrandığını söylemek de mümkün değildir. 
 
15 Eylül 2009 tarihinde DTP Başkanı Ahmet Türk, beraberindeki bir heyetle Kürt yönetimini ziyaret etmiş, Ankara’nın başlattığı Kürt açılımını Kuzey Irak Kürt yönetimi ile görüşmüştür.34 Söz konusu heyet, Kuzey Irak ziyareti sırasında Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile görüşmesine rağmen Kürt liderler tarafından ziyaretle ilgili açıklama yapılmaması, Kürt açılımı konusunun Kuzey Irak Kürt basınında fazla yer almaması dikkatlerden kaçmamıştır. 

    6. IRAKLI KÜRTLERİN DTP’NİN KAPATILMASINA BAKIŞI 

DTP hakkında Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kapatma kararının üzerine, 15 Aralık 2009 tarihinde Erbil’de bir grup Iraklı Kürt, Kürt Yönetimi Parlamentosu’nun önünde toplanarak, söz konusu kararı protesto etmiştir. 

Bu karar, Kuzey Iraklı yöneticiler, gazeteciler ve akademisyenler arasında farklı şekillerde yorumlanmıştır:35 

   Birincisi, Kürt yöneticiler kapatma kararının Türk hükümetinin başlattığı Kürt açılımına zarar vereceği yönünde açıklamalarda bulunmuş, açılım sürecinin tehlikeye gireceğini savunmuştur. 

Çünkü Kürt yetkililer, böylesi kritik bir kararın Anayasa Mahkemesi’nden çıkmayacağı kanısındaydı. 
   İkincisi, DTP’nin kapatma kararı önemli haber olarak, hem görsel hem de yazılı Kürt basınında geniş yer almıştır. Kuzey Irak yerel basınında 
çıkan haberlerde, DTP’nin kapatılmasının Türkiye’de şiddet ve kaosu artıracağına vurgu yapılmıştır. 
   Üçüncüsü ise, Iraklı Kürt akademisyenlerin kapatma olayına daha objektif baktığı söylenebilir. 

24 Aralık 2009 tarihinde PKK terör örgütünün Kuzey Irak’taki Mahmur kampına giden DTP milletvekillerinin de katılımıyla Erbil Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından konu ile ilgili bir toplantı düzenlenmiştir. Toplantıda Selahattin Üniversitesi öğretim üyesi Hemin Mirani’nin, 

  “Siz kendi iradenizi neden ortaya koyamıyorsunuz? Neden kendi iradenizle hareket etmiyorsunuz?” eleştirisi, 36 DTP’nin PKK’ya yakın durmasının, 
olaya gerçekçi yaklaşan Iraklı Kürtleri de rahatsız ettiğini göstermektedir. 
Bütün bu tepkiler, DTP’nin, Kuzey Irak Kürtlerinin isteği dışında ve PKK eğilimli olarak hareket etmesinin tasvip edilmediğine işaret etmektedir. 

Başka bir deyişle, DTP’nin kapatılması Barzani ve Talabani’nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirme konusundaki endişelerini beraberinde gidermiştir. 
Çünkü her iki Kürt lider, DTP’nin PKK yanlısı gidişatının kendilerine zarar vereceğinden kuşkulanmaktaydı. Ayrıca KYB ve KDP (Talabani ve Barzani), bölgede partilerine karşı rakip olarak herhangi bir Kürt partisinin çıkmasını istemedikleri görüntüsünü vermektedirler. Bu açıdan bakıldığında eski DTP’lilerin, Kuzey Irak’a yaptığı ziyaretlerde, Kürt liderlerden destek aldıkları yönünde bir görünüm sergileseler de, aslında Kürt yönetiminin mümkün olduğu kadar mesafeli durduğu bir gerçektir. Artık Iraklı Kürtlerin farkına vardıkları önemli hususlardan birisi, Türkiye ile kurulacak iyi ilişkilerin kendi bölgeleri bakımından hayati bir mesele olmasıdır. 

7. KÜRT YÖNETİMİ’NİN TÜRKİYE’DEN BEKLENTİLERİ 

Kürtlerin, Ortadoğu bölgesindeki ülkelere yönelik değişik beklentileri vardır; fakat gerek jeopolitik ve stratejik konumu gereği, gerekse bölgedeki etkisi bakımından Türkiye, Iraklı Kürtler için daha da önemlidir. Türkiye’nin önemi ve Kürtlerin beklentileri üç maddede sıralanabilir. 

Türkiye, Kürt yönetiminin Avrupa ve Karadeniz’e ulaşabilmesini sağlayan bir köprü konumundadır. Kürtlerin, para kaynağı olan Habur sınır kapısı günümüze değin Kürt yönetimini ayakta tutan, besleyen ve bölgeyi geliştiren tek kapıdır. 

Bu nedenle, Kürt yönetiminin hayatta kalması bakımından, Türkiye ile iyi ilişkiler kurması bir ihtiyaç ve zorunluluktur. Başka bir ifadeyle, Türkiye bölgedeki Kürtlerin can damarıdır. Kürt yönetimi, ilk olarak 2005 yılında Norveçli bir petrol şirketi aracılığıyla Zaho ve kuzeydeki diğer bölgelerde çıkardığı petrollerin yurtdışına sevkini ve satışını, sadece Türkiye üzerinden yapabilmektedir.37 
   Bu sebeple Kürtlerin, Türkiye ile iyi ilişki kurma amaçlarından birinin bu beklentiyi hayata geçirmek olduğu söylenebilir. 
Kuzey Iraklı Kürtlerin, Türkiye’den belki de en önemli beklentisi, Ankara’nın Kürt yönetimini tanımasıdır. 
Aksi takdirde ABD sonrası Irak’ta, söz konusu bölgede İran ve Araplar arasında sıkışıp kalacaklardır. Böyle bir durumda deyim yerindeyse, Kürtler için Kuzey Irak penceresiz eve benzeyecektir. 

Genel bir değerlendirme yapıldığında ABD’nin, Irak’ı işgalinden sonra Kürt yönetimi, tam manasıyla Irak’ta ve bölgede Washington’un “stratejik ortağı” konumuna gelmiştir. Bu sebeple Washington, Saddam iktidarını devirdikten sonra bölgede ABD, İsrail ve Iraklı Kürtlerden oluşan bir “Güven Üçgeni” oluşturmuştur. Washington bu amaçla Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani’yi dolaylı olarak da PKK terör örgütünü desteklemeye başlamıştır. Çünkü Amerikan yönetiminin PKK konusuna, sadece Türkiye açısından bakmadığı açıkça ortadadır. İran’daki PJAK’ı hesaba katmakta yarar vardır. Dolayısıyla ABD, Irak’taki durumu kendi lehine değerlendirmek için Türkiye ve İran’a karşı bir baskı oluşturmaya çalışmaktadır. 


***

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 1

 TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 1 


Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,


Ali SEMİN.,
Özet: 

Irak, siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerin yanı sıra tarihi bağların varlığı nedeniyle öteden beri Türkiye için önemli bir sınır komşu olmuştur. 
Türkiye ise genelde Irak, özelde Kuzey Irak Kürt yönetimi için önemli bir sınır komşusunun ötesinde, bölgede yaşayan Türkmenlerin durumu, 
Kuzey Irak’ın dünyaya açılan kapısıdır. 
Ancak başta PKK terör örgütü sorunu olmak üzere, Kerkük’ün statüsü ve Kuzey Irak’la ilişkilerin güvenlik odaklı ilerlemesine neden olmuştur. 
Özellikle 2003 Irak işgalinin ardından Türkiye ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi ilişkileri kopma noktasına geldiyse de, zamanla düzelmeye doğru bir seyir izlemiştir. İlişkilerin düzelmesinde 2009 yılında Türkiye’nin uygulamaya koyduğu “Kürt Açılımı” önemli bir paya sahip olmuştur. 

Bu çalışmada, Türkiye ve Kuzey Irak Kürt yönetimi ilişkilerindeki gelişmelerden yola çıkılarak, iki taraf arasındaki sorunlara karşı sergilenen karşılıklı tutumlar ve atılan somut adımlar ve Kuzey Irak ile ilgili politikalar değerlendirilmiştir. 

GİRİŞ 

Türkiye, Kuzey Irak politikası çerçevesinde yaşadığı sorunlara rağmen, bölge açısından büyük önem taşıyan bir ülkedir. Tarih boyunca hem kendisinin hem de bölgenin huzuru için bir barış ve istikrar ülkesi olmaya çalışmıştır. Ancak Türkiye tüm bu çabalarına karşın, jeostratejik konumundan dolayı çevresinde yaşanan sorun ve çatışmalardan olumsuz yönde etkilenmektedir. Türkiye’nin güvenlik algısı doğrultusunda, genelde Irak, özelde ise Kuzey Irak bölgesi birçok bakımdan önem taşımaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Irak, Türkiye için deyim yerindeyse 
çözülemeyen bir sorun haline gelmiştir. 

Birinci Körfez Savaşı, Irak’ta ve Ortadoğu Bölgesi’nde birçok dengenin değişmesine neden olmuştur. Bu savaşla birlikte 1991 yılında Irak’ın güneyinde Şiiler ve kuzeyinde ise Kürtler ayaklanmıştır. Kuveyt’in işgali ise Irak tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu savaşla birlikte Irak’taki ve bölgedeki dengelerin yavaş yavaş değişmeye başlaması Irak’ın bugünkü içinde bulunduğu durumu hazırlamıştır. Bir taraftan Saddam yönetiminden koparılan Kuzey Irak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla “güvenli bölge” ilan edilirken, diğer taraftan da Irak’a uygulanan “ambargo” ülkeyi önemli ölçüde etkilemiştir. Irak’la ilgili ortaya atılan “bölünme senaryoları”, hem Irak halkına, hem de bölge ülkelerine yönelik bir psikolojik savaş yürütüldüğü izlenimi vermiştir. Türkiye’nin arka bahçesi olarak nitelenen Irak’ta meydana gelen bu gelişmelerin, başta Türkiye olmak üzere, tüm bölge ülkelerini etkilemesi kaçınılmaz olmuştur. 

Kuzey Irak’taki Kürtlerin bağımsızlık veya yarı bağımsızlık isteklerine Irak’ta ortaya çıkan konjonktürün uygun bir zemin hazırladığı söylenebilir. 

Bu nedenle 1990 yılı sonrası Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelere bakıldığında, Mayıs 1992’de ilk Kürt parlamento seçimleri yapıldığı görülecektir. İktidar mücadelesi ve Habur sınır kapısından elde edilen gelirin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık seçimlerin akabinde 1994’te Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Mesud Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) arasında bir çekişme yaşanmasına yol açmıştır. Bu rekabet neticesinde 1998 Washington Antlaşması ile Kuzey Irak yönetimi KYB ve KDP arasında paylaşılmış, Erbil ve Duhok Barzani’ye, Süleymaniye ise Talabani’nin yönetimine bırakılmıştır. Başka bir ifadeyle bölgede iki idareli Kürt yönetimi dönemi başlamıştır. 

1999 yılına gelindiğinde, Irak topraklarında yuvalanmaya başlayan PKK terör örgütüne karşı savaşması için Türkiye’den, Talabani’nin partisine (KYB) silah ve malzeme yardımı yapılmıştır. 1990’lı yıllarda Türkiye ile Kuzey Irak Kürt Yönetimi ilişkilerinde fazla problem yaşandığı söylenemez, çünkü Kürt liderler, yeni oluşmakta olan Kürt yönetiminin kalkınması için Türkiye’nin fiili yardımına ihtiyaç duymaktaydı. Ankara’nın da, PKK terör örgütünü bertaraf etme hedefinden dolayı Talabani ve Barzani’yi yaptığı yardımlarla ödüllendirdiği söylenebilir. Ancak 20 Mart 2003 tarihinde ABD’nin Irak’ı işgaliyle, Türkiye ve Iraklı Kürtlerin ilişkileri gerilmeye başlamıştır. Başta PKK terör örgütü olmak üzere, Kerkük’ün statüsü ve 
Kürtlerin Türkmenlere yönelik baskısı, yani Türkiye ile Iraklı Kürtler arasındaki sorunlar, birer birer su yüzüne çıkmaya başlamıştır. 

1. 2003 SONRASI TÜRKİYE-KÜRT YÖNETİMİ İLİŞKİLERİ 

2003 yılının Mart ayında ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle başlayan süreçte Irak’ta, terör olayları başta olmak üzere pek çok gelişme yaşanmıştır. Kuzey Irak’taki gelişmeler ve Irak’ı üçe bölme senaryoları, hem Iraklıları hem Türkiye’yi hem de diğer bölge ülkelerini derin endişeye sevk etmiştir. Bu bağlamda, ABD’nin Irak’ta desteklediği Kuzey Irak Kürt Yönetimi, tam anlamıyla Irak yönetiminde etkin bir duruma gelmiştir. İşgalin ardından Kürtler, Irak’ta yapılan üç seçim ve anayasa referandumunda büyük kazanımlar elde etmişlerdir. Böylece, Irak’ta yapılan söz konusu seçimleri boykot eden Sünni grupların yerine, güçlü bir Kürt unsuru ortaya çıkmıştır.1 

Kürtler, Irak Anayasasıyla birlikte, bir yandan Irak kaynaklarından %17’lik oranda bir pay elde ederken, diğer yandan da, Irak’ta “Kerkük Sorunu” gibi birçok soruna yol açmışlardır. Kuzey Irak Kürt Yönetimi, Kerkük’ün bir Kürt şehri olduğunu iddia ederek kendi bölgelerine bağlanmasını istemektedir. Başlangıçta Irak’taki durum Kürtlerin lehine seyretmiş, ancak daha sonra bu sürecin işlemesinin hiç de kolay olmayacağı zamanla anlaşılmıştır. Başta “Kerkük Sorunu” olmak üzere, Diyale bölgesinde Hanekin sorunu 2 ve petrol yasası sorunu 3 Kürtlerle Bağdat Hükümeti arasındaki en önemli sorunlar olarak baş göstermiştir. Başta petrol yasası 
olmak üzere, Kürtler ile Maliki hükümeti birçok meselede ters düşmüştür.4 
Bu nedenle, Irak’taki siyasi süreç ve dengeler değiştiği gibi, bölge dinamiklerinin taşları da yerinden oynamıştır. 

Bütün bu gelişmeler ışığında, Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin Saddam yönetimine ve bölge ülkelerine karşı kullandığı ‘Kürt kartının’, Irak’ın işgaliyle son bulduğu ve bunun yerine PKK terör örgütünün geçtiği söylenebilir. ABD, bu iki kartı hem Irak’taki Araplar ile Türkmenlere karşı masaya koymuş, hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerine yönelik psikolojik bir tehdit unsuru olarak kullanmıştır ve halen de kullanmaktadır. 

2. ABD SONRASI KYB VE KDP STRATEJİSİ 

2003 Irak işgalinden sonra, her iki Kürt partisi (KYB-KDP), alelacele yıllardır ayrı olan Kuzey Irak yönetimini birleştirme kararı almıştır. Talabani ve Barzani arasında “İyi İlişkiler ve Dostluk Anlaşması” imzalanmıştır. Bu ikilinin aslında bölgedeki konjonktüre göre, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığıyla hareket ederek, böylesi bir anlaşma yoluna gittiği söylenebilir. Zira Talabani ve Barzani partileri arasındaki anlaşmalara bölge halkının bile şüpheyle yaklaştığı izlenmektedir. Çünkü Irak’ın işgali sonrası gerek ülkedeki iç dinamikler, gerek komşu ülkelerden gelen tehdit algılamaları, her iki Kürt partisinin birleşmesine imkân sağlamıştır. 

Kürtlerin (Talabani ve Barzani) böylesi bir birleşmeyi gerçekleştirmesindeki en önemli etken, yıllardır ‘‘güvenli bölge’’ adı altında elde ettikleri siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel yapıyı elde tutmuş olmalarıdır.5 Eğer Irak, ABD tarafından işgal edilmeseydi, bugün Kuzey Irak’taki KYB ve KDP partilerinin birbirleriyle olan güç mücadeleleri devam ederdi. Bu nedenle, bugün KYB ve KDP arasında kurulan münasebetin yalnızca kuzey yönetimindeki iktidarı bir başkasına kaptırmama anlamına geldiği düşünülmektedir. 

Bu çerçevede Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi’nin ilişkileri değerlendirildiğinde, üç temel sorunun üzerinde durmak gerekir. 
 
2.1. PKK Terör Örgütü Sorunu 

ABD’nin Irak’ı işgal etmesi öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart tezkeresini reddetmesi Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin konumunu güçlendirmiştir. Tezkere sonrasında ABD’nin Irak’ta ve Ortadoğu’da bir numaralı müttefiki haline gelen Kürt yönetimi, bu vesileyle Irak’ta etkinliğini artırmıştır. Irak’ı işgal eden ABD, ilk önce Türkiye’ye tezkere faturasını çıkarmaya kalkışmıştır ki bu cezanın en kolay yolu PKK terör örgütünün Türkiye’ye yönelik faaliyetlerine göz yummaktır. Ardından 4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye kentinde görev yapan Türk askerlerine yönelik, ABD ve Peşmerge güçleri tarafından 11 Türk askerinin gözaltına alınması ve düzenlenen operasyon, Türk tarihine "Çuval Olayı" olarak 
geçmiştir.6 Dahası Türkiye’de meydana gelen terör saldırılarının artış göstermesi ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin tehditkâr söylemleri had safhaya varmıştır. 

Sınır komşusunda PKK terör örgütünün barınması neticesinde, Irak Türkiye için artık komşudan çok bir tehdit merkezi haline gelmiştir. 

PKK’nın Kuzey Irak’ta yuvalanması, Türkiye-Irak ilişkilerinde gerilime sebep olmuştur. ABD ve Kürtler, PKK terör örgütünü kullanarak, Türkiye’nin terörle mücadele konusuyla meşgul olmasını, Irak’ta etkisizleştirilmesini sağlamaya çalışmıştır. 

2.2. Türkmen Faktörü 

1990 yılından sonra Kuzey Irak’ta, 36. paralelin kuzeyi olarak adlandırılan güvenli bölgede, Türkiye ile ilişkiler iyi olmasına rağmen zaman zaman Türkmen parti ve kuruluşlarına KDP güçleri tarafından saldırılar düzenlenmiştir. Türkiye ise, bu saldırıları Barzani ve Talabani’yi Ankara’ya çağırarak diyalog yoluyla engellemeye çalışmıştır. Türkmenler bu dönemde gerek Türkiye-Irak, gerek Türkiye-Kürt Yönetimi ilişkilerinde önemli bir faktördür.7 Bununla birlikte Türkmenler bu özelliklerini ancak Irak’ın işgaline kadar koruyabilmiştir. 1 Şubat 2005 tarihinde dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Irak'taki herkesin Türklerin akrabası olduğunu belirtmiştir.8 ABD sonrası Irak-Türkiye münasebetlerine bakıldığında, Ankara’nın Irak’ın tümünde “akrabalık” politikası ilan etmesi Kürtleri az da olsa rahatlatmış, böylece Kürt yönetimi, Türkmenlere karşı daha baskıcı bir tavır sergilemeye başlamıştır. 

Özellikle ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte, Irak Türkmen Cephesi (ITC) karargâhının süratle Kerkük’e taşınması Türkmenlerin konumu açısından büyük bir hata teşkil etmiştir. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi ITC’nin Erbil’den taşınması, Kuzey Irak Kuzey Yönetimi’nin (KIKY) arzularından biri olarak görülebilir. Zira ITC’nin, Erbil’den taşınması demek, Türkiye’nin ve Türkmenlerin bölge üzerindeki etkisini kaybetmesi demektir. Bir diğeri ise, ITC silahlı gücü olmamasına rağmen Türkiye’nin gücünü kuzeydeki Kürtlere yansıtmaktaydı. Başka bir deyişle, ITC’nin 
Erbil’de varlığı deyim yerindeyse, Kürt yönetiminin kolunda “kelepçe” özelliğini taşımaktaydı. Ayrıca 2005 yılından bu yana, Erbil kentinde ITC tüm bina ve kuruluşlarına Barzani yönetimi tarafından el konulmuştur. Türkiye’nin, son dönemlerde Kürt yönetimiyle ilişkisinin olumlu yolda ilerlemesine rağmen KDP’nin el koyduğu ITC büroları iade edilmemiş, sadece ITC’nin Temmuz 2011 tarihinden bu yana Erbil’de faaliyet göstermesine ve yeniden büro açmasına izin verilmiştir.9 Ayrıca KYB ve KDP, ITC’ye alternatif olarak, kendi yönetimi altında Türkmen partileri kurmuş ve onları desteklemiştir. 

Irak’ta, genel olarak Türkmenlere yönelik politikalara bakıldığında, bu politikaların Türkiye-Irak ilişkileriyle bağlantılı olarak yürütüldüğü görülmektedir. Hâlbuki Türkmenler, Irak’ın üçüncü unsurudur. Bölgedeki seçimler sırasında kaydedilen verilere göre, Kuzey Irak’taki (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk vilayetleri) genel nüfusun 4 milyon 800 bin olduğu tahmin edilmektedir. Kuzeydeki Türkmen nüfusu ise, yaklaşık 450 bin civarındadır. Ancak 25 Temmuz 2009 tarihinde Kuzey Irak’taki seçimlerde Türkmenler yüzde 1,5 oy oranı elde etmişlerdir. Bu oran, yaklaşık 31 bine tekabül etmektedir.10 Bu durumun Türkmenlerin Irak’taki gerçek sayısını gizlemeye yönelik bir oyun olduğu düşünülebilir. 

Ayrıca Türkmenler, Kuzey Irak’ta Kürtlerden sonra ikinci unsur olarak bilinmekte ve Kürt yetkililer de bu gerçeği verdikleri demeçlerle kabul etmektedir. Son seçimlerde Türkmenler ITC dışında, Kürt Yönetimi Parlamentosu’na beş vekille girmiştir. Bu bağlamda seçimleri Türkmenler açısından iki noktada değerlendirmek mümkündür: Birincisi, Türkmenler, bölge yönetimi ve uluslararası topluma karşı varlıklarını resmen ispatlamıştır. Üstelik gelecekte bölgedeki yönetime talip olma hakkını da yakalamıştır. Bir diğeri ise Türkmenler, Kerkük konusunda ortak idare 
dışında hiçbir çözümün gerçekleşemeyeceğini göstermiştir. 

***

11 Şubat 2020 Salı

Yemen Krizi, Husiler ve İran-Körfez Güç Mücadelesi

Yemen Krizi, Husiler ve İran-Körfez Güç Mücadelesi




Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Yemen Krizi, Husiler ve İran-Körfez Güç Mücadelesi,


   Orta Doğu’daki dengelerin ve ilişkilerin oldukça kaygan bir zeminde gelişmesi artık bölgesel bir gerçeklik haline gelmiştir. Bir yandan Suriye’de yaşanan iç savaş ve Irak Şam İslam Devleti örgütünün Haziran 2014’ten beri Irak’ta ilerleyişi sorunu diğer yandan Yemen’de meydana gelen kriz, Orta Doğu’nun jeopolitik ve jeo-ekonomik sorunlarını yüz üstüne çıkarmaktadır. Bunun yanı sıra Irak işgalinden sonra İran’ın Şii eksenli yayılmacı ve çevreleyici politikalarının Bağdat, Şam, Beyrut ve Sanaa’daki etkisi, başta Suudi Arabistan olmak 
üzere Körfez ülkelerinde ve Arap dünyasında ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi algısına yol açmaktadır. 

    Bu sebeple Yemen’de Şii Husiler’in başkent Sanaa’yı ve ülkenin kuzeyindeki bölgeleri kontrol etmesi Orta Doğu’da bölgesel bir “ittifak kuşağı”nın ortaya çıktığını göstermektedir. 
Dolayısıyla bu çalışmada Yemen’deki kriz ışığında Orta Doğu’daki gelişmeler analiz edilmeye çalışılacaktır. 
Ayrıca İran’ın bölgesel politikaları çerçevesinde Körfez ve Arap ülkeleri koalisyonunun ne anlama geldiği incelenecek ve 28-29 Mart’ta Mısır’ın 
Şarm el-Şeyh kentinde yapılan 26. Arap Birliği Zirvesi’nde toplanan ülkelerin aldığı kararların bölgesel etkilerine değinilecektir. 

Husi Hareketi’nin Kuruluş Serüveni

Yemen’in kuzey ve güneyinin birleşmesiyle kurulan Şii Zeydi Hak Partisi’nden ayrılan Bedrettin Bin Emireddin el-Husi, Mümin Gençler (el-Şabbab el-Mümin) örgütünü 1991 yılında kurmuştur. Yemen’in başkenti Sanaa’nın kuzeyindeki Saade vilayetinde kurulan Husilere bağlı Mümin Gençler örgütü başlangıçta bir kültür platformu konumundaydı.1 

Yemen’deki Şii Zeydi mezhebinin dört ana kolu bulunmaktadır. Bunlar Haduviye, Carudiye, Salihiye ve Saleymani’dir. Husiler, Zeydilerin İran Şiiliği olarak kabul edilen On iki İmam mezhebine (Caferilik) yakın olan Carudiye mezhebine mensuptur. 

Yemenli akademisyen ve araştırmacı Dr. Ahmet Muhammed el-Dağaşi’ye göre Husilerin mensubu olduğu Carudiye düşünce ve itikadının mutedil Zeydi Şiiliğinin dışında tutulması gerekmektedir. 

Zeydiler 26 milyon olan Yemen’in nüfusun % 35-40’ını oluşturmaktadır. Husiler ise yüzde 2’lik bir orana sahiptir.2 

Mümin  Gençler olarak kurulan örgüt, Haziran 2004’te Ensarrullah silahlı milis gücüne dönüşmüştür. Eylül 2004’te Ensarullah lideri Hüseyin Bedrettin el-Husi’nin öldürülmesinin ardından küçük kardeşi Abdulmelik el-Husi örgütün lideri olmuştur. 
Ağustos 2009’da Katar’ın girişimiyle Husiler ile Ali Abdullah Salih yönetimi arasında diyalog süreci başlamıştır.3 

Fakat Husiler’in yeniden çatışmaya girmesi sebebiyle diyalog süreci başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 

Aslında Husi Hareketi’nin silahlı örgüte dönüşmesi incelendiğinde iki temel faktör ortaya çıkmaktadır. 

Bunlardan Birincisi Ali Abdullah Salih dönemindeki Yemen güvenlik güçlerinin iki yapılı bir sistemde yönetilmesidir. 

Bunlardan ilki Salih’in büyük oğlu Ahmet’e bağlı Cumhuriyet Muhafızları ordusudur. Diğeri ise, Ali Muhsin el-Ahmar’a bağlı ordudur. Her iki gücün arasında yaşanan rekabetten dolayı Ali Abdullah Salih, Husiler’i gizlice silahlandırarak el-Ahmar güçleriyle çatışmalarını sağlamıştır. 

İkinci sebep ise, İran’ın Arap Yarımadası’nda ve Aden Körfezi’nde Suudi Arabistan’a karşı Husiler’e lojistik destekte bulunmasıdır. 

Bunun yanı sıra Husiler’in silah tüccarlarından, ittifak kurdukları kabilelerden ve Yemen ordusu içerisindeki Salih yönetimine karşı olanlardan ciddi silah elde ettikleri belirtilmektedir. 
Husiler sahip olduğu bu güçle birlikte 2004 yılından 2011 yılına kadar Yemen ordusu ile yedi kez savaşmıştır. 

Yemen’deki Olaylar ve Bölgeye Etkileri

Arap ülkelerinde meydana gelen halk ayaklanmalarına paralel olarak 11 Şubat 2011 tarihinde başkent Sanaa’da halk sokağa çıkarak reform talep etmiştir. Husiler de ülkedeki halk ayaklanmalarını fırsata dönüştürerek gösterilere katılmıştır. 

Aynı yılın Haziran ayında Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’e cumhurbaşkanlığı sarayındaki camide saldırı düzenlenmiştir. Düzenlenen saldırının ardından Salih tedavi için Suudi Arabistan’a gitmiştir. Riyad’da tedavi olan Salih, Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) başlattığı Yemen Barış Planı anlaşmasını 23 Kasım 2011’de imzalamış ve görevini dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abid Rabbu Mansur Hadi›ye devretmiştir. Şu hususa dikkat çekmekte 
fayda vardır ki eğer Suudi Arabistan’ın başını çektiği KİK’in Yemen Barış Planı olmasaydı, Suriye’den önce Yemen’de Salih tarafından katliamlar ve bir iç savaşın başlaması ihtimali çok kuvvetliydi. 22 Aralık’ta Salih’ten cumhur başkanlığı görevini devralan Hadi yeni hükümetin kurulması için muhalefet ve hükümet yanlısı siyasi gruplardan oluşan bir kabine kurmuştur. Hadi’nin başkanlık ettiği Yemen’de 21 Şubat 2012 tarihinde cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Hadi tek aday olarak girmiştir. 

24 Şubat’ta Yemen Yüksek Seçim Konseyi’nin seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı açıklamada, ülkedeki seçmen sayısı toplam 10 milyon 243 bin 364’tür. Seçimde oy kullananların sayısı ise 6 milyon 660 bin 93 olarak açıklanmıştır. Seçimlere 
katılım ise yüzde 66 olarak beyan edilmişti.4 Yemen’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki yıllık geçiş süreci olarak gerçekleştirilmiştir.

Ülkedeki muhalefet Hadi’ye iki yıl içerisinde parlamento seçimi, anayasa ve seçim kanununda değişiklik yapması için ön koşul sunmuştur. Hadi’nin başkan olarak seçilmesinin ardından 2013 yılının Mart ayında Birleşmiş Milletler’in Yemen Özel Temsilcisi gözetiminde Ulusal Diyalog Konferansı başlamıştır. Konferansa Hükümet, Ayrılıkçı Güney Hareketi ve Ensarullah (Husiler) katılmış tır. Söz konusu konferanstan çıkan bildirgeye göre Yemen’in yaşadığı güvenlik sorunları, Saada sorunu, güneydeki muhalefetin talepleri ve çözüm tavsiyelerine yer verilirken Hadi’nin de geçiş sürecini tamamlamak üzere başkanlık görevini bir yıl uzatılmasına karar verilmiştir. Konferansta ayrıca silahlı kuvvetler mensupları dışında kimsenin silah taşımamasına karar verilmiştir. 

Ayrıca Yemen’in altı federal bölgeye ayrılması öngörülmüştür. 
Bunların dördü ülkenin kuzeyindeki Saba, Janad, Azal ve Tahama bölgeleridir. Diğeri ikisi ise güneydeki Aden ve Hadra bölgeleridir. Yemen’deki grupların konferansta vardıkları anlaşmaya rağmen Husiler bu süreçte Hadi’nin 
verdiği sözleri tutmadığını iddia ederek diyalog sürecinden çekilmiştir. 

Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında Yemen’de diyalog süreci devam etse dahi ülkedeki çatışmalar ve siyasi krizin sonlandırılamadığını ifade etmek mümkün dür. Zira 18 Ağustos 2014 tarihinde Husi lider Abdulmelik el-Husi Hadi yönetimini protesto etme çağrısında bulunarak ülkedeki krizi giderek tırmandırmıştır. Husi göstericiler başkent Sanaa’da hükümet binalarının bazılarını ele geçirmiştir. 2 Eylül’de Hadi başkanlık sarayında yaptığı açıklamada, 
hükümeti feshederek Husiler’in katılacağı yeni bir hükümetin kurulacağını belirtmiştir. Ancak Husi lider Abdulmelik, sivil itaatsizlik olarak nitelendirdiği eylemlerine devam edeceklerini ifade etmiştir. Husiler’in başlattığı gösteriler 
kısa sürede devlet kurumlarını kontrol altına alma eylemine dönüşmüştür. Husiler ilk önce Sanaa ile Saada arasındaki Amran vilayetini ardından da 21 Eylül 2014 tarihinde başkent Sanaa’daki hükümet binalarını işgal etmiştir. 

Daha sonra Husi Ensarullah Hareketi tarafından 17 Ocak 2015’te Ulusal Diyalog Konferansı’nın Genel Sekreteri ve Cumhurbaşkanlığı Ofisi Müdürü Ahmet Avad Bin Mübarek kaçırılmıştır. Bu durum Husiler’in Yemen’deki devlet kurumlarını 
tek tek ele geçirmeyi planladığı yönünde bir görüş ortaya çıkmasını sağlamıştır. Husiler 22 Ocak’ta cumhurbaşkanlığı sarayını ve başbakanlık konutunu abluka altına almıştır. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Hadi ve Başbakan Halid Bahah 
görevlerinden istifa ettiklerini açıklamıştır. 

Husiler 6 Şubat 2015’te ilan ettikleri Anayasa Deklarasyonuyla parlamentoyu feshederek 551 üyeli bir halk konseyi tesis ettiklerini ve bu konseyin 5 kişiden oluşan başkanlık konseyini seçeceğini açıklamıştır.5 BM Güvenlik Konseyi, 
15 Şubat’ta aldığı 2201 no’lu kararla Husilerin kurduğu yönetimi tanımadığını beyan etmiştir. Cumhurbaşkanı Hadi ise 21 Şubat’ta Husiler’in kuşattığı başkanlık sarayından kaçmayı başararak ülkenin güneyindeki Aden’e geçmiştir. 
Hadi, eski güney Yemen’in başkenti olan Aden’den istifasını geri çektiğini açıklayarak, Sanaa’nın Husiler’in işgali altında olduğunu ifade etmiştir. 
Hadi, işgal altındaki Sanaa yerine Aden’i Yemen’in geçici başkenti olduğunu ilan etmiştir. 

Öte yandan ülkedeki siyasi krizden ve oluşan güvenlik boşluğundan söz edilirken toplumsal sorunlara da bakmak gerekir. Yemen, sosyal yapı olarak kabile ve mezhebe dayalı bir demografik yapıya sahiptir. Ülkede yaklaşık 200 
kabile bulunmaktadır. Buna ilaveten Yemen halkının yüzde 54.5’i fakir, gençlerin yüzde 60’ı işsiz, erkeklerin yüzde 27.3’ü ve kadınların da ise yüzde 69.1’nin okuma-yazma bilmemektedir.6 Dolayısıyla sözü edilen etkenler değerlen dirildiğinde Yemen’in istikrarlı bir ülke haline gelmesi için siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel sorunların çözüme kavuşturulması gerektiğini söylemek mümkündür. 

Yemen’in Stratejik Önemi ve Onlu Koalisyon

Yemen’in stratejik konumuna bakıldığında kuzeyden Suudi Arabistan ve doğudan Umman ile komşudur. Yemen’in güneyinde Aden Körfezi ve Arap Denizi ile batısında ise Kızıldeniz bulunmaktadır. Ayrıca dünya petrolünün yüzde sekizi 40 kilometre genişliğindeki Babul Mendeb Boğazı’ndan deniz yoluyla geçmektedir. Babul Mendeb Kızıldeniz›i Aden Körfezi’ne bağlar. Ayrıca boğaz Hint Okyanusu ile Güneydoğu Asya’yı Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e ve Avrupa’ya bağlayan dünyanın en önemli deniz ticaret yollarından biri olarak kabul edilmektedir. Boğaz, Afrika ile Arap Yarımadası›nı birbirinden ayırmakta, kuzeydoğu kıyısında Yemen, güneybatı kıyısında ise Cibuti yer almaktadır.

Yemen’in stratejik konumu ve Suudi Arabistan-İran’ın bölgesel güç rekabeti hava operasyonlarına giden sürecin temel etkenlerindendir. Husiler’in Sanaa’yı tamamen kontrol etmesi ve güneyin başkenti kabul edilen Aden’e doğru ilerlemesi Riyad tarafından ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi olarak algılanmıştır. Aslında ABD’nin 2003 Irak işgaliyle birlikte İran’ın Bağdat, Şam ve Beyrut üzerindeki nüfuz alanının genişlemesi ve bunun Yemen’e kadar uzanması başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ve Arap ülkelerini tedirgin etmektedir. Başka bir ifadeyle Suudi Arabistan’ın güneyinde Yemen, kuzeyinde Irak ve Suriye sorunlarının yanısıra doğusunda İran’ın 5 artı 1 ülkeleriyle (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin + Almanya) nükleer müzakerelere başlaması Riyad yönetimindeki tehdit algısını tetiklemiştir. Bu sebeple Orta Doğu’da İran’ın genişleyen etkisine karşı bölgesel bir ittifaka/koalisyona ihtiyaç bulunmaktaydı. Bugüne kadar Körfez ve Arap camiasında İran’ın nüfuzuna karşı tepki genellikle siyasi ve enerji ağırlıklı ekonomik konuların dışına çıkmamıştır. Şu noktaya değinmek gerekir ki Arap ülkelerinin bir kısmında meydana gelen yönetim değişimi (Tunus, Mısır, Libya ve Yemen) ve pek çok Arap ülkesinde devam eden siyasi istikrarsızlık, Tahran’ın Orta Doğu’daki etkisini artırmıştır. Yemen ise bu noktada İran’ın bölgedeki yayılmacı siyasetinin son noktası anlamını taşımakta dır. 
Çünkü Yemen’deki Husi Hareketi’nin (Ensarullah) Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin desteklediği Hadi yönetimini âdeta devirmesi bölgesel olarak Arap ülkelerinin kısa ve orta vadede birleşmesi için bir fırsata dönüşebilir. İran’a 
karşı Arap ülkelerinin kurduğu ittifak, mezhepsel bir ayrışmaya ve kendi aralarında liderlik mücadelesine dönüşmediği takdirde Tahran’ın bölgesel nüfuzunun kırılması konusunda başarıya ulaşması kuvvetle muhtemeldir.

Yemen’deki Husiler’in ülkenin kuzeyini kontrol altına aldıktan sonra güneye ilerlemesi ve Taiz’i ele geçirmesi Suudi Arabistan’ın kaygılarını artırmıştır. 25 Mart’ta Yemen Cumhurbaşkanı Hadi’nin ülkedeki Husi işgaline yönelik dış 
müdahale çağrısının ardından 26 Mart’ta Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan Onlu Koalisyon Yemen’de “Zafer Fırtınası Operasyonu” adı altında Husiler’in kontrol ettiği stratejik bölgelere havadan saldırı düzenlemiştir. Koalisyon 
Umman dışında Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri (Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri), Arap ülkelerinden Ürdün, Fas, Mısır ve Sudan ile birlikte Pakistan da katılmıştır. Operasyonlara Suudi Arabistan 100 
savaş uçağı ve 150 bin kişilik kara ve deniz birliği, Birleşik Arap Emirlikleri 30, Kuveyt 15, Bahreyn 15, Katar 10, Ürdün 6, Fas 6, Sudan 3, Mısır Süveyş Kanalı üzerinden Aden Körfezi›ne dört savaş gemisi göndermiştir. Pakistan ise askeri destek vereceğini belirtmiştir. Ayrıca ABD, Türkiye ve Avrupa ülkeleri, Husi Hareketi’ne düzenlenen hava operasyonlarına destek verdiklerini açıklamışlardır. Bu operasyonun Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde 28-29 Mart’ta düzenlenen Arap Birliği’nin 26. zirvesinde görüşülmeden önce yapılması dikkat çekici olmuştur. Ayrıca Yemen’e düzenlenen hava operasyonu öncesinde BM Güvenlik Konseyi kararına da başvurulmadan yapılması değerlendirilmesi gereken konulardan biridir. 

Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın oluşturduğu koalisyonun hava operasyonu düzenlemesi hususunda Arap Birliği zirvesinde ve BM Güvenlik Konseyi’nde görüşülmeden yapılmasının sebepleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Arap Birliği zirvesinde görüşülmesi beklenseydi Husiler güneyin başkenti Aden’i ele geçirebilirdi. Başka bir deyişle Yemen konusunda Suudi Arabistan’ın ve diğer koalisyon üyelerinin fazla zaman kaybetmemesi gerekmekteydi. Arap 
Birliği zirvesinde böylesi bir kararın tartışılması, düzenlenen hava operasyonuyla ilgili karar çıkarılmasını oldukça zorlaştırırdı. Bu nedenle Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi, Yemen’de düzenlenen hava operasyonlarının ve 
kurulan onlu koalisyonun Arap Birliği’nden çok bir Körfez kararı olduğunu göstermeye çalışmıştır. 

2. BM Güvenlik Konseyi kararına gelince, Suudi Arabistan’ın ve diğer koalisyona katılan ülkeleri Rusya ve Çin’in veto etme riski vardır. Rusya’nın veto etme ihtimali oldukça yüksekti çünkü Yemen’deki gelişmelerin bir benzeri Ukrayna’da da yaşanmaktaydı. Keza Rusya Başkanı Putin, Yemen’e yapılan hava operasyon larını eleştirmiş ve derhal durdurulmasını istemiştir. Pekin’in ise, İran ile kurulan yakın ilişkilerden dolayı Tahran’ı rahatsız etmemek için veto hakkını kullanma olasılığı kuvvetliydi.

3. Riyad’ın Koalisyonu oluşturması konusunda Umman’ın destek vermemesi belki de en önemli detaydır. Umman’ın KİK’in üyesi olmasına rağmen kurulan koalisyona ve Yemen’deki hava operasyonlarına katılmamasının üç temel 
sebebi vardır. Bunlardan ilki Umman’ın İran ile Hürmüz Boğazı’nı paylaşmasıdır. İkincisi, İran’ın Umman’da yaklaşık % 3-4’lük Şii nüfusunun Maskat yönetimine karşı herhangi bir faaliyetinin bulunmamasıdır. Diğeri ise, Umman’ın diğer Körfez ülkeleri gibi İran’ı tehdit olarak görmemesidir. 

4. Pakistan’ın katılmasının koalisyona farklı bir boyut kazandırdığı söylenebilir. Suudi Arabistan ile Pakistan arasında stratejik ortaklık anlaşması dışında İran’a karşı nükleer silaha sahip tek Müslüman ülke özelliği de dikkat çekmektedir. 
Bu açıdan Pakistan’ın koalisyonun içinde yer alması İran’ın muhtemel bir misilleme girişimini önleyici rol oynamaktadır. Çünkü İran doğusunda Pakistan ve batısında da Körfez bölgesiyle iki cepheli güç mücadelesine girmesini zorlaştırmaktadır.

<  “ Pakistan’ın koalisyonun içinde yer alması İran’ın muhtemel bir misilleme girişimini önleyici rol oynamaktadır. Çünkü İran doğusunda Pakistan ve batısında da Körfez bölgesiyle iki cepheli güç mücadelesine girmesini zorlaştırmaktadır. “ >

Hava Operasyonlarının Bölgesel Etkisi ve Arap Zirvesi

Yemen’deki Husiler’in ilerleyişini durdurmak ve kontrol ettikleri bölgelerin yeniden alınması için başlatılan “Zafer Fırtınası” operasyonu bölgesel etkisi sebebiyle ehemmiyet arz etmektedir. Koalisyon, İran’ın bölgesel gücünü dengelemek açısından önemlidir. Ayrıca Orta Doğu’yu iki kutuba bölme riski yüksektir. ABD sonrası Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da ve Yemen’de meydana gelen Şii-Sünni geriliminin bölgesel boyutta geliştiği görülmektedir. Suudi Arabistan’ın başını çektiği Onlu Koalisyon’un bölgesel bir Şii-Sünni kutuplaşmasına zemin hazırlayan bir süreci başlattığı söylenebilir. 

Özellikle Suriye’de yaşanan iç savaşta Esed rejimine verdiği destek, Irak Şam İslam Devleti örgütünün Musul’u kontrol etmesi ve Irak’ın diğer bölgelerine ilerlemesiyle birlikte İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı 
Kasım Süleymani’nin Sünni bölgelerinde sıkça görünmesi, Lübnan’da Hizbullah’a ve Yemen’de Husiler’e destek vermesinin söz konusu koalisyonun kurulma sürecini hızlandırdığını söylemek mümkündür. Aslında İran’ın Riyad’ın kurduğu Onlu Koalisyon’unun bu kadar hızlı gelişeceğini ve buna bölgesel / küresel destek verileceğini tahmin etmediği ifade edilebilir. 

Yukarıda belirtilen tespitlerle birlikte Arap/Körfez ülkeleri açısından Onlu Koalisyon’un etkileri şu şekilde sıralanabilir:

a. Mısır Başkanı Cemal Abdülnasır’ın 1970 yılında vefatından sonra Arap dünyasında ciddi bir liderlik sorunu başlamıştır. Saddam, Hafız Esed ve Kaddafi arasında keskin bir Arap dünyası liderliği mücadelesi yaşanmıştır. Nitekim 
Irak’ın işgaliyle birlikte Saddam’ın devrilmesi, Arap Baharı ile beraber Kaddafi’nin öldürülmesi ve Mısır’ın zayıflamasının ardından Arap ülkeleri içerisinde üstü örtülü bir liderlik mücadelesi devam etmekteydi. Söz konusu mücadelenin ana 
ekseni Körfez ülkeleri ilişkilerinde belirgin bir şekilde görülmektedir. Özellikle Arap Baharı ile beraber Suudi Arabistan, 

    Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında hatırı sayılır bir bölgesel güç rekabetinden söz etmek yanlış olmayacaktır. 
Bu nedenle Yemen’deki Husiler’e karşı kurulan Onlu Koalisyon belirttiğimiz rekabetin ve Arap dünyasındaki liderlik sorununun bir parçası olarak da kabul edilebilir. Kurulan koalisyonun Yemen’in yanı sıra Suudi Arabistan’ın Arap 
dünyası liderliğine oynamasının ve bölgesel güç potansiyelini pekiştirmek istemesinin sonucu olarak da okunması gerekmektedir. Aslında İran’ın bölgedeki nüfuzunun artması Arap ülkeleri arasındaki liderlik gereksinimini artırmaktadır.

b. Onlu Koalisyon’a Suudi Arabistan öncülük etse de Arap liderlerinin kendi kamuoyundaki prestij kaybını ve özgüvenini tazelemesi anlamını da taşımakta dır. Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde düzenlenen 26. Arap Zirvesinde Suudi  Arabistan Kralı Salman Bin Abdulaziz el-Suud’un konuşması sırasında koalisyon un bir Arap kararı olduğu vurgusu dikkat çekiciydi. Dolayısıyla Onlu Koalisyon her ne kadar Yemen’deki Husiler’e ve İran’ın bölge deki nüfuzuna karşı kurulmuş olsa da Arap camiasının bölgesel siyasetini dizaynı için önemli bir fırsat olarak ortaya çıkmaktadır. Söz konusu koalisyonun üç temel özelliği vardır. 

 Birincisi İran’ın Bağdat, Şam, Beyrut ve Sanaa’daki nüfuzuna yönelik bölgesel bir Arap uyanışını çağrıştırmaktadır. 
İkincisi, Arap dünyasının bölgesel ve küresel mahfildeki bulanık politikalarının netleşmesidir. 

Diğeri ise, başta Suudi Arabistan ve Körfez/Arap ülkelerinin ABD’ye ve Batılı ülkelerin Orta Doğu bölgesindeki politikalarına güvenin azalmasıdır. Başka bir ifadeyle İran’ın bölgesel nüfuzunun önlenmesi konusunda Suudi Arabistan’ın sürekli Amerikan yönetimine şikayet ve telkinde bulunmasına rağmen herhangi bir somut adım atılmaması ve hatta tam tersi Başkan Barack Obama’nın Tahran ile nükleer müzakere masasına oturması Körfez-Amerikan ilişkilerine olumsuz yansımaktadır. 

< “ Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği koalisyonun ve Körfez/Arap dünyasına liderlik etme hedefi, kısa vadede başarılı olsa da orta ve uzun dönemde Arap ülkeleri arasında liderlik yarışına dönüşebilir.  ''  >

Bu açıdan bakıldığında Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği koalisyonun ve Körfez/Arap dünyasına liderlik etme hedefi, kısa vadede başarılı olsa da orta ve uzun dönemde Arap ülkeleri arasında liderlik yarışına dönüşebilir. Suudi Arabistan eğer Arap dünyası üzerinde kurmaya çalıştığı liderliğini ideolojik olarak pan-Arabizm veya Selefilik-Vehhabilik eksenli bir anlayış üzerinden kurmak isterse bu durum olumsuz sonuçlar doğurabilir. Örneğin Yemen’deki iç savaş derinleşebilir veya İran nüfuzunu artıracak şekilde Şii-Sünni gerilimini bölgesel anlamda tırmandırabilir. Ayrıca Arap dünyasında monarşiler ve cumhuriyetçiler şeklinde bölünmeler yaşanabilir. 

Öte yandan Şarm el-Şeyh’te düzenlenen 26. Arap Zirvesi’nde Ortak Arap Savunma Gücü’nün kurulmasının benimsenmesi Araplar açısından önemli bir adım olarak nitelenebilir. Fakat bu gücü Arapların daha çok İran’ın bölgesel 
nüfuzuna karşı kuracağı açıktır. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter’ın 1 Nisan’da yaptığı açıklamada Arap Gücü’nün kurulmasına destek vereceklerini belirtmesi söz konusu gücün İsrail’e karşı olmayacağının da bir belirtisidir. 
Arap ülkeleri İran’ın Devrim Muhafızları’na benzer bir güç kurma amaçlı bir görüntü vermektedir. Eğer böylesi bir gücün tesis edilmesi konusunda Arap ülkeleri arasında mutabakat sağlanırsa bölgesel silahlanma yarışının başlayacağını da ifade etmek mümkündür. 11 Eylül saldırıları sonrası Orta Doğu’daki yaşanan krizlerin, Arap-İsrail savaşını ikinci plana atması ve Şii-Sünni nitelikli mezhepsel bir çatışmaya dönüşmesi İsrail tehdidi algısını zayıflatmakta dır. 

<  “ 11 Eylül saldırıları sonrası Orta Doğu’daki yaşanan krizlerin, Arap-İsrail savaşını ikinci plana atması ve Şii-Sünni nitelikli mezhepsel bir çatışmaya dönüşmesi İsrail tehdidi algısını zayıflatmaktadır. “  >

ABD’nin işgali sonrasında başta Irak olmak üzere Suriye’de, Libya’da, Mısır’da ve Yemen’de düzenli orduların yerini alan devlet dışı milis güçlerinin İsrail’i rahatlattığı söylenebilir. Çünkü Orta Doğu’da İran etkisinin giderek genişlemesi 
Arap/Körfez ülkeleri için İsrail’in birincil tehdit olmaktan çıkmasına yol açmakta dır. Şu hususun altını çizmek gerekir ki Şii söylemi/projesi üzerinden Orta Doğu’ya yayılmaya çalışan İran’ın nihai hedefinin Şiilik mi, Farslık mı olduğu 
tartışılması gereken en mühim konulardan biridir. İran, Şiilik üzerinden bölgedeki etki alanını artırırken, Arap ülkeleri de Arap kimliği bağlamında bir söylem geliştirirse Yemen’de ve diğer Arap ülkelerinde orta vadede iç çatışma riski taşımaktadır. 
Dolayısıyla Yemen’deki krizle birlikte teşkil edilen Onlu Koalisyon ve Ortak Arap Savunma Gücü kurma teşebbüsü İran’a karşı bir tehdit algısı perspektifinde gelişmesi Körfez/Arap ülkeleri ilişkilerinde ciddi sorunlara yol açacağı ön görülmekte dir. Körfez İşbirliği Konseyi’nde Umman, Arap Birliği içerisinde ise Irak ve Lübnan’ın İran’a karşı ortak bir askeri güçte yer alması zor gözükmektedir. 

Sonuç ve Senaryolar

Yemen’de meydana gelen krizle birlikte Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki Onlu Koalisyon Husiler’e yönelik hava saldırılarına başlasa da öncelik ülkenin iç karışıklılığını için diyalog ve çözüm arayışı olmalıdır. Başka bir ifadeyle Yemen için çözüm yalnızca Arap ülkelerinin askeri müdahalesi olarak görülmemelidir. 
Şu noktaya vurgu yapmak gerekir ki, Husiler’in Sanaa’yı kontrol etmesi ve Ensarullah’ın silahlı mücadeleyi sürdürmesi halinde Lübnan Hizbullah’ı gibi siyasi muhatap kabul edilebilecektir. 

Dahası Husiler artık Yemen’in siyasi denklemi içerisinde önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Husiler Yemen’deki çözümün bir aktörü olarak kabul edilmezse ülkedeki olayların dönüşü olmayan bir iç savaşa ve bölünmeye doğru gideceği kuvvetle muhtemeldir. 

Bu bağlamda Yemen’de hava operasyonlarına öncülük eden Suudi Arabistan ve diğer koalisyon üyelerinin ülkede yaşanan sivil kayıplar konusunda da dikkatli olması gerekmektedir. 
Eğer koalisyon güçlerinin operasyonları neticesinde Yemen’de ortaya bir iç savaş çıkarsa veya olay bir Zeydi-Sünni çatışmasına doğru giderse Suudi Arabistan ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Körfez ülkelerinin finanse ettiği hava operasyonları Yemen’in sosyo-ekonomik yapısını tahrip etme ve toplumsal dokusunu bölme riski taşımaktadır. 
Çünkü Yemen’in alt yapısı ve gelişmişliği söz konusu savaşları kaldıracak nitelikte değildir. Zira hava operasyonlarının başlaması üzerinden az bir zaman geçmesine rağmen gıda, ilaç ve hastanelere gelen yaralardan dolayı sağlık sektörünün de yetersiz kaldığı görünmektedir. 

Bu nedenle Yemen sorunu İran’ın bölgesel nüfuzuna karşı ve Tahran ile ABD ve Batı arasındaki nükleer müzakerelerine bir tepki olarak görülse bile Arap dünyasına olumsuz yansımaları olabilir. 

Bu çerçeveden bakıldığında Irak’ın devrik lideri Saddam da İran’a savaş açarken Körfez ve Arap ülkelerinin çoğu tarafından desteklenmiş ve Humeyni rejiminin yayılmacı politikalarını önlemeye çalışmıştır. Fakat daha sonra Saddam 1990 yılında Kuveyt’i işgal ederek tüm Körfez ülkelerini karşısına almıştır. Bu nedenle Suudi Arabistan’ın Körfez/Arap dünyasındaki liderlik girişimi orta ve uzun dönemde bölgesel Arap rekabetine dönüşebilir. Dolayısıyla Yemen krizinde 
hem Körfez/Araplar hem de bölge ülkeleri dikkatli bir siyaset izlemesi gerekmektedir. Suudi Arabistan Yemen’de kara, deniz ve hava operasyonlarıyla çözüm aramaktan ziyade ülkedeki tüm taraflar arasında ateşkes ilan edilmesini; 
Sünni, Zeydi, Husi, Selefi, Vahhabi ve kabile gibi ayrışmalara gitmeden kapsamlı bir diyalog süreci başlamasını; yeni anayasa ve nezih bir seçim yapılması için girişimlerin bulunulmasını teşvik etmelidir.

Bu doğrultuda Yemen’deki beş muhtemel senaryodan bahsedilebilir. Bunlar;

1. Yemen’e yönelik Suudi Arabistan öncülüğünde başlatılan hava operasyonlarının başarısız olması durumunda Husiler’e karşı ülkede Körfez finanslı kapsamlı ve geniş bir halk ayaklanması başlayabilir. Fakat bu senaryo ülkeyi geri dönüşü zor bir iç savaşa doğru götürebilir. Bu neden Riyad’ın böyle bir senaryoyu göz alması oldukça risklidir. 

2. Yemen’de Irak ve Lübnan örneğinde olduğu gibi mezhep ve kabileye dayalı bir siyasi süreç başlayabilir. Bu yapılanmayı Körfez ülkeleri ve İran destekleyebilir. Dolayısıyla bu senaryo orta vadede başarılı olabilir.

3. Husiler, düzenlenen hava operasyonlarıyla birlikte Suudi Arabistan’a karşı olan kabileleri ve Zeydiler’in çoğunu yanına çekerek kara operasyonları başlayabilir. Bunun hem maliyeti yüksektir hem de Körfez/Arap ülkelerinin başka bir Arap ülkesini işgali anlamına gelme riski vardır. Dahası kara harekatına katılan ülkelerin verdiği askeri zayiat iç kamuoyunda ciddi tepkilere neden olabilir. Öte yandan Yemen’e olası bir kara harekâtı bölgesel ve küresel risklerin göz önünde bulundurulmasını gerektirir. Zira böyle bir harekât dünya ticaretinde stratejik bir öneme haiz Bebül Mendeb Boğazı’nın kapanmasına, dolayısıyla petrol fiyatlarının yükselmesine yol açabilir.

4. Yemen’deki gelişmelere karşı siyasi söylemler dışında adeta bekle-gör politikası izleyen İran, Bahreyn’deki Şii ayaklanmalarını tekrardan tetikleyebilir. Tahran yönetiminin Yemen’deki gelişmelerden dolayı Suudi Arabistan veya diğer Körfez ülkelerine ve Pakistan’a karşı askeri bir girişimde bulunması oldukça zor gözükmektedir. İran’ın ekonomik ve iç siyasi dengeleri Yemen’deki Husiler için Pakistan ile Suudi Arabistan’a karşı savaşa girmesine müsaade etmeyebilir.

5. Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri İran’ın bölgesel yayılmacı politikalarını önleyemezse bölgesel silahlanma ve nükleer faaliyet yarışı beklenebilir. Suudi Arabistan ve diğer Körfez/Arap ülkelerinin, İran’ın nükleer faaliyetlerinin 
kendilerine yönelik tehdit olduğu algısından dolayı nükleer santral kurma girişimlerini ön planda tutabilir.


BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. 
Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Phone: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93
© All rights reserved. No portion of this publication may be reproduced, copied, transmitted without the written permission of BILGESAM.
www.bilgesam.org

Yazar Hakkında.,

Ali SEMİN.

Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası,
Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri,
Körfez ülkeleri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir..

DİPNOTLAR;

1 Sultan el-Diyab, http://www.dd-sunnah.net/records/view/id/2418/,(Erişim:21.02.2015.)
2 Fatima el-Cenabi,  
   http://www.egynews.net/%D9%85%D9%86-%D9%87%D9%85-%D8%A7%D9%84%D8%AD%D9%88%D8%AB%D9%8A%D9%88%D9%86-
%D9%88%D9%84%D9%85%D9%86-%D9%8A%D9%86%D8%AA%D8%B3%D8%A8%D9%88%D8%A7/,(Erişim:15.03.2015.)
3 Yusuf Emiş, http://www.alrai.com/article/684138.html,(Erişim:21.03.2015.)
4 http://www.bbc.co.uk/arabic/middleeast/2012/02/120224_yemen_elex.shtml,(Erişim:15.03.2014.)
5 Mansur el-Şamari , http://www.alarabiya.net/ar/saudi-today/2014/07/27/%D9%84%D9D8%9F-.html,erişim, 1.03.2015.
6 http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews/2015/2/6/-%D8%A7%D9%84%D8%A5%D8%B9%D9%84%D8%A7%D9%86, (Erişim:25.03.2015)



***