21 Ekim 2020 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 3

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 3 


Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,

5. TÜRKİYE’NİN KÜRT AÇILIMI VE KUZEY IRAK AÇILIMI 

Türkiye’nin, ABD’nin işgalinden sonra Kuzey Irak’ı “kırmızı çizgisi” olarak tanımlaması, Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkması ve zaman zaman 
PKK terörüne karşı bölgeye karadan ve havadan askeri operasyonlar düzenlemesi, Kuzey Iraklı Kürtlerin tepki göstermesine neden olmuştur. 

Türkiye’nin gündeminde uzun süredir tartışılan Kürt açılımının (Demokratik açılım), Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne olumlu yansıması beklenirken, 6 Ekim 
2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM), Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) sınır ötesi operasyonlarına imkân tanıyan tezkerenin süresi bir yıl daha uzatılmıştır.25 Söz konusu tezkere kararı TSK’ya bir yıl süreyle Kuzey Irak’ta barınan PKK terör örgütüne karşı operasyonlarda bulunma imkânını vermiştir. PKK terör örgütü sorumlusu Murat Karayılan basına yaptığı açıklamada, TBMM’nin tezkereyi uzatmasının arkasında ABD’nin olduğunu iddia etmiştir.26 TBMM Genel Kurulu’nun, Kuzey Irak kaynaklı terör tehdidini ve saldırıları etkisiz hale getirmek amacıyla hükümete verilen operasyon yetkisini bir yıl daha uzatması Iraklı Kürtlerde de rahatsızlık meydana getirmiştir. Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin internet sayfasında, konu ile ilgili bir açıklama yapan KIKY Dış ilişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, TBMM’deki söz konusu kararın onaylanmasının, bağımsız 
bir ülkenin egemenlik haklarının ihlali olduğunu, bu kararın Türkiye hükümetinin başlattığı açılıma uygun düşmediğini ileri sürmüştür.27 
Kürtler, PKK terör örgütü konusunun diyalog yoluyla çözümlenmesinden yana olduklarını sürekli dile getirmektedirler. 

2006 yılından itibaren PKK terör örgütü ile ilgili olarak Türkiye, Irak ve ABD arasında kurulan “Üçlü Mekanizma” çerçevesinde, PKK’nın Kandil’den tasfiye edilmesine yönelik bugüne kadar herhangi bir gelişme yaşanmadığı bilinmektedir. 28 Kürt yönetimi, Türkiye’ye sürekli baskıda bulunarak Üçlü Mekanizma’ya Kürt yönetiminin katılmaması halinde bir sonuç alınmasının zor olduğunu dile getirmiştir. Daha sonra sözü edilen mekanizmanın 2009’daki Erbil toplantısına Kürt yönetiminin katılmasına Ankara yeşil ışık yakmıştır. Diğer taraftan PKK terör örgütünün Kandil’deki varlığı sürmektedir. Türkiye’nin bu yöndeki girişimlerine bakıldığında, PKK’nın Irak’ın kuzeyinden tamamen temizlenmesi için son aylarda Dışişleri ve İçişleri Bakanları düzeyinde Erbil’e önemli ziyaretlerde bulunulmuş ve KIKY ile ağırlıklı olarak bu konuda görüşülmüştür. Ancak bugüne kadar somut bir neticeye varılamamıştır. 

21 Aralık 2009 tarihinde İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın üçlü mekanizma toplantısına katılmak üzere Bağdat ve Erbil yönetimi ile temaslarının ardından, PKK’nın tasfiyesine yönelik kısa vadede bir sonuç beklenmediği yönündeki açıklaması, bu konudaki kuşkuları artırmaktadır.29 
Hem Barzani hem de Talabani, kendilerini bölge Kürtlerinin lideri olarak gördüklerinden, Mahmur ve Kandil’in PKK terör örgütü üyelerinden arındırılması durumunda Kürtler arasında güven kaybına uğrayacaklarını bildiklerinden ötürü, bu konuda oldukça hassas davranmaktadırlar. 

    Sınır ötesi operasyon tezkeresinin TBMM’den geçmesinin ardından, altı yıl aradan sonra 30 Ekim 2009 tarihinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 
ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ilk defa bakanlar düzeyinde Irak’ın kuzeyine ziyarette bulunmuşlardır. Ankara’dan Kuzey 
Irak’a yapılan bu üst düzey ziyaret, KIKY tarafından “tarihi ve önemli” olarak nitelendirilmiştir.30 Davutoğlu’nun Erbil ziyareti, “Türk Hükümeti’nin başlattığı ‘Kürt Açılımı’ kapsamındaki projelerin altında yatan temel hedefin Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimini tanımak mıdır?” sorusunu gündeme getirmiştir. 

Başka bir ifadeyle, Iraklı Kürtler Türkiye’nin Kuzey Irak’a mı, yoksa kendi Kürt vatandaşlarına mı açıldığı sorusunu sormaya başlamıştır. Çünkü Kürt liderler Türkiye’nin Kürtlere yönelik herhangi bir projeyi uygulamaya koyarken, bunun kendileriyle koordine içerisinde yürütülmesini arzu etmektedirler. Dolayısıyla Türkiye’nin, Kürt Açılımı bağlamında yaptığı tüm girişimlerde Kürt yönetimini de hesaba kattığı ve Kuzey Irak’a gönderdiği üst düzey heyetlerle de bunu göstermek istediği söylenebilir. 

Bu arada dikkatlerden kaçmayan önemli bir hususa da değinmekte fayda vardır. Kapatılan Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) mensup grubun, Kürt açılımı projesinin başarılı olması için sürekli olarak Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini savunmalarına karşın, ne Mesud Barzani ne de Celal Talabani’den, Kürt açılımı konusunda Öcalan’ın dikkate alınmasına yönelik bir talep gelmemiştir. Bu da, Kürt liderlerin Türkiye’nin hassas olduğu konulara karışmaktan kaçındıklarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. 

Kürt açılımı ile birlikte Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesinin ilk adımı olması bakımından önemli bir gösterge de, 2009 Haziran ayında Kürt yönetiminin Erbil’den çıkardığı petrolü, Kerkük-Ceyhan (Kerkük-Yumurtalık) petrol boru hattı aracılığıyla Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ihraç etmeye başlamasıdır.31 Bütün bu gelişmeler ışığında, Türkiye’nin Kürt yönetimi ile ilgili yeni politikasının Kuzey Iraklı Kürtler tarafından hem şaşkınlıkla hem de memnuniyetle karşılandığı söylenebilir. 

Türkiye bu dönemde Kuzey Irak ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda temkinli davranarak Türk kamuoyunun tepkisini çekmeden bir dizi adım atmıştır. Bölgeye Mart 2008 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın Irak Özel Temsilcisi’nin gönderilmesi ve Türkiye’nin hâlihazırdaki Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik’in Selahattin kentinde Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile ilk görüşmeyi yapması Ankara-Erbil ilişkilerinde 2011 yılında gelinen noktanın temel taşlarını oluşturmuş tur. Ardından bakanlar düzeyinde (Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İçişleri eski Bakanı Beşir Atalay, Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Milli Eğitim eski Bakanı Nimet Çubukçu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek) ziyaretler başlatılmış ve Erbil’de konsolosluk açılmıştır.32 Bu gelişmeleri takiben 28-29 Mart 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Irak ziyareti kapsamında Erbil’i de ziyaret etmiştir. 

5.1. Türkiye’nin Kuzey Irak’la İlişkilerinde Dikkate Alması Gereken Konular 

Ankara’nın, Kuzey Irak’a yönelik politikaları, özellikle “Kürt Sorunu” ile ilgili attığıadımlar, Irak’lı Kürtler tarafından olumlu karşılanabilir. Ancak Türkiye’nin “Kerkük Sorunu” konusundaki hassasiyetine karşı, Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ve diğer Kürt yetkililerin, bu sorunun çözümü için herhangi olumlu bir adım attığı söylenemez. Kerkük’ün kuzeye bağlanması konusunda, Kürt Yönetimi Başkanı Barzani eski tutumunu sürdürmektedir. Türkiye, Kuzey Irak ile ilişkilerinde Kerkük konusunu sürekli dikkate almalıdır. 

Türkiye, PKK terör örgütü ile ilgili sorunları sadece Kürt yönetimiyle çözeceğini düşünmemelidir. PKK konusunda Kürt yönetimi, Türkiye’ye karşı gerçekleştirilen terör faaliyetlerini sadece bir ölçüde azaltabilir. Barzani ve Talabani’den, bunun dışında ciddi bir yaklaşım beklemek pek de gerçekçi olmayabilir. Bu nedenle, PKK ile mücadelede bölgede örgütle ilişkili ayrılıkçı unsurların bulunduğu, Irak, İran ve Suriye ile işbirliğine gidilmeli ve ortak harekât imkânları geliştirmelidir. 

Türkiye açısından Kuzey Irak bağlamında iki mühim mesele vardır: 

Birincisi, PKK terör örgütü sorununun bertaraf edilmesi konusudur. 
İkincisi ise Kuzey Irak’la yapılan dış ticarettir. 

Erbil, Türkiye ekonomisi için önemli bir pazar haline gelmiştir. Kuzey Irak’ta son yıllarda inşa edilen konutların, restoranların, alışveriş merkezlerinin ve otellerin büyük çoğunluğu Türk inşaat şirketleri tarafından yapılmıştır. 2010 dış ticaret verilerine göre, Türkiye ve Kuzey Irak (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk) arasındaki ticaret hacmi 5,2 milyar dolardır. 2003-2010 arası Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren  Türk şirketlerin sayısı tahminlere göre 450’dir. Bu şirketler bünyesinde bölgede 15 bin Türk vatandaşı çalışmaktadır.33 

Bu çerçevede ortaya çıkan gelişmeler değerlendirildiğinde; Ankara’nın “Kürt açılımı” konusundaki arayışlarına olumlu bir cevap beklenirken, birdenbire ülkede meydana gelen terör olaylarının, bu sürecin tıkanmasına neden olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kürt yönetimi, Kürt açılımıyla ilgili Türkiye’nin kısa zamanda somut adımlar atmasını beklemiştir. Ancak Türkiye’nin güneydoğusundaki olaylar, Türk hükümetinin açılıma yönelik herhangi bir adım atmasına imkân vermemiştir. DTP kadrosunun (BDP-Barış ve Demokrasi Partisi) devamlı PKK terör örgütünü savunması, gerek partililerin, gerekse Türk hükümetinin Kürt vatandaşlarıyla ilgili projelerine zarar vermekten başka bir katkısı olmamıştır. Aslında DTP’nin kuruluş 
amacının ne olduğu ve neyi savunduğu konusunda bilinçli davrandığını söylemek de mümkün değildir. 
 
15 Eylül 2009 tarihinde DTP Başkanı Ahmet Türk, beraberindeki bir heyetle Kürt yönetimini ziyaret etmiş, Ankara’nın başlattığı Kürt açılımını Kuzey Irak Kürt yönetimi ile görüşmüştür.34 Söz konusu heyet, Kuzey Irak ziyareti sırasında Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile görüşmesine rağmen Kürt liderler tarafından ziyaretle ilgili açıklama yapılmaması, Kürt açılımı konusunun Kuzey Irak Kürt basınında fazla yer almaması dikkatlerden kaçmamıştır. 

    6. IRAKLI KÜRTLERİN DTP’NİN KAPATILMASINA BAKIŞI 

DTP hakkında Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kapatma kararının üzerine, 15 Aralık 2009 tarihinde Erbil’de bir grup Iraklı Kürt, Kürt Yönetimi Parlamentosu’nun önünde toplanarak, söz konusu kararı protesto etmiştir. 

Bu karar, Kuzey Iraklı yöneticiler, gazeteciler ve akademisyenler arasında farklı şekillerde yorumlanmıştır:35 

   Birincisi, Kürt yöneticiler kapatma kararının Türk hükümetinin başlattığı Kürt açılımına zarar vereceği yönünde açıklamalarda bulunmuş, açılım sürecinin tehlikeye gireceğini savunmuştur. 

Çünkü Kürt yetkililer, böylesi kritik bir kararın Anayasa Mahkemesi’nden çıkmayacağı kanısındaydı. 
   İkincisi, DTP’nin kapatma kararı önemli haber olarak, hem görsel hem de yazılı Kürt basınında geniş yer almıştır. Kuzey Irak yerel basınında 
çıkan haberlerde, DTP’nin kapatılmasının Türkiye’de şiddet ve kaosu artıracağına vurgu yapılmıştır. 
   Üçüncüsü ise, Iraklı Kürt akademisyenlerin kapatma olayına daha objektif baktığı söylenebilir. 

24 Aralık 2009 tarihinde PKK terör örgütünün Kuzey Irak’taki Mahmur kampına giden DTP milletvekillerinin de katılımıyla Erbil Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından konu ile ilgili bir toplantı düzenlenmiştir. Toplantıda Selahattin Üniversitesi öğretim üyesi Hemin Mirani’nin, 

  “Siz kendi iradenizi neden ortaya koyamıyorsunuz? Neden kendi iradenizle hareket etmiyorsunuz?” eleştirisi, 36 DTP’nin PKK’ya yakın durmasının, 
olaya gerçekçi yaklaşan Iraklı Kürtleri de rahatsız ettiğini göstermektedir. 
Bütün bu tepkiler, DTP’nin, Kuzey Irak Kürtlerinin isteği dışında ve PKK eğilimli olarak hareket etmesinin tasvip edilmediğine işaret etmektedir. 

Başka bir deyişle, DTP’nin kapatılması Barzani ve Talabani’nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirme konusundaki endişelerini beraberinde gidermiştir. 
Çünkü her iki Kürt lider, DTP’nin PKK yanlısı gidişatının kendilerine zarar vereceğinden kuşkulanmaktaydı. Ayrıca KYB ve KDP (Talabani ve Barzani), bölgede partilerine karşı rakip olarak herhangi bir Kürt partisinin çıkmasını istemedikleri görüntüsünü vermektedirler. Bu açıdan bakıldığında eski DTP’lilerin, Kuzey Irak’a yaptığı ziyaretlerde, Kürt liderlerden destek aldıkları yönünde bir görünüm sergileseler de, aslında Kürt yönetiminin mümkün olduğu kadar mesafeli durduğu bir gerçektir. Artık Iraklı Kürtlerin farkına vardıkları önemli hususlardan birisi, Türkiye ile kurulacak iyi ilişkilerin kendi bölgeleri bakımından hayati bir mesele olmasıdır. 

7. KÜRT YÖNETİMİ’NİN TÜRKİYE’DEN BEKLENTİLERİ 

Kürtlerin, Ortadoğu bölgesindeki ülkelere yönelik değişik beklentileri vardır; fakat gerek jeopolitik ve stratejik konumu gereği, gerekse bölgedeki etkisi bakımından Türkiye, Iraklı Kürtler için daha da önemlidir. Türkiye’nin önemi ve Kürtlerin beklentileri üç maddede sıralanabilir. 

Türkiye, Kürt yönetiminin Avrupa ve Karadeniz’e ulaşabilmesini sağlayan bir köprü konumundadır. Kürtlerin, para kaynağı olan Habur sınır kapısı günümüze değin Kürt yönetimini ayakta tutan, besleyen ve bölgeyi geliştiren tek kapıdır. 

Bu nedenle, Kürt yönetiminin hayatta kalması bakımından, Türkiye ile iyi ilişkiler kurması bir ihtiyaç ve zorunluluktur. Başka bir ifadeyle, Türkiye bölgedeki Kürtlerin can damarıdır. Kürt yönetimi, ilk olarak 2005 yılında Norveçli bir petrol şirketi aracılığıyla Zaho ve kuzeydeki diğer bölgelerde çıkardığı petrollerin yurtdışına sevkini ve satışını, sadece Türkiye üzerinden yapabilmektedir.37 
   Bu sebeple Kürtlerin, Türkiye ile iyi ilişki kurma amaçlarından birinin bu beklentiyi hayata geçirmek olduğu söylenebilir. 
Kuzey Iraklı Kürtlerin, Türkiye’den belki de en önemli beklentisi, Ankara’nın Kürt yönetimini tanımasıdır. 
Aksi takdirde ABD sonrası Irak’ta, söz konusu bölgede İran ve Araplar arasında sıkışıp kalacaklardır. Böyle bir durumda deyim yerindeyse, Kürtler için Kuzey Irak penceresiz eve benzeyecektir. 

Genel bir değerlendirme yapıldığında ABD’nin, Irak’ı işgalinden sonra Kürt yönetimi, tam manasıyla Irak’ta ve bölgede Washington’un “stratejik ortağı” konumuna gelmiştir. Bu sebeple Washington, Saddam iktidarını devirdikten sonra bölgede ABD, İsrail ve Iraklı Kürtlerden oluşan bir “Güven Üçgeni” oluşturmuştur. Washington bu amaçla Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani’yi dolaylı olarak da PKK terör örgütünü desteklemeye başlamıştır. Çünkü Amerikan yönetiminin PKK konusuna, sadece Türkiye açısından bakmadığı açıkça ortadadır. İran’daki PJAK’ı hesaba katmakta yarar vardır. Dolayısıyla ABD, Irak’taki durumu kendi lehine değerlendirmek için Türkiye ve İran’a karşı bir baskı oluşturmaya çalışmaktadır. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder