10 Ekim 2020 Cumartesi

Ziya Gökalp ve Türkçülük Üzerine Bazı Değerlendirmeler. BÖLÜM 2

Ziya Gökalp ve Türkçülük Üzerine Bazı Değerlendirmeler. BÖLÜM 2 


    Osmanlı’da on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında millî bir dilin oluşturulması ihtiyacı folklorun başlangıcını oluşturur. Folklor hareketleri ile milliyetçilik arasında sıkı bir ilişki mevcuttur. Osmanlı aydınları ve yazarları tarafından kullanılan dil, Arapça ile Farsçanın gramer kurallarından ve kelime hazinelerinden oluşmakta idi. Bu durum öyle bir seviyeye ulaşmıştı ki Osmanlı halkı kanun dilini, resmi yazışma dilini ve edebiyat dilini anlamıyordu. 

Tanzimat yazarları, yabancı etkilerle kirletilmemiş, saf Türkçe olan halkın dilini kullanarak bir edebiyat yaratmak için halk bilimi ve halk edebiyatı ile ilgilendiler. Şinasi (1826-71) 

İstanbul’da oldukça basit bir dil kullanarak 1859’da bir tiyatro oyunu yazar, sonra da dört bin ata sözünden oluşan bir derleme yayınlar. Ziya Paşa (1829-80) gerçek dilimiz ve edebiyatımızın halkın arasında yaşamakta olan dil olduğunu, milli şiirimiz ve nazımlarımızın hala ozanlar ve halk arasında canlı bulunduğunu ifade eder. Pek çok şair, romancı, oyun yazarı 1860 ile 1900 yılları arasındaki bu akımda yer aldılar. Hüseyin Rahmi (1864-1944) romanlarını popülerleştirmek için geleneksel hikâye anlatıcılarından yararlandı. 1839’da ilan edilen Tanzimat reformları Osmanlı edebiyatında fonksiyonel bir değişimi başlattı. Fransa başta olmak üzere, Batı ile sıkı ilişkiler içerisinde olan ve Avrupa’nın ekonomik, sosyal ve eğitim kurumlarını örnek alan yeni nesil Osmanlı yazarı, gelişmede edebiyatın önemli bir rol oynadığını fark ettiler. Onlar Türkiye’ye geri döndüler ve topluma bir mesaj aktaran dergileri, oyunları, kısa hikâyeleri ve romanları topluma tanıttılar. Yeni nesil yazarlar sosyal ve politik değişimleri gerçekleştirmek maksadıyla yeni türler kullandılar. Ancak buna rağmen insanları edebiyat yolu ile etkilemede sınırlı bir başarıya ulaştılar. Yazdıklarının dilini anlayabilen sadece küçük bir kitle vardı. Ahmet Mithat Efendi insanlara ahlakî değerleri öğretmek için kısa hikâyeler meydana getirdi. Abdülhak Hamid (1851-1937) oyunlarından birini atasözleri ve yerel ifadeler ile doldurdu. Yüzyılın başında milli duyguları ifade eden temaları işleyen ve halk şiirinin ölçü sistemini yoğun bir şekilde kullanan Mehmet Emin (1869-1944) millî şair unvanını kazandı (Başgöz, 2011: 1536). 

Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkışında, folklora karşı aydınların tutumlarındaki yeni dönem, belirleyici olmuştur. Avrupa’nın on dokuzuncu yüzyıl tarihini sallamış olan milliyetçilik, Türkiye’de I. Dünya Savaşı’na kadar önemli bir güç olamamıştır. Bu gecikmede, imparatorluğun heterojen yapısı önemli bir rol oynamıştır. Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar ve Araplar gibi azınlıklar arasında bir millî bilincin oluşması, İmparatorluğu yıkacak olan bağımsızlık hareketlerini hızlandırdı. 

Bu nedenle milliyetçiliğe kuvvetle karşı konuldu. Sultanlar ve münevverler sınıfı, İmparatorluğu bir millî Türk devleti haline getirme ve bir millî ruh yaratma imkânlarına sahip olmalarına karşın, kendilerini Müslüman ve Osmanlı olarak tanımladılar. Onlar, kendilerine Türkler denildiği zaman bir endişe hissettiler. Onlar için Türk, sadece eğitimsiz şehir halkını ve cahil köylüleri ifade etmekteydi  (Başgöz, 2011: 1537). Avrupa’da İslam öncesi Türk tarihi ve dili hakkındaki çalışmalar, Osmanlı İmparatorluğu azınlıkları arasındaki milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri, 1908 reformunun başarısızlığı, Osmanlı birliği için yapılan son bir çağrı ve Alman emperyalizminin etkileri gibi bütün bu gelişmeler Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında katkıları olmuştur. 

1. Millî Edebiyat Dönemi Türkçülük/Milliyetçilik Hareketlerinin Kısa Bir Tarihçesi  Millî Edebiyat dönemi, 1908’de Meşrutiyet’in ilanı ile zemini oluşturulmuş,1923’te  Cumhuriyet’in ilanına kadar devam etmiştir. Türk milliyetçiliği bu dönemi şekillendiren temel düşünce akımıdır. Türkçülük siyasal ve sosyal alanda ulusallaşmayı hedef alarak, her türlü yabancı tesiri reddeder. Bu dönemde Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğinin itici gücü olarak görülür. Osmanlı aydınları da Balkan savaşları sonrasında azınlıkların ayaklanmalarına karşı bir tepki olarak Türk milliyetçiliğini benimsemişlerdir. 

Dönemin Türk milliyetçiliğinin öncüleri olarak Ali Suavi, Ahmet Vefik Paşa ve Süleyman Hüsnü gösterilebilir. Türk milliyetçiliği bu dönemde henüz doğuş sürecindedir. Türk milliyetçiliğinin çalışmaları, Türk tarihine ışık tutmuş ve “kaba, cahil, göçebe” gibi tanımlamalara maruz kalan “Türk” kavramı, bir millet adı olarak tekrar anılmaya başlanmıştır. 1911 yılında “Genç Kalemler” Dergisi etrafında toplanan aydınlar Türk milliyetçiliğinin edebî cephesini oluşturur. Türk millî edebiyatının kurulmasının gerekliliği ilk kez bu dergide dile getirilir. 

Bu hareketin amacı millî bir lisan, millî bir edebiyat vücuda getirmektir. Genç Kalemler, millî bir edebiyatın ancak millî bir dil ile mümkün olabileceğini  savunurlar. 

Bunu gerçekleştirmek için Türkçenin sadeleştirilmesi çalışmalarına önem verirler ve yazı dilinde İstanbul Türkçesinin kullanılmasını önerirler. “Genç Kalemler” dergisi önceleri Ömer Seyfettin ile Ali Canip Yöntem’in çabalarıyla çıkar. Yenileşme ile ilgili görüş ve fikirleri topluma ulaştırmak için halk dilini bir araç olarak kullanır. Yazılarında halk lisanını kullanmalarına rağmen halkın edebî mahsullerine şekil ve içerik bakımından ilgi göstermezler. Bu durum, Ziya Gökalp ile birlikte farklı bir boyut kazanır. Ziya Gökalp, yeni ve modern bir cemiyetin felsefî ve sosyolojik boyutunu şekillendirir (Akyüz, 2015: 19-20). 

Dârülfünûn’da Hikmet-i Tarih müderrisi Ahmet Vefik Paşa, ilmî Türkçülüğün önemli simalarından biridir. Ahmet Vefik Paşa Türkçülüğün ilk esaslarını kurarken, Süleyman Paşa da Türkçülüğü askerî mekteplere sokmaya çalışır. Süleyman Paşa, mekteplerimizde okunacak Türkçülük ideolojisine uygun ilk tarih kitabını da kendisi hazırlar. Türkçülüğün ilk babaları Ahmet Vefik Paşa ile Süleyman Paşa’dır. Bu arada Rusya’da Mirza Fethali Ahundof ile Gaspıralı İsmail gibi iki büyük Türkçü yetişiyordu. Gaspıralı İsmail’ın “Dilde, fikirde ve işte birlik” şiarı tüm Türk dünyasında kabul görmüştür. Hüseyinzade Ali Bey, Rusya’dan İstanbul’a gelerek Tıbbiye’de Türkçülüğün esaslarını anlatmaya başlar. 

Yunan Harbi başladığı dönemde Mehmet Emin Bey, “Ben bir Türküm dinim cinsim uludur”  mısrasıyla başlayan ünlü şiirini kaleme alır. 

Necip Asım Bey, Leon Cahun’un “Asya Tarihine Medhal” adlı kitabını birçok ilavelerle beraber Türklere ait kısmını Türkçeye nakleder. 

Bu kitap Türkçülüğe dair her tarafta büyük temayüller uyandırır. 

Ahmet Cevdet Bey, “İkdam” gazetesini Türkçülüğün bir organı haline getirir. Bu arada Akçuralı Yusuf Bey ile Ferid Bey Türk birliğini savunan yazılar kaleme alırlar. Ahmet Hikmet Bey, Halide Edip, Hamdullah Suphi, Köprülüzade Fuad Türkçülük hareketinin önemli savunucularından bazılarıdır (Gökalp, 2007: 175-180). 

“Türkçü olarak adlandırabileceğimiz grup, çalışmalarını Türk tarihi, mitolojisi ve kültürü alanında yoğunlaştırdılar” (Bayat, 2007: 28). Türk folklor ve tarihini bir bütünlük içinde öğrenmeye çalışan bilim adamlarından biri de Ziya Gökalp’tır. Gökalp yenileşme yanlısı diğer aydınların aksine sadece halk lisanına değil halk edebiyatı ve kültürüne de yönelir. 

Bu dönemde aydınlar, halkın anlamakta güçlük çektiği Arap ve Fars tesirinden uzak, sade Türkçe eserler vermeye çalışırlar. Ancak Batı tesirinde eserler vermelerinden dolayı yine toplumun asıl kaynaklarına uzak bir görünüm arz ederler. Gökalp, halktan uzaklaşan edebiyatın yönünü, orijinal bir karakter kazanabilmesi için tekrar halka döndürmek gerektiğini belirtir. Gökalp, Batı medeniyetinden de yararlanılabileceğini düşünür. Klasik Batı eserlerinin Türkçeye çevrilmesi gerektiğini vurgular. 

Edebiyatın millîleştirilmesi nin yolu halk edebiyatından daha sonra Batı edebiyatından geçmektedir. 

Toplumun temel gücü olan halkı ihmal etmeden bir yenilik planlanmak gereklidir. Bu bağlamda, dildeki Türkleşme ancak halkın konuştuğu sade dilin yazı dili haline getirilmesiyle gerçekleşecektir. Gökalp’a göre dil, milliyetçiliğin en önemli unsurlarından ve millî kimliğin temel dayanağıdır. Dil alanındaki egemenlik siyasal egemenliğin de ön şartıdır. Her alanda olduğu gibi dilde de Türkleşmek gerekir. Gökalp’a göre, asıl deha da halktadır. Bu düşünceden olmak üzere Gökalp, hemen hemen bütün şiirlerini - hatta mensur eserlerini- halk edebiyatı tesiriyle oluşturmuştur. Şiirlerinden Altın Destan, Ergenekon, Esnaf Destanı, Balkanlar Destanı, Kızıl Destan isimleri hem bir ideolojiye hem bir geleneğe  işaret eder. 

Burada yer alan ideoloji Turan ideolojisidir. Gökalp, destan metinlerine millî  meseleler ile ilgili görüşlerini yansıtmıştır. Destanların isminde dahi bu ideolojinin izlerini görülür. Türklerin tam bir devlet halinde olduğu, bütün hanların, İlhan yönetiminde birleştiği zamanı “Altın Devir” olarak adlandırır. Oğuz’un cihan hâkimiyeti mefkûresi Gökalp’ta “Turan” ideolojisine dönüşmüştür. 

Gökalp’ın, destan metinlerinde kullandığı “Turan”, bir ütopya gibi onu sürekli heyecanlandıracak uzak bir mefkûredir ve gerçeklik sahasında yalnız “Türkiyecilik” vardır. Her ne kadar yeni olarak adlandırılsa da Gökalp, geçmişten bugüne kültürel aktarım yolu ile getirilen halkın edebî yaratmalarını, bu eski geleneği sürdürmeyi  tercih eder. O, geleneksel olanı modern düzleme taşır. Şiirlerinde “Turan” idealini, topluma millî heyecan vermek amacıyla kullanan Gökalp, gerçeklik sahasında asıl ideolojisinin Türkiyecilik olduğunu vurgular. Türkçülüğün en gür ve güçlü manzumelerini de bu amaçla yazar (Akyüz, 2015: 21-22). 

Türk millî kültürü geçmişte Osmanlı devlet sisteminin dışında kalan etnik kimliklerle, dinlerle ve dillerle uyuşmazlık içerisindeydi. Türk millî kültürü düşüncesi artık zihinlerdeki bir hayal değildi. Türk millî kültürü düşüncesi, bir devlet politikası haline geldi. Yeni dönemin milliyetçi liderleri, İmparatorluğun politik yapısını değiştirmek, zihinlerde ve geleneklerde olduğu gibi eğitimde ve yasal sistemde de modernizasyonları gerçekleştirmek için 1923-30 arası boyunca kapsamlı bir reform programını uygulamaya başladılar. Saltanat ve halifelik kaldırıldı, yeni cumhuriyet ilan edildi. Avrupa’nın hukukî düzeni getirildi. Roma (Latin) alfabesi benimsenmiş ve Arap alfabesinin kullanımı yasaklanmıştır. Osmanlı entellektüelleri tarafından yok sayılmış ve ihmal edilmiş olan ozanlar, kültür kahramanları haline geldi. Yeni liderleri, yeni değişimleri düşlediler. Türkleri bir arada tutmak için şerefli bir geçmişten gelen millî bir şuur duygusu olmadıkça başarılı olamayacaktı. Herkes tarafından anlaşılabilecek olan ortak bir dilin vasıtasıyla yeni bir millî kültür meydana getirildi. Türk Dil Kurumu, yabancı sözcüklerden dili arındırmak göreviyle 1932 tarihinde kuruldu. Dünya medeniyetine Türklerin katkılarını keşfetmek, Asya dönemi boyunca Türklerin şerefli rollerini ortaya çıkarmak için Türk Tarih Kurumu kuruldu. Folklor alanındaki bilimsel aktiviteler, Fuad Köprülü’nün başkanlığı altında İstanbul Üniversitesinde   1924 yılında Türkoloji Enstitüsünün kurulmasıyla başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yirmi yılı boyunca Fuad Köprülü, folklor çalışmalarına diğer bütün bilim adamlarından daha çok katkıda bulunmuştur. Bir tarihçi olmasına rağmen o, Türk folkloru ile ilgili makaleler ve kitaplar yayınlamıştır. Ziya Gökalp’ın bir arkadaşı olarak Köprülü, milliyetçi prensiplerini takip etmiş ve onları edebiyat, tarih ve folklor çalışmalarına uygulamıştır. Çalışmalarının bilimsel liyakatinin yanında okuyucu onu ideolojik niteliğinden dolayı kolaylıkla tanıyacaktır (Başgöz, 2011: 1539-1540). 

Gökalp’a kadar, halk bilimi malzemelerinin nasıl derleneceği ve derlenen malzemeyle ilgili nasıl bir çalışma yapılacağı konusu ile ilgili bir çalışma görülmemektedir. Gökalp, Türk halk bilimi çalışmalarının yöntemli olarak yapılması gerektiğine dikkat çeken ilk Türk aydınlarındandır. Çalışmalarıyla kendinden sonraki halk bilimi çalışmalarında bir öncü olmuştur. “Ziya Gökalp, Türk milliyetçisidir. Kurulacak yeni Türk devletinin sosyal ve kültürel yapısının ancak halka doğru inerek ve halka ait malzemelerin derlenip değerlendirilmesiyle ortak bir kültüre ve geçmişe sahip olabileceğini öngörmüş ve bu düşünce temelinde folklor çalışmalarını yürütmüştür” (Nazlı Özyurt, 2008: 109). Ziya Gökalp’ın yaptığı çalışmalar Türk kültürü ve Türk halk bilimi çalışmalarında önemli bir yer tutmaktadır. Onun çalışmalarının etkileri ve yöntemleri günümüze kadar ulaşmış, onun izinde yürüyen birçok halk bilimci yetişmiştir. 

3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder