10 Ekim 2020 Cumartesi

ARAP BAHARI ABD HEGEMONİK PROJESİMİDİR. BÖLÜM 1

ARAP BAHARI ABD HEGEMONİK PROJESİMİDİR., BÖLÜM 1



Arap Baharı, ABD, Hegemonik Projesi,Mustafa Kutlay,Osman Bahadır Dinçer,


Arap Baharı, ABD'nin Hegemonik Projesi" midir?

('Türkiye Günlüğü Özel Sayısına Bir Zeyl)

Mustafa Kutlay * -

Osman Bahadır Dinçer **

*Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK)nda, Politik Ekonomi Uzmanı.

**Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK)nda, Ortadoğu Uzmanı.

     2010'un son günlerinde Tunus'ta kendini ateşe veren Muhammed Buazizi, büyük ihtimalle farkında olmadan milyonları çekim alanına sokacak bir başkaldırı dalgasının fitilini de ateşlemiş oldu. Tunus halkının isyan bayrağını çekmesinin üzerinden uzun bir süre geçmeden, diktatör Zeynel Abidin Bin Ali ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Hemen akabinde, Mısır'ı 1981'den bu yana demir yumrukla yöneten Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, koltuğundan  ayrılmaya mecbur bırakıldı. Kadim Mısır halkı, tarihi bir dayanışma örneği göstererek Mısırlı diktatöre karşı ayaklanmış ve "hesapta olmayan" bir başarı göstermişti.1 Ardından Libya ve Suriye'de kanlı bir mecraya evrilen protesto gösterileri, Ortadoğu jeopolitiğini büyük ölçüde değiştirecek domino etkisinin işlemeye başladığının işaretçisiydi.2 

Bu nedenledir ki Tunus halkının sürecin başında attığı mütereddit adımlar, Suriye örneğinde her türlü kanlı karşı-dalgaya rağmen yılmayan, kararlı bir duruşa evrildi. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, kimi rakamlara göre 2.600 kimilerine göre ise 5.000'e yakın insanın ölümüne neden olsa da, Suriye halkı "surda mukaddes bir gedik açmış" ve "korku duvarını" çoktan aşmış durumda.3

      Arap coğrafyasında yaşanan bu tektonik kaymalar, bölge çalışmalarına ilişkin hâlihazırdaki teorik ve metodolojik birikimin de gözden geçirilmesi zorunluluğunu ortaya çıkardı. Esasında, Ortadoğu üzerine çalışan uzmanlar yıllardır garip bir " Epistemolojik ikilem" içine hapsolmuştu. Bir taraftan bölgede hüküm süren baskı, sansür, açlık, eşitsizlik ve ahbap-çavuş kapitalizmine yol veren kurumsallaşmış yolsuzluk, bu coğrafyada her an her şeyin olabileceği yönünde bir çıkarım yapmayı gerektiriyordu. Diğer taraftan ise, her şeye rağmen, katı diktatörlükler ve onların sırtını yasladığı müstebit rejimler bir şekilde hayatiyetini devam ettirmeyi başarıyordu.4 

   Bu açıdan birinci dinamiğe bakan bölge uzmanları, "Ortadoğu'da rejim değişikliğinin kaçınılmaz olduğunu" salık veriyor; ancak aynı analistler diğer taraftan da "statükonun gücünü küçümsememek gerektiğini" telkin ediyorlardı.5 Dolayısıyla, son dönemde yaşanan halk ayaklanmaları, konunun uzmanlarını büyük  bir boşluk ve yönsüzlük duygusuna hapsetti. Her ne kadar halkın mobilize olarak sonuç elde etmesi, sadece Batılı sosyal hareketlere ait bir keyfiyetmiş gibi anlatılagelse de, son dönemde bunun Batı'ya özgü bir durum olmadığı yapılan bilimsel çalışmalarla da desteklenmiştir.6

   Özellikle son bir yıldır yaşananlar, sosyal hareketlerin oluşması için gereken birçok şartın bu bölgede de olgunlaştığını gösteriyor. 

  Her şeyden önce içinde yaşadığı siyasi, ekonomik ve sosyal çevreyi iyileştirmek adına geçerli nedenlere sahip insanların mobilize olmasını mümkün kılan gerekli motivasyon sağlanılmıştır. Sistem düzeyinde kendilerine fırsatlar sunulduğunda ve gerekli şartlar sağlandığında Arapların da diğer bütün rasyonel milletler gibi kolektif eylemler içine girebildikleri görülmüştür. Ortadoğu'da halkın sokaklara  dökülmesi, şimdiye kadar bölgede sınırlı bir şekilde incelenen sosyal hareketlerin önümüzdeki dönemde daha titiz bir biçimde masaya yatırılacağına da işaret etmektedir.

    Başka bir deyişle, Arap dünyasındaki sosyal hareketlenme, siyaset bilimi literatüründe önemli bir sayfa açacak gibi duruyor.7

Bu süreçte, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'nin entelektüel birikiminin de olup-biteni layıkıyla muhasara etmeye müsait olmadığı ortaya çıktı. Zira Türkiye'nin ekonomik ve sosyo-politik açıdan doğal bir uzantısı olmasına rağmen Ortadoğu bölgesi, ülkemizde hep "uzaktaki yakınlar" olarak kalmış; hatta Türk hariciyesinin doğal refleksi "Ortadoğu bataklığından" uzak durmak ekseninde  şekillenmişti.8 

    Bu hâkim paradigmaya paralel olarak, olayların patlak verdiği ilk günden itibaren Türkiye'nin bölge uzmanlığı konusundaki müktesebatının derinliği de  dramatik biçimde zuhur etti.9 Bölgeye dair yetersiz envantere sahip Türkiye'nin, Ortadoğu uzmanı yetiştirme konusunda da olması gereken seviyenin çok uzağında kaldığı görülmüş oldu. Medyanın yoğun ilgi gösterdiği ilk dönemdeki "sözel analizler" bir kenara bırakılırsa, sürecin kapsamlı muhasebesini yapan yayın sayısı oldukça azdı. Bu durumun bir istisnasını "Magrib'den Maşrık'a  " Arap Baharı, ABD'nin Ilegemonik Projesi" midir? Âlem-i İslam" başlığıyla hazırladığı özel dosya ile Türkiye Günlügii dergisi oluşturdu.10

Türkiye Günlüğü, konuya hem Ortadoğu hem de Kuzey Afrika özelinde eğilerek verimli bir tartışmaya kapı aralamış oldu. Aralanan bu kapıdan içeri girmek ve tartışmaya mütevazı bir katkı yapmak düşüncesinden hareket eden "zeyl" niteliğindeki bu çalışmanın amacı, tartışmanın kalkış noktasını oluşturan makro-anlatılar ve bu bağlamda küresel hegemon ABD başta olmak üzere dış aktörlerin  rolüne ilişkin ortaya atılan spekülatif yorumlar üzerine eleştirel bir analiz yapmaktır.   

Diğer bir deyişle bu çalışmanın amacı, Türk matbuatında da oldukça rağbet gören, olayları "ABD'nin planladığı ve Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde uygulamaya koyduğu" tezini teşrih masasına yatırmak suretiyle bu tezin varsayımlarını ve doğurduğu normatif sonuçları tartışmaya açmaktır.    

Bu kapsamda yazının ilk bölümünde olan-biteni "ABD'nin hegemonik projesi" olarak gören yaklaşımların argümanları ele alınacak, ardından bu argümanların dayandığı iki temel varsayım olan (1) ABD'nin bu operasyonları yapabilecek tek hegemon güç olduğu ve (2) bölgede isyan ateşini yakan kitlelerin "özne" değil, esasında "nesne" olduğu varsayımları eleştirel bir incelemeye tabi tutulacaktır. Sonuç olarak bu çalışmada iddiamız şudur: Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da tarihin makas değiştirmesine neden olabilecek çaptaki son olayların nasıl yorumlanması gerektiğine ilişkin entelektüel duruş, süreç ve sonuca giden yolda fikirsel / epistemolojik çerçeveyi de belirleyecek ölçektedir. 

Bu nedenle, bu önemli dönüm noktasını "hegemonik bir proje" olarak yorumlayan tezlerin varsayımlarıyla birlikte detaylı bir eleştirel incelemeye tabi tutulması, sadece metodolojik bir kaygı değil, reel politikteki sonuçları itibariyle ahlaki çağrışımları da olan hassas bir konudur.

I. "Arap Bahan Hegemonik Bir Projedir" Tezini Anlamak:

    Kısa bir Literatür Taraması Sosyal bilimler ayni anda farklı hakikatlerin var olabildiği disiplinleri kapsar. Hal böyle olunca analiz yapanlar,  kendi düşüncelerini meşrulaştırmak, duruşlarına haklılık kazandırmak, hatta kitleleri belli yönlere kanalize etmek için "hakikat" denen prizmaya değişik boyutlarından yaklaşmayı tercih ederler.

Bu yaklaşım özü itibariyle yanlış olmamakla birlikte, nedensellikler doğru kurulmadığında en iyi durumda 'eksik', en kötü durumda ise tamamen  'yanlış' çıkarımlara varılmasına sebep olur. Zira bu bakış açısıyla, meselenin sadece bir yönüne odaklanılmıştır.

Son dönemde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında meydana gelen olaylarda yukarıda işaret edilen keyfiyet açıkça ortaya çıktı. Ortadoğu coğrafyasını  alt üst eden kitlesel hareketleri, "ABD'nin tasarladığı ve yönettiği" yönündeki argümanlar bir anda popülarite kazandı. Zira olayları izah etmeye çalışırken, fazlaca düşünmeden fikir beyan edebilmenin en kolay yolu budur. Diğer bir ifade ile bu yaklaşım, bölge gerçeklerini dikkate almamak demektir. 

Birçok analist olayların arkasında ABD'nin olduğunu, "Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında mezkûr coğrafyanın yeniden yapılandırıldığını" ve hatta bu süreçte "Ilımlı İslam modeli çerçevesinde ABD'nin yedeğinde bir ülke olarak Türkiye'nin de ön plana sürüldüğünü " iddia etti. 

Örneğin Sinan Oğan, 24 Şubat 2011 günü katıldığı Siyaset Meydanı programında şu ifadeleri kullandı: "ABD demokrasi projesi çerçevesinde eski Sovyet kuşağı ülkelerinde ve büyük Ortadoğu coğrafyasında yer alan ülkelerde büyük bir dönüşüm projesini hayata geçirmek istemektedir." Oğan'a göre ABD, STK devrimleri ile eski Sovyet bölgesinde edindiği tecrübeyle devrimleri Ortadoğu'da yaymaya çalışmaktadır.11

Bu bakış açısına göre, Arap coğrafyasında iç dinamikleri harekete geçiren dış güçler oldu. En temel dış dinamik de küresel hegemon olan ABD idi. Bu bağlamda Oğan "Türkiye'de uygulamaya konan ılımlı İslam modelinin de bugün Tunus'ta da [...] Mısır'da da büyük bir planın parçası olarak model alınacağını" iddia ediyordu.12 

Oğan bir başka yazısında her ne kadar "bu devrimlerin ABD'nin tetikleyerek bir dönüş üm projesine çevirmesi Tunus ve Mısır halkının haklı demokrasi taleplerini ve gayretlerini batıl kılmaz" dese de aslan payını ABD'ye vererek, olayları ABD'nin kapsamlı bir projesi olarak yorumlamak gerektiğini öne sürüyordu .^

Özellikle Suriye ile ilgili kaleme aldığı yazılarında bölgede yaşananları büyük bir komplonun parçası olarak nitelendiren Hüsnü Mahalli de benzer şekilde  her şeyin arkasında ABD'yi ve Batılı güçleri gören yazarlardan. Demokrasi adına verilen mücadelenin meşruiyetini yok sayan bir yaklaşımla, Mahalli aslında ABD'nin bölgeyi yeniden şekillendirdiğini ifade ediyor. "Demokrasi Bahane" başlık yazısında Mahalli şöyle diyordu: Amerikan gazeteleri bile çıkıp 'CM, Suriye muhalefetine yardım ediyor' diyor  ama bazıları hala bu ülkede demokrasi mücadelesinden söz ediyor ve orada oynanmaya çalışılan büyük oyunu görmüyor, görmek istemiyor ya da görmesine  izin verilmiyor,14 

Benzer bir mantıkla bir başka yazısında Mahalli, "ben başından beri... Suriye ve bölgedeki gelişmelere Batılıların coğrafyamıza yönelik yeni bir planı çerçevesi içinde bakıyorum"15 diyerek olan-biteni dış güçlerin büyük projesi çerçevesinde ele almak gerektiği konusunda net bir tutum takınıyor. Mahalli'ye göre, her şeyi planlı programlı yapan bir hegemonik güç ile karşı karşıyayız:

"Devrim ya da ayaklanma yaşanan bölge ülkelerine bakıldığında bunu çok net olarak görebilirsiniz. Örneğin Bahreyn Hürmüz Boğazı'nı, yemen Kızıl Deniz'in girişini, Mısır ise Süveyş kanalını kontrol etmektedir.

Batı'nın petrol gereksiniminin % 60'ı buralardan geçmektedir. Hıristiyanlık ise Suriye'den tüm dünyaya yayılmıştır. Romalılar, Grekler ve daha sonra emperyalist sömürgeci ülkeler Hıristiyanlığı Afrika'nın ortalarına Tunus ve Libya üzerinden yaymışlardı."16 

Hatta bu argümanı desteklemek için iki hafta sonra yazdığı bir başka yazıda da şunları ifade ediyor Mahalli: "... 8 Haziran 2004'te ABD'nin Sea Island kasabasında bir araya gelen G-8 liderleri Yemen, Bahreyn, Cezayir, Ürdün, Irak, Afganistan'ın yanı sıra Türkiye'yi d e toplantıya davet etmiş ve bu gün bölgemizde yaşanan gelişmelerin temelini atmıştı."17 Mahalli'ye göre, Arap coğrafyasında gerçekleşen son ayaklanmalar, Fransa, Japonya, ABD, Rusya, Almanya gibi dış politika çıkarları birbirinden oldukça farklılaşan ve bölgeye ilişkin yoğun bir rekabet içinde olan G-8 üyelerinin ortak kararıyla yedi yıl önce uygulamaya konulmuş; ardından "CIA" marifetiyle muhalefet grupları aktive edilmiştir.   

   Bu tür argümanların dile getirildiği örneklerin sayısı arttırılabilir ancak son olarak bir de Mahir Kaynak'tan bir örnek vererek bu faslı kapatmak istiyoruz. Kaynak, Star gazetesinde yazdığı bir köşe yazısında, "bir ülkede demokrasinin olması büyük güçler açısından bir hedef değildir. Bu ülkelerdeki rejim değişiklikleri onların stratejilerine uygunsa desteklenir. Yani değişikliklere yol açan dinamikler bu ülkenin içinde değil uluslararası plandadır" diyerek, nispeten daha dengeli, ancak son tahlilde iç dinamikleri kim oldukları konusunda çok net olmadığını gördüğümüz uluslararası aktörlerin iradesine ram ettiğini ortaya koyuyor. 18

   Komplo teorilerinin yarattığı mistik çekiciliği ve içerdiği "stratejik" çağrışımların neden olduğu cezbedici etkiyi de yedeğine almış olan "hegemonik proje" tezlerinin diğer izah denemelerine göre nispeten daha çok rağbet gördüğü, bir noktada iç tutarlılığının da bulunduğunu teslim etmek gerekir. Ancak bu analizlerde ilk elde önemli olan nokta, kurdukları nedenselliklerin tutarlı olup olmaması değil, dayandıkları varsayımlardır.

    Bu argümanlar iyi bir "hikâyeye" sahip olsa bile, ancak içerdikleri açık ya da örtülü varsayımlar geçerli olduğu ölçüde dikkate alınması gereken perspektiflerdir. Bu bağlamda, çalışmanın bundan sonraki bölümünde, bu varsayımlar detaylı incelemeye tabi tutularak, "Arap Baharı'nın hegemonik bir proje olduğu" yönündeki tezin meşruiyet dayanakları sorgulanacaktır.

II. "Arap Baharı Hegemonik Bir Projedir" Tezinin Varsayımları 

     Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da ortaya çıkan sosyal hareketleri, "ABD'nin planladığı ve yönlendirdiği" tezini ileri sürenlerin dayandığı iki basit, ama çıkarımları çok kuvvetli, varsayım olduğu söylenebilir. Bu varsayımlardan birincisi, ABD'nin bu tarz kapsamlı operasyonlar yapabilecek "tek ve mutlak hegemon güç" olduğu; diğeri ise Arap dünyasında olayların amil faktörü olan kitlelerin kendilerini özne olarak telakki etseler bile aslında nesne olduğudur. Aşağıda bu iki varsayım üzerinde akıl yürütmelerde bulunulacak ve bu sayede "ABD'nin hegemonik projesi" tezlerinin dayandığı varsayım kümesi tartışmaya açılacaktır.

Varsayım 1: ABD, dünyanın tek hegemon gücü ve olan biten her şeyi kontrol edebilecek "yegâne büyük aklıdır."

ABD'nin ekonomik, askeri ve entelektüel açıdan dünyanın en büyük gücü olduğuna şüphe yok. Zira ABD, hâlihazırda dünya ekonomik hâsılasının yüzde 25'ini tek başına üretmekte, Amerikan halkı Çin ve Hindistan'ın toplam tüketiminin yaklaşık  dört katı kadar tüketim yapmaktadır. ABD dünyanın en büyük askeri gücüne sahip olup, tüm okyanuslarda filosunu dolaştırabilen tek aktördür.19 

Amerikan üniversiteleri, medyası ve diplomatik misyonları çok büyük bir organizasyon kapasitesiyle dünyanın her köşesine ait bilgi  birikimini kısa zamanda üretebilmekte, üretilen bu bilgiyi siyasal amaçlara müstenit bir biçimde stratejik operasyonlara tahvil edebilmektedir. 

Yüksek operasyon kabiliyetine sahip olan ABD'nin siyasal hedefleri doğrultusunda iç karışıklıklar çıkarmak ya da sivil toplum unsurlarıyla rejim değişiklikleri yaratmak gibi yöntemleri  sıklıkla kullandığı da vakidir.20 

   Ancak söz konusu çapta ayaklanmaları ortaya çıkarmak ve belirli bir siyasal proje çerçevesinde yönlendirebilmek için "en büyük güç" olmak yetmez. Halkları makro projeler çerçevesinde harekete geçirebilmek için kurumsallaşmış yapısal ve ilişkisel ağlarla bütün sistemi tek başına kontrol eden güç, yani kelimenin sözlük tanımıyla, tam bir "hegemon" olmak gerekir. Gramsci'ye göre hegemonya "rıza" ve "zor" boyutu olan iki-yüzlü bir kavramdır. Bu yaklaşıma göre hegemonik aktörün, askeri yeteneğinin ve ekonomik gücünün yanında entelektüel ve moral üstünlüğe de sahip olması gerekir.21

Hegemonyanın mahiyeti konusundaki diğer önemli kavramsallaştırmanın sahibi Susan Strange'e göre ise hegemonya "ilişkisel gücün" ötesinde "yapısal güç" unsurlarına sahip olmayı gerektirir. Strange, yapısal gücün birincil unsurlarını "üretim", "finans", "güvenlik" ve "bilgi" alanları olarak tasnif etmiş, hegemon olmak için sadece birincil yapısal gücün dahi yetmeyeceğini vurgulayarak "ticaret", "ulaşım", "enerji" ve "refah" alanlarında başat aktör olmanın gerekliliğini vurgulamıştır.22

Bu kavramsal çerçeveden bakıldığında, ABD'nin olan biteni her şeyiyle kontrol edebilecek "tek hegemon güç ve büyük akıl" olup olmadığı, günümüz dünyasında oldukça tartışmalı bir konu. Zira Gramsci'nin perspektifinden bakıldığında ABD, Bush dönemindeki politikalarıyla "güç" boyutuna aşırı yüklenmiş ve uygulanan şiddet yanlısısaldırgan ve meşruiyetten uzak politikalar nedeniyle "moral üstünlüğünü "  yitirmişti.23

2 BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder