10 Ekim 2020 Cumartesi

Ziya Gökalp ve Türkçülük Üzerine Bazı Değerlendirmeler. BÖLÜM 3

 Ziya Gökalp ve Türkçülük Üzerine Bazı Değerlendirmeler. BÖLÜM 3 



2. Ziya Gökalp’ta Türkçülük Mefkûresi 

Öncelikle Türk kelimesinden ne anlaşılmalıdır? Gökalp’a göre Türk kimdir? 

Bu soruların cevabını bulmadan Türkçülüğü anlamak mümkün olmayacaktır. Gökalp’a göre bazıları için yedi atası Türk olanlar, Türk’tür. Ancak kurtuluş yıllarına bakıldığında Arap mefkûresi için, Arnavut mefkûresi için çalışan Türkler vardı. Tunus’ta Turgut Reis’in torunları, Trablusgarp’ta Karamanlı ailesi Araplık için çalışıyordu. O halde yedi atası Türk olan tüm bunlara nasıl Türk diyebiliriz? Türlerden başka milletler için çalışan, asimile olan bu fertlerin hiçbirini Türk kabul edemeyiz. Bundan dolayı Türk olmak için sadece Türk kanı taşımak, Türk ırkından olmak yeterli değildir. Türk olmak için her şeyden önce Türk harsı ile terbiye  görmek, Türk mefkûresi için çalışmak şarttır. Bu şartları taşımayanlara kanı ve ırkı Türk olsa bile Türk denemez. Kanca ve ırkça başka bir ırka mensup olan fertler, Türk harsı ile terbiye olmuş, Türk mefkûresi için çalışıyorlarsa onları da Türk kabul etmek iktiza eder. Türk halkına göre kendi diliyle konuşan, kendi dinine mensup her fert Türk’tü (Filizok, 2005: 161-162). Gökalp’a göre lisanıyla Türk’üm diyen ve samimî olarak kalbinde bu düşünceyi taşıyan her fert Türk’tür. Bu özelliklere sahip fertlerin Türklüklerinden asla şüpheye düşülmemelidir. Türk olmak için, Türk doğmak yeterli değildir. Türk gibi duymak, Türk gibi hissetmek, Türk gibi irade edip Türk gibi çalışmak lazımdır. 

Ziya Gökalp’ın fikir dünyası Türkçülük temeline oturur. 

Önceleri Osmanlıcılıktan, İslamcılığa kadar değişen görüşlerin sahibi olmuşsa da, bunların etkisi çok çabuk geçmiş ve sonunda Türkçülükte karar kılmıştır. İttihat ve terakki Partisi (İTP)’nin Gökalp üzerinde büyük etkisi görülür. O, bir taraftan buradaki aydınların fikirlerinden etkilenirken diğer taraftan bunları derinden etkileyecek yeni fikirler ortaya atar. Gökalp, İTP’nin büyük kurultayı için 1909 yılında Selanik’e gider. Bu dönem, fikirlerinin bir kısmının sorgulanmasını ve yeni açılımları beraberinde getirir. Gökalp, burada ulusalcı eğilimlerle karşılaşır. 

Bu karşılaşma önceki fikirlerinde bir takım değişimler meydana getirir. Böylelikle Gökalp, yeni çözüm yollarını sunma gereğini duyar. 

Bu dönemde yoğun olarak Durkheim, Comte gibi batılı düşünürlerin fikirlerinden etkilenir (Acet, 2014: 68-69). İTP döneminin “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” eserindeki düşüncelere bağlı görünen Gökalp, cumhuriyet döneminde de “Türkçülüğün Esasları”na bağlı kalır. Bu kitap, Türk ulusunun var olması yolunda neler yapılabileceğini ortaya koymak amacıyla kaleme alınmıştır. 

Türkçülüğün Esasları, değişen koşulların bir sonucudur. Koşullar zorunlu olarak fikirleri de beraberinde değiştirmiştir. Savaş sona ermiş, imparatorluk dağılmıştır. Bu koşullar Gökalp’ın, görüşlerini yeni koşullara uydurma çabasını beraberinde getirmiştir. “Milliyetçiliğin hızlı yayılışı karşısında direnmenin boş olduğunu düşünen Ziya Gökalp, Osmanlı devletinin kurtuluş yolu olarak Türkleşme akımını görmektedir. 

Zaten ona göre bütün Batı devletleri milliyetçi bir yapıya büründükleri için bu kadar gelişebilmiş ler, çağdaşlaşmaya kendisine hedef edinen Osmanlı da milliyetçi bir yapıya bürünmeliydi. Osmanlı devletinin bugüne kadar ekonomi ve askeri yönden düştüğü durumu da çoğu zaman milliyetçi bir yapının olmamasına bağlayarak kurtuluşun milliyetçilikte olduğunu belirtir” (Acet, 2014: 99). Gökalp’a Türkçülük fikrini aşılayan ilk kişiler, ilk Türkçü olarak kabul edilen Osmanlı Paşaları, Avrupalıların başını çektiği şarkiyatçılar ile Rusya’daki ve Osmanlıdaki Türkçüler dir. 

Gökalp, milliyet fikrinin savunulmasıyla Osmanlının ayakta  kalabileceğini savunur. 

Milliyet fikrinden yoksun olan halklar bencil, menfaatperest, ümitsiz ve korkaktırlar. 

Bu yüzden kurtuluşun ve bütün gelişmelerin ana sebebi milliyetçilik fikridir. 

“Ziya Gökalp (1876-1924), Türk milliyetçiliğinin babası, o tarihte Türk milliyetçiliğinin prensiplerini formüle etti. Onun mesajı uygun-doğru bir zamanda belirdi ve dağılan imparatorluğun kalıntılarından bir milli bilinç yaratmaya çalışan Türk entellektüellerini bir araya getiren bir çığlık oldu. Gökalp milli tarihte, edebiyatta ve dilde Türk milli kimliği için araştırmalar yaptı. Onun sisteminde tarih, edebiyat ve dil; Türklerin kirlenmemiş doğal kültürü ile Osmanlı kültürünün yer değiştirmesinde ve Türk insanını (milli bilinç etrafında) birleştirme hususunda ana kaynaklar olarak görülür. Doğru milli kültüre ulaşabilmek için Osmanlı’nın her şeyi çürütülmeliydi. Osmanlı kültürü ve müesseseleri Gökalp’in ideolojisinde önemli derecede olumsuz bir rol (günah keçisi rolü) oynamıştır” (Başgöz, 2011: 1538). 

Ziya Gökalp, “folklore” kavramını Türk diline “halkiyat” (halkın bilimi) olarak çevirdi, 1922’ye kadar da bu şekilde kullandı, bu tarihten sonra “halkiyat” kavramının uluslararası arenada kullanılan şekli olan “folklore” kavramını kullanmaya başladı. 1912 yılının başlarından halk hikâyeleri derledi. Çocuklar arasında milliyetçi duyguları yaygın hale getirmek için bu halk hikâyelerini şiirleştirdi ve onları ilham kaynakları olarak kullandı. 

Ayrıca millî bir destan yaratmak için Dede Korkut’un bazı hikâyeleri ni şiirleştirdi. Daha sonra hikâyeler kaleme alıp yayınlamaya başladı. Gökalp milliyetçilik hedefine uygun hale getirmek için, hikâyelerinde kullandığı dili, tarzı ve karakterlerin isimlerini de değiştirdi. 

Gökalp, ideolojisini hayata geçirmek için Türk folklorunu büyük bir eğitici aygıt haline getirdi. Şiir ya da düz yazı olarak yayınladığı çalışmalarında, hikâyelerinin coğrafî sahasını, ihmal edilmiş olan Asya’yı, Türklerin anavatanı haline getirdi. Kahramanların isimlerini Türk tarihinin efsanevî ve gerçekçi kahramanlarının isimleri ile değiştirdi. 

Örneğin, 

Masalının kadın kahramanı Ay Hanım, Türk’tür. Yıldız, Müslüman’dır ve Üvey Ana ise İngiliz’dir. 

“Türk düşünce tarihinin kuşkusuz en önemli ismi Ziya Gökalp’tır. Görüşleri derleme, yüzeysel, dağınık diye eleştirilse bile bugüne değin Türk akademik hayatında da serbest düşünce ortamlarında da onun kadar kapsamlı, derinlikli, sistematik ve etkili bir Türk düşünürü yetişmemiştir. Eğer etkisine bakılacak olursa, anılan eleştirilerin bir bakıma yersiz olduğu da söylenebilir. 

Bir imparatorluk tarih sahnesinden çekilip ulus-devlet kurulurken çeşitli düşünce akımlarının, beklentilerin ve uğraşların sınır boylarında yetişen Gökalp, Türklerin son yüz elli yılında en önemli tartışma alanlarına yüreklice girmiş, çeşitli kuramlar  ortaya atmış, tartışmış, akım yaratmış bir Türk düşünürüdür” (Öztürk, 2011: 320). 

Ziya Gökalp “Arslan Basat” adlı şiirinde Zaloğlu Rüstem’e açık göndergede bulunur. 

Zaloğlu Rüstem, İranlı ünlü kahramandır. Şehnâme’de adından övgüyle bahsedilir. Eski şiirimizde kahramanlık, yenilmezlik ve gücün sembolü olarak sıkça kullanılır. Sicistan ve Seyistan hükümdarı Zal’ın oğludur. “Ziya Gökalp, Türk kahramanı olan Basat’ın gücünü anlatmak için İran’ın efsanevî kahramanı Rüstem’le karşı karşıya getirir. Basat, Rüstem’i esir almış, onu tahtından indirmiştir. Ziya Gökalp’ın buradaki amacı öncüsü olduğu Türkçülük düşüncesini metninde işleyerek, Türk’ün gücünü dünyaya göstermektir” (Bars, 2013: 237). Arslan Basat, şiiri Ziya Gökalp tarafından 1917 yılında yazılmıştır. Şiirin son bölümü daha sonradan, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, şiire eklenmiştir. Ziya Gökalp yaşadığı dönemin sosyal ve siyasî konularını şiirine almış, fikirlerini şiirin muhtevasına yerleştirmiştir. 

Anlamsal yönden şiirin arasına Türkçülük ideolojisini sokar. Ziya Gökalp, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminin Türkçülük düşüncesinin en  önemli  teorisyenlerinden biridir. Ziya Gökalp, Türk fikir hayatında adından çokça söz ettiren bir düşünce adamıdır. Birçok eserinde Türkçülük düşüncesini işler. 

“Ziya Gökalp, şiirin temeline fikrî muhtevayı yerleştirir” (Aktaş, 1996: 159). 

Ziya Gökalp, Türkiye’de Türk folklor ve etnografyasını Türk kültür sahasındaki  çalışmalarında ilmî materyalleri ve esas kaynakları ilk kullanan Türk bilginidir. Gökalp, bütün dünya Türklerinin bir kül halinde olan folklorunu, yazılı kaynaklarından ziyade sözlü kaynaklarını da kullanmıştır. “Ziya Gökalp’ın Türk ilim ve irfanına, Türklük fikir ve mefkûresine yaptığı hizmetler öyle büyüktür ki, bizim burada işaret ettiğimiz noktalar onları küçümsemeye vesile olamaz. Bilâkis kendisinin bütün hayatını vakfettiği yüce gaye hesabına değerlendirilmek gerekir. Türk ilminin, Türklük hakikatinin ve haklarının kendi milletimize ve dünya medeniyetine tanıtılması için Gökalp’ın sarfettiği gayretler bu gibi tamamlayıcı  incelemelerle o yüksek gayeye daha fazla yaklaşmamızı sağlıyacaktır” (İnan, 1998: 234). 

Gökalp’ın fikirleri, özellikle yeni bir devletin kuruluşunda, Atatürk üzerinde milliyetçilik, din ve batılılaşma konularında tesirli olmuştur. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takip eden yıllarda Gökalp’ın başlıca fikirleri tatbikat sahasına konmuştur. Gökalp’ın fikirleri Türkiye Cumhuriyeti’ne şekil ve istikamet vermiştir. 

Atatürk inkılaplarının temelinde Gökalp’ın düşünceleri vardır. 

Atatürk, Gökalp’ı fikirlerinin babası olarak görür (Eren, 1972: 173). “Kızılelma”, Türkler arasında cihan hâkimiyetinin sembolüdür. Kızılelma Türklerin yasadıkları bölgeye göre daha batıda, ulaşılması gereken bir yerdir. Kızılelma, hâkimiyetin  veya fethedilmek üzere seçilmiş yerin sembolüdür. Kızılelma motifi Türklerde çok eski inançlara ve töreye dayanır. Barlık suyu boyunca oturan Oğuzları, buradan hep batıya doğru yürüten güç Kızılelma olmuştur. Kızılelma çok güçlü bir fetih idealinin sembolü olmuştur. 

Ergenekon Destanı’nda Ergenekon’dan çıkma ve eski yurda yeniden sahip olma idealidir. 

Ulaşılması gereken, ülkeleri ele geçirmek için fetihleri amaç hâline getiren bir semboldür 

(Özdemir, 2008: 504). Türkler hangi yöne giderlerse gitsinler elde etmek istedikleri zafere, Kızılelma adını vermişlerdir. Osmanlılar, fethetmek istedikleri yerlerde bir Kızılelma’nın varlığına inanmış ve bunu ele geçirmek için çabalamış lardır. Kızılelma’nın arzulanan bir emel, gaye ve somut hedef hâline gelişi daha çok Osmanlılarda görülür. Türk’ün ortak bilinçaltında yaşayan bu ideal Osmanlılar zamanında yazılı kaynaklara da geçmiştir. “Kızılelma ideali, 20. yüzyıl basından itibaren gelişen Türkçülük akımı ve geliştirilmek istenen millî mefkûreyle tekrar gündeme gelmiş ve bu görüşleri savunanlar için motive edici bir güç olmuştur. Bunun edebiyata yansımaları ise Ziya Gökalp’te ve Ömer Seyfettin’de görülür” (Özdemir, 2008: 505). Gökalp Kızıl Elma’yı 1913 yılında Türk Yurdu dergisinde  yayımlar. Eserini eski mesneviler seklinde ve ideolojik yönü ağır basan bir tarzda kaleme alır. Kızıl Elma şiiri ideolojik içerikli bir şiirdir. Kızıl Elma, bu şiirde çöken bir devletin yerine, bütün Türklerin bir araya gelerek kuracakları Turan devletidir. İkinci Meşrutiyet’ten sonra özellikle Ziya Gökalp’ın çalışmalarıyla, imparatorluğun Türk unsuruna milliyetçilik fikrini aşılamak, onları geniş bir Türklük dünyasından haberdar etmek çabaları, ana vatan kavramından uzaklaştırıyordu. Kızılelma motifi, Türk mitolojisinde ulaşılması gereken hedeftir (Özdemir, 2008: 508). 

Devlet kendisine ait bir hükümete kavuştuğunda, bir araziye, bir ahaliye sahip olduğunda zümre meydana gelir. Devletler kavmî, sultanî ve millî olmak üzere üçe ayrılabilir. Günümüzde büyük devletler millî devlet olma yolundadır. Millet, ümmet ya da saltanat içinde uzun süre kalmasından dolayı şahsiyetini kaybeden bir toplumun tekrar şahsiyet kazanmasıyla ortaya çıkan kavimdir. Kavimler, kavmî bir dine, kavmî bir devlete, kavmî bir medeniyete ulaşınca, varacakları en üst noktaya varmış olacaklardır. Kavimler tarih içinde ortak bir dine, ortak bir devlete, ortak bir medeniyete dahil olmuşlar ve zamanla şahsiyetlerini kaybetmişlerdir. Bugün bu üç müşterek hayattan kendi şahsiyetini kurtarabilenler millet olmuştur. Millet halinde yeniden doğan, doğduğu zaman o artık eski kavim değildir (Filizok, 2005: 93-94). 

3. Ziya Gökalp’ta Türkçülüğün Esasları 

Gökalp’a göre kültürün en önemli üç unsuru bulunmaktadır: dil, din ve tarih. Bundan yola çıkan Gökalp milleti aynı dili konuşan, aynı dine iman eden ve ortak bir geçmişi olan insan topluluğu olarak tanımlar. Ona göre bir ülkede farklı kavimlerden insanlar ortak bir kültür etrafında birleşerek bir millet oluşturabilirler. “Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma döneminde hayatını geçiren Gökalp de, Osmanlı İmparatorluğu için çıkış yolunun Türk milliyetçiliğinden geçtiğine inanmaktadır. Türk milletinin ayakta kalabilmesi için izlenmesi gereken yol milliyetçiliktir. Aksi takdirde Türk milleti tarihten silinip gitmek zorunda kalacaktır. Türk milliyetçiliğinin ideologu olarak kabul edilen Gökalp, ayrıca yeni kurulan  Türkiye Cumhuriyeti’ne de görüşleriyle ilham vermiş, hatta Türk kelimesinin ön plana çıkmasında öncü rol oynamıştır” (Duran, 2011: 154-155). 

Türkçülük, Türk milletini her alanda yükseltmek, ileriye taşımaktır. Gökalp’ın Türkçülük anlayışında Türk milletini diğer milletlerden üstün görme yoktur. Gökalp’a göre tüm ırklar eşit oldukları gibi tüm milletler de eşittir. Millî dayanışmanın kuvvetlenmesi sonrasında ise milli kültür yükseltilmelidir. 

Gökalp, şiirlerinde genelde Türklükten, Türk olmaktan gurur duyulmasından söz eder. Tanrı, Türk’ü yüce yaratmıştır. O, Türklük soyundan gelmiştir, Türk unvanı her unvandan üstündür. Türk milleti, bölünmez bir bütündür. Millet uğrunda can verilir. “Gökalp’a göre cemiyetin üç ülküsü vardır. Bunların üçüncüsü millettir. Milleti de oluşturan kadın erkek iki vicdandır. Milli medeniyetin beşiği millettir ve bu medeniyetin de milletten öğrenilmesi gerekir. Doğru sanat, doğru din, doğru ahlak halkın içindedir. Buradan da anlıyoruz ki Gökalp, insanın sahip olduğu milli manevi değerlerin milletten öğrenilmesi görüşündedir” (Yılmaz, 2012: 60). O, millet sevgisini milliyetçilikle bağdaştırmaktadır. Batı’dan Doğu’dan gelen değişikliklere uymak yerine, onların bize uymalarını sağlamamız gerekmektedir. 

Gökalp, Doğu medeniyeti ile Batı medeniyetinin uzlaştırılamayacağını düşünür. Söz konusu iki medeniyet arasında karşıtlık olması nedeniyle bir millet her iki medeniyeti bünyesinde barındıramaz. Bir insan iki dine bağlı olamayacağı gibi, bir millet de iki medeniyete katılamaz. Bu nedenle, Türkler, ya bütünüyle Doğu medeniyetinin içinde kalmak ya da büsbütün Batı medeniyetine katılmak zorundadır “Gökalp, alınmasını gerekli gördüğü öğeleri medeniyet kavramının içine dahil eder. 

Bu bağlamda, medeniyeti pozitif bilimlerle teknoloji pratiklerinin toplamı olarak niteleyen Gökalp, milletler arasında ortak olması gereken söz konusu iki öğe çerçevesinde başvurulacak yerin Avrupa olduğunu belirtir. 

Çünkü, Gökalp'e göre, içinde bulunulan yüzyılın medeniyeti Avrupa medeniyetidir. 

Dolayısıyla, Gökalp, toplumsal yaşamın bütün boyutları itibariyle bir Batılılaşmadan söz etmemektedir” (Oğuz, 2012: 147). 

4. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder