6 Ekim 2020 Salı

20 YIL SONRA GÜNEŞE YOLCULUK., BÖLÜM 1

20 YIL SONRA GÜNEŞE YOLCULUK., BÖLÜM 1

 

 

SİNEMA

 20 yıl sonra Güneşe Yolculuk*

 ÖMER TURAN,

 

(*) Bu yazı, “ Ötekine Sorumluluk ve Barış ” başlığıyla Est & Non dergisinde yayımlanmış metnin ( Sayı 5-6, Ekim-Kasım 2000, s. 95-103 ) baştan yazılması ile oluşmuş ve kısa hâli Kasım 2018’de İstanbul’da düzenlenen 1. Ulusal Sinema ve Felsefe Sempozyumu’nda sunulmuştur.

    Güneşe Yolculuk’u 2000’de metnin ilk hâlini yazarken Hakan Doğruöz ile, 2018’de metnin ikinci hâlini yazarken ise Pınar Dinç ile tartışma olanağı

buldum. Ayrıca Pınar Dinç metnin son hâlini okuyarak yorumlarını benimle paylaştı. İkisine de teşekkür ediyorum.

 Bu yazı Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk (1999) filmini ve filmde “öteki” sorunsalına dair sunulan perspektifi, Emmanuel Levinas’ın felsefesi

üzerinden yorumlamayı amaçlıyor. Yazının temel iddiası Levinas felsefesinin “ötekine sorumluluk” odağında sunduğu perspektifin Güneşe Yolculuk’un ana meselesini anlamada önemli bir katkı sunacağıdır. Yazı boyunca Güneşe Yolculuk, Levinas’ın “ Ötekine Sorumluluk etiki ” ve “ Barış Düşüncesi” üzerinden yorumlanmakta. Bu yorumun filmin politik derdinin yeniden yorumlanmasına katkıda bulunacağı iddiası, yazının çıkış noktasını oluşturmaktadır.

 Güneşe Yolculuk filmini 1990’lar Türkiye sinemasının politik bir örneği olarak görmek mümkündür. Film Kürtçe bir şarkı ile açılır; filmin içinde Kürtçe diyaloglar yer alır. Ana karakter Mehmet’in hayatının akışı Kürtçe bir kaset ile yakalanması ile değişir.

   Filmin İlk yarısı İstanbul’da polis şiddetini, işkenceyi ve gözaltındaki kayıpları perdeye taşır.

   İkinci yarıda ise, yani Mehmet’in Urfa’da hayalî bir yerleşim olan Zorduç’a yolculuğu ile birlikte kamera bu kez sokakları dolduran panzerlere, Askeri kontrol noktalarına, Askerlerin el koyduğu Gündem gazetesine çevrilir.

 Filmde Ustaoğlu kurgu görüntülerin arasına gerçek görüntüler de yerleştirir. Başka bir ifadeyle, film boyunca gerçeklik politik bir sembol olarak dışlanmaz, tersine film sıradan sayılabilecek olayların gerçekliği üzerine inşa edilir (Akdeniz, 2001). Polis şiddeti ve cezaevlerindeki açlık grevi gerçek görüntülerle izleyiciye aktarılır. Bununla birlikte, senaryonun akışında evlere konan kırmızı çarpı işaretleri önemli bir işleve sahiptir.

 Bir söyleşisinde Yeşim Ustaoğlu çarpı işaretinin nefreti ve koyu tenliyi kınamayı simgelediğini belirtmekte (Dönmez-Colin, 2012: 215).

    Bu sembol tercihi ile Ustaoğlu genellikle mezhep temelli dışlama ve şiddet örneklerinde gözlenen bir sembolü Kürt kimliğinin yaşadığı bir pratiği düşünürken hatırlatmış olur.

 Karşımıza çıkan Kürtçe diyaloglar, Kürtçe kaset ve Kürtçe şarkılar üzerine düşünürken, Güneşe Yolculuk’u, 1970’lerin hararetli politik ortamında çekilmiş olan Yılmaz Güney’in Sürü (1978) filmi ile kıyaslamak, Ustaoğlu’nun benimsediği politik tavrı anlamak adına önemlidir.1  

 Her iki film Buna karşın Güneşe Yolculuk.,

 Kürt kimliğine göndermeler yapar. Her iki film de yol hikâyesidir. Fakat Sürü sorunların çözümünün Ankara’da arandığı bir filmdir; buna karşın Güneşe Yolculuk’ta çıkılan yol Urfa’ya doğrudur.

 Güneşe Yolculuk’un politik bir film olduğunu düşünürken, filmin sadece Kürt kimliğine, bu kimliğin geçişkenliğine ve Kürt kimliğinin şiddet deneyimleriyle ilişkisine odaklandığını hatırlamak yetmez. Bir politik film olarak Güneşe Yolculuk’un devlet şiddetini perdeye taşırken yaptığı tercih de önemlidir. Güneşe Yolculuk’tan önce ve sonra Türkiye sinemasında darbelerle ilgili bir dizi film çekilmiş ve bu filmlerde devlet şiddeti konu edilmiştir.2 

 Devlet şiddeti sinemada genel olarak darbe dönemleri odağında ele alındığı ölçüde bu şiddet bir “istisna hali” olarak konumlandırılmış

olur (Arslan, 2018). Güneşe Yolculuk ise devlet şiddetini doğrudan 1990’ların bağlamına yerleştirir. Faili meçhul cinayetler, kayıplar, işkence ve köy boşaltmalar bu bağlamın unsurları arasındadır (Şahin Fırat, 2014). Bu unsurlar Güneşe Yolculuk’ta belirgin bir şekilde perdeye yansır. Başka bir ifadeyle film Kürt kimliğinin maruz kaldığı şiddeti somut bir bağlama oturttuğu ve hem Cumartesi Anneleri gibi direnme odaklarına hem de öteki ile kurulacak ilişkide alternatif bir tahayyüle kadrajda yer verdiği için politik niteliğe sahiptir.

 Güneşe Yolculuk filmini felsefe bağlamında okumanın ya da başka bir ifade ile söylersek bir felsefecinin perspektifinden yararlanarak yeniden yorumlamanın gerekçesi nedir? Filmde karşımıza çıkan genel bir “öteki” meselesidir. Filmin ilerlediği düzlemi ötekine dönüşmek olarak özetleyebiliriz.

Filmin öteki meselesine dair yaklaşımı “ötekine sorumluluk” çerçevesini benimsemektedir. İzmir’in Tire ilçesinden Mehmet ve Zorduçlu bkz. (Güleryüz, 2018). 2007’ye kadar çekilmiş 12 Eylül filmlerine dair ufuk açıcı bir değerlendirme için bkz. (Doğruöz, 2007).

 Berzan filmin ana karakterleridir. Mehmet oldukça esmerdir. Çoğu kişi onun Tireli olduğuna, yani Türkiye’nin Batı’sından olduğunda inanmamakta ve onun Kürt olduğunu düşünmektedir. Mehmet, Tire’den İstanbul’a birkaç ay önce gelmiştir, İSKİ’de çalışmakta ve alt katında atölyeler olan eski bir hanın üst katındaki bekâr odasında kalmakta-dır. Berzan ise ağırlıklı olarak Kürtçe kasetler satan bir seyyar satıcıdır. İki yıldır İstanbul’da olan Berzan politik biridir. Berzan’ın Kürt siyasal hareketi ile bağları film boyunca izleyiciye hissettirilir. Filmde Mehmet ile Berzan’ın dostluk, bağlılık ve dayanışmaları, üçgenin Mehmet’in sevgilisi Arzu’yla tamamlanması ile anlatılır. Güneşe Yolculuk’u Levinas bağlamında okumanın birincisi gerekçesi Mehmet ile Berzan’ın dostluk ve dayanışmasının bir “ötekine sorumluluk” örneği oluşturmasıdır. Levinas bireyleşmenin ötekine duyulan sorumluluk olduğunu düşünür. Levinas’ın öznenin varlığını öteki üzerinden kavraması, öznenin yazgısını ötekinin yazgısı aracılığıyla idrak etmesi şeklinde ifade ettiği ötekine yöneliş süreci Güneşe Yolculuk’un merkezî unsurudur.

 Yazı üç bölümden oluşmakta. Birinci bölümde Güneşe Yolculuk’un Ustaoğlu’nun bir önceki filmi İz ile olan olası bağları tartışılıyor ve filmin olay örgüsü serimleniyor. İkinci bölümde filmin beyaz perdeye taşıdığı temel karşıtlık ele alınıyor ve ötekine dair düşmanlaştırıcı tavır ve bu tavrı yorumlarken yardımcı olacak kuramsal zemin tartışılıyor.

 Üçüncü bölüm ise Levinas felsefesinin ana hatlarını ve filmle Levinas arasındaki bağları vurguluyor. Bu bölüm Levinas’ın barış fikrini tartışmaya dâhil ederken, bir yandan da ikinci bölümde serimlenen düşmanlaştırma tavrının zıddı olarak ötekine sorumluluk tavrının filmde nasıl yer bulduğu ele alınıyor.

 GÜNEŞE YOLCULUK


 Güneşe Yolculuk’u Levinas’ı akılda tutarak okumak, Ustaoğlu’nun ilk filmi İz (1994) ile ikinci filmi arasındaki olası (ve genel olarak gözden kaçmış) bağları da ortaya çıkartabilir. İz, 1994’de İstanbul Film Festivali’nde yılın En İyi Türk Filmi ödülünü kazanmasına rağmen vizyonda gösterim şansı bulamamış bir yapım. Kafkaesk ögeler içeren ve genel olarak kapalı bir anlatıma sahip olan İz’den sonra Ustaoğlu, sinemaseverlerin karşısına politik mesajının altını açıklıkla çizen Güneşe Yolculuk’la çıkınca, bazı eleştirmenler yönetmenin iki filmi arasında bir kopukluk olduğunu vurguladılar. İki film arasında belirli bir farktan söz etmek mümkün olsa da, bu iki filmi hiçbir tematik ortaklığı olmayan iki yapıt olarak nitelemek hatalı olur. İz’in ana karakteri, emekliliğine az kalmış olan Kemal komiserdir (Aytaç Arman). Yüzü parçalanarak ölen bir adamın dosyası başka polisler tarafından intihar kanaatiyle kapatılır. Ancak ana karakter bunun bir cinayet olduğunu düşünmektedir.

 Diğer Polislerin tepkilerine karşın olayın üzerine gitmeye çalışır. Giderek meselenin aslını öğrenmek onun için polis kimliğinin dışında, onu aşan bir merak haline gelir. Ancak kendi çabasıyla meseleyi anlamaya çalıştıkça, olası ipuçlarının sırayla yok olduğunu fark eder. Sürekli olarak maktulün bir fotoğrafına ulaşmayı dener, ama bunu bir türlü başaramaz. Maktulün yüzü hiçbir iz bırakmaksızın yok olmuş gibidir.

    Komiser Kemal giderek kendi yüzünü de göremediğini fark eder. Bir bakıma komiser giderek maktule dönüşmüş, aynaya baktığında dahi kendi yüzünü göremez olmuştur. Bu kurgu, hem öteki için duyulan sorumluluk çerçevesinde, daha çok da ötekine dönüşme örneği olarak Levinasçı bir okumaya açıktır.

 Güneşe Yolculuk’un Levinas üzerinden okunmasına geçmeden önce filmin olay örgüsünü hatırlamak gerekiyor. Çeşitli uluslararası festivallerde pek çok ödül3 alan Güneşe Yolculuk esas olarak İstanbul’a yeni gelmiş iki genç erkeğin Mehmet (Nevruz Şahin) ile Berzan’ın (Nazmi Kırık) dostluk, bağlılık ve dayanışmalarını anlatır. Filmin başında Berzan’ın geldiği yer olan Zorduç’un Irak sınırına yakın bir yer olduğu dışında bilgi verilmez. Finalde buranın, muhtemelen inşa edilen bir baraj nedeniyle, sular altında kalmış bir yerleşim olduğu görülür.

İzmir’in bir ilçesi olan Tire’nin gerçekliğine karşıt olarak, Zorduç hayalî bir yerleşimdir.

 1999 Berlin, Berlinale, AGICOA, “Blue Angel” Ödülü. 1999 İstanbul, Altın Lale, En İyi Türk filmi, En İyi Yönetmen, FIBRESCI Türkiye, Hürriyet Gazetesi izleyici ödülleri. 1999 Troia Gümüş Yunus ve OSIS ödülleri. 1999 Benodit Jüri Ödülü. 1999 Kudüs Mansiyon Ödülü. 1999 Bitola Altın Kamera Ödülü. 1999 Sao Paulo Jüri Mansiyon Ödülü. 1999 Vallodoid Jüri Özel Ödülü. 1999 John Templeton Avrupa Film Ödülü.

 Bir gün, Mehmet, bir Millî maçı izlemek için kahveye gider. Maçın galibiyetle sonuçlanmasıyla birlikte sevinç gösterileri saldırganlığa ve kavgaya dönüşür. Saldırgan grubun içinden Kürtlere yönelik küfürler duyulur. Bir arabanın camları kırılır ve bu sırada, büyük bir olasılıkla galibiyet sonrası yaşanan sevinç ve saldırganlığa katılmadığı için ya da esmer olduğu için kalabalık Mehmet’i de yumruklamaya başlar. Herkes Mehmet’e saldırırken, bir kişi yardım eder. İki kişi kaçarlar, kalabalıktan iki kişi de onları uzun süre kovalar.

 Yardım eden Berzan’dır. Böylece biri Batı’dan diğeri Güneydoğu’dan gelmiş iki ana karakter tanışmış olurlar.

 Filmin izleyen bölümünde yönetmen, gerek Mehmet ile Arzu’nun gerekse Mehmet ile Berzan’ın ilişkilerindeki gelişmeleri anlatır. Bir tarafta bir flört, diğer tarafta bir dostluk gelişmektedir.

Ancak, bir gün Mehmet binmiş olduğu minibüste bulunan bir silah yüzünden gözaltına alınır. Polis Mehmet’in üzerinde, Berzan’ın hediyesi bir Kürtçe kaset de bulur. Polis Berzan’ı arar, kaçmayı beceren Berzan meselenin Mehmet’le ilgili olduğunu arkadaşından duyar ve Mehmet’in başının polisle dertte olduğunu anlar.

 Berzan daha önceden hiç tanışmadığı Arzu’yu bulur. Arzu’ya Emniyet’e gitmesini söyler. Arzu ile Berzan Mehmet’in gözaltında olduğunu öğrenirler fakat beklemekten başka yapılabilecek bir şey yoktur. Emniyet’te geçen bir haftanın sonunda Mehmet dışarı çıkar. Bir hafta işkence, tehditler, iyi polis kötü polis oyunları ile geçmiştir. Polisler özellikle bu kadar esmer bir insanın Tireli olduğuna inanmamışlardır. Dışarı çıktığında Mehmet’in sadece yüzü değil, bütün kıyafetleri de kan içindedir. Bitkin bir halde, kaldığı yere doğru yürümeye başlar. Kalabalık sokaklardan geçer ama kimse bu kanlar içinde, ayakta zor duran insanla ilgilenmez. Kaldığı hana varır. Atölyeler de normal olarak çalışmaktadır. Böyle bir insana karşı sokaktaki kayıtsızlık sanki atölyelerin çalışmasında daha bir görünür olmuştur. Mehmet uykuya dalar. Uyandığında, kaldığı odanın kapısında kırmızı bir çarpı işareti olduğunu fark eder. Mehmet Emniyet’ten çıktığından bu yana kimseyle konuşmamıştır. Yönetmen bu zamanı tamamen diyalogsuz olarak kurgulamıştır. Mehmet’e ağır geçen bir haftadan sonra gelen ilk ileti bu kırmızı çarpıdır. Zaten ikinci ileti de oda arkadaşlarının “Tireli”yi artık orada istemedikleri ni söylemeleri olur. Oda arkadaşları baskı gördüklerini de söylerler; birisi durumu “kusura bakma” diyerek özetler.

 İşini de kaybeden Mehmet’e yardım eden yine Berzan olur. Ona iş ve kalacak yer ayarlar. Bu arada Berzan da polisin kendisi üzerindeki baskısı arttığından seyyar kaset işini bırakır, bir İstanbul-Urfa otobüsüne muavin olur. Ancak, Mehmet’in kaldığı yeni yerin camında aynı kırmızı çarpı belirir.

Bunun üzerine Mehmet, Berzan’ın evinde kalmaya başlar. Filmin başından beri ara ara seyirciye cezaevlerinde açlık grevleri olduğu ve bunların giderek uzadığı bilgisi verilmektedir. Bir sabah ilk ölüm haberi gelir. Bir arkadaşı gelen Berzan insanların toplandığı yere gitmek için daha Mehmet yataktayken aceleyle, ancak ona bir miktar para bırakmayı da ihmal etmeden, evden çıkar. Kısa süre sonra Mehmet de evden çıkar ve gösterinin yapıldığı yere gider. Ama protesto gösterisinde Berzan öl(dürül) müştür.

 Filmde güçlü bir genç kadın olarak tasvir edilen Arzu4 o ana kadar olduğu gibi yine Mehmet’e koşulsuz destek sunar. Morgda Berzan’ın cenazesinin alınmasını o ayarlar. Cenazeyi morgdan aldıktan sonra Mehmet, Berzan’ı Zorduç’a götürmek istemektedir. Arzu Mehmet’e kolundaki bilezikleri verir. Mehmet önceden çalıştığı otoparktan bir kamyonet çalar. Berzan’ın evinde son bir gece geçirir. O son gecede Mehmet yaşadıklarından bunalmış halde ve Berzan’la yaptıklarını hatırlayarak sinir krizi geçirir ve bir yandan Berzan’dan öğrendiği gibi dans eder. Sanki bu sahne, Ustaoğlu’nun Umut’un son sahnesine yaptığı atıfla, Yılmaz Güney sinemasına gönderilmiş bir selam gibidir. Bu yarı kriz anından sonra Mehmet dostunu, dostunun memleketine, Zorduç’a götürmeye hazır hale gelir bir bakıma. Yolculuk, bir gündoğumunda İstanbul’dan başlar. Mehmet, doğudan yükselen güneşe doğru yola çıkar.

 

“ Güneşe Yolculuk ” (Yeşim Ustaoğlu).

 Bölgeye vardıktan sonra kamyonet bozulur. Mehmet yola, tabutla birlikte, köy minibüsleri ve trenle devam eder. Trende yanına bir genç oturur,

Mehmet’e nereye gittiğini sorar. Mehmet Zorduç’a gittiğini söyler. Genç adam “Zorduçlu musun?” der. Mehmet kafasıyla olumlu cevap verir ve karşındakine nereli olduğunu sorar. Genç adam Tirelidir, askerliğini komando olarak yaptığı için oradadır. “Keşke asker olarak gelmeseydim buralara” der. Mehmet “Tireli bir arkadaşım vardı, tanır mısın? Adı Mehmet Kara” diyerek genç adama kendisini tanıyıp tanımadığını sorar.

Olumsuz yanıt alır.

 Bir bakıma bu sahne Güneşe Yolculuk’un hem genel, hem de Levinasçı okuma bağlamında kilit sahnesidir. O ana kadar ne zaman Tireli olduğunu söylese ten rengi nedeniyle karşısındakini inandıramayan, insanların sinsi bir yalancı gözüyle baktıkları Mehmet bir bakıma kendisini artık ölen Berzan’ın yerine koymaktadır. Tirelilikten vazgeçmiştir, zaten bu, kimsenin ona yakıştıramadığı hatta sahip olmasına izin vermediği bir kimliktir.

 Zorduçlu olduğunu söylediğinde ise karşıdan bir itiraz gelmez. İlk kez nereli olduğunu söylediğinde inandırıcı olabilmektedir. Zaten kendisini sorduğunda da Tire’de tanınmadığını fark eder. Tirelilikten Zorduçluluğa geçiş, belki de Mehmet’ ten Berzan’a dönüşümü de yansıtan bir semboldür.

Bu dönüşüm Levinas’ın ahlâk anlayışıyla okunabilir: Benin ötekine yönelmesi, öteki için var olması ve hatta ötekine dönüşmesi.

 Buraya kadar Güneşe Yolculuk hakkında yazılanlar filmin genelini ana hatlarıyla hatırlamak, öteki sorununu ve Levinas’ı akılda tutarak yapılan bir okuma için gerekli olan noktaları serim-lemekten ibarettir. Filmin bütün imgelerini kapsamak bu yazının amacı değildir. Bu nedenle, su borularını dinlemeye yarayan flüt, Arzu ile Mehmet arasında “seni seviyorum” ifadesinin sadece Almanca dile getirilişi, otelci adam gibi pek çok imgesel unsur burada anılmamaktadır.

 2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

 ***

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder