20 YIL SONRA GÜNEŞE YOLCULUK., BÖLÜM
1
SİNEMA
20 yıl sonra Güneşe Yolculuk*
ÖMER TURAN,
(*) Bu yazı, “ Ötekine Sorumluluk ve
Barış ” başlığıyla Est & Non dergisinde yayımlanmış metnin ( Sayı 5-6,
Ekim-Kasım 2000, s. 95-103 ) baştan yazılması ile oluşmuş ve kısa hâli Kasım
2018’de İstanbul’da düzenlenen 1. Ulusal Sinema ve Felsefe Sempozyumu’nda
sunulmuştur.
Güneşe Yolculuk’u 2000’de metnin ilk hâlini yazarken Hakan Doğruöz ile,
2018’de metnin ikinci hâlini yazarken ise Pınar Dinç ile tartışma olanağı
buldum. Ayrıca Pınar Dinç metnin son
hâlini okuyarak yorumlarını benimle paylaştı. İkisine de teşekkür ediyorum.
Bu yazı Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe
Yolculuk (1999) filmini ve filmde “öteki” sorunsalına dair sunulan perspektifi,
Emmanuel Levinas’ın felsefesi
üzerinden yorumlamayı amaçlıyor.
Yazının temel iddiası Levinas felsefesinin “ötekine sorumluluk” odağında
sunduğu perspektifin Güneşe Yolculuk’un ana meselesini anlamada önemli bir
katkı sunacağıdır. Yazı boyunca Güneşe Yolculuk, Levinas’ın “ Ötekine
Sorumluluk etiki ” ve “ Barış Düşüncesi” üzerinden yorumlanmakta. Bu yorumun
filmin politik derdinin yeniden yorumlanmasına katkıda bulunacağı iddiası,
yazının çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Güneşe Yolculuk filmini 1990’lar
Türkiye sinemasının politik bir örneği olarak görmek mümkündür. Film Kürtçe bir
şarkı ile açılır; filmin içinde Kürtçe diyaloglar yer alır. Ana
karakter Mehmet’in hayatının akışı Kürtçe bir kaset ile yakalanması ile
değişir.
Filmin İlk yarısı İstanbul’da polis şiddetini, işkenceyi ve gözaltındaki
kayıpları perdeye taşır.
İkinci yarıda ise, yani Mehmet’in Urfa’da hayalî bir yerleşim olan
Zorduç’a yolculuğu ile birlikte kamera bu kez sokakları dolduran panzerlere, Askeri
kontrol noktalarına, Askerlerin el koyduğu Gündem gazetesine çevrilir.
Filmde Ustaoğlu kurgu görüntülerin
arasına gerçek görüntüler de yerleştirir. Başka bir ifadeyle, film boyunca
gerçeklik politik bir sembol olarak dışlanmaz, tersine film sıradan
sayılabilecek olayların gerçekliği üzerine inşa edilir (Akdeniz, 2001). Polis
şiddeti ve cezaevlerindeki açlık grevi gerçek görüntülerle izleyiciye
aktarılır. Bununla birlikte, senaryonun akışında evlere konan kırmızı çarpı
işaretleri önemli bir işleve sahiptir.
Bir söyleşisinde Yeşim Ustaoğlu
çarpı işaretinin nefreti ve koyu tenliyi kınamayı simgelediğini belirtmekte
(Dönmez-Colin, 2012: 215).
Bu sembol tercihi ile Ustaoğlu genellikle mezhep temelli dışlama ve
şiddet örneklerinde gözlenen bir sembolü Kürt kimliğinin yaşadığı bir pratiği düşünürken
hatırlatmış olur.
Karşımıza çıkan Kürtçe diyaloglar,
Kürtçe kaset ve Kürtçe şarkılar üzerine düşünürken, Güneşe Yolculuk’u,
1970’lerin hararetli politik ortamında çekilmiş olan Yılmaz Güney’in Sürü
(1978) filmi ile kıyaslamak, Ustaoğlu’nun benimsediği politik tavrı anlamak
adına önemlidir.1
Her iki film Buna karşın Güneşe
Yolculuk.,
Kürt kimliğine göndermeler yapar.
Her iki film de yol hikâyesidir. Fakat Sürü sorunların çözümünün Ankara’da
arandığı bir filmdir; buna karşın Güneşe Yolculuk’ta
çıkılan yol Urfa’ya doğrudur.
Güneşe Yolculuk’un politik bir film
olduğunu düşünürken, filmin sadece Kürt kimliğine, bu kimliğin geçişkenliğine
ve Kürt kimliğinin şiddet deneyimleriyle ilişkisine
odaklandığını hatırlamak yetmez. Bir politik film olarak Güneşe Yolculuk’un
devlet şiddetini perdeye taşırken yaptığı tercih de önemlidir. Güneşe Yolculuk’tan
önce ve sonra Türkiye sinemasında darbelerle ilgili bir dizi film çekilmiş ve
bu filmlerde devlet şiddeti konu edilmiştir.2
Devlet şiddeti sinemada genel olarak
darbe dönemleri odağında ele alındığı ölçüde bu şiddet bir “istisna hali”
olarak konumlandırılmış
olur (Arslan, 2018). Güneşe Yolculuk
ise devlet şiddetini doğrudan 1990’ların bağlamına yerleştirir. Faili meçhul
cinayetler, kayıplar, işkence ve köy boşaltmalar bu bağlamın
unsurları arasındadır (Şahin Fırat, 2014). Bu unsurlar Güneşe Yolculuk’ta
belirgin bir şekilde perdeye yansır. Başka bir ifadeyle film Kürt kimliğinin
maruz kaldığı şiddeti somut bir bağlama oturttuğu ve hem Cumartesi Anneleri
gibi direnme odaklarına hem de öteki ile kurulacak ilişkide
alternatif bir tahayyüle kadrajda yer verdiği için politik niteliğe sahiptir.
Güneşe Yolculuk filmini felsefe
bağlamında okumanın ya da başka bir ifade ile söylersek bir felsefecinin
perspektifinden yararlanarak yeniden yorumlamanın gerekçesi nedir? Filmde
karşımıza çıkan genel bir “öteki” meselesidir. Filmin ilerlediği düzlemi
ötekine dönüşmek olarak özetleyebiliriz.
Filmin öteki meselesine dair
yaklaşımı “ötekine sorumluluk” çerçevesini benimsemektedir. İzmir’in Tire
ilçesinden Mehmet ve Zorduçlu bkz. (Güleryüz, 2018). 2007’ye kadar
çekilmiş 12 Eylül filmlerine dair ufuk açıcı bir değerlendirme için bkz.
(Doğruöz, 2007).
Berzan filmin ana karakterleridir.
Mehmet oldukça esmerdir. Çoğu kişi onun Tireli olduğuna, yani Türkiye’nin
Batı’sından olduğunda inanmamakta ve onun Kürt olduğunu düşünmektedir.
Mehmet, Tire’den İstanbul’a birkaç ay önce gelmiştir, İSKİ’de çalışmakta ve alt
katında atölyeler olan eski bir hanın üst katındaki bekâr
odasında kalmakta-dır. Berzan ise ağırlıklı olarak Kürtçe kasetler satan bir
seyyar satıcıdır. İki yıldır İstanbul’da olan Berzan politik biridir. Berzan’ın
Kürt siyasal hareketi ile bağları film boyunca izleyiciye hissettirilir. Filmde
Mehmet ile Berzan’ın dostluk, bağlılık ve dayanışmaları, üçgenin Mehmet’in
sevgilisi Arzu’yla tamamlanması ile anlatılır. Güneşe Yolculuk’u Levinas
bağlamında okumanın birincisi gerekçesi Mehmet ile Berzan’ın dostluk ve
dayanışmasının bir “ötekine sorumluluk” örneği oluşturmasıdır. Levinas
bireyleşmenin ötekine duyulan sorumluluk olduğunu düşünür. Levinas’ın öznenin
varlığını öteki üzerinden kavraması, öznenin yazgısını ötekinin yazgısı
aracılığıyla idrak etmesi şeklinde ifade ettiği ötekine yöneliş süreci Güneşe
Yolculuk’un merkezî unsurudur.
Yazı üç bölümden oluşmakta. Birinci
bölümde Güneşe Yolculuk’un Ustaoğlu’nun bir önceki filmi İz ile olan olası
bağları tartışılıyor ve filmin olay örgüsü serimleniyor. İkinci bölümde filmin
beyaz perdeye taşıdığı temel karşıtlık ele alınıyor ve ötekine dair
düşmanlaştırıcı tavır ve bu tavrı yorumlarken yardımcı olacak kuramsal zemin
tartışılıyor.
Üçüncü bölüm ise Levinas
felsefesinin ana hatlarını ve filmle Levinas arasındaki bağları vurguluyor. Bu
bölüm Levinas’ın barış fikrini tartışmaya dâhil ederken, bir yandan da ikinci
bölümde serimlenen düşmanlaştırma tavrının zıddı olarak ötekine sorumluluk
tavrının filmde nasıl yer bulduğu ele alınıyor.
GÜNEŞE YOLCULUK
Güneşe Yolculuk’u Levinas’ı akılda
tutarak okumak, Ustaoğlu’nun ilk filmi İz (1994) ile ikinci filmi arasındaki olası
(ve genel olarak gözden kaçmış) bağları da ortaya çıkartabilir. İz,
1994’de İstanbul Film Festivali’nde yılın En İyi Türk Filmi ödülünü kazanmasına
rağmen vizyonda gösterim şansı bulamamış bir yapım. Kafkaesk
ögeler içeren ve genel olarak kapalı bir anlatıma sahip olan İz’den sonra
Ustaoğlu, sinemaseverlerin karşısına politik mesajının altını açıklıkla
çizen Güneşe Yolculuk’la çıkınca, bazı eleştirmenler yönetmenin iki filmi
arasında bir kopukluk olduğunu vurguladılar. İki film arasında belirli bir
farktan söz etmek mümkün olsa da, bu iki filmi hiçbir tematik ortaklığı olmayan
iki yapıt olarak nitelemek hatalı olur. İz’in ana karakteri, emekliliğine az
kalmış olan Kemal komiserdir (Aytaç Arman). Yüzü parçalanarak ölen bir adamın
dosyası başka polisler tarafından intihar kanaatiyle kapatılır. Ancak ana
karakter bunun bir cinayet olduğunu düşünmektedir.
Diğer Polislerin tepkilerine karşın
olayın üzerine gitmeye çalışır. Giderek meselenin aslını öğrenmek onun için
polis kimliğinin dışında, onu aşan bir merak haline gelir. Ancak kendi
çabasıyla meseleyi anlamaya çalıştıkça, olası ipuçlarının sırayla yok olduğunu
fark eder. Sürekli olarak maktulün bir fotoğrafına ulaşmayı
dener, ama bunu bir türlü başaramaz. Maktulün yüzü hiçbir iz bırakmaksızın yok
olmuş gibidir.
Komiser Kemal giderek kendi yüzünü de göremediğini fark eder. Bir bakıma
komiser giderek maktule dönüşmüş, aynaya baktığında dahi kendi yüzünü göremez
olmuştur. Bu kurgu, hem öteki için duyulan sorumluluk çerçevesinde, daha çok da
ötekine dönüşme örneği olarak Levinasçı bir okumaya açıktır.
Güneşe Yolculuk’un Levinas üzerinden
okunmasına geçmeden önce filmin olay örgüsünü hatırlamak gerekiyor. Çeşitli
uluslararası festivallerde pek çok ödül3 alan Güneşe Yolculuk
esas olarak İstanbul’a yeni gelmiş iki genç erkeğin Mehmet (Nevruz Şahin) ile
Berzan’ın (Nazmi Kırık) dostluk, bağlılık ve dayanışmalarını anlatır. Filmin
başında Berzan’ın geldiği yer olan Zorduç’un Irak sınırına yakın bir yer olduğu
dışında bilgi verilmez. Finalde buranın, muhtemelen inşa edilen bir baraj
nedeniyle, sular altında kalmış bir yerleşim olduğu görülür.
İzmir’in bir ilçesi olan Tire’nin gerçekliğine
karşıt olarak, Zorduç hayalî bir yerleşimdir.
1999 Berlin, Berlinale, AGICOA,
“Blue Angel” Ödülü. 1999 İstanbul, Altın Lale, En İyi Türk filmi, En İyi
Yönetmen, FIBRESCI Türkiye, Hürriyet Gazetesi izleyici ödülleri. 1999 Troia
Gümüş Yunus ve OSIS ödülleri. 1999 Benodit Jüri Ödülü. 1999 Kudüs Mansiyon
Ödülü. 1999 Bitola Altın Kamera Ödülü. 1999 Sao Paulo Jüri Mansiyon Ödülü. 1999
Vallodoid Jüri Özel Ödülü. 1999 John Templeton Avrupa Film Ödülü.
Bir gün, Mehmet, bir Millî maçı
izlemek için kahveye gider. Maçın galibiyetle sonuçlanmasıyla birlikte sevinç
gösterileri saldırganlığa ve kavgaya dönüşür. Saldırgan grubun içinden Kürtlere
yönelik küfürler duyulur. Bir arabanın camları kırılır ve bu sırada, büyük bir
olasılıkla galibiyet sonrası yaşanan sevinç ve saldırganlığa katılmadığı için
ya da esmer olduğu için kalabalık Mehmet’i de yumruklamaya başlar. Herkes
Mehmet’e saldırırken, bir kişi yardım eder. İki kişi kaçarlar, kalabalıktan iki
kişi de onları uzun süre kovalar.
Yardım eden Berzan’dır. Böylece biri
Batı’dan diğeri Güneydoğu’dan gelmiş iki ana karakter tanışmış olurlar.
Filmin izleyen bölümünde yönetmen,
gerek Mehmet ile Arzu’nun gerekse Mehmet ile Berzan’ın ilişkilerindeki
gelişmeleri anlatır. Bir tarafta bir flört, diğer tarafta bir dostluk
gelişmektedir.
Ancak, bir gün Mehmet binmiş olduğu
minibüste bulunan bir silah yüzünden gözaltına alınır. Polis Mehmet’in
üzerinde, Berzan’ın hediyesi bir Kürtçe kaset de bulur. Polis Berzan’ı arar,
kaçmayı beceren Berzan meselenin Mehmet’le ilgili olduğunu arkadaşından duyar
ve Mehmet’in başının polisle dertte olduğunu anlar.
Berzan daha önceden hiç tanışmadığı
Arzu’yu bulur. Arzu’ya Emniyet’e gitmesini söyler. Arzu ile Berzan Mehmet’in
gözaltında olduğunu öğrenirler fakat beklemekten başka
yapılabilecek bir şey yoktur. Emniyet’te geçen bir haftanın sonunda Mehmet
dışarı çıkar. Bir hafta işkence, tehditler, iyi polis kötü polis oyunları ile
geçmiştir. Polisler özellikle bu kadar esmer bir insanın Tireli olduğuna
inanmamışlardır. Dışarı çıktığında Mehmet’in sadece yüzü değil, bütün
kıyafetleri de kan içindedir. Bitkin bir halde, kaldığı yere doğru yürümeye
başlar. Kalabalık sokaklardan geçer ama kimse bu kanlar içinde, ayakta
zor duran insanla ilgilenmez. Kaldığı hana varır. Atölyeler de normal olarak
çalışmaktadır. Böyle bir insana karşı sokaktaki kayıtsızlık sanki atölyelerin
çalışmasında daha bir görünür olmuştur. Mehmet uykuya dalar. Uyandığında,
kaldığı odanın kapısında kırmızı bir çarpı işareti olduğunu fark eder. Mehmet
Emniyet’ten çıktığından bu yana kimseyle konuşmamıştır. Yönetmen bu zamanı
tamamen diyalogsuz olarak kurgulamıştır. Mehmet’e ağır geçen bir haftadan sonra
gelen ilk ileti bu kırmızı çarpıdır. Zaten ikinci ileti de oda arkadaşlarının
“Tireli”yi artık orada istemedikleri ni söylemeleri olur. Oda arkadaşları baskı
gördüklerini de söylerler; birisi durumu “kusura bakma” diyerek özetler.
İşini de kaybeden Mehmet’e yardım
eden yine Berzan olur. Ona iş ve kalacak yer ayarlar. Bu arada Berzan da
polisin kendisi üzerindeki baskısı arttığından seyyar kaset işini
bırakır, bir İstanbul-Urfa otobüsüne muavin olur. Ancak, Mehmet’in kaldığı yeni
yerin camında aynı kırmızı çarpı belirir.
Bunun üzerine Mehmet, Berzan’ın
evinde kalmaya başlar. Filmin başından beri ara ara seyirciye cezaevlerinde
açlık grevleri olduğu ve bunların giderek uzadığı bilgisi
verilmektedir. Bir sabah ilk ölüm haberi gelir. Bir arkadaşı gelen Berzan
insanların toplandığı yere gitmek için daha Mehmet yataktayken aceleyle, ancak ona bir
miktar para bırakmayı da ihmal etmeden, evden çıkar. Kısa süre sonra Mehmet de
evden çıkar ve gösterinin yapıldığı yere gider. Ama protesto gösterisinde
Berzan öl(dürül) müştür.
Filmde güçlü bir genç kadın olarak
tasvir edilen Arzu4 o ana kadar olduğu gibi yine Mehmet’e koşulsuz destek
sunar. Morgda Berzan’ın cenazesinin alınmasını o ayarlar. Cenazeyi
morgdan aldıktan sonra Mehmet, Berzan’ı Zorduç’a götürmek istemektedir. Arzu
Mehmet’e kolundaki bilezikleri verir. Mehmet önceden çalıştığı
otoparktan bir kamyonet çalar. Berzan’ın evinde son bir gece geçirir. O son
gecede Mehmet yaşadıklarından bunalmış halde ve Berzan’la yaptıklarını
hatırlayarak sinir krizi geçirir ve bir yandan Berzan’dan öğrendiği gibi dans
eder. Sanki bu sahne, Ustaoğlu’nun Umut’un son sahnesine yaptığı atıfla, Yılmaz
Güney sinemasına gönderilmiş bir selam gibidir. Bu yarı kriz anından sonra
Mehmet dostunu, dostunun memleketine, Zorduç’a götürmeye hazır hale gelir bir
bakıma. Yolculuk, bir gündoğumunda İstanbul’dan başlar. Mehmet, doğudan
yükselen güneşe doğru yola çıkar.
“ Güneşe Yolculuk ” (Yeşim
Ustaoğlu).
Bölgeye vardıktan sonra kamyonet
bozulur. Mehmet yola, tabutla birlikte, köy minibüsleri ve trenle devam eder.
Trende yanına bir genç oturur,
Mehmet’e nereye gittiğini sorar.
Mehmet Zorduç’a gittiğini söyler. Genç adam “Zorduçlu musun?” der. Mehmet
kafasıyla olumlu cevap verir ve karşındakine nereli olduğunu
sorar. Genç adam Tirelidir, askerliğini komando olarak yaptığı için oradadır.
“Keşke asker olarak gelmeseydim buralara” der. Mehmet “Tireli bir
arkadaşım vardı, tanır mısın? Adı Mehmet Kara” diyerek genç adama kendisini
tanıyıp tanımadığını sorar.
Olumsuz yanıt alır.
Bir bakıma bu sahne Güneşe
Yolculuk’un hem genel, hem de Levinasçı okuma bağlamında kilit sahnesidir. O
ana kadar ne zaman Tireli olduğunu söylese ten rengi nedeniyle
karşısındakini inandıramayan, insanların sinsi bir yalancı gözüyle baktıkları
Mehmet bir bakıma kendisini artık ölen Berzan’ın yerine koymaktadır.
Tirelilikten vazgeçmiştir, zaten bu, kimsenin ona yakıştıramadığı hatta sahip
olmasına izin vermediği bir kimliktir.
Zorduçlu olduğunu söylediğinde ise
karşıdan bir itiraz gelmez. İlk kez nereli olduğunu söylediğinde inandırıcı
olabilmektedir. Zaten kendisini sorduğunda da Tire’de tanınmadığını fark eder.
Tirelilikten Zorduçluluğa geçiş, belki de Mehmet’ ten Berzan’a dönüşümü de
yansıtan bir semboldür.
Bu dönüşüm Levinas’ın ahlâk
anlayışıyla okunabilir: Benin ötekine yönelmesi, öteki için var olması ve hatta
ötekine dönüşmesi.
Buraya kadar Güneşe Yolculuk
hakkında yazılanlar filmin genelini ana hatlarıyla hatırlamak, öteki sorununu
ve Levinas’ı akılda tutarak yapılan bir okuma için gerekli olan
noktaları serim-lemekten ibarettir. Filmin bütün imgelerini kapsamak bu yazının
amacı değildir. Bu nedenle, su borularını dinlemeye yarayan flüt,
Arzu ile Mehmet arasında “seni seviyorum” ifadesinin sadece Almanca dile getirilişi, otelci adam
gibi pek çok imgesel unsur burada anılmamaktadır.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***