6 Ekim 2020 Salı

1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 3

1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 3



2018’in sonunda yayımlanan ve Türkiye’de 68 eylemcilerinin yararlandıkları fırsat ve destekler ile karşılarına çıkan tehditleri titizlikle inceleyen Jakobenlerden Devrimcilere: Türkiye’de Öğrenci Hareketlerinin Dinamikleri (1960-1971) başlıklı kitabında Emin Alper, uluslararası protesto dalgasının sokağa çıkanlar için belirgin bir özendirme etkisi olduğunu belirtiyor. Alper’in ifadesiyle, 68 konjonktüründe Vietnam, “Türkiye öğrencileri arasında da anti-emperyalist milli mücadelenin sembollerinden biri haline” gelmişti. Alper, Türkiye’de anti-emperyalist heyecanın yükselmesinde üçüncü dünyacılık gibi fikirlerin etkisi olduğunu ama bunlardan çok ABD’nin Johnson mektubu ile Türkiye’ye ihanet etmiş olduğu yönündeki yaygın hissin etkisini görmek gerektiğini belirtiyor. Alper’e göre, solcular anti-emperyalist fikirleri Kıbrıs krizi ve Johnson mektubuna başvurarak özgürce ve meşru bir şekilde yayma fırsatı bulmaktaydılar.21

21 Emin Alper, Jakobenlerden Devrimcilere: Türkiye’de Öğrenci Hareketlerinin Dinamikleri (1960-1971), Çev. Eylem Yenisoy, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2018, s. 37. 

 “Tek Hareket mi?”, “birden fazla hareket mi?” sorusu çerçevesinde McAdam ve meslektaşlarının sunduğu modeli ile Wallerstein’in 1968 üzerine tezlerini çapraz okumaya devam edersek, Wallerstein’in üçüncü tezi olan 68’in eski soldan kopuş olduğu tespitini de hatırlamak gerekmekte. Bu Türkiye 68’i için de geçerlidir. Türkiye’deki öğrencilerin de sosyalizm perspektifleri Sovyetler Birliği hattından uzakta şekillenmiştir. Bunda McAdam, Tarrow ve Tilly’nin “harekete geçiren yapılar” dedikleri mecraların rolünü teslim etmek gerekir. Aralık 1965’te TİP Gençlik Kolları üyelerince kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), iletişim, koordinasyon ve bağlılığı arttıran bir “harekete geçiren yapı”dır. Kerem Ünüvar’ın bu kitapta yer alan çalışmasında vurguladığı üzere, “FKF, kendi lokallerini kurabilen, sosyal aktiviteleri pekiştiren, üniversite yaşamına ve idari yönetimin tasarruflarına müdahale yollarını oluşturan, TİP’in politikaları çerçevesinde işçi ve  köylülerin mücadelelerine destek veren bir gençlik örgütlenmesi”dir. 

Tam da “harekete geçiren bir yapı” olarak FKF bize, Türkiye 68’inin TİP’i yaratan sosyalist rüzgârın dışında düşünülemeyeceğini hatırlatır. 

Bu bağlantı ile “harekete geçiren yapı” (FKF) ile “çerçeve belirleme süreçleri” arasındaki ilişkiyi de hatırlayabiliriz. TİP ve liderleri ortak yorum belirlenmesinde önemli rol üstlenmişler, özellikle Mehmet Ali Aybar’ın yüksek sesle yaptığı Sovyetler Birliği eleştirisi, Wallerstein’in tezinde söylediği üzere, yeni kitleselleşen dalganın eski sol ile mesafeli şekilde oluşmasına yol açmıştır. Aybar açıkça Leninist parti modelini eleştirmekle kalmamış, Ağustos 1968’de Varşova Paktı Çekoslovakya’yı işgal edince bu müdahaleciliğe de sert şekilde karşı çıkmıştı.22

     22 Kimi zaman gözden kaçan bir detayı hatırlamak TİP’in “çerçeve belirleme süreci” olarak gücünü anlamak adına önemlidir: 

Aybar’ın itirazlarıyla birlikte, Parti’nin diğer önemli adı Behice Boran da (sonradan konumunu gözden geçirse de) ilk aşamada Prag’a Sovyet işgaline karşı çıkar. Boran Boran 27 Ağustos 1968 tarihli Milliyet’te şunları yazmıştı: “Sovyetler Birliği’nin Varşova Paktı’nın diğer dört üyesi ile birlikte Çekoslovakya’ya yaptığı askerî müdahalenin hiçbir yönden haklı, hatta gerçekçi politika bakımından geçerli görülebilecek yanı yoktur. […] Sovyetler Birliği’nde işçi sınıfı diktatörlüğü partinin, hatta parti içinde belirli bir kadronun gitgide tek bir kişinin müstebit, keyfî idaresi şeklini almıştır.” Bkz. Uğur Mumcu, Aybar ile Söyleşi: Sosyalizm ve Bağımsızlık, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1993, s. 54.

    Türkiye 68’inde gözlenen eski soldan kopuşun süreç içinde yerini daha muğlak bir resme bıraktığını, Sovyet modelinden ilham almış olan Mihri Belli’nin öğrenci hareketi üzerinde etki sahasını genişlettiğini de hatırlamak gerekiyor.23

23 Bu noktaya dikkatimi çeken Emin Alper’e teşekkür ederim. 


Ant dergisinin İnci Tuğsavul Özgüden tarafından tasarlanmış olan, 26 Kasım 1968 tarihli kapağı. Özetle, protesto dalgasını “harekete geçiren yapılar” neydi sorusu üzerinden okumak, “tek hareket mi?”, “birden fazla hareket mi?” sorusunda ibreyi farklılıklara doğru çevirir. Fakat tam da bu noktada “harekete geçiren yapılar”ın sabit olmadığını da hatırlamak gerek. Ünüvar’ın yazısı bize FKF’de başlayan sürecin nasıl evrildiğini ve zamanla öğrencilerin “harekete geçiren yapı”yı dönüştürerek nasıl Dev-Genç’i kurduklarını anlatıyor. Benzer şekilde Deniz Cenk Demir’in kapsamlı makalesi Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nda (DDKO) bulunmuş TİP üyesi Kürt gençlerin Ekim 1970’de toplanan 4. Kongre’de harekete geçtiklerini, kimi Doğulu delegeleri de yanlarına alarak kongrenin havasını etkilediklerini ve böylelikle (1971’de Anayasa Mahkemesi’nin partiyi kapatmaktaki ana gerekçesini oluşturacak olan) TİP’e Kürt sorunu ile ilgili tarihi bir karar aldırıldıklarını aktarıyor. 

Başka bir ifadeyle, “harekete geçiren bir yapı” olarak TİP de değişmez değildir ve aktivistlerin fikirleriyle etkileşim halindedir. 

“Tek hareket mi?”, “birden fazla hareket mi?” sorusu üzerine düşünürken “çerçeve belirleme süreçleri” üzerine de düşünmek gerekiyor. 

Bu kitapta bir araya gelen makaleler farklı ülkelerdeki 68 dalgalarına dair farklı ilham kaynakları hakkında geniş bir ufuk turu sunmakta. Bülent Somay devrim tahayyüllerinin izini Anglosakson ülkelerin müzik mecralarında sürdüğü yazısında 1960’ları çevreleyen tüm temaların, yani gençlik başkaldırısı, cinsel özgürlük / devrim talebi, keyif verici maddelere heves, yersiz-yurtsuzluk, ulus/vatan fikrine isyan, tembellik hakkı talebi, Şark mistisizmine yoğun bir merak ve “Amerikan Hayat Tarzı”nın kuru gerçekçiliğine fantazi/bilim kurgu üzerinden karşı çıkışın 1950’lerin hazırladığı düşünsel zeminde belirdiğini söylüyor. Somay’a göre, “Beat” kuşağı edebiyatçılar, yaşam tarzı açısından Amerikan kurulu düzeninden ayrılmaları ve “ Amerikan Rüyası” na dair alaycı reddiyeleri ya da İngiliz romancı Tolkien’in 1954’te yayımlanan romanı Yüzüklerin Efendisi’nin 1960’larda politikleşen şarkı sözleriyle olan ilişkisini görmek mümkündür. Axel Çorlu, Fethiye Beşir ve Alper Akyüz’ün makaleleri ırkçılık karşıtlığından feminizme ve ekolojist kaygılara uzanan bir yelpazede farklı ülkelerdeki 68 protestocularının ilham kaynaklarını serimliyor. Rudi Dutschke yazısında Tanıl Bora “Kızıl Rudi”nin nasıl Camus, Sartre gibi varoluşu felsefecileri ikinci plana itip Marksizm’le uğraşmaya başladığını ve Rosa Luxemburg’u keşfettiğine değiniyor. Luxemburg’un Sovyet modeline olan eleştirel mesafesi Dutschke için de önemli olacak ve Dutschke 1917 Rusya’sındaki sosyalizm modelinin örnek alınamayacağını vurgulayacaktır. 

Bu ilham kaynaklarının yanı sıra Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki 68’lilerin “çerçeve belirleme süreçleri”ne daha doğrudan etki etmiş, ortak tanım, yorum, itirazların şekillenmesine katkıda bulunmuş isimler de vardır. Bu bağlamda ilk olarak Herbert Marcuse’yi anmak gerekir. Batı Almanya’da öğrenciler Frankfurt Okulu kuramcılarına heyecanla yönelirlerken, Adorno bu heyecana karşılık vermemiş, Habermas ise öğrencilerin hedeflerini desteklemesine karşın, yöntemlerine şerh düşmüş, bu şerhini “solcu kargaşalar, çocuksuluk, devrimcilik oynamak” gibi sert ifadelerle dile getirmişti.24

24 Matthew G. Specter, Habermas: Entelektüel Bir Biyografi, Çev. İsmail Ilgar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012, s. 135-136. Habermas’ın öğrenci protestolarına ilişkin değerlendirmeleri için ayrıca bkz. Jürgen Habermas, “İdeoloji” Olarak Teknik ve Bilim, Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: YKY, 1997, s. 66-68.

Frankfurt Okulu’nun Batı Almanya’daki mensuplarının bu tavrına karşın, o dönemde ABD’de yaşayan Marcuse hem harekete destek veriyor, hem de yazdıklarının protestocular tarafından okunmasını önemsiyordu. Sozialistische Deutsche Studenten’un (Almanya Sosyalist Öğrenciler 

Birliği, SDS) davetiyle Temmuz 1967 Batı Almanya’ya gelen Marcuse, Batı Berlin’de “Ütopyanın Sonu” ve “Radikal Muhalefette Şiddet Meselesi” başlıklı konferanslar verir.25

25 Herbert Marcuse, Five Lectures: Psychoanalysis, Politics, and Utopia, Londra: Penguin, 1970. 

 Marcuse konferanslarında yeni bir sosyalizm tanımının gerekli olduğundan söz eder, özgür bir toplumun fiiliyata geçirilmesi için gereken tüm materyal ve entelektüel güçlerin hazır olduğunu, bu nedenle radikal dönüşümün bir ütopya olmadığını vurgulayarak mücadele çağrısı yapar. Marcuse’nin ifadesiyle mücadele hem bilincin özgürleşmesini, hem de mevcut toplumun iktidar yapısında yarıklar oluşturmayı hedeflemelidir.

Siyahilerin ezilmişliğinden, Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamlardan, feminizmden ve Vietnam Savaşı’ndan söz eden Marcuse, öğrenci hareketini  küresel dönüşüm gücü olarak görse de, öğrencilerin doğrudan devrimci bir güç olmadığını da söyler. Marcuse konferanslarında şiddet konusuna da değinir ve kimi durumda şiddet kullanımının kaçınılmazlığından söz eder. Marcuse için temel ayrım, sistemin ayrılmaz parçası olan yapısal şiddet ile bunu bitirmeye yönelik şiddet arasında, yani gerici ve devrimci şiddet arasında, ya da başka bir deyişle baskıcıların ve baskıya maruz kalmışların şiddeti arasındadır. 

Marcuse’nin ifadesiyle çatışmayı kendinden menkul bir amaç haline getirmek hem gereksiz hem de sorumsuz bir tavır anlamına gelmekteydi. 

Fakat kurumsallaşmış şiddet ile çatışmaya girmenin kaçınılmaz bir yönü de vardır.

ABD’de ve Avrupa’da Marcuse önemli bir figür olarak “çerçeve belirleme süreçleri”nin içinde yer alırken Türkiye’de durum neydi? O dönemde May Yayınları peş peşe üç Marcuse kitabının çevirisini yayımladı: Aşk ve Uygarlık (1968), Tek Boyutlu İnsan (1968) ve Sovyet Marksizmi (1969). Bu üç kitabın Türkçeye çevrilmesi elbette önemlidir ve Marcuse’nin Türkiyeli kimi 68 aktivistlerinin zihninde yeri olduğuna işaret eder. Ayşen Uysal bu kitapta yer alan makalesinde belirttiği üzere, çeviriler düşünce ve pratiklerin transferinde önemli olsa, bu çeviriler üzerinden Türkiyeli öğrenciler için Marcuse’nin belirleyici bir ilham kaynağı olduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye’deki protesto dalgasının üzerine inşa edildiği “çerçeve belirleme süreçleri”ne bakarken esas olarak yerel kaynakların belirleyici rolünü tespit etmek gerekiyor. Bu bağlamda öncelikle, 1961’de çıkmaya başlayan ve Haziran 1967’e kadar devam eden Yön dergisinin ve Doğan Avcıoğlu’nun etkisini vurgulamak şarttır. Altı yıl boyunca haftalık olarak yayımlanan Yön’ün temel etkisi, Marksizm ve sosyalizm kelimelerini tabu kelimeler olmaktan çıkarıp onlara görünürlük kazandırmak olmuştur. 

Yön ve Avcıoğlu, sosyalizmi sık sık kalkınmacılıkla bir tutar ve halkçı bir kalkınma doktrini olarak konumlandırır. Sosyalizm sayesinde Türkiye’nin hızlı kalkınması mümkün olabilecektir.26

26 Ömer Turan, “Doğan Avcıoğlu”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cilt 9: Dönemler ve Zihniyetler, Ömer Laçiner (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2009, s. 159-179.

 Avcıoğlu’nun başyazıları ile Yön’ün teşvik ettiği, Atatürk gençliğinin “milli uyanışı”dır. Bu milli uyanış ile gençlik “yabancı petrole, Coca-Cola’ya, Sana ve Vita’ya” ve yabancı biralara hayır diyecektir; çünkü bütün bunlar devletleri, tüccarları, profesörleri içine alan dev bir menfaat şebekesiyle ilişkilidir.27

27 Doğan Avcıoğlu, “Gençliğe Çağrı”, Yön, No. 91, 25 Aralık 1964, s. 3.

 Yön sıklıkla okurlarına üçüncü dünyacılık perspektifi ile Batı dışı coğrafyalardan haberler aktarır. Okurlar dergide Jean-Paul Sartre’ın “Emperyalizmle Nasıl Savaşılır?” sorusuna verdiği yanıtı bulurlar. 

Yön’ün kırdığı tabuları düşünürken, derginin “Kürt Meselesi”ni kapağına taşıdığını da hatırlamak gerek. Avcıoğlu 1966’da kaleme aldığı bir yazıda, sosyalistler de dâhil olmak üzere kimsenin Kürt meselesi tabusunu tartışmaya cesaret edemediğini, oysa bir etnik grubun sahip olduğu kültür değerlerinin eritilmesinin sosyalizmin temel felsefesine aykırı olduğunu söylüyordu. Avcıoğlu’na göre sosyalistler için bu önemli mesele hakkında düşünme zamanı gelmişti.28

28 Doğan Avcıoğlu, “Kürt Meselesi”, Yön, No. 194, 16 Aralık 1966, s. 3.

Yön kapandıktan sonra Avcıoğlu Türkiye’nin Düzeni’ni 1968’de yayımlar. Bu kitap sadece Kemalizm, sosyalizm ve kalkınmacılığın bir sentezini sunmuyor, aynı zamanda sonraki dönemlerde az rastlanır bir düzeyde tarihsel perspektifi dolaşıma sokuyordu. Emre Can Dağlıoğlu bu derleme kitap için kaleme aldığı makalesinde Türkiye’nin Düzeni’nin çerçevesi ve etkisini detaylarıyla ele alıyor. Avcıoğlu ve Yön’ün etkisini hesaba katarken, bu mecrada demokrasi şüpheciliğinin de yaygınlaştırıldığını eklemek gerek. Dağlıoğlu’nun da belirttiği üzere tutucu güçler koalisyonunun kitle üzerindeki etkisinin aşılamayacağını savunan Avcıoğlu, sandığın beklenen sonucu vermeyeceğini öne sürer. TİP’in parlamento odaklı mücadelesinin isabetsiz olduğunu savunan Avcıoğlu’na göre sosyalizm milliyetçi devrimciler olarak nitelediği askerlerin ve aydınların iktidarı ele geçirmesi ile kurulacaktır. Bu demokrasi şüpheciliğinin 68’liler üzerinde etkisi olduğunu söylemek gerek. 

Türkiye 68’ine dair “çerçeve belirleme süreçleri”ni düşünürken, her ne kadar çok belirgin bir Avcıoğlu hattı olsa da, süreç boyunca çıkan başka kitapların da 68’lilere farklı ufuklar açtığını söylemek mümkündür. Kemal Tahir’in 1967’de çıkan Devlet Ana romanı Osmanlı’yı “kerim devlet” olarak, yani Batı’daki “ceberut devlet”e benzemeyen, koruyuculuğu temelinde meşru olan bir devlet şeklinde okumayı önerir. 

Yine 1967’de yayımlanan Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu’ndaysa Sencer Divitçioğlu, Marksizm’in ATÜT kavramsallaştırmasını takip ederek, Osmanlı devletini despotik bir yapı olarak değerlendirir. 

1968’te Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabının ilk baskısı yapılır; kitapta “Pasaporta ısınmamış içimiz / Budur katlimize sebep suçumuz” dizeleriyle 1943’te General Mustafa Muğlalı’nın emriyle yapılan 33 Kurşun katliamı lanetlenir. 1969’da çıkan Düzenin Yabancılaşması: Batılaşma kitabında ise İdris Küçükömer hem kapsamlı bir Batılılaşma, hem de CHP ve tek-parti dönemi eleştirisi sunar. 

Özellikle Küçükömer’in tezlerinin 68’liler tarafından ilgiyle karşılandığını söylemek gerek.29

29 68’lilerin yazdıklarından aktivist öğrenciler ile İdris Küçükömer’in kişisel ilişkilerinin de iyi olduğunu anlıyoruz; örneğin, Osman S. Arolat, Bir Gençlik Liderinin Anıları: 1959-1974, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2018, s. 166-167.

O dönemde yayımlanmış bu kitapları hızlıca hatırlamak, Türkiyeli 68’lilerin “çerçeve belirleme süreçleri”nde Avcıoğlu tarzı sol-Kemalizm’in etkisiyle birlikte, öğrencilerin tahayyüllerinin Kemalizm’le sınırlı olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. 

Çapraz okumaya Wallerstein’in dördüncü tezi ile devam edersek, Wallerstein karşıt kültür (counter-culture) pratiklerinin devrimci coşkunun içinde yer almasına karşın siyaseten 1968’in merkezinde yer almadığını belirtir. Derlemenin ilk yarısında yer alan çalışmaların tamamı ama özellikle Axel Çorlu ve Bülent Somay’ın makaleleri bize karşıt kültür pratikleri hakkında ilginç detaylar sunmakta. Wallerstein’in karşıt kültür olarak sıraladığı unsurlar, Türkiye’deki 68 deneyimine dâhil olmayan unsurlardır. Bu kapsamda Çorlu ve Somay’ın çalışmalarını Türkiye bağlamıyla asimetrik bir kıyaslama olarak da okumak mümkün. Fakat Türkiye 68’inde karışımıza çıkan protesto dalgasının kültürel alana temas etmediğini de düşünmemek gerek. Bilge Seçkin Çetinkaya’nın “Devrim için Hareket, Hareket için Tiyatro: 1968’de Sokaklar, İşçiler ve Gençler” başlıklı çalışması, “Devrim İçin Hareket Tiyatrosu”na odaklanarak, tam da 68 dalgasının mevcut kültürel üretim biçimlerini dönüştürme çabasını anlatıyor. Benzer şekilde, Süreyya Berfe’nin ilk şiir kitabının FKF tarafından basıldığını, İsmet Özel’in FKF marşını kaleme aldığını, Ataol Behramoğlu’nun FKF kurucuları arasında yer aldığını da hatırlamak gerekiyor.

Türkiye 68’inin kültürel alana temasını konu edinmişken Behramoğlu’nun “Bir Gün Mutlaka” şiirine de değinmek şart gözükmekte.30

30 Roni Margulies, “1968’in Şiiri: ‘Bir Gün Mutlaka’”, Sözcükler, No. 73, 2018, s. 69-71. 

 1965’te yazılan bu şiir 68’lilerin protestolarında yüksek sesle okunur. Şiirin son dizeleri kolektif bir eylemin sloganı gibidir: “Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! / Bunu söyleyeceğiz bin defa! / […] / Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda / Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla / Yürüyeceğiz çoğala çoğala […]” Şiirin açılışı Demek Lüküslü’nün bu derlemede yer alan makalesinde ve önceki çalışmalarında vurguladığı 68 hareketinin önceki kuşaklarla kopuş üzerinden kendisini var ettiği tespitinin dizelere yansıması gibidir adeta.31

31 Demet D. Lüküslü, Türkiye’nin 68’i: Bir Kuşağın Sosyolojik Analizi, Ankara: Dipnot, 2015.

 Artık sevişmek, yürüyüş ve silah aynı bağlamın içinde düşünülmektedir: 

“Bu gün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra / Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz / Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telaş.” “Bir Gün Mutlaka”da karşımıza çıkan dünyaya dair bir merakın politik tavırla hemhâl olmasıdır. Dizelere yansıyan tahayyülün içinde Descartes’a, gazetelere ve Vietnamca şiirlere dair merak, bireyin tek başına kurtuluşundan bahseden şairlere lanet, kapitalistlere yönelik öfke, mevcut toplumun yarattığı hüzün tortusu, birazdan gelecek polisler ve dünyanın öbür ucundaki dostlar kendilerine yer bulur. Şiir hüzün ile umudun dengesini kurar. Behramoğlu’nun dizelerinde coşku, sokaklara fırlamak ve kurulu düzenin değişeceğine dair inanç vardır: “Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu han-i yağma.” 

“Tek hareket mi?” “birden fazla hareket mi?” sorusu üzerine düşünürken “fırsat ve tehdit”lerin her ülkede farklılaştığını da hatırlamak gerek. Emin Alper Jakobenler den Devrimcilere kitabında üniversite öğrencilerinin toplumdaki yüksek statülerinin gençler için önemli bir fırsat sunduğunu belirtiyor. Alper’in ifadesiyle 27 Mayıs sonrasında gençler, devrim olarak kodlanan darbenin kahramanları olarak görülüyor, böylelikle devrimcilikten söz etmenin önü açılıyordu. 1960’ların başındaki hâkim siyasal perspektif, gençliğe dinamiklik, idealizm ve ulusun çıkarlarını koruma misyonu atfediyordu. Bu çerçevede, öğrenciler, kendilerini var olan milli söylem dâhilinde mobilize etme fırsatı yakalıyorlardı.32

32 Alper, a.g.e., s. 35. 

 Bu fırsatı, Özgür Mutlu Ulus’un bu derleme kitap için kaleme aldığı çalışmasında yer alan sağcı basının bile protesto dalgasının ilk aşamasında öğrencilerin taleplerini önemsediği tespiti ile ve Zafer Toprak’ın İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun taleplere karşı ilk aşamada uzlaşmacı ve reformcu bir üslup benimsediği tespiti ile birlikte düşünmek gerek. Öğrencilerin maruz kaldıkları tehditler de her ülkenin siyasi ve toplumsal dengesinde şekillenmektedir. Adalet Partisi hükümetinin desteklediği komando kampları ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi odağında milliyetçilerin sokak gücü kazanması solcu öğrencilerin eylem repertuvarlarına tek başına belirlemese de, kayda değer şekilde etkilemiştir.33

33 Alper, a.g.e., s. 326-328 ve 336-338.


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder