11 Şubat 2020 Salı

Yemen Krizi, Husiler ve İran-Körfez Güç Mücadelesi

Yemen Krizi, Husiler ve İran-Körfez Güç Mücadelesi




Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Yemen Krizi, Husiler ve İran-Körfez Güç Mücadelesi,


   Orta Doğu’daki dengelerin ve ilişkilerin oldukça kaygan bir zeminde gelişmesi artık bölgesel bir gerçeklik haline gelmiştir. Bir yandan Suriye’de yaşanan iç savaş ve Irak Şam İslam Devleti örgütünün Haziran 2014’ten beri Irak’ta ilerleyişi sorunu diğer yandan Yemen’de meydana gelen kriz, Orta Doğu’nun jeopolitik ve jeo-ekonomik sorunlarını yüz üstüne çıkarmaktadır. Bunun yanı sıra Irak işgalinden sonra İran’ın Şii eksenli yayılmacı ve çevreleyici politikalarının Bağdat, Şam, Beyrut ve Sanaa’daki etkisi, başta Suudi Arabistan olmak 
üzere Körfez ülkelerinde ve Arap dünyasında ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi algısına yol açmaktadır. 

    Bu sebeple Yemen’de Şii Husiler’in başkent Sanaa’yı ve ülkenin kuzeyindeki bölgeleri kontrol etmesi Orta Doğu’da bölgesel bir “ittifak kuşağı”nın ortaya çıktığını göstermektedir. 
Dolayısıyla bu çalışmada Yemen’deki kriz ışığında Orta Doğu’daki gelişmeler analiz edilmeye çalışılacaktır. 
Ayrıca İran’ın bölgesel politikaları çerçevesinde Körfez ve Arap ülkeleri koalisyonunun ne anlama geldiği incelenecek ve 28-29 Mart’ta Mısır’ın 
Şarm el-Şeyh kentinde yapılan 26. Arap Birliği Zirvesi’nde toplanan ülkelerin aldığı kararların bölgesel etkilerine değinilecektir. 

Husi Hareketi’nin Kuruluş Serüveni

Yemen’in kuzey ve güneyinin birleşmesiyle kurulan Şii Zeydi Hak Partisi’nden ayrılan Bedrettin Bin Emireddin el-Husi, Mümin Gençler (el-Şabbab el-Mümin) örgütünü 1991 yılında kurmuştur. Yemen’in başkenti Sanaa’nın kuzeyindeki Saade vilayetinde kurulan Husilere bağlı Mümin Gençler örgütü başlangıçta bir kültür platformu konumundaydı.1 

Yemen’deki Şii Zeydi mezhebinin dört ana kolu bulunmaktadır. Bunlar Haduviye, Carudiye, Salihiye ve Saleymani’dir. Husiler, Zeydilerin İran Şiiliği olarak kabul edilen On iki İmam mezhebine (Caferilik) yakın olan Carudiye mezhebine mensuptur. 

Yemenli akademisyen ve araştırmacı Dr. Ahmet Muhammed el-Dağaşi’ye göre Husilerin mensubu olduğu Carudiye düşünce ve itikadının mutedil Zeydi Şiiliğinin dışında tutulması gerekmektedir. 

Zeydiler 26 milyon olan Yemen’in nüfusun % 35-40’ını oluşturmaktadır. Husiler ise yüzde 2’lik bir orana sahiptir.2 

Mümin  Gençler olarak kurulan örgüt, Haziran 2004’te Ensarrullah silahlı milis gücüne dönüşmüştür. Eylül 2004’te Ensarullah lideri Hüseyin Bedrettin el-Husi’nin öldürülmesinin ardından küçük kardeşi Abdulmelik el-Husi örgütün lideri olmuştur. 
Ağustos 2009’da Katar’ın girişimiyle Husiler ile Ali Abdullah Salih yönetimi arasında diyalog süreci başlamıştır.3 

Fakat Husiler’in yeniden çatışmaya girmesi sebebiyle diyalog süreci başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 

Aslında Husi Hareketi’nin silahlı örgüte dönüşmesi incelendiğinde iki temel faktör ortaya çıkmaktadır. 

Bunlardan Birincisi Ali Abdullah Salih dönemindeki Yemen güvenlik güçlerinin iki yapılı bir sistemde yönetilmesidir. 

Bunlardan ilki Salih’in büyük oğlu Ahmet’e bağlı Cumhuriyet Muhafızları ordusudur. Diğeri ise, Ali Muhsin el-Ahmar’a bağlı ordudur. Her iki gücün arasında yaşanan rekabetten dolayı Ali Abdullah Salih, Husiler’i gizlice silahlandırarak el-Ahmar güçleriyle çatışmalarını sağlamıştır. 

İkinci sebep ise, İran’ın Arap Yarımadası’nda ve Aden Körfezi’nde Suudi Arabistan’a karşı Husiler’e lojistik destekte bulunmasıdır. 

Bunun yanı sıra Husiler’in silah tüccarlarından, ittifak kurdukları kabilelerden ve Yemen ordusu içerisindeki Salih yönetimine karşı olanlardan ciddi silah elde ettikleri belirtilmektedir. 
Husiler sahip olduğu bu güçle birlikte 2004 yılından 2011 yılına kadar Yemen ordusu ile yedi kez savaşmıştır. 

Yemen’deki Olaylar ve Bölgeye Etkileri

Arap ülkelerinde meydana gelen halk ayaklanmalarına paralel olarak 11 Şubat 2011 tarihinde başkent Sanaa’da halk sokağa çıkarak reform talep etmiştir. Husiler de ülkedeki halk ayaklanmalarını fırsata dönüştürerek gösterilere katılmıştır. 

Aynı yılın Haziran ayında Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’e cumhurbaşkanlığı sarayındaki camide saldırı düzenlenmiştir. Düzenlenen saldırının ardından Salih tedavi için Suudi Arabistan’a gitmiştir. Riyad’da tedavi olan Salih, Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) başlattığı Yemen Barış Planı anlaşmasını 23 Kasım 2011’de imzalamış ve görevini dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abid Rabbu Mansur Hadi›ye devretmiştir. Şu hususa dikkat çekmekte 
fayda vardır ki eğer Suudi Arabistan’ın başını çektiği KİK’in Yemen Barış Planı olmasaydı, Suriye’den önce Yemen’de Salih tarafından katliamlar ve bir iç savaşın başlaması ihtimali çok kuvvetliydi. 22 Aralık’ta Salih’ten cumhur başkanlığı görevini devralan Hadi yeni hükümetin kurulması için muhalefet ve hükümet yanlısı siyasi gruplardan oluşan bir kabine kurmuştur. Hadi’nin başkanlık ettiği Yemen’de 21 Şubat 2012 tarihinde cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Hadi tek aday olarak girmiştir. 

24 Şubat’ta Yemen Yüksek Seçim Konseyi’nin seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı açıklamada, ülkedeki seçmen sayısı toplam 10 milyon 243 bin 364’tür. Seçimde oy kullananların sayısı ise 6 milyon 660 bin 93 olarak açıklanmıştır. Seçimlere 
katılım ise yüzde 66 olarak beyan edilmişti.4 Yemen’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki yıllık geçiş süreci olarak gerçekleştirilmiştir.

Ülkedeki muhalefet Hadi’ye iki yıl içerisinde parlamento seçimi, anayasa ve seçim kanununda değişiklik yapması için ön koşul sunmuştur. Hadi’nin başkan olarak seçilmesinin ardından 2013 yılının Mart ayında Birleşmiş Milletler’in Yemen Özel Temsilcisi gözetiminde Ulusal Diyalog Konferansı başlamıştır. Konferansa Hükümet, Ayrılıkçı Güney Hareketi ve Ensarullah (Husiler) katılmış tır. Söz konusu konferanstan çıkan bildirgeye göre Yemen’in yaşadığı güvenlik sorunları, Saada sorunu, güneydeki muhalefetin talepleri ve çözüm tavsiyelerine yer verilirken Hadi’nin de geçiş sürecini tamamlamak üzere başkanlık görevini bir yıl uzatılmasına karar verilmiştir. Konferansta ayrıca silahlı kuvvetler mensupları dışında kimsenin silah taşımamasına karar verilmiştir. 

Ayrıca Yemen’in altı federal bölgeye ayrılması öngörülmüştür. 
Bunların dördü ülkenin kuzeyindeki Saba, Janad, Azal ve Tahama bölgeleridir. Diğeri ikisi ise güneydeki Aden ve Hadra bölgeleridir. Yemen’deki grupların konferansta vardıkları anlaşmaya rağmen Husiler bu süreçte Hadi’nin 
verdiği sözleri tutmadığını iddia ederek diyalog sürecinden çekilmiştir. 

Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında Yemen’de diyalog süreci devam etse dahi ülkedeki çatışmalar ve siyasi krizin sonlandırılamadığını ifade etmek mümkün dür. Zira 18 Ağustos 2014 tarihinde Husi lider Abdulmelik el-Husi Hadi yönetimini protesto etme çağrısında bulunarak ülkedeki krizi giderek tırmandırmıştır. Husi göstericiler başkent Sanaa’da hükümet binalarının bazılarını ele geçirmiştir. 2 Eylül’de Hadi başkanlık sarayında yaptığı açıklamada, 
hükümeti feshederek Husiler’in katılacağı yeni bir hükümetin kurulacağını belirtmiştir. Ancak Husi lider Abdulmelik, sivil itaatsizlik olarak nitelendirdiği eylemlerine devam edeceklerini ifade etmiştir. Husiler’in başlattığı gösteriler 
kısa sürede devlet kurumlarını kontrol altına alma eylemine dönüşmüştür. Husiler ilk önce Sanaa ile Saada arasındaki Amran vilayetini ardından da 21 Eylül 2014 tarihinde başkent Sanaa’daki hükümet binalarını işgal etmiştir. 

Daha sonra Husi Ensarullah Hareketi tarafından 17 Ocak 2015’te Ulusal Diyalog Konferansı’nın Genel Sekreteri ve Cumhurbaşkanlığı Ofisi Müdürü Ahmet Avad Bin Mübarek kaçırılmıştır. Bu durum Husiler’in Yemen’deki devlet kurumlarını 
tek tek ele geçirmeyi planladığı yönünde bir görüş ortaya çıkmasını sağlamıştır. Husiler 22 Ocak’ta cumhurbaşkanlığı sarayını ve başbakanlık konutunu abluka altına almıştır. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Hadi ve Başbakan Halid Bahah 
görevlerinden istifa ettiklerini açıklamıştır. 

Husiler 6 Şubat 2015’te ilan ettikleri Anayasa Deklarasyonuyla parlamentoyu feshederek 551 üyeli bir halk konseyi tesis ettiklerini ve bu konseyin 5 kişiden oluşan başkanlık konseyini seçeceğini açıklamıştır.5 BM Güvenlik Konseyi, 
15 Şubat’ta aldığı 2201 no’lu kararla Husilerin kurduğu yönetimi tanımadığını beyan etmiştir. Cumhurbaşkanı Hadi ise 21 Şubat’ta Husiler’in kuşattığı başkanlık sarayından kaçmayı başararak ülkenin güneyindeki Aden’e geçmiştir. 
Hadi, eski güney Yemen’in başkenti olan Aden’den istifasını geri çektiğini açıklayarak, Sanaa’nın Husiler’in işgali altında olduğunu ifade etmiştir. 
Hadi, işgal altındaki Sanaa yerine Aden’i Yemen’in geçici başkenti olduğunu ilan etmiştir. 

Öte yandan ülkedeki siyasi krizden ve oluşan güvenlik boşluğundan söz edilirken toplumsal sorunlara da bakmak gerekir. Yemen, sosyal yapı olarak kabile ve mezhebe dayalı bir demografik yapıya sahiptir. Ülkede yaklaşık 200 
kabile bulunmaktadır. Buna ilaveten Yemen halkının yüzde 54.5’i fakir, gençlerin yüzde 60’ı işsiz, erkeklerin yüzde 27.3’ü ve kadınların da ise yüzde 69.1’nin okuma-yazma bilmemektedir.6 Dolayısıyla sözü edilen etkenler değerlen dirildiğinde Yemen’in istikrarlı bir ülke haline gelmesi için siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel sorunların çözüme kavuşturulması gerektiğini söylemek mümkündür. 

Yemen’in Stratejik Önemi ve Onlu Koalisyon

Yemen’in stratejik konumuna bakıldığında kuzeyden Suudi Arabistan ve doğudan Umman ile komşudur. Yemen’in güneyinde Aden Körfezi ve Arap Denizi ile batısında ise Kızıldeniz bulunmaktadır. Ayrıca dünya petrolünün yüzde sekizi 40 kilometre genişliğindeki Babul Mendeb Boğazı’ndan deniz yoluyla geçmektedir. Babul Mendeb Kızıldeniz›i Aden Körfezi’ne bağlar. Ayrıca boğaz Hint Okyanusu ile Güneydoğu Asya’yı Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e ve Avrupa’ya bağlayan dünyanın en önemli deniz ticaret yollarından biri olarak kabul edilmektedir. Boğaz, Afrika ile Arap Yarımadası›nı birbirinden ayırmakta, kuzeydoğu kıyısında Yemen, güneybatı kıyısında ise Cibuti yer almaktadır.

Yemen’in stratejik konumu ve Suudi Arabistan-İran’ın bölgesel güç rekabeti hava operasyonlarına giden sürecin temel etkenlerindendir. Husiler’in Sanaa’yı tamamen kontrol etmesi ve güneyin başkenti kabul edilen Aden’e doğru ilerlemesi Riyad tarafından ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi olarak algılanmıştır. Aslında ABD’nin 2003 Irak işgaliyle birlikte İran’ın Bağdat, Şam ve Beyrut üzerindeki nüfuz alanının genişlemesi ve bunun Yemen’e kadar uzanması başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ve Arap ülkelerini tedirgin etmektedir. Başka bir ifadeyle Suudi Arabistan’ın güneyinde Yemen, kuzeyinde Irak ve Suriye sorunlarının yanısıra doğusunda İran’ın 5 artı 1 ülkeleriyle (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin + Almanya) nükleer müzakerelere başlaması Riyad yönetimindeki tehdit algısını tetiklemiştir. Bu sebeple Orta Doğu’da İran’ın genişleyen etkisine karşı bölgesel bir ittifaka/koalisyona ihtiyaç bulunmaktaydı. Bugüne kadar Körfez ve Arap camiasında İran’ın nüfuzuna karşı tepki genellikle siyasi ve enerji ağırlıklı ekonomik konuların dışına çıkmamıştır. Şu noktaya değinmek gerekir ki Arap ülkelerinin bir kısmında meydana gelen yönetim değişimi (Tunus, Mısır, Libya ve Yemen) ve pek çok Arap ülkesinde devam eden siyasi istikrarsızlık, Tahran’ın Orta Doğu’daki etkisini artırmıştır. Yemen ise bu noktada İran’ın bölgedeki yayılmacı siyasetinin son noktası anlamını taşımakta dır. 
Çünkü Yemen’deki Husi Hareketi’nin (Ensarullah) Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin desteklediği Hadi yönetimini âdeta devirmesi bölgesel olarak Arap ülkelerinin kısa ve orta vadede birleşmesi için bir fırsata dönüşebilir. İran’a 
karşı Arap ülkelerinin kurduğu ittifak, mezhepsel bir ayrışmaya ve kendi aralarında liderlik mücadelesine dönüşmediği takdirde Tahran’ın bölgesel nüfuzunun kırılması konusunda başarıya ulaşması kuvvetle muhtemeldir.

Yemen’deki Husiler’in ülkenin kuzeyini kontrol altına aldıktan sonra güneye ilerlemesi ve Taiz’i ele geçirmesi Suudi Arabistan’ın kaygılarını artırmıştır. 25 Mart’ta Yemen Cumhurbaşkanı Hadi’nin ülkedeki Husi işgaline yönelik dış 
müdahale çağrısının ardından 26 Mart’ta Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan Onlu Koalisyon Yemen’de “Zafer Fırtınası Operasyonu” adı altında Husiler’in kontrol ettiği stratejik bölgelere havadan saldırı düzenlemiştir. Koalisyon 
Umman dışında Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri (Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri), Arap ülkelerinden Ürdün, Fas, Mısır ve Sudan ile birlikte Pakistan da katılmıştır. Operasyonlara Suudi Arabistan 100 
savaş uçağı ve 150 bin kişilik kara ve deniz birliği, Birleşik Arap Emirlikleri 30, Kuveyt 15, Bahreyn 15, Katar 10, Ürdün 6, Fas 6, Sudan 3, Mısır Süveyş Kanalı üzerinden Aden Körfezi›ne dört savaş gemisi göndermiştir. Pakistan ise askeri destek vereceğini belirtmiştir. Ayrıca ABD, Türkiye ve Avrupa ülkeleri, Husi Hareketi’ne düzenlenen hava operasyonlarına destek verdiklerini açıklamışlardır. Bu operasyonun Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde 28-29 Mart’ta düzenlenen Arap Birliği’nin 26. zirvesinde görüşülmeden önce yapılması dikkat çekici olmuştur. Ayrıca Yemen’e düzenlenen hava operasyonu öncesinde BM Güvenlik Konseyi kararına da başvurulmadan yapılması değerlendirilmesi gereken konulardan biridir. 

Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın oluşturduğu koalisyonun hava operasyonu düzenlemesi hususunda Arap Birliği zirvesinde ve BM Güvenlik Konseyi’nde görüşülmeden yapılmasının sebepleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Arap Birliği zirvesinde görüşülmesi beklenseydi Husiler güneyin başkenti Aden’i ele geçirebilirdi. Başka bir deyişle Yemen konusunda Suudi Arabistan’ın ve diğer koalisyon üyelerinin fazla zaman kaybetmemesi gerekmekteydi. Arap 
Birliği zirvesinde böylesi bir kararın tartışılması, düzenlenen hava operasyonuyla ilgili karar çıkarılmasını oldukça zorlaştırırdı. Bu nedenle Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi, Yemen’de düzenlenen hava operasyonlarının ve 
kurulan onlu koalisyonun Arap Birliği’nden çok bir Körfez kararı olduğunu göstermeye çalışmıştır. 

2. BM Güvenlik Konseyi kararına gelince, Suudi Arabistan’ın ve diğer koalisyona katılan ülkeleri Rusya ve Çin’in veto etme riski vardır. Rusya’nın veto etme ihtimali oldukça yüksekti çünkü Yemen’deki gelişmelerin bir benzeri Ukrayna’da da yaşanmaktaydı. Keza Rusya Başkanı Putin, Yemen’e yapılan hava operasyon larını eleştirmiş ve derhal durdurulmasını istemiştir. Pekin’in ise, İran ile kurulan yakın ilişkilerden dolayı Tahran’ı rahatsız etmemek için veto hakkını kullanma olasılığı kuvvetliydi.

3. Riyad’ın Koalisyonu oluşturması konusunda Umman’ın destek vermemesi belki de en önemli detaydır. Umman’ın KİK’in üyesi olmasına rağmen kurulan koalisyona ve Yemen’deki hava operasyonlarına katılmamasının üç temel 
sebebi vardır. Bunlardan ilki Umman’ın İran ile Hürmüz Boğazı’nı paylaşmasıdır. İkincisi, İran’ın Umman’da yaklaşık % 3-4’lük Şii nüfusunun Maskat yönetimine karşı herhangi bir faaliyetinin bulunmamasıdır. Diğeri ise, Umman’ın diğer Körfez ülkeleri gibi İran’ı tehdit olarak görmemesidir. 

4. Pakistan’ın katılmasının koalisyona farklı bir boyut kazandırdığı söylenebilir. Suudi Arabistan ile Pakistan arasında stratejik ortaklık anlaşması dışında İran’a karşı nükleer silaha sahip tek Müslüman ülke özelliği de dikkat çekmektedir. 
Bu açıdan Pakistan’ın koalisyonun içinde yer alması İran’ın muhtemel bir misilleme girişimini önleyici rol oynamaktadır. Çünkü İran doğusunda Pakistan ve batısında da Körfez bölgesiyle iki cepheli güç mücadelesine girmesini zorlaştırmaktadır.

<  “ Pakistan’ın koalisyonun içinde yer alması İran’ın muhtemel bir misilleme girişimini önleyici rol oynamaktadır. Çünkü İran doğusunda Pakistan ve batısında da Körfez bölgesiyle iki cepheli güç mücadelesine girmesini zorlaştırmaktadır. “ >

Hava Operasyonlarının Bölgesel Etkisi ve Arap Zirvesi

Yemen’deki Husiler’in ilerleyişini durdurmak ve kontrol ettikleri bölgelerin yeniden alınması için başlatılan “Zafer Fırtınası” operasyonu bölgesel etkisi sebebiyle ehemmiyet arz etmektedir. Koalisyon, İran’ın bölgesel gücünü dengelemek açısından önemlidir. Ayrıca Orta Doğu’yu iki kutuba bölme riski yüksektir. ABD sonrası Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da ve Yemen’de meydana gelen Şii-Sünni geriliminin bölgesel boyutta geliştiği görülmektedir. Suudi Arabistan’ın başını çektiği Onlu Koalisyon’un bölgesel bir Şii-Sünni kutuplaşmasına zemin hazırlayan bir süreci başlattığı söylenebilir. 

Özellikle Suriye’de yaşanan iç savaşta Esed rejimine verdiği destek, Irak Şam İslam Devleti örgütünün Musul’u kontrol etmesi ve Irak’ın diğer bölgelerine ilerlemesiyle birlikte İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı 
Kasım Süleymani’nin Sünni bölgelerinde sıkça görünmesi, Lübnan’da Hizbullah’a ve Yemen’de Husiler’e destek vermesinin söz konusu koalisyonun kurulma sürecini hızlandırdığını söylemek mümkündür. Aslında İran’ın Riyad’ın kurduğu Onlu Koalisyon’unun bu kadar hızlı gelişeceğini ve buna bölgesel / küresel destek verileceğini tahmin etmediği ifade edilebilir. 

Yukarıda belirtilen tespitlerle birlikte Arap/Körfez ülkeleri açısından Onlu Koalisyon’un etkileri şu şekilde sıralanabilir:

a. Mısır Başkanı Cemal Abdülnasır’ın 1970 yılında vefatından sonra Arap dünyasında ciddi bir liderlik sorunu başlamıştır. Saddam, Hafız Esed ve Kaddafi arasında keskin bir Arap dünyası liderliği mücadelesi yaşanmıştır. Nitekim 
Irak’ın işgaliyle birlikte Saddam’ın devrilmesi, Arap Baharı ile beraber Kaddafi’nin öldürülmesi ve Mısır’ın zayıflamasının ardından Arap ülkeleri içerisinde üstü örtülü bir liderlik mücadelesi devam etmekteydi. Söz konusu mücadelenin ana 
ekseni Körfez ülkeleri ilişkilerinde belirgin bir şekilde görülmektedir. Özellikle Arap Baharı ile beraber Suudi Arabistan, 

    Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında hatırı sayılır bir bölgesel güç rekabetinden söz etmek yanlış olmayacaktır. 
Bu nedenle Yemen’deki Husiler’e karşı kurulan Onlu Koalisyon belirttiğimiz rekabetin ve Arap dünyasındaki liderlik sorununun bir parçası olarak da kabul edilebilir. Kurulan koalisyonun Yemen’in yanı sıra Suudi Arabistan’ın Arap 
dünyası liderliğine oynamasının ve bölgesel güç potansiyelini pekiştirmek istemesinin sonucu olarak da okunması gerekmektedir. Aslında İran’ın bölgedeki nüfuzunun artması Arap ülkeleri arasındaki liderlik gereksinimini artırmaktadır.

b. Onlu Koalisyon’a Suudi Arabistan öncülük etse de Arap liderlerinin kendi kamuoyundaki prestij kaybını ve özgüvenini tazelemesi anlamını da taşımakta dır. Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde düzenlenen 26. Arap Zirvesinde Suudi  Arabistan Kralı Salman Bin Abdulaziz el-Suud’un konuşması sırasında koalisyon un bir Arap kararı olduğu vurgusu dikkat çekiciydi. Dolayısıyla Onlu Koalisyon her ne kadar Yemen’deki Husiler’e ve İran’ın bölge deki nüfuzuna karşı kurulmuş olsa da Arap camiasının bölgesel siyasetini dizaynı için önemli bir fırsat olarak ortaya çıkmaktadır. Söz konusu koalisyonun üç temel özelliği vardır. 

 Birincisi İran’ın Bağdat, Şam, Beyrut ve Sanaa’daki nüfuzuna yönelik bölgesel bir Arap uyanışını çağrıştırmaktadır. 
İkincisi, Arap dünyasının bölgesel ve küresel mahfildeki bulanık politikalarının netleşmesidir. 

Diğeri ise, başta Suudi Arabistan ve Körfez/Arap ülkelerinin ABD’ye ve Batılı ülkelerin Orta Doğu bölgesindeki politikalarına güvenin azalmasıdır. Başka bir ifadeyle İran’ın bölgesel nüfuzunun önlenmesi konusunda Suudi Arabistan’ın sürekli Amerikan yönetimine şikayet ve telkinde bulunmasına rağmen herhangi bir somut adım atılmaması ve hatta tam tersi Başkan Barack Obama’nın Tahran ile nükleer müzakere masasına oturması Körfez-Amerikan ilişkilerine olumsuz yansımaktadır. 

< “ Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği koalisyonun ve Körfez/Arap dünyasına liderlik etme hedefi, kısa vadede başarılı olsa da orta ve uzun dönemde Arap ülkeleri arasında liderlik yarışına dönüşebilir.  ''  >

Bu açıdan bakıldığında Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği koalisyonun ve Körfez/Arap dünyasına liderlik etme hedefi, kısa vadede başarılı olsa da orta ve uzun dönemde Arap ülkeleri arasında liderlik yarışına dönüşebilir. Suudi Arabistan eğer Arap dünyası üzerinde kurmaya çalıştığı liderliğini ideolojik olarak pan-Arabizm veya Selefilik-Vehhabilik eksenli bir anlayış üzerinden kurmak isterse bu durum olumsuz sonuçlar doğurabilir. Örneğin Yemen’deki iç savaş derinleşebilir veya İran nüfuzunu artıracak şekilde Şii-Sünni gerilimini bölgesel anlamda tırmandırabilir. Ayrıca Arap dünyasında monarşiler ve cumhuriyetçiler şeklinde bölünmeler yaşanabilir. 

Öte yandan Şarm el-Şeyh’te düzenlenen 26. Arap Zirvesi’nde Ortak Arap Savunma Gücü’nün kurulmasının benimsenmesi Araplar açısından önemli bir adım olarak nitelenebilir. Fakat bu gücü Arapların daha çok İran’ın bölgesel 
nüfuzuna karşı kuracağı açıktır. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter’ın 1 Nisan’da yaptığı açıklamada Arap Gücü’nün kurulmasına destek vereceklerini belirtmesi söz konusu gücün İsrail’e karşı olmayacağının da bir belirtisidir. 
Arap ülkeleri İran’ın Devrim Muhafızları’na benzer bir güç kurma amaçlı bir görüntü vermektedir. Eğer böylesi bir gücün tesis edilmesi konusunda Arap ülkeleri arasında mutabakat sağlanırsa bölgesel silahlanma yarışının başlayacağını da ifade etmek mümkündür. 11 Eylül saldırıları sonrası Orta Doğu’daki yaşanan krizlerin, Arap-İsrail savaşını ikinci plana atması ve Şii-Sünni nitelikli mezhepsel bir çatışmaya dönüşmesi İsrail tehdidi algısını zayıflatmakta dır. 

<  “ 11 Eylül saldırıları sonrası Orta Doğu’daki yaşanan krizlerin, Arap-İsrail savaşını ikinci plana atması ve Şii-Sünni nitelikli mezhepsel bir çatışmaya dönüşmesi İsrail tehdidi algısını zayıflatmaktadır. “  >

ABD’nin işgali sonrasında başta Irak olmak üzere Suriye’de, Libya’da, Mısır’da ve Yemen’de düzenli orduların yerini alan devlet dışı milis güçlerinin İsrail’i rahatlattığı söylenebilir. Çünkü Orta Doğu’da İran etkisinin giderek genişlemesi 
Arap/Körfez ülkeleri için İsrail’in birincil tehdit olmaktan çıkmasına yol açmakta dır. Şu hususun altını çizmek gerekir ki Şii söylemi/projesi üzerinden Orta Doğu’ya yayılmaya çalışan İran’ın nihai hedefinin Şiilik mi, Farslık mı olduğu 
tartışılması gereken en mühim konulardan biridir. İran, Şiilik üzerinden bölgedeki etki alanını artırırken, Arap ülkeleri de Arap kimliği bağlamında bir söylem geliştirirse Yemen’de ve diğer Arap ülkelerinde orta vadede iç çatışma riski taşımaktadır. 
Dolayısıyla Yemen’deki krizle birlikte teşkil edilen Onlu Koalisyon ve Ortak Arap Savunma Gücü kurma teşebbüsü İran’a karşı bir tehdit algısı perspektifinde gelişmesi Körfez/Arap ülkeleri ilişkilerinde ciddi sorunlara yol açacağı ön görülmekte dir. Körfez İşbirliği Konseyi’nde Umman, Arap Birliği içerisinde ise Irak ve Lübnan’ın İran’a karşı ortak bir askeri güçte yer alması zor gözükmektedir. 

Sonuç ve Senaryolar

Yemen’de meydana gelen krizle birlikte Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki Onlu Koalisyon Husiler’e yönelik hava saldırılarına başlasa da öncelik ülkenin iç karışıklılığını için diyalog ve çözüm arayışı olmalıdır. Başka bir ifadeyle Yemen için çözüm yalnızca Arap ülkelerinin askeri müdahalesi olarak görülmemelidir. 
Şu noktaya vurgu yapmak gerekir ki, Husiler’in Sanaa’yı kontrol etmesi ve Ensarullah’ın silahlı mücadeleyi sürdürmesi halinde Lübnan Hizbullah’ı gibi siyasi muhatap kabul edilebilecektir. 

Dahası Husiler artık Yemen’in siyasi denklemi içerisinde önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Husiler Yemen’deki çözümün bir aktörü olarak kabul edilmezse ülkedeki olayların dönüşü olmayan bir iç savaşa ve bölünmeye doğru gideceği kuvvetle muhtemeldir. 

Bu bağlamda Yemen’de hava operasyonlarına öncülük eden Suudi Arabistan ve diğer koalisyon üyelerinin ülkede yaşanan sivil kayıplar konusunda da dikkatli olması gerekmektedir. 
Eğer koalisyon güçlerinin operasyonları neticesinde Yemen’de ortaya bir iç savaş çıkarsa veya olay bir Zeydi-Sünni çatışmasına doğru giderse Suudi Arabistan ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Körfez ülkelerinin finanse ettiği hava operasyonları Yemen’in sosyo-ekonomik yapısını tahrip etme ve toplumsal dokusunu bölme riski taşımaktadır. 
Çünkü Yemen’in alt yapısı ve gelişmişliği söz konusu savaşları kaldıracak nitelikte değildir. Zira hava operasyonlarının başlaması üzerinden az bir zaman geçmesine rağmen gıda, ilaç ve hastanelere gelen yaralardan dolayı sağlık sektörünün de yetersiz kaldığı görünmektedir. 

Bu nedenle Yemen sorunu İran’ın bölgesel nüfuzuna karşı ve Tahran ile ABD ve Batı arasındaki nükleer müzakerelerine bir tepki olarak görülse bile Arap dünyasına olumsuz yansımaları olabilir. 

Bu çerçeveden bakıldığında Irak’ın devrik lideri Saddam da İran’a savaş açarken Körfez ve Arap ülkelerinin çoğu tarafından desteklenmiş ve Humeyni rejiminin yayılmacı politikalarını önlemeye çalışmıştır. Fakat daha sonra Saddam 1990 yılında Kuveyt’i işgal ederek tüm Körfez ülkelerini karşısına almıştır. Bu nedenle Suudi Arabistan’ın Körfez/Arap dünyasındaki liderlik girişimi orta ve uzun dönemde bölgesel Arap rekabetine dönüşebilir. Dolayısıyla Yemen krizinde 
hem Körfez/Araplar hem de bölge ülkeleri dikkatli bir siyaset izlemesi gerekmektedir. Suudi Arabistan Yemen’de kara, deniz ve hava operasyonlarıyla çözüm aramaktan ziyade ülkedeki tüm taraflar arasında ateşkes ilan edilmesini; 
Sünni, Zeydi, Husi, Selefi, Vahhabi ve kabile gibi ayrışmalara gitmeden kapsamlı bir diyalog süreci başlamasını; yeni anayasa ve nezih bir seçim yapılması için girişimlerin bulunulmasını teşvik etmelidir.

Bu doğrultuda Yemen’deki beş muhtemel senaryodan bahsedilebilir. Bunlar;

1. Yemen’e yönelik Suudi Arabistan öncülüğünde başlatılan hava operasyonlarının başarısız olması durumunda Husiler’e karşı ülkede Körfez finanslı kapsamlı ve geniş bir halk ayaklanması başlayabilir. Fakat bu senaryo ülkeyi geri dönüşü zor bir iç savaşa doğru götürebilir. Bu neden Riyad’ın böyle bir senaryoyu göz alması oldukça risklidir. 

2. Yemen’de Irak ve Lübnan örneğinde olduğu gibi mezhep ve kabileye dayalı bir siyasi süreç başlayabilir. Bu yapılanmayı Körfez ülkeleri ve İran destekleyebilir. Dolayısıyla bu senaryo orta vadede başarılı olabilir.

3. Husiler, düzenlenen hava operasyonlarıyla birlikte Suudi Arabistan’a karşı olan kabileleri ve Zeydiler’in çoğunu yanına çekerek kara operasyonları başlayabilir. Bunun hem maliyeti yüksektir hem de Körfez/Arap ülkelerinin başka bir Arap ülkesini işgali anlamına gelme riski vardır. Dahası kara harekatına katılan ülkelerin verdiği askeri zayiat iç kamuoyunda ciddi tepkilere neden olabilir. Öte yandan Yemen’e olası bir kara harekâtı bölgesel ve küresel risklerin göz önünde bulundurulmasını gerektirir. Zira böyle bir harekât dünya ticaretinde stratejik bir öneme haiz Bebül Mendeb Boğazı’nın kapanmasına, dolayısıyla petrol fiyatlarının yükselmesine yol açabilir.

4. Yemen’deki gelişmelere karşı siyasi söylemler dışında adeta bekle-gör politikası izleyen İran, Bahreyn’deki Şii ayaklanmalarını tekrardan tetikleyebilir. Tahran yönetiminin Yemen’deki gelişmelerden dolayı Suudi Arabistan veya diğer Körfez ülkelerine ve Pakistan’a karşı askeri bir girişimde bulunması oldukça zor gözükmektedir. İran’ın ekonomik ve iç siyasi dengeleri Yemen’deki Husiler için Pakistan ile Suudi Arabistan’a karşı savaşa girmesine müsaade etmeyebilir.

5. Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri İran’ın bölgesel yayılmacı politikalarını önleyemezse bölgesel silahlanma ve nükleer faaliyet yarışı beklenebilir. Suudi Arabistan ve diğer Körfez/Arap ülkelerinin, İran’ın nükleer faaliyetlerinin 
kendilerine yönelik tehdit olduğu algısından dolayı nükleer santral kurma girişimlerini ön planda tutabilir.


BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. 
Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Phone: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93
© All rights reserved. No portion of this publication may be reproduced, copied, transmitted without the written permission of BILGESAM.
www.bilgesam.org

Yazar Hakkında.,

Ali SEMİN.

Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası,
Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri,
Körfez ülkeleri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir..

DİPNOTLAR;

1 Sultan el-Diyab, http://www.dd-sunnah.net/records/view/id/2418/,(Erişim:21.02.2015.)
2 Fatima el-Cenabi,  
   http://www.egynews.net/%D9%85%D9%86-%D9%87%D9%85-%D8%A7%D9%84%D8%AD%D9%88%D8%AB%D9%8A%D9%88%D9%86-
%D9%88%D9%84%D9%85%D9%86-%D9%8A%D9%86%D8%AA%D8%B3%D8%A8%D9%88%D8%A7/,(Erişim:15.03.2015.)
3 Yusuf Emiş, http://www.alrai.com/article/684138.html,(Erişim:21.03.2015.)
4 http://www.bbc.co.uk/arabic/middleeast/2012/02/120224_yemen_elex.shtml,(Erişim:15.03.2014.)
5 Mansur el-Şamari , http://www.alarabiya.net/ar/saudi-today/2014/07/27/%D9%84%D9D8%9F-.html,erişim, 1.03.2015.
6 http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews/2015/2/6/-%D8%A7%D9%84%D8%A5%D8%B9%D9%84%D8%A7%D9%86, (Erişim:25.03.2015)



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder