13 Şubat 2020 Perşembe

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA BÖLÜM 3

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA  BÖLÜM 3




 İnsanın Dönüşümü ve ölümsüzlük.. 

 Hermetik felsefede ruh ve madde birbiri ile iç içe girmiştir. Birisi ötekinin farklı bir görüntüsüdür. Aynı şekilde çoğu Hermetiste göre, maddenin de bir ruhu vardır. Simya, insana kendisini ölümsüz kılma kapasitesini bahşeder. Ölümsüz olan ruhtur. İnsanın en büyük problemi ruhunun ölümsüz olduğunu bilmemesi, algılayamaması, yaşayamaması, anlamamasıdır. Beden tarafından ele geçirilmiş ve yalnızca onun yaşamıyla kuşatılmış olarak, yalnızca ona ölümsüzlük vermeye çalışır. Ne yaşadığının, ne olduğunun ve fiziksel görünümünün çok ötesinde yaşadığının bilincinde olan insan ölümsüzdür ve Simya’nın aradığı da budur. Her birimizde bir işleten, dönüştüren vardır; mükemmeliyetin altınını elde etmek için araçlar, madde, güç ve hayat vardır. Cafer-i Sadık’a atfedilen “Ruhlarımız 
cesetlerimizdir, cesetlerimiz de ruhlarımızdır” sözü simyanın en temel prensibi olan “Bedenden bir ruh, ruhtan da bir beden çıkarma” esasının temelidir 33. 

Yaratılanlar her ne kadar çeşitli şekiller aldıysa da bu tek olan Öz ile esas da aynıdır 34. 
Bu kapsamda İslami kaynaklarda Apollonios’a pek çok majik formül nispet edilmektedir. Apollonios’a atfedilen kitaplardan ‘Sırru’l-hakikadan’ seçilmiş bazı bölümler aşağıdadır; 

“İlk yaratılan şey Kelimetullah’tır. Bir kelime aracılığıyla diğer şeyler yaratılmış tır… Her, şey Tanrı’nın emri ve dilemesiyle, ‘Kelam’ tarafından yaratılır. Yaratılmış olanlar Kelam’ı kavrayamazlar çünkü yaratılmış olan şey, kavrayışın ötesindedir. 

İlk tezahür edecek olan şey de Tanrı’nın Kelamı’nın nurudur. Bu nurdan eylemlilik doğar, ondan hareket doğar, bu hareketten de sıcaklık doğar. İşte sebep olunan şeylerin başlangıcı böyledir. Hareketten ve sıcaklıktan da hayat husule gelir yani bitkilerin, hayvanların ve insanların hayatı. ‘Kelam’ sadece hareketi vücuda getirmekle bu yaratılışa iştirak eder. Bütün diğer şeyler ise tabii tarzda oluşurlar. 

Hermes der ki; “Her hareket, her şeyi hareket ettiren Kudret’ten sadır olur. 

İki nevi hareket vardır. 

Bilkuvve ve bilfiil hareket. Bilkuvve hareket, âlemin bütün cüzlerini muhafaza eder ve onları içeriden hareket ettirir. Bu ikisi birbirinden ayrılamazlar. Tabiat, münferit şeyleri varlığa getirir, onları muhafaza eder ve hareket eden madde içerisine hayatın tohumlarını saçar. Madde, hareketi yüzünden ısınınca ateşe ve suya dönüşür. Ateş suyun üzerine değince onun bir kısmını kurutur ve bundan da toprak oluşur… Sıcak, soğuk, rutubet ve kuruluk muayyen bir şekilde karıştırıldığında da ruh meydana gelir.” 

Sıcaklık hareketten doğduğu zaman, o hareket hızlanır ve madde müthiş bir şekilde tahrik olur. Bu süreç tam 26.500 yılda tamamlanır. Bu harekete ait olan madde, ağırlığına göre farklı çeşitlere ayrılır ve on iki katman şekillenir. En alt katman hareket ve sıcaklıktan mahrumdur. Fakat bir üstteki katmandan sıcaklığı alır. Böylece hareket halindedir. Hayli ısınan kısımlar yükselir ve diğer katmanlar teşekkül eder. Her biri de yedi kısımdan müteşekkildir. İşte bu, yedi kat semanın ve yedi kat yerin başlangıcıdır.” 

  Bedende insan nuruna tekabül eden iki kuvvet vardır; 

- Hâkimiyet gücü olan öfke kuvveti ve 

- Örneği aşk olan şehvet gücü. 

Beslenme ve üreme gibi bedenin diğer aşağı güçleri, bedenin nurla olan muhtelif ilişkilerinden doğarlar ve arz-i nurun birçok cismani tezahürleri olarak görülebilirler. Onların çeşitliliği nurun bedenle olan ilişkisinin çeşitli oluşundandır. Arz-i nurun bedeni yönetmedeki aleti, kalbin sol yarısında yerleşmiş olan ruhtur 35. Arzi nurun madde ile birleşmesi onun “karanlık güçler” tarafından şaşırtılması nın sonucudur. Böylece o nur, âlemine yabancılaşmıştır. 

Tanrı, Ruh ile iner ve ruhun hermafroditin bedenine girmesine izin verir ve bu beden ikinci kez doğar. Bunu bilincin doğumunun, insanı uyandırmasının tamamlanması olarak ifade edebiliriz. Ermişlerini iki kez doğmuş olarak adlandırdıklarında, eski insanların ikinci kez doğmaktan anladıkları bu olmuştur. 

Simyanın pratiğinde ezoterik yön açığa çıkmaktadır. Bu aşamalar aslında adayın 
inisiyasyon yolunda kat ettiği mesafedir. Simya yöntemiyle birinci aşamada haricinin içeriye alındığı tefekkür hücresi siyahtır. Harici burada yeni bir hayata girmektedir. Harici hamdır, rafine edilmemiştir, yontulmamıştır. İçeriye alındığı andan itibaren çürüme başlamıştır. 

Değişim başlamıştır. Maddenin özü ölmektedir. 
İkinci aşamada Nur’a kavuşmaktadır. Bu simyadaki beyazdır. Değersiz bir metal altın olma sürecine girmiştir. Yani saflaştırma başlamıştır. Yeraltı dünyası denilen kendi benliği içerisinde yol almakta ve kendini tanımaktadır. Tüm boş inançlardan ve bağnazlıklardan uzaklaşmıştır. Özündeki kötülükleri ve iyilikleri ortaya çıkarmaktadır. Bencillikten uzaklaşmaya başlamıştır. Öldürülen maddenin yerine, yeni bir elementin katılması söz konusudur. Madde, yeni kimliğini kazanmaya hazırdır. 

Üçüncü aşama felsefe taşının ele geçirilerek kırmızı yapıta ulaşılmasıdır. 

 Eski manevi kimyada, dönüştürme işlemi yapmak için önce bir “iksir (elixir vitae)” ya da “felsefe (filozof) taşı” hazırlanırdı. Bunu hazırlamak için kullanılacak suyun binlerce kere damıtılması gerekmekteydi 36. Bu ilmin Çin, Hint ve Tibet kültürlerinde derin bir geçmişi vardır. Sıvı ve içilebilir olan iksire onlar; “hayat suyu” ya da “ölümsüzlük suyu” demekteydiler. Cabir de farklı türleriyle yedi “iksir” sayar. Bunların bazısı mineral, bazısı bitkisel, bazıları da hayvanidir. 

Buna mukabil filozof taşı yalnızca mineraldir. 



simya_sembol
Şekil 1: Simyanın Sembolleri 


Simyacıların ünlü “salva et coagula” prensibi yalnızca madenler ile ilgili değildir, ruhi simya ile de ilgilidir. Önce karışık ve bozuk terkip bir çözülür, iyice ayrıştırılır. Yani sefil insanın katılaşmış kalbi çözülüp yumuşatılır (Salva). Değersiz bir maden bu erime işlemi bir pota (tennur) içerisinde yapılır. İnsani dönüşümde bu pota bedendir. Nasıl maddi simyacı sıkıca kapatılmış bir kürede (potada) maddenin dönüşmesini aylarca gözlüyorsa, manevi simyacı da adeta bir felsefi yumurta içerisindeki ceninin aşama aşama gelişmesini murakebe 
eder. Bu dönüşüme yardımcı olacak olan simyacı, manevi rehberdir. Tıpkı kendi küllerinden doğan Anka Kuşu misali; bu çözülen terkipten yeni ve farklı bir insan oluşturulur (Coagula). Sefil insanın bu kutsal makama doğru kendi içinde yaptığı yolculuk ya da yeniden doğuşu, mecazi olarak da dış alemdeki madenlerin dönüşümü örnekleriyle anlatılan bir mucizedir, bir başarıdır. Gerek dış âlemdeki altın gerekse içteki, kemale ermiş insan ruhu, her şeyin kanunlarına itaat ettiren oluş (kevn) ve bozuluş (fesad) âleminde bozulmadan kalır. Her ikisi de ruh’un bu dünyadaki her planda temsilcisidirler. Biri batın simyasının, diğeri de zahir 
simyasının bir ürünüdür ama nihayetinde gerek zahiri gerekse batıni dönüşümü mümkün kılan yalnızca tek bir simya vardır. Hermes’e göre ‘tarım’ dahi büyük simya’dır. Toprak da bu bütünün bir parçasıdır. 

Eski kimyacılara göre madenlerin dönüşümü (ve bu arada suni olarak altın elde etme) basit bir gösteriden öteye gitmez. Esas amaç, bizzat o simyacıyı dönüştürmektir. Büyük ve küçük evren arasındaki analojik irtibatları kurabilen kişi, kendinde taşıdığı enerjileri vasıtasıyla madenlerle ilgili simyada da bir dereceye gelir. Ve gerçekten böyle bir kudreti olanlar asla bunu kullanmazlar. Bazı çok özel durumlarda yine manevi bir sebebe binaen kullandıkları da olur. Hakiki inisiyasyon, her ne kadar dışarıda bazı tezahürleri de olursa da tamamen içseldir. İnsan bizzat kendi varlığının nüfuzuna varabilirse külli bilgiye, ona tabi 
diğer tüm ilimlerle beraber varır. 

 Simyacılara göre ölümsüzlüğün sırrını bulmanın temeli felsefe taşına dayanmaktadır. Felsefe taşı, ruhani dünyanın da kilit anahtarı niteliğindedir. Bu sembol, tanrıları insanlara veya ölçülemez büyüklükteki yıldızlardaki Güneşlere dönüştüren evrensel iksirden, basit bir metalin altına dönüşümüne kadar pek çok şeyi içine alan geniş bir semboldür. Üstelik taş, kendine altına dönüştürür ken yaldızlı, kırmızımtırak; Gümüş’e dönüştürürken beyaz olacak  bir toza dönüşmeden doğrudan hareket etmez. Öyleyse kendi içindeki Tanrısal özü bulmak isteyen kişi, tıpkı maddenin saflaştırılması gibi, kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan, içindeki ‘felsefe taşı’na ulaşmalıdır. Felsefe taşının gizeminin yalnız inananlara ve ona layık olanlara açıklanması, akılsızlara ve inançsızlara bildirilmemesi birçok Hermetik metin yazarı için bir çeşit zorunluluk haline gelmişti. 

Eski kimyada, iksirin elde edilme süreci, aynı zamanda o kişinin de dönüştüğü gösterir ki işte buna ‘Büyük Sanat’tır (Ars Magna)37’. On yıllarca süren bir nefis körletme ve çalışma sonucunda elde edilir. Ve bu sanatın sırrı, ehil olmayanlara öğretilmemelidir 38. Simyanın, maddenin içinde sağaltım ile altını keşfetmesi, bir bakıma insandaki Tanrısal tözün ortaya çıkarılması ile benzerlik göstermek tedir. Ars Magna, bu açıdan insan için de kullanılabilir, bu anlamı ile inisiyasyonu da temsil etmektedir. Ars Magna ile insan Tanrı ile birleşebilmekte, kendini maddeye bağlayan bağlardan kurtulabilmektedir. Bu bağlamda, felsefe taşı da mutlak olana, tanrısal töze kavuşturan bilinç anlamını kazanmaktadır. Aynı şekilde, iksiri içip ölümsüzlüğe kavuşmak da ruhun ölümsüz olduğunu anlamak anlamına gelmektedir. Öyleyse kendi içindeki Tanrısal tözü bulmak isteyen kişi, tıpkı maddenin saflaştırılması gibi, kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan, içindeki felsefe taşına ulaşmalıdır. Simyada kullanılan yöntemler ezoterik olarak inisiyasyonu da bu anlamı ile temsil etmektedir. 

    Batı simyasındaki ‘Visita Interiora Terrae Rectificando Invenies Occultum Lapidem’ cümlesi ‘Dünyanın derinliklerini ziyaret et gizli taşı bulacaksın’ anlamına gelir. Buradaki dünya, gezegen olan dünya değildir. İçsel dünyamızın derinliklerinde tanrısal olan öz ile ilgili bir bağlantının bulunabileceği anlamına gelir. Bu haliyle simya çalışmaları simyagerin iç dünyasındaki felsefe taşı ile yürütülebilir. 

     Taocu simya görüşüne göre ise, insan ölümsüzlüğe yani felsefe taşına üç süreç sonucunda ulaşabilir. Buradaki ölümsüzlük yine her zaman olduğu gibi semboliktir. Bunlar; Çi, Çing ve Şen’dir. Çi, sürdürülebilirliktir. Sebat ya da süreklilikte denilebilir. Çing, üretim, bereket, oluşturma ya da düzendir. Şen ise görünüm, ortaya çıkarma ve belirme dir. 

 Zümrüt Levha ve Okült esaslar.. 

İslam dünyasından Ortaçağ Avrupası’na aktarılan ve kendisini çevreleyen mitoslarla birlikte geniş bir dolaşım alanı bulan Tabula Smaragdina (Zümrüt Levha), adeta bir simyacı manifestosu niteliği taşımaktadır. Zümrüt Levha’nın Hermes tarafından yazıldığı ve bilahare gömüldüğü, çok sonra da Tyanalı Apollonios tarafından bulunduğu ve kendisinin yaratılış sırlarını bu kitaptan öğrendiği yazılıdır. Bu kitap, Müslüman simyacıların eline muhtelif kitapların tercümeleriyle geçmiştir. Zümrüt Levha’da bütün okült esasların temel kanunu olan uyumluluklar yani karşılıklar kanunu (loi des correspondances) ele alınır. Kâinatın muhtelif unsurları ve tabakaları, katmanları arasında çok ince ve sırlı bazı benzerlikler ve irtibatlar olduğu izah edilmektedir. Bu bölüm ile ilgili bazı notlar aşağıya çıkarılmıştır; 

“.. Bu, üzerine ilk dilde yazılmış olan ‘Bir’ zümrüd levhadır. 

a. Gerçekten, kesinlikle ve şüphesiz, “’bir’ olan şeyin mucizesini yerine getirmek üzere, aşağıda olan ne varsa yukarıda olan gibidir ve yukarıda olan ne varsa da aşağıda olan gibidir 39. 
b. Nasıl bütün şeyler yalnızca Bir’den, o yalnız Bir olanı düşünmekle sadır oluyorsa işte bunlar da o Bir olan şeyden iktibas (ya da imtizaç) yoluyla meydana gelirler40. Onun işi ne kadar muhteşemdir! O dünyanın reisidir, başıdır. 
c. Onun babası güneştir, annesi de ay. Rüzgâr onu bedeni içerisinde doğurtan dır, toprak ise onu besler. 
d. O, baştanbaşa alemdeki bütün mucizevi işlerin babasıdır. 
e. Onun gücü, toprak haline tahvil olduğunda mükemmeldir41. 
f. Toprağı ateşten, latif olanı kesif olandan yavaşça ve büyük bir dikkatle ayır ki sana parıldasın 42. Lütuf ve hikmette, saf olan kaba olandan daha asildir. 
g. O, arzdan semaya çıkar ve semadan tekrar arza iner. Böylece yukarıdaki hakikatlere hem de aşağıdaki hakikatlere sahip olur43. Bu sayede sen, bütün âlemin şerefini, nurların nurunu elde edersin44, böylece bütün 
karanlıklar da seni terke ederler 45. 
h. Bu bütün kudretlerin kudretidir. Çünkü o latif (ince) olan her şeyi kuşatır ve kesif (kaba) olan her şeye de nüfuz eder 46. 
ı. İşte, küçük alem, büyük alemin misalinde olarak böyle yaratılır. 
J. Bundan ve bu şekilde, şahane tatbikatlar yapılır. Bu hekimlerin yoludur. 

Bu benim azametim dir, iftiharım dır.” 

 Simyacıların tabiriyle, “Taş’ın babası olan Güneş, Ruh’tur (Nous). Ay ise Nefs’tir 
(psyke). Onun bedenine ruhi tohumları taşıyan Rüzgâr da, hayat veren Nefes’tir. Daha genel anlamda o nefes, sema ve yer arasında yani ruhi âlem ile cismani âlem arasında aracı âlemi dolduran latif bir şeydir. Hayat veren nefes, aynı zamanda simyevi olarak sıvı halinde altın nektarını da içerisinde bulunduran Civa’dır. 

Maddeyi oluşturan dört unsur birbirine zıt olmakla beraber, birbirine 
dönüştürülebilmektedir. Dönüşüm ilkesi, simyacılar için son derece önemlidir; maddenin birliği ve güçlü bir dönüştürme olasılığı kabul edilirse, her şey başka bir şey olabilir 47. 

Simyada 17. yüzyıla dek Batı tıbbının temel düsturu kabul edilen dört unsur (ateş, su, hava, toprak) ve dört nitelik (soğuk, sıcak, kuru ve nemli) ilkeleri formüle edilmektedir. Buna göre, bir maddenin prototipini bulmak için mevcut olan her madeni bilmek gerekmemektedir. 
Sadece yedi ana madeni –ki onlar da altın, gümüş, bakır, kalay, demir, kurşun ve civadır- bilmek, diğerlerini bilmeye götürücüdür. Dört unsurun bilgisi konusunda da bu böyledir. Bu unsurlar, bir şeyin kimyevi terkipleri değildir, maddenin vasıflarının belirleyicileridir. Bu yüzden toprak, hava, su ve ateşten bahsedileceği yerde, varlığın sıvı, katı, havai ve sıcak özelliklerinden bahsedilir 48. 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder