13 Şubat 2020 Perşembe

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYEYE YANSIMALARI., BÖLÜM 10

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYEYE YANSIMALARI., BÖLÜM 10



E. Kuzey Irak ve Musul-Kerkük 

Irak’a Amerikan saldırısının planlandığı 2001 yılı sonlarından itibaren Türkiye, muhtemel bir müdahale sonrasında Irak ile ilgili olarak kırmızı çizgilerini şu şekilde belirtmiştir: Irak’ın toprak bütünlüğü korunmalıdır. Kuzey Irak’ta yeni bir devlet oluşumuna müsaade edilmemelidir, Irak Türkleri’nin can ve mal emniyetiyle birlikte haklarının korunması sağlanmalıdır.67 

İkinci Irak Müdahalesinden sonra ise; Kuzey Irak’taki Peşergeler, Baas Rejimi’nin çekilmesi sonucu bölgede oluşan otorite boşluğundan yararlanarak önce Kerkük’e daha sonra Musul’a girmişlerdir. Türkiye’nin baştan beri büyük bir hassasiyetle Peşmergelerin girmemesini istediği bu iki Türk şehrine girmeleri, ayrıca bölgeye ve özellikle de Kerkük şehrine çok sayıda Peşmerge 
getirtererek yerleştirilmeleri, Kerkük’ü ilerde, muhtemel Federasyona dahil etmenin çabası içine girildiği şeklinde yorumlanmıştır.68 Bu konu Türk Dış Politikası’nın temel gündemi haline gelmiştir. ABD, PKK konusundan sonra Türkmenlerin yaşadığı bölgelere yapılan müdahaleler konusunda da pasifliğini korumuş, bölgedeki bu gelişmelere sessiz kalmıştır. ABD’nin bu umursamaz ve sessiz tutumu ikili ilişkilerin gerginleşmesine yol açmıştır. 

ABD’de, 1 Mart Tezkeresinin reddinin arkasından,“Kürtler güvenilir müttefik olduklarını gösterdi, ödülünü de alacaklar”69 şeklinde beyanatlar çıkması, ABD’nin bölgedeki istikrarı sağlama adına, daha çok peşmergelere bel bağladığını70 ortaya koymuştur. Irak’taki bütün grupların silahları Amerikan birlikleri tarafından toplanırken Peşmerge gruplarının silahlarına dokunulmamış ve bunların daha fazla silah temin etmelerine göz yumulmuştur. 

Ayrıca Irak’ta yapılan seçimlerin öncesinde yapılan anti demokratik politikaların belirli bir plan dahilinde gerçekleşmesi söz konusu olmuştur. Irak’ta yapılan genel seçimlerin meşruiyeti, temsil oranları ve katılım gibi nedenlerden dolayı tartışmalara neden olmuştur. Büyük tartışmalara neden olan seçimlerde Kuzey Irak’ta ancak %58-59 civarında bir katılım gözlenmiştir. Özellikle Kuzey Irak’taki Kerkük ve çevresinde yaşayan peşmerge gruplarının ABD askerleri ile birlikte, Irak’ın başka bölgelerinde yaşayan Kürt grupların bölgeye naklini gerçekleştir mesi, Sünni grupların bir kısmının seçimi protesto etmesine sebep olmuş ve böylece Kerkük seçimlerinden Kürt grupların büyük bir oy yüzdesi ile çıkması sağlanmıştır.71 Musul ve Süleymaniye’den Kerkük’e gidiş gelişin serbest olması sonucu buralarda oy kullananların tekrar Kerkük’te de oy kullanması Başbakan Erdoğan tarafından da eleştirilmiştir. Erdoğan yaptığı açıklamada; 

 < “Irak’a demokrasi getirmek iddiasında bulunanlar, bazı anti demokratik uygulamaları görmezden gelmişlerdir... Düzeni tesis etmekle yükümlü güçler… milletimizin büyük teessüf ile karşıladığı bazı gelişmelere gerekli duyarlılığı göstermemiştir.”72 > ifadelerini kullanmıştır. Türkiye, “hassasiyetleriniz dikkate alınacak ve endişelendiğiniz konuların ortaya çıkmasına izin verilmeyecektir” 
şeklindeki hala devam eden sözlü açıklamalar, sözlü garantiler ile oyalanmış tır.73 Ancak, ABD’nin Kuzey Irak’la ilgili Türkiye’nin endişelerini dikkate aldığı söylenemez. ABD, Peşmergelerin Kerkük’e girmelerine göz yummuştur. 
Bu konuda Türkiye’ye verilen sözlü garantiler durumu kurtarmaktan öte bir anlam taşımamıştır. 

F. Türkiye’nin İran ve Suriye İle Yakınlaşması 

Bu dönemde Türkiye, İran ve Suriye arasındaki yakınlaşmanın en büyük nedeni ABD’nin Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulması girişimleridir. Bu durum, bu bölgeye sınırı olan İran’ın yanında Suriye’nin de tepki göstermesine neden olmuştur. Bu üç devlet arasındaki en üst düzeyde ziyaretler ve işbirliği, ABD’nin tepkilerine rağmen devam etmiştir. 

Türkiye-Suriye ilişkileri 2003 yılında yapılan karşılıklı üst düzey ziyaretlerle önemli ivme kazanımlarına sahne olmuştur. Aslında ziyaretlerin temelde, Türkiye-Suriye ilişkilerinin geliştirilmesinden ziyade, Irak’ta giderek daha güçlü biçimde duyulan muhtemel bir savaşın ayak seslerinden kaynaklandığı söylenebilir. Irak’taki soruna barışçı bir çözüm bulunması için, Irak’a komşu olan Türkiye, Suriye, Ürdün, İran ve Suudi Arabistan ile Mısır dışişleri bakanlarının önce İstanbul’da ardından Suriye’nin başkenti Şam’da yaptıkları toplantılar, ikili temaslara da zemin hazırlamıştır. 

Ocak 2003’te Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara, uzun yıllardan sonra ilk üst düzey ziyaret için Türkiye’ye gelmiştir. Şara, Irak konusundaki görüşmelerin yanısıra, Devlet BaşkanıBeşşar Esad’ın mesajınıCumhurbaşkanıAhmet Necdet Sezer’e ileterek, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi konusundaki temennilerini belirtmiştir. 

Bu karşılıklı ziyaretler sonucunda, 2003 Nisan ayı içinde, Suriye, Türkiye ve İran üçlü bir açıklama yaparak, kurulmak istenen Kürt devletinin engellenmesi konusunda ortak hareket ettiklerini açıklamışlardır.74 

Bu dönemde Suriye tarafından en üst düzeyde yapılan ziyaret, devlet başkanı Beşar Esad’ın Türkiye ziyareti75 olmuştur. 

Şam’ın dünya kamuoyu ve özellikle ABD tarafından yalnızlığa itildiği bir dönemde gerçekleşen bu ziyaret, Suriye’ye ambargo tehdidinde bulunan ABD tarafından hoş karşılanmamıştır.76 Daha sonrasında, Türkiye CumhurbaşkanıAhmet Necdet Sezer’in 2005 yılının Nisan ayında Suriye’ye iade ziyareti yapacağı şeklinde açıklamaları, ABD tarafından büyük tepki ile karşılanmıştır. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın: “Uluslararası camianın, BM Güvenlik Konseyi’nin 1559 sayılı kararı gereği tamamen fikir birliğinde olmaları gerekir….Umarız Türkiye bu konuda uluslararası camia içinde yer alacaktır. Uluslararası camiaya 
uyup uymama konusu tamamen Türkiye’nin kendi kararıdır..” şeklindeki açıklamaları, ikili ilişkilerde yeni bir krizin çıkmasına yol açmıştır. Sezer’e yönelik “Suriye’ye gidecek misiniz?” sorusuna Sezer “Gideceğiz elbette..”77 diyerek bu konudaki kesin tavrını ortaya koymuştur. 

ABD’nin tepkisine neden olan Cumhurbaşkanı Sezer’in Suriye ziyareti 14-16 Nisan 2005 tarihleri ararsında gerçekleşmiştir. 

Türkiye’nin de çıkarlarına uygun olan bu ziyaret, uluslararası baskılar dolayısıyla zor günler geçiren Suriye yönetimini bir hayli memnun etmiştir. Halkın Sezer’e gittiği her yerde ilgi göstermesi, Devlet Başkanı Esat’ın Protokol kurallarını delerek, Sezeri uçağına kadar uğurlaması, ABD tarafından dikkatle izlenmesinin yanında Dünya kamuoyunda ve bölge ülkeleri nezdinde genelde Türkiye’nin itibarını daha da arttırdığı78 şeklinde yorumlanmıştır. 

Türkiye’nin İran ile yakınlaşması da ABD ile ilişkilerdeki diğer bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. ABD tarafından İran’a bir müdahalenin ihtimal dahilinde olduğu bu dönemde, Türkiye’nin konumunun nasıl olacağı sorusu en önemli sorudur. ABD, Türkiye’nin olası bir müdahalede veya müdahale olmasa dahi gerginlik safhasında, kendi istediği istikamette hareket etmesini ve İran ile olan ilişkilerini sınırlamasını istemiştir.79 ABD istihbaratının İran raporundan sonra, Bush Yönetimi döneminde bu ülkeye yönelik bir askeri harekât ihtimali oldukça azalmış, ama yok olmamıştır. Bush Yönetimi, ambargolar ve güç kullanma tehdidi olmazsa, İran’ın nükleer silah programına yine başlayacağını iddia ederek, bu ülkeye yönelik uluslararası baskının artarak devamına çalışmıştır.80 

Özellikle İran bu dönemde, üzerindeki ABD baskısı nedeniyle Türkiye’nin desteğini kazanmak istemiş, Türkiye ile yakınlaşma politikası uygulayarak siyasi, askeri ve ekonomik alanda ilişkileri geliştirmeye çalışmıştır. İran, ABD’nin PKK’ya desteğinin, ABD-Türkiye ilişkilerini zedelediğini ve Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırdığını görmüş ve bu konjonktürü iyi değerlendirmek istemiştir. İran, hem kendi topraklarında, hem de sınırın Irak tarafında, PKK terör örgütünün uzantısı olan PEJAK terör örgütü ile mücadeleye girişmiş, teröre karşı Türkiye ile bir iletişim içinde olmaya özen göstermiştir. Çünkü: Irak’ın kuzeyindeki 
Kürt bölgesi oluşumunun ve bölgede gelişmekte olan Kürtçülük hareketinin kendisine de tehdit olacağı düşüncesindedir. 

Türkiye’nin de iyi komşuluk münasebetleri, güvenlik ve ekonomik menfaatleri çerçevesinde bu yakınlaşmaya cevap verdiğini, ancak bunu güven sorunu nedeniyle ölçülü tuttuğunu söylemek mümkündür.81 

II. BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNDE ABD’NİN TÜRKİYE’YE BİÇTİĞİ ROLLER 

Soğuk Savaş sonrasında da Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik önemini korumuştur. SSCB’nin dağılması ile ortaya çıkan Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ile ve Balkanlarla tarihi bağlarının olması, halkının çoğunluğunun Müslüman olması nedeniyle İslam ülkeleri ile ilişkilerinin olması82 gibi nedenlerle Türkiye’nin öneminin kaybolmadığı uluslararası platformlarda vurgulanmıştır. Hem ABD, hem de Türkiye stratejik ilişkilerini, Soğuk Savaş sonrası dönemde de devam ettirmek arzusunda olmuşlardır. ABD, Balkanlar, Doğu Avrupa ve Ortadoğu bölgelerinde Amerikan stratejik çıkarlarını korumada Türkiye’den faydalanmak, Türkiye’yi Amerikan ortak çıkarlarının tamamlayıcı bir unsuru olarak değerlendirmek eğiliminde olmuştur. Türkiye’nin Orta Asya ve Balkanlarla olan bağlantısı, ABD ile ilişkilerinin artmasını sağlamış ve genelde ortak bir yaklaşım sergilenmeye çalışılmıştır. 

ABD ayrıca Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası da Orta Asya ve Balkan ülkelerine iyi bir model olabileceğini vurgulamıştır.83 

Yani Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesinde de gündeme gelecek olan model kavramı ilk olarak soğuk savaş sonrasında gündeme gelmiştir. Türkiye’den, bölge devletlerini “aydınlatmak” için “ağabey”84 yaklaşımları içerisinde olması beklenmiştir. 

11 Eylül’de Washington ve New York kentlerine yönelik terör saldırılarının ardından, ABD’nin başlattığı uluslararası terörizmle küresel ölçekte mücadele etme politikası, bir kez daha Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumunu ön plana çıkarmıştır. ABD’nin yeni tehdit algılamalarında terör ilk sıraya yerleşirken, eskiden beri teröre destek veren ülkeler de haydut devletler olarak nitelen dirilerek bunlarla acımasızca mücadele edileceği açıklanmıştır. Ortadoğu’daki anti-demokratik rejimler, ve bu bölgeden ABD’ye ve müttefiklerine yönelen tehditler terörün başlıca nedeni olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla 
tehditler ortadan kaldırılacaksa bunun ancak bölge halklarının yönetim süreçlerine etkin katılımının sağlanacağı demokratik rejimlere geçilmesiyle mümkün olabileceği düşüncesi Amerikan akademik ve diplomatik çevrelerinde tartışılan bir konu olmuştur. 

ABD’nin, her konuya ve bölgeye kendisinin müdahale etmesi mümkün olamayacaktı. Ön gördüğü politika ve stratejileri uygulayabilmesi için, kendine yakın bölgesel güçlere destek vermesi ve bu güçlerle işbirliği yapması kaçınılmaz dı. Dolayısı ile daha sonrasında ortaya konan Büyük Ortadoğu Projesi’nde ABD, kendine destek verebilecek ortağı olarak gördüğü Türkiye üzerinde büyük bir baskı uygulamıştır. Ayrıca yine bu çerçevede, uygulamaya koyduğu BOP’un, mali ve askeri yükünün oldukça fazla olacağı ve zaman zaman da askeri müttefiklere gereksinim duyulacağı gerçeğinden hareketle konuyu değişik platform lara taşıma çabası içine girmiştir. 

BOP’un yükünün paylaştırılması konusundaki ilk adım, 2004 yılının Haziran ayında ABD’nin Georgia eyaletinde yapılan G-8 Zirvesi olmuştur. Zirveye aynı zamanda, BOP çerçevesinde yapılacak reformları konuşmak üzere Türkiye (demokratik ortak sıfatıyla) ve hedef ülkeler (bölgesel ortak sıfatıyla) davet edilmişlerdir. Bu davete Türkiye, Afganistan, Irak, Yemen, Ürdün, Bahreyn ve Cezayir olumlu yanıt vererek katılırken; başta Mısır, Suudi Arabistan ve Tunus olmak üzere birçok Arap ülkesi ise, “Arap-İsrail sorunu gibi kilit bölgesel konulara çözüm bulmadan reformların dayatılmaya çalışıldığı” gerekçesiyle olumsuz yanıt vererek katılmamışlardır. 

Zirve sonrasında BOP’un amaçları genel olarak benimsenmiş, uygulama esaslarını belirlemek üzere “Demokratik Yardım Diyalogu” adlı bir yapı oluşturulmuş ve Türkiye ile birlikte Yemen’e (Ortadoğu’yu temsilen) ve İtalya’ya (G-8’i temsilen) eş başkanlık verilmiştir. “Demokrasi Yardım Diyaloğu”, demokratikleşme çabalarına destek vermek amacıyla hükümet temsilcileri ile sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirerek, deneyim paylaşımı dahil olmak üzere işbirliği ortamı sağlamayı 85 amaçlamıştır. 

BOP’un yükünün paylaştırılması konusundaki ikinci adım, 28-29 Haziran 2004’te İstanbul’da yapılan NATO zirvesi olmuştur. 

Zirve sonuç bildirisinde küresel terörizmin üstüne daha fazla gidileceği vurgulanmıştır. Zirvede alınmış olan “terörizmle uzun soluklu ve kesintisiz mücadele” kararındaki en önemli ayrıntı, teröristleri koruyan ülkelerin de hedef olarak alınabilmesidir. Ayrıca, terörle mücadelede salt şiddet kullanımının yeterli olmayacağı, sosyal ve ekonomik yöntemlerin de kullanılması, demokratikleşme ve sivilleşmeye ağırlık verilmesi gerektiği86 yaklaşımı benimsenmiştir. Özellikle bu zirvede ABD’nin Ortadoğu ile ilişkilerinde merkez ülke olarak Türkiye’yi ön plana çıkarmayı arzuladığı ve bu bölgeyi demokratikleştirme planları çerçevesin de aktif rol almasını istediği anlaşılmıştır. BOP çerçevesinde Türkiye’nin önünde iki önemli sorun ortaya çıkmıştır. Bunlar; bölgesel güvenlik ve diğer ülkelere model gösterilmesidir. Bu kapsamda ABD’nin Türkiye’ye, “ılımlı İslam ile model olma” ve “cephe ülkesi konumunda bulunma” rollerini biçtiği değerlendirilmiştir. 

Ayrıca BOP’ta hedef ülkelerin başında yer alan Irak, İran ve Suriye ile ilgili talepleri de gündeme gelmiştir. 

A. Ortadoğu İçin Model Ülke Türkiye, 

Ortadoğu ve Orta Asya için bir model olarak gösterme yönündeki ABD stratejisinin çabalarının gereği olarak, 2004’te yapılan G-8 zirvesine davet edilmiştir. Türkiye bu zirvede BOP’ta sivil girişimlere destek vermek ve Büyük Ortadoğu Projesii yönlendirebilmek amacıyla, G 8 Zirvesinde oluşturulan “Demokrasi Yardım Diyalogu”nun eş başkanlığını kabul etmiştir.87 Zirvede ABD 
Kongre üyesi Jane Herman’la beraber, Princeton Üniversitesi Ortadoğu uzmanı Bernard Lewis tarafından dile getirilen ılımlı İslam ülkesi 88 kavramları ile Türkiye’nin bu projede ılımlı İslam için model ülke olarak görülmek istendiği görülmüştür. 

Bir çok Amerikalı bilimadamı ve politikacısı da bu yaklaşımı desteklemişlerdir. Benzer şekilde Samuel Huntington da Türkiye’nin, Batılı ülke olma ısrarından biraz vazgeçmesini diğer Müslüman ülkeler için bir model oluşturmayı benimsemesini istemiştir. 

   “Türkiye gerçekten Avrupa ile Asya, İslam ile laiklik.. vs arasında bölünmüş bir ülke. Bu bakımdan uygarlıklar arasında bir köprü olabilir...İslam dünyasında Türkiye liderlik rolü oynayabilecek eşsiz bir ülke...Eğer Türkiye bir Batılı ülke olma ısrarından biraz vazgeçer; modernleşme ve demokrasinin bir İslam ülkesinde de mümkün olduğunu göstermeye çok daha ağırlık verirse, bütün 
dünyaya ve İslam’a büyük bir model olur. Türkiye, işleyen bir demokrasiye sahip tek İslâm ülkesi. Demokrasinin mutlaka laik bir temele dayanması gerekmez, İslam ile demokrasi bağdaştırıla bilmeli. 

   Ilımlı İslamcılar eğer demokratik sürece katılıyor ve başarılı oluyorlarsa, iktidara gelmelerine izin verilmelidir. ...İnanıyorum ki Türkiye bu yüksek gayeye sahip çıkacaktır ve eğer İslami bir anlayışla kalkınmayı ve demokrasiyi birleştiren bir model olabilirse, bundan hem Türkiye, hem de dünya faydalanacaktır.”89 

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz de CNNTürk’te 6 Mayıs 2003’te yayınlanan mülakatında “Bizim için Türkiye, o bölgede, özellikle bu dönemde çok önemli bir ülke. Nüfusunun çoğu Müslüman. Güçlü ve demokratik bir geleneğe 
sahip. Bu nedenlerle, olumluya götürmeye çalıştığımız bu bölgede, Türkiye çok iyi bir model olacaktır”90 sözleriyle, ABD’nin, Türkiye’yi, Ortadoğu için Müslüman demokrasi modeli olarak gördüğünü belirtmiştir. 

RAND Corporation tarafından hazırlanan ve Bush Yönetimine sunulan “Sivil, Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler (Civil Democratic Islam: Partners, Resources and Strategies)” adlı raporda da ılımlı İslam vurgusuna yerverilmiştir. İslam dünyası, “Laikler”, “Kökten dinciler”, “Gelenekselciler” ve “Ilımlılar” olmak üzere dört grup olarak nitelendirilmiştir. Dört yaklaşım içinde Ilımlı (Modernist) düşüncenin, modern demokratik toplumun değerlerine, ruhuna ve gelişim ile demokratik Islam’a geçişe en uygun olanı, modern eğitim ve değerler ile net bir Islam doktrini bilgisini birleştirebilmiş ve potansiyel liderlere 
sahip olduğu ifade edilmiştir. ABD’nin de Ilımlı İslamı desteklemesi gerektiği91 vurgulanmıştır. 

Graham Fuller de Türkiye’ de islamın kendini daha belirgin olarak göstermesi gerekliliğine vurgu yapmıştır. 

“Türkiye, bugün İslami düşünce ve eğilimler konusunda daha esnek olmalı. İran gibi olun demiyorum, ama İslam’ın özel yaşam ve kamu yaşamındaki rolü konusunda esnek olmak ve İslam’ın Türkiye’nin kültürel ve entelektüel mirasının önemli bir parçası olduğunu kabul etmek gerekir, katılaşmayı önlemek için kendisini ifade etmesine olanak sağlamak mümkündür.”92 

Frıedman da ABD’nin, ılımlı islam modelini oluştururken, diğer Müslüman ülkelerce benimsenmesi daha kolay olabilecek, laiklik öğesi zayıflatılmış bir demokrasi anlayışını ön plana çıkartması gerektiğini belirtmiştir. Bu itibarla, laikliğin yerini ılımlı Islam’a bıraktığı, demokratik bir Türkiye modelini Müslüman dünyasındaki ülkelere örnek gösterebilecektir.93 

B. Cephe Ülke 

ABD Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde, merkez ülke olarak Türkiye’yi ön plana çıkarmayı arzulamış ve planları çerçevesinde aktif rol almasını istemiştir. Bu strateji gereği olarak Amerikanın Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Türkiye’ye biçtiği diğer bir rolün “cephe ülke” konumu olduğu sıkça üzerinde durulan bir konu olmuştur. Ortadoğu’ya model olarak sunulan Türkiye, söz konusu modelliğin ötesinde “Büyük Ortadoğu” bölgesinde doğrudan Amerikan dizaynlarının hayata geçirilmesinde rol alabilecek bir ülke olarak görülmek istenmiştir. 

Bu konuda yapılan çalışmalarda, Türkiye’nin bu bölgedeki ülkelerle ilişkileri, politik ve askeri gücü vurgulanmış, bölge hâkimiyeti için “stratejik üs” olarak değerlendirilmesi gereği üzerinde durulmuştur. 

BOP coğrafyası olarak tarif edilen bölgede tatbik edilecek operasyonların zorluğuna dikkat çeken Zbigniew Brzezinski de, “Hegamonik Bataklık” adlı makalesinde, ABD’nin Ortadoğu bölgesinde yalnız olmaması gereği üzerinde durmuştur. 

“….ABD büyük olabilir, ama her şeye de kadir değildir. Bölgenin patlamaya hazır potansiyeli ile başa çıkması için, kapsamlı ortak bir stratejiye ihtiyacı var. Ancak, başarılı olmuş Avrupa-Atlantik topluluğunun oluşumu deneyiminin gösterdiği gibi, karar alma sürecinde paylaşma olmaz ise, yükler de paylaşılamaz. ABD, ortaklarıyla ayrıntılı bir strateji biçimlendirerek, hegemonik bataklığa saplanmaktan kaçınabilir.”94 

ABD, Irak müdahalesi sonrasında, özellikle da ihtimal dahilinde olan İran ve Suriye üzerine yapılacak askeri operasyonlar için Türkiye’den yararlanmayı düşünmüştür. Cephe ülke olarak ABD’nin Türkiye’den birinci beklentisinin: Irak’ta yeni düzen oluşturulurken yardımcı olması, yani; “kırmızı çizgilerini” ileri sürerek, ABD’nin yönlendirdiği süreci yavaşlatmaması; bölgedeki kuvvetlerini, yine ABD’nin öngördüğü plan çerçevesinde çekmesi; Irak’ın kuzeyindeki etnik gruplara, ABD’nin onaylamadığı herhangi bir destek veya operasyonda bulunmaması olduğu söylenebilir. 

ABD’nin ikinci beklentisi ise; bundan sonra bölgede atacağı adımlara (İran’a müdahale vb.) Türkiye’nin tam destek olması, Türk hükümetinin demokratik mekanizmaların herhangi bir düzeyinde, ABD’nin isteklerine karşı çıkılmasını engelleyecek düzenlemelere gitmesi olmuştur. 95 Nükleer silahlara sahip olacak bir İran’ın bir tür bölgesel süper güç konumuna geleceği söylenebilir. 

ABD iç siyasetinin önde gelen isimleri olan Yeni Muhafazakarlar, İran’ın nükleer güç sahibi olmaması için gerekirse güç kullanılması gerektiği konusunda ısrar etmişlerdir. O dönemde Yeni Muhafazakarlar için, görüş farklılığının, askerî güç kullanmadan önce diplomasinin nereye kadar ve hangi şekilde kullanılacağı ile ilgili olduğu söylenebilir. 

ABD’nin bir diğer beklentisi Suriye’ye yapmakta olduğu baskı konusunda destek görmek istemesi olmuştur. ABD’nin Suriye üzerindeki baskısı devam etmektedir. Ancak Irak’tan aldığı dersten dolayı, mevcut yönetimin değişmesi halinde istikrarı sağlayabilecek bir rejim oluşturamayacağı inancıyla mevcut yönetimin ehlileştirilmesini ve bu süre içinde baskının sürdürülmesinin daha uygun olacağını değerlendiği söylenebilir. ABD yönetiminin bir diğer amacı da Suriye’yi İran’dan koparmak olmuştur. Perde arkasında yapılan gizli diplomasi ile olgunlaşan süreçten sonra Türkiye’nin arabuluculuğu ile sekiz yıldır görüşmeyen İsrail-Suriye görüşmeleri Mayıs 2008’den itibaren başlamıştır.96 Suriye, İran’dan koparılabilirse bunun Orta Doğu satrancında stratejik sonuçları olacağı söylenebilir. ABD’nin görüşmelerden ilk beklentisi İran-Suriye eksenini kırmak ve bunun uzantısı olan Hamas ve Hizbullah’a zarar verebilmektir. Bu görüşmeler sürecinde Suriye’nin, Hedef ülke olmaktan çıkacağına, Lübnan’da kaybettiği 
etki ve prestijinin tamamına değilse bile bir kısmına tekrar sahip olacağına ve Golan’ı hemen değilse bile makul bir süre sonunda geri alabileceğine ikna olması durumunda İran ile arasına mesafe koyabilmesi ihtimal dahilinde değerlen dirilmiştir.97 

Sonuç olarak, Türkiye için biçilen cephe ülkesi rolü ile ilgili Türk halkının ne düşündüğünü kısmen 1Mart Tezkeresi ile ortaya koyduğu söylenebilir. Şüphesiz Türkiye, içinde bulunduğu bölgede gerçekleştirilecek bir düzenlemenin dışında kalmak istememiştir. 

Bundan dolayı, BOP dahilinde de ABD ile belirli sınırların gözetildiği bir işbirliği yapmak istemiştir. Ancak, bu işbirliğinin içeriğinin belirlenmesinin sadece ABD’ye bırakılmasına izin vermemiştir. ABD tarafından Türkiye’ye biçildiği öngörülen 
her iki rolün de içeriği ABD tarafından tayin edilmiş, özveride bulunması gereken konular belirtilmiş, ancak buna karşılık nasıl bir fayda elde edileceği ortaya konmamıştır.98 

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinde Türkiye’yi, kendisinin her isteğine cevap verecek stratejik bir ortak olarak görmesini ve Türkiye’ye sahip olduğu değerleri zedeleyici ‘ılımlı İslam’ gibi bir rol biçmesini stratejik bir hata olarak nitelendir mek gerekir. Aslında bu iki ülke bugüne kadar hiç stratejik ortak konumuna gelmemiştir, bundan sonra da geleceği beklenmemelidir. Stratejik Ortaklık, geniş bir alanda menfaatlerin ortak olmasını, ortak politikalar oluşturmayı ve ortak hareket etmeyi gerektirir. ABD’nin bu anlamda stratejik ortaklarının İngiltere, Kanada ve İsrail olduğu söylenebilir. Türkiye ve ABD, belirli sahalarda menfaatleri birleştiğinden ve iki ülke arasında “al-ver” ilişkisi olduğundan, yeri ve zamanı geldiğinde birlikte hareket etmiştir. Bu nedenle iki ülkenin Stratejik Müttefik olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. 

Stratejik Müttefiklik ilişkileri çerçevesinde, belirli sahalarda karşılıklı ve birbirine zarar vermeyecek isteklerde ve işbirliğinde bulunulması doğaldır.99 Ancak yük paylaşımı demek, hakimiyet paylaşımı da demek olduğundan, geleneksel ABD politikaları bu konuda da hep sınırlı paylaşımı esas almış; dolayısıyla kendi payını hep yüksek tutma gayreti içerisinde olmuştur.100 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

67 Taşkıran ve Çakmak, “Kuzey Irak’ta Türk-ABD…..”,s:77 
68 Taşkıran ve Çakmak, “Kuzey Irak’ta Türk-ABD……”,s:78 
69 Murat Yetkin, “Irak Krizinde Kürt ve Fas Faktörü”, Radikal, 28.03.2003. 
70 Laçiner, Irak Küresel Meydan….,s.198. 
71 Taşkıran ve Çakmak, “Kuzey Irak’ta Türk-ABD…..”,ss.77 
72 Taşkıran ve Çakmak, “Kuzey Irak’ta Türk-ABD…….”,s.78 
73 Taşkıran ve Çakmak, “Kuzey Irak’ta Türk-ABD…..”,s.78 
74 İHH, “Beşşar Esad Dönemi Suriye-Türkiye İlişkileri” 
    http://suriye.ihh.org.tr/turkiye/besaresad/besaresad.html,erişim:22.10.2007 
75 Özlem Tür, “Türkiye ve Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine, Demokrasi Platformu, Sayı:4, Güz 2005, s.93. 
76 Salih Boztaş, “Türkiye’ye 40 Yıl Sonra Bir Suriye Lideri Gelecek”, Zaman Gazetesi, 01.01.2004. 
77 Süleyman Kurt, “Cumhurbaşkanı Sezer:Elbette Suriye’ye gideceğim”, Zaman Gazetesi, 17.03.2005. 
78 Kor, “ABD, Türkiye’den niçin…..”, s.31. 
79 Armagan Kuloglu, “ABD-İran Çatısmasının Askeri Sonuçları Ve Türkiye’ye Etkisi”, 12 Aralık 2007. Global Strateji Enstitüsü, Ankara 
     http://www.globalstrateji.org/TUR/Icerik_Detay.ASP?Icerik=1401; Erişim: 25.02.2008 
80 Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, (ASAM), “2008 – Bakış”, Ocak 2008, Ankara s.19 
81 Kuloglu, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin…..”, s.5 
82 Jed C. Snyder, “Forum : The Greater Middle East- Turkey’s Role in the Greater Middle East”, Joint Forces Quarterly-JFQ, 1995 Autumn 
     Vol: 9, s.60, ayrıca bknz. Patricia Carley, Turkey’s Role in the Greater Middle East, A Conference Report United States Institute of Peace 
     Washington, DC, 20005, 
     http://www.usip.org/pubs/peaceworks/pwks1. pdf,  erişim.22.03.2008 
83 Uzgel, “ABD ve NATO…..”, s.253. 
84 Mustafa Aydın, “Global Değişim Ve GenişleyenTürk Dünyası:Türkler ve Türkiler” Ş.H.Çalış, İ.Dağı, R.Gözen (derl.), 
    Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Liberte Yayınları, 2001, s.281 
85 Sea Island Summit 2004, www.g8.gc.ca ; 
     http://www.g8.gc.ca/sumdocs2004-en.asp, erişim: 20.12.2006 
86 İstanbulSummıt Specıal, Nato Revıew, May 2004 
     http://www.Nato.İnt/Docu/Review/2004/İstanbul/2004-İstanbul-E.Pdf., S.6, erişim:20.12.2006 
87 İnat ve Duran, “AKP Dış Politikası……”, s.31. 
88 Radikal Gazetesi “Ilımlı İslam Sözü Erdoğan’ı Kızdırdı”, 14/06/2004. 
89 Şahin Alpay; “Samuel P. Huntıngton İle Mülakat; Türkiye Islâm’ın Lideri Olmalı” Murat Yılmaz (Der.), Medeniyetler Çatışması, Vadi 
     Yayınları, Ankara 2000, s.105. 
90 Çağrı Erhan “Yeni Muhafazakarların Gözüyle Türkiye’nin Değişen Vizyonu” Görüş: Temmuz 2003, s.29, 
     http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/7.pdf, erişim:19.08.2007 
91 Cheryl Benard, “Civil Democratic…….” s.23 
92 Lütfi Kaleli, İrtica ve ABD Kıskacında Türkiye, s. 79, Alev Yay. 2003, Hikmet Çetinkaya “Ilımlı İslama Adım Adım”. 
    Cumhuriyet 30/09/2004 
93 L. Thomas Frıedman; “Turkey and the EU History.”, New York Times,12 Ocak 2003 
94 Zbigniew Brzezinski “Hegemonic Quicksand”, The National Interest, Winter 2003/04 .s.6, 
     http://www.kas.de/upload/dokumente/brzezinski.pdf,, 
   http://www.inthenationalinterest.com/Articles/Vol3Issue7/Vol3Issue7Brzezinski.html, erişim:22.12.2007 
95 Çağrı Erhan “Yeni Muhafazakarların Gözüyle Türkiye’nin Değişen Vizyonu” Görüş, Temmuz 2003, s.30, 
     http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/7.pdf,erişim:23.10.2006 
96 NTVMSNBC, “İsrail-Suriye Görüşmeleri YenidenBaşladı”, 16 Haziran 2008 
     http://www.ntvmsnbc.com/news/450110.asp,erişim: 16 Haziran 2008 
97 Sedat Laçiner, “İsrail - Suriye Görüşmeleri” 23 Mayıs 2008, Journal of Turkish Weekly, 
     http://www.turkishweekly.net/turkce/yazarlar.php?type=3&id=360, par.12,erişim:2 haziran 2008 
98 Armağan Kuloğlu, “ABD Güvenlik Staratejisinin Küresel Etkileri ve Türkiye AçısındanDeğerlendirilmesi”, Stratejik İnceleme, Ocak 2006. s.11 
99 Kuloğlu, “ABD Güvenlik….s.16 
100 Henry Kissenger, Years of Renewal, Easton Press, New York, 2000 s:244 

11. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder