10 Şubat 2020 Pazartesi

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 2

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 2





Politika alanında bürokrasi, devletin yönetim mekanizması anlamına gelir. Bu terim, devlet yönetiminin yürütülmesini sağlamakla görevli olan kamu görevlilerinden ve devlet adamlarından oluşan bir kitleyi de ifade eder. Şüphesiz devletler büyüdükçe ve sorumluluk alanları genişledikçe bürokrasi siyasi hayatta daha da önemli bir rol oynamaya başlamıştır. 

Artık yöneticiler ve siyasaları uygulayanlar olarak rütbeli memurlar yani devlet adamları, göz ardı edilemeyecek bir öneme sahiptirler. Dahası, devlet adamları siyasal süreçlerin anahtar aktörleridirler ve hatta ülkelerini bile yönetmektedirler. 

İngiliz sosyoloji profesörü Michael Mann.a göre; devlet içinde oluşan (sosyal güç) ilişki bağları amaçlarına bağlı olarak ideolojik, ekonomik, askeri ve siyasi olabilir9. Buradaki ideoloji ağı daha çok ilgili kurumların anlamı, normları ve din anlayışı ile alakalıdır. İdeolojik ağ, sosyal uyumun merkezindedir ve Batı.da bu rolün odağında genellikle kilise olmuştur. Ekonomik ağ çeşitli sınıf ve sektörlerin ekonomik süreçteki güç ve çıkar ilişkileri içinde oluşur. 2500 yıllık Batı Uygarlığı tarihinde, siyasi ve askeri ağlara kıyasla ekonomik ağlar oldukça lokaldi. Askeri ağ, doğrudan ve hazır zorlama vasıtası olarak daha uzak mesafelerde idi. Üstelik 80-100 km. yürüdükten sonra gittiği yerlerden yiyecek bulmalı idi. 
Bu yüzden, Osmanlı, sefer güzergâhları boyunca kervansaraylar inşa etmişti. Siyasi ağı belirleyen ise bölgesel düzenlemeler oldu. Bu da bölgenin özelliklerine, sorunlarına, diğer bölgelerle ilişkilerine uygun olarak çeşitli yönetim rejimleri demekti. 

 Özetle, devletler, Westfaliadan bu yana uluslararası sistemin açık farkla en güçlü aktörleri olarak kabul edilmektedir. Devletlerarası ilişkileri düzenleyen bir üst otoritenin olmadığı bir ortamda, devletler siyasi meşruiyetin evrensel standardını oluşturmaktadır. 

Devlet ve Etnik Milliyetçilik.. 

 Ulus-devletin ortaya çıkması, milliyetçilik akımının da gelişmesine yol açtı. Bu 
kavram, 1715 yılından itibaren İngiltere.de daha çok ulusal bilinç, ulusal karakter anlamında kullanılmaya başladı10. Milliyetçilik akımları, 1789 yılındaki Fransız Devrimi.nden sonra bütün Avrupa.ya yayıldı. Avrupa.da 1878-1918 arasındaki dönem, milliyetçilik akımlarının ve buna bağlı olarak ulusal bağımsızlık hareketlerinin hız kazandığı dönemdir. 

Milliyetçilik, belirli bir toprak parçası üzerinde siyasi kurumları (çoğunlukla modern devlet) kontrol etmeyi amaçlayan ve kendini millet olarak tanımlayan bir ideoloji akımıdır 11. Yani en eski çağlardan beri sürekliliği tartışmalı da olsa etnik kökenlerine dayalı bir birlik, aynı milletten olma ve aynı kaderi paylaşma temeli vardır. 

 Milliyetçilik devletlerin ve uluslararası sistemin moral temeli olmuştur. Milliyetçilik tüm insanlığa şu vazgeçilmez hizmetleri sunmaktadır 12; 

(1) İnsanlık doğal olarak milletlere bölünmüştür. 

(2) Her millet kendi özel karakterine sahiptir. 

(3) Tüm politik gücün kaynağı millettir. 

(4) Özgürlük ve kendini ifade etme dışında insanlar bir millet ile tanımlanmalı dır. 

(5) Milletler ancak kendi devletleri içinde tatmin olabilir. 

(6) Ulus-devlete sadakat diğer sadakatleri çeker. 

(7) Küresel özgürlük ve uyumun temel şartı ulus-devletin güçlendirilmesidir. 


 Avrupada romantik milliyetçiliğin önemli bir geleneği vardır. Fransız Devrimi nin ruhu sadece bireylerin özgürlüğünü değil, ulusların hanedanlıklardan kurtulmasını da temsil eder. Bu nosyon, bireysel hakların, ulusun kendi kaderini tayin hakkının ve ulusal kimliğin karışımıdır. Avrupa Birliği de bunları bir araya getirmeye niyetlenmiştir. Sorun ulus olarak görülmüş, ulus için rakip parçaların bir cemiyet oluşturmaktan ziyade sıfır toplamlı bir mücadeleye girdiği düşünülmüştür. 

Avrupa romantik milliyetçiliğinin liberal formuna göre, her ulusun kendi kaderini 
tayin hakkı vardır. Problem, ulusu neyin oluşturduğunun tanımında dır. Romantiklere göre dil, ayrı bir tarih, kültür vb. şeyler ulusu belirler. Bu aynı zamanda kendi algısıdır. Eğer bir halk kendini ayrı bir halk olarak görüyorsa ayrı bir ulus mevcuttur. 

 Romantik milliyetçiliğin başka bir nosyonu bir ülkeyi oluşturan parçaların farklı 
beklentilerinin meşruiyetine karşı çıkar13. Bu yüzden, romantik milliyetçilik özgürlükçü olmaktan ziyade baskıcıdır. Bütünün parçalarının çeşitli nedenlerle bazen ulusal kimlikler icat etmesi, bütünü bozucu olarak görülür. Örneğin, Avrupa Birliği içinde hala ulus-devlet yapısı çok kuvvetli ve yeniden sınırların çizilmesi mümkün değildir. Tıpkı İspanya.dan otantik milliyetçilikle kendi özgürlüğünü isteyen Katalonlar için olduğu gibi. Hâlbuki Katalonya, tarih ve kültür olarak İspanya.dan farklı ve bir derece otonomiye sahiptir. 

Özetle, Avrupa.da romantik milliyetçilik İngiltere Fransa ve İspanya başta olmak üzere bazılarının hem hayali hem de kâbusudur. Ancak, Avrupa.daki ekonomik sıkıntılar geri plandaki romantik milliyetçiliğin öne çıkmasına neden olabilir. 

 Avrupa.nın romantik milliyetçiliğin dışında gelişen ve tarihi, kültürü ve dini ile bir Yahudi devleti kurulmasını meşru hak gören Siyonizm ise aynı hakkı Filistinlilere tanımamaktadır. 

 Araplarda ulus-devlet düşüncesinin kökleri 19. yüzyılın sonlarına gitmektedir ve daha sonra 1950.lerde Arap sol-kanat laikler tarafından geliştirilmiştir. Bunun temelinde, Avrupalı imparatorlukların yerini ulus-devletlerin alması düşüncesi vardı. Bu düşünceler, İslamcılık ve Arap milliyetçiliği peşinde kendi krallıklarını kurmak isteyenlerin beklentileri karşısında rafa kalktı. 

 Devletin toprak bütünlüğü ve kendi kaderini tayin hakkı.. 

Devlet, uluslararası anlaşmaların güvence altına aldığı sınırlar içinde, „bağımsız ve siyasal bir bütün. olarak kabul edilir. II. Dünya Savaşı.ndan beri Avrupa.da altı çizilen bir prensip var; „sınırlar kutsaldır, değiştirilemez.. Bunun nedeni, savaş öncesi sınır sorunlarına dönmemekti. Karşı çıkılan başka ülkenin topraklarında hak iddia ederek devlet kurmaktı. Kendi kendine yapılan ulusal revizyonlar buna dâhil değildi. Örneğin Çekoslovakyanın 1 Ocak 1993.de bölünmesi barışçı bir boşanma kabul edildi. Bu prensip, Yugoslavya veya 
Sovyetler Birliği.nden olduğu gibi daha küçük ulusal birimlere egemenlik devrini 
öngörmüyordu. 1990.larda Doğu ve Güneydoğu Avrupa.da bir grup ülke bazen barışçı bazen çatışma ile ortaya çıktı. Bunlar Avrupa.daki tüm gerilimlerin bittiği anlamına da gelmiyor. 

Belçika, 19. yüzyılda kurulduğu günden beri birbirine düşman Fransızca konuşan Valonlar ile Hollanda dilini konuşan Flamanları bir arada tutmaya çalışıyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu.nun sınırlarının çizildiği Birinci Dünya Savaşı.ndan beri Slovakya ve Romanya içinde bırakılmış büyük bir Macar nüfusu var. Birleşik Krallıkta İskoç ayrılıkçı hareketi var. Kuzey İrlanda ise şu an barışçı olsa da ayrılıkçı hareket devam ediyor. İtalyada da benzer hareketler var. 

Kendi kaderini tayin hakkı, etnik grupların/yerli halkların belirlenen topraklar üzerinde bağımsız olarak yaşamaları, kendi kaderleri ile ilgili kararlarının kendileri tarafından verilmesi dir 14. II. Dünya Savaşı.nın sona ermesinden bu yana yapılan uygulamalarda, Kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası hukukta, özellikle 1960 yılından sonra, genelde sömürge ve manda durumundan kurtulma şartlarının bir unsuru haline dönüştürülmüştür15. Nitekim etnik gruplar için bu hakkın hangi şartlarda ve şekillerde uygulanabileceği; 1960 yılında BM 
tarafından kabul edilen sözleşmede yer almış ve bunun da sadece sömürge ülkelerde yaşayan ve işgal altındaki etnik yapıları kapsadığı açıklanmıştır16. 

Ancak, özellikle 1990.lardan sonra etnik milliyetçiliğin giderek gelişmesi ve bu 
nedenle de kendilerini diğerlerinden tamamen farklı hisseden insanların birbirleriyle çatışmadan o devletin toprakları içinde birlikte nasıl yaşayabilecekleri problemi ortaya çıktı. 

Bugün, dünyada BM.e kayıtlı 193 ülke içinde 4.400 etnik grup yaşamaktadır ve pek çok devletin de etnik olarak homojen bir niteliği yoktur. Seksenli yılların başında dünyadaki bütün devletlerin % 27.sinde etnik ulusal grup tüm halkın % 95.ini veya fazlasına sahipti. Bütün devletlerin % 38.inde ise tüm halkın % 60-95 arası aynı gruba düşüyordu ve diğer devletlerin % 10.unda halkın % 40-60 arasında büyük bir grup vardı. Devletlerin %13.ünde iki büyük grup halkın %65 ve 95.ini teşkil ediyordu ve devletler dünyasının % 12.sinde tüm halkın % 34 ve 97.si arasına düşen üç grup bulunmakta idi 17. 

Kendi kaderini tayin hakkı konusunda mevcut uluslararası hukuk kuralları ve 
kanunları çerçevesinde hemen hemen bütün resmi otoriteler; “Demokratik devletler içindeki etnik grupların veya yerli halkların kendi kaderini tayin hakkına sahip olmadıklarını, bu yapıların sadece o devletlerin demokratik esaslar çerçevesinde kendi anayasalarında yer verilen esaslara göre uyguladıkları karar verme sürecinde yer alma hakkına sahip olduklarını” ifade etmektedirler 18. 

 Liberal Düzen ve Westphalia çelişkisi.. 

Bugünkü dünya düzeni aslında 19. ve 20. yüzyılda iki düzen kurma projesinin 
füzyonudur. Dünya düzeninin temelinde 17. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa.da başlayan ve Fransız Devrimi sonrası 19. yüzyılda milliyetçilik ile birlikte dünya düzeni olarak yerleşen, devletlerin temel birim olduğu Westphalia düzeni bulunmaktadır. 

Westphalia sisteminin en azından nominal olarak üç temel direği bulunmaktadır. Bu temeller aynı zamanda bugünkü BM Şartnamesi.nin ruhunu temsil etmektedir; 

- Egemen devletler arasında hukuki eşitlik, 

- Devletlerin toprak bütünlüğüne saygı, 

- Diğer devletlerin iç işlerine karışmamak. 

Westphalia sisteminin bu özgün kuralları, sonraki tüm uluslararası düzen kurma 
çalışmalarının temelini teşkil etti. 

 Westphalia sistemi, devletler arasında çoğulculuğu öngörürken, liberal düzen ise dış politikada liberal prensiplere bağlılığı dikte etmektedir. Westphalia düzeni, egemenlik bağımsızlık, otonomi ve dokunulmazlığa verdiği önem nedeni ile devletler tarafından daha fazla kabul görmüştür. Serbest ticaret, demokratik yönetim, kendi kaderini tayin hakkı (self-determinasyon), uluslararası hukuka bağlılık, insan haklarına saygı gibi hususlara dayalı liberal düzen ise devletlerin tasarrufuna kalmıştır. 

Artan serbest ticaret, uluslararası hukukun genişlemesi, devletlerarası sorunların çözümünde hakemlik, resmi kurumlar ve ticaret, haberleşme ve sömürgeleştirme süreci gibi anlaşmaların hepsi bugünkü liberal düzenin öncü gelişmeleri oldu. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder