Modern devletin evrimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Modern devletin evrimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2020 Pazartesi

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 7

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 7




Devletin bağımsızlığı genellikle „otonomi. olarak adlandırılır ve gücünün kaynakları şu şekildedir; 

(1) Ülkesi dâhilinde yasal güç kullanımı tekeli. 

(2) Yabancı rakiplerden ülkeyi korumak için tek sorumluluğa sahip olmak. 

(3) Yasa çıkarma ve vergilendirme gücü. 

Bu güçleri sayesinde hükümet yetkilileri, eğer devlet olarak aynı amaçları 
paylaşıyorlarsa, toplum içindeki özel (işveren, iş veya siyasi partiler) gruplar ile koalisyona girerler. 

Gerçekte devlet gücünün kimde olduğunu şu üç sorunun cevabını arayarak bulabiliriz; 

(1) Kim faydalanıyor? 

(2) Kim yönetiyor? 

(3) Kim kazanıyor? 


Eğer güç belirli bir kişi ya da kesim tarafından kullanılıyor ve kazanan gene bunlar oluyorsa, bu rejimin demokrasi olup-olmadığı sorgulanır. Eğer bu rejim liyakatli bir elit kesim tarafından yönetiliyorsa meritokrasi, ABD.de olduğu gibi her zaman zengin bir sınıfın çıkarlarını gözeten bir sistem ise plutokrasi, yolsuzlukların yaygın olduğu bir ülke ise kleptokrasidir. 

İktidarların nihai olarak iki kaynağı vardır: güç ve meşruiyet. Güç ve meşruiyetin araçları zaman ve teknoloji ile değişmekte ise de hem güç hem de meşruiyet düzen için gerekli olmayı sürdürür. Meşru olmayan güç kaos getirir; gücü olmayan meşruiyet ise alaşağı edilir 68. 


Şekil 3: Devlet ve Şiddet 

  Meşruiyet sorunun temelinde rıza sorunu ile birlikte devlet yönetiminde güç 
kullanmayı bilmemek de etkili olur. İktidar, kuvvetler ayrılığı yerine daha fazla güç kazanmaya çalıştıkça bu toplumsal fay hatlarında gerilime yol açar. 

 Eğer bir devleti yönetenler halkın rızasını büyük ölçüde dikkate almıyorlarsa zamanla halkın muhalefeti pasif mukavemetten aktif şiddete dönüşür. Birçok devlet halen bu direniş ölçüsünde göreceli olarak meşruiyetini kaybetme riski ile karşı karşıyadır. Bu karşı devrim kendi halkından gelebileceği gibi dış güçler de bu fırsatı kullanmak isterler. 

Bir devletin meşruiyeti erir ya da belirli yerlerde yok olursa onu başka devletler, silahlı gruplar, siyasi hareketler doldurur. Bu yapılar, devletin meşruiyeti ve kredisi yok sayarak, halk üzerinde kendi otoritelerini şiddet veya şiddet dışı yöntemlerle sürdürmeye çalışırlar. 


Tablo 7: Şiddet ve Aktörler 


Meşruiyetin göstergeleri olarak; siyasi şiddetin azlığı, polis ve asker sayısı, göç oranı kullanılabilir69. Ancak, bazı güçlü devletlerde meşruiyet belirli bir elite bırakılmış ve yönetim için zora başvuruluyor olabilir. Bu tür devletlerde devletin zorlayıcı gücü yeterlidir ama hukukun üstünlüğüne tabi değildir. Bu tür devletlere Çin, Rusya ve İran örnek verilebilir. 

Devlet bazı temel işlevlerini sağlamakta ama devlet performansı nadiren kuvvetlidir. Kuzey Kore gibi bazı devletler ise temel işlevlerini bile yerine getiremeyebilir ama kalabalık bir ordu ve nükleer silahları ile kuvvetli kategorisinde yer alabilir. 

Eğer halk, ortak amaç bir işgalciden ya da diktatörden kurtulmak isterse direniş rejim değişikliği getirecektir. Bu değişim üç alandaki dönüşüm ile sağlanır70; 

- Elitlerin öncü olacağı „dönüşümler., 

- Muhaliflerin liderliğinde „yer değiştirmeler., 

- Hükümet ve muhaliflerin müşterek yapacağı „kontenjan. çalışmaları. 

 Leo Tolstoy, Mahatma Gandhi ve Gene Sharp gibi düşünürler hükümdarın gücünün yönetilenlerin işbirliği ve rızasına bağlı olduğunu, bu destek olmadan yaşamayacağını düşünmüşlerdir 71. 

Rıza teorisi niçin sivil direnişin siyasi baskıya (ve diğer hâkimiyet şekillerine) karşı geldiğini açıklayan en doğrudan modele sahiptir. Ancak, bu teoriyi sorgulayan bazı analizler de yapıldı. Örneğin bir devlet bir yeri işgal ettiğinde onu doğal kaynaklarına nüfus etmek, yerli halkın yerini değiştirmek isterse rıza ve işbirliği aramaz 72. Filistin intifadası ve Kosovalı Arnavutların ayaklanmasında mesele rıza ve işbirliği değil, bağımsızlık isteğiydi 73. 

İsrail işbirliği değil, Batı Şeria ve Gazze topraklarını istiyordu. Kosova.da ise 
Miloseviç.in amacı bu toprakları Sırbistan.ın parçası yapmaktı. Bununla beraber rıza ve işbirliği bireysel bir karardır ve eğer kitlesel olarak karşı konulamadığında otokrat yönetim veya işgalci güç ile yönetilen halk bir şekilde anlaşmaya gidebilir. Bu itaatin arkasında ekonomik, psikolojik ve kültürel nedenler olabilir 74. 

 Halkın gücü ve siyasi şiddet.. 

Bugün yolsuzluk ve adam kayırmacılığa batmış birçok devlet şiddet ve hukuksuzluğu keyfi hale getirmiş, devlet kurumları ve bürokrasisini partisi ve ideolojisinin aracı haline getirmiştir. Baskıcı rejimleri muhafaza etmek için silahlı kuvvetler ve polisi kontrol etmek hayatidir. Ancak, bu sadakat maskeler arkasındadır ve bu çıkar eklentileri bir gün maskelerini çıkarma özlemi duyarlar. 

Bu tür diktatoryal yönetimleri devirmek için genellikle elit bir kesim ile ordu veya güvenlik aygıtının bir kısmının işbirliği yapması beklenir. Örneğin Tunus ve Mısırda göstericiler karşısında ordu tarafsız kalmıştı. Bazen direnişin gücü kamu çalışanlarını rejim ile işbirliği yapmaktan vazgeçirir. 

Bir diktatörü devirmek için genellikle devlet ve güvenlik aparatında kırılma aranır. Bunun oluşması için söz konusu aparatların sokaktaki halk gücüne ikna olması gerekir. Ancak, diktatörün devrilmesi ve rejimin değişmesi sonrası göstericilerin talepleri Tunus ve Mısır.da olduğu gibi daha problematik olabilir çünkü yeni gelenler geçiş döneminde kendi güçlerini test etmek isteyebilir. 

Kendini ifade edemeyen, dışlanan halk, eğitimden polise ve hukuka gittikçe siyasilerin keyfi kontrolüne giren rejim içinde kendilerini çıkmazda hissetmeye başlarlar. Sonuçta halk, mutsuz ve huzursuzdur. 

 Halkın gücü aşağıdakilerden meydana gelir 75; 

 - Kurucu ideoloji ve kurumları savunanlar, 

 - Muhafazakârlar ve dini gelenekleri savunanlar, 

 - Köylüler, 

 - İşçiler, 

 - Sosyal gruplar (Kadınlar, hayvan severler, LBGT vb.), 

 - Etnik ayırımcı hareketler. 

Ayaklanmalar genellikle önemli bir adaletsizliğe ya da reform isteğinin suiistimal 
edilmesine karşı başlar, isyancılar birleşir ve radikal yollara başvurur. Bazı ayaklanmalar (Rusya.daki köylü ayaklanması gibi) en başından radikal eşitlik haklar ve rejim değişikliği ister. 

 Halk protestosu veya isyanı son on yıllarda genellikle anayasal değişim ve (ertelenen) seçimlere zorlamak için yapıldı (Tablo 8). 


Tablo 8: 1975’den Beri Siyasi Baskıya Karşı Önemli Halk Gücü Hareketleri 

Kaynak: April Carter, People Power and Political Change, Key issues and concepts, Routledge, (Abingdon, 
2012), Ek-1.den yararlanılmıştır. 

 Rejim içinde iki siyasi faaliyet birbirine meydan okur; seçim ve anayasal, bu yüzden itaatsizlik ve anayasaya karşı olmak bir madalyonun iki yüzüdür. Halkın gücünün kaynakları şunlardır; 

- Toplum içinde pek çok insan siyasi rejimi değiştirmek için protestoları sürdürme ve günlük yaşamlarını riske atmaya hatta yaralanma ve ölümü göze almaya eğilimlidir. 

- Genel olarak belirli bir tırmanmadan sonra barışçı yöntemler yerine şiddet ve hatta silahlı mücadele eğilimi ağır basar. 

Halkın gücünü ölçmekte bazı kriterler kullanılabilir; 

- Gösterilere veya diğer direniş (grev vb.) yöntemlerine katılanların miktarı, 

- Toplumun hangi kesimlerinin katıldığı ve konu ile ne kadar ilgi kurduğu, 

- Direnişçilerin sürekliliği, 

- Direnişi geliştirmek için kurulan yapılanmanın büyüklüğü ve kapasitesi. 

Maskeli ve saklı direniş açık isyana dönüşebilir yani fazla su alan bir baraj 
patlayabilir. Arap Hareketlerinin bu kadar hızlı yayılmasının arkasında da böyle bir patlama vardı. 

Halk gücü ve halkın savaşının (özellikle uzun vadeli mücadelede) beş genel stratejik amacı vardır 76; 

- Çoğunluğun desteğini sağlamak, 

- Nüfusun diğer kesimlerini de harekete geçirmek, 

- Asker ve polisi yanına çekmek, 

- En alttan itibaren alternatif kurumlar inşa etmek, 

- Dayanışma ve korkusuzluğu geliştirmek. 

Bunlara ilave olarak sivil direniş stratejisini zamanla aktif şiddete dönüştürmek ister. Bu aktif direniş eğer uygun şartları sağlarsa şiddeti gittikçe artan illegal şiddet olaylarından gerilla savaşına da kadar ileri gidebilir. 

 Hükümetler de ayaklanmalar karşısında farklı yöntemler izlemişlerdir. Örneğin Arap Baharında Fas ve Ürdün.deki monarklar reform sözü vererek, ayaklanmayı boşa çıkardılar. 

Bahreynde ise Suudi Arabistan.ın desteği ile acımasız bir şekilde şiddet kullanılarak bastırıldı. Tunus ve Mısır.da ayaklanmalar başarılı olup, otokrat liderler devrilse de, geçici hükümetler güven sağlayamadı ve eski rejime dönüldü. Libya, Yemen ve Suriyede ise halkın kendi mücadelesi değil vekil devletlerin arkasında olduğu mezhep savaşları yaşanıyor. 

Bugünkü uluslararası düzen ve devlet.. 

21. yüzyıl siyasi politikalarının büyük oranda, devletin ideal boyutu ve gücü 
konularında süren tartışmalar etrafında şekillendiğini söylemek yanlış olmaz. Devletin boyutu, işlevleri ve faaliyet sahası, 20. yüzyılın ilk üç çeyreği boyunca totaliter olmayan ülkelerde de, hemen her demokratik ülkede olduğu gibi genişlemiştir. Bu büyüme, onun yol açtığı verimsizlik ve beklenmedik sonuçlar, “Thatcherizm” ve “Reaganizm” şeklinde ifade bulan şiddetli tepkilere yol açtı. 1980.li ve 1990.lı neo-liberal yıllarda, devlet sektörünün küçültülmesi siyasetteki baskın temaydı 77. 

ABD.nin arkasında olduğu IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kurumları ve devletin ekonomiye müdahale oranını azaltmayı amaçlayan bir dizi tedbirde ısrar ettiler. 

Söz konusu öneri paketinin ortaya çıktığı Washington Konsensüsü, sadece küreselleşme karşıtı hareketlerin değil, itibarlı akademi çevrelerinin de ciddi eleştirilerine hedef oldu 78. 

 Peki devlet nasıl olmalı idi? Demokratik kapitalist bir sistem içinde devlet teorisi, çıkarların birleştiği bütün bir devlet yapısını öngörüyordu. Otonom bir devlet, çeşitli kolları ve bürokrasi olduğundan kırılgandı ve özel çıkarlara karşı hassastı. Elit kesimin özel çıkarları bu bürokrasinin çeşitli parçalarına sızabilir, devlet otonomi içinde yeni oyun güç çatışmasına dönüşür ve artık birlikte devlet politikalarını yürütemezlerdi. 

Böylece devletin yönetim gücünün kaynaklarını tartışılmaya başlandı. Despotik güç, elitlerin sivil toplum grupları ile rutin kurumsal görüşmelere başvurmayan devlet yönetimi idi. 

Yapısal güç ise daha mantıklı kararlar almak için sivil topluma nüfuz etmeyi başarmış devlet kapasitesi olarak görüldü. Bu iki yönetim anlayışı, tarihsel olarak devletin dört çeşidi (feodal, emperyal, bürokratik ve otoriter) içinde farklı ölçeklerde oldular 79. 

 Orta Çağ.ın feodal Avrupa devletleri hem despotik hem de yapısal güç bakımından zayıftılar. Roma İmparatorluğu gibi emperyal devletlerin despotikliği yüksek, sivil toplum ile aracısız gruplar olmadan koordine etme yetenekleri azdı. Nazi Almanyası ve Sovyetler Birliği gibi otoriter devletler hem despotik hem de bütün vatandaşlarının hayatına ulaşma kabiliyetine sahiplerdi. 

Çağdaş demokratik devletlerde ise sivil toplum üzerinde despotik güç azdır ama 
seçilmiş yetkililer büyük ölçüde sivil toplum dışındaki gruplar (finans kesimi veya seçmenler) tarafından kontrol edilir. Bu yüzden, 600 yıldır Batı devlet sistemi içinde devlet elitleri ile özel çıkarlar arasında bitmeyen bir savaş vardır. 

 Sonuç olarak, kapitalist bir ülkede devlet otonomisi teorisi ile ilgili hala pek çok soru vardır. Bugünün pek çok işlevi olan büyük modern devleti içinde yasama yanında pek çok kurum, planlama yapmak ve kaynakları dağıtmak için eklemlenmiştir. Bunun istisnası otoriter devletler, tek adam rejimleridir. Batıda devlet otonomisi ile ilgili tartışmalar yönetici sınıfın yetkileri ile ilgili değil, devlet ve sosyal sınıflar arasındaki etkileşim ile alakalıdır. 

Sonuç.. 

Devletler ebedi değildir; oluşumun, değişimin ve de zamanın geçişindeki tarihi 
olaylara yenik düşerler. Döngüsel tarih içinde idealin, ideal olmayana dönüşmesi kaçınılmaz bir süreçtir. İspanyol ve Osmanlı İmparatorlukları.nın çok hızlı büyümeleri, sınırlarını çok genişletmeleri ve sonuçta imparatorluğun tuğlaları arasına „harç. koymaya imkân bulamamaları nedeniyle çöküşe geçtikleri söylenebilir. Ortak bağların olmaması ya da zamanla unutulması çürüme yapmakta, başlangıçtaki erdemlerini kaybetmektedir. „İlerleme ruhu. kısa ömürlüdür ve sonsuz çaba gerektirir, bununla beraber „yozlaşma kaynakları. kalıcı ve sayısız olduğu için gerileme ve çöküş kaçınılmazdır. 

Dünya devletlerinin ve dünya insanlarının gelirleri ve yaşam standartları arasında önemli farklılıklar var. Demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinin uygulamaları dünya genelinde yetersizdir. Yolsuzluk, küresel olarak ciddi bir problem, ekonomilerin kanseridir. 

Dünya genelinde ahlaki çöküş yaşanmakta, diğer yandan köktencilik, dini fanatizm ve terörizm yükselmektedir. Seçtiğimiz liderler, ülke gelirlerinin önemli bir bölümünü hala savunmaya ve silahlanmaya harcamaktadır. Uluslararası düzenin kurallarını, kapitalizme ve moderniteye alternatif bir sistemi kurgulayarak yeniden yazmalıyız. Bu yüzden, siyasi yetkilerin sınırlanması, zenginliğin daha eşit dağıtılması, devlet yetkileri ve gelirlerinin nasıl kullanılacağı ile ilgili yeni bir sosyal sözleşmeye, yeni bir devlet anlayışına ihtiyaç var. 


DİPNOTLAR;

1 Aslında 128 madde olan Westphalia Anlaşması.nın sadece 64 ve 65. maddeleri devlet egemenliğine yer verir. 
2 Mark Mazower, Dünyayı Yönetmek, (Governing the World), Çev.M. Moralı, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2012), 190-191. 
3 Hans. H. Gerth & C. Wrights Mills, Max Weber Sosyoloji Yazıları, Çev.: T.Parla, Hürriyet Vakfı, (İstanbul, 1993), 79. 
4 Gerth & Mills, a.g.e., (1993), 80. 
5 Axtmann, Roland, State Formation and the Disciplined Individual in Weber’s Historical Sociology, R. 
Schroeder (Der), „Max Weber, Democracy and Modernization., St. Martin Press, Inc., (New York, 1998), 46. 
6 Sözleşmenin tamamı için bakınız; http://www.jus.uio.no/treaties/01/1-02/rights-duties-states.xml. 
7 Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, BB101 Yayınları, (Ankara, 2017), 37-38. 
8 Büyük Larousse, 6.cilt, 3105. 
9 Michael Mann, The Sources of Social Power. Cambridge University Press, (New York, 1986), 20-24. 
10 Onur Öymen, Ulusal Çıkarlar: Küreselleşme Çağında Ulus Devleti Korumak, Remzi Kitabevi, (İstanbul, Ekim 2005), 33-34. 
11 Daniele Conversi, Reassessing Current Theories of Nationalism: Nationalism as Boundary Maintenance and 
Creation, Nationalism and Ethnic Politics 1(1), (1995), 73–85. 
12 Anthony D. Smith, Theories of Nationalism, Duckworth, (London, 1983), p.21. 
13 George Friedman, Gaza, Catalonia and Romantic Nationalism, Stratfor, (November 27, 2012). 
14 John P. Humprey, Political and Related Rights, Oxford Press, (1984), 193. 
15 Dov Ronen, The Quest for Self-Determination, Yale University Press, (1979), 17. 
16 Antonio Cassese, Self Determination of Peoples, A legal Reappraisal, Cambridge University Press, (1995), 136. 
17 James Rosenau, Turbulence in World Politics. A Theory of Change and Continuity, Princeton University Press, (New York, 1990), 406. 
18 Thomas D. Musgrave, Self Determination and National Minorities, Oxford Monographs in International Law, 
Oxford University Press, (New York, 1997), 180. 
19 Peter Harris, Losing the International Order: Westphalia, Liberalism and Current World Crises, National Interest, (November 10, 2015). 
20 Querine Hanlon, State Actors in the 21st Century Security Environment, National Strategy Information Center, (2011(. 
21 Angel Rabasa, Stephen Boraz vd., Ungoverned Territories: Understanding and Reducing Terrorism Risks, The RAND Corporation, (Santa Monica, CA, 2007), 12. 
22 Robert I. Rotberg, Failed States, Collapsed States, and Weak States: Causes and Indicators, in State Failure and State Weakness in a Time of Terror, R.I. 
    Rotberg (Edt.), Brookings Institution Press, (Washington DC, 2003), 2-3. 
23 Rotberg, ibid, (2003), 2-5. 
24 Querine Hanlon, The Three Images of Ethnic Wa, Praeger Security International, (Westport, CT, 2009), 36-39. 
25 Robert H. Dorff, Failed States after 9/11: What Did We Know and What Have We Learned? International Studies Perspective, 6:1, (February 2005), 22. 
26 Barry Buzan, People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post-Cold War Era, Harvester Wheatsheaf, (New York, 1991), 42. 
27 United Nations Development Program, 2007/2008 Human Development Report. 
http://hdrstats.undp.org/indicators/5.html. 
28 US Fund for Peace, Failed State, (2009). 
http://www.fundforpeace.org/web/index.php?option=com_content&task=view&id=292&Itemid=452. 
29 Roy Godson and Jose Manuel Vergara (Eds.), Democratic Security for the Americas: Intelligence 
Requirements, National Strategy Information Center, (Washington, DC, 2008), 19. 
30 Francis Fukuyama, Devlet İnşası, Çev. D.Çetinkasap, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2005), 111. 
31 Chester Crocker, Engaging Failing States, Foreign Affairs, 82-5, (2003), 32-45. 
32 Fukuyama, a.g.e., (2005), 111-112. 
33 Thomas Dempsey, Counterterrorism Challenges in African Failed States: Challenges and Potential Solutions Strategic Studies Institute, (Carlisle, PA, April 2006), 1. 
34 Xan Rice, Cholera Crisis is Over says Mugabe, The Guardian, (December 12, 2008). 
35 William Reno, Warlord Politics and African States, Lynne Rienner Publishers, (Boulder CO, 1998), 3,55. 
36 Arch Puddington, Freedom in the World 2009: Setbacks and Resilience, Freedom House, (January 2009), 21. 
http://www.freedomhouse.org/uploads/fiw09/FIW09_OverviewEssay_Final.pdf. 
37 Fund for Peace, Fragile States Index, (2009). http://www.fundforpeace.org/web/index. 
38 Susan E. Rice, Stewart Patrick, Index of State Weakness in the Developing World, The Brookings Institution, (Washington, DC, 2008). 
39 J.J. Messner, Fragile States Index 2016, Fund for Peace, (Washington D.C., 2017). 
40 Peace For Fund, Fragile States Index, Country Dashboard (Turkey), (2019). 
https://fragilestatesindex.org/country-data/ 
41 David Carment, Stewart Prest, Yiagadeesen Samy, Security, Development, and the Fragile State Bridging the 
Gap between Theory and Policy, Routledge, (2010), 86. 
42 Andrew Branchflower, Sarah Hennell, Sophie Pongracz, Malcolm Smart, How Important are Difficult 
Environments to Achieving the MDGs? PRDE Working Paper No. 2, Poverty Reduction in Difficult 
Environments Team, Policy Division, (London, 2004). 
43 Jean-Marc Châtaigner, François Gaulme, Beyond the Fragile State: Taking Action to Assist Fragile Actors and 
Societies, Agance de France Developmente, (November, 2005), 3. 
44 DFID: Department for International Development. 
45 3D: (Development, Defence, Diplomacy) Kalkınma için strateji olarak savunma ve diplomasinin kullanılması. 
46 Sonja Grimm, Nicolas Lemay-Herbert, Oliver Nay, Fragile States: Introducing a Political Concept, Third World Quarterly, (20 March, 2014). 
47 David Harvey, Yeni Emperyalizm, Everest Yayınları, (İstanbul, 2004), 28 
48 Ergin Yıldızoğlu, Globalleşme ve Kriz, Alan Yayıncılık, (İstanbul, 1996), 165 
49 Öymen, a.g.e., (2005), 466. 
50 Tricontinental Institute for Social Research, A “Twelve Step Method” to Conduct Regime Change: From Chile 
(1973) to Venezuela (2019), (1 February 2019). 
51 New Scientist, The Capitalist Network that Runs the World, (October 2011). Forbes, The 147 Companies that 
Control Everything, (22 November, 2011). http://www.forbes.com/sites/bruceupbin/2011/10/22/the-147-
companies-that-control-everything/ 
52 Bu ağın kimliği ile ilgili bakınız; Sait Yılmaz, Küresel Sermaye ve Türkiye, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2012). 
53 Fukuyama, a.g.e., (2005), 120. 
54 Fukuyama, a.g.e., (2005), 36-37. 
55 Fukuyama, a.g.e., (2005), 89. 
56 Rotberg, ibid, (2003), 6. 
57 Arch Puddington, Freedom in the World 2009: Setbacks and Resilience, Freedom House, (January 2009), 21. 
58 Arch Puddington, Freedom in the World 2010: Erosion of Freedom Intensifies, Freedom House, (January 31, 2011). 
59 Robert A. Dahl, Dilemmas of Pluralist Democracy, Yale University Press, (New Haven CT, 1982), 11. 
60 Larry Diamond, A Report Card on Democracy, Hoover Digest 3 (2000), 3. 
61 Ecuador Assembly, Loosens Term Limits for Correa, U.K. Reuters Business and Finance (July 7, 2008). 
62 Steven Heydemann, Authoritarian Learning and Current Trends in Arab Governance, in “Oil, Globalization, and Political Reform,” Brookings Institute Doha Discussion Paper, 2009, (January 31, 2011). 
63 Claire Berlinski, The Dark Figure of Corruption, Policy Review, No.155, (May 29, 2009). 
64 International Law Office, Turkey's Corruption Perceptions Index Ranking Falls, (June 05, 2017). 
65 Arthur D. Simons, Interagency Handbook for Transitions, CGSC Foundation Press, (Kansas, 2011), 23. 
66 World Justice Project.in Rule Of Law, 2017-2018 Index 2017-2018, 145. 
https://worldjusticeproject.org/sites/default/files/documents/WJP_ROLI_2017-18_Online-Edition.pdf 
67 Matthias vom Hau, State Theory: Four Analytical Traditions, Oxford Press, (2014), 10. 
68 Robert Cooper, Ulus Devletin Çöküşü, Güncel Yayıncılık, (İstanbul, 2005), 91. 
69 U.S. the Fund for Peace, 2009 Failed States Index, http://www.fundforpeace.org/ 
70 Samuel P. Huntington, The Third Wave: Democratization in the Late Twentieth Century, University of Oklahoma Press, ( Norman OK, 1991), 78. 
71 Leo Tolstoy, Letter to a Noncommissioned Officer, in P. Mayer (Ed.) The Pacifist Conscience 
Harmondsworth, Penguin, (1966), 162–3; Gene Sharp, Gandhi as a Political Strategist, Porter Sargent, (Boston MA 1979), 48-49. 
72 Lewis Lipsitz, Henry Kritzer, Unconventional Approaches to Conflict Resolution, Journal of Conflict Resolution, 19(4), (1975), 713-733. 
73 Andrew Rigby, Living the Intifada, Zed Books, (London, 1991), 98. 
74 Gene Sharp, The Politics of Nonviolent Action, Porter Sargent, Part 1, (Boston MA, 1973), 16-24. 
75 April Carter, People Power and Political Change, Key issues and Concepts, Routledge, (Abingdon, 2012), 12. 
76 Carter, ibid, (2012), 23. 
77 Fukuyama, a.g.e., (2005), 16. 
78 Joseph E. Stiglitz, Globalisation and its Discontents, W.W. Norton, (New York, 2002), 17. 
79 G. William Domhoff, The Power Elite And State, Aldine De Gruyter, (New York, 1990), 174. 


***

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 6

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 6




Ulus İnşası.. 

Ulus inşasına ihtiyaç duyan ülkeler ya başarısız devletler ya da çok daha ciddi idari sorunları olan çatışma sonrası toplumlardır. Zayıf ya da başarısız devletlerin yönetimlerini güçlendirmek, demokratik meşruiyetlerini geliştirmek ve kendini idare edebilen kurumları güçlendirmenin yollarını bulmak günümüz uluslararası politikalarının bir meselesi haline gelmiştir. Buna paralel olarak, çatışmaların sürüp gittiği ya da savaş mağduru toplumların yeniden yapılandırılması, terörün ürediği merkezleri ortadan kaldırılması ya da fakir ülkelere ekonomik kalkınma şansı verilmesi de insanlığın umududur. 

Ancak, tüm bu sayılanlar Batı istismarcılığı ya da daha özelde ABD tarafından ülkeleri kendine göre dizayn etme merakı ve kibri içinde „ulus-inşası. olarak adlandırılmıştır. „Amerikan istisnacılığı. denilen ABD dış politika konsepti, diğer ülkeleri kendi demokrasi anlayışına uygun olarak dizayn etmenin Amerikalılara kutsal bir görev olarak verildiği anlayışına dayanır. 
Çünkü diğer ülkeler demokrasi konusunda ABD kadar tecrübe sahibi olamamışlar dır. Bununla birlikte, ABD.de ulus-inşası üzerine ideolojik hale gelen birçok tartışma yaşanmaya devam etmektedir. 

Amerikalılara göre; ulus inşasının üç ayrı yönü ve aşaması vardır53. 

- Birincisi, çatışma sonrası yerinden yapılandırma olarak adlandırılan ve Afganistan, Somali, Kosova gibi şiddetli çatışmalardan yeni yeni kurtulmakta olan ülkelere ilişkindir. 
Buralarda devlet yetkesi tamamen çökmüş durumdadır ve temelden başlayarak yeniden inşa edilmesi gerekir. Dış güçler için buradaki mesele; güvenlik güçlerini, polisi, insani yardımı işin içine katıp elektrik, su, bankacılık, ödeme sistemleri ve benzerlerini yeniden düzenlemek için teknik yardımlar alarak, istikrarın kısa dönemde sağlanmasıdır. 

- Eğer çökmüş olan devlet, (Bosna.da olduğu gibi) uluslararası yardımla bir nebze olsun istikrar sağlamayı başaracak kadar şanslıysa, ikinci aşama gündeme gelir. Buradaki asıl amaç, dış müdahalenin sona ermesinden sonra da ayakta kalabilecek, kendi kendini idare edebilen devlet kurumları yaratmaktır. Başarıyla tamamlanması ilkinden daha güç olan bu aşama, dış güçlerin söz konusu ülkeden çekilmeleri durumunda kritik bir hal alır. 

- Üçüncü aşama, zayıf devletin güçlendirilmesine ilişkindir; bu durumda devlet 
yetkesi, makul düzeyde kararlı bir biçimde mevcuttur ama mülkiyet haklarının korunması ya da temel ilköğretiminin sağlanması gibi bazı vazgeçilmez işlevlerini yerine getirememektedir. 

Bu kategori oldukça geniştir ve merkez bankacılığı ya da kur idaresi gibi alanlarda kurumsal uzmanlığa sahip olan fakat hukuk düzeni ve eğitim gibi düşük özgün hizmetleri sağlamakta sıkıntı çeken ülkelerden (örneğin Peru, Meksika) kurumların baştan aşağı zayıf olduğu ülkeler (örneğin Kenya, Gana) kadar uzanır. 

Netice olarak, ulus-inşası masraflı bir iştir ve Afganistan, Irak, Libya, Suriye gibi 
ülkeleri işgal edip, yağmalayan ABD, sıra ulus-inşasına gelince bunu diğer ülkelere havale etmek istemiş, işgal edilen ülke eskisinden daha da kötü bir durumda terk edilmiştir. Bu harabeden modern bir devlet (hele bir demokrasi) kurma umudu, yok denecek kadar azdır. 

Örneğin Irak, gerek insani gerek maddi daha bol kaynaklara sahip, çok daha gelişmiş bir ülkeydi. İdari kapasitenin çok büyük bir kısmı, askeri müdahaleyi izleyen genel yağma ve kargaşa ortamında kaybedildi. Bush yönetimi, Afganistan ve Irak.a girdiğinde, geçmiş bürokrasi deneyiminden yararlanamadı, yağmaya ve toplumsal kargaşaya yol açtı. 

Devlet olmak için söz etmemiz gereken dört kurumsal boyut vardır 54: 

(1) Örgütsel planlama ve yönetim, 

(2) Siyasal sistemin planlanması, 

(3) Meşruluğun temelleri ve 

(4) Kültürel ve yapısal unsurlar. 

Dolayısıyla ulus-inşası her şeyden önce devlet inşası ve kurum inşasıdır. Devlet inşası ve kurumsal reformların başarılı olduğu durumların çoğu, bir toplum güçlü kurumsal iç talep doğurduğunda ve bu kurumları hiç yoktan yarattığında ya da bunları dışarıdan ithal ettiğinde veya yabancı modelleri yerel koşullara uyarladığında ortaya çıkar. 

Ortada genellikle doğru bir lider ve yeterli bürokrasi ihtiyacı sorunu vardır. 
Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda, modern Weberci-rasyonel bürokrasiler için lider yetiştirmek sorunu devam ediyor. Liderler boldur ama bu liderler genellikle, modern devlet içerisinde kendi kendini üretebilen bir liderlik sistemi getirmek yerine, toplumsal normları örgüt içine taşıyan hasımlık ayrışmalarına sebep olurlar. 

Amerikalı ulus-inşacılar başarıyı genel olarak, GSYH.nin çatışma öncesi düzeye 
çıkarılması veya demokratik seçimler düzenlenmesi gibi ülkenin gerçekleri ile örtüşmeyen ölçütlere göre değerlendirir. 

 Öte yandan, çare olarak sunulan Federalizm yani yetkinin federal devletlere ve yerel yönetimlere devri, kaçınılmaz olarak, yönetimin işleyişinde daha büyük uyuşmazlıklar demektir. Bu tür ülkelerde federal devletlere ve yerel yönetimlere yetki devri genellikle, yerel seçkinleri ve hamilik ağlarını, dış denetimlerden bağımsız olarak kendi işleri üzerinde sahip oldukları kontrolü sürdürmelerine yarayan yetkilerle donatmak anlamına gelir 55. Yani özerk bölgeler ya da etnik ya da dini gruplar için bağımsız olma hayalleri için uygun ortamı sağlar. 
Bu da Batılıların istikrarsızlık tohumlarının ekildiği ve kuklaların çoğaldığı bir 
güvensizlikleştirme modelidir. 

Başarısız devletin üç önemli göstergesi; otoriterlik, yolsuzluk, hukuksuzluk.. 

 Devletleri kategorilendirmek için diğer bir yöntem ise hükümet sistemleridir. Bu 
yöntemde, devletler demokratik ve otoriterlik arasında bir yerde sıralandırılırlar 56. Dünyadaki devletlerin çoğunluğu demokrasi ile yönetilir. ABD nin demokrasi ölçme kurumu Freedom House, 193 devletin 119.unu demokrasi olarak nitelemektedir 57. İşin aslı demokrasinin bugüne kadar 550 çeşidine rastlanmıştır ve diğer ülkelere uyan tek bir demokrasi modeli yoktur. 

 Demokrasi karnesi tutan Freedom House.a göre; demokrasi sadece seçimler 
yapmaktan öte canlı ve özgür bir sivil toplum, işleyen ve etkili siyasi partiler, aktif ve özgür bir medya da gerektirmektedir 58. Afganistan ve Irak.ta seçimlerin yapılması da demokrasinin bu ülkelere geldiği anlamına gelmemektedir. 

 Demokrasi teorisyeni Amerikalı profesör Robert Dahl.a göre demokrasilerin yedi temel gereksinimi şunlardır 59; 

 - Hükümetin seçilmiş kişiler tarafından kontrolü, 

 - Düzenli ve göreceli olarak adil seçimler, 

 - Çok veya az evrensel oy hakkı, 

 - Bütün vatandaşların kamuda çalışma hakkı, 

 - Konuşma özgürlüğü, 

 - Bağımsız siyasi bilgi elde edebilme, 

 - Özerk birlikler, çıkar grupları ve siyasi partiler teşkil edebilme. 

Seçim demokrasileri; çok partili sisteme, evrensel oy verme hakkına ve düzenli 
seçimlere sahiptir. 

Liberal demokrasilerde ise özgür ve adil seçimlere ilave olarak, vatandaşların medeni hakları ve siyasi özgürlükleri korunur, hukukun üstünlüğü oldukça yüksektir. Nüfusu bir milyondan az olan, liberal demokrasiye sahip pek çok mikro-devlet vardır60. Büyük liberal demokrasiler arasında Batı Avrupa devletleri, ABD, Kanada, Japonya gibi devletler sayılsa da miktarları 40.dan azdır. Bunlar, genellikle güçlü devletlerdir. 

 Dünyanın geri kalan demokrasileri zayıf veya başarısız olmaktadır. Bunlar arasında Brezilya, Kolombiya, Meksika, Türkiye, Gürcistan, Botswana ve Eski Sovyet Cumhuriyetleri gibi ülkeler sayılabilir. Birçoğu ülkelerinde hukukun üstünlüğü standartlarını sağlayamamıştır. Sivil özgürlükler korunmamaktadır. 

 Bazı seçim demokrasileri halkın pek çok sektörünün rızasını almaktan uzaktır. Zayıf demokrasilerin çoğu risk altındadır ve bazı başarısız devlet kategorisinde düşmektedir. 

 Kırılgan demokrasilerde, demokrasi karşıtı bazı gruplar ve hareketler seçimle 
iktidara gelmiştir. Ancak, bu gruplar bir kere seçilince parlamentoyu by-pass etmiş, başkanlık sistemi yetkilerini kullanmaya başlamış, anayasayı işlemez hale getirmiştir 61. 

 Dünyada 70 kadar otoriter devlet vardır. Bunlardan Çin, Rusya ve İran dâhil 20 kadarı güçlü devletlerdir. Bunlar gücünü zorlayıcı kurumlarından alır. Demokratik olmayan devletlerin çoğu zayıftır. Hem zorlayıcı kurumları hem de devlet işlevlerinin yeterliliği sınırlıdır. Bu yüzden, hem meşruiyetleri azdır hem de çeşitli silahlı gruplar ve siyasi hareketler devletten daha meşru hale gelmiştir. Bazı zayıf otoriter devletler başka devlet ve devlet dışı aktörlerle fırsatçı ittifaklar kurarak, zayıf performanslarını ve meşruiyet sorunlarını tazmin etmeye çalışmaktadır. 

 Otoriter rejimler ya da ABD.nin demokratik bulmadığı ülke yönetimleri de kendilerini savunmak için politikalarını koordine etmekte, demokratikleşme baskısına karşı gelmek için başarılarını paylaşmaktadırlar. Rusya, İran, Çin, Venezüella ve diğer otoriter ülkeler Batının liberal demokratik düzenine karşı sistemli bir şekilde denge oluşturmaya çalışıyorlar 62. 

 Freedom House.a göre; dünyadaki 47 Müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkenin sadece 8.inde (Arnavutluk, Bangladeş, Komor Adaları, Endonezya, Maldivler, Mali, Senegal ve Türkiye) “seçim demokrasisi” var. Bazı Müslüman çoğunluklu ülkelerde demokrasi korku ile ayakta ve radikal siyasal İslam otoriter rejimin yerini almak için pusuda beklemektedir. 

Başarısız devletlerin diğer bir önemi özelliği de yolsuzluğun yaygınlaşmış olmasıdır. Yolsuzluğu hukuksuz bir şekilde kişisel kazanç sağlamak için resmi makamların kullanılması olarak tanımlayabiliriz 63. Yolsuzluk, milyonlarca yoksulluk ve sefalet içindeki insanın paralarının çalınmasının sebebi ve sosyal, ekonomik ve siyasi huzursuzlukların kaynağıdır. Yoksulluğun hem nedeni hem de azaltılmasının önündeki engeldir. 

Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından 25 Ocak 2017.de yayınlanan, 2016 Yolsuzluk Endeksi, ülkeleri 0.dan (en kötü) 100.e (en temiz) bir sıralamaya tabi tutuyor. Bu örgüt, 176 ülkede 12 kurum tarafından yapılan 13 araştırmanının sonuçlarına göre bu değerlendirmeyi yapıyor. 

Türkiye, bu değerlendirmede 176 ülke içinde 41 puan ile 75. sıraya gelirken 2015 e göre 9 sıra daha geriye gitti. Türkiye, 31 Avrupa ülkesi arasında Bulgaristan ile birlikte son sırada bulunuyor 64. 

Bu raporda yer alan 176 ülkenin üçte ikisinin notu 50 nin altında çıktı.  
Rapora göre yolsuzlukların arkasındaki nedenler; kamu kurumlarının (polis, hukuk) işini iyi yapmaması, yolsuzlukla mücadele kanunlarının uygulanmaması, rüşvet ve suiistimal, kamu fonlarının yanlış kullanımıdır. Bunlara basın özgürlüğü ve bağımsız yargı olmamasının katkıları da ilave edilmektedir. 

 Diğer bir devlet başarısızlığı kaynağı hukukun üstünlüğünün rafa kalkmış olması ya da lafta kalmasıdır. Bir ülkede hukukun üstünlüğünden bahsedebilmek için kriterler şu şekilde sıralanmaktadır 65; 

 - Devlet, sorunların çözümünde kuvvet kullanma tekeline sahiptir. 

- Kişilerin kendileri ve mülkiyetleri güvendedir. 

- Devlet yasalara uygun hareket ediyordur ve keyfi davranmıyordur. 

- Yasalar vardır, kişilerin kendi planlarını yapmasına imkân verecek kadar istikrarlıdır. 

- Devlet, temel insan hakları ve özgürlükleri korumaktadır. 

- Bireyler hukuk kurumlarına güvenebilir, günlük hayatlarını mevcut kanunlara göre yürütebilir. 

Dünya Barış Projesi’nin 2017-2018 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre; 
Türkiye, 113 ülke arasında 101. sıra ile en son sıralarda yer almaktadır66. 

Devletin meşruiyetini kaybetmesi ve Rıza Teorisi.. 

 Devlet yönetimi ile ilgili teoriler arasında çoğulculuk, devlet otonomisi ve elit teoriyi sayabiliriz. Çoğulcu lar, seçilmiş yetkililer üzerinde kamuoyunun etki gücüne büyük önem verirler. Bununla beraber, çok az devlet organı siyasi konuları başkaları ile görüşmek ve formüle etmek konusunda gönüllüdür. 

Asgari ücret, sağlık sigortası, istihdam gibi ekonomik ve sosyal konularda kamuoyu görüşünün dikkate alınması için düşünce-şekillendirme şebekesi gibi bir sürece ihtiyaç vardır. Bazen kamuoyu oylaması da gerekebilmekte, bu yüzden referandumlara gidilmektedir. Çoğulculuk için örnek olarak Batıdaki şirketler, lobiler, düşünce merkezleri, vakıflar gibi adreslerin kamuoyu oluşturmada etkinliği gösterilebilir. 

 Devlet otonomisi teorisi ise, ister parlamenter ister başkanlık sisteminde, merkezi ya da merkezi olmayan devlet kurumsal yapısının parti sistemleri ve siyasi stratejileri şekillendirmede önemli bir role sahip olduğunu savunmaktadır 67. Bu teoriye göre, bir devlet kurumunun bütçesinin ve çalışan sayısının artması onun gücünü göstermektedir. Ancak, rasyonellik ve verimlilik genellikle ters eğilimlidir. 

Elit teori ise modern toplumların büyük ölçüde „elit. dediğimiz liderler ve bürokratik olarak yapılanmış kurumlar (şirket, hükümet ya da kar amacı gütmeyen kuruluşlar) tarafından yönetildiğini öne sürmektedir. Üst pozisyonları tutanlar para, zaman ve diğer kurumlar ile ilişki kurma yetkesine sahiptir ve daha düşük seviyede çalışanları yönlendirmek için otoriteleri vardır. Elit teori; sınıf hâkimiyetini savunur, sınıf çatışmasına daha az önem verir. 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 5

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 5



Kırılgan Devletler.. 

20. yüzyılın ortalarında siyaset bilimi ideolojik zorunluluklarla Üçüncü Dünya 
Ülkelerine yönelik modernizasyon teorisine yoğunlaştı. Devletçi akım, toplum üzerinde göreceli otonomisini vurgulayarak, devletin rolüne ve (ekonomik) kalkınmaya yoğunlaşıyordu. Diğer bir çalışma alanı demokratikleştirme okulu oldu ve devlet kırılganlığı ile ilişki kurdu. 1990.larda başlayan yeni güvenlik çalışmaları da kırılgan devletleri ele alıyordu. Kırılganlığın kaynağı olarak kalkınma, çatışma ve istikrar sorunları görüldü ve bu kapsamda politikalar geliştirilmeye çalışıldı 41. 

 Dünyadaki kırılgan devletler dünya nüfusunun yaklaşık altıda birini oluşturuyor. Bu devletlerin halkının özellikleri arasında şunlar sayılmaktadır 42; 

- %28-35.i tamamen fakirdir, 

- %32-46 çocuklar ilkokul eğitimi almamaktadır, 

- %41-51 çocuklar doğumdan sonra beş gün içinde ölmektedir, 

- %33-44 anne ölümleri, 

- %34-44 HIV/AİDS ölümleri, 

- %27-35 içilebilir temiz su eksikliği. 




Şekil 1: Kırılganlık Konsepti 



Kaynak: David Carment, Stewart Prest, and Yiagadeesen Samy, Security, Development, and the Fragile State 
Bridging the Gap between Theory and Policy, Routledge, (2010), 42. 

 Kırılgan devleti tespit için iki kriter kullanıldı; 

(1) Zayıf ekonomik performans (46 kırılgan devlet düşük gelirli idi). 

(2) Etkisiz devlet yönetimi. 

Bunlara Milenyum Kalkınma Hedefleri.nin karşılamayacak ülkeler de ilave edildi. 
Kırılganlığın derecesi için; ülke bazında hukukun üstünlüğü, ülke toprakları üzerindeki kontrolü, azınlıklara saygı, temel hizmetlerin yaygınlığı gibi faktörler belirlendi 43. 

Tablo 6.daki kriterler 1-9 arasında değerlendirmeler yapılarak, ülkelerin tek tek 
kırılganlık indeksleri çıkarıldı. Kırılganlık indeksinden ayrı olarak, devlet başarısızlığı = f (A,L,C) şeklinde fonksiyonel hale getirildi. Burada A; otorite, L; meşruiyet, C ise kapasiteyi temsil etmektedir. 




Tablo 6: Kırılgan Devlet Göstergeleri 

Devlet kırılmasına karşılık vermek için doğru teşhis, sebep ve etkilerinin isabetli 
değerlendirilmesi, sürekli ve kapsamlı takip, uygulanan seçenekler ve risklerin sonuçlarını değerlendirecek kurumsal mekanizmalar gereklidir. 

ABD ve İngiltere, kırılgan devletler konseptini 2000’li yıllar ile birlikte dış 
müdahalelerin meşru temeli haline getirdiler ve çoktaraflı örgütlerin gündemine 
soktular. İki ülke bu amaçla daha 1997.de Uluslararası Kalkınma Dairesi.ni (DFID44) kurdular ve gelişmekte olan ülkeleri yoksulluk, insan güvenliği, insan hakları gibi konularda destekleyeceklerini ilan ettiler. 2004 yılında ABD Uluslar arası Kalkınma Ajansı.nın (USAID) odağına kırılgan devletler yerleştirildi. 2005.den itibaren USAID, 3D doktrini45 çerçevesinde hassas olarak seçilen bu devletlere müdahaleye başladı46. Bu çalışmalar, ülke/devlet inşası projelerine entegre edildi. 

 Devlet başarısızlığının dış nedenleri; yeni emperyalizm.. 

Devlet başarısızlığının yukarıda sıralanan göstergelerde yer alan pek çok iç nedeni yanında dış dünya ya da dış güçlerden yana olan nedenleri de vardır ve bunlar üzerinde daha bilinçli olmak zorundayız. Bu, daha çok zengin merkez dediğimiz Batılı güçlerin, ötekileştirdiği diğerlerini her zaman zayıf konumda tutmaya çalıştığı ve adına „yeni emperyalizm. dediğimiz bir kurgudur. 

Uluslararası sistemde, sermayeyi elinde tutan zengin kapitalist devlet, nerede kar yaparsa oraya yatırım yapmak ve daha fazla sermaye biriktirmek isterken, karşı tarafta siyasetçiler ve devlet adamları, kendi devletlerinin başka devletler karşısındaki gücünü sürdürecek ya da daha da arttıracak sonuçlar elde etmeye çalışmaktadır. Bu sistemde devleti tek başına güçlü bir ekonomik aktör haline getiren mali ve parasal araçların yanı sıra, mali ve parasal müdahale biçimleri (vergileme düzenlemeleri, gelir dağılımı politikaları, kamu malları ile ilgili hükümler ve doğrudan planlama gibi) sorgulanmaktadır. Devletin en önemli 
görevlerinden biri, mekânsal mübadeleler deki asimetrilerin kendi yararına işlemesini sağlamaya çalışmaktır. Örneğin, ABD.nin IMF ve DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü).nün faaliyetleri aracılığıyla sermaye piyasalarını dışa açılmaya zorlamasının nedeni, ABD mali kurumlarının bundan yarar sağlayacağını düşünmesidir. Kısaca devlet, bu süreçleri en iyi yöneten siyasi varlık ve yapılanmadır. Bu konudaki başarısızlığı muhtemelen her devletin gücü ve refahında azalmayla sonuçlanacaktır 47. 

Batılı ülkeler, üretilen mal ve hizmetler ile bunlara ait bilgilerin dünyada sınır 
tanımaksızın serbest olarak dolaşmasını istemektedir. Bu durum, alıcı ülkelerin pazar nitelikleri, siyasal yapıları ve yönetim biçimleriyle direkt ilgili olduğu için o ülkelerin mevcut siyasi yapılarının değişmesi küreselleşmenin bir gereği olarak ortaya çıkmakta, bu noktada da küreselleşme olgusunun en büyük kozu demokrasi ve liberal (hür) rejimler olarak gündeme gelmektedir. Demokrasinin ve demokratik hakların gündeme getirilmesi, azınlık haklarını, farklı kimliklerin kendilerini ifade edebilmelerini ve kültürlerini koruma isteklerini ilgili 
ülkelerin siyasal sorunlarının arasına sokmaktadır. Ekonomik anlamda gelişmemiş olan bu ülkelerde, genellikle etnik ve dinsel ayrılıkçı hareketler kendilerine geniş destek bulabilmekte olduklarından devletin de yumuşak karnını oluşturmaktadırlar. Kendilerine avantajlar sağlamak isteyen ülkeler bu durumdan azami ölçüde istifade etmenin yollarını aramaktadırlar. 

Bu anlamda küreselleşmenin siyasal boyutu, gelişmiş ülkelerin dışında kalan ve ekonomik bakımdan desteğe ihtiyaç duyan ülkeler için ciddi tehlikeleri de beraberinde getirmektedir 48. 




Şekil 2: Devletin Devamlılığı 

Siyasal küreselleşme, eskiden uluslararası sistemin temel aktörü olan ulus-devletin üstünlüğünü sarsmış ve ulus-devleti, yetkilerini başkalarıyla paylaşmaya mecbur bırakmıştır. 
Bu süreçte uluslararası ilişkilerin artmasına paralel olarak ortaya çıkan sorunlar daha çok uluslararası platformda ele alınmaya başlamış ve bunların çözümü uluslararası işbirliğini zorunlu hale getirmiştir. Bir başka ifadeyle, uluslararası siyasal ve ekonomik aktörler devlet egemenliğine ortak olmuş; ülkeler, ulusal ve uluslararası politika uygulamalarında dış dünyayı dikkate almak durumunda kalmıştır. Türkiye gibi ülkelerin de yapması gereken şey; bir yandan makul ölçüler içerisinde siyasette ve ekonomide uluslararasında geçerli kurallara, 
antlaşmalara saygı gösterirken, bir yandan da kendi çıkarlarını gözden uzak bulundurmamak ve küreselleşme kurallarını bahane ederek kendisine yapılmak istenen baskılara, çifte standartlara ve dayatmalara karşı gerekli direnci gösterebilmektir49. 

 Yeni emperyalizmin Afrika, Ortadoğu ve Latin Amerika gibi bölgelerde oynadığı ve devlet başarısızlığının kaynağı olan tuzaklardan bazılarını özetleyelim50; 

(1) Sömürge döneminden kalma tuzaklar; bu coğrafyalardaki ülkelerin sınırları 
çizilirken her birinin tek bir ihracat maddesine bağımlı bir ekonomiye sahip olması, (örneğin Küba.nın şekere, Venezüella.nın petrole) sağlanmıştı. Böyle olunca milli gelirinin %98.ini petrolden sağlayan Venezüella.nın gelirleri ile oynamak kolaydı. Nitekim 2008 Haziran.ın da varili 160.72 dolar olan petrol fiyatları Ocak 2019.a kadar 51.99.a kadar düşürülerek Venezüella ihracat gelirlerinin çökmesi sağlandı. 

(2) Küresel ekonomik düzen; 1974 yılından itibaren kurulan yeni ekonomik düzen ve OPEC.in petrol fiyatlarını belirleme rolü, İran ve Venezüella gibi ülkelerin kararlara katılımını önemsiz halde tuttu ve bu ülkeler büyük ülkelerin merhametine bırakıldı. 

(3) Köylünün açlığa mahkûm edilmesi; Kasım 2001.de Katar-Doha.da yapılan Dünya Ticaret Örgütü toplantısında sadece Kuzey Amerika ve Avrupa.da zirai verimliliği artıracak tedbirler alınırken, güney yarımküredeki milyonlarca küçük çiftçi ve topraksız köylü dikkate alınmadı. Kuzeyde; mekanize, büyük, endüstriyel çiftlikler ile üretim çiftlik başına 1-2 milyon kg. tahıla ulaşırken, dünyanın geri kalanı 1000 kg.a mahkûm edildi. Üstelik Batıda tarım alanı 
çok daha fazla idi ve şirket alımları köylüleri topraksızlığa ve açlığa sevk etti. 

(4) Yağma kültürü; Batılı tekelci şirketler kanun tanımayarak yanlış etiket göstererek ya da vergi bilgilerini değiştirerek az gelişmiş ülkelerin her yıl milyarlarca dolarına el koymaktadır. Örneğin Kanada.daki Agrium, Barrick ve Suncor şirketleri düzenli olarak Kongo.nun her yıl 500 milyon dolarını gasp etmektedir. 

(5) Yaşam biçimi olarak borç; yağmalanmış, ziraatı hemen hemen yok edilmiş güneyli ülkeler borç tuzağına düşürülmüştür. Son on yılda bu ülkelerin borç ödemeleri %60 artmasına rağmen borçlar azalmamaktadır. 2010 yılında fiyatlar düşmeye başladığından borçlar da artmaktadır. IMF.ye göre 67 yoksul ülkenin %37.si borç krizi içindedir. Angola.nın ihracat gelirlerinin %55.4.ü borçlarına gitmektedir. Angola, Gana, Çad, Gabon ve Venezüella gibi ülkeler petrol ihracatçısı olmasına rağmen borç içinde yüzmektedir. 

 (6) Kamu harcamaları işe yaramıyor; Gelirleri düşük ve çok az vergi toplayabilen güney ülkelerinin temel devlet işlevleri için ayırabildiği bütçe çok sınırlıdır. Bankalar çok yüksek faizle borç vermektedir. 

(7) Sosyal harcamalarda önemli kesintiler; Uluslararası bankerlerin eline düşmüş hükümetlerin eğitim ve sağlık harcamaları için ayırabileceği bütçe oldukça küçüktür. IMF.nin önerdiği reformlar ise ekonomik bağımsızlığın elde gitmesi anlamına geliyor. 

(8) Sosyal huzursuzluk göçe yol açıyor; Hâlihazırda dünyada en az 65 milyon göçmen var. Göç, devlet yönetimlerinin başarısız olmasına küresel bir tepkidir. 

(9) Rejim değişikliği oyunu; Küresel tekelci şirket medyası emirleri elitlerinden alır. Batının işaret çubuğunu takip etmeyen ülkelerin yaşadığı sorunlara sempati ile bakılmaz. Medya bu ülkelere reform baskısı yapma aracıdır. Reformların amacı onları iyice soymaktır. Aksi takdirde liderleri diktatör, halkları rehine muamelesi görür. Rejim değişikliği senaryosuna aday olurlar. 

(10) Kukla devletler; Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika gibi bölgeler ABD.nin 
kuklası olmuş başkanlar ile yönetildikleri zaman istikrarlı kabul edilirler. Bunun dışındaki ülkelere uygulanan rejim değişikliği müdahalesi geride ABD.nin bıraktığı aslında istenmeyen, seçilmemiş bir vekil başkan bırakır. Bu başkanın görevi, elde kalmış her şeyi ülkesi adına yabancılara satmak yani özelleştirmektir. 

(11) Ekonomiyi silah olarak kullanmak; Batının dediği yapmayan ülkeler ekonomik olarak cezalandırılır. BM.ye göre Küba.ya uygulanan yaptırımlar bu küçük ülkenin 130 milyar dolarına mal oldu. Venezüella, Trump.ın ilk yılında 6 milyar dolar kaybetti. 

(12) Savaşa başvurmak; Gene de istekler yerine gelmemişse tıpkı Venezüella sınırına olduğu gibi asker gönderilir. Kolombiya ve Brezilya gerektiğinde asker üs sağlamak için ABD.nin müttefikidir. ABD.nin tüm dünyayı paylaşmış bölge komutanlıkları ve üsleri askeri müdahalelerin küresel alt yapısını oluşturur. 

 Dürüst girişimcilerin para biriktirdiği, ticaret yaptığı ve fabrikalar kurduğu Klasik Kapitalizm anlayışı tarihe karışmıştır. Artık, hemen bütün ekonomik işletmeler, fonlar ve şeffaf olmayan sahipler ağı tarafından kontrol edilmektedir. Zürih.teki İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü tarafından dünyadaki 37 milyon şirket içindeki ulus aşan 43.060 şirket üzerinde yapılan bir çalışma sonucunda, çok küçük bir çekirdek şirket grubunun küresel ekonomi üzerinde orantısız bir güç sahibi olduğu ortaya çıkmıştır51. Daha da yakından incelendiğinde 147 şirketlik çekirdeğin kurduğu ağın toplam zenginliğin yüzde 40.ını kontrol ettiği görülmektedir. Yani şirketlerin yüzde 1.inden daha azı yüzde 40 zenginliğin sahibidir. 

Bunların gerisinde ise adına Küresel Sermaye dediğimiz zengin bir çıkar ağı vardır 52. 
Söz konusu meritokrasi; kendi elit tabakası ile yükselen ve tek dünya devleti hayalinde olan küçük bir topluluktur. Dünyanın büyük bölümünde gelir farklılıkları, fırsat eşitsizlikleri gibi nedenlerle yetenekli pek çok insan harcanmaktadır. Bu üniversitelere girişte yeteneklerin doğru belirlenmesi kadar, alınan eğitimin kalitesi ve daha sonra işe giriş süreçleri ile de ilgilidir. 


6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 4

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 4



Başarısız Olmakta Olan ve Başarısız Devletler.. 

Soğuk Savaş.tan bu yana, zayıf ya da başarısız devletler, uluslararası düzen için en önemli sorun haline geldi 31. 
Zayıf ya da başarısız devletler, insan hakları ihlallerinde bulunur, insanlık felaketlerine yol açar, kitlesel göç dalgaları yaratır ve komşularına saldırırlar. 
Bu devletler, diğer gelişmiş ülkelere ciddi zarar verebilen uluslararası teröristlerin barınmasına uygun ortam sağlarlar 32. 

Dünyada en az 20 devlet „başarısız. ya da „başarısız olmakta olan. kategorisinde dir. Bunlar kendi topraklarını kontrol edemeyen ve başta güvenlik olmak üzere temel işlevlerini yerine getiremeyen devletlerdir. Şiddet yaygındır. Somali, Zimbabwe, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Afganistan, Burma ve Haiti gibi devletler başarısız devlet kategorisindedir. 

Bu tür devletlerde işlevsel bir yargı sistemi yoktur, polis ve siviller tarafından yargısız infazlar yapılmaktadır 33. 

Devlet; yiyecek, temiz su, çöp toplama ve sağlığı koruma gibi temel işlevlerini yerine getirememektedir. Örneğin Zimbabwe.de 2008 yılında temiz su ve temel ilaç eksikliği nedeni ile kolera yaygınlaşmış ve nüfusun %5.inin ölümüne yol açmıştır34. Bu ülkelerde elektrik, su, kanalizasyon gibi alt yapı imkânları işlevsiz, bankacılık durmuş, enflasyon milli parayı kullanılamaz hale getirmiştir. Liberya ve Sierra Leone.de doğum ve ölüm, ehliyet alanların kayıtları tutulmamaktadır. Kamu ulaştırma imkânları şehirler etrafında birkaç km.yi 
geçmemektedir. 

Devletin yerini savaş ağaları, suç örgütleri ya da para ve menfaat karşılığı güvenlik sağlayan özel güvenlik şirketleri doldurmuştur 35. Örneğin Afganistanın kuzeyindeki savaş ağaları kurdukları bölgesel ordular ile kendi topraklarını kontrol etmekte, bölgelerinden geçen ticari mallara gümrük uygulamaktadır. 

 21. yüzyıl dünyasında zayıf ve başarısız devletlerin sayısı güçlü olanlardan daha fazladır. Daha zayıf, başarısız olmakta olan ve başarısız devlet sayısı yüzyıl öncesine göre iki katına çıktı. Bu hassas devletler, dünya nüfusunun çoğunluğunu temsil ediyor. Aynı zamanda pek çok fırsatçı devletin, devlet dışı aktörün (silahlı gruplar, özerk bölgeler, siyasi akımlar) hedefindedir ler. Başka devletlerin ve silahlı grupların koalisyon halinde saldıracağı bir av 
haline gelen bu devletlerin toprakları 21. yüzyılın savaş alanları ve kriz bölgeleridir. Bunlar içinde en dikkati çekenler arasında Pakistan, Meksika, Afganistan, Lübnan, Somali, Yemen ve Türkiye sayılabilir 36. 

 ABD Barış Fonu.nun 2008 yılı Başarısız Devletler Endeksi.ne göre; 178 devletin 35.i alarm, 92.si ise uyarı bölgesindedir 37. 

Aynı yıl, Brooking Institution.ın Devlet Zayıflığı Endeksine göre ise 28 devlet kritik zayıf, diğer bir 28 devlet zayıf, üçüncü grup 28 devlet ise uyarı bölgesindedir. 144 devletin 92.si başarısız, zayıf veya başarısız olmakta şeklinde sınıflandırılmıştır 38. 

 Küresel Barış Fonu (Fund for Peace) tarafından yıllık olarak hazırlanan Kırılgan 
Ülkeler Endeksi, 178 ülkeyi içinde bulundukları istikrar ve baskı unsurlarına göre bir değerlendirmeye tabi tutuyor. Üç kaynaktan toplanan bilgiler, 12 alandaki siyasi, ekonomik ve sosyal emareleri ve bunun altındaki yüzlerce alt-göstergeyi analitik bir yöntemle değerlendiriyor. 

Sosyal göstergeler içinde; demografik baskılar, göçmenler ve yerinden edilmiş kişiler, ülke içi grupların şikâyetleri, insan kaçışı ve beyin göçü var. 




Tablo 3: Sosyal Göstergeler 

Ekonomik göstergeler arasında ise ekonomik gelişme eşitsizliği, yoksulluk ve ekonomik kapasite bulunuyor. 


Tablo 4: Ekonomik Göstergeler 


Siyasi ve askeri göstergeler arasında; devlet meşruiyeti, güvenlik aygıtı, kamu hizmetleri ve muhalif elitler bulunuyor. 




Tablo 5: Siyasi ve Askeri Göstergeler 

 2008’de 92’nci sırada iken Türkiye, 2016 yılında 178 ülke arasında 79. Sıraya geriledi ve ‘artan alarm’ seviyesinde bir ülke olarak değerlendiriliyordu 39. 
Finlandiya’nın en düşük olumsuz puan ile 178’inci olduğu sıralamada Türkiye, 2019’da 59’ncu sıraya kadar geriledi 40. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 3

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 3




20. yüzyılda liberal dünya düzeni üç genişleme safhasından geçti; 

- I. Dünya Savaşı sonrası kısa süre sonra başarısız olan Milletler Cemiyeti.nin 
kurulması ve çeşitli silahların kontrolü anlaşmaları, 

- II. Dünya Savaşı sonrası BM ve Bretton Woods uluslararası finans kurumlarının oluşturulması, 

- 1970.lerde Batı tarafından bireysel insan hakları konusunun uluslararası toplumun ana gündem konularından biri haline getirilmesi. 

21. yüzyılda uluslararası politika iki temel mantık üzerinden işlemektedir19; 

- Westphalia mantığı; devletlerin otonomisi ve dokunulmazlığı, toprakları üzerindeki yetkisi, 

- Liberal mantık; uluslararası sistemin kurucu birimleri arasında liberal bir düzen sağlama ısrarı. 

1990.ların başında Sovyetler Birliği çökmesine rağmen, ABD.nin arkasında olduğu liberal düzen ve bu düzenin kuralları devletler arası ilişkilere yön vermeye devam ediyor. 

Rusya ve Çin gibi liberal olmayan devletler, uluslararası düzen için Westphalia sistemini yeterli görmektedir. Bugünün uluslararası anlaşmazlıklarının temelinde de aslında bu iki düzen arasındaki kırılma, hatta çatışma vardır. Örneğin Suriye.de liberal Batı ile egemen devlet düzenini yani Westphalia anlayışını savunanlar, uluslararası oyun kitabının nasıl uygulanacağı konusunda anlaşmazlık içindedir. 

Güçlü devlet & zayıf devlet.. 

 Tarih boyunca, devlet şekilleri ne olursa olsun, toplumun çeşitli hizmetlerini yürütecek bir teşkilata gerek görülmüştür. Çünkü devlet yönetimi, bu hizmetlerin düzenli bir şekilde yürütülmesi demektir. Bundan ötürü bu görevleri yürütmekle yükümlü olan devlet, yasal yetkiler ve güçlü vasıtalarla donatılmıştır. Devlet; görevlerini, yani yürütmeyi hükümetler vasıtasıyla gerçekleştirir. Devletin siyasal teşkilatı, başta hükümet olmak üzere, devlet teşkilatına dâhil olan kamu kurum ve kuruluşlarıyla, bunların görevli personelinden oluşur. 
Hükümet örgütü vazifelerini yerine getirmede yapı olarak değişik işlev gruplarına ayrılmıştır. Çağdaş egemen devletin fonksiyonları ile ilgili bir örnek Tablo 1.de görülmektedir. 



Tablo 1: Çağdaş Egemen Devletin 10 Temel Fonksiyonu 


Kaynak: Ashraf Ghani, Michael Carnahan, Clare Lockhart, Stability, State-Building and Development 
Assistance: an Outsdide Perspective, Princeton Project on National Security, (Princeton, 2006), p.2. 


 Çağdaş devletleri kategorilendirmek için kullanılan yöntemlerden biri çeşitlerine göre güçlü, zayıf veya başarısız devlet olarak tanımlamaktır. 
Burada kategorilendirme de ayırt edici olan kriterler şunlardır 20; 

 (1) Kendi topraklarını kontrol etme kabiliyeti; sınırlarının (limanlar ve hava sahası dâhil) izleme ve güvenliğini sağlama, ülkenin tamamında (nüfusun çok seyrek olduğu hatta çatışmaların olduğu komşu bölgeler de dâhil) devletin varlığı. Toprakların kontrolü; devletin, diğer devlet ve devlet dışı (terör örgütleri gibi) aktörler tarafından sömürülmesini engeller 21. Kuvvetli devletler torakları üzerinde yüksek derecede kontrol sağlarken, zayıf, başarısız ve başarısızlığa giden devlet devletler bu kabiliyetleri erozyona uğramış ya da kalmamıştır. 

 (2) Devlet temel işlevlerini yerine getirme kapasitesi; bu işlevlerin başında devletin güç kullanma tekelini elinde bulundurması ve topraklarında yaşayan herkesin güvenliğini (terör ve suçu önleme, insan hayatı ve mülkiyetini koruma) sağlaması gelir22. İnsanların güvenliğinin sağlanması devlet zayıflığı veya başarısızlığı olarak kabul edilir. Güvenlik, diğer temel devlet işlerinin ana kapısıdır23. Güvenlik olmadan devletlerin alt yapıyı muhafaza etmesi, sağlık imkânları sunması ve adalet sağlaması sınırlı olur. Devletin temel işlevlerinin 
performansı, bu işlevlerin yerine getirilmesinin sürekliliği ve insanlarına ne kadar ulaştığı ile ölçülür. Bu işlevlerin yeterince ulaşmadığı bölgeler ve sektörlerde devlet meşruiyetine meydan okuma olması muhtemeldir24. 

 (3) Meşruiyetine yönelik meydan okumalara yönelik hassasiyeti; meşruiyet, 
devletin ahlaki veya yasal yönetim hakkına sahip olduğunun tanınmasıdır. Devlet ve toplum siyasi ve ahlaki değerler konusunda paylaşılmış bir konsensüs üzerine kurulmuştur 25. 
20. yüzyıla kadar eğer bir devlet mevcutsa, meşru olarak düşünülürdü. Ancak, yeni bağımsızlığını kazanan Kongo, Sudan, Nijerya, Burma gibi devletlerin bazı temel kriterlerden yoksun oldukları görüldü. BM tarafından tanınmalarına, egemen devlet görülmelerine rağmen toprakları üzerinde güç kullanma tekeline sahip olmadıkları ya da halkın bir kısmı tarafından meşru olarak kabul edilmedikleri anlaşıldı. Bununla beraber, 20. yüzyılda BM tarafından tanınması bir devletin meşruiyeti için yeterli görülmeye devam etti26. 

 Güçlü devletler, yönetmek için yeterli zorlayıcı kurumları olan bir iktidara sahiptir. 
Kendi topraklarını kontrol etmekte ve sınırları için kuvvet kullanma tekelini muhafaza etmektedirler. Bu devletler arasında ABD, Japonya, Kuzey Kore, Rusya, İran, Çin gibi ülkeler sayılabilir. Ancak, güçlü devletler vatandaşlarına güçlü siyasi haklar tanır ve kişi başına gelir bakımından dünya sıralamasında üst sıralarda olması beklenir 27. Aynı zamanda siyasi özgürlükler, temsili hükümet, sivil özgürlüklerin korunması, hukukun üstünlüğü gibi konularda da üst sıralarda olması aranır. Bu ülkelerde devlete meydan okuma çok azdır ve sorunlar şiddet kullanmadan devlet kurumları ve süreçleri içinde çözülür. Hukukun üstünlüğü 
ve zorlayıcı kurumlar halkın rızasına göre hareket etmektedir. 



Tablo 2: Güçlü Ülke-Zayıf Devletler 

Kaynak: Robert Jackson, George Sorensen, Introduction to International Relations, Theories and Approaches, 
Oxford University Press, (New York, 2003), 24. Kutu: 1.15.den yararlanılarak yapılmıştır. 

Zayıf devletler, kendi topraklarını kontrol ve temel işlevlerini yerine getirmekte sınırlı düzeyde kalan devletlerdir28. Bunlar arasında; Meksika, Kolombiya, Venezüella, Cezayir, Tayland, Bostwana, Endonezya ve Filipinler gibi devletler sayılabilir. Örneğin Kolombiya ve Meksika.da illegal uyuşturucu kaçakçısı örgütler ve diğer şiddet örgütleri belirli bölgelerde halkı domine etmekte ve devleti yok saymaktadır 29. 

Öte yandan, devletin alt yapısı başkentlerin dışında zayıftır. Hastaneler sınırlı hizmet vermekte, yollar bakımsız, okullar kötü, kamuda hizmetler kalitesizdir. Çocuk ölümleri yüksek, yaşam süresi az, ilkokul tamamlama oranı düşüktür. Ekonomik alanda ise kişi başına gelir düşük ve oldukça eşitsiz,ekonomik büyüme düşük, enflasyon yüksektir. 

Zayıf yönetimlerin eksik ya da yetersiz kurumlar sorunu, Westphalia sisteminin temel taşları olan egemenlik ve ulus-devlet anlayışını erozyona uğratır. Üstelik ulusal düzeyde-başka bir deyişle iç yönetim düzeyinde -olup bitenler, çoğunlukla uluslararası sistemin diğer üyelerini de etkiler 30. Zayıf devletlerin kendileri ve öteki devletler için yarattıkları sorunlar, uluslararası sistem içindeki birilerinin, bu devletlerin sorunlarını zorla çözmek yönündeki iradelerine karşıt olarak içişlerine karışmaya çalışma olasılıklarını geniş ölçüde artırır. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 2

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 2





Politika alanında bürokrasi, devletin yönetim mekanizması anlamına gelir. Bu terim, devlet yönetiminin yürütülmesini sağlamakla görevli olan kamu görevlilerinden ve devlet adamlarından oluşan bir kitleyi de ifade eder. Şüphesiz devletler büyüdükçe ve sorumluluk alanları genişledikçe bürokrasi siyasi hayatta daha da önemli bir rol oynamaya başlamıştır. 

Artık yöneticiler ve siyasaları uygulayanlar olarak rütbeli memurlar yani devlet adamları, göz ardı edilemeyecek bir öneme sahiptirler. Dahası, devlet adamları siyasal süreçlerin anahtar aktörleridirler ve hatta ülkelerini bile yönetmektedirler. 

İngiliz sosyoloji profesörü Michael Mann.a göre; devlet içinde oluşan (sosyal güç) ilişki bağları amaçlarına bağlı olarak ideolojik, ekonomik, askeri ve siyasi olabilir9. Buradaki ideoloji ağı daha çok ilgili kurumların anlamı, normları ve din anlayışı ile alakalıdır. İdeolojik ağ, sosyal uyumun merkezindedir ve Batı.da bu rolün odağında genellikle kilise olmuştur. Ekonomik ağ çeşitli sınıf ve sektörlerin ekonomik süreçteki güç ve çıkar ilişkileri içinde oluşur. 2500 yıllık Batı Uygarlığı tarihinde, siyasi ve askeri ağlara kıyasla ekonomik ağlar oldukça lokaldi. Askeri ağ, doğrudan ve hazır zorlama vasıtası olarak daha uzak mesafelerde idi. Üstelik 80-100 km. yürüdükten sonra gittiği yerlerden yiyecek bulmalı idi. 
Bu yüzden, Osmanlı, sefer güzergâhları boyunca kervansaraylar inşa etmişti. Siyasi ağı belirleyen ise bölgesel düzenlemeler oldu. Bu da bölgenin özelliklerine, sorunlarına, diğer bölgelerle ilişkilerine uygun olarak çeşitli yönetim rejimleri demekti. 

 Özetle, devletler, Westfaliadan bu yana uluslararası sistemin açık farkla en güçlü aktörleri olarak kabul edilmektedir. Devletlerarası ilişkileri düzenleyen bir üst otoritenin olmadığı bir ortamda, devletler siyasi meşruiyetin evrensel standardını oluşturmaktadır. 

Devlet ve Etnik Milliyetçilik.. 

 Ulus-devletin ortaya çıkması, milliyetçilik akımının da gelişmesine yol açtı. Bu 
kavram, 1715 yılından itibaren İngiltere.de daha çok ulusal bilinç, ulusal karakter anlamında kullanılmaya başladı10. Milliyetçilik akımları, 1789 yılındaki Fransız Devrimi.nden sonra bütün Avrupa.ya yayıldı. Avrupa.da 1878-1918 arasındaki dönem, milliyetçilik akımlarının ve buna bağlı olarak ulusal bağımsızlık hareketlerinin hız kazandığı dönemdir. 

Milliyetçilik, belirli bir toprak parçası üzerinde siyasi kurumları (çoğunlukla modern devlet) kontrol etmeyi amaçlayan ve kendini millet olarak tanımlayan bir ideoloji akımıdır 11. Yani en eski çağlardan beri sürekliliği tartışmalı da olsa etnik kökenlerine dayalı bir birlik, aynı milletten olma ve aynı kaderi paylaşma temeli vardır. 

 Milliyetçilik devletlerin ve uluslararası sistemin moral temeli olmuştur. Milliyetçilik tüm insanlığa şu vazgeçilmez hizmetleri sunmaktadır 12; 

(1) İnsanlık doğal olarak milletlere bölünmüştür. 

(2) Her millet kendi özel karakterine sahiptir. 

(3) Tüm politik gücün kaynağı millettir. 

(4) Özgürlük ve kendini ifade etme dışında insanlar bir millet ile tanımlanmalı dır. 

(5) Milletler ancak kendi devletleri içinde tatmin olabilir. 

(6) Ulus-devlete sadakat diğer sadakatleri çeker. 

(7) Küresel özgürlük ve uyumun temel şartı ulus-devletin güçlendirilmesidir. 


 Avrupada romantik milliyetçiliğin önemli bir geleneği vardır. Fransız Devrimi nin ruhu sadece bireylerin özgürlüğünü değil, ulusların hanedanlıklardan kurtulmasını da temsil eder. Bu nosyon, bireysel hakların, ulusun kendi kaderini tayin hakkının ve ulusal kimliğin karışımıdır. Avrupa Birliği de bunları bir araya getirmeye niyetlenmiştir. Sorun ulus olarak görülmüş, ulus için rakip parçaların bir cemiyet oluşturmaktan ziyade sıfır toplamlı bir mücadeleye girdiği düşünülmüştür. 

Avrupa romantik milliyetçiliğinin liberal formuna göre, her ulusun kendi kaderini 
tayin hakkı vardır. Problem, ulusu neyin oluşturduğunun tanımında dır. Romantiklere göre dil, ayrı bir tarih, kültür vb. şeyler ulusu belirler. Bu aynı zamanda kendi algısıdır. Eğer bir halk kendini ayrı bir halk olarak görüyorsa ayrı bir ulus mevcuttur. 

 Romantik milliyetçiliğin başka bir nosyonu bir ülkeyi oluşturan parçaların farklı 
beklentilerinin meşruiyetine karşı çıkar13. Bu yüzden, romantik milliyetçilik özgürlükçü olmaktan ziyade baskıcıdır. Bütünün parçalarının çeşitli nedenlerle bazen ulusal kimlikler icat etmesi, bütünü bozucu olarak görülür. Örneğin, Avrupa Birliği içinde hala ulus-devlet yapısı çok kuvvetli ve yeniden sınırların çizilmesi mümkün değildir. Tıpkı İspanya.dan otantik milliyetçilikle kendi özgürlüğünü isteyen Katalonlar için olduğu gibi. Hâlbuki Katalonya, tarih ve kültür olarak İspanya.dan farklı ve bir derece otonomiye sahiptir. 

Özetle, Avrupa.da romantik milliyetçilik İngiltere Fransa ve İspanya başta olmak üzere bazılarının hem hayali hem de kâbusudur. Ancak, Avrupa.daki ekonomik sıkıntılar geri plandaki romantik milliyetçiliğin öne çıkmasına neden olabilir. 

 Avrupa.nın romantik milliyetçiliğin dışında gelişen ve tarihi, kültürü ve dini ile bir Yahudi devleti kurulmasını meşru hak gören Siyonizm ise aynı hakkı Filistinlilere tanımamaktadır. 

 Araplarda ulus-devlet düşüncesinin kökleri 19. yüzyılın sonlarına gitmektedir ve daha sonra 1950.lerde Arap sol-kanat laikler tarafından geliştirilmiştir. Bunun temelinde, Avrupalı imparatorlukların yerini ulus-devletlerin alması düşüncesi vardı. Bu düşünceler, İslamcılık ve Arap milliyetçiliği peşinde kendi krallıklarını kurmak isteyenlerin beklentileri karşısında rafa kalktı. 

 Devletin toprak bütünlüğü ve kendi kaderini tayin hakkı.. 

Devlet, uluslararası anlaşmaların güvence altına aldığı sınırlar içinde, „bağımsız ve siyasal bir bütün. olarak kabul edilir. II. Dünya Savaşı.ndan beri Avrupa.da altı çizilen bir prensip var; „sınırlar kutsaldır, değiştirilemez.. Bunun nedeni, savaş öncesi sınır sorunlarına dönmemekti. Karşı çıkılan başka ülkenin topraklarında hak iddia ederek devlet kurmaktı. Kendi kendine yapılan ulusal revizyonlar buna dâhil değildi. Örneğin Çekoslovakyanın 1 Ocak 1993.de bölünmesi barışçı bir boşanma kabul edildi. Bu prensip, Yugoslavya veya 
Sovyetler Birliği.nden olduğu gibi daha küçük ulusal birimlere egemenlik devrini 
öngörmüyordu. 1990.larda Doğu ve Güneydoğu Avrupa.da bir grup ülke bazen barışçı bazen çatışma ile ortaya çıktı. Bunlar Avrupa.daki tüm gerilimlerin bittiği anlamına da gelmiyor. 

Belçika, 19. yüzyılda kurulduğu günden beri birbirine düşman Fransızca konuşan Valonlar ile Hollanda dilini konuşan Flamanları bir arada tutmaya çalışıyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu.nun sınırlarının çizildiği Birinci Dünya Savaşı.ndan beri Slovakya ve Romanya içinde bırakılmış büyük bir Macar nüfusu var. Birleşik Krallıkta İskoç ayrılıkçı hareketi var. Kuzey İrlanda ise şu an barışçı olsa da ayrılıkçı hareket devam ediyor. İtalyada da benzer hareketler var. 

Kendi kaderini tayin hakkı, etnik grupların/yerli halkların belirlenen topraklar üzerinde bağımsız olarak yaşamaları, kendi kaderleri ile ilgili kararlarının kendileri tarafından verilmesi dir 14. II. Dünya Savaşı.nın sona ermesinden bu yana yapılan uygulamalarda, Kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası hukukta, özellikle 1960 yılından sonra, genelde sömürge ve manda durumundan kurtulma şartlarının bir unsuru haline dönüştürülmüştür15. Nitekim etnik gruplar için bu hakkın hangi şartlarda ve şekillerde uygulanabileceği; 1960 yılında BM 
tarafından kabul edilen sözleşmede yer almış ve bunun da sadece sömürge ülkelerde yaşayan ve işgal altındaki etnik yapıları kapsadığı açıklanmıştır16. 

Ancak, özellikle 1990.lardan sonra etnik milliyetçiliğin giderek gelişmesi ve bu 
nedenle de kendilerini diğerlerinden tamamen farklı hisseden insanların birbirleriyle çatışmadan o devletin toprakları içinde birlikte nasıl yaşayabilecekleri problemi ortaya çıktı. 

Bugün, dünyada BM.e kayıtlı 193 ülke içinde 4.400 etnik grup yaşamaktadır ve pek çok devletin de etnik olarak homojen bir niteliği yoktur. Seksenli yılların başında dünyadaki bütün devletlerin % 27.sinde etnik ulusal grup tüm halkın % 95.ini veya fazlasına sahipti. Bütün devletlerin % 38.inde ise tüm halkın % 60-95 arası aynı gruba düşüyordu ve diğer devletlerin % 10.unda halkın % 40-60 arasında büyük bir grup vardı. Devletlerin %13.ünde iki büyük grup halkın %65 ve 95.ini teşkil ediyordu ve devletler dünyasının % 12.sinde tüm halkın % 34 ve 97.si arasına düşen üç grup bulunmakta idi 17. 

Kendi kaderini tayin hakkı konusunda mevcut uluslararası hukuk kuralları ve 
kanunları çerçevesinde hemen hemen bütün resmi otoriteler; “Demokratik devletler içindeki etnik grupların veya yerli halkların kendi kaderini tayin hakkına sahip olmadıklarını, bu yapıların sadece o devletlerin demokratik esaslar çerçevesinde kendi anayasalarında yer verilen esaslara göre uyguladıkları karar verme sürecinde yer alma hakkına sahip olduklarını” ifade etmektedirler 18. 

 Liberal Düzen ve Westphalia çelişkisi.. 

Bugünkü dünya düzeni aslında 19. ve 20. yüzyılda iki düzen kurma projesinin 
füzyonudur. Dünya düzeninin temelinde 17. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa.da başlayan ve Fransız Devrimi sonrası 19. yüzyılda milliyetçilik ile birlikte dünya düzeni olarak yerleşen, devletlerin temel birim olduğu Westphalia düzeni bulunmaktadır. 

Westphalia sisteminin en azından nominal olarak üç temel direği bulunmaktadır. Bu temeller aynı zamanda bugünkü BM Şartnamesi.nin ruhunu temsil etmektedir; 

- Egemen devletler arasında hukuki eşitlik, 

- Devletlerin toprak bütünlüğüne saygı, 

- Diğer devletlerin iç işlerine karışmamak. 

Westphalia sisteminin bu özgün kuralları, sonraki tüm uluslararası düzen kurma 
çalışmalarının temelini teşkil etti. 

 Westphalia sistemi, devletler arasında çoğulculuğu öngörürken, liberal düzen ise dış politikada liberal prensiplere bağlılığı dikte etmektedir. Westphalia düzeni, egemenlik bağımsızlık, otonomi ve dokunulmazlığa verdiği önem nedeni ile devletler tarafından daha fazla kabul görmüştür. Serbest ticaret, demokratik yönetim, kendi kaderini tayin hakkı (self-determinasyon), uluslararası hukuka bağlılık, insan haklarına saygı gibi hususlara dayalı liberal düzen ise devletlerin tasarrufuna kalmıştır. 

Artan serbest ticaret, uluslararası hukukun genişlemesi, devletlerarası sorunların çözümünde hakemlik, resmi kurumlar ve ticaret, haberleşme ve sömürgeleştirme süreci gibi anlaşmaların hepsi bugünkü liberal düzenin öncü gelişmeleri oldu. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 1

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 1




Prof.Dr.Sait Yılmaz 
12 Nisan 2019 


“ Adalet Olmayınca Devlet, Büyük bir Çeteden başka Nedir ki..” 
Aurelius Augustinus 

 Giriş.. 

Devlet, yaklaşık 10.000 yıl önceye, Mezopotamya.da ortaya çıkan ilk tarım 
toplumlarına kadar uzanan eski bir sosyal kurumdur. İyi yetiştirilmiş bürokrasiye sahip devlet, Çin.de binlerce yıl varlığını sürdürmüştür. Büyük orduları, vergi toplama gücü ve geniş topraklar üzerinde egemenlik yetkesi uygulayan merkezi bürokrasisiyle modern devletin Avrupa.da ortaya çıkışı ise, daha yenidir ve dört-beş yüz yıl öncesine, Fransız, İspanyol ve İsveç monarşilerinin dönüşümüne uzanır. Böylece bugün de devam eden „devlet merkezli. uluslararası sistem başlamıştır. Bu gelişmeler sayesinde devletler; bürokratik, diplomatik ve 
askeri kurumsallaşmaya yöneldi. 

Günümüz devletlerinin yalnızca onaltısı, yüzyıllara uzanan yapıda tarihi bir devlet yapısı göstermektedir. Devletler ebedi değildir; oluşumun, değişimin ve de zamanın geçişindeki tarihi olaylara yenik düşerler. Modern politikacıların görevi; devletin gücünü ehlileştirmek, devletin faaliyetlerini hizmet ettiğini halkın rızası doğrultusunda yürütmek ve nihayet özgürlükleri ve adalet olgusunu korurken, refahı ve eşitliği artırmaktır. Ancak, dünya genelinde göreceli olarak genel refah seviyesi artıyor gözükse de otoriter eğilimler artıyor, halklar mutsuz. Modern dönemin devletleri; güçlü, zayıf, kırılgan ya da başarısız gibi kategorilere ayrılıyorlar. Bu makalede, başarısız devleti ya da devletin başarısızlığını 
sorgularken, halk ayaklanmalarını da ele alacağız. 

 Modern Devletin evrimi.. 

 Uluslararası ilişkiler ile ilgili modern bilimsel çalışmalar genellikle kendilerine 
başlangıç olarak ulus-devlet anlayışının doğuşunu temsil ettiği kabul edilen 1648 tarihli Westphalia Barışı.nı referans yaparlar 1. 

Bu anlaşma, devlet sisteminin oluşturulması, egemenlik kavramının kabul edilmesi ve eski Ortaçağ Avrupası'nın din esaslı sisteminin terk edilmesi olarak görülür. Modern anlamı ile ulus-devlet, 17. yüzyılın akışında kuruldu. Bu gelişmelerden esinlenen Jean Bodin ve Thomas Hobbes gibi teorisyenler, egemenlik fikrini ve böylece ulus-devletin doğuşu ile ilgili kuramsal yapının oluşmasına yardımcı oldular. Böylece toplum sözleşmesi teorileri tartışmaları ortaya çıktı. Hugo Grotius (1583-1645) ve Thomas Hobbes (1588-1679), yönetilenlerin onaylarının (rızalarının) toplum sözleşmesi ile alındığını iddia ederek totaliter rejime meşruluk sağlamaya çalışırken, John Locke (1632-1704) ve Jean-Jascuqes Rousseau (1712-1778) ise demokratik yönetimlerle meşruluğu savunmaktaydı. 

Devletlerin ellerinde bulundurdukları meşru güç tekeli, bireylerin Hobbes.un „herkesin herkesle savaşı. dediği şeyden kurtulmasını sağladı ama dünya ölçeğindeki çatışma ve savaşlara da temel oluşturdu. Üstelik iktidarı bir şekilde ele geçirenler, devletin gücünü tamamen ele geçirmek ve hiç gitmemek derdine düştüler. Otoritelerini meşru kılabilmek için sürekli kaos ve savaş ortamı ile beslendiler. 

 Uluslararası ilişkilerdeki sistemde şekil olarak bağımsız devletlerin sayısı son iki 
asırda iniş ve çıkış gösterdi. 1800 yılında 150 kadar olan bağımsız devlet sayısı 19. yüzyılın ortasında tahminen 100.e kadar indi. Daha sonra bu sayı Asya ve Afrika.nın sömürgeleşmesi ve Avrupa.daki küçük siyasi birliklerde modern ulus-devletlerin oluşması yoluyla (1890 lar da) 29 a düştü. 

Henüz devlet olamamış yönetimler için öngörülen „manda. sisteminin ön yüzünde uygarlık standardının Batı.nın denetimiyle sürdürülmesi, arka yüzünde ise ilhak yerine uygarlaşmamış devletlerin uluslararası düzen içinde yönetilmesinde emperyalist güce meşruiyet sağlamak vardı 2. 

19. yüzyılın ikinci yarısında üç uygar toplum düzeyine karşılık gelecek üç devlet 
tanımı üzerinde duruluyordu; tam siyasal, kısmi siyasal ve nihayet doğal ya da çok az insani. Osmanlılar ve Çinliler gibi barbar (!) devletlerin uluslararası tanınmaya hak kazanmadıkları iddia ediliyordu. 20. yüzyılın başında dünyada 55 devlet vardı. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının yıkılmasıyla devletlerin sayısı yine yükseldi. Yeni bir devlet kurma dalgası yayıldı. 

İkinci Dünya Savaşı ndan sonra Avrupa daki sömürge imparatorluklarının yıkılması sonrası devlet kurulma aşamasının ikinci ve çok daha geniş dalgası başladı. 1960 yılına kadar özellikle Afrika ve Ortadoğu da bağımsızlığına kavuşanlarla bu rakam iki katına çıktı. Bunun sonucunda bağımsız devletlerin sayısı 165.e çıktı. Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve diğer devletlerin yıkılmasıyla üçüncü bir ulus-devlet dalgası gerçekleşti ve 1995.e kadar olan dönemde BM de üye bağımsız devletlerin sayısı 193 e ulaştı. 

Devlet ile ilgili tartışmalara başlaman önce konu ile ilgili tanımları kısaca hatırlamakta fayda vardır; 

- Ulus, bir devletin sınırları içerisinde yaşayan aynı etnik kökenden gelen, aynı din, dil ve kültürel değerleri paylaşan insan topluluğudur. 

 - Devlet, sınırları belirlenmiş bir ülke toprağı üzerinde bulunan, belirli bir hükümet ile yönetilen ve hukuksal bakımdan egemen olan siyasi örgütlenmeler dir. 

 - Hükümet, yürütme yetkisine sahip olan devlet örgütlenmeleridir. 

 - Halk; etnik, kültürel ve dil bakımdan aralarında benzerlik bulunan ve belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, siyasal ve soysal bakımdan örgütlenmiş olan bir toplumdur. 

 - Egemenlik, bir devletin sahip olduğu topraklarda mutlak ve güçlü bir şekilde 
yönetim sağlayabilmesidir. 

 - Bağımsızlık ise, bir devletin veya milletin, başka hiçbir gücün kontrolü altında 
kalmaksızın yaşaması ve geleceğine karar vermesidir. 

 Yukarıdaki tanımlar, genel kabul gören ifadelerdir. Bununla beraber, uluslararası diplomaside bu tanımlar tartışmalıdır. Örneğin, „halk. kavramı üzerinde bir uzlaşma sağlanamadığı için, kendi kaderini tayin hakkı ile görüşmelerde bir sonuca varılamamaktadır. 

Devlet Olma Felsefesi.. 

Toplumun ihtiyaçlarının sağlanması, korunması ve idamesi devlet sürecini 
oluşturmuştur. Devlet bir idare altında teşkilatlandırılmış, siyasi bir topluluktur. Diğer bir ifade ile devletin belli başlı öğeleri; bir halk (nüfus), bu halkın üzerinde yaşadığı bir ülke veya toprak ve düzeni sağlayan ortak yasalardır. Devlete can (dinamizm) ve ruh veren insan toplumuna "ulus (millet)" denir. Bir ulusun oluşmasında; siyasi varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, köken birliği, tarihsel birlik, ahlak ve karakter yakınlığı en etkin unsurlardır. Devlet, ülkenin ve halkın güvenliğini sağlamak gibi bir görev ile yükümlüdür. Güvenlik, devletin, hayati önemi haiz değerlerinin geliştirilmesi ile mevcut ve muhtemel, potansiyel ve dinamik iç ve dış tehdit ve tehlikelere karşı korunması için gerekli olan ulusal ve uluslararası şartların (siyasi, kültürel, ekonomik, askeri vb.) yaratılmasıdır. Kısaca ulusal güvenlik, devletin beka ve refah boyutlarını kapsar. 

Alman sosyolog Max Weber (1864-1920), I. Dünya Savaşı sonrasındaki kaotik 
ortamda devlet.in tanımını şu şekilde yapmıştı 3; “Devlet, bir ülke üzerinde meşru güç kullanımı tekelini başarı ile elinde bulunduran yapıdır”. 

Weber.e göre devlet, ülke dâhilinde meşru zor kullanma tekelidir. Weber, sosyoloji açısından siyasal bir topluluk olan çağdaş devleti, belli bir arazi içinde, fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran insan topluluğu olarak tanımlamıştır. Bir başka deyişle devlet, meşru şiddet araçlarıyla desteklenen, insanın insana egemenlik kurma ilişkisi olarak tanımlanabilmektedir 4. 
Bu tanımdan hareket edersek, bireysel şiddet kullanılması ya da bireysel şiddetin her türlüsü devlet tarafından yasaklanmıştır. Burada Weber, modern devletin asli görevinin yurttaşların haklarını korumayı üstlenmek olduğuna işaret etmektedir 5. 

 Devlet tanımlanacak olursa kuvvetle muhtemel tek bir evrensel tanım yapmak 
mümkün olmayacaktır. 1933 tarihli Devletlerin Hakları ve Görevleri başlıklı Montevideo Sözleşmesi.nin birinci maddesine göre, devlet şu şekilde tanımlanmaktadır 6; 

 “Uluslararası hukukun kişisi olarak devlet şu özelliklere sahip olmalıdır; (a) Daimi bir nüfus. (b) Tanımlanmış bir toprak. (c) Hükümet ve (d) Diğer ülkelerle ilişki kuracak kapasite. Bu devletin kendi toprakları üzerinde tam ya da tama yakın kontrol ve bu topraklarda şiddet tekeline sahibi olmasını gerektirir”. 

Kamu hukuku profesörü Münci Kapani, devletin ülke, insan topluluğu ve iktidar 
olmak üzere üç ana unsuru bulunduğunu belirterek şöyle yanıt verir: “Devlet, belli bir ülke üzerinde yerleşmiş, zorlayıcı yetkiye sahip bir üstün iktidar tarafından yönetilen bir insan topluluğunun meydana getirdiği siyasal kuruluştur 7.” 

Büyük Larousse.de ise devlet; “kültürel birliği olan ve kurumsallaşmış bir iktidar 
tarafından yönetilen bir insan grubunun sınırlarla belirlenmiş bir toprağa yerleşmesi sonucu meydana gelen siyasal toplumdur” şeklinde tanımlanmıştır 8. 

 Yukarıdaki tanımlardan yola çıkılarak devletin özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 

- Belli bir ülke üzerinde yaşayan insanların oluşturduğu bir birliğe sahip olmak, 

- Üstün bir iktidar tarafından yönetilmek, 

- Kurumsal bir siyasal iktidara sahip olmak, 

- Kültürel birliğe ulaşmak, 

- Yüksek düzeyde değerleri kapsayan bir egemenliğe sahip olmak. 


Modern ulus-devlet; tarihteki bir hükümdar, onun etrafındaki destekçileri ve yönetilen halktan çok daha fazlasıdır. Daha 16. yüzyılda otokrasiler bir devlet bürokrasisi geliştirmeye başlamışlardı. 

20. yüzyılın başında Weber.in devlet konsepti; hiyerarşi, rutin süreçler ve rasyonel normlar üzerine kurulmuş bürokratik kurumların rollerini vurguluyordu. Weber.e göre; geleneksel ve karizmaya dayalı yönetimler yerine, rasyonel yönetim sistemleri için ideal tip yönetim, bürokrasidir. Weber, bürokratik örgütlenmenin en önemli özelliklerini şu şekilde sıralıyordu; 

 - Kanunlar ve kurallarla belirlenmiş resmi yetki alanlarının olması, 

- Bir emir komuta zinciri içinde düşük memurların işinde özelleşmiş yüksek memurlar tarafından denetlendiği sıkı bir hiyerarşinin olması, 

 - İşlerin yazılı dokümanlar ile ve dosyalama sistemleri ile yürütülmesi, 

- Devlet adamlarının otoritelerinin gayri-şahsi olması ve bu otoritenin kendi 
kişiliklerinden değil bulundukları pozisyondan kaynaklı olması, 

 - Bürokratik kurallar kişisel takdir yetkilerini en aza indirecek kadar sıkı olması, 

 - Bürokraside atanma ve yükselmenin liyakate dayanması; görevin en iyi yapacak en yetkin kişiye verilmesi ve eğitim, tecrübe, yetkinlik gibi profesyonel kriterler mevcut olması. 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***