13 Şubat 2020 Perşembe

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA BÖLÜM 1

GİZLİ BİLİMLER VE GÖRÜNMEYEN DÜNYA  BÖLÜM 1






Gizli Bilimler & Görünmeyen Dünya.. 
Prof.Dr.Sait Yılmaz 
14 Kasım 2018 

 Giriş 

 Bir süredir Simya ile ilgili bir makale yazmak aklımda idi. ABD'de bir grup 'cadı'nın Yüksek Mahkeme Yargıcı Kavanaugh'ya büyü yaptığı haberlerinden sonra makalenin konusunu genişletmenin iyi olacağını düşündüm1. Trump, başkan seçildiğinde de Amerikalı 'cadılar' ona karşı harekete geçmiş, toplu 'bağlama büyüsü' yapmışlardı2. Gizli (okült) bilimler kapsamındaki simya, astroloji, büyücülük gibi ilimler kökleri Âdem’in yedinci nesil torunu Hermes’e dayanan, İslam dünyasında da kendine yer bulmuş, üzerinde pek çalışılmamış, daha çok hurafe gözü ile bakılan bir alan olmaya devam ediyor. Hermesçi felsefenin temel bir ilkesine göre, insan vücudunun mikro kozmosu (küçük dünya) bir bütün olarak evrenin makro kozmosuyla (büyük dünya) ‘sempati’ ve ‘antipati’ şeklindeki büyü ilişkileri (ya da gizli ilişkiler) araçlığıyla bağlıdır. 

Bu nedenle; dünya gizli anlamlar, ilişkiler ve büyü simgeleriyle dolu simgesel bir nitelik kazanmıştır. Hermesçilik, astrolojik inançların yanında, aydın bir 
sihirbazdaki sihir gücünün doğanın gidişini değiştireceğini kabul etmiştir. Dünyanın yapıtaşının ne olduğuna dair sırları çözüp onu değiştirmek için sistematik olarak çalışan ilk insanlar simyacılardır. Bugün Google’a “Dünyanın gelmiş geçmiş en etkili insanı kim?” diye sorduğunuzda vereceği cevap “Isaac Newton” olacaktır. Bizlere bilimsel devrimin kahramanı olarak anlatılan Newton, büyük sihirbazların sonuncusu, yaşamında duygusal yönden yaralanmış bir insan olarak öldü3. Bu makalede, gizli bilimlerin Simya’dan astroloji, maji, cadılık ve (onun erkek olanı) büyücülüğe uzun yolculuğunu ve bugününü anlatacağız. 

 Gizli bilimlerin tarihçesi ve felsefesi.. 

 “Üç kere büyük Hermes (İdris Peygamber)” başlıklı makalemizde Hermes’e indirildiği iddia edilen 30 sayfalık Hermetik öğretinin (Corpus Hermeticum), binlerce yıl boyunca Eski Mısır’dan Kadim Yunan’a ve oradan İslam dünyası ve Anadolu Aleviliğine yolculuğundan bahsetmiştik4. Burada üzerinde odaklandığımız husus Tanrı bilgisine ulaşmak için Hermes’in öğretisinin gizli yönlerinin tarih boyunca geçirdiği farklı yorumları gözden geçirmekti. 
Hermetizm yandaşları, doğanın gizli derinliklerine inme ve metinlerin gizli anlamlarını öğrenme arzusu taşıyorlardı. Hermes, hikmetin üç kısmına sahiptir. Bu üç kısım da kâinatın üç ana bölümüdür ki onlar da gökyüzü, hava ve toprak ile simgelenen ruhi, nefsani (psişik) ve cismani âlemlerdir 5. Hermes, aynı zamanda gizli bilimler yolu ile doğaya hükmetmeyi, simya, 
astroloji vb. gizli ilimlerin kullanılmasını temsil ediyordu. Nitekim Mısır’da simya geleneği Tanrılarından biri olan Thot’a sonra Eski Yunan’da Hermes’i işaret eder. Hermes’ten sadece Tanrı olarak değil bir sır olarak da bahsedilir. Çünkü Mısırlılar için Toth ve Yunanlılar için Hermes’in özelliklerinden birisi bu bilgilerin korunması konusuna gösterdikleri büyük dikkatti. İskenderiye’den 7. ve 8. yüzyıllarda Araplara geçen simya geleneği daha sonra Avrupa’ya aktarıldı. Mısır-Yunan sentezine daha sonra Doğu okültizmi, Yahudi ve Hıristiyan mistisizmi de karışmış ve Orta Çağ simyasının temelini oluşturmuşlardır. 

İdealar dünyasını tasarlayan Platon, özellikle Timaeus başlıklı yapıtıyla, sonraki simya literatürünün felsefi (Neo-Platoncu) arka planını sağlar, erken ve daha sonraki simyacıların madde ve değişimleri üzerine fikirlerini büyük ölçüde etkilemiştir 6. 

Platon’un düşüncelerini simya ilmini de kapsayan Batıni bir öğretiye dönüştürenler, yaklaşan Helenistik çağın Neo-Platoncuları olacaktır 7. 

 Doğu’da antik Çin’de simyacılar vardı ve metallerle çalışmaya başlayarak değişimler, transmutasyonlar ve farklılaştırmalar yaratmayı başardılar. Hindistan’da simya, majik-pratik bir özellikteydi ama Çinliler gibi metalleri dönüştürmediler. Hindistan, asıl olarak insani transmutasyonlara, insanın değişimlerine, mistik durumlara ve bu bilimin insana uygulanması ile erişilebilecek tüm evrim biçimlerine odaklandı. 

 Araplar, Orta Asya fetihleri sırasında Çinlilerden bu konuda birçok şey öğrenmişti. Simya alanında önemli çalışmalar yapan Ebubakır Razi’nin deneyleri Batı dillerine çevrilince simyacılık Avrupa’da yeniden doğdu. 1300’lü yıllarda mineral asitler ve alkol keşfedildi. Haçlılar vasıtasıyla Doğu’dan getirilen simya, Batı dünyasında yeni derin kökler saldı. 

 On üçüncü yüzyılın sonuna kadar simyacılar manastırlarda rahat rahat simya ile ilgilenebiliyorlardı. Ancak, zamanla simya kilisenin tepkisini çekmeye başladı. Bu arada manastırlar dışında da simya ile ilgilenen kişiler türedi. Artık Hermes’in bilimi ile kilise karşı karşıya gelmeye başlamıştı. 1317’de Papa Jean XXII bir karar yayınlayarak (Spondent quas non exhibent) sahte altın yapanları ve simyacıları mahkûm etti. Papa’ya göre, simyacılar fazlasıyla çoğalmıştı. Hıristiyanlık artık bilime ve doğanın soruşturulmasına karşı az ya da çok düşmanlık beslemeye başlamıştı. Orta Çağ kilisesi gerçek bilime olağanüstü şüpheci yaklaştı. Özgür bilimsel inceleme girişimleri, Kilisenin direnişi ile karşılıyordu çünkü bilimde İncil’in otoritesini yok etme tehlikesi görülüyordu. 

Rönesans ve Aydınlanma ile insanlık tarihine laik bakış başladı. Kopernik, Galileo, Descartes, Newton ve diğerleri; Allah’ın planı ne olursa olsun, bilimsel devrimin getirdiği bilgi yolu ile insanlığın laik ilerleyişinin kaçınılmaz olduğunu düşündüler. Bilim, Ortaçağ düzeninin iflası üzerine din’in yerine kesinliği ve gerçekliği ifade eden bir sözleşme olarak toplumu yeniden inşada kullanıldı. Hermetizm, Kopernik öğretisinin dünya görüşünü benimsemiş, bu yolla Hermetik öğreti ile modern bilimler arasında sağlam bağlar kurulmuştu8. Gizli bilimler ve büyü, Hermesçi yazılar olarak adlandırılan çalışmaların 15. yüzyıl ortasında bulunmaları ve çevirileriyle yasallık ve hız kazandı. Ortaçağın gizlenmiş 
metafizik unsurları, büyük bir bölümü kaybolmuş teorik bilgileri, özgünlük ve etkinliklerini doğrulamak için yerine getirmesi gereken pratik kavramları ile yeniden beliren Simya, yeniden eski haline getirilmekteydi. 

Hermetizmin dini içerikli ermiş insan ideali ve bunu yaratmak için kullandığı bazı 
pratikler, daha sonra Rönesans düşünürlerinin insan kapasitesine yapacakları önemli vurguda ters çevrilerek kullanılacaktı. Bu dini üst prensip unutulunca, Hermetizm öğretisi Rönesans’ın elinde profan hale geldi ve iç boyuttaki ilerleme metotları dış boyuttaki teknolojik, bilimsel ilerlemeler için bir ilham kaynağı oldu. Okült bilimler, maji, astroloji, simya, farklı doğrultuda çatışmaya başladılar. Bir hedef kayması oldu; Rönesans’ta ve bu ilimlerin tecrübeye verdikleri önem yanlışlıkla deneysel ilimlerin doğmasına sebebiyet verdi. Daha sonra da 
deneyciler dini prensibi bir kenara iterek sadece yaptıkları deneyi önemsemeye, bir müddet sonra da bunun teorisini yapmaya başladılar9. Rasyonalist gelişmeler gittikçe hız kazandı. Hermes’in ruhta gerçekleştirmeyi düşündüğü devrim (dönüşüm), Rönesans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışıldı. İlk dönemlerin kutsal ve bütüncül simya anlayışı, modern kimyaya; astroloji anlayışı, modern astronomiye; maji anlayışı, modern bilime dönüşecektir. 

 Bir sihirbazın yönetmeyi öğrenebileceği “güçlerle” nabzı atan bir evren tezini öne süren Rönesans sihri ilkesi Newton’ın söz ettiği evrensel çekim gücü düşüncesinde yerini bulmuştur. Böylece Hermesçilik, doğada altta yatan matematik gerçekliklerle çerçevelenmiş kutsal ve doğaüstü bir düzen görmüş ve insanların doğayı hem anlayabileceği hem de sihir teknolojisi aracılığıyla onun kendi çıkarları için kullanabileceği yönündeki iyimser görüşü korumuştur. Bu nitelikler, Rönesans sihrini Bilimsel Devrimi oluşturan aynı kişilerin çoğuyla 
ve tarihsel güçlerle aynı doğrultuya getirmektedir. 1517 yılından başlayan Protestan Reformu, 1648 yılına kadar süren kanlı bir dinsel çatışma dönemi başlatmıştı. Bilimsel Devrim, Reform sırasında başlamış Kepler, Galileo, Descartes ve Newton gibi devrimin anahtar oyuncularının çoğu teolojik kışkırtmaların alevlendirdiği dinsel konulardan derinden etkilenmişti. 

İsaac Newton (1642-1727), fizik, evrensel çekim ve hareket yasaları yanında 
matematikçi kimliği ile diferansiyel ve integral hesabını bulan kişi olarak da takdir edilmiştir. Newton, Bilimsel Devrimi doruğuna ulaştırmış ve aynı zamanda astronomi, mekanik, optik ve birçok başka alanda bilimsel araştırmalar için gündem oluşturmuştur. Newton, Tanrı’nın başlangıçta Nuh’a ilettiği, sonra Musa ve Pisagor’a geçen ve sonunda doğadaki ve İncil’deki gizli kodları okuyabilen peygamberlere ve kendisi gibi az sayıda seçilmiş kişiye sözlü olarak 
indirilmiş dinsel ve bilimsel konularla ilgili gizli ve bozulmamış bilgilerin var olduğuna inanıyordu. Gizli bilgiler ararken, 1670’lerin ortalarından 1680’lerin ortalarına kadar Newton zamanının ve çalışmalarının önemli bir bölümünü simya doldurmuştu. Ciddi bir uygulamacı simyager olan Newton, simya fırınlarını ateşlediğinde haftalarca öyle tutardı ve zor olan büyü edebiyatında ustalaşmıştı. Simya bilimini kullanarak doğada bulunan kuvvet ve güçleri araştıran bu Newton, Aydınlanmanın Newton’u değildi10. Newton hayatının son döneminde 
de kendisini simya çalışmalarına adamış, depresyona girmişti. 

17. yüzyıla gelindiğinde başta Aristoteles olmak üzere antik dönemin bilim ve 
dünya görüşleri artık bir kenara atılmış, bilimin dünya hakkında bilgi edinme yolu ve dünyayı değiştirme potansiyeli yeni bir yeniden yapılanma gerektirmişti. Bu yüzyılda sihrin görece gerilemesi ve daha “açık” bilgi sistemlerine geçiş, Bilimsel Devrim içinde önemli bir gelişmeyi göstermektedir ama bu arada Rönesans sihri, yararlı ve pratik güçler sağlamıştır. ‘Bilim devrimi’ öncelikle, düşünce değişiminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hedeflenen şey, kaybolmuş bilgileri yeniden yapılandırmak değil, yeni bilgiler toplamak ve üretmekti. Bilgileri gizleme düşüncesi artık gözden düşmüş, bambaşka bir anlam kazanarak arayan ve keşfeden araştırmacıların çözmek istediği doğa gizemi haline dönüşmüştü. Doğa kitabı şimdi Kutsal Kitap’a başvurmadan, kendi yasaları çerçevesinde yazılıyor, böylece bilimlerin laikleşmesinin yolu da açılmış oluyordu. İki dünya ayrılmıştı; din ve doğabilimi artık tek bir bütün şeklinde değerlendirilmiyordu11. 17. yüzyıl bilimsel devriminin en önemli yapısal özelliği, görünen ve görülmeyen arasında bağlantı kurmasıdır. Olaylar ve görüntüleri araştırma konusu yapılmış, doğanın dokümanter gözlemlenmesi ve tasnifçi yöntemler yardımıyla sistemleştirilmiştir. 

17. yüzyıldan itibaren Hermetizm artık bilim, egemenlik ve teolojinin başarılı 
birlikteliğini temsil etmemektedir. Gerek İncil ve Luther’in bağnazlara karşı aldığı tavır gerekse modern bilimlerin ortaya çıkışı bu çok eski bilgelik geleneğini geniş ölçüde yıktı. Hermetizm, çok eskilere dayanan tanrısal bir vahiyden başka hiçbir şey ifade etmemeye başladı. 

 Francis A. Yates’e göre, büyücü Hermetik geleneği, modern bilimlerin gelişmesine önayak olmuştu. Doğanın gizli kalmış güçlerini öğrenen ve böylece onları gün ışığına çıkaran Rönesans büyücülüğü, deneyler aracılığıyla doğanın gizemine yeni anlamlar kazandıran modern bilimlerin öncüsü olmuştur12. Bunun dışında büyücülük, sihirli ve gizli bazı sayı oyunları aracılığıyla açıklayıcı yöntemler geliştirmiştir. Bu bağlamda ölçmek, orantıları tespit etmek ve ontolojik açıdan ayrılan bilgelikleri sembolleştirmek mümkün olmuştur. Felsefi-teolojik Hermetik öğreti geçerliliğini yitirirken, simya yaşamını sürdürmeye devam etti. 

Kendisini belirgin bir şekilde ezoterik göstermeye çalışan simyacı görüşleri benimsemiş bir taraftar grubunun mikro-makro evrenselliğe olan eğilimleri sayesinde Hermetizm yaşamını günümüzde de sürdürebilmektedir13. 

Simya ise bir dönemin gözde uğraşlarından biri olsa da günümüzde etkisini yitirmiştir. Tarih boyunca simyacılara dolandırıcı gözüyle bakılmıştır. Tarih boyunca simyanın başarısı kanıtlanamamış, ulaşılmak istenen hedefler rivayetlerden öteye geçememiştir. Simyacıların çalışmalarını ehil olmayan kişilerden koruma istekleri sebebiyle arkalarında bıraktıkları karışık terim ve şekillerin deşifrelerinin zorluğu bu uğraşın incelenmesini de zorlaştırmaktadır. 

Gizli Bilimler.. 

 Bugün Hermetik felsefe denilince ezoterik 14, okült (gizli), mistik, gnostik, teofizik ve teofanik bilimler yahu da bir dini sistemin söz konusu bu yönleri anlaşılır. Hermes’in elindeki ‘iki yılanlı asa’ sembolü beşeri simyayı simgeler, yani en üst şuur hallerine geçiş için hazırlayıcı bir pratikler toplamını, bir aracı âlemi temsil eder. M.Ö. 3. yüzyıl ile M.S. 3.yüzyıl arasında meydana getirildiği sanılan onyedi kitaptan müteşekkil Hermetik eserler, içerikleri bakımından ikiye ayrılırlar. Birinci tip eserler, popüler Hermetizmi oluşturur ki bunlar astroloji, maji, okült bilimler ve simya üzerinedir. İkinci tip eserler ise ilk tipteki popüler 
kitaplar ile irtibatlı ama daha çok dini ve felsefi yapıdaki ilmi Hermetik kitaplardır. Temel esas ‘bilme’ye ulaşmaktır. Dolayısıyla bir tradisyon içerisinde yapılan pratiklerden olan simya, maji, astroloji ve diğer okült ameliyeler birer sanat olarak da görülürler. Gerçek simya (yani eski kimya) manevi olanla ilgilidir, maddi değildir15. Eski kimyacıların metotlarıyla Hermetik öğretilerin yakın benzerliklerinden ötürü daha sonraki çağlarda ‘eski kimya (alşimi)’, ‘Hermetik sanat’ olarak anılmaya başlanmıştır. 

Simya, astroloji ve theurgy’nin sistemleştirilmesi, Helenistik döneme tarihlenmekte dir. Bu dönemde iki bilim kavrayışı vardır. Bunlar, Aristoteles’ten beri süregelen doğa bilimleri ile okült denilen bilimlerdir. Helenistik ve Greko-Romen çağda ön plana çıkan okült bilimler, genelde gökyüzünün incelenmesi, insanların yazgısına yönelik bilgi edinme, hayvanların özelliklerinin incelenmesi, tedavi yöntemleri bulma, metallerin özelliklerini bilme ve onları altına dönüştürme gibi amaçlara yönelmektedir16. 

Gerçekte gizli ilimler (occult) değil, gizlenmiş (occulted) ilimlerdir. Bu ilimler de 
diğer ezoterik mahiyetli ilimler gibi kötüye kullanılıp halka zarar vermesin diye gizlenirdi. Bir dine bağlı, doğru ‘gizli’ bilgiler, aslında kozmolojik ilimlerin tatbikatından başka bir şey değildi. Ancak, yaşayan ve doğru (sahih) bir tradisyon ışığında anlaşılabilirlerdi. Böylesi bir ezoterik ilmin rehberliği olmadan bu ilimler neticede maddileşirler ve Rönesans’ta olduğu gibi kaosa götürürler. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder