2002-2011 YILLARI ARASINDA TURKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1
T.C. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
TÜRK DIŞ POLİTİKASI ARAŞTIRMALARI II LİSANS BİTİRME PROJESİ
2002-2011 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ
Danışman: Doç. Dr. Ramazan ERDAĞ
Neslihan TOKÖZ
131420131053
Haziran 2018
ÖZET
Bu çalışma kapsamında 2002-2011 yılları arasında Türkiye-Suriye ilişkileri incelenmiştir. Suriye’de Beşar Esad dönemi ile Türkiye’de
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) dönemi iki ülke arası ilişkiler hız kazanmıştır. Komşularla sıfır sorun politikasını uygulayan
AK Parti için Suriye özel bir konumdadır. Üst düzey ziyaretler sonrası gelişen siyasi ilişkilerle beraber iki devlet arası ticaret, tarım, kültür,
ulaşım, gümrük gibi alanlarında da ilişkiler gelişmiştir. Arap Baharı etkilerinin Suriye’de iç savaş şeklinde görülmesi üzerine iki ülke arasında
ilişkiler kopma noktasına gelmiştir.
İÇİNDEKİLER
ÖZET ………………………………………………………………………………...3
ABSTRACT ………………………………………………………………………….4
İÇİNDEKİLER ………………………………………………………………………5
GİRİŞ ……………………………………………………………………………...…6
1. TÜRKİYE – SURİYE İLİŞKİLERİ: TARİHSEL ARKA PLAN …………...8
1.1. Suriye’nin Bağımsızlık Süreci ………………………………………………8
1.2. Bağımsızlık Sonrası İlişkiler ………………………………………………...9
1.2.1.1. Demokrat Parti Dönemi ……………………………………..10
1.2.1.2. Özal Dönemi ………………………………………………...12
1.2.1.3. 90’lar ve Koalisyon Dönemi ……………………………….14
1.3. Adana Protokolü …………………………………………………………...14
1.4. Hafız Esad’ın Cenazesine Katılım …………………………………………15
1.4.1.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Tutumu ……………...……16
1.4.1.2. Basına Yansıyanlar ………………………………….………16
2. 2000’Lİ YILLARDA SURİYE İLE NORMALLEŞME SÜRECİ …………17
2.1. AK Parti Dönemi Dış Politikası ……………………………………...……17
2.2. Komşularla Sıfır Sorun Politikası …………………………………….……20
2.3. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Oluşturulması ……………..…22
2.4. Vize muafiyeti ……………………………………………………………..25
2.5. Mayın Temizleme …………………………………………………….……27
3. ARAP BAHARI ÇEVRESİNDE İLİŞKİLER ………………………………29
3.1. Suriye İç Savaşı: Savaş Öncesi Durum ……………………………………29
3.1.1. Davutoğlu - Esad Görüşmesi ……………………………………….30
3.2. Suriye İç Savaşı ve Sonrası ………………………………………………..31
3.3. Mülteci Krizi ………………………………………………………………32
3.4. Türkiye’nin Açık Kapı Politikası ………………………………………….33
SONUÇ …………………………………………………………………………….35
KAYNAKÇA ………………………………………………………………………36
GİRİŞ
Uluslararası sistemde kriz yaratmış olan Suriye, Türkiye için hem tarihsel anlamda hem de günümüz Türkiye’sinde önemli bir konumdadır. Tarihsel ilişkilerin zirvesi olarak adlandırabileceğimiz Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu ve iktidara gelmesinden; Arap Baharına kadar olan süreç karşılıklı olarak politikaların yumuşak bir atmosfer ortamında geliştiğini izlediğimiz dönemdir.
İki ülkenin birbirlerine karşı olan politikasını Esad’ın iktidara gelmesi ve ardından AKP hükümetinin kurulmasıyla birleştirerek içinde bulundukları konjonktürlerin nasıl şekillendiğini görmekteyiz. AKP’nin komşu bölgelere açılım politikası kabul görmüş, ardından ilişkiler ve işbirliği ivme kazanmıştır. Gelişen ilişkilere karşın Arap ayaklanmalarının ortaya çıkması iki ülke arasını açmaya başlamıştır. Çalışmada bu ilişkiler 3 alt başlıkta incelenecektir:
Birinci Bölüm; Türkiye ve Suriye arasında imzalanan Adana Protokolü çerçevesinde gelişmiştir. İki ülkenin geçmişten günümüze tarihi ele alınırken genel olarak Suriye’nin bağımsızlık sonrası Türkiye ile ilişkisi dikkate alınacaktır.
İkinci Bölüm de ise AKP Dönemi Suriye ile Türkiye ilişkileri ayrıntılı bir biçimde incelenecektir. AKP Hükümeti’nin Suriye ile temaslarının Ortadoğu ülkeleri ile politikalarına etkisinden bahsedilecektir.
Üçüncü Bölüm; Arap Baharı’nın etkisiyle İç Savaş’ın ortaya çıkışını ve bunların Türkiye ile ilişkilere yansıması sonucu gelişen kriz dönemini ele alacaktır.
Beşar Esad ve AKP’nin rol aldığı ilişkilerin yükseldiği noktalarda ilk işbirliklerin siyasileşmeden önce ekonomik birlikler üzerine olduğunu görülür. Ardından gelen kültürel hareketlilik ile yumuşayan hava siyasi birliklere yerine bırakmıştır. Bu çalışmada 2. ve 3. bölüm itibariyle iki ülke arası ilişkilerde insani boyutu ele alınarak kurgulanmıştır.
Ortadoğu sorunlarının başat aktörü olan Suriye, küresel güçlerin politikalarını uygulama sahası olarak görüldüğü bir coğrafyadır. Bununla birlikte Türkiye’nin yakın komşusu Suriye ile dinamik ve zengin işbirliği bu coğrafyada aktif olmasına ve ilişkilerin gelişmesine yol açmıştır. Bölgedeki olaylardan direkt etkilenen Türkiye, aktif rol üstlenerek adımlarını atmaktadır. İç Savaş’ın etkileri, rejimlerin politikasında da açık bir şekilde kendini gösterir durumdadır.
Veri toplama tekniği olarak; konu ile ilgili Türkçe ve İngilizce literatür taraması yapılarak, basılı kitap ve makalelerin yanı sıra internet üzerinden arama motorları kullanılarak, konuyla ilgili ülke ve kurumların resmi internet siteleri üzerinden derlemeler gerçekleştirilmiştir.
1. BÖLÜM: TÜRKİYE – SURİYE İLİŞKİLERİ: TARİHSEL ARKA PLAN
1.1. Suriye’nin Bağımsızlık Süreci
Resmi adı ile Suriye Arap Cumhuriyeti, Ortadoğu’da kritik bir jeopolitik konumda, Akdeniz’e kıyısı olan Ortadoğu’nun önemli bir ülkesidir. Komşu ülkeleri; Lübnan, İsrail, Türkiye, Ürdün, Irak olmak üzere Akdeniz ülkelerindendir. Şam en büyük şehri ve aynı zamanda başkentidir.
Suriye konumu itibariyle tarih boyunca farklı din ve etnik yapılara ev sahipliği yapmış olup, bu coğrafya yine aynı çeşitlilikle Hristiyan, Yahudi, İslam dinlerinin de merkezi olmuştur. Suriye, tarıma el verişli topraklara sahip ve komşu ülkeleriyle birlikte düşünüldüğünde, Levant bölgesini ifade etmektedir. Birçok medeniyetin gözü olduğu bu topraklar adına birçok savaş çıkmıştır (Mansfield vd., 2012: 17). Suriye konumu itibariyle uluslararası politikada her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.
Osmanlı hâkimiyetinden önce bu bölge Romalılar, sonrasında Bizanslılar’ın egemenliğinde yer almıştır. İslam’ın yayılmasıyla birlikte Hazreti Peygamber döneminde fetih düşünülmüş olsa da, Hazreti Ebubekir zamanında Şam, İslam Devleti tarafından fethedilmiştir. Yermük Savaşı ile bölge tamamen İslam topraklarına katılmıştır. Emevilerden sonra Suriye Abbasi hâkimiyeti altına girmiştir. Abbasilerin zayıflamasıyla Suriye merkezi otoriteden koparak Tolunoğulları hâkimiyetine alınmıştır. Tolunoğullarından sonra sırasıyla İhşidler, Fatimiler, Büyük Selçuklu, Eyyubiler, Moğollar ve Memlukler bölgede etkili olmuştur (Yazıcı, 2012). Suriye, tarihsel olarak hâkimiyeti bulunan devletlerden anlaşılacağı üzere, her dönemin küresel, bölgesel aktörleri tarafından rekabet alanı olmuştur.
Suriye için Osmanlı devri ise 1516 yılında Mercidabık Savaşıyla başlamıştır. Yavuz Sultan Selim bu savaş ile Memluk devletine son vererek, Suriye topraklarını içine katmıştır. 19. yüzyılda güçlenen Milliyetçilik akımları ile Osmanlı gibi çok uluslu imparatorluklar zarar görmüştür. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın Suriye’yle ilgilenmesiyle birlikte, Osmanlı’nın ulusçuluk fikriyle vurulması bu dönemde gerçekleşmiştir (Demir, 2011: 693).
403 sene Osmanlı tarafından yönetilen Suriye, I.Dünya Savaşı sonrası Osmanlı hâkimiyetinden çıkmış, bağımsızlığını ilan etmişti. Ortadoğu’da hâkimiyet kurma adına Fransa yavaş yavaş Afrika bölgesinde sömürgeciliklere başlamıştı. Suriye’nin bağımsızlığını kabul etmeyen Fransa, Suriye ile 1920’de savaşa girmiş; Suriye’nin savaşı kaybetmesi sonucunda, hâkimiyet Fransız manda yönetimine kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan Sykes-Picot antlaşmasıyla ilk olarak İngiltere’nin hâkimiyetine verilmesi tasarlanan Suriye, savaştan sonrası İngiltere ve Fransa arasında yapılan anlaşma kapsamında 1920’den 1946 yılına kadar Fransa’nın kontrolüne verilmiştir.
Fransa bu coğrafyada etkili bir aktör olmak istediği için manda yönetiminden çok kalıcı egemenlik sağlamak istiyordu, bununla birlikte Fransa hâkimiyetini korumak için baskı sistemi ile birçok ayaklanma ve isyana sebep olmuştur (Tan vd., 2012: 68). II. Dünya Savaşı yıllarında Fransa, Suriye manda yönetimine kısmi bağımsızlık vermiştir ancak; savaş sürecindeki gerek uluslararası dinamikler gerek iç politika sıkıntıları nedeniyle savaşın sonlarına doğru Fransa Suriye’den çekilmiştir. 1946 yılında bu ülke Suriye Arap Cumhuriyeti adını almıştır.
Fransız mandası altında böl ve yönet politikalarına maruz kalan Suriye; fiziki, dini, kültürel olarak, etkileri günümüze kadar devam eden, kargaşa ve huzursuzluk ortamının etkisinde kalmıştır. Adeta cetvelle harita üzerinde çizilen suni sınırlar dolayısıyla azınlık çoğunluğa hükmeder vaziyete gelmiş ve bu durum yıllar sürecek bir problemin temellerini atmıştır.
1.2. Bağımsızlık Sonrası Türkiye ile İlişkiler
Türkiye ile ilişkilerinin belirleyici hususu Hatay meselesi olmuştur. Hatay’ın 1939 yılında Türkiye’ye katılması kararıyla birlikte Türkiye–Suriye ilişkileri gelişmeye başlamıştır. Aynı zamanda bu süreç içerisinde Hatay’ın Suriye haritalarında çizilmesi ise ilişkileri zedelemiştir. Diğer bir yandan Türkiye’den doğan, Fırat ve Dicle Nehirlerinin havzalarını kapsayan Güneydoğu Anadolu Projesi’ne başlanması Suriye ile su krizine sebep olmuştur. İki ülke arasındaki bir diğer sorun ise Kürdistan İşçi Partisi, PKK, lideri Abdullah Öcalan’ın Şam yönetimi tarafından ülkeye kabul edilmesiyle başlamıştır. Bu çalışmada da Türkiye–Suriye ilişkilerinin krizler çevresinde gelişen ilişkileri, dönemsel olarak analizi ve AK Parti dönemindeki etkileri incelenecektir.
Suriye bağımsızlığını kazandıktan sonra darbeler ülkesine dönmüş, istikrarsızlık dönemlerini yaşamıştır. Arap Sosyalist Partisi (Baas Partisi) darbeyle yönetimi ele geçirmiş, ardından parti içi darbeler yaşanmıştır. 1970 yılındaki darbeyi dönemin Savunma Bakanı Hafız Esad yapmış olup; önce kendini Başbakan ilan etmiş, ardından 1971 yılında düzenlenen referandumda tek aday olarak girdiği seçimde Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.
1.2.1.1. Demokrat Parti Dönemi Türkiye–Suriye İlişkileri
1950 yılında yapılan seçimle iktidar olan Demokrat Parti, Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes’in Başbakan ve Meclis Başkanı’nın Refik Koraltan’ın olduğu; Türkiye’de iç politikada çok partili hayata geçişi ifade ederken, dış politikada çok boyutluluğun vurgulanmaya başlandığı bir dönem olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin aktif siyasetini ABD ve Avrupa ile ilişkileri belirlemiştir. Bu çerçevede çizilen siyaset, Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerine karşı politikasına da yansımıştır. Türk Dış Politikası, Türkiye’nin çıkarı ABD’nin çıkarıyla aynıdır düşüncesiyle yönetilmeye başlanmıştır (Oran, 2005, s.615). Batı’nın, Türkiye’yi Ortadoğu’nun temsilcisi olarak görmesi, Türkiye’nin bölge ile aktif olarak ilgilenmesi için bir fırsat olarak görülmüştür. Arap ülkeleri ise Batı sömürgeleri olmaktan daha yeni kurtulmuşken; Türkiye’yi “emperyalizmin sözcülüğünü yapmak”la suçlamıştır. (Oran, 2005, s.615) Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu politikası başarısız gözükmesine karşın dış politika araçları bölgede varlığını sürdürmek için çalışmıştır.
Hatay sorunu iki ülke arasında gerilimi sürdürse dahi Türkiye gecikmeli de olsa, 6 Mart 1946’da Suriye’nin bağımsızlığını tanımıştır. Türkiye, Demokrat Parti döneminde Ortadoğu politikalarında çeşitliliğe gitmiş, Ortadoğu sorunlarında Arap devletlerinden yana bir tutum benimsemiştir. Türkiye’nin Birleşmiş Milletlerde Filistin sorununa karşı aleyhte oy vermesi Arap ülkeleri tarafından olumlu karşılanmıştır.
NATO’ya üyelik süreci ve İsrail’in tanınması ile Batı yanlısı bir tutum sergileyen Türkiye, Ortadoğu ile ilişkilerini Bağdat Paktı ile düzeltmeye çalışırken Mısır ve Suriye’nin tepkisiyle karşılaşmıştır. Bağdat Paktı, Irak dışında hiçbir Arap ülkesini memnun etmemiş, üstelik Sovyetleri de karşısına almıştır. Bu durum Sovyetler ve Suriye arasında ilişkilerin gelişmesi için zemin oluşturmuştur.
1953'te ABD’de iktidara gelen Eisenhower, Ortadoğu politikasını gözden geçirme gereği duymuştur. Dışişleri Bakanı tarafından Ortadoğu ziyaretleri yaparak SSCB tehdidine karşı savunma planı hazırlamıştır. Türkiye’nin ise bu sırada Ortadoğu ile ilişkileri olumsuz yönde seyretmeye başlamıştı; Mısır ile diplomatik kriz, ardından gelen Nasır’ın Menderes ile görüşmeyi reddetmesi, Bağdat Paktı’na karşın Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan’ın yeni bir askeri, ekonomik siyasal anlaşma yapması; Türkiye’nin ilişkileri geliştirmek istemesine rağmen Arap devletleri ile arasını açmaktaydı. Pakt sayesinde Irak Suriye’yi yanında göreceğini ummuş, ancak Suriye’nin Türkiye’den çekinmesi sebebiyle, Suriye Mısır’a yakın durmuştur.
Arap milliyetçiliğine dayanan, Doğu Blok etkisindeki sosyalist yapılı lider Nasır’ın Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi sürecinin ardından, bölgeden İngiltere ve Fransa’nın çekilişi, SSCB ve ABD için güç boşluğunu doldurmak için yeni hamlelerine fırsat tanır nitelikteydi. Bölgedeki etkinliğini arttırmak isteyen SSCB, başta Mısır ve Suriye ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Suriye, SSCB ile aralarında imzaladıkları anlaşma sonrası ABD ile diplomatik kriz yaşadı ve Genelkurmay Başkanlığına komünist eğilimli bir albay getirildi. Menderes, bu olayın sadece bir Suriye meselesi değil, aynı zamanda Sovyet tehdidi olarak görülmesi şeklinde bir uyarı yaparak ABD’ye durumu bildirmiştir. Ankara, açıklamalarında Suriye’yi barışa karşı tehdit olarak anarken SSCB, ABD ve Türkiye’yi saldırgan olmakla suçlamıştır. ABD, sosyalizm ve Arap milliyetçiliğini sentezleyen Baas ve Nasır’cı anlayışın yayılmasını engellemek için çalışmıştır. Türkiye ise sorunun uluslararası nitelik kazanmasının ardından BM’ye konu götürülmüş; Türkiye ve Suriye meselesinin taraflar arasında çözüleceğine dair karar almışlardır.
1 Şubat 1958 tarihinde Suriye. Ortadoğu’da yalnız kalmamak için ve Baas’cı ekolün de etkisiyle, Mısır’a bir araya gelme teklifinde bulunmuş ve Mısır’ın da kabulüyle Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulmuştur. Nasır kendini güçlendirse de Suriye halkı bu durumdan rahatsızdı. Türkiye bu durumdan memnun olmasa da 11 Mart’ta BAC’ı resmen tanımıştır (Giritli, 1978: 92).
Süveyş krizinde Mısır'ın karşısında duran Türkiye, Nasır'ın devrilmesini beklemiştir. Beklediği durum gerçekleşmeyince Mısır ile ilişkileri geliştirmeye yoluna giderken; Suriye'nin Sovyet etkisine girmesi Türkiye'yi endişelendirmiştir. Türk basını ise Ortadoğu'daki Demokrat Parti’nin politikasını eleştirmişti; ancak medyanın bölgedeki gelişmeleri anlamaktan da uzak olduğu aşikârdı.
1.2.1.2. Özal Dönemi Türkiye–Suriye İlişkileri
1980’li yıllar Türkiye’nin Ortadoğu ve İslam coğrafyasına önem verdiği dönem olarak anılır. Dönemin politikasını anlamak için 1950’lerde yaşanan uluslararası krizleri iyi analiz etmek gerekir. Yaşanan değişimler ve ABD’nin rolü yadsınamaz bir etkiye sahiptir. Körfez Savaşı ve Kıbrıs sorununun bıraktığı izler taze iken hükümete çıkan Özal, dönem içi başarısını 12 Eylül darbe sonrası rakipsiz ortama borçlu olsa da buhran zamanları yaşanmıştır. Siyasi çekişmelerin olmadığı ortamda, planlarını reel sorunlar üzerine yoğunlaştırarak hareket eden Özal, bu sayede iç ve dış politikada etkili bir rol oynamıştır.
Petrol Krizi’nin etkisinde SSCB ve ABD askeri stratejilerini tekrardan Ortadoğu’ya yoğunlaştırmışlardır. DP döneminde olduğu gibi Türkiye yeniden ABD desteği ile Ortadoğu’da aktif politikaya başlamıştır, 1950’lerdeki tutumdan farklı olarak Özal ekonomik alanda aktifleşme ile bölgeye adımını atmıştır. Bu çerçevede atılan adımlar Körfez ile olan ilişkileri geliştirmek adına önemli bir mihenk taşıdır. Cumhurbaşkanı Evren’in bölgeye ziyaretleri ile artan işbirliği, Arap-İslam birliğine yönelik dönemin Türk Dış Politikasını anlamak açısından önemlidir.
Körfez ülkeleri ile artan ekonomik, siyasi ve askeri işbirlikleri ne yazık ki komşu ülke Suriye için aynı seyirde değildir. Türkiye-Suriye ilişkilerinde, 80’li yıllar su ve PKK sorunu etkili olmuştur. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi’ni hayat geçirmesi; Fırat ve Dicle sularının paylaşımı ile Suriye’ye yeterli miktarda su vermeyeceği düşüncesi, Şam Hükümeti’ni Türkiye aleyhine olan terör örgütlerini desteklemeye yönlendirmiştir.
İran Devrimi’nin ardından İran-Irak savaşında tarafsız duran Ankara Hükümeti, savaşın bölgedeki güç dengesinden etkilenmiştir. Sınırda yaşanan savaşta Suriye, Kürt örgütlere destek sağlayarak liderlik kazanma peşindeydi. Darbe sonrası Türkiye’den kaçan Kürt ve Türklerin Suriye’de örgütlenerek faaliyete geçmesi büyük bir sorun olarak sahneye çıkıyordu.
Özal’ın politikalarını etkileyen bir mesele olarak PKK; ayrılıkçı söylemleri ile ülke içinde çatışma çıkarmış, ekonomik gelişmeyi yavaşlatmış ve bölünme korkusu yaşatmıştır. PKK sempatisi, Suriye İstihbarat Başkanı Rıfat Esad’dan gelmişti; örgüt ile doğrudan ilişki kurularak, eğitim ve dış destek ile Türkiye’deki eylemleri hızlandırmıştı. Suriye’nin PKK konusunda aktif rolü, Özal’ı, başta Kürtler olmak üzere, tüm etnik grupları kapsayıcı önlemler almaya itmiştir. Irak ile bu doğrultuda sınır güvenliği için Güvenlik Protokolü’nün imzalanması, Suriye nezdinde de bir girişim için hazırlanmaya itmiştir. Evren, Hafız Esad’a bir mektup ile bölgede terörizme karşı mücadele önermiştir. Karşılığında Hafız Esad olumlu yanıt vererek, 1985’te Sınır Güvenliği Protokolü imzalanmıştır. PKK’nın güçsüzleşmesi beklenirken, siyasallaşması ve askeri baskıya karşı etkili olması ile PKK bölgedeki halkı kazanma politikası geliştirmiştir. Türkiye, Suriye’ye karşı meşru müdafaa hakkını kullanmak yerine ilişkileri düzeltmek adına ABD’nin Suriye’yi bombalama ihtimaline karşılık İncirlik Üssü’nü kullandırmayacağını bildirmiştir.
Başbakan Özal 1987’deki seçimler öncesi kamuoyunda başarılı bir imaj yaratmak için Şam’a ziyarete gitmiştir.
PKK terörü masaya yatırılırken diğer bir konu da Suriye’nin öne sürdüğü su sorunudur. Ziyaret sırasında biri güvenlik diğeri su sorunu ile ilgili olmak üzere 2 protokol imzalanmıştır. Uzun vadeli bir anlaşma olmasa da görünürde seçim başarısı olarak anılır bir değerlendirme olmuştur.
PKK eylemlerine devam ediyor ve bu durum Türkiye ve Suriye ilişkilerini geriyordu. Özal 1989’da Suriye’yi protokole uymamakla suçluyor ve ikinci protokoldeki su sorununa çözüm getiren hükümleri yerine getirmemekle tehdit etmiştir. Ankara Hükümeti su ve terör meselesini hep bağlantılı bulmuştur. Suriye, su sorununu kesin çözüme kavuşturmadan PKK’yı ortadan kaldırma niyetinde olmamıştır. Bu sebeple Türk uçağı düşürülmüş ancak Şam Hükümeti bu durumun kaza olduğu açıklamasını yapmıştır. Hafız Esad’ın resmi görevi olmasa da hükümet üzerinde etkili olan kardeşi Cemil Esat’ın bölgede Kürdistan varlığını gerekli gördüğünü belirtmesi ve PKK’ya siyasi ve lojistik destek verdiğini açıklaması üzerine iki ülke arası ipler iyice gerilmiştir.
Cumhurbaşkanı olarak Özal, Kürt politikasını Kuveyt’in işgalinden sonra iç ve dış politikaya entegre etmiştir. Özal politikalarını ABD’nin politikalarına uygun hale getirmesi ile destek göreceğini umarak Körfez Savaşı’nda aktif destek sağlamıştır.
Özal, Türkiye’nin çekingen pasif politika tabusunu yıkarak aktif politika evresine geçişin simgesi olmuştur. Türk Dış Politikasında Özal izleri çok net şekilde kalmıştır. Ardından gelen hükümetler Özal politikalarını sürdürmekte zorlanmış, istikrarsız bir dönem sebebiyle politikaları devam ettirememişlerdir.
1.2.1.3. 90’lar ve Koalisyon Dönemi Türkiye–Suriye İlişkileri (1993-1999)
1991 ve 2002 yılları arasında altı kez hükümetin değiştiği ve yönetimin tek parti ile değil koalisyon ortakları ile idare edildiği bir dönem olmuştur. SSCB’nin dağılması ile Ortadoğu’da ABD etkinliği artmıştır. Türkiye ve Suriye 90'lı yılların sonuna kadar birbirlerini tehdit olarak algılamışlardır ve bu durum tarafları savaşın eşiğine kadar getirmiştir. Bu dönem, Türk iç politikasındaki pasif koalisyonları ve PKK sorununu, dış politikada ise PKK çevresinde gelişmiş Suriye ilişkilerini kapsamaktadır. Güvenlik sorununun ön planda olduğu bu dönemde Genelkurmay Başkanı’nın pozisyonu önemlidir.
1980’lerin sonunda PKK lideri Öcalan’ın Suriye’ye sığınması ve Suriye’nin Öcalan’ı teslim etmemesi ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. PKK’nın eylemlerini arttırması ve Suriye’den destek almasına Türkiye cevap olarak İsrail ile işbirliği yapmış ve yine su meselesini kullanarak Suriye’ye gönderilen su miktarını kısmaya gitmiştir. Özal’ın ölümünün ardından yerine gelen Demirel, Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda silahlı çözüm önerisinden bulunmuştu. Kurulan hükümetler de PKK ile silahlı çözüme olumlu bakıyor ve politikalarını bu yönde seyrettiriyordu. Suriye ise Yunanistan ile işbirliğine girmiş, ardından Türkiye çok sert bir şekilde Öcalan’ı istemişti; ülkeye nota vermiş, askeri müdahale tehdidinde bulunmuştur. Türkiye’nin baskısı sonucu Öcalan sınır dışı edilmiştir. Gelişmeler Adana Antlaşması ile desteklenerek normalleşme dönemine geçilmiştir.
Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması, Türkiye’yle ilişkilerin normalleşmesine önemli bir katkı sağlamakla birlikte; Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’dan Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra ilişkilerde normalleşme daha da hızlanmıştır.
1.3. Adana Protokolü
Türk ve Suriye yetkilileri terörizme verilen desteğin bittiğine dair güvence vermek adına Adana’da toplanmışlardır. İki ülke arasında yapılan anlaşma Öcalan’ın iadesini, PKK varlığının Suriye’de sona erdirilmesine dair işbirliğini öngörmüştür. “1998 yılında Türkiye-Suriye arasında imzalanan bu protokol ilişkiler açısından yeni bir döneme girilmesine sebep olmuştur.” (Duran, 2011) Öcalan’ın Suriye’de olmadığı, bir daha girmeyeceği ve PKK’nın faaliyetlerine izin verilmeyeceği teyit edilmiştir. Anlaşmaya varılan konular ise şu şekildedir:
- “Suriye, topraklarından kaynaklanan ve Türkiye’nin güvenlik ve istikrarını bozmaya yönelik hiçbir faaliyete karşılıklılık ilkesi çerçevesinde izin vermeyecektir. Suriye, topraklar üzerinde, özellikle PKK’nın silah, lojistik, malzeme ve parasal destek teminine ve propaganda yapmasına müsaade etmeyecektir.
- Suriye, PKK’nın terörist bir örgüt olduğunu kabul etmiştir. Ülkesinde, diğer terör örgütlerinin, PKK’nın ve tüm yan kuruluşların faaliyetlerini yasaklamıştır.
- Suriye, ülkesinde PKK’nın eğitim ve barınma amaçlı kamp ve diğer tesisleri oluşturmasına ve ticari faaliyetlerine izin vermeyecektir.
- Suriye, PKK mensuplarının üçüncü bir ülkeye geçişleri için ülkesini kullanmasına müsaade etmeyecektir.
- PKK terör örgütünün elebaşısının Suriye topraklarına girmemesi için bütün tedbirleri alacak, sınır kapılarını bu yolda talimatlandıracaktır.” (Gaytancıoğlu, 2008)
Bu mutabakat sonunda Türkiye’nin aktif diplomasisinin sahada karşılığının olduğu anlaşılmıştır. İki ülke sorunlarını barışçıl yoldan çözme niyetini ortaya koymuştur.
1.4. Hafız Esad’ın Cenazesine Katılım
2000 yılında Hafız Esad’ın vefatı ile Türkiye ile temasların farklı bir boyutu olarak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in cenaze törenine katılması iki ülke çevreleri tarafından olumlu şekilde karşılanmıştır. Suriye de bu ziyareti karşılıksız bırakmamış ve Başkan Yardımcısı Haddam da Türkiye’ye ziyarete gelmiştir. Cenazeye uluslararası birçok diplomat ve üst düzey yöneticilerin katılmasına rağmen Rusya Devlet Başkanı Putin cenazeye katılmamış, ABD ise Dışişleri Bakanı’nı göndermekle yetinmiştir.
1.4.1.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Tutumu
Cenaze törenine katılmayan Clinton, telefon ile Beşar Esad’a başsağlığı dilemiş, iktidar geçişinin darbe ile olmaması yönünde temennide bulunduklarını ifade etmiştir. Hafız Esad’la gelişen barış için işbirliğini Beşar Esad’la da sürdürmeyi hedeflediğini dile getirmiştir.
1.4.1.2. Basına Yansıyanlar
Hafız Esad’ın ölümünün ardından ilk taziye mesajını İsrail’in yayınlaması, basın araçlarınca Suriye’nin hükümetine barış sinyalleri verdiği şeklinde yorumlanmıştır.
Fransa ise Avrupa ülkeleri arasında törene devlet başkanı düzeyinde katılan tek devlettir. Fransa’nın bu hareketi; Suriye’nin eski sömürgesi olması, Fransa’nın Ortadoğu’da hala etkin olma isteğine bağlanmıştır.
İran ise büyük müttefiki Esad’ın ölümünü yalnız Suriye’nin değil İran’ın da kaybıdır sözleriyle ifade etmiştir.
Evren, Cenaze töreninden sonraki açıklamasında Beşar Esad ile görüşmesinin dostluk havasında geçtiğini belirtmiş, kardeş halkların dostluk duygularına vurgu yapmıştır.
2000 yılından sonra iktidarı anayasa değişikliği ile ele alan Beşar Esad, arkasında Baas Partisi’nin desteği ile meşruiyetini sağlamlaştırmıştır. İktidara gelmesinin ardından insan hakları, demokrasi, reform, ekonomik liberalleşme söylemleri ile uluslararası sahnede yer almayı hedeflemiştir. Türkiye ile ilişkilerini ise 11 Eylül sonrası ve yeni kurulan AK Parti’nin, komşularla sıfır sorun politikası çerçevesinde geliştirmiştir.
2. 2000’Lİ YILLARDA SURİYE İLE NORMALLEŞME SÜRECİ
Türkiye-Suriye ilişkilerinin temel yapı taşları olarak gösterebileceğimiz; Hatay sorunu, su sorunu ve PKK kaynaklı güvenlik sorunu tarihsel anlamda bir tablo çizmişse de Adana Mutabakatı ile ülkeler arası normalleşme süreci başlamıştır. İlişkilerin hızlanıp gelişmesi ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Hafız Esad’ın cenazesine katılmasıyla başlamıştır. İkili ilişkilerin ve ziyaretlerin artması önemli bir ivme olarak değerlendirilirken; Beşar Esad’ın Devlet Başkanı olması üzerine geleneksel politikaların değişeceğinin sinyalleri alınmaya başlanmıştır.
2000 yılında Türkiye Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından ‘’Komşu ve Çevre Ülkeler Stratejisi’’ uygulanmaya başlanmış, Kasım ayında ise Türk-Suriye İş Konseyi kurularak önemli ivmeler elde edilmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’nin iktidara gelmesi ile birlikte dış politikada üslubu değişen Türkiye için Suriye, dış politika anahtarlarının pratikteki ilk yansıması olarak adlandırılabilir.
2.1. AK Parti Dönemi Dış Politikası
Türkiye-Suriye ilişkilerinin kırılma noktası olarak değerlendirilebilecek AK Parti’nin iktidar oluşu Türk dış politikasının paradigma değişiminin de başlanıcı olmuştur.
Refah Partisi’nin kapanmasıyla kurulan Fazilet Partisi’nden ayrılan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti’yi kurmasıyla beraber parti ekonomik liberalizmi benimsemiş, aynı zamanda sosyal muhafazakâr bir parti olarak kurulmuştur.
15 aylık bir parti olarak girdiği ilk genel seçimde %34 oy alarak uzun dönem tek parti iktidarını başlatmış oldu.
Parti, Türkiye için dönüşüm sürecindeki önemli bir aktör olmuştur. Bu dönüşüm literatüre ve siyaset bilimi terminolojisine yeni kavramlar getirmekle birlikte, stratejik araç olarak bu kavramları pratiğe dökmede etkin rol üstlenmiştir. Yumuşak güç unsurlarının yoğun olarak kullanıldığı 2002-2011 yılları arasındaki zihniyet değişimi; AK Parti dış politika anlayışının diplomasiye indirgenmesi olarak tanımlanabilir. AK Parti döneminin dış politikasına yön veren isimlerin başında gösterilen Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” kavramı ile birlikte “ Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007” makalesi AK Parti döneminin dış politikasındaki zihniyet dönüşümünü açıklamaktadır.
Dış politika yapımında öne çıkan isimler, uzun süre dışişleri bakanlığı yapmış olan Abdullah Gül ve politikanın ideolojik ve teorik çerçevesini belirleyen entelektüel zihin ise Ahmet Davutoğlu olmuştur. Tayyip Erdoğan ise siyasi yasağı olmasına rağmen yurtdışı gezileriyle, partinin meşruluğunu sağlamada aktif rol almıştır.
Soğuk Savaş döneminde ve çok kutuplu düzenin bozulduğu bir periyotta bölgesel ve küresel dengeler arası uyum sağlamaya çalışan ABD, 11 Eylül terör saldırılarının ertesinde Irak operasyonuna başlamak için Irak kuzeyinde cephe açmak istemesi üzerine Türkiye’den topraklarını kullanma talebinde bulunmuştur. AK Parti’nin iktidara yeni geldiği bir dönemde gelişen bu olay için AK Parti Hükümeti ve ABD arasında tezkere pazarlığı söz konusu olmuş ancak 1 Mart tezkeresi meclise takılmıştır. ABD ile Türkiye arasındaki bu kriz sonrası İran-Suriye ve Türkiye’nin yakınlaşması, partinin bölgesel anlamdaki politikaları açısından etkileyici olmuştur.
Önceki dönemlere göre daha etkin dış politika, karşılıklı bağımlılığın artırılması hedefiyle ticaretin öne çıkarılması, çok yönlü ilişkilerin geliştirilmesi ve yumuşak güç kullanımının artırılması parti programının belirleyici unsurları olmuştur. Dönemin Türk dış politikasının teorik kökenini Davutoğlu’nun literatüre kazandırmış olduğu Stratejik Derinlik kitabı belirlemiştir. Bu bağlamda Davutoğlu Türk dış politikasını Merkez Ülke Olma, Güvenlik- Özgürlük Dengesi, Ritmik ve Proaktif Diplomasi, Çok Boyutlu- Çok Kulvarlı Dış Politika, Komşularla Sıfır Problem esasları üzerine inşa etmiştir (Yeşiltaş vd. 2011: 12-18). Bu ilkeler doğrultusunda Davutoğlu’nun hedefi; 2023'te AB üyeliği, güvenlik ve ekonomik işbirliği anlamında bölgesel entegrasyon, bölgesel çatışmaların çözümünde etkili rol oynamak, bütün küresel arenalarda yer almak, uluslararası örgütlerde önemli rol almak ve dünyanın başta gelen 10 ekonomisi arasına girmekti.
AK Parti döneminde hakim olan kavram ve söylemlerden Stratejik Derinlik Davutoğlu’nun 2001 yılında yayınlanan kitabı olmakla beraber, Türkiye’nin jeo-ekonomik, jeo-politik ve jeo-kültürel düzeyde, kendi konumunun uluslararası sistemin dönüşümündeki önemini ifade etmektedir. Pratikte ise bu kavram Türkiye’nin kültürel, coğrafi ve tarihsel olarak hem bölgesel hem kültürel boyutta milletlerarası sistemin “merkez ülke”si olması anlamında kullanılmıştır (Yeşiltaş vd. 2011: 12-18).
Merkez Ülke ise daha önce kullanılan köprü ülke söyleminin yerine tercih edilmiştir. Davutoğlu, Türkiye’nin tarihsel sorumluluklarına atıfta bulunarak artık yardım isteyen veya borç talep eden ülke olmasının aksine yardımda bulunan, borç veren merkez bir ülke olduğunu dile getirmiştir. Vizyon Odaklılık ise AK Parti hükümetinin politika prensiplerinin çatı kavramıdır. Bu değer geleneksel olan “bekle-gör” siyaseti yerine, krizlerin çözümünde aktif rol alma perspektifine eğilimdir. Bunalımlar ortaya çıktıktan sonra çözüm aramak yerine, bunalım çıkmasına mani olmaya çalışılmalıdır. Yumuşak Güç nosyonu Nye tarafından (Nye, 2004) kültür, siyasi değerler ve dış politika olmak üzere üç kaynağa dayanan ve başkalarının tercihlerini kaba güç ve zorlama olmaksızın şekillendirerek diğerlerinin sizin istediğinizi istemelerini sağlamak olarak tanımlanmıştır. Sert güç kavramında rıza söz konusu olmamakla beraber yumuşak güç, akıl ve gönülleri kazanmak olarak da açıklanmıştır. Suriye ile ilişkilerin gelişmesinde yumuşak gücün etkisi ekonomik anlamda kendini belli ederken, kültürler açısından da rahatlık süreç içinde sağlanmaya başlanacaktır. Bu gelişmelerin politikaya yansımaları da kaçınılmaz olmuştur. Proaktif Diplomasi Türkiye’nin komşularındaki krizleri çözmek için diğer ülkeler ile ilişkilerini geliştirerek arabuluculuk yapması şeklinde açıklanabilir. Bu prensip aynı zamanda önleyici diplomasi ile birlikte kullanılmaktadır.
Yumuşak güç politikalarından bir diğer diplomasi şekli ise ritmik demokrasidir. Bu demokrasi, proaktif diplomasi etrafında şekillenirken; yoğun diplomatik girişimlerde bulunmak, uluslararası örgütlerde aktif olup örgüt toplantılarına ev sahipliği yapılması olarak açıklanabilir. Türkiye’nin kuruluşundan itibaren İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye olmasına rağmen AK Parti döneminde ilişkilerini ve etkinliğini artırması üzerine İİT’ye ilk defa bir Türk vatandaşı genel sekreter olmuştur. Ekmelettin İhsanoğlu’nun yürüttüğü politikalar sonucu teşkilatın birçok komitesi ve alt kuruluşu İstanbul’a taşınmıştır. Güvenlik- Özgürlük Dengesi Türkiye’nin özgürlükçü politikalar ile hem içerde hem de dışarıda güvenliğin genişletilmesidir. Bir taraftan özgürlüğü artırırken diğer yandan güvenliği sarsacak adımların dengede tutulması, denklemin çözümünde ulusal çıkarlar doğrultusunda hareket edildiğinin işareti olmuştur. Kriz dönemlerinde bile özgürlük geliştirilmeye çalışılmış, demokrasi geliştikçe dış politikada yumuşak gücün etkisi artmıştır(Davutoğlu, 2004). Çok Boyutlu –Çok Kulvarlı Dış Politika ile anlatılmak istenen; merkez ülke konumunda olmanın sonucu olarak uluslararası ilişkilerde statik, tek boyutlu bir dış politika yürütülemeyeceği için farklılaşan aktörlerle beraber eşzamanlı bir ilişki kurarak hareket etme gerekliliğidir.
AK Parti’nin Ortadoğu politikaları yine Davutoğlu’nun prensipleri çevresinde gelişmiştir. Bu politikalar dış siyasette karşılıklı değil artık iç içe geçmiş olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda Türkiye yumuşak gücünün etkisiyle bölgesel güç olma rolünü de üstlenmiştir. Bu rol hegemonik bir tavır olmamakla birlikte barış inşa edici, arabulucu bir görevi ihtiva etmektedir. Ortadoğu’da özellikle Türkiye’nin sınır komşusu olan Iran, Irak ve Suriye ile ilişkiler ekonomik ilişkilerin gelişmesinde katkı sağlamıştır. Türkiye yine de uluslararası yapının baskı yaptığı dönemlerde sınır sorunları gibi güvenlik sorunlarının oluşabileceğini varsayarak hareket etmektedir.
Türkiye son dönemde bulunduğu bölgede yumuşak gücü kullanarak aktif olması politikasını uygulamaya koymuştur. AK Parti özellikle Ortadoğu ve güvenlik sorularını kültür, demokrasi ve ekonomik araçlarla çözme yolunu seçmiştir. Çözümlerden biri Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi olarak karşımıza çıkmaktadır. Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Tunus, Mısır ile imzalanan bu anlaşmalar yumuşak gücün etkisini ortaya koymaktadır. Diplomatik faaliyetlerin en yoğun görüldüğü ülke Suriye’dir. Davutoğlu’nun Suriye bakışı daha çok Doğu Akdeniz politikası olup deniz stratejisi olarak değerlendirilebilir. Suriye savaşın göze alınmayacağı bir ülke olup burada su meselesinin tekrar gündeme gelmesi ve gergin bir diplomasi yürütmek uygun bir siyaset olmayacağı için ilişkilerin daha çok ekonomik alanda genişletilerek sürdürülmesi iki ülke için de çıkarlara daha uygun görülmüştür.
Adana Mutabakatı sonrası üst dizey ziyaretlerin artması iki ülke arası sağlıklı diyaloglar kurulmasını sağlamıştır. Başta güvenlik olmak üzere birçok alanda anlaşmaların imzalanmasıyla ilişkiler derinleşmiştir. Su, güvenlik ve ekonomi alanları için işbirliği dönemi olmuştur. İkili anlaşmalar sonrası güvenlik ve su sorunları ortadan kalkınca ekonomiye eğilim için ortam uygun hale gelmiştir.
2.2. Komşularla Sıfır Sorun Politikası,
Davutoğlu’nun dış politika açıklamada literatüre kattığı yeni ifade ise “Komşularla Sıfır Sorun” politikasıdır.
Bu yaklaşımla Türkiye sorunlu ilişkilerini normalleştirerek kısa vadede işbirliği, uzun vadede bütünleşmeyi hedeflemiştir.
Türk Dış Politikasına yön veren anlayışlardan en çok bilinenidir. Yumuşak güç faktörlerinden komşularla sıfır politikası ile Davutoğlu sorunlara müdahil olma politikası izlemiş bu sayede Suriye ile normalleşme diplomasisi başlatmıştır. Davutoğlu bu politikayı kısaca Türkiye’nin etrafı sürekli düşmanlarla çevrilidir psikolojisinden kurtulup, bütün komşuları ile ilişkilerini iyi bir düzeye getirme fikri üzerine yoğunlaştırıp açıklamıştır. 2000’li yıllara kadar Türkiye, sınırdaş devletler arasında gerginlikler yaşamıştır. Bulgaristan ile soydaşlara yapılan muameleler, Yunanistan ile kıta sahanlığı, Kıbrıs sorunu, Kardak krizi, Ermenistan ile 1915 olayları, İran’la rejim sorunları, Irak ile PKK sorunu, Suriye ile sınır, su ve Öcalan sorunları örnek olarak gösterilebilir (Güder,2012: 8). Savaş eşiğine getiren bazı krizlerin ardından AK Parti hükümeti iktidara geldiği dönemden itibaren komşularıyla sorunsuz ve barış içinde yaşama stratejisini izlemiştir.
Bu yeni yaklaşım ülkeler arası ekonomik, ticari ve barışçıl çözümlerle bütün tarafların kazançlı çıkmasına yönelik olmuştur.
İlk ilişkilerin üst düzey görüşmeleri olmasının ardından; ticaret, ulaşım, tarım, gümrük, kültür, turizm gibi pek çok alanda gelişim göstermiştir.
Davutoğlu bu politika ile merkez ülke olarak Yeni-Osmanlıcılık çerçevesinde gelişen bu siyasette düzen kurucu rol söylemini pekiştirmiştir.
Bu çerçevede her alanda ilişkilerin gelişmesi bölgesel anlamda Türkiye’nin stratejik derinliğini arttırmış ve güvenlik çemberini oluşturmuştur.
Türkiye’yi bulunduğu coğrafyada eskisinden daha etkili bir devlet konuma getirmiştir. Türk yetkililerin bölgeyle alakalı düşünce ve girişimleri,
bölgedeki ülkelerce belirli bir derecede dikkate alınmakta ve olumlu yönde seyir göstermektedir (Ulu,2014: 1).
Komşularla sıfır sorun yaklaşımı ile ABD’nin Türkiye’yi bölgede model ülke olarak desteklemesi üzerine ülkeler arası ara buluculuk / kolaylaştırıcılık faaliyetleri gösterilmiştir. İsrail-Suriye arasındaki Golan tepelerinin egemenliği ve kontrolü konusunda arabuluculuk girişiminde bulunulmuştur.
Türkiye kendi milli güvenliği için kullandığı bu politikayı farklılıkların zenginlik olarak anlaşılmasında da stratejik bir konu olarak değerlendirmiştir
AK Parti’nin muhafazakâr bir çizgide olması sebebiyle Arap ülkeleri ile ilişkileri genel anlamda iyi olmuştur. Komşularla sıfır politikası gereği Ortadoğu ülkeleriyle siyaseti, barış yanlısı işbirliği ve diyalog taraftarı şeklinde olmuştur. Türkiye’nin “ çevresinde güvenlik ağı” oluşturma düşüncesiyle de İran, Irak ve Suriye ile yakın ilişkiler kurulmuştur.
Komşularla sıfır politikasının uygulamaya konulması için uygun şartları yumuşak güç ortaya koymaktadır. Yumuşak Güç ekonomik ve teknolojik olanaklarla kullanılabilir hale gelmiş ve AK Parti döneminde en önemli unsurlar arasında olmuştur. Yumuşak güç kullanımını, Başbakanlık'a bağlı olan kurum ve kuruluşlar( TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, AFAD, Kızılay) ile popüler kültür sağlamıştır(Ekşi, 2014).
Dönem içerisinde, devletler ilişkileri tesis ederken muhatap olarak resmi makamları tercih etse de bölge ülkeleriyle devlet dışı aktörler
sürece müdahil olmuştur. Bu etkileşimlerin çoğu da devlet tarafından kurgulanmış, yönlendirilmiş, teşvik edilmiştir. Karşılıklı olarak ekonomik
bağımlılık arttırılmış ve sorunların diplomasi kullanılarak çözümüne öncelik verilmiştir (Oğuzlu, 2012: 12). Yumuşak güç kullanımıyla birlikte
Türkiye askeri devletten, ticari devlete dönüşmeye başlamıştır. Bu minvalde Türkiye’nin AB ve ABD gibi küresel aktörlerle ilişkilerini arttırması
daha kolay hale gelmiş, pazarlık gücünü arttırmıştır. AB’nin Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya açılması sağlanırken, ABD ile İran arasındaki gerginlik
sırasında Türkiye’nin dengeleyici tutumu ve İsrail- Suriye arasındaki arabuluculuk hareketleri ilişkileri zemine oturtmuştur.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder