KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 2
Pakistan’da Siyasal ve Sosyo-Ekonomik Durum
2016 yılına ait Transparency International’ın Pakistan raporuna göre, Pakistan devleti, iş, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçları bile sağlamakta zorlanan bir ülkedir. Pakistan’da, % 6 oranında işsizlik görülmektedir. Pakistan’ın ekonomik sorunları sürmektedir. Bunun yanında işgücünün %80’i gayri resmi işlerde çalışmaktadır. Pakistan’da nüfusun binde 2’lik kısmı, ülke varlığının %40’ına sahiptir. Düşük büyüme oranı ve düşük hayat standartları, görülmektedir. Hükümet ve sivil toplum arasındaki çatışma, ihracata uygun olmayan ortam, bu konuda gelişimin olmamasının ana nedenleridir. Ülkedeki yardım kuruluşları sorunları çözmek için faaliyette bulunmaktadırlar. Bertelsmann Stiftung’un hazırladığı rapora göre, ülke nüfusunun %36,9’u yoksulluk sınırının altında
yaşamaktadır (ARC, 2018). 2016 Haziran’ında, Planlama ve Kalkınma Bakanlığı
tarafından yayınlanan raporda, 2004 yılında Pakistan’da yoksulluk sınırının altında yaşayanlar ülke nüfusunun %59’unu oluşturmuştur. Bu oran 2015 yılında %39’a düşmüştür. Fakirlik büyük oranda şehirlerde değil taşrada görülmektedir (Tanwar, 2018).
Siyasal istikrarsızlık, elektrik kesintileri, güvenlikle ilgili sorunlar ve yatırımcı dostu olmayan ekonomik koşullar ülkeye yapılan yatırımları azaltmaktadır. Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru, ülke için önem taşımaktadır. Pakistan’ın bu projeye aktaracağı maddi kaynak, IMF tarafından şüpheyle karşılanmaktadır. Planlanan bu ekonomik koridorun 60 milyar dolarlık enerji ve altyapı projelerini kapsadığı belirtilmektedir.
Ülkede kişi başına düşen milli gelir 5.400 dolardır. Pakistan tekstil ürünleri ihraç
etmektedir (World Factbook, 2018).
2017 yılında yayımlanan International Rescue Committee’nin Pakistan için Strateji Faaliyet Planında, Pakistan’ın sosyal kalkınma konusunda ilerlemesinin yetersiz olduğu belirtilmiştir. Pakistan’da, insani yardıma gereksinimi olan yaklaşık 3,2 milyon insan yaşadığı tahmin edilmektedir. Pakistan’ın en önemli sorunlarından biri eğitimdir. Pakistan’da çocukların büyük çoğunluğu temel eğitimden yoksundur; okuyup yazamamakta ve basit matematik işlemlerini yapamamaktadırlar.
Kadınlar ve kızların sağlık ihtiyaçları yeterince karşılanamamaktadır.
BM Ekonomik Siyasal ve Kültürel Haklar Komitesi, 2017 raporuna göre, halkın %30’u açlık çekmekte ve çocuk ölümlerinin %35’i yetersiz beslenmeden kaynaklanmaktadır. BM Kalkınma Programı, 2016 yılı İnsani Gelişmişlik Raporuna göre Pakistan’ı 188 ülke arasında 147. sıraya koymuştur (ARC,2018).
HP ve FYKB’de 300 bin kişi yer değiştirmek zorunda kalmıştır. 1,4 milyon kayıtlı mülteci yanında bir milyon kayıt dışı Afganın Pakistan’da yaşadığı tahmin edilmektedir.
Yardım kuruluşluları, ihtiyaç sahiplerine belirtilen bölgelerde hizmet götürmeye
çalışmaktadırlar. Ancak hükümet bu örgütlerin faaliyetlerine izin
vermemektedir.
Silahlı gruplar, sivil toplum kuruluşlarına da saldırmaktadırlar (ARC,2018). Üzerinde durulması gereken diğer önemli konu ise uluslararası hükümet dışı örgütlenmelerle ilgili diğer eleştirilerdir. Pakistan eski İstihbarat Şefi Hamit Gül’ün belirttiği gibi ülkede mültecilere ve Pakistan halkına yardım amaçlı çalışan dış destekli yardım kuruluşları, yabancı istihbarat örgütlerinin uzantıları gibi çalışmaktadırlar ve emperyalist güçlerin aracıdırlar (TRT, 30.07.2006). İyi niyetli ve yardım amacı taşıyan pek çok faaliyet başka ülkelerin stratejik emellerine hizmet etmektedir.
UNICEF’in 2017 yılının ilk yarısını değerlendirdiği raporuna göre de Pakistan’da yarısı çocuk olmak üzere 3,2 milyon kişi insani yardıma ihtiyaç duymaktadır. Yer değiştirme ve ailelerin geri dönüşünün yaşandığı HP, FYKB ve su sıkıntısı çekilen Sind bölgesi en önemli sorun bölgeleridir. Dünya Gıda Programı’nın Ocak 2018’de yayımlanan Gıda Güvenliği Bülteni’nde Pakistan’da 2017 yılında nüfusun %18’i yetersiz beslenmektedir (ARC,2018).
Pakistan İslam Cumhuriyeti: Sosyal Yaşamda Dinin Etkisi,
Pakistan ismi Hint kıtasındaki Müslüman toplulukların ve eyaletlerin baş harflerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’tır. 1940 yılında “İki Millet Teorisi”ni tanımlamış ve Hindular ve Müslümanlar için iki ayrı devlet kurulmasının gerekliliğini vurgulamıştır; bu fikir 1947 yılında hayat bulmuştur (Çevik, 2013, s.15). Cinnah, Pakistan’in kurulması sırasında birleştirici bir unsur olarak İslami ideolojiden yararlanmıştır. Cinnah’ın demokratik ve laik bir devletin oluşumunda yana olduğu değerlendirmesi yapılmaktadır. Muhammed Ali Cinnah, Pakistan devletinin kurulmasından kısa bir süre sonra ölmüştür; bu durum Pakistan’da
İslami devlet yapısının güçlenmesine neden olmuştur. 1971 yılında iktidarı devralan Başbakan Zülfikar Ali Butto da Pakistan’ın geleceğini İslam dünyasında görmüş ve Müslüman ülkeler arasındaki işbirliğini geliştirmeyi arzu etmiştir. Pakistan Halk Partisi (PHP) sosyalizmle dini bağdaştırabilmek için “İslam sosyalizmi” politikası uygulamıştır.
İran, Suudi Arabistan ve Libya ile ilişkiler geliştirilmiştir. İran, Libya ve Körfez emirlikleri, 1974’ten itibaren, Pakistan’a büyük oranda mali yardımda bulunmuşlardır. Zülfikâr Ali Butto, 1973 Anayasası’na bir madde koydurarak, 1962 Anayasası ile kaldırılan devletin resmi adındaki “İslam” kelimesini tekrar ekletmiştir. Benzer şekilde, 1977’de Butto’yu askeri bir darbeyle devirerek iktidara gelen Ziya-ül Hak da siyasi destekten yoksun rejimini meşrulaştırmak için İslam’ı kullanmıştır (Çolakoğlu, 2007).
Pakistan, 1973 Anayasası’nda İslami bir Cumhuriyet olarak ilan edilmiştir. Buna göre yasalar, Şeriatla uyumlu olmak zorundadır. Ahmedilerin kendilerini Müslüman olarak tanımlamaları yasaktır. Pakistan Başbakanı ve devlet başkanı Müslüman olmak zorundadır. 11 Eylül sonrası Pakistan’da kimlik konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadır.
İslami örgütlenmeler örneğin, Tehrik-i Taliban Pakistan ve dini partiler İslami
uygulamaların yorumlaması konusunda çok sert kurallar getirmektedirler. Belucistan ve Sind bölgelerinde ise sol görüşler baskındır ve buna göre kimlik tanımlamaları yapılmaktadır. Mezhepsel ve dini ayrımları engellemek için Pakistan devleti dini kimliği öne çıkarmaya çalışmaktadır. Pakistan milli kimliğinin güçlendirilmesi ana mesele halini almıştır. Yapılan anketlere göre, Pencap ve HP’de Pakistanlılık kimliğinin, Sind ve Belucistan’a göre daha baskın olduğu görülmektedir. Yasaların İslami esaslara göre yapılması belirtilmişse de bu özellikle dine küfretme ve Hudud Yasası için geçerlidir. Bu yasa, 1979 yılında Pakistan'ın İslamizasyonunda büyük rol oynayan Ziya-ül Hak tarafından yürürlüğe sokulmuştur. Diğer konularda Britanya modeli ve geleneksel uygulamalar takip edilmektedir (BTI, 2018, s. 6-7).
Pakistan’da Sünni Müslümanlar Barelvi ve Deobendi olarak ayrılmaktadırlar.
Deobendilik, Nakşibendilik ile ilgili bir yaklaşımdır. Pakistan’da Taliban bu akıma
yakındır. Barelvilik, ise sûfizme dayandırılmaktadır. Deobendilerin,Vahhabi akımlarla yakın olduğu ve buna yakın gruplarla işbirliğine gidebileceği belirtilmektedir. Barelvi pirler ve vakıflar, sosyal hizmetler sunma konusunda başarılı görülmektedirler (Çevik, 2013, s.87) Özellikle İslamlaşma politikaları ile Hristiyanlar, Hindular, Şiiler ve Ahmediler tehdit altındadırlar.
Pakistan’da güvenlik güçleri, çoğu zaman dini azınlıkları saldırılardan
koruyamamaktadırlar. Antiterör Yasasına göre, hükümet antiterör mahkemeleri
kurmuştur; bu mahkemelerde terör faaliyetleri, dini nefreti teşvik eden konuşma suçları, devlete karşı işlenen suçlara bakılmaktadır. Diğer mahkemelerde tutuklular, 7 iş günü içinde mahkemeye çıkarılırken, bu mahkemelerde süre uzamaktadır. Ayrıca terör suçları ile ilgili askeri mahkemelerde yetkilidir, bu mahkemeler kamuya açık değildir (US Department of State, 2018, s.11,16)
Pakistan, 1980’lerde Şii İran ve Sünni Suudi Arabistan arasında mezhepsel güç
mücadelesinin merkezi olmuştur. Sovyetlere karşı Afganistan’daki mücahitleri
desteklemek için dini eğitim veren medreseler gibi kurumları finanse etmişlerdir.
Karaçi, mezhepsel çatışmadan en fazla zarar gören şehirdir; 2013 Eylül-2014 Eylül arasındaki bir yıllık dönemde 750 mezhep temelli ölüm gerçekleşmiştir. 2012-2015 arasında Pakistan’da dini azınlıklara karşı 543 şiddet eylemi görülmüştür. Bunlardan en az 288 tanesi Şiilere karşı gerçekleşmiştir (Borthakur, 2017, s.498-499).
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Mülteciler Konusu,
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) vermiş olduğu rakamlara göre, 2018 yılı sonu itibariyle dünyada mülteci, sığınmacı ve ülke içinde yerinden edilmiş kişiler göz önüne alındığında, zorla yer değiştirmek zorunda kalan toplam 68,5 milyon kişi bulunmaktadır. Bu rakamın 40 milyonu ülke içinde yerinden edilmiş kişilerdir. 25,4 milyonu mültecilerdir; bunların 19,9 milyonu BMMYK sorumluluğundadır, 5,4 milyonu ise UNRWA sorumluluğunda olan Filistinli mültecilerdir. 3,1 milyon kişi ise (asylum seeker) sığınma talebinde bulunmaktadır. Dünyadaki mültecilerin %57’si üç kaynak ülkeden gelmektedir; bu ülkeler 6,3 milyonla Suriye, 2,6 milyonla Afganistan ve 2,4 milyonla Sudan’dır. En fazla mülteci kabul eden ülke sıralamasında Türkiye kayıtlı 3,5 milyon mülteci ile başı çekmektedir; onu, 1,4 milyon mülteci nüfusu ile
Pakistan ve Uganda takip etmektedir. İran, yaklaşık 980 bin ve Lübnan ise bir milyon mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. (UNHCR, 2019a).
Mülteciler, Pakistan’a ilk geldiklerinde, BMMYK’nın ülkede ofisi bulunmamaktaydı.
1979 Nisan ayında, Pakistan, BMMYK’dan yardım istemiştir. 1979 Ekim ayında, BMMYK, İslamabad’da ofis açmıştır; mültecilere 15 milyon dolarlık kaynak ayırmıştır. 1990 Aralık ayında, BMMYK’nın tahminlerine göre, 3,3 milyon mülteci Pakistan’da bulunmaktaydı;
İran’da ise 3 milyon Afgan mülteci vardı. Pakistan’daki Afgan mülteciler çoğunlukla Peştunlardı ve BMMYK güvencesi altındalardı ve Pakistan’a uluslararası yardım yapılıyordu. Ancak İran’daki Afgan mültecilerin büyük bölümü Tacikler, Özbekler ve Hazaralardan oluşmuştur, Peştunların sayısı azdır (BMMYK, 2001).
Tarihsel Bakış: Afgan Mültecilerin Pakistan’a Yerleşmeleri,
Hem Afganlar hem de Pakistanlılar ekonomik ve sosyal amaçlarla sık sık sınırı
geçmektedirler. Muhammed Davud’un, 1973’te düzenlediği darbe ardından küçük çaplı bir göç gerçekleşmiştir; 2 bin kişi Pakistan’dan sığınma talebinde bulunmuştur. Pakistan’a ilk evre göç, 1978 yılında, Davud Hükümetine karşı askeri darbe ardından gerçekleşmiştir. 1979 yılında ise Afganistan, Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmiştir.
Göç edenlerin çoğu çiftçi, küçük toprak sahibi olan Pakhtunlardır; ana amaçları,
kültürlerini ve geleneklerini korumak olmuştur. İkinci evre göç, Sovyet ordusunun çekilmesi ile yani 1986-1989 arasında gerçekleşmiştir. Üçüncü evre, 1996 yılında, Afganistan’da Taliban iktidarı ele geçirdiğinde gerçekleşmiştir. Dördüncü evre ise 2001 yılında, ABD’nin terörizmle savaşı kapsamında Afganistan’a müdahalesi ardından görülmüştür (Borthakur, 2017,s.489-490).
Sovyet işgali nedeniyle 7 milyondan fazla Afganistan vatandaşı Pakistan ve İran’a sığınmıştır (UNHCR, 2019b). Afganistan’dan göç eden mülteci sayısı 1992 yılında 6,2 milyona çıkmıştır. 1996 yılında, Taliban’ın güç kazanması ile birlikte mülteci sayısı artmış, 2001 yılında 3,8 milyona ulaşmıştır (Koç, 2017). Afganistan tarihi, işgaller tarihi olarak da adlandırılmaktadır. 1988 ve 2000 yılları 2002-2018 tarihleri arasında Afgan mültecilerin 4,374,208’i ülkelerine geri dönmüşlerdir (UNHCR, 2019b). BMMYK’nın 2017 Zorla Yerinden Edilenlerle İlgili Küresel Eğilimler Raporuna göre, Pakistan’daki Afgan mültecilerin sayısı 2016 yılına kıyasla 2017 yılı içerisinde az miktarda (%3) artmıştır; bu artışın nedeni ülkelerine geri dönenler ve yer değiştirenlere rağmen mültecilerin doğum oranının yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. 2017 yılında 59.000 Afgan ülkesine dönmüştür (UNHCR, 2019c).
3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder