15 Şubat 2020 Cumartesi

Bir İdeal Toplum bileşeni olarak, İslam’ın Temel Ekonomik İlkeleri

Bir İdeal Toplum bileşeni olarak, İslam’ın Temel Ekonomik İlkeleri 


Ayşegül SİLİ *
Suna AKTEN ÇÜRÜK **

*KTO Karatay Üniversitesi İİBF Sosyal Hizmet Bölümü 
aysegul.sili@karatay.edu.tr 

**KTO Karatay Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü 
suna.akten@karatay.edu.tr 

Özet 

Toplumsal yapı ile ekonomik süreçler arasındaki işlevsel ilişkiler, sosyolojinin temel konularından birisini teşkil eder. Bireyler, gruplar ve sistemler arasındaki karşılıklı belirleyici ilişkilerin görünürlük kazandığı alanlardan biri olan ekonomik davranış ağı, aynı zamanda bireylerin ahlaki, dini ve ideolojik tercihlerinin de yansıdığı bir zemindir. Düşünsel ve toplumsal değerleriyle örtüşmeyen ekonomik yapılar içerisinde kaynaklara yön verme ve değer kazandırma çabaları, İslam toplumlarında son dönemde güncelliğini koruyan sorunların başında gelmektedir. Çözüm olarak İslam ekonomisi uygulamalarını modern ekonomik sistemlere bir alternatif olarak ortaya koyma girişimleri, seksenli yıllardan beri İslam toplumlarının gündeminde yoğun şekilde yer almaktadır. Aslında bu girişimler, kapitalist uygulamalara İslam dininin değerleri ekseninde refleksif tepki ortaya koyma niteliği taşımaktadır. İslam›ın ekonomik ilkelerinin diğer sosyal, siyasal ve ahlaki ilkeleri ile bütünlüklü bir yapı içerisinde anlam kazandığı düşünülürse, mevcut tartışmaların şu an için mikro düzey bir değişim boyutunda gerçekleştiği 
söylenebilir. Bu çalışmada ekonomik etkinliklerin sosyolojik işlevi bağlamında, 
İslam ekonomisinin temel ilkelerinin İslam’ın ideal toplum tasarımı içerisindeki 
yeri ve anlamı üzerinde durulacaktır. 


Giriş 

Toplumsal sistem olarak da adlandırabileceğimiz toplumsal yapı kavramı; 
siyaset, hukuk, din, eğitim, ekonomi gibi başat kurumların karşılıklı 
etkileşim ve bütünsel ilişkilerinden meydana gelen ve içeriği bir hayli 
genişletilebilen sosyal etkileşim alanına işaret etmektedir. Toplumsal yapının 
norm, değer ve rol gibi bileşenlerini oluşturan bu kurumlar içerisinde ekonomik 
ilişkiler ağının, toplumsal hayatın diğer boyutlarını önemli ölçüde etkilediği 
bilinen bir gerçektir. Belirli bir anda belirli insanları bir araya getiren fiili mevcut ilişkiler olarak toplumsal yapıyı tanımlayan Radcliffe-Brown’a karşın, M. Ginserg terimi, daha kalıcı, sürekli ve örgütlü ilişkiler için kullanmak gerekliliği üzerinde durarak, toplumu oluşturan temel grup ve kurumların meydana getirdiği bir kompleks olarak açıklar (Bottomore, 1984: 112). 

Bununla birlikte toplumun çeşitli alt sistemlerden oluşan bir bütün olduğu 
düşünüldüğünde, ekonomik süreçlerin toplumun diğer unsurlarını etkilediği 
gibi, aynı zamanda onlardan etkilendiği ve makro düzey bir sosyolojik 
incelemede toplumun herhangi bir bileşenini ihmal etmenin, eksikli bir ele 
alış olacağı düşünülmektedir. Yapı ya da sistem, toplumda belirli ihtiyaçları 
karşılamak üzere görev yapan, işlevleri ve aralarında iç bağımlılıkları olan 
çeşitli alt sistemlerden oluştuğuna göre, sistemin bütün parçaları birbirine 
bağlıdır ve bileşeni oldukları bütünün sağlıklı işleyebilmesi için işlevlerini 
yerine getirmekle yükümlüdür (Başak, 2003:140). Ekonomik alan, toplumsal 
yaşamın maddi temelini teşkil eden kısmı olarak, toplumsal ve bireysel yaşamın 
devamlılığını sağlayan mal ve hizmetlerin üretime ve tüketime hazır duruma getirilmesi yolu ile ihtiyaçları karşılamakta, ekonomik alana ilişkin davranışlar ve kurallar ekonomik sistemi oluşturmaktadır. Ekonomik davranışlar olarak ifade edilen bu etkileşim alanının aynı zamanda ve kendi içerisinde çok sayıda etkenler bütünü olması dolayısıyla, bireylerin hayat görüşü ve yaşam tarzlarından bağımsız karaktere sahip olmadığı açıktır. Öyleyse dinî kurallar da ekonomik davranışı yönlendiren ahlaki değer ölçütleri ve sosyal kurallar arasında yer almaktadır (Erkan, 2000:46) ve bu yönüyle ekonomik sistemin değer-nötr (value-neutral) ve insanın diğer alanlardaki edimlerinden bağımsız olmadığını söylemek mümkündür. 

Ekonomik Davranışın Sosyolojisi: Toplumsalın Bütünselliği 

Toplumsal bir varlık olarak insan, ekonomik davranış aktörü olmasının 
yanında, dinî olarak nitelenebilecek her türlü zihinsel ve davranışsal sürecin 
öznesi konumundadır. Dinî davranış, sosyal bir davranış olduğu gibi, 
ekonomik davranış da daima toplumsal bir davranıştır ve diğer insanların 
davranışlarıyla da anlamlı bir ilişki içerisindedir. Bu sebeple iktisat sosyolojisinin, ‘ekonomik insan’ın rasyonel amaçlı davranışlarıyla belirlenen ekonomik süreçleri inceleme tarzı, ekonomik olmayan faktörleri de değerlendirmeyi gerektiren kapsamlı bir analize gayret eder (Kazgan, 1980:17, Kehrer, 2007: 80). 

Özellikle 1980 sonrası dönemde iktisat biliminin diğer sosyal bilimlerin 
kavram ve kuramlarına yönelerek kapsama alanını açma arayışı ve 
devamında ‘toplumsalın iktisadileştirilmesi ‘ne uzanan yönelimler, iktisat 
bilimini uygulamalı matematiğin bir alt dalı olmaktan çıkarma çabalarını 
içermektedir (Alada, 2004:4). Ekonomik davranışın aynı zamanda bir grup 
davranışı olması dolayısıyla, toplumsal grubun ortak gayelerine hizmet 
etme gibi bir özellik göstermesi, iktisatta zihniyet ve sosyal faktörlerin sayısal 
değerlerden daha önemsiz olmadığını ve hatta onları belirleyici potansiyelini 
göz ardı edilmez bir etken olduğunu göstermektedir. 

Ekonomik davranışın dinî olanla bağımlılığı meselesi ele alınırken, modernleşme 
süreçleriyle paralel şekilde iki davranış alanını tam olarak birbirinden ayıran seküler toplumların çokluğu göz ardı edilmemelidir. Bunun yanında dinin, toplumun ekonomik yapısıyla geniş ölçüde ilgili ve bazı durumlarda dinî ritüellerin ekonomik sistemde bir değişmeyi hazırlayabilir nitelikte oluşu ekonomi ve din etkileşimini sosyolojik bir fenomen olarak görünür kılmaktadır. 

Bu durumda iktisat bilimi açısından, ekonomik davranışları yönlendiren ve bu davranışların toplum üzerindeki sonuçlarını belirleyen ekonomi dışı unsurların dikkate alınması gereği (Buğra, 1995: 385) ile birlikte ekonomi açısından dinin genel olarak iki konumu dikkat çekicidir. 

Bunlardan ilki, dinin teorik ve doktriner yanından çok büyük kitlenin 
tavır ve davranışlarını yönlendiren değer ifadeleri, ikincisi, dinin dağınık 
ve küçük gruplardan ziyade geniş toplum kitlesine hitap etme gereğidir 
(Ülgener’den akt. Torun, 2003: 108). Bu iki özellik dinin ekonomik alandaki 
etki gücünün artmasında önemli rol oynamaktadır. Esasında din, geniş 
yığınlara uzanan sade gündelik telkinleri ile insanın davranış biçimini ve 

o yoldan değer ölçülerini şekillendiren derin bir etki gücüne sahiptir. Tarih 
boyunca aile bağlarından, yakın ve uzak toplum katlarına, siyasete ve sanat 
değerlerine kadar bütün bir yaşayış düzenine damgasını vuran, kiminde 
başarılı kiminde başarısız fakat hep düzenleyici olmak iddiasıyla devreye 
giren daima dindir. Bu devreye giriş, iktisat alanını hiçbir zaman dışarıda 
bırakmamıştır. Bu çerçevede İslam bütün bir dindir (Ülgener, 2006: 8) ve 
toplumsal hayatın bütün alanları için düzenleyici ilkeler vaaz etmektedir. 
Benzer bir ele alıştan hareketle iktisat ahlakı terimi ise, dinlerin psikolojik ve 
pragmatist temellerindeki eylem içgüdüsüne işaret eder (Weber, 1993: 227). 
Bu anlamda İslam dininin öngördüğü ahlâk ilkelerinin ekonomik davranışı 
sosyal adalet lehine kısıtlayan niteliği, kendine has bir ekonomik davranış 
ağı üretmeye teşne bir karakter sergilemekte ve yüzlerce yıllık geleneksel 
bilgi birikiminin, modern iktisadî düzen ekseninde yeniden tartışmaya açılmasını 
gerekli kılmaktadır. 

Her ekonomik sistem, mevcut sosyal gerçeklikten hareketle oluşturulan bir düşünce sisteminin varlığına bağlı olarak oluşturulur. Bu sebeple istisnasız 
bütün ekonomik düzenlerin düşünsel bir kaynağı, genel bir teorisi ve uygulama  da esas alınan temel prensipleri bulunur. Buradan hareketle kapitalizmin, liberal düşünceye dayalı, özel mülkiyet hakkı, sınırsız bireysel özgürlük ve serbest rekabeti koruma ilkesinden yola çıkarak enstrümanlarını geliştirdiği ortadadır. Kapitalist düzenin, genel teorisinin düşünsel dayanağı John Locke’un şu ifadelerinde formüle edilmeye elverişlidir (İsmail, 1990:16) : 

“Ne Kilisenin ne devletin ne de toplumun ferdin yükselmek ve kâr sağlamak 
gayesiyle giriştiği teşebbüsleri kösteklemeye hakları yoktur. Gücünü, maharetini ve kabiliyeti istediği şekilde rahatça kullanabilmesi ve elinden geldiği kadar ileriye gidebilmesi için her fert tam bir hürriyete sahip olabilmelidir. 

Ancak her vatandaşa her türlü mesleki çabada ve her iş dalında sınırsız bir hürriyet garanti edildiği ve aynı zamanda o resmî, dinî ve ahlaki ve içtimaî bütün baskılardan kurtarıldığı zaman topluma karşı yapılacak en 
büyük hizmet yerine getirilmiş olur.” 

Söz konusu çerçeve ilkeler kapitalist düzenin tesis edilmesi için yalnızca 
ekonomik değil, siyasal ve hukuksal düzenlemeleri de gerekli kılmakta, 
kapitalist ekonomik davranışa uygun zemini hazırlayan sosyal atmosferin 
meydana getirilmesinde belirleyici rol oynamaktadır. Öte yandan bir ekonomik 
sistemin toplumsal yapının diğer unsurlarından bağımsız şekilde tesis 
edilmesinin imkânsız oluşu gibi, iktisat biliminin bir sosyal bilim ve uygulama 
alanının bizatihi toplumun kendisi olması hasebiyle sosyal gerçeklikten 
hareket etme zorunluluğundan da söz edilebilmektedir. 

Ekonomik davranışın sosyolojisine ilişkin araştırmalarda yararlanılan araçların en önemlilerinden biri modellerdir. Modeller belli bir gerçeğin amaca uygun bir biçimde basite indirgenerek kurulmuş biçimidir ve gerçekliğe yakınlık derecesine göre reel modeller ile ideal-düşünsel modeller olarak ikiye ayrılmaktadır. Reel modeller sosyo-ekonomik gerçeğin belli bir ekonomik ölçekte küçültülerek yeniden kurulmuş biçimidir. İdeal-düşünsel modeller ise belli bir gerçeğe yaklaşabilmek için temsili olarak kurulmuş modellerdir. 

İslam ekonomisi kavramı, bir iktisadî model ve İslam düşüncesinin 
bir bileşeni olarak ideal-düşünsel model tasarımı şeklinde sunulmaktadır. 

İslami yaklaşım, ekonomi de dâhil bütün bileşenleri ile birlikte ucu-açık nitelikte 
bir dünya görüşünü ifade etmekte ve birtakım çerçeve ilkeler dışında 
belirli-değişmez kalıplar içerisinde sıkıştırılamayan bir yaşam algısına sahip 
bir özellik sergilemektedir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, sosyal yaşamın hem kendi içinde hem de toplumsal farklılıklar ekseninde dinamik bir 
süreç oluşu ve sürekli devreye giren farklı değişkenlerle yeniden şekillenen 
yapısıyla zaman ve mekân boyutlarının getirdiği bitimsiz değişim sürecinden 
azade bulunmayışıdır. Sosyo-ekonomik davranış yasaları bu bağlamda, 
mekanik bir sürece bağlı değildir, belirli bir zaman ve belirli bir mekânda 
kendine özgü biçimde tezahür eder. Ekonomi sosyolojisinin yaklaşımı içerisinde 
sosyo-ekonomik yasalar mantıksal tutarlılığa sahip olmakla birlikte, 
bu yasaların tarihi bir duruma ilişkin olarak ortaya koyduğu empirik içerikli 
hipotezler, tarihi durumun sürekli değişmesi yüzünden mutlak ve kesin 
olmayıp, görelidir. Diğer taraftan ekonomik davranışlar açısından tarihsel 
koşullar dışlandığında, zaman ve mekânın etkileriyle belirlenmeyen ortak 
bir sosyal öz (Erkan, 2000: 24-28), ekonomi sosyolojisi araştırmalarının ve 
özelde İslam ekonomisi çalışmalarının odağıdır ki genel-geçer ilkelerin tesisi 
evrensel ve değişmez birtakım toplumsal özellikler sayesinde mümkün 
olabilmektedir. 

İslam’ın Ekonomiye İlişkin İlkeleri ve SosyolojikHareket İmkânları 

Ekonomi bilimi, diğer sosyal bilimler kadar, insan faktörünün merkezde 
olduğu bir bilim dalıdır ve insan, içinde bulunduğu her ortamda, düşünceleri 
kadar, duygu, değer ve inançlarıyla davranan bir varlıktır. Diğer bütün toplumlarda olduğu gibi, İslam toplumlarında da yüz yıllardır süregelen uygulamalar, ilmi çalışmalar, toplumsal örf ve teamüller sayesinde kendine özgü ekonomik anlayış ve davranış biçimlerini oluşturmuştur. İnsan-insan ilişkisinden, insan-madde ilişkisine kadar her alana ilişkin teorik açıklamalar, 
uygulamaya yönelik tespitler ve uygulamaya yön veren İslami prensipler 
mevcut olup (Tunç, 2010: 59), İslam’ın ekonomik alandaki düzenlemeleri son 
50 yılda “İslam ekonomisi-İslam iktisadı” başlığı altında incelemeye alınmıştır. 
İslam ekonomisi; ekonomik problemin ve insan davranışının İslam dini açısından incelenmesi için yapılan sistematik bir çabadır ve üretim, tüketim ve bölüşüm işlemlerinde geçerli olan uygun politika ve kuruluşların düzenlenmesi ve teorik olarak anlaşılması için gerekli bilimsel çerçevenin geliştirilmesini hedefler (Zaim, 1995: 46). Bu; halen gelişmekte olan bir süreç olup, kavram üzerindeki tartışmalar devam etmektedir. 

İslam ekonomisi konusu incelenirken öncelikle göz önünde bulundurulması 
gereken husus, bu kavramın değer-nötr ya da tarafsız olmadığı ve İslam dini ekseninde şekillendiğidir. Dolayısıyla İslam ekonomisi kavramını, İslam dininin belli inanç esaslarından, evren ve hayata ilişkin temel görüşlerinden arındırarak incelemek mümkün değildir (Es-Sadr,1979: 332). 

Chapra, İslam ekonomisinin amaçlarını (2005: 3); İslam dininin etik normları 
çerçevesinde ekonomik refahın temini, evrensel kardeşlik ve adaletin sağlanması, gelir dağılımında eşitlik, sosyal refah bağlamında bireysel özgürlüğün sağlanması olarak sıralamıştır. Sosyo-ekonomik adaletin sağlanması, gelir ve zenginliğin adil ve eşit dağılımı amacı, İslam dininin etik yapısının bir parçasıdır. İslamî açıdan insan, doğası itibariyle ideal, dengeli, adalet ve ahlak temelleri üzerine dayalı bir toplum düzenini kurabilecek niteliklere sahip bir varlıktır. İnsanı yeryüzünde halifesi olarak ilan eden Allah, aynı zamanda onu bu görevin gerekli kıldığı tüm donanımla teçhiz etmiştir (Düzenli, 
http://mediax.com.ro/kutuphane/kuran/kuran_ile_basyalan_kitaplar/
63/1.htm,  E.T. 8.01.2013). Kamu refahı ise İslamî bakış açısına göre, 
belli bir sınıfın değil bütün bir halkın yaşama düzeyini yükseltmekle gerçekleşebilir. 

Kapitalizmdeki girişim özgürlüğü ya da sosyalizmdeki gibi özel mülkiyet, kâr ve bireysel özgürlüğün reddi gibi toplumun bütününü kapsamaktan nispeten yoksun prensiplere dayanmak yerine, İslam’ın ekonomik davranışı yönlendiren ilkeleri, toplumun bütün kesimlerinin taleplerini dikkate alan bir perspektife sahip görülmektedir. İslam bireye ekonomik özgürlük vermekte, ancak bunu kamunun çıkarları ile sınırlamaktadır. İslam dini, kapitalizmin üzerine kurulduğu faizi yasaklayarak üretimde sermaye faktörünün belirleyiciliğini sınırlamakta, aynı zamanda serveti kullanarak işçinin emeğinin sömürülmesine karşı çıkmaktadır. Bununla birlikte kâr ve özel mülkiyet realitelerini de inkâr etmeyerek, kapitalizm ve sosyalizmle birebir örtüşmeyen bir paradigmaya sahip olduğunu temel ilkeler itibariyle ortaya koymaktadır. İslam’ın ekonomik ilkelerinin nasıl hayata geçirildiğine bakıldığında Peygamberin su, toprak, otlak gibi malların bütün insanlara ait olduğunu ilan ettiği, sonrasında Halife Ömer’in uygulamasında olduğu gibi devletin kamuya ait olduğu kabul edilen mallara gerekli gördüğü başka metaları da ekleyebildiği görülmektedir. Halife Ömer, Kur’an ve Hadisin sessiz kaldığı durumlarda, kendisi bizzat düzenleme yaparak zamanın ve toplumun koşul ve ihtiyaçlarına göre İslami bir ekonomik sistem tesis etmiştir. Bu sistem ekonomik ve ideolojik güce dayalı siyasal bir sistemdir. Onun uygulamaya koyduğu ekonomik sistemin İslam devletinin ortaya çıkmasında en 
büyük rolü oynadığı söylenmektedir (Rana, 1985:148). Bu durum henüz ilk 
dönemlerde bile toplumsal koşullar dikkate alınarak, İslam’ın temel felsefesi 
ile uyumlu ekonomik ve siyasal düzenlemelerin hayata geçirilme özgürlüğü 
bulunduğunu ortaya koymaktadır. 

İslam dininin, felsefî ön kabul olarak ideal ya da daha adaletli bir toplum 
inancı ve tasarımına sahip olduğunu söylemek mümkündür. Buna bağlı 
olarak insanlar, İslam’ın ortaya koyduğu etik ilkeleri ve vaaz ettiği ideal toplum 
tasarımını kendi tarihsel ve toplumsal koşullarını dikkate alarak hayata 
geçirebilme yetisine sahiptir. Bu eksende İslam ekonomisinin, ulaşmak istediği 
amaçlar ve bu amaçlara ulaşmak için uyguladığı yöntemler açısından 
gerçekçilik ve ahlakîlik olmak üzere iki temel özelliğe sahip olduğu iddia 
edilmektedir. Çünkü İslam ekonomisi, sistem ve konularında, karakteri, içgüdüleri ve genel özellikleri bakımından insanlık realitesiyle uyuşan amaçları 
hedef edinmektedir ve insanları, insan güç ve imtihanlarının üstünde 
bir hayal fezasında uçmaya zorlamaz (Es-Sadr,1979: 340). İslam, ekonomik 
ilkeleriyle planlarını insan realitesi esasına göre, yani ele aldığı toplumun 
mevcut sosyal, kültürel, tarihsel, siyasal vb. gerçeklik öğelerini dikkate 
alarak uygulama amacı gütmektedir. 

Tüm ekonomik yapılarda, ekonomik faaliyetler bir felsefi temele dayanarak 
gerçekleştirilmektedir. Her iktisadi bilgide birtakım felsefi varsayımlar 
bulunur ve bu varsayımlar içten içe iktisadi bilgiyi devamlı olarak belirler. 
İktisadi söylem içerisinde somutlaşarak iktisadi bilgiyi gizliden gizliye şe-
killendirir ve sınırlandırır (İşler ve Yılmaz, 2011: 11). İslami finansın felsefi 
temelinin merkezindeki “değer maksimizasyonu” kavramı İslam’ın yaşam değerleriyle somutlaşmış prensip ve yöntemlerle örülmüştür. 

Bu sebeple İslami finans felsefesini bir bütün olarak düşünmek mecburiyeti vardır. İslami insan, Allah-kul-evren arasındaki ilişkileri ve mutlak gerçekliği araştırmaya çalışır. İnsan başıboş yaratılmamıştır ve Allah’ın halifesi konumunda dır. Hareketlerinde Allah’ın emir ve yasaklarını öteleyemez. Bu emir ve yasaklar  çerçevesinde hayatını ve ahiretini maksimize etmeye çalışır. Finans ilmi de bu temel düşünceden soyutlanamaz. İslami insan, birtakım inanç esaslarına bağlı olarak iktisadi hayatını düzenler ve sürekli bir gelişme sağlamaya çalışır 
(Akten Çürük, 2013: 7) 

Hurşid Ahmed (2011: 61) İslami fi nans felsefesinin şu dört kavram üzerine 
inşa edilebileceğini ifade etmektedir: Tevhit, rububiyet, hilafet, tezkiye. 
Bu kavramlar sözlük anlamları da nazara alınarak şöyle açıklanabilir: 

1. Tevhid; “birkaç şeyi bir araya getirme, birleme” anlamlarına gelmekte olup, “Allah’ın evrenin tek yaratıcısı olarak tanınması ile kulları olarak bütün insanları, yaratılışın gerektirdiği aynı niteliklere ve aynı evrensel statüye sahip olarak eşit kılması fikirlerini” ihtiva etmektedir (Faruki, 1998: 45 ). 

Ayrıca tevhid, inanç ve amel konularına ilişkin yaklaşımların yanında, insan yaşamının ekonomik, siyasi, dini ve sosyal yönlerinin 
birbirinden ayrılamayacağını ifade eder (Bikun, 2004). 

2. Rububiyet; “Allah’ın, her şeyi bu ismi ile terbiye ettiğini, her şeyin varlığının O’ndan alındığını, ihtiyaç duyulan hususlarda O’na müracaat edildiğini” ifade eder. Diğer bir ifade ile Allah, her varlığı, ayan-ı sabitesine uygun bir veya birden fazla ismi ile terbiye etmekte, yetiştirmekte ve geliştirmektedir (DİA 34.cilt, 2012: 373). 

3. Hilafet; “birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip yerini almak, birinin ardından gelmek/gitmek, yerini doldurmak, vekâlet ve temsil etmek” gibi anlamlara gelmektedir. İnsanın, yeryüzünde dinin hükümlerini uygulamak ve dünya işlerini düzene sokmak üzere Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetini temsil etmesini yani halifesi olduğunu ifade etmektedir (DİA 12.cilt, 2012: 373). 

4. Tezkiye; “temizlenmek, arınmak, temize çıkarmak” anlamlarına gelmekte olup; nefsi; kirleten şeylerden temizlemekle alâkalıdır 
(DİA 41.cilt, 2012: 77). 

Asutay (2008: 2.prg ) bu dört kavrama ilaveten adalet, ihsan, farz ve ihtiyar kavramlarının da İslami finans felsefesini temellendirdiğini ifade 
etmektedir: 

1. Adalet; “davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak ve eşit kılmak” anlamlarına gelmekte olup; “ferdi ve içtimaî 
yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlaki erdem” şeklinde ifade edilmektedir (DİA 1.cilt, 2012: 341). 

2. İhsan; “bir şeyi, bir kimseyi iyice korumak” anlamına gelmekte olup; maddi bir korunmadan ziyade ahlaki bir haslet olarak bir kimsenin iffet ve namusunu korumasını ve bunu sağlayacak bir konumda bulunmasını ifade etmektedir (DİA 21.cilt, 2012: 546). 

3. Farz; “bir şeyi belirleyip kesinleştirmek” anlamına gelmekte olup; dinin mükelleften yapılmasını kesin ve bağlayıcı bir şekilde istediği fiilleri ifade etmektedir (DİA 12.cilt, 1995: 184). 

4. İhtiyar; “iki şeyden birini diğerine tercih etmek, seçip ayırmak, üstün tutmak” anlamlarına gelmekte olup; birkaç şey arasından birisini bilinçli olarak gönül rızası ile seçme ve failin dilerse yapacak, dilerse yapmayacak durumda olması anlamlarına gelmektedir (DİA 21.cilt, 2000). 

Bu konuda en geniş değerlendirmeyi Uluslararası İslami Finans için İslam Hukuku Araştırmaları Akademisi (ISRA- International Shari’ah Research 
Academy for Islamic Finance) (2011: 7) yapmış ve İslami finansı felsefi açıdan temellendiren yukarıda sayılan sekiz kavrama ilaveten risalet, ahiret, kefalet, felah kavramlarını da bu kapsama dâhil etmiştir: 

1. Risalet; “göndermek, elçilik, mektup, mesaj” gibi anlamlara gelmekte olup; bir kimsenin irade beyanını diğer bir kimseye tebliğ etmesini ifade etmektedir (DİA 35.cilt, 2012: 125). 

2. Ahiret; “evvelin mukabili olan son” anlamına gelmekte olup; dünya hayatın dan sonra başlayıp ebediyen devam edecek olan ikinci hayatı ifade etmektedir (DİA 1.cilt, 1988: 543). 

3. Kefalet; “bir şeyi bir şeye eklemek, katmak, birleştirmek” gibi anlamlara gelmekte olup; meşruiyet amacı olan bir hakkın (alacaklının alacağının) 
güvence altına alınmasının sağlanmasını ifade etmektedir (DİA 25.cilt, 2012: 168). 

4. Felah; “arzu edilen şeyleri elde etme, istenmeyen şeylerden kurtulma, hayır, nimet, refah ve saadet içinde bulunma” anlamlarına gelmekte olup; kişinin dini ve ahlaki yükümlülüklerini yerine getirmesi sonucunda dünyada elde edeceği başarı ve mutlulukla, ahrette ulaşacağı ebedi kurtuluş ve felahı ifade eder (DİA 12.cilt, 1995: 300). 

İfade edilen felsefi kavramların ekonomiye yansıyan ve İslam ekonomisinin doktriner içeriğini belirleyen üç temel ilkesini ise Es-Sadr (1979) şöyle kategorize etmiştir: 

1. Karma mülkiyet ilkesi: İslâmiyet; bireysel mülkiyeti, toplumsal mülkiyeti ve devlet mülkiyetini kabul etmektedir. Bu üç mülkiyet türünden her birinin ayrı ayrı işlerlik alanları vardır. Bu mülkiyetlerden hiç birini istisna yani kural dışı olarak görmez veya bu mülkiyetlerden hiç birini, ortamın gerektirdiği geçici bir hal çaresi olarak kabul etmez. 

2. Sınırlı bir çerçeve içinde ekonomik özgürlük ilkesi: İslam ekonomisinde bireylere verilen özgürlük, İslâm’ın ortaya koyduğu ahlâkî ve manevî değerlerle sınırlıdır. İslâm ekonomik alanda sosyal özgürlüğü iki şekilde sınırlar: a) Gücünü, İslâm şahsiyetinin sübjektif ve fikri muhtevasından alan bir sübjektif sınırlama b) Bireyin sosyal yaşayışını düzenleyen dış güçlerin bir ifadesi olan objektif sınırlama. 

3. Sosyal adalet ilkesi: İslâmiyet bu ilkeyi, İslâm toplumundaki servet dağılımı düzeninin yüklendiği unsur ve garantilerde vücut bulmuştur. 

Bu garantiler sayesinde dağıtım sistemi, İslamî adaleti gerçekleştirebilmekte, İslâm toplumunun dayanmakta olduğu değerlerle uyuşmaktadır. Felsefî ve sosyolojik zemini oluşturan bu temeller, eğer varlığından söz edilecekse, bir İslam ekonomik sisteminin, bireyci ve toplumcu iki uç arasında adaleti gözeten bir denge durumuna çağıran karakterini sergilemektedir. 

Konuya islamî iktisat yazını açısından bakıldığında ise yoğunlukla ‘adalet’, 
‘hak etme’ ve ‘rızkın eşitlenmesi’ kavramlarına odaklanılmakta, ‘emek’, ‘sınıf 
olgusu’ ve ‘mülkiyet’ gibi konularda sermaye rasyonalitesine bağlı kalınarak 
değerlendirme yapılmaktadır. Ongan’a göre İslami yazın (2008; 226); 
sermayenin İslam ekonomisi kapsamındaki faaliyetlerini batı iktisadının 
öngördüğü rasyonalite çerçevesinde benimsemekte ancak, bunun nesnel sonuçlarının İslam toplumunda gündeme gelmeyeceğini iddia etmektedir. Bu 
iddiaların kökeninde ise, yalnızca reddiyeci bir anlayış yer almakta ancak, 
bu anlayışa dayanak teşkil edebilecek somut önlem ve politikalar sisteme 
dâhil edilmemiş bulunmaktadır. 

İdeal Toplum Yapısı ve Ekonomik Düzen 

Din olgusunun temelinde, öncelikli olarak ideal bir insan ve ideal bir toplum 
oluşturma hedefi yattığı bilinmektedir. Bu hedef ütopik ve uzak tasarım 
bile olsa, bir proje olarak toplumları mevcut durumdan daha iyi bir hale 
taşıma amacı taşımaktadır. İslam dini de bu çerçevede kendine ait ontolojik 
kabullerinden hareketle hayat ve toplum karşısında birtakım ‘düzenleyici 
ilkeler’ bütününe sahiptir. Hatta İslamî açıdan bakıldığında tek ilah olan 
Allah’ın dini de tektir ve yeryüzünde insan hayatının başlamasından bugüne 
temel prensipleriyle aynen, değişmeden devam ede gelmiştir; dinler değil 
‘din’ vardır. Bu temel Kur’an ilkesinden dolayı, mutlak manada ‘din’ kelimesi 
anıldığında ‘İslâm’ akla gelir (Kayhan, 2006;105). Bütün peygamberler söz 
konusu ideal insanı ve toplumu oluşturmak için görevlendirilmişlerdir ve 
hepsinin getirdiği dinin adı İslam’dır. Bu çerçevede İslam dininin, toplumları 
bulundukları her türlü problemli durum içerisinde ve kendi doğal, sosyal 
ve ekonomik gerçeklikleri temelinde daha sağlıklı bir yapıya kavuşturma, 
başka bir deyişle medeniyet üretme amacı taşıyan bir düşünce sistemi üzerine 
kurulduğu söylenebilir. Ekonomiye ilişkin prensipleriyle İslam dininin, 
evrensellik ilkesi bağlamında, birbirinden farklı özelliklere sahip bütün 
toplumların ortak sosyal özünden hareket ettiği ve hiçbir toplumu kapsam 
dışında bırakmayan kuşatıcı bir paradigmaya sahip olduğu görülmektedir. 
Bunun yanında İslam’ın, toplumların kendine has niteliklerini de göz ardı 
etmeden, her birisine kendi toplumsal yapılarına uygun İslamî araçlar geliştirebilmenin yolunu açma olanağını bünyesinde barındırdığı bir gerçektir. 

Tarih boyunca birbirinden zaman ve mekân açısından oldukça farklılık gösteren 
İslam toplumlarının, temel ilkeler doğrultusunda, fakat işleyiş olarak bir  birinden farklı ekonomik sistemler geliştirebilmesinin anlamı bu şekilde 
açıklanabilir. Buna göre İslam’ın önerdiği toplumsal düzenin soyut, mekanik 
ve tarih-dışı bir ideal yapı ortaya koymaktan çok, söz konusu ilkelerin kendi toplumsal durumundan hareketle özgün araçlarla hayata geçirilmesini talep ettiği söylenebilir. 

İslam ideali ile Müslüman toplumların gerçek durumu arasındaki ayrıma 
pratik bir anlam kazandırma çabalarının İslam’ın kavramsal açıklığına 
işaret edip, taklidin hâkimiyetine karşı bir denge unsuru oluşturması (Davies, 
1991: 100), günümüzde de üzerinde durulması gereken bir gelenektir. 
Fıtrat dini şeklinde formülüze edilen İslam’ın herkes için adil bir barış vaat 
eden bir yeryüzü medeniyeti idealinin mevcudiyeti, bu kavramsal açıklık 
ekseninde mümkün olmaktadır. Vahiy esas alındığında kutsal kitabın 
tüm toplumsal hükümleri, en temelde böylesi bir idealin temellerini atmak 
içinse, Kur’an’ın iktisadi düzen açısından ortaya koyduğu ilkeler, mevcut 
ekonomik sistemler için ciddi bir paradigma kaymasının temel yapı taşları 
olarak düşünülmelidir. Bu ilkeler, İslam ekonomisi siyasetlerinin temel olası 
düşünce çekirdekleri, mantık-kurucu prensipler ya da dünya iktisadına 
yeni bir yön vermek amacıyla girişilen dünya ölçekli tartışmalarda gözetilecek 
asli mihenk taşları olarak ele alınmalıdır (Arslan, 2012: XIV-XVII). 

Kendi zamanımıza ve kendi fiziksel ve düşünsel coğrafyamıza dair bir İslami 
ekonomi tesis etmeyi mümkün kılan şey, geçmişİslam medeniyetlerine 
ait ekonomik düzenlemelerin İslam’ın tek doğru görünüşü olmadığı bilincidir. 
Ekonomik ilkeleri bağlamında İslam’ı çağın gereksinimlerinden ayrı düşünmek, tevhit düşüncesine aykırı biçimde teori ve pratik arasında bir bölünmeye sebep olacağından, İslam idealleri ile örtüşmeyecektir. 

Bu duruma tipik bir örnek olarak Kur’an’da iyilik yapmak tavsiye edilirken, hangi davranışların iyilik olduğu bütün toplumsal yapıları kapsayacak şekilde tek 
bir formda ifade edilmemesi gösterilebilir. Genel çerçeve çizilerek, bu nüveden 
hareketle insanların kendi koşulları içerisinde ‘iyilik’ olarak adlandırılabilecek 
durumlara uygun bir davranışta bulunması beklenir. İslam dini, bireylerin ekonomik alan da dâhil olmak üzere tercihlerini sabit-değişmez davranış kalıplarına bağlamaktan ziyade, kişilere belli prensiplerin oluşturduğu bir özgürlük alanında, kendi öznel koşullarına uygun olarak seçim yapma hakkı tanımaktadır. Bu durum siyasetten kültüre, aileden eğitime kadar birçok toplumsal yapı unsuru için geçerlidir. Ekonomiye dair politika ve pratikler gerek bireysel gerekse toplumsal bazda birtakım temel ilkelere  riayet esasına göre şekillendirilmeye açık niteliktedir. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Günümüzde bir İslam ekonomisinden-en azından ilkesel olarak- söz etmenin en temel koşulu, İslam’ın ekonomik alanı düzenlemek üzere ortaya koyduğu prensipler üzerine, çağın ve toplumun ihtiyaçlarına uygun somut ve özgün kurumlar inşa etmeyi gerekli kılmaktadır. İslam ekonomisi çalışmalarında izlenecek metot, akıl yoluyla ulaşılacak sonuçların vahiyden gelen ilkeler ışığında yorumlanması ile ortaya konması (Tabakoğlu, 2005:18), ilkeler ve araçlar arasında anlama-açıklama gücü gelişkin İslamî teoriler geliştirilmesini içermelidir. Evrensel, çağlar-üstü ve dinamik İslam düşüncesinin genel karakteristiği, geleneğin güzel örneklerini reddetmemekle birlikte, belli bir dönemdeki uygulama ve kurumların, diğer bütün dönemlere genelleştirilmesi anlamıyla sınırlı görülmemektedir. Öte yandan bir İslam ekonomisinin mevcudiyeti, seküler toplumların kendi zihniyetlerine uygun şekilde tasarladıkları kurumların toplumumuza adaptasyonundan ibaret olarak da düşünülmemelidir. 

Bu, önemli ölçüde kaynağını İslam düşüncesinden alan yeni ekonomik araçların türetilebilmesiyle hayata geçirilebilen bir paradigmayı ifade eder. Ülkemiz açısından İslami olarak sunulan araçların, İslam toplumlarındaki sistemsiz ve eğreti pozisyonu, sosyal bir proje olarak İslam’ın diğer sosyal ve ahlakî prensiplerinden neşet eden bütünlüklü bir tasarımdan ziyade, mevcut neo-liberal enstrümanların ‘İslamîleştirilme’ çabalarına yakın durmaktadır. Bir İslam ekonomisi enstrümanının İslam’ın temel ekonomik ilkelerine zıt bir amaca yönelmesi, örneğin kapitalizm gibi yalnızca kâr elde etme motivasyonuyla topluma sunulması, bu açıdan çelişkili görülmektedir. Bir yandan ekonomik problemlerin çözümü, sosyal adalet, kalkınma, halkın refah düzeyinin yükseltilmesi gibi İslam idealleriyle uyumlu, öte yandan bireylerin temel haklarının çiğnenmemesi ilkesine riayet eden bir İslam ekonomisi teorisinin kurulması, finans araçlarının bu ilkeleri görünür kılmasına bağlıdır. Esas olan amaç ve araç arasında paralel ilişki olacaksa “İslami” sıfatıyla sunulan araçların, İslam’ın temel ilkelerine uygunluğu prensibi bu konuda belirleyici bir ölçüt olarak düşünülmektedir. Mevcut ekonomik sistem içerisinde işlev gören enstrümanların bu ölçüt etrafında değerlendirilmesi, bu genel çerçeveye uygun 
düşmeyenlerin de İslam düşüncesi açısından sahip olduğu sorunlu yapısının 
ortaya konulması bir zorunluluk teşkil etmektedir. Böyle bir değerlendirme 
ise teolojik, iktisadi, felsefi, sosyolojik vs. çok çeşitli ele alışları içeren 
geniş bir perspektifle mümkün görünmektedir. 

Türkiye’de bankacılık sektöründe ticarî alan ile sınırlı az sayıda enstrüman 
içeren İslamî finans çalışmalarının, İran, Pakistan ve Sudan gibi bütünüyle 
İslamî olma iddiası taşıyan ya da Malezya ve İngiltere gibi özellikle 
bankacılık sektöründe İslamî araçların gelişimine yer açan ülkelere kıyasla, 
başlangıç seviyesinde olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki bankacılık sektörünün 
İslamî prensiplere uygun şekilde işliyor olması İslam ekonomik sisteminin 
gerçekleştiği anlamı taşımamakta, ticarî alan dışındaki sosyal ilişkiler ve 
ekonomik davranış ağını (zekât, vakıf, sosyal yardım vs.) bir bütün olarak 
ele alan çok boyutlu teorilere gereksinim duyulmaktadır. İslam’ın felsefî, 
ontolojik ve epistemolojik zemini üzerine kurulan, ahlakî, sosyal ve siyasal 
değerleriyle şekillenen teori ve buna bağlı pratikler, İslam ekonomisinden 
söz edebilmenin zorunlu koşullarını teşkil etmektedir. Bu temel teorik zemin 
ve İslamî paradigmadan yoksun mevcut uygulamalar, şu an için yalnızca 
sınırlı girişimler ve geliştirilmeye muhtaç alternatifler sunmaktan ibaret 
görülmektedir. 

Kaynakça 

Ahmed, H. (2011), “İslam’da Ekonomik Kalkınma” (Çev: Fatih Kul) Ed: 

Faruk Yılmaz, İslam Ekonomi Felsefesi, Ankara: Berikan Yayınevi. 

Akten Çürük, S. (2013), İslami Finansın Türkiye’deki Gelişimi, Mevcut Sorunlar ve Çözüm Önerileri, 
Konya: Selçuk Ünv. Sosyal Bilimler Ens. Yayınlanmamış Doktora Tezi. 

Alada, A.D. (2004), “ İktisat Düşüncesinde Felsefi Yaklaşımın Önemi”, 
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi , c.59,No.2, 1 - 17. 

Arslan, E. (2012), Marx’ın Simiti, İstanbul: Kapı Yayınları. 

Başak, S. (2003), “Kuramsal Yaklaşımlarda Yapıya İlişkin İkilemler”, 
Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 3/2003, 133-160. 

Bîkun, R.İ. (2004), İş Ahlakı, (Çev: Ahmet Yaşar) İstanbul: İGİAD Yayınları. 

Bottomore, T. (1984), Toplumbilim, (Çev.: Ünsal Oksay) İstanbul: Beta Yayınları. 

Buğra, A. (1995), İktisatçılar ve İnsanlar, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Chapra, M.U. (2005), “Objective Of The Islamic Economic Order”,Ed: Sheikh Ghzali Sheikh Abod vd., Syed Omar Syed Agil, Aidit hj. 
Ghazali, An Introduction To Islamic Economics & Finance, Malaysia,: CERT Publications, 3-30. 

Davies, M.W. (1991), İslami Antropolojinin Oluşturulması: Kendimizi Ve Başkaları Tanımak, 
(Çev: Tayfun Doğukargın), İstanbul: Endülüs Yayınları. 

DİA (2012), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 1. Cilt, 12. Cilt, 21 
Cilt, 25.Cilt, 34. Cilt, 35. Cilt, 41.Cilt, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı. 

Düzenli,Y., Kur’an Işığında Evrensel Dengeler Ve İnsan, 
http://mediax.com.ro/kutuphane/kuran/kuran_ile_basyalan_kitaplar/63/1.htm;   E.T. 5.01.2013. 

Fârûkî, İ.R. (1998), Tevhid (Çev:Dilaver Yardım, Lâtif Boyacı) İstanbul: İnsan Yayınları. 

Erkan, H. (2000), Ekonomi Sosyolojisi, 4. Baskı, İzmir: Fakülteler Kitabevi. 

Es-Sadr, M.B. (1979), İslam Ekonomi Doktrini, (Çev: Mehmet Keskin Ve Saadettin Ergün), 2. Baskı, İstanbul: Hicret Yayınları. 

İsmail, İ.M. (1990), Çağdaş Ekonomik Doktrinler ve İslam, (Çev: Cemal Aydın), İstanbul: Boğaziçi Yayınları. 

ISRA- International Shari’ah Research Academy for Islamic Finance, (2011) Islamic Financial System - Principles & Operations, Kuala Lumpur: ISRA Pub. 

İşler O., Yılmaz, F. (2011), İktisadı Felsefe İle Düşünmek, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Kayhan, V. (2006), “Hak Dinin Tek Oluşu”, Elazığ: Fırat Üniv. İlahiyat Fakültesi Dergisi, No: 11:1, 77-106. 

Kazgan G. (1980), İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, 
İstanbul: Remzi Kitabevi. 

Kehrer, G. (1998), Din Sosyolojisi, (Der. Aktay, Y. ve Köktaş, M.E), Din Sosyolojisi, 2. Baskı, Ankara :Vadi Yayınları. 

Ongan, N.T. (2008), “İslam Ekonomisinde Bölüşüm”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2008/4, 123-142. 

Rana, İ. M. (1985), Hz. Ömer Döneminde Ekonomik Yapı, İstanbul: Bir Yayıncılık. 

Tabakoğlu, A. (2005), “Gayb İnancının Ekonomik Hayata Yansımaları”; İslam İktisadı; İstanbul: Kitabevi. 

Torun, İ. (2003), Max Weber’de İktisadi Gelişme Düşüncesi, İstanbul: Okumuş Adam Yayınları. 

Tunç, H. (2010), Katılım Bankacılığı: Felsefesi, Teorisi Ve Türkiye Uygulaması, 8. Baskı, İstanbul: Nesil Yayınları. 

Ülgener, S. (2006), Zihniyet ve Din, İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, İstanbul: Derin Yayınları. 

Weber, M. (1993), Sosyoloji Yazıları, Çev: Taha Parla, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Zaim, S. (1995), İslam -İnsan - Ekonomi, 2. Baskı, İstanbul: Yeni Asya Yayınları. 

MALTEPE ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ EKONOMİK, TOPLUMSAL ve SİYASAL ANALİZ DERGİSİ 

• Maltepe Üniveristesi – İİBF Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal AnalizDergisi, Maltepe Üniversitesi’nce yılda iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir. 
• Dergimizde tüm sosyal bilim dallarında makaleler yayımlanmaktadır. 
• Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen kurallara uygun olarak hazırlanmalıdır. 
• Dergide yayımlanan makalelerde görüşler yazarlara ait olup, dergimizi bağlamaz. 
• Dergimizde yer alan makalelerden kaynak gösterilerek aktarma ve alıntı yapılabilir. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder