13 Şubat 2020 Perşembe

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYEYE YANSIMALARI., BÖLÜM 8

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYEYE YANSIMALARI., BÖLÜM 8



ABD’nin İsrail ile olan özel ilişkisi, ABD karar alma mekanizmasındaki Yahudi etkisi ve ABD yönetiminin Orta Doğu’ya bakış açısındaki kendine özgülükler bilinmektedir. Yahudi lobileri Amerikan yönetimi üzerinde oldukça etkindir. ABD ile İsrail arasındaki organiğe yakın bağlar, Ortadoğu’da yalnızlaşan İsrail’e bu bölgede kalıcıdestek sağlanmasıaçısından çok önemlidir. Bush dönemi ABD 
yönetiminde de Yahudilerin büyük bir etkinliği vardı. Bush yönetiminin şahinler kanadının çoğunluğu Yahudilerden oluşmaktaydı. 


Eskiden olduğu gibi Bush döneminde de ABD, Orta Doğu’nun temel sorunu olan Filistin meselesinde izlediği politikalarda çoğunlukla İsrail’in lehine davranmıştır. Araplara göre de Arap-İsrail anlaşmazlığında ABD, her zaman İsrail’den yana bir politika izlemekte ve İsrail’i açık şekilde desteklemektedir. 

ABD dış politikasının İsrail’e fazla angaje olduğu iddiaları ve tartışmaları sadece Ortadoğu’da değil ABD içinde de tartışmalara neden olmaktadır. 

Bu tartışmalardan biri de 2006 yılında Chicago Üniversitesi’nden John Mearsheimer ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen Walt’ın “İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Polikası” adlı çalışmaları olmuştur. 

Mearsheimer ve Walt, “İsrail lobisi” diye adlandırılan çevrelerin Amerika’nın Orta Doğu politikasını önemli ölçüde etkilediğini belirtmişlerdir. Amerika’da iyi örgütlenmiş durumdaki İsrail yanlılarının, Amerikan yasama ve yürütme organları tarafından alınan, İsrail’i ilgilendiren konulara ilişkin kararlar üzerinde 
etkili olduklarını iddia etmişler ve bu durumun ise her zaman Amerika’nın kendi çıkarlarına uygun olmadığını ve rasyonaliteden uzak olduğunu 67 savunmuşlardır. Stephen Walt ve John Mearsheimer kendilerini bu çalışmaya iten nedeni şu şekilde açıklamışlardır. 

“Bu konu üzerinde özellikle 11 Eylül’den sonra durmaya başladık. Diğer birçok Amerikalı gibi biz de Orta Doğu’ya ilişkin Amerikan politikasına yeni bir şekil vermek gerektiğini anlamıştık. Bu durum bizi Amerika içinde etkili olan ve Amerika’nın, dünyanın o bölgesinde kendi ulusal çıkarları yönünde adım atmasını zorlaştıran siyasi güçlere yöneltti.”68 

Mearsheimer ve Walt, “İsrail lobisi”ni, önemli bireyler ve İsrail yanlısı gruplardan oluşan, gevşek bağlarla birarada duran bir koalisyon olarak tanımlamaktadırlar. Ama bu kişi ve grupların hepsinin yahudi olduğunu söylemek de mümkün değildir. Stephen Walt’a göre, bu grupların başta geleni, Amerikan İsrail Kamu işleri Komitesidir. (The American-Israel Public Affairs Committee-AIPAC) Stephen Walt ve John Mearsheimer, lobinin başarı stratejileri üzerinde durmuşlar; kongre, yürütme, medya, araştırma kurumları, üniversite üzerindeki etkisini irdelemişler ayrıca, Bush ve Sharon’un Orta Dogu politikaları üzerindeki 
etkilerini gündeme taşımışlardır.69 

“AIPAC’in amacı, Amerika’nın İsrail’e olan desteğinin her zaman devam etmesini sağlamaktır. İsrail ne şekilde davranırsa davransın, Amerikan desteğinin ve her yıl milyarlarca doları bulan yardımın devam etmesini garanti altına almak için çalışıyorlar. 

Bunu yaparken, İsrail’i destekleyen Kongre adaylarına maddi destek sağlamak ve bu açıdan güvenilir bulmadıkları Kongre üyelerine ise para verilmesini önlemek gibi yöntemlere başvuruyorlar. Bu işi olağanüstü derecede başarıyla yapıyorlar. Paraları var, iyi örgütlenmiş durumdalar ve hiçbir şeye aldırmadan 
hareket ediyorlar.”70 

Profesör Walt bu çabanın sonucu olarak Amerika’nın her yıl İsrail’e 3 milyar dolara yakın yardım yaptığına değinerek, İsrail’in, Amerika’dan her yıl en çok yardım alan ülke olduğunu belirtmiştir. Amerika ayrıca İsrail’e, Filistinliler ve Orta Doğu’daki diğer taraflarla ilişkisinde diplomatik destek sağlamaktadır. 


New York Üniversitesi Tarih Profesörü Tony Judt, Mearshimer ve Walt’ın ileri sürdüğü görüşte gerçek payı olduğunu düşünmekle birlikte bir adım daha ileri giderek, İsrail yanlısı lobinin her girişiminin de İsrail’in çıkarlarına uygun olmadığını belirtmiştir. 

“Bu lobinin, kendi faaliyeti hakkında Amerika’da herkesin sessiz kalması yönündeki çabası, Amerika’nın resmen onaylamadığı, işgal altındaki topraklarda yahudi yerleşim yerleri kurulması gibi uygulamaların açıkça eleştirilmesini engelliyor. Bence bu Amerika için kötü. Çünkü Amerika’nın, uluslararası alanda İsrail’i ne olursa olsun desteklediği şeklinde izlenim yaratıyor. Bu aynı zamanda 
İsrail’in kendisi için de kötü. Kendi hükümetlerinin yaptığı birçok şeyi sert bir şekilde eleştiren birçok İsrailli var. Bunlar seslerini duyuramıyor, çünkü, kendilerine adeta “biz yapıyoruz, Amerika da onaylar görünüyor, içteki muhalifleri dikkate almamıza gerek yok” deniyor.”71 

Profesör Judt ayrıca, İsrail yanlısı lobiyi eleştirenlere yöneltilen sert sözlü saldırıların, bu konuların açıkça tartışılmasını engellediğini ifade etmiştir. 

“Mearshimer ve Walt’ın dile getirdiği konuların açıkça tartışılmamasının sebebi bu. Tartışacak olursanız, İsrail aleyhtarı olarak görülme tehlikeniz var. İsrail’in politikalarını eleştiriyorsanız, Yahudi aleyhtarı olmakla da suçlanıyorsunuz.”72 

Profesör Tony Judt ve diğer gözlemciler, Amerikan dış politikasını oluşturan farklı unsurlar üzerinde açık ve samimi tartışmanın, Amerikan demokrasisinin ayrılmaz parçası olduğunu belirtmektedirler. Dolayısı ile Profesör John Mearsheimer ve Stephen Walt’un, İsrail lobisiyle ilgili olarak başlattıkları tartışmanın kısa sürede kapanmayacağı daha uzun yıllar süreceği söylenebilir. 

Diğer taraftan yahudi lobileri bu etkinin abartıldığını ve var olan ilişkinin de Amerikan çıkarları ile örtüştüğünü belirtmişlerdir. 


           “Hegomanya Dünya Tarihi Kadar Eskidir.”73 



V-BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ’NE YAKLAŞIMLAR 

Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi, birçok platformda tartışılmış ve destekleyenlerin yanında ciddi oranda eleştirenler de bulunmuştur. Eleştirilerin bir bölümü projenin tümünü kapsarken, bir kısmı ise sadece bazı stratejileri üzerinde yoğunlaşmıştır. BOP’un uygulama yöntemi konusunda en önemli eleştrilerden biri de, Bush döneminde ABD dış politikasına hâkim olan yeni muhafazakârlara karşı yeni liberal görüşü savunan Ronald Asmus ‘un Kenneth Pollack’tan gelmiştir. Görüşlerini birlikte kaleme aldıkları ve Washington Post gazetesinde, yayımlanan, “Ortadoğu’nun Neoliberal Açıdan Ele Alınışı”74 (The 
Neoliberal Take on the Middle East) başlıklı makalede açıklamışlardır. 

Bu makalede Asmus ve Pollack Yeni-Liberal çizginin ABD’ye bakış açısındaki, Muhafazakar çizgiden farklılıklarını ortaya koyarak eleştirilerini açıklamışlardır. Asmus ve Pollack’a göre; Gerek Yeni Muhafazakarlar gerekse Yeni Liberaller 
Ortadoğu’nun dönüştürülmesi gerektiği konusunda uzlaşmaktadırlar. 

Ama çözümler konusunda birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Ayrılma noktalarından birincisi, güç kullanımı konusudur. Yeni Muhafazakarlar, Ortadoğu’yu güç kullanımı ile dönüştürmeyi hedeflemektedirler. 

Neo liberaller demokratikleşmenin zor kullanarak sağlanacağı şeklindeki yaklaşıma karşı çıkmaktadırlar. 
Yeni Liberaller ise; siyasal çözümü tercih etmektedirler ve askeri saldırılara sadece en son çare olarak başvurulabilineceğini belirtmişlerdir.75 


ŞEKİL 3: 
BÜYÜK ORTADOĞU HARİTASI 

Kaynakça : Madeleine K. Albright, Vin Weber, Steven A. Cook, “In Sup-
port of Arab Democracy:Why and How”, Counsel on Fore-
ing Relations, CFR June 2005, Independent Task Force Re-
port No. 54 s.36,http://www.cfr.org/content/publications/at-
tachments/Arab_Democracy_TF.pdf  Erişim : 23.10.2007 

Asmus ve Pollack, Yeni Muhafazakarların ABD’yi bir imparatorluk olarak gördüklerini, ittifaklara çok değer vermediklerini ve yük olarak gördüklerini, kaydettikten sonra, sadece güce inanan Yeni Muhafazakarların Uluslararası kuralların, sadece kötüler için geçerli olduğuna inandıklarını ileri sürmüşlerdir. İkinci olarak Yeni Muhafazakarlar ulus inşası politikalarına destek vermemekte dirler. Oysa Yeni Liberaller ulus inşasını barışı kazanmak için stratejik bir araç olarak görmektedirler. 

Neo liberaller Orta Doğu’nun dönüştürülmesi ve projenin başarısı için, Arap-İsrail anlaşmazlığının kalıcı biçimde çözülmesini, olmazsa olmaz koşul olarak görmektedirler. Yeni Muhafazakarlar ise, Barış süreci konusunda kötümserdirler. 

Asmus ve Pollack, Soğuk Savaş döneminde NATO’nun SSCB ve diğer Varşova Paktı ülkesi üyelere uyguladığına benzer uzun vadeli ekonomik, siyasi, kültürel, ve askeri geniş stratejiyi Ortadoğu’ya karşı uygulamayı önermişlerdir.Böyle bir savaş Soğuk Savaş kadar uzun bir süreye yayılmış görülmektedir. 

Ortadoğu’daki dönüşümün sürekli, politik, ekonomik ve stratejik işbirliği sayesinde on yıllar alacağını, müttefikleri dışlamak yerine bunlarla bozulan ilişkilerin tamirini gerektireceğini belirtmişlerdir. 

‘’Ortadoğu’daki tehditlerin ortadan kaldırılabilmesi, ancak NATO’nun Soğuk Savaş döneminde SSCB’ye karşı uyguladığı gibi uzun soluklu ve kapsamlı bir proje ile mümkün olabilir. Ortadoğu, yeni muhafazakârların savunduğu gibi, güç kullanılarak dönüştürülemez, bu dönüşüm, ancak Avrupalı müttefiklerle 
de işbirliği yapılarak ve ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal boyutları da içeren kapsamlı bir projeyle mümkün olabilir… Amerika’nın sadece düşmanlarına korku salmasını değil, dostlarında da hayranlık uyandırmasını ve onların desteğini 
kazanmasını istiyoruz.”76 

Asmus ve Pollack’ın yaklaşımları BOP’u söylem boyutuyla etkilemiş olmakla birlikte, BOP’un geneline yine de, yeni muhafazakâr çizgi damgasını vurmuştur. Örneğin; Yeni liberallerin projenin başarısı için olmazsa olmaz koşul olarak gördükleri Arap-İsrail anlaşmazlığının kalıcı biçimde çözülmesi, yeni muhafaza kâr BOP versiyonunda göz ardı edilmiştir. Bunun temel nedeni; muhafazakâr çevrelerin Amerika’nın rekabet edilemez gücünü ana çıkış noktası olarak algılamalarıdır. 

Bush Doktrini’ne de ilham kaynağı olan bu görüşe göre ABD, büyük ekonomik ve askeri gücüne dayanarak dünyanın herhangi bir bölgesinde istediği dönüşümü yaptırabilir, kendine yönelik tüm tehditleri ortadan kaldırabilir, yeni 11 
Eylül’lerden korunmak için başka seçeneği de yoktur.77 ‘’Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu Girişimi’’ adıyla sunulan, G-8’de tartışılan ve sonuç bildirgesine 12 madde halinde yansıyan projenin sonuç bildirgesinde yer alan ‘’projenin bölgeye dışarıdan empoze edilmeyeceğine’’ dair ifadeye rağmen pratikte tam tersi olmuştur. 


Fuat Keyman Projenin dayandığı muhafazakar ideolojinin güvenlik anlayışına dikkat çekmiş ve bu anlayışın uluslar arası ilişkilere yerleşmesinin sonuçlarını eleştirmiştir. Keyman’a göre; Ekonomik kalkınmanın demokrasi getireceği anlayışı üzerine kurulan II. Dünya savaşı sonrası düzen, 11 Eylül sonrası dünyada, ABD’nin tek taraflı ve savaş temelli dış politika anlayışıyla ciddi bir kırılma geçirmiştir. 

Bu kırılma, demokrasiyi ekonomik kalkınma ile değil de güvenlikle birlikte düşünen bir anlayışı, uluslararası ilişkilere yerleştirme girişimi ile gerçekleşmiş tir. Bush doktirini dediğimiz yeni muhafazakar ideoloji, terörizme karşı küresel mücadeleyi savaşa indirgemiş ve bu indirgemeyi de “güvenlik+demokrasi= barış” denklemiyle meşrulaştırmaya başlamıştır. Ekonomi-demokrasi ilişkisi yerine, güvenliksavaş-demokrasi ilişkisiyle dünyaya yaklaşan Bush yönetiminin, yeni muhafazakar ideolojisi bunun gereğini önce Afganistan’da, sonra da 
Irak’a karşı başlattığı savaş yoluyla yaşama geçirmiştir. Fakat her iki örnekte de sonuç olumsuzdur. Savaş demokrasi değil siyasal istikrarsızlık getirmiş, terörü engelleyen değil aksine pekiştiren bir ortamın ortaya çıkmasına neden olmuştur. 

Keyman “Büyük Ortadoğu Projesi” ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”ni de bu başarısızlıkların üstünü kapatmayı amaçlayan bir proje olarak değerlendirmiştir. 

“ …bir taraftan Irak ve Afganistan’da yaşanılan bu başarısızlığın üstünü kapatmaya çalışan bir girişim, diğer taraftan da güvenlik-demokrasi ilişkisini dünyanın siyasal açıdan en istikrarsız, demokrasi açısından en eksik; ama ekonomi açısından da en emperyalist duygulara en açık bölgesine yerleştirmeye çalışan bir projedir.”78 

Başkan Carter dönemi Ulusal Güvenlik Danışmanı, Amerikalı Stratejist Zbigniew Brzezinski de Bush yönetiminin uyguladığı politikaları çok başarısız bulmuştur. Brzezinski’ye göre Neo-Con’lar, bütün problemlerin üstesinden tek başlarına gelebileceklerini düşünmüşlerdir. Ancak zamanla gelişen olaylar bunun hiç de böyle kolay olmadığını göstermiştir. 

“ABD ‘dünyaya paranoyakça bakmak’ şeklinde tarif edilebileceğini düşündüğüm bir yaklaşımı en üst düzeyde hayata geçirmiştir. Bugün neredeyse tüm dünya ABD politikalarına karşıdır. Amerika’nın gücü tarihsel bir doruk noktası yaşıyor; 
siyasi duruşu ise dibe vurmuş durumdadır… ABD’nin bugün merkezi rolü, terörizme karşı savaşla tarif ediliyor. Ben bu tarifi, dünyanın ilk süper gücü ve samimiyetle idealist gelenekleri olan muazzam bir demokrasi açısından son derece dar ve aşırılıkçı bir dış politika vizyonunun ifadesi olarak görüyorum. İkincisi ise; ABD’nin bugün karşı karşıya kaldığı güven krizi ve yalıtılmışlık 
durumuna katkı yapan bir durum: Dünyaya dar bir açıdan bakmak, sürekli olarak körleştirici bir paniğe yol açan abartılmış bir korkuyu da besliyor.”79 

Brzezinski ise ABD stratejisindeki radikal değişikliği bir yol ayrımı olarak değerlendirmiştir. 

“Küreselleşmenin özü, birbirine küresel bağımlılıktır. Amerika bu gün, iki yoldan birini tercih etmek durumunda. Ya kendi egemen küresel gücünü yalnızca kendi güvenliği için kendi başına buyruk kullanacak, ya da ortak paylaşılan çıkarlara dayalı yeni bir küresel sistemi yaratmaya çalışacaktır.”80 

Brzezinski Bush yönetiminin uyguladığı politikaları başarısız bulmakla birlikte Bush yönetiminin başarılı olması için atması gereken adımlar konusunda da uyarılarda bulunmuş ve önerilerini şu şekilde sıralamıştır. Birinci olarak program Ortadoğu ülkeleri tarafından hazırlanmalıdır. Ülkelere sadece ne yapmaları 
gerektiğini söylemek etkili olmayacak ve yetersiz kalacaktır. Ortadoğu ülkeleri, dinsel ve kültürel geleneklerin küçümsendiğini hissederlerse, demokrasiye kucak açmayacaklardır. Bunun yanı sıra Avrupalılar işin içine tam anlamıyla katılmalıdır; planlanan işlerin tarifi ve neyi hedefleyeceği konusunda bölge ülkeleriyle kendi diyaloglarını sürdürmelidir. G-8 zirvesindeki muhtemel 
yaklaşım farklılıklarının üstesinden ancak bu şekilde gelinebilinecek tir. 

İkinci olarak; girişim kendi kendini yönetmekten kaynaklı siyasi itibar olmaksızın demokrasiden söz edilmeyeceği kabullenmelidir. II. Dünya savaşının ardından Almanlar siyasi itibarlarını nispeten kısa bir süre içinde geri kazanmışlardır ve bu itibar, Nazi sonrası dönemde demokratik kurumları canlandırmaları için onlara yardımcı olmuştur. Eğer Filistinlilere ve Iraklılara egemenlik tanıma çabalarıyla birleştirilebilirse, Arap demokrasisi çok daha başarılı olacak ve daha yaygın kabul görecektir. 

Aksi durumda demokrasi, Arap dünyasındaki bir çok çevre tarafından, süre giden yabancı egemenliğinin maskesi olarak algılanacaktır. 

Son olarak ABD, Ortadoğu’daki bir barış anlaşmasının özünü tarif etmeli ve ardından anlaşmayı hayata geçirmek için enerjik bir biçimde çalışmalıdır. Böyle yapmak, demokrasi girişiminin ardından yapıcı niyetlere yönelik daha güçlü bir güven sağlayacak ve bununla birlikte Ortadoğu ülkelerine, demokratik Batı ile samimi bir ortaklık için paylaşılan bir zemin olduğunu gösterecektir. 

Ortadoğu’nun dönüşümü, savaş sonrası Avrupa’nın restorasyonundan daha karmaşık bir süreç olacaktır. Ne de olsa sosyal restorasyon, tabiatı gereği, sosyal dönüşümden daha kolaydır. İslami geleneklere, dini inançlara ve kültürel alışkanlıklara, sabır ve saygıyla yaklaşmak gerekir. Ancak bunun ardından 
Ortadoğu’da demokrasinin zamanı gelecektir.”81 

Bir başka önemli eleştiri Joseph S. Nye Jr’a aittir. Nye, Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesinde en büyük handikaplardan biri olarak güven bunalımını görmüştür. Çünkü; bölge insanı Batı’ya güvenmemektedir. Amerika açısından güvensizlik, sadece bölge insanı ile sınırlı değildir. Avrupa’da da anti-Amerikanizm büyük bir patlama yapmış durumdadır. Artık Avrupalıların çoğunluğu, küresel yoksulluk mücadelesini, çevre sorunlarının çözülmesini 
ve barışın sürdürülmesini, Amerika’nın engellediğine inanmaktadırlar. Bölge insanının güven eksikliğinin temelinde, ABD’nin Filistin’e karşı açık olarak İsrail’e destek vermesi ve yapay gerekçelerle Irak’a müdahalede bulunmuş olması yatmaktadır. Bu anlaşmazlık, bir taraftan yöneticilerin eline, demokratik 
reformlara gidilmemesinin bahanesini verirken, diğer yandan da eylemci terör örgütlerinin kazanımını kolaylaştırmaktadır.82 

Büyük Ortadoğu Projesinin değerlendirilmesi ile ilgili olarak TESEV’in yapmış olduğu “Genişletilmiş Orta Doğu Ve Kuzey Afrika’da Demokratikleşme Tartışması: Türkiye’den Sivil Bir Tespit” adlı çalışmada Büyük Ortadoğu Projesine getirilen eleştirileri özetler nitelikte olmuştur. TESEV’in raporuna göre; Büyük Ortadoğu Projesi, bölgenin demokratikleşmesi önünde, amaçlananın 
aksine bir engel olmaya başlamıştır. ABD, Ortadoğu’da Anti-Amerikancılık dalgasından büyük zarar görmektedir.83 Iraklı tutukluların işkence görüntüleri bölgede Anti-Amerikancılığı daha önce görülmedik derecelere taşımıştır. Böyle bir ortam, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da (GODKA) meşru demokratikleşme tartışmalarını engellemektedir. Bölgedeki her demokratikleş me projesi BM Anayasası’nda belirtilen prensiplere ve uluslararası kabul edilmiş araçlara uygun olmalıdır. Her tür askeri müdahaleyi dışlamalıdır. GODKA bölgesine ilişkin girişimler uluslar arası terörizmin ilacı olarak demokratikleş meyi bölgede özgür bırakmak ve sürdürülebilir hale getirmek arzusuyla ortaya çıkmıştır. Bu şekilde algılanan bir demokratikleşmenin etkili bir araç olacağı, yoruma açık bir sorudur. Demokrasinin kargaşa ve kaostan yaratılabileceği önermesi asılsızdır. 

Bölgede demokratikleşme nihai istikrar amacını takip etmelidir. Bu sadece bölgesel ya da küresel bir çıkar değil, aynı zamanda asıl insani bir önceliktir. Demokratikleşme, bir ülkenin uyması gereken kriterler olarak tanımlanabilecek çıpalarla (referanslarla) desteklenmelidir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin siyasi kriterleri olan Kopenhag Kriterleri’ne adapte olma ve uyum sağlama deneyimi 
bu yöntemi başarıyla gösteren bir örnektir.84 

TESEV çalışmasında ayrıca Ortadoğunun demokratikleşebilmesi için bir yol haritası çizilmiştir. 

Filistin probleminin çözümünü gerektirir. Arap-İsrail uyuşmazlığı bölgedeki otoriter yapının sürmesi için gerçek neden olmayabilir. Fakat, militanlaşmanın parlamasına yardım etmektedir ve bölgedeki hükümetler tarafından reform yapmamak için bir bahane olarak kullanılmaktadır.85 

Büyük Ortadoğu Projesinin ve dolayısı ile Bush Doktrini’nin en büyük savunucularından biri Robert J. Lieber’dir. Yazmış olduğu “Amerikan Çağı: 21. Yüzyıl için Güç ve Strateji” (The American Era: Power and Strategy for the 21st Century)86 adlı kitabında Ortadoğu Projesini ve Bush doktrinini savunmuştur. Lieber’e göre; Bush Doktrini, ABD için kararlı ve geniş vizyonlu bir büyük 
strateji oluşturmaktadır. Aradan geçen beş yılı aşkın sürede bu doktrinin mantığı ve amacı hala desteklenmeyi hak etmektedir. 

Gerek dünyada, gerekse ABD içinde büyük ölçüde çarpıtılmasına karşın, Amerika’ya yönelik tehditler konusunda somut bilgilere dayalı bir teşhis getirdiği gibi, tehditlere karşı koymaya yönelik geniş kapsamlı önlemleri de içermektedir. Bunlar; Erken müdahale, askeri öncelik, yeni bir çok taraflılık (mümkün olan 
yerlerde), demokrasinin yayılması gibi kavramlardır. Kuşkusuz, bu politikanın uygulanmasında zorluklarla karşılaşılmakta ve bu zorluklar zaman zaman ciddi boyuta ulaşmaktadır. Ancak bütünsel haliyle bu strateji, yönetimi eleştirenlerin genellikle atladıkları bazı çağdaş gerçeklerin temelini kavramakta ve desteklen meyi hak etmektedir. 

Lieber, varsayımlarını üç temel nedene dayandırmaktadır: 

Birincisi; köktenci İslamcı terörizm ile kitle imha silahlarının karışımından 
oluşan, daha önce karşılaşılmamış bir tehditle karşı karşıya bulunulmasıdır. Soğuk Savaş döneminde geçerli olan dizginleme ve caydırıcılık doktrinleri, bugünkü tehdit karşısında artık geçerli değildir. Bunun sonucu olarak da erken davranmaya, hatta müdahaleyle önleyiciliği sağlayacak güç kullanımına hazır olunması zorunludur. İkincisi; BM, günümüzün en tehlikeli ve yıkıcı sorunları karşısında hemen her zaman etkisiz ve yetersiz kalmaktadır. Üçüncüsü; Amerika’nın kendine has gücü nedeniyle, diğer ülkeler kaçınılmaz biçimde onun öncülüğünü beklemek durumunda kalmaktadırlar. ABD, diğerleriyle işbirliği arayışına girebilir, girmelidir de, fakat öncülük etmediği takdirde başkalarının harekete geçmesi olasılığı yok denecek kadar azdır. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü ve hatta soykırımın önlenebilmesi diğer ülkeler tarafından güvence altına alınamazken, terörizm ve kitle imha silahlarının doğuracağı tehlikeler karşısında Amerika’nın aktif olarak konuyla ilgilenmesi ve hatta müdahale etmesi hiç de özür gerektiren bir olgu değildir.87 

Lieber’e göre; gelişmeler karmaşık olsa da, Amerikan politikası önemli başarılara imza atmıştır: Afganistan ve Irak’ta el Kaide ve diğer terörist gruplara devlet desteğinin önlenmesi ve yasaklanmaları, ciddi ve stratejik bir bölgesel tehdit yaratan Saddam tiranlığının devrilmesi, El Kaide şebekesinin hiç olmazsa bir kısmının etkisizleştirilmesi ve yok edilmesi, herhangi bir Ortadoğu ülkesindeki yönetimi devirerek denetimi ele almaya yönelik İslamcı hırsların engellenmesi, Libya’nın kitle imha silahları programlarından vazgeçirilmesi, A.Q. Han’ın Pakistan’da nükleer ağ kurmaya yönelik çalışmalarının engellenip durdurulması, bunların hepsi de Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik 11 Eylül sonrası bir saldırının önlenmesini sağlamıştır. 

Bush yönetimin Amerika’nın dünyadaki rolü ve etik sorumlulukları hakkındaki görüşü, anlaşılabilir bir çıkarsamaya dayanmaktadır. ABD’nin daha uzun bir süre dünyanın önder gücü olmayı sürdüreceği açıktır ve Bush’un sözleriyle “Batı ülkelerinin altmış yıl boyunca Orta Doğu’da özgürlüğün yokluğu karşısında 
sergilediği hoşgörü ve uyum sağlama çabasının, bize güvenliğimiz açısından bir katkısı olmamıştır.” Yapabilecek en iyi iş (Charles Krauthammer’in ünlü deyişine uygun olarak) “en gerekli yere müdahale” etmektir. Yani; Orta Doğu’ya.88 

Lieber, radikal muhalifler olarak nitelediği muhaliflerin odak noktası haline getirdikleri özellikle Irak’taki acılı ve maliyetli duruma da açıklık getirmektedir ve bütün bu kayıplara rağmen doktrinin sürdürülebilir bir politika olduğunu iddia etmiştir. 

“Lieber’e göre; Bush Doktrini’ne yönelik karşıtlığın temeli, doktrinin kendisinden değil, Bush’un başkanlığına yönelik köklü siyasal ve kültürel antipatiden kaynaklanmaktadır.”89 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

67 John J. Mearsheimer and Stephen M. Walt, “The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy”, March 2006 RWP06-011, 
     http://ksgnotes1.harvard.edu/Research/wpaper.nsf/rwp/RWP06-011/$File/rwp_06_011_walt.pdf,  Erişim:21.03.2007, s.3 
68 Mearsheimer ve Walt, The Israel Lobby…,s.4 
69 Mearsheimer ve Walt, The Israel Lobby…,,s.3 
70 Mearsheimer ve Walt, The Israel Lobby…,,s.9 
71 Amerika ‘İsrail Lobisi’ni Tartışıyor, Voice of America Washington 18/07/2006 
     http://www.voanews.com/turkish/archive/2006-07/2006-07 -18-voa14.cfm 
72 Amerika ‘İsrail Lobisi’ni Tartışıyor, Voice of America Washington 18/07/2006 
     http://www.voanews.com/turkish/archive/2006-07/2006-07 -18-voa14.cfm 
73 Zbigniew Brzezinski, Eski ABD Ulusal Güvenlik Teşkilatı Danışmanı 
74 Ronald D.Asmus ve Kenneth M.Pollack, “The Neoliberal Take on the Middle East”, The Washington Post, 22 june 2003, ayrıca: 
    http://www.brookings.edu/opinions/2003/0722middleeast_asmus.aspx, 19.03.2006 
75 Asmus ve.Pollack, “The Neoliberal….” par.3 
76 Asmus ve.Pollack, “The Neoliberal….”, par.4 
77 Erhan, Ortadaki Büyük Oyun….,par.13 
78 E. Fuat Keyman, “Nato Zirvesinde Türkiye Nasıl Öne Çıkabilir?”, Zaman Gazetesi, 26. 06. 2004, s. 18 
79 Radikal Gazetesi, “Zbigniew Brzezinski; Hataları Düzeltme Zamanı”, 11 Kasım 2003 
     http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=95058 
80 Zbigniew Brzezinski, The Choice: Global Domination or Global Leadership, Basic Boks, New York, 2004, s. 24 
81 Zbigniew Brzezinski, ” Büyük Ortadoğu’ya Dikkat” The Newyork Times, 08 Mart 2004; Aktaran: Radikal Gazetesi, 10 Mart 2004, 
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=109124 
82 Joseph S. Jr. Nye, “The Decline of America’s Soft Power”, Foreign Affairs, May/ June 2004, s.17-19 
    http://www.foreignaffairs.org/20040501facomment83303/joseph-s-nye-jr/the-decline-of-americas-soft-power.html, 02.03.2007 
83 Anti Amerikanizm Ve Ülkelerdeki Oranları İle İlgili Olarak Bknz. Pew Global Attitudes Project, A Year After Iraq War Mıstrust Of 
    Amerıca In Europe Ever Hıgher, Muslim Anger Persists A Nine-Country Survey 2004, 
    http://people-press.org/reports/pdf/206.pdf,  Erişim;22.09.2006 
84 Burak Akçapar, Mensur Akgün, Meliha Altunışık, Ayşe Kadıoğlu, “Genişletilmiş Orta Doğu Ve Kuzey Afrika’da Demokratikleşme 
    Tartışması: Türkiye’den Sivil Bir Tespit, İstanbul Çalışması,” TESEV, 25-27 Haziran 2004, 
    http://www.tesev.org.tr/eng/events/istanbulpaper3turkce.doc, Erişim;15 Ekim 2006 
85 Akçapar,Akgün,Altunışık ve Kadıoğlu, Genişletilmiş Orta Doğu……, s.6-12 
86 Robert J.Lieber, The American Era: Power and Strategy for the 21st Century, Cambridge University Press, New York, 2005 
87 Lieber, The American Era: Power…., s.21 
88 Lieber, The American Era: Power…., s.29 
89 Lieber, The American Era: Power…., s.45 


9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder