12 Şubat 2020 Çarşamba

Şah Fırat ile 1921 Ankara Anlaşması ve 1956 Halep Protokolü’nün Tanıdığı Hak Kullanıldı

Şah Fırat ile 1921 Ankara Anlaşması ve 1956 Halep Protokolü’nün Tanıdığı Hak Kullanıldı.,


Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu 
30.12.2015 
USAK 
Başkanı Özdem Sanberk: 


" Şah Fırat ile 1921 Ankara Anlaşması ve 1956 Halep Protokolü’nün Tanıdığı Hak Kullanıldı" 

( 05 03 2015 )

USAK Başkanı Büyükelçi (E) Özdem Sanberk, 

Uluslararası boyutuyla Şah Fırat Operasyonu’nu değerlendirdi. 

Operasyonun son derece olumlu bir adım olduğunu ancak daha önce yapılması gerektiğini ifade eden Sanberk, 1921 Ankara Anlaşması ve 1956 Halep Protokolü’nün Türkiye’ye tanıdığı hakkın kullanılarak Şah Süleyman Türbesi’nin güvenlik bakımından daha emniyetli bir yere taşındığını belirtti. 

Mülakat: 
Kerem TÜRK 

Muhalefetin yoğun eleştirdiği, iktidarın ise büyük bir başarı gibi gösterdiği Şah Fırat Operasyonu’nu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Sanberk: Operasyonu değerlendirmeden önce genel tabloya bakmak gerektiği kanaatindeyim. Karşımızda çöküşe geçmiş bir Orta doğu ve gergin bir Türkiye bulunuyor. 

Tabiatıyla yapılan operasyon son derece önemli. Çünkü yıllar sonra Türkiye ilk defa sınır ötesi bir harekât yaptı. Bunu da uluslararası 
anlaşmalara tamamen uygun bir biçimde, Türkiye’nin haklarını korumak için gerçekleştirdi. 

Bilindiği üzere Süleyman Şah Saygı Karakolu, vahşi bir terör örgütü olmanın yanında şiddete dayalı devlet dışı bir aktör olan IŞİD’in tehdidi altındaydı. 

Her zaman yaşanılanın dışında, olağan dışılığın yarattığı büyük bir tehdit söz konusuydu. 

Bahsedilen tehdidin püskürtülmesi gerekiyordu ve Türkiye’de uluslararası hukuka uygun bir şekilde bunu gerçekleştirdi. 

Cumhuriyet tarihinden bu yana ilk defa toprak kaybıolduğu yorumlarına da rastlıyoruz. 

Türbenin korunamaması gibi bir durum söz konusu muydu? 
Bu durumda başka argümanlar devreye sokulabilir miydi? 

Sanberk: 

IŞİD’in gerek kullandığı yöntemler gerekse elinde bulundurduğu güç türbenin korunmasını mümkün kılmıyordu. Dolayısıyla türbede bulunan Türk Silahlı
Kuvvetleri (TSK) personelinin hayatları söz konusuydu. Türbenin taşınmaması durumunda katliam yaşanabilirdi. Türkiye’nin böylesi bir senaryoyu kaldırma gücü olduğunu düşünmüyorum. Her hükümetin yapacağı ilk iş söz konusu vahim durumu önlemektir.

Sonuç itibarıyla, operasyonun son derece olumlu bir adım olduğu kanaatin deyim. Operasyona yönelik belki de eleştiri yapılacak tek bir husus, zamanlama ile ilgili olabilir.

Durum bu hâle gelmeden önce türbenin yerinin değiştirilmesi gerekirdi. Bu yönüyle geç kalınmış bir inisiyatiftir. Ayrıca Şah Fırat ile TSK kendi operasyon kabiliyetini de ortaya koydu. Son derece komplike bir operasyonu başarılı bir şekilde yerine getirdi.

Operasyonda hükümetin de diplomatik alanda gerekli başarıyı gösterdiğini belirtmek gerekir. Geç kalınmış olmasına rağmen büyük bir risk alınmış ve başarı elde edilmiştir.

Kanaatimce Türkiye’nin Suriye politikası değişen koşullara uygun olarak çok daha önceden revize edilmeliydi. Hadise bu sebeple biraz zihinleri karıştırıyor. Gerek hükümetin gerekse muhalefetin söyledikleri temel olarak haksız ve yanlış değil. Ancak kullanılan sert üslup, Türk halkını gerginliğe sevk ediyor.

Türkiye’nin sınır ötesi harekâtla Suriye toprakları içinde operasyon düzenlemesi ve bulunduğu alan itibarıyla Türkiye’nin parçası sayılan türbenin yerinin Türkiye sınırına yakın olan Eşme bölgesine taşınmasının yansımaları nelerdir? Bu durum uluslararası hukuk ve diplomasi açısından nasıl okunabilir?

Sanberk: Diplomasi her hâlükârda mevcut olan uluslararası anlaşmaları esas alır. Türkiye ile Suriye arasında 1921 yılında TBMM hükümeti ile yapılan Ankara Anlaşması ve daha sonra 1956 tarihinde yapılan Halep Protokolü, Süleyman Şah türbesinde Türkiye’nin mülkiyetinin olduğunu kanıtlayan çok önemli iki belge. Bunun dışında daha yakın tarihe bakacak olursak 2006 yılında sınır taşlarının konulması hakkında Suriye ile imzalanmış protokoller, 2013’te Suriye İstanbul Başkonsolosu’nun Süleyman Şah ile ilgili toprak sorununun olmadığına ve 1956 Halep Protokolü’ne bağlı kalınacağına dair beyanları yine referans alınabilir. Uluslararası hukuk bakımından ele alındığında, buradaki toprağın Türkiye’ye ait olduğu ve Türkiye’de kalacağı noktasında fikir birliğine varılıyor. Konunun temel sorununu ise bir sınır ötesi harekâtın kurallara uygun olup olmadığı
teşkil ediyor.

Açıkçası Türkiye bu harekâtı yaptığı zaman, Suriye hükümetine yani Esad rejimine, BM Güvenlik Konseyine ve Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bildirimlerde bulundu.

Suriye’nin itirazları ise kendilerine bildirimde bulunulduğu fakat cevabının beklenmediği yönünde. Ancak cevaplarının toprak ihlali yapıldığına dair olacağı da kuvvetle muhtemeldi, nitekim bunu doğrular söylemleri var. Tam da bu noktada unutulmaması gereken bir husus Türkiye’nin zaten operasyon yaptığı toprakların egemenliğinin Suriye’ye ait olduğuna itiraz etmemesidir.

“De Facto Bir Durumdan Bahsetmek Söz Konusu Değil”

Hâlihazırda, Suriye hükümetinin kendi silahlı kuvvetleri mensuplarını çektiği ve kontrolünün olmadığı bir bölgeden bahsediyoruz. Bu topraklardan Türkiye’ye yönelik mutlak bir tehdit söz konusu. Dolayısıyla Türkiye uluslararası devletler hukukunun kendisine tanıdığı bir hakkı kullanarak Şah Fırat operasyonunu gerçekleştirmiş bulunuyor.

Burada de facto bir durumdan bahsetmenin imkânı yok. Toprak işgalinin olduğu ifade edilen bölgede, kontrolü olmayan hükümetin Türkiye’ye “Benim toprakları mı ihlal ediyorsun” deme hakkı yoktur.

Çok önemli olduğunu düşündüğüm bir misal: Biliyorsunuz 1990’lı yıllarda Türkiye Irak topraklarında sınır ötesi harekâtlar yapardı. Çünkü 36. paralelin kuzeyinde yaşayan halkın, Kürtlerin Saddam hükümeti tarafından berhava olmaları veya tahrip edilmeleri önlenmeye çalışıldı. O dönemde gerçekleşen her sınır ötesi harekâttan sonra Saddam rejimi, Türkiye’ye “Topraklarımızı ihlal ettiniz bu savaş sebebidir” şeklinde açıklamalar yapardı. Ancak uluslararası toplum bunu dikkate almadı. Zaten BM Güvenlik Konseyi kararları, Saddam yönetimince yapılan açıklamaları dikkate almayı gerektiren bir durumun ortaya çıkmasını başından önlüyordu.

“Türkiye Arapça İfadesiyle Iztırar Halinde Kalmıştır”

Türbenin Eşme’ye inşa edilmesiyle ilgili çeşitli tartışmalar yapılıyor. Bu bağlamda öncelikle Türkiye’ye tanınan hak ile Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu yerin Türkiye toprakları olduğunun bir kez daha altını çizmek gerekiyor.

http://www.usak.org.tr/print.php?id=1847&z=3 

****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder