Özal dönemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özal dönemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2020 Salı

2002-2011 YILLARI ARASINDA TURKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2

2002-2011 YILLARI ARASINDA TURKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2




2.3. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Oluşturulması

Suriye’nin bağımsızlığından bu yana ilk defa Suriyeli bir devlet başkanının ziyareti iki ülkenin geleceği için yeni bir kapı aralamıştır. Beşar Esad’ın 2004’teki ziyaretinin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye’ye ziyareti bölgesel dengeler açısından yeni bir dönem başlangıcı olmuş, Türkiye ve Suriye’nin yakınlaşmasını sağlamıştır. 

Türk dış politikasının yeni mekanizmalarından Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSİK) ise bu minvalde gelişmiş olup; Irak, Suriye, Mısır, Tunus, Azerbaycan, Pakistan, Ukrayna, Yunanistan, Bulgaristan, Kazakistan, Rusya, Lübnan ve Ürdün ile ortak siyaset yürütmesine imkân sağlayan çok boyutlu ve derin iş birliğini amaçlamıştır. Türkiye’nin ritmik diplomasi çerçevesinde yürüttüğü Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyleri bölgesel ve küresel ölçekte ortak bakanlar kurulu ile işbirliği zemini hazırlamış, bölgesel entegrasyonun ilk adımı olmuştur. Bu konseyler sayesinde ülkelerle tek bir hükümet gibi ortak kararlar alınması ve ortak stratejiler geliştirilmesine olanak sağlanmıştır. Bu konseyler ülkeler arası kurumsal yapı inşasında enstrüman işlevi görmüştür (Ekşi, 2014: 163)


Tablo1: 2001-2012 Türkiye-Suriye Ticareti (milyon $)


Türkiye-Suriye ilişkileri Davutoğlu’nun Irak-Suriye gerginliğini çözmek için Şam’a ziyarette bulunması ve İsrail ile Davos krizi yaşayan Türkiye’nin yakınlaşmasıyla yeni bir dinamik oluşturmuştur. Beşar Esad’ın 16 Eylül 2009’da Türkiye’yi ziyareti sırasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi oluşturulmuştur. Bu konsey esnasında iki ülke arasında vizelerin kaldırıldığı bir anlaşma imzalanmış, bunun yanında eğitim, siyaset, turizm, ulaşım, bilim ve ticaret gibi konularda 50’yi aşkın protokol imzalanmıştır. Türkiye-Suriye ilişkileri 13 Ekim 2009’da iki ülkeden toplamda 10 bakanın katılımıyla gerçekleşen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1.Bakanlar Kurulu toplantısıyla çok farklı bir boyut kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Davutoğlu ve Suriye Dış İşleri Bakanı Velid Muallim kardeşlik mesajları vermiştir. Davutoğlu ise güven temini sonucu bu ilişkiyi “iki devlet, bir hükümet” olarak ifade etmiştir. Bu konsey anlaşması ile tarafların birçok alanda işbirliği öngörülmüştür. Suriye ile yıllardır durağan olan ticari faaliyetleri geliştirip serbest pazar ekonomisine geçmede firmaların işbirliği de hedeflenmiştir. Görüşmelere göre enerji konusunda birlik sağlanması amacıyla Yumurtalık-Kerkük petrol boru hattının kapasitesinin arttırılması, Irak doğalgazı için yeni bir boru hattı inşa edilmesi, yeni sınır kapıları gibi konularda da anlaşma sağlanmıştır.(Oran, 2013: 292)

Bu anlaşma ile Türkiye, yıllardır terörle mücadele alanında sorun yaşadığı ülke ile müttefik haline gelmiş, terörle mücadelede ortak faaliyetler söz konusu olmuştur. Suriye ise aleyhine yürütülen yalnızlaştırma siyasetine karşı güvenilir ve güçlü bir müttefik kazanmıştır.

1998’de savaşın eşiğinde olan 2 ülke yumuşak güç adımlarıyla kişi ve malların engelsiz geçişi mümkün hale getirilmiştir. İş gücünün serbest hareket alanının oluşmasıyla beraber turistik ziyaretlerde de artış görülmüştür. Turistik ziyaretlerdeki artış kültürel etkileşimi hızlandırmış bölge ekonomisine katkıda bulunmuştur. İki ülke arasında gündem; işbirliği, ortaklık, uzlaşma olmuştur. Protokollerin imzalanmasından sonra diplomatik dilin değişimi olumlu yönde gözlemlenmiştir. Müzakere konularını; karşılıklı olarak dış ticaretin arttırılması, Halep-Gaziantep tren yolu ulaşımına ağırlık verilmesi, lisans düzeyindeki öğrenciler için değişim programlarının düzenlenmesi, su sorunlarının çözülmesi ve yeni barajların yapılması, diplomatların eğitilmesi konuları oluşturmuştur.
Kurulan YDSİK çerçevesinde her yıl iki ülke başbakanları başkanlığında, hükümetlerin icracı bakanlarının katılımıyla kabine toplantıları yapılmıştır. Ortak kabine toplantısı öncesinde dışişleri, ticaret, savunma, bayındırlık, enerji, ulaştırma, içişleri bakanlarının bulunduğu Bakanlar Konseyi eylem planı oluşturmak için yılda 2 kez toplanmıştır (Ayhan, 2009: 31).


Tablo 2: Bölge Ülkeleriyle Yapılan Anlaşmalar
Kaynak: T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü

YDSİK kapsamında birçok ekonomik işbirliği anlaşması gereğince ticaretin önündeki engeller kaldırılmış, doğrudan yatırım teşvik edilmiş, vize muafiyeti ve enerji birliği ile hem bölge içi ticaret hem de Türkiye ihracatı önemli ölçüde artmıştır.
Söz konusu protokolleri yalnızca Suriye ile ilgili değerlendirmek yanlış olacaktır. Ekonomik siyasi ve güvenlik açılarından bakıldığında iki ülke çıkarlarına da hizmet eden bu gelişmeler kazan-kazan durumunu ifade etmiştir. Türkiye Ortadoğu’ya açılma fırsatını yakalamış, Suriye ise uluslararası ortamda saygınlık kazanmıştır.

YDSİK’nın ikincisi Ankara’da gerçekleştirilmiştir. Davutoğlu’nun misafirlerini “evinize hoş geldiniz” diyerek karşılaması, yakınlaşmaların ülke aktörlerinin çabasıyla olduğunu göstermiştir. Bu toplantıda terör konusunda işbirliği öngörülmüş, “Genişletilmiş Adana Mutabakatı” olarak adlandırılabilecek bir anlaşma ile terörle mücadelede etkin olarak oluşturulan mekanizmaların kullanımı için 23 maddeye imza atılmıştır(Taban, 2014: 71). Enerji üretimi, dağıtılması ve korunması, çevre, emlak, sosyal hizmetler, imar ve iskân alanlarında da anlaşma sağlanmıştır. Süreç içerisinde diplomatik münasebetlere Genelkurmay Başkanlığı da dahil olmuş, ekonomik ve siyasi entegrasyon dışında askeri alanda da bir adım atılması adına askeri tatbikat önerisinde bulunulmuştur. Tatbikatın amacı ise iki ülkenin kara kuvvetleri arasındaki dostluğun, işbirliğinin ve güvenin pekişmesi ve birlikler arasında eğitim ve uyum içinde çalışabilirlik düzeyini arttırmak olmuştur.

2.4. Vize muafiyeti

Komşularla sıfır sorun politikası etkisiyle sürekli temas yönteminin benimsendiği bir dönemde İran ve Irak ile artan ekonomik ilişkiler, Suriye ile imzalanan serbest ticaret anlaşması bölgeler arası ekonomik bütünleşmeleri getirmiştir. Türkiye dış politikada aktifliğini hızlandırmak adına vize muafiyeti argümanını dış politika aracı olarak kullanmış, bunun yanı sıra ikili ziyaretlerin ardından vize kolaylığı sağlanması konusunda görüşmeler başlatılmıştır. Beşar Esad İstanbul’da bulunduğu sürede Türk iş adamlarının vize isteklerini dinlemiş ardından işadamlarına vize almada kolaylık sağlanmaya başlamıştır. Ardından Başbakan Erdoğan’ın Suriye ziyareti sırasında Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma iki ülke arasındaki dış ticaret ortağı olma açısından önem arz etmiştir. Karşılıklı ziyaret ve yatırımların artması ilişkilerin seyrini gün geçtikçe arttırmıştır. 

Önemli bir ziyaret olan Beşar Esad’ın 16 Eylül 2009’da Türkiye’ye gelişi ile Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi oluşturulmasına karar verilmiş ve hemen ardından vize muafiyeti için işlemler başlatılmıştır. 18 Eylül 2009’da ise vizesiz geçiş uygulamasına başlanmıştır. Konsey ile kurulan ilişkilerin her aşamada faal olması beklenmiş, konsey ile taraflar arasında karşılıklı görüş alış-verişleriyle gündem konuları belirlenerek işbirliği zemini tayin edilmiştir. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Birinci Bakanlar Kurulunda ise Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında “Vizenin Karşılıklı Olarak Kaldırılmasına Dair Anlaşma” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile hizmet, umuma mahsus, hususi ve diplomatik pasaport hamili Suriye ve Türk vatandaşlarının birbirlerinin ülkelerine yapacakları 180 gün içinde 90 günü aşmayan gezileri için vizeden muaf tutulmaları öngörülmüştür.
Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim ile Mayıs 2010’da ilişkilerin kopma noktasına gelmesinin aksine Türkiye-Suriye ilişkileri her alanda gelişmeye devam etmiştir. Vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması ülkelerin güvenlikleri açısından da önem taşımaktaydı. Vizelerin tümüyle kaldırılmasıyla beraber iki ülke arasında taşımacılık yapan tırlara uygulanan vergilerin kaldırılması yönünde de karar çıkmıştır. Konsey görüşmelerinde; Kürt Açılımı, İsrail-Suriye barış görüşmelerinin yeniden başlatılması, Irak-Suriye gerilimi konuları ele alınmıştır. Vize muafiyeti uygulaması ile insani hareketlilik sağlanmış, ticari ilişkilerin hızlanmasındaki bariyer kalkmıştır. Bu sayede, iki ülke arasındaki karşılıklı güven ve işbirliği tesisinin sağlanması amacı gerçekleşmiştir.
İki ilke arasındaki vizelerin kaldırılması ile Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep, Hatay gibi şehirlerde insanlar Halep’e günübirlik alışverişe gidebilmekte, aynı şekilde Suriye’dekiler Türkiye’ye rahatça geçiş yapabilmekteydi. Bölgede ticaret yapanlar için büyük bir kolaylık sağlanmasının yanında bölgesel kalkınma gerçekleşmiş, ticaret hacmi de artmıştır.


Tablo 3: 2002-2011 Türkiye-Suriye Karşılıklı Ziyaretçi Sayısı

Erdoğan vizelerin kalkmasını “Şamgen” ifadeleriyle duyurmuş, Suriye’yi Türkiye için Ortadoğu’ya açılmanın bir kapısı, Türkiye’yi Suriye için Avrupa’ya açılma kapısı olarak tanımlamıştır. Bu vize muafiyetinin 2011’de Irak ve İran’ı da kapsaması düşünülmüştür.

Davutoğlu ise bu gelişmeyi; iki ülke arasındaki ilişkilerin örnek komşuluk ilişkisine dönüştüğü, alınan kararların karşılıklı güvenin göstergesi olduğu şeklinde değerlendirmiş ve ortak tarihe atıfta bulunarak kardeşlik vurgusunda bulunmuştur. 

Vize muafiyeti sonrası, akraba olan iki ülke vatandaşlarının buluşması sayesinde toplumsal kaynaşma meydana gelmiştir. Anlaşmalar sonucu ziyaretçi sayılarında belirgin bir artış gözlemlenmiştir. Ülkeler arası tarihi bağlar güçlenmiştir. AK Parti’nin sürdürdüğü bu aktif diplomasi ile vize muafiyeti politikaları toplumlar ve bireyler arası temaslara ivme kazandırmayı amaçlamıştır. Vizelerin kaldırılması ile siyasi, kültürel, ekonomik ve turizm alanlarında politikalar gerçekleşmiş, geçmişten gelen güvenlik kaygıları meseleleri ise çözümlenmiştir.

2.5. Mayın Temizleme

Kaçakçılığın önlenmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri 1954 Suriye sınırına yılında mayın döşemiştir. 1999-2004 arasında ise PKK’nın ateşkesinde ve sonrasında eylemler mayın döşemeyle sınırlı kalmıştır ancak bölgede Rusya, İngiltere, Fransa, İsrail, İtalya gibi devletlerin de mayını olduğu söylenmiştir. 2002 yılında temizleme için kollar sıvanmış ihaleler açılmıştır ancak sonuçsuz kalmıştır. Türkiye 2003 yılında Kyoto Protokolü’nün Ottawa Sözleşmesi olarak bilinen Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ne taraf olmuş, 2004’te yürürlüğe girmiştir. Mayınların kullanılmasını, üretilmesini, geliştirilmesini yasaklayan bu sözleşme, taraflara sözleşme hükümlerine uygun olarak mayınları imha edilmesini taahhüt eder. 

2004 yılına gelindiğinde temizlik için teklifler yenilenmiş,  Türkiye-Suriye sınırındaki mayınları temizleme çalışmaları başlamıştır.  2007’de CHP Mayın Kanununu Anayasa Mahkemesine götürmeye hazırlanmış ancak AYM kararı dondurmuştur. Temizleme işlemini yapabilmek için Genelkurmay’ın 35 milyon talep ettiği öne sürülmüş, hükümetin mayın temizliği için TSK’ya ekonomik kriz sebebiyle tahsilat yapamayacağını bildirmiş NATO ise mayın temizleme kuruluşunu 2014’e kadar bitiremeyeceğini söylemesinin üzerine mayın temizliği için ihale açılmıştır. İhaleye göre mayınları temizleyen firmaya bölge toprakları 44 yıllığına kiralanacaktı bunun üzerine CHP Haziran 2009’da mayın kanunu meclisten geçse de Anayasa Mahkemesi’ne göndermiştir. Bu sırada ihalenin İsrail’e verileceği haberleri Gazze krizinin ardından Türkiye kamuoyunda büyük tepkilere yol açmıştır.

Suriye sınırındaki mayınlı arazinin bazı kaynaklarca 216 bin dönüm olduğu ve 615.419 adet mayın olduğu bilgisi verilmiştir. Bazı kaynaklar bu bölgenin Kıbrıs’tan büyük olduğu ve 3 milyon kadar mayının olduğunu belirtilmiştir.
Mayınlı arazilere 1959 yılından beri dokunulmadığı, kimyasal ilaçların kullanılmadığı düşünülürse bölge organik tarım için elverişli hale gelecektir ve Erdoğan mayınların imhası sonrasında bu verimli arazinin organik tarım arazisi olarak kullanımının planlandığını açıklamıştır.

Mayınlı bölgeyi gösteren haritaların olmadığı, ihaleyi alan firmaya koordinatların verilerek GPS aracıyla tespitinden sonra mayınların patlatılarak temizleneceği söylenmiştir. İhaleye ilgili olan bir Türk firması temizlik aşamalarını şu şekilde anlatmıştır: Uzaktan kumandalı helikopterler arazi üzerinde uçarken ultraviole ışınlarla parçacıkları tespit edecek ardından ikinci bir teknoloji helikoptere parçacıkların ne olduğunu söyleyecek ve harita yavaş yavaş tamamlanacak. Harita çıktıktan sonra araziye, önünde yeni teknoloji basınç uygulayan zincirleri bulunan makinelerle girilecek ve mayınlarla birlikte parçalanacak lar. Temizlendiğinden emin olunduktan sonra harita kontrolü yapılarak tüm mayınların patlayıp patlamadığı kontrol edilecek (Erkaya, 2011). Bölge için maliyetin 2 milyar dolardan fazla olacağı söyleniyor ancak arazinin altındaki 65 milyar varilin üzerinde bir petrol rezervi düşünüldüğünde bu meblağ çok önem arz etmemektedir. 

Mayınların temizlenmesine ilişkin çalışma için devlet tüm masrafı kendisi üstlenmiş, toprak kullanım hakkı esası üzerine olan ihale fikri ortadan kalkmıştır. Ottawa Sözleşmesi gereğince 10 yıllık imha sürecinin sonlarına yaklaşırken yeni süreç 2011’de başlamış ihaleyi alan firmanın tüm maliyetlerini devlet karşılamıştır.

Suriye ve Türkiye halkları mayınlı araziye rağmen ilişkilerini sürdürmeye çalışmıştır. Komşularla sıfır sorun politikası doğrultusundaki hareketler sayesinde,  vizelerin kaldırılmasının ardından mayınların da temizlenmesi ile bölge halkı için büyük bir sorun ortadan kalkmıştır. 
Türkiye-Suriye ilişkilerinde, AK Parti’nin hükümete gelişine kadar su, terör ve Hatay sorunları belirleyici olmuştur. 2000 yılında Hafız Esad’ın ölümü sonrası, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının cenazeye katılımı, normalleşme sürecinin ilk adımı olmuştur. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle; gelecek 10 yılda Suriye-Türkiye arasındaki ilişkiler gelişmiş hatta zirve noktasına gelmiştir. AK Parti’nin Türk dış politikasındaki değişim Suriye ilişkilerine de yansımış, başta komşularla sıfır politikası üzerinden ilişkiler ivme kazanmıştır. Normalleşen ilişkiler ekonomik ve siyasi açıdan iki ülkenin de lehine olmuştur.

3. ARAP BAHARI ÇEVRESİNDE İLİŞKİLER

Türkiye ve Suriye ilişkilerinde 2000’li yıllar normalleşme süreci olarak adlandırılmış, ekonomik ve siyasi açıdan iki ülke için de dönüm noktası olmuştur. Türkiye’nin proaktif dış politikası izinde atılan adımlar neticesinde ilişkiler Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ile gelişmiş, ardından vize muafiyeti ile ivme kazanmıştır. 

İlişkilerin zirve yaptığı bu dönem sonrasında Arap dünyasında meydana gelen isyanların Suriye’ye ulaşmasının ardından, Türkiye ile Suriye arasında zorlu bir süreç başlamıştır. 

İlk olarak Tunus’ta başlayan ayaklanmalar demokrasi, hak ve özgürlük talebiyle ortaya çıkmış, bu ayaklanmalar isyana dönüşerek Ortadoğu’da yeni bir dönem başlatmıştır. Arap dünyasındaki gıda enflasyonu, işsizlik, yolsuzluk, ifade özgürlüğü ve kötü yaşam şartları gibi etkenlerle ortaya çıkan protestolar Muhammed Buazizi’nin 18 Aralık 2010’da kendini yakmasıyla başlamış, aynı sorunları yaşayan diğer ülkelere de yayılmıştır. Arap Baharı her ülkede farklı şekillerde baş göstermiştir; protestolar, mitingler, gösteriler, kamu alanlarının işgali, silahlı çatışma şeklinde olmuştur. Sonucunda hükümetlerin devrildiği ya da yenilendiği olmuş; Suriye’de ise iç savaş çıkmıştır. 2011 yılının ilk aylarında Suriye’ye ulaşan Bahar dalgaları sebebiyle rejim karşıtlarının ayaklanması ve ordunun sert müdahalesi ile Suriye’nin iç savaşa gittiğinin ilk sinyalleri verilmiş oldu. Bu süreçte Türkiye için sınır ve iç güvenlik sorunu ortaya çıkmış, Türkiye’ye etkisi hem bölgesel hem uluslararası düzeyde olmuştur.

3.1. Suriye İç Savaşı: Savaş Öncesi Durum

Suriye’nin iç savaş öncesinde içinde bulunduğu ortam ve bu durumların iç savaşın etkenleri olarak gösterilmesi sebebiyle iç savaşın arka planının incelenmesi bu aşamada konunun anlaşılması üzerine faydalı olacaktır. Esad ailesinin 1971 yılından itibaren tek parti rejimi ile ülkeyi yönetmesi ve bu ailenin Şii’liğin bir kolu olan Nusayri azınlığından olmasının yanında; ülkenin üçte birini oluşturan Sünni çoğunluk ve Kürtler üzerinde ayrımcılık ve kısıtlama sebebi ile halk içinde protest bir tutum sergilenmesine sebep olmuştur. Ülkenin fakir kısmındaki nüfusu Sünniler oluşturmuş, yine aynı bölgede kuraklık yaşanmış yaşam standartları ülke genelinde kötüleşmeye başlamıştır. Genç işsizlik oranlarının yükselmesi ve gıda enflasyonun yaşanması olumsuz şartları gözler önüne sermiştir.

1963 yılında itibaren Suriye olağanüstü hal ile yönetilmiş, güvenlik güçlerine olağandışı gözaltı ve tutuklama yetkileri verilmiştir. İnsan hakları konusunda Suriye eleştirilere konu olmuş, toplanma hürriyeti, ifade hürriyeti kontrol altında tutulmuştur. Dini özgürlüklerin kısıtlı olduğu ülkede gazeteci ve bloggerlar kötü muameleye maruz kalmış, ülke genelinde internet sansürü uygulanmıştır. Halkın rejim değişikliği talebi doğrultusundaki gösteriler Arap Baharının etkisiyle ülkeler içindeki politik, siyasi ve anayasal değişiklikler Suriye içinde de görülmüştür. 

3.1.1. Davutoğlu - Esad Görüşmesi

AK Parti ve Esad Hükümeti Arap Baharı öncesi yakın ilişki içerisinde olmuştur. Arap baharının Suriye’ye sıçramasının ardından Türkiye muhalif gruplar tarafında olmuş, gösterilerin başlangıcında Türkiye diplomatik araçlarını kullanmış, bu alanda aktif politika uygulanmıştır. Suriye’deki olayların başlamasından itibaren takipte olan Türkiye, Suriye’ye heyetler yollayarak sivil kaybına ve rejim hatalarına dikkat çekmiştir. İlk olarak Nisan 2011’de ziyarette bulunan Davutoğlu, Kürtlere kimlik verilmesi, olağanüstü halin kaldırılması, ordunun şehirlere girmemesi hakkında tavsiyede bulunmuştur. Reform çağrılarını sürekli dile getiren Türk yetkililer olumlu cevap almadıklarından, Davutoğlu’nun Ağustos 2011’deki Suriye ziyareti yine bu doğrultuda olmuş, görüşme 6 saat sürmüştür.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu havaalanında Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı tarafından karşılanmış ve ilişkilerin soğukluğu görüşme başlamadan belli olmuştur. İkili toplantının ilk 2 saati Esad ve Davutoğlu baş başa görüşmüş, diğer bölümlerde heyetler görüşmeye dahil olmuştur. Görüşme esnasında Türkiye sınırlarına yakın bir bölgede operasyon gerçekleşmiş, başka bir operasyon sırasında 25 kişi hayatını kaybetmiştir (BBC, 2011).

Görüşmede askeri operasyonların sona ermesi ve reformlara başlanması gerektiği yönündeki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın isteklerini dile getiren Davutoğlu, Esad’dan; terörist grupların peşini bırakmayacağım yanıtının alındığını söylenmiştir.

İki ülke ilişkilerinin kopması Davutoğlu-Esad görüşmesine dayandırılmıştır. Bu görüşmede iki ülke arasında kat edilen mesafe, ülke içindeki durumları iç mesele olarak görmelerine yol açmıştır. Görüşme öncesi Başbakan Erdoğan mesajların iletilmesinin yanında sabır zorlayan Suriye tutumuna karşın, uygulamaların Suriye’nin cevabına göre şekilleneceğini belirtmiştir. Suriye ise, Türkiye Suriye’ye sert bir mesajla geliyorsa, daha sert bir yanıt alır cevabını vermiştir. Görüşmenin ardından Esad hükümetinin reform yanlısı bir tutumu görülmemiş, şiddet yoğunluğu da giderek artmıştır. Şiddete son verilmesi talebine karşılık Suriye ordusuna ait tanklar ilk önce Hama’dan çekilip sonra tekrar Hama’ya girmiştir. Çağrılara uymayan Suriye hükümetine Davutoğlu, artık konuşulacak bir şeyin kalmadığını açıklamıştır (Al Jazeera, 2014).

Aylarca süren diplomasi trafiğinin nihayetinde halkın taleplerini göz ardı edilerek ve şiddetin dozunu arttırarak devam eden Esad hükümetine karşı Türkiye’nin ekonomik ve ticari ilişkilerin dondurulması yönünde yaptırımları olmuştur. Vize muafiyeti konusunda seyahat yasaklarının getirilmesi ve askeri yardımın kesilmesi de bu yaptırımlara dahil olmuştur. İlerleyen aylarda yaptırımların genişletileceği konusunda açıklama yapan Başbakan Erdoğan’ın ardından Esad, olaylardan kendisinin sorumlu olmadığını ve kendini suçlu hissetmediğine yönelik açıklamalarda bulunmuştur. 

3.2. Suriye İç Savaşı ve Sonrası

Suriye içinde Ocak 2011’de başlayan küçük gösteriler zamanla büyümüş, insan hakları ihlallerine karşı sivil başkaldırılar ve sonrasında büyüyen gösteriler 2011 Mart ayında Deraa, Şam, Halep, Humus, Afrin, Rakka şehirlerinde görülmeye başlanmıştır. O tarihlerde hükümet yetkilileri tarafından tutuklamalar başlamış, işkenceler ve şiddet artmış buna rağmen gösteriler büyümeye devam etmiştir. Göstericilerin silahlanmasıyla silahlı çatışmalar başlamıştır. Kanlı çatışmalar ülke geneline yayılmış ve binlerce insan hayatını kaybetmiştir.

Gösterilerin hükümet tarafından kanlı bir şekilde bastırılması üzerine olaylar daha da büyümüş, ülke içinde muharebeler çıkmaya başlamıştır. Uluslararası kamuoyunun etkili yaptırımlardan uzak kalması sebebiyle iç savaş son bulmamıştır. Sürece Rusya ve İran’ın dahil olmasıyla savaş şiddetini arttırmıştır.

Temmuz 2011’de kurulan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Suriye Devlet Başkanı Esad rejimine karşı savaşmaktadır ve bu silahlı örgüt aynı yılın ekim ayında Türkiye’den destek görmeye başlamış, iki ülke arası bağlar kopma noktasına gelmiştir.

Bölgede ulusal ve uluslararası birçok aktör bulunmaktadır. Esad rejimi taraftarları; Hizbullah, Rusya, İran’dır. Muhalifler Ahrar uş-Şam, ÖSO gibi örgütlerdir. PYD/YPG, PKK gibi terörist gruplar ve İŞİD bölgede etkin rollere sahiptir. Arap Baharının etkisiyle ülkede çıkan iç savaşta Mart 2018 verilerine göre belgelenen 106 bini sivil, 353 bin 900 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu verilere kaybolan ya da öldüğü sanılan  56 bin 900 kişi dahil edilmemiştir. Yüz binlerce ölüm dışında kalıcı engellerle yaşamak zorunda kalan 1.5 milyon insanı geride bırakan savaşta 6.1 milyon Suriyeli evinden olmuş 5.6 milyon kişi başka ülkelere kaçmıştır(BBC, 2018).

Suriye’de yaşanan iç savaşta 3 ana eksen vardır. İsrail-ABD-Ürdün ekseni, Türkiye-Katar-Fransa ve İran-Rusya-Hizbullah ekseni. İsrail-ABD-Ürdün ekseni coğrafi açıdan en geniş eksendir. Eksende İngiltere, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Ürdün yer almaktadır. Eksenin belirgin özelliği Esad ile İslamcılar arasında tercihte bulunmaları gerektiği düşüncesidir. Esad rejiminin yıkılmasının ardından Suriye’nin İslamcı gruplar tarafından yöneltmesi düşüncesin çok tehlikeli olması; taraflarca İslamcı grupların askeri olarak güçlenmesini engellemeye itmiştir. Bu durum muhalifler ile Esad rejimi tarafları arasında çatışma doğurmaktadır. Diğer bir eksen olarak Türkiye-Katar-Fransa ekseni, tarafların Esad rejiminin meşruiyetinin kaybettiği konusundaki fikir birliği ile Esad rejiminin hariç tutulduğu bir çözümü desteklemektedir. İran-Rusya-Hizbullah ekseni ise Esad rejiminin istikrarlı dostlarıdır. Esad rejimine askeri yardımda bulunarak destek vermişlerdir (Ulutaş vd., 2015: 17).

İç savaş uluslararası toplumun başlıca gündemi olmuştur. Arap Birliği desteğiyle BM Güvenlik Konseyine iç savaş hakkında bir tasarı sunulmuştur. Bu tasarı ülke içindeki insani felakete dikkat çekmiştir. Tasarı Güvenlik Konseyi’nde Çin ve Rusya’nın vetosuna takılmıştır. Güvenlik kurulunda bir çözüm üretilememesine karşılık BM-Arap Ortak Barış Gücü hareketiyle Suriye ile diplomatik ilişkilerin sonlandırılması yönünde çağrıda bulunulmuştur.

3.3. Mülteci Krizi

Rejim şiddetinin kıyımı ve tahribatı neticesinde 500 binden fazla Suriyeli hayatını kaybetmiş, 6 milyondan fazla insan ülke içinde yer değiştirmiş, 5 milyondan fazla insan ise diğer ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. İç savaşın başlamasından bu yana yaşam sorunları ve şiddet nedeniyle milyonlarca insan komşu ülkelere sığınmıştır. Savaşın trajik kısmını yaşayanlar ülkeden göç etmek zorunda kalan kesim olmuştur. İç savaş sonrası Türkiye’ye 29 Nisan tarihinden itibaren mülteci akışı başlamıştır. 250-300 kişi sığınma talebinde bulunmuştur (Ihlamur Öner, 2014: 43). Şiddet ortamından kaçan Suriyeli mülteci sayısı 2011’den bu yana 3 milyon 540 bin 648 kişidir. Ülke dışına kaçan Suriyeli mültecilerin %92’si Türkiye, Lübnan ve Ürdün’de kayıtlıdır. İltica başvuruları yalnız komşu ülkelerle sınırlı kalmamıştır. Almanya, İsveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan, Yunanistan en çok iltica başvurularının olduğu ilk 10 Avrupa ülkesidir (BBC, 2015).

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü idaresindeki verilere göre Şubat 2016 tarihi itibariyle 2.778.878 Suriyelinin kaydı yapılmış, geçici koruma kimlik belgesi verilmiştir.  Bu yabancıların, 256.971’i 10 ilde kurulan 26 geçici barınma merkezinde, barınmakta. Geri kalan 2.521.907 kişi ise barınma merkezleri dışında kalmaktadır. Giderek artan mülteci sayısı Türkiye üzerinden ekonomik ve sosyal açıdan bir yük olmuştur. Türkiye’ye halen devam etmekte olan mülteci akınlarına karşın Türkiye göç dalgalarını durdurmak için Suriye ile temasları devam ettirmektedir.

3.4. Türkiye’nin Açık Kapı Politikası

Türkiye’nin en uzun sınır komşusu olan Suriye’deki iç savaş Türkiye’yi doğrudan etkilemiştir. Suriye ile sorunların Hatay, su ve PKK etrafında şekillendiği ilişkilerde 2011 yılına kadar normalleşme süreci görülmüştür. Arap Baharı’nın etkilediği Suriye’de gösterilerin Mart 2011’de iç savaşa dönüşmesiyle şiddetlenen savaşta milyonlarca insanı yurdundan olmuştur. İlişkilerin seyrinin değiştiği iç savaş döneminde sınır güvenliği söz konusu olmuştur. 2009 yılında karşılıklı olarak vizelerin kaldırılmasıyla Türkiye sığınmacılara karşı açık kapı politikası izlemiştir. Türkiye Hatay’da kurulan çadır kentlerde sığınmacıları barındırmıştır. Arap Baharı öncesi Suriye ile ticari ilişkilerin gelişmesinden olumlu şekilde etkilenen Hatay ve Gaziantep bu kez iç savaş etkisiyle Türkiye’ye göç edenleri ağırlayan şehirler olarak karşımıza çıkmıştır. Kilis, Şanlıurfa,  Kahramanmaraş, Osmaniye, Adana, Adıyaman, Mardin ve Malatya illerinde de kamplar kurulmuştur.

Türkiye Suriye’deki krizin çözümü için reform talebinde bulunmasının ardından çözüm için Suriye tarafından adım atılmaması ile diplomatik ilişkiler kesilmiştir. Bunun üzerine Türkiye Suriye muhalefetini desteklemeye başlamıştır. Bu dönemde Esad hükümetine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu mensuplarına Türkiye’ye geçiş izni verilmiştir. Artan şiddet ile Suriye sınırındaki sığınmacı sayısı yükselmiştir. Bu bölgenin tampon bölge olması yönündeki çabalar sonuçsuz kalmıştır.

Ekim 2011’den itibaren Türkiye Suriyeli misafirleri geçici koruma rejimine aldığını ilan etmiştir. Bu statü Suriyeli mülteciler için asgari uluslararası standartlarla uyumlu bir rejimdir. Açık kapı politikasıyla; geri dönmeye zorlamama, kamplarda barınma, temel hizmetlerden yararlanma gibi ilkleri barındırmaktadır. Türkiye’de kampların kurulmasını Afet ve Acil Durum Koordinasyon Başkanlığı (AFAD) ve Kızılay üstlenmiştir. 

Uluslararası kuruluş raporlarına göre kamp hizmetlerinin eksikliklere rağmen uluslararası standartlara uygun olduğu ve diğer ülkelere kıyasla daha iyi koşullara sahip olduğu belirtilmiştir. Dönemin Birlemiş Milletler (BM) Genel sekreteri Ban Ki Moon açık kapı politikası için Türkiye’ye teşekkür etmiştir. Kamp içinde sığınmacılara barınma dışında eğitim, ücretsiz sağlık hizmetleri verilmektedir. Sınır boyunca kamp sayılarının artması, Esad rejimi bitse bile sığınmacıların geri dönmeme ihtimaline karşılık entegrasyon çalışmaları başlatılmıştır. Türkçe öğretimi ve çalışma izni ile ilgili düzenlemelerin olması ve AFAD hizmetlerine ulaşımın sağlanmasıyla ilgili adımların atılması söz konusu olmuştur(Ihlamur Öner, 2014: 45).

Dünyanın en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkesi olarak, AFAD koordinasyonluğunda savaştan kaçan Suriyeli mültecilere umut olmuştur.
Normalleşen ilişkilerin, Arap Baharı’nın Suriye’ye yansımasıyla birlikte kopma noktasına gelmesi ve ardından gelen radikal tutumlar iki ülke arasında gerilime sebep olmuştur. Uluslararası kamuoyunun takibindeki bu konu geride kalan 7 yıllık süreçte Türkiye’nin insani boyuttaki hassasiyetini göz önüne sermiştir.

SONUÇ

Küresel düzeyde kriz merkezi olan Suriye, Türkiye ile arasında tarihsel ve kültürel birikime sahip bir ülkedir. Bağımsızlık sonrası ilişkiler iki ülke arasındaki zirve döneminin mimarları Beşar Esad ve AK Parti Hükümeti olmuştur. Adana Mutabakatına kadar iki ülke arası ilişkiler güvenlik odaklı olmuştur. Hatay, su ve terör sorunu ilişkilerin seyrini belirleyen unsurlar olmuştur. Dinamiklerin değişmesi 2002 yılında Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle yaşanmıştır. Komşularla sıfır sorun politikası bölge politikalarını belirlemede etkin olmuştur. Bu politika doğrultusunda Suriye ile ilişkiler ince ince örülmeye başlanmıştır. Siyasi, ekonomik ve sosyal alandaki ilişkiler üst düzey antlaşmalarla sağlanmıştır. Arap Baharı’na kadar devam eden bu diyaloglar iç savaş sonrasında Esad’ın sivillere karşı silah kullanmasıyla Türkiye’nin tepkisini çekmiştir. Türkiye’ye mülteci akınları başlamıştır. Bu olayların arkasından Türkiye açık kapı politikası uygulamış, Suriye’ye karşı üslubunu sertleştirmiştir.

2012 yılı itibariyle ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. AK Parti Suriyeli muhalifleri desteklediğini açıklamış, Esad’ın gitmesi için ulusal ve uluslararası düzeyde çağrılarda bulunmuştur ancak BM Güvenlik Konseyinde kararların veto edilmesiyle Esad’ın sahası genişlemiş ve daha rahat hareket etmeye başlamıştır. Bu olayların hemen arkasından Türkiye’nin uçağının düşürülmesi, Reyhanlı’da patlama sonucu 45 kişinin ölmesi gibi olaylar yaşanmıştır. 

PYD, PKK, İŞİD, DAEŞ gibi terörist örgütlerinin Suriye’deki varlığı Türkiye için sınır güvenliği tehdidi oluşturmaktadır. Bu sebeple Türkiye Ağustos 2016 yılında ÖSO ile birlikte Türkiye Fırat Kalkanı Harekâtını başlatmıştır. Bu harekât Suriye iç savaşına askeri müdahaledir. Sınır ötesi operasyonla Türkiye Cerablus’u terörist örgütlerden temizledi ve kontrolünü ÖSO’ ya bıraktı. Afrin Harekâtı ya da Zeytin Dalı Operasyonu da Fırat Kalkanı’nın devamı niteliğinde olup halen devam etmektedir. 

KAYNAKÇA

AFAD. SURIYELI SIGINMACILARA YAPILAN YARDIMLAR. 8 Ağustos 2017.
Ahaber. 15 Ocak 2015. https://www.ahaber.com.tr/webtv/gundem/abdullah-ocalanin-kenyada-yakalanmasi (Aralık 5, 2017 tarihinde erişilmiştir).
Akbal, Özdemir. BİLGESAM. 3 Mayıs 2011. http://www.bilgesam.org/incele/1218/-turkiye-suriye-guvenlik-ve-terorle-mucadele-isbirligi/#.Ww8y10iFNPZ (Şubat 25, 2018 tarihinde erişilmiştir).
AKGÜN, MENSUR, GÖKÇE PERÇİNOĞLU, ve Sabiha Senyücel Gündoğar. «ORTA DOĞU’DA TÜRKİYE ALGISI.» (TESEV) Mart 2009.
Aljazeera. 6 Ocak 2014. http://www.aljazeera.com.tr/dosya/turkiye-suriye-iliskileri-inisler-ve-cikislar (Aralık 3, 2017 tarihinde erişilmiştir).
Atlıoğlu, Yasin. Türkiye-Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem. 26 ARALIK 2004. https://yasinatlioglu.wordpress.com/2004/12/26/turkiye-suriye-iliskilerinde-yeni-bir-donem/ (MART 18, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Ayhan, Veysel. «Türkiye-Suriye iliskilerinde yeni bir dönem: Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi.» Ortadoğu Analiz, 2009: 26-34.
Balcı, Ali. Türkiye Dış Politikası İlkeler, Aktörler, Uygulamalar. İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013.
BBC. BBC. 9 Ağustos 2011. https://www.bbc.com/turkce/haberler/2011/08/110809_davudoglu_esad (Mart 12, 2018 tarihinde erişilmiştir).
—. BBC. 15 Mart 2018. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43414137 (Mayıs 3, 2018 tarihinde erişilmiştir).
CAN, METİN. Sabah Gazetesi. 18 Şubat 2011. https://www.sabah.com.tr/ekonomi/2011/03/18/mayinli_arazi_devlette_kaldi (Şubat 25, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Cavlak, Celal. TUİÇ Akademi. 29 Ocak 2018. http://www.tuicakademi.org/turkiyenin-suriye-sorunu-ve-ic-savasin-turkiyeye-etkisi/ (Mayıs 3, 2018 tarihinde erişilmiştir).
CNN. 11 Ağustos 2011. https://www.cnnturk.com/2011/turkiye/08/11/davutoglu.esad.gorusmesinde.neler.oldu/625788.0/index.html (Mayıs 3, 2018 tarihinde erişilmiştir).
ÇAĞLAR, Barış. «Türkiye’nin Suriye Politikası: Yeni-Klasik Realist Bir Bakış.» OrtadoğuAnaliz, 2012.
Çağlar, Mehmet Turan. «2011 Sonrası Türkiye-Suriye İlişkileri ve Suriye-Türkiye Krizi.» TÜBİTAK 1001 Projesi. İstanbul: TÜBİTAK, 2014.
Çakırözer, Utku. Miliiyet. 13 Haziran 2000. http://www.milliyet.com.tr/2000/06/13/haber/hab01.html (Aralık 5, 2017 tarihinde erişilmiştir).
ÇERKEŞLİ, M. TALHA. «2000 Sonrası Türkiye-Suriye İlişkileri ve Arap Baharı.» İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Yüksek Lİsans Programı. İstanbul, Mart 2016.
ÇETİN, Hilal. Tuic Akademi. 15 Mayıs 2015. http://www.tuicakademi.org/tarihsel-akista-suriye/ (Aralık 7, 2017 tarihinde erişilmiştir).
Davutoğlu, Ahmet. Stratejik Derinlik. Küre, 2001.
DAVUTOĞLU, AHMET. «Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007.» Insıght Turkey, 2008.
Davutoğlu, Ahmet. Türkiye Merkez Ülke Olmalı. Radikal Gazetesi, 26 Şubat 2004.
Demir, Başak. Deutsche Welle Türkçe. 9 Ağustos 2011. http://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyeden-%C5%9Fiddete-son-ver-%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1s%C4%B1/a-15305738 (Mayıs 4, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Demir, Şerif. «Dünden Bugüne Türkiye'nin Suriye ve Ortadoğu Politikası.» Turkish Studies-International Periodical For The Language, Literature and History of Turkish or Turkic, 2011: 691-713.
Deutsche Welle Türkçe. 7 Ağustos 2011. http://www.dw.com/tr/suriyeden-t%C3%BCrkiyeye-sert-yan%C4%B1t/a-15301428 (Mayıs 3, 2018 tarihinde erişilmiştir).
DUMAN, Sabit. «Ortadoğu Krizleri ve Türkiye.» Ankara Üniversitesi Tiirk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 2005.
Duran, Hasan. «Ortadoğu Yıllığı 2011.» Adana Protokolü Sonrası Türkiye-Suriye İlişkileri. Açılım, 2012.
DÜNDAR, Lale. «Türkiye – Suriye İlişkilerindeki Dönüşümün Haber Diline Etkisi.» AKADEMİK BAKIŞ, 2016.
EKŞİ, Muharrem. Kamu Diplomasisi ve AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası. Ankara: Siyasal Kitabevi, 2014.
Erdağ, Ramazan. «Normalleşmeden Gerilim ve Çatışmaya: Türkiye-Suriye İlişkileri.» SETA, 2018: 317-334.
Erdem, Umut. Hürriyet Gazetesi. 4 Mayıs 2013. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/1-milyon-150-bin-metrekarelik-alan-temizlendi-23202275 (05 03, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Erdemol, Mustafa K. Suriye Denklemi. 2013.
ERKAYA, BARIŞ. Habertürk. 18 Mayıs 2011. http://www.haberturk.com/ekonomi/makro-ekonomi/haber/631909-mayin-bilmecesi (02 03, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Ertuğrul, Doğan. «Türkiye Dış Politikası için bir Test: Suriye Krizi.» TESEV, 2012.
GAYTANCIOĞLU, Kaan. «Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-Suriye İlişkilerinin Ortadoğu Politikasına Etkisi.» Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lİsans Programı. Edirne, Ocak 2008.
GİRİTLİ, PROF. DR. İSMET. Bugünkü Ortadoğu'nun Önemli Sorunları. İstanbul: İ.İ.T.İ.A. Nihad Sayar Yayın-Yard. Vakfı, 1978.
Hasan Duran, Çağatay Özdemir. «Türk Dış Politikasına Yansımalarıyla Arap Baharı.» Akademik İncelemeler Dergisi, 2012: 181-198.
Hürriyet Gazetesi. 9 Ağustos 2011. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/6-saatlik-kritik-gorusmeden-ilk-detaylar-18446872 (Mayıs 4, 2018 tarihinde erişilmiştir).
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürliği . 9 Aralık 2016. http://www.goc.gov.tr/icerik6/istatistik_558_560_8971_icerik (Mayıs 6, 2018 tarihinde erişilmiştir).
İnsan Hakları Derneği. 15 Mart 2003. http://www.ihd.org.tr/ottowa-slees/ (Şubat 26, 2018 tarihinde erişilmiştir).
KARA, Eyüp. Politika Akademisi. 18 AĞUSTOS 2012. http://politikaakademisi.org/2012/08/18/dunden-bugune-turkiye-suriye-iliskileri/ (Aralık 4, 2017 tarihinde erişilmiştir).
KARAOĞLU, Orhan. Uİ Portal. 24 Mayıs 2011. http://www.uiportal.net/21-yuzyil-turk-dis-politikasinda-orta-dogu-ve-turkiye-suriye-iliskileri.html (Şubat 24, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Kaya, Emirhan. «Dış Politika Değişimi: * AKP Dönemi Türk Dış Politikası.» ResearchGate, 2015.
KESKİN, Mustafa. akademik perspektif. 16 Haziran 2013. http://akademikperspektif.com/2013/06/16/gecmisten-gunumuze-turkiye-suriye-iliskileri/ (Aralık 2017 tarihinde erişilmiştir).
KİBAROĞLU, MUSTAFA. «Arap Baharı ve Türkiye.» ADAM AKADEMİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ, 2011.
KINALITOPUK, ÖMER TUGAY. «TÜRKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ 2002-2014 DÖNEMİ.» TRAKYA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİMDALI YÜKSEK LİSANS PROJESİ. EDİRNE, 2014.
Kolektif. Liderlerin Dış Politika Felsefesi ve Uygulamaları. Düzenleyen Haydar Çakmak. Doğu Kitabevi, 2013.
Kösebalaban, Hasan. Türk Dış Politikası: İslam, Milliyetçilik ve Küreselleşme. BigBang, 2014.
LAÇİNER, Doç. Dr. Sedat. Slaciner.blogspot. 6 Ocak 2011. http://slaciner.blogspot.com.tr/2011/01/turgut-ozal-donemi-turk-ds-politikas.html (Aralık 13, 2017 tarihinde erişilmiştir).
Mansfield, Peter Pelham, Nicolas. Ortadoğu Tarihi. İstanbul: Say Yayınları, 2012.
MFA. Suriye'nin Siyasi Görünümü. 
Milliyet Gazetesi. 7 Kasım 2013. http://www.milliyet.com.tr/2-yillik-ic-savasin-kronolojisi/dunya/dunyadetay/07.01.2013/1652039/default.htm.
Milliyet Gazetesi. 7 Nisan 2010. http://www.milliyet.com.tr/suriye-turk-suriye-ortak-sirketler-kurulmali-ekonomi-1221945/ (Şubat 25, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Murat Yeşiltaş, Ali Balcı. «A Dictionary of Turkish Foreign Policy in the AK Party Era: A Conceptual Map.» SAM, 2013.
Murat Yeşiltaş, Ali Balcı. «A Dictionary of Turkish Foreign Policy in the AK Party Era: A Conceptual Map.» SAM, 2013: 5-35.
Murat Yeşiltaş, Ali Balcı. «AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası Sözlüğü: Kavramsal Bir Harita.» Dergi Park, 2011.
NTV. 25 05 2009. https://www.ntv.com.tr/turkiye/mayinli-araziler-temizlenince-kimin-olacak,5pY2bYDc90W7fxSp8GSsXg (02 03, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Nye, Joseph S. Soft Power: The Means to Success in World Politics. New York: PublicAffairs, 2004.
OĞUZLU, Tarık. «Komşularla Sıfır Sorun Politikası: Kavramsal bir Analiz.» Ortadoğu Analiz, Haziran 2012.
Oran, Baskın. Türk Dış Politikası (1919-1980). İletişim, 2005.
—. Türk Dış Politikası Cilt: III (2001-2012). İletişim, 2013.
ÖNER, Suna Gülfer IHLAMUR. «Türkiye'nin Suriyeli Mültecilere Yönelik Politikası.» Ortadoğu Analiz, 2014: 42-45.
Özdemir, Çağatay. «Suriye’de İç Savaşın Nedenleri: Otokratik Yönetim mi, Bölgesel ve Küresel Güçler mi?» Bilgi, 2016: 81-102.
ÖZEV, Muharrem Hilmi. TASAM. 24 Temmuz 2009. http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/1111/dunden_bugune_turk_dis_politikasi (Şubat 25, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Politika Akademi. 18 Ağustos 2012. http://politikaakademisi.org/2012/08/18/dunden-bugune-turkiye-suriye-iliskileri/ (Şubat 26, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Sabah Gazetesi. 11 Aralık 2011. https://www.sabah.com.tr/dunya/2011/11/30/davutoglundan-suriye-aciklamasi (Mayıs 3, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü. Ortadoğu Yıllıkları. Yıllık, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 2011.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü. Ortadoğu Yıllıkları. Yıllık, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 2010.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü. Ortadoğu Yıllıkları. Yıllık, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 2009.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü. Ortadoğu Yıllıkları. Yıllık, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 2008.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü. Ortadoğu Yıllıkları. Yıllık, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 2007.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü. Ortadoğu Yıllıkları. Yıllık, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 2006.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü. Ortadoğu Yıllıkları. Yıllık, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, 2005.
SİNKAYA, BAYRAM. «Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi.» ADAM AKADEMİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ, 2011.
SİNKAYA, BAYRAM. «Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi.» Adam Akademi, 2011.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı. Türk Dış Politikası. Yıllık, Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, 2011.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı. Türk Dış Politikası. Yıllık, Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, 2010.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı. Türk Dış Politikası. Yıllık, Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, 2009.
Sofuoğlu, Adnan. «Atatürk'ten Günümüze Hatay Meselesi ve Türkiye-Suriye İlişkileri.» KÖKSAV, 2012.
Sönmezoğlu, Faruk. Son Onyıllarda Türk Dış Politikası 1991-2015. Der, 2016.
Süleyman Güder, Muhammed Hüseyin Mercan. «2000 Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Parametreleri ve Orta Doğu Politikası.» İnsan ve Toplum, 2012.
—. «2000 Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Parametreleri ve Orta Doğu Politikası.» İnsan ve Toplum. 
T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü. YÜKSEK DÜZEYLİ STRATEJİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ (YDSK) TOPLANTILARI. 2013.
TABAN, Muhammed Hayati. «ADALET VE KALKINMA PARTİSİ DÖNEMİ TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ.» ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİSKİLER ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ. BOLU, 2014.
TAN, Mehmet, Aziz BELLİ, ve Abdullah AYDIN. «2002 Sonrası ve Arap Baharı Kapsamında Türkiye Suriye.» II. Bölgesel Sorunlar veTürkiye Sempozyumu. Kahramanmaraş, 2012.
Tekeli, Melisa. «Geçmişten Günümüze Türkiye-Suriye İlişkileri.» Ankara: Ankara Üniversitesi.
UFUK ULUTAŞ, KILIÇ BUĞRA KANAT, CAN ACUN. «SINIRLARI AŞAN KRIZ.» SETA, 2015: 17-22.
ULU, CANSU. «AHMET DAVUTOĞLU DÖNEMİNDE TÜRKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ.» ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ. AYDIN, 2014.
Uras, Güngör. Milliyet Gazetesi. 21 Mayıs 2009. http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/gungor-uras/mayinlari-temizleyenler-topraklarimiza-44-yilligina-sahip-olacak-1097123/ (Şubat 25, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Wikipedia. Wikipedia. http://www.wikizero.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvU3VyaXllLVTDvHJraXllX2lsacWfa2lsZXJp (Aralık 5, 2017 tarihinde erişilmiştir).
—. Wikipedia. HTTP://WWW.WİKİZERO.NET/İNDEX.PHP?Q=AHR0CHM6LY90Cİ53AWTPCGVKAWEUB3JNL3DPA2KVU3VYAXLL (Aralık 6, 2017 tarihinde erişilmiştir).
Yazıcı, N. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. 29 05 2012. HTTP://WWW.21YYTE.ORG/TR/ARASTİRMA/SURİYE/2012/05/29/6619/SURİYE-SİYASİ-TARİHİ (12 03, 2017 tarihinde erişilmiştir).
Yeşilmen, Sibel. Deutsche Welle Türkçe. 10 Ağustos 2011. http://www.dw.com/tr/davuto%C4%9Flunun-%C5%9Fam-ziyaretinin-yank%C4%B1lar%C4%B1/a-15307197 (Mayıs 3, 2018 tarihinde erişilmiştir).
Yıldız, Müyesser. Oda TV. 22 Eylül 2013. https://odatv.com/erdogan-esad-kardesligini-mayin-isi-mi-bozdu-2209131200.html (Şubat 18, 2018 tarihinde erişilmiştir).

***

2002-2011 YILLARI ARASINDA TURKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1

2002-2011 YILLARI ARASINDA TURKİYE SURİYE İLİŞKİLERİ,  BÖLÜM 1






T.C. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ


TÜRK DIŞ POLİTİKASI ARAŞTIRMALARI II LİSANS BİTİRME PROJESİ
2002-2011 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ
Danışman: Doç. Dr. Ramazan ERDAĞ
Neslihan TOKÖZ
131420131053
Haziran 2018

ÖZET

Bu çalışma kapsamında 2002-2011 yılları arasında Türkiye-Suriye ilişkileri incelenmiştir. Suriye’de Beşar Esad dönemi ile Türkiye’de 
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) dönemi iki ülke arası ilişkiler hız kazanmıştır.  Komşularla sıfır sorun politikasını uygulayan 
AK Parti için Suriye özel bir konumdadır. Üst düzey ziyaretler sonrası gelişen siyasi ilişkilerle beraber iki devlet arası ticaret, tarım, kültür, 
ulaşım, gümrük gibi alanlarında da ilişkiler gelişmiştir. Arap Baharı etkilerinin Suriye’de iç savaş şeklinde görülmesi üzerine iki ülke arasında 
ilişkiler kopma noktasına gelmiştir.

İÇİNDEKİLER
ÖZET ………………………………………………………………………………...3
ABSTRACT ………………………………………………………………………….4
İÇİNDEKİLER ………………………………………………………………………5

GİRİŞ ……………………………………………………………………………...…6

1. TÜRKİYE – SURİYE İLİŞKİLERİ: TARİHSEL ARKA PLAN …………...8
1.1. Suriye’nin Bağımsızlık Süreci ………………………………………………8
1.2. Bağımsızlık Sonrası İlişkiler ………………………………………………...9
1.2.1.1. Demokrat Parti Dönemi ……………………………………..10
1.2.1.2. Özal Dönemi ………………………………………………...12
1.2.1.3. 90’lar ve Koalisyon Dönemi  ……………………………….14
1.3. Adana Protokolü …………………………………………………………...14
1.4. Hafız Esad’ın Cenazesine Katılım …………………………………………15
1.4.1.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Tutumu ……………...……16
1.4.1.2. Basına Yansıyanlar ………………………………….………16
2. 2000’Lİ YILLARDA SURİYE İLE NORMALLEŞME SÜRECİ …………17
2.1. AK Parti Dönemi Dış Politikası ……………………………………...……17
2.2. Komşularla Sıfır Sorun Politikası …………………………………….……20
2.3. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Oluşturulması ……………..…22
2.4. Vize muafiyeti ……………………………………………………………..25
2.5. Mayın Temizleme …………………………………………………….……27
3. ARAP BAHARI ÇEVRESİNDE İLİŞKİLER ………………………………29
3.1. Suriye İç Savaşı: Savaş Öncesi Durum ……………………………………29
3.1.1. Davutoğlu - Esad Görüşmesi ……………………………………….30
3.2. Suriye İç Savaşı ve Sonrası ………………………………………………..31
3.3. Mülteci Krizi ………………………………………………………………32
3.4.        Türkiye’nin Açık Kapı Politikası ………………………………………….33

SONUÇ …………………………………………………………………………….35

KAYNAKÇA ………………………………………………………………………36

GİRİŞ

Uluslararası sistemde kriz yaratmış olan Suriye, Türkiye için hem tarihsel anlamda hem de günümüz Türkiye’sinde önemli bir konumdadır. Tarihsel ilişkilerin zirvesi olarak adlandırabileceğimiz Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu ve iktidara gelmesinden; Arap Baharına kadar olan süreç karşılıklı olarak politikaların yumuşak bir atmosfer ortamında geliştiğini izlediğimiz dönemdir.

İki ülkenin birbirlerine karşı olan politikasını Esad’ın iktidara gelmesi ve ardından AKP hükümetinin kurulmasıyla birleştirerek içinde bulundukları konjonktürlerin nasıl şekillendiğini görmekteyiz. AKP’nin komşu bölgelere açılım politikası kabul görmüş, ardından ilişkiler ve işbirliği ivme kazanmıştır. Gelişen ilişkilere karşın Arap ayaklanmalarının ortaya çıkması iki ülke arasını açmaya başlamıştır. Çalışmada bu ilişkiler 3 alt başlıkta incelenecektir:

Birinci Bölüm;  Türkiye ve Suriye arasında imzalanan Adana Protokolü çerçevesinde gelişmiştir. İki ülkenin geçmişten günümüze tarihi ele alınırken genel olarak Suriye’nin bağımsızlık sonrası Türkiye ile ilişkisi dikkate alınacaktır.

İkinci Bölüm de ise AKP Dönemi Suriye ile Türkiye ilişkileri ayrıntılı bir biçimde incelenecektir. AKP Hükümeti’nin Suriye ile temaslarının Ortadoğu ülkeleri ile politikalarına etkisinden bahsedilecektir.

Üçüncü Bölüm; Arap Baharı’nın etkisiyle İç Savaş’ın ortaya çıkışını ve bunların Türkiye ile ilişkilere yansıması sonucu gelişen kriz dönemini ele alacaktır.
Beşar Esad ve AKP’nin rol aldığı ilişkilerin yükseldiği noktalarda ilk işbirliklerin siyasileşmeden önce ekonomik birlikler üzerine olduğunu görülür. Ardından gelen kültürel hareketlilik ile yumuşayan hava siyasi birliklere yerine bırakmıştır. Bu çalışmada 2. ve 3. bölüm itibariyle iki ülke arası ilişkilerde insani boyutu ele alınarak kurgulanmıştır.

Ortadoğu sorunlarının başat aktörü olan Suriye, küresel güçlerin politikalarını uygulama sahası olarak görüldüğü bir coğrafyadır. Bununla birlikte Türkiye’nin yakın komşusu Suriye ile dinamik ve zengin işbirliği bu coğrafyada aktif olmasına ve ilişkilerin gelişmesine yol açmıştır. Bölgedeki olaylardan direkt etkilenen Türkiye, aktif rol üstlenerek adımlarını atmaktadır. İç Savaş’ın etkileri, rejimlerin politikasında da açık bir şekilde kendini gösterir durumdadır.
Veri toplama tekniği olarak; konu ile ilgili Türkçe ve İngilizce literatür taraması yapılarak, basılı kitap ve makalelerin yanı sıra internet üzerinden arama motorları kullanılarak, konuyla ilgili ülke ve kurumların resmi internet siteleri üzerinden derlemeler gerçekleştirilmiştir.

1. BÖLÜM: TÜRKİYE – SURİYE İLİŞKİLERİ: TARİHSEL ARKA PLAN

1.1. Suriye’nin Bağımsızlık Süreci

Resmi adı ile Suriye Arap Cumhuriyeti, Ortadoğu’da kritik bir jeopolitik konumda, Akdeniz’e kıyısı olan Ortadoğu’nun önemli bir ülkesidir. Komşu ülkeleri; Lübnan, İsrail, Türkiye, Ürdün, Irak olmak üzere Akdeniz ülkelerindendir. Şam en büyük şehri ve aynı zamanda başkentidir.
Suriye konumu itibariyle tarih boyunca farklı din ve etnik yapılara ev sahipliği yapmış olup, bu coğrafya yine aynı çeşitlilikle Hristiyan, Yahudi, İslam dinlerinin de merkezi olmuştur. Suriye, tarıma el verişli topraklara sahip ve komşu ülkeleriyle birlikte düşünüldüğünde, Levant bölgesini ifade etmektedir. Birçok medeniyetin gözü olduğu bu topraklar adına birçok savaş çıkmıştır (Mansfield vd., 2012: 17). Suriye konumu itibariyle uluslararası politikada her zaman önemli bir yere sahip olmuştur.

Osmanlı hâkimiyetinden önce bu bölge Romalılar, sonrasında Bizanslılar’ın egemenliğinde yer almıştır. İslam’ın yayılmasıyla birlikte Hazreti Peygamber döneminde fetih düşünülmüş olsa da, Hazreti Ebubekir zamanında Şam, İslam Devleti tarafından fethedilmiştir. Yermük Savaşı ile bölge tamamen İslam topraklarına katılmıştır. Emevilerden sonra Suriye Abbasi hâkimiyeti altına girmiştir. Abbasilerin zayıflamasıyla Suriye merkezi otoriteden koparak Tolunoğulları hâkimiyetine alınmıştır. Tolunoğullarından sonra sırasıyla İhşidler, Fatimiler, Büyük Selçuklu, Eyyubiler, Moğollar ve Memlukler bölgede etkili olmuştur (Yazıcı, 2012). Suriye, tarihsel olarak hâkimiyeti bulunan devletlerden anlaşılacağı üzere, her dönemin küresel, bölgesel aktörleri tarafından rekabet alanı olmuştur.

Suriye için Osmanlı devri ise 1516 yılında Mercidabık Savaşıyla başlamıştır. Yavuz Sultan Selim bu savaş ile Memluk devletine son vererek, Suriye topraklarını içine katmıştır.  19. yüzyılda güçlenen Milliyetçilik akımları ile Osmanlı gibi çok uluslu imparatorluklar zarar görmüştür. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın Suriye’yle ilgilenmesiyle birlikte, Osmanlı’nın ulusçuluk fikriyle vurulması bu dönemde gerçekleşmiştir (Demir, 2011: 693).

403 sene Osmanlı tarafından yönetilen Suriye, I.Dünya Savaşı sonrası Osmanlı hâkimiyetinden çıkmış, bağımsızlığını ilan etmişti. Ortadoğu’da hâkimiyet kurma adına Fransa yavaş yavaş Afrika bölgesinde sömürgeciliklere başlamıştı.  Suriye’nin bağımsızlığını kabul etmeyen Fransa, Suriye ile 1920’de savaşa girmiş; Suriye’nin savaşı kaybetmesi sonucunda, hâkimiyet Fransız manda yönetimine kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında yapılan Sykes-Picot antlaşmasıyla ilk olarak İngiltere’nin hâkimiyetine verilmesi tasarlanan Suriye, savaştan sonrası İngiltere ve Fransa arasında yapılan anlaşma kapsamında 1920’den 1946 yılına kadar Fransa’nın kontrolüne verilmiştir.

Fransa bu coğrafyada etkili bir aktör olmak istediği için manda yönetiminden çok kalıcı egemenlik sağlamak istiyordu, bununla birlikte Fransa hâkimiyetini korumak için baskı sistemi ile birçok ayaklanma ve isyana sebep olmuştur (Tan vd., 2012: 68). II. Dünya Savaşı yıllarında Fransa, Suriye manda yönetimine kısmi bağımsızlık vermiştir ancak; savaş sürecindeki gerek uluslararası dinamikler gerek iç politika sıkıntıları nedeniyle savaşın sonlarına doğru Fransa Suriye’den çekilmiştir. 1946 yılında bu ülke Suriye Arap Cumhuriyeti adını almıştır.

Fransız mandası altında böl ve yönet politikalarına maruz kalan Suriye; fiziki, dini, kültürel olarak, etkileri günümüze kadar devam eden, kargaşa ve huzursuzluk ortamının etkisinde kalmıştır. Adeta cetvelle harita üzerinde çizilen suni sınırlar dolayısıyla azınlık çoğunluğa hükmeder vaziyete gelmiş ve bu durum yıllar sürecek bir problemin temellerini atmıştır.

1.2. Bağımsızlık Sonrası Türkiye ile İlişkiler

Türkiye ile ilişkilerinin belirleyici hususu Hatay meselesi olmuştur. Hatay’ın 1939 yılında Türkiye’ye katılması kararıyla birlikte Türkiye–Suriye ilişkileri gelişmeye başlamıştır. Aynı zamanda bu süreç içerisinde Hatay’ın Suriye haritalarında çizilmesi ise ilişkileri zedelemiştir. Diğer bir yandan Türkiye’den doğan, Fırat ve Dicle Nehirlerinin havzalarını kapsayan Güneydoğu Anadolu Projesi’ne başlanması Suriye ile su krizine sebep olmuştur. İki ülke arasındaki bir diğer sorun ise Kürdistan İşçi Partisi, PKK, lideri Abdullah Öcalan’ın Şam yönetimi tarafından ülkeye kabul edilmesiyle başlamıştır. Bu çalışmada da Türkiye–Suriye ilişkilerinin krizler çevresinde gelişen ilişkileri, dönemsel olarak analizi ve AK Parti dönemindeki etkileri incelenecektir.

Suriye bağımsızlığını kazandıktan sonra darbeler ülkesine dönmüş, istikrarsızlık dönemlerini yaşamıştır. Arap Sosyalist Partisi (Baas Partisi) darbeyle yönetimi ele geçirmiş, ardından parti içi darbeler yaşanmıştır. 1970 yılındaki darbeyi dönemin Savunma Bakanı Hafız Esad yapmış olup; önce kendini Başbakan ilan etmiş, ardından 1971 yılında düzenlenen referandumda tek aday olarak girdiği seçimde Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.

1.2.1.1. Demokrat Parti Dönemi Türkiye–Suriye İlişkileri

1950 yılında yapılan seçimle iktidar olan Demokrat Parti, Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes’in Başbakan ve Meclis Başkanı’nın Refik Koraltan’ın olduğu; Türkiye’de iç politikada çok partili hayata geçişi ifade ederken, dış politikada çok boyutluluğun vurgulanmaya başlandığı bir dönem olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin aktif siyasetini ABD ve Avrupa ile ilişkileri belirlemiştir. Bu çerçevede çizilen siyaset, Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerine karşı politikasına da yansımıştır. Türk Dış Politikası, Türkiye’nin çıkarı ABD’nin çıkarıyla aynıdır düşüncesiyle yönetilmeye başlanmıştır (Oran, 2005, s.615). Batı’nın, Türkiye’yi Ortadoğu’nun temsilcisi olarak görmesi, Türkiye’nin bölge ile aktif olarak ilgilenmesi için bir fırsat olarak görülmüştür. Arap ülkeleri ise Batı sömürgeleri olmaktan daha yeni kurtulmuşken; Türkiye’yi “emperyalizmin sözcülüğünü yapmak”la suçlamıştır. (Oran, 2005, s.615) Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu politikası başarısız gözükmesine karşın dış politika araçları bölgede varlığını sürdürmek için çalışmıştır.

   Hatay sorunu iki ülke arasında gerilimi sürdürse dahi Türkiye gecikmeli de olsa, 6 Mart 1946’da Suriye’nin bağımsızlığını tanımıştır. Türkiye, Demokrat Parti döneminde Ortadoğu politikalarında çeşitliliğe gitmiş, Ortadoğu sorunlarında Arap devletlerinden yana bir tutum benimsemiştir. Türkiye’nin Birleşmiş Milletlerde Filistin sorununa karşı aleyhte oy vermesi Arap ülkeleri tarafından olumlu karşılanmıştır.

NATO’ya üyelik süreci ve İsrail’in tanınması ile Batı yanlısı bir tutum sergileyen Türkiye, Ortadoğu ile ilişkilerini Bağdat Paktı ile düzeltmeye çalışırken Mısır ve Suriye’nin tepkisiyle karşılaşmıştır. Bağdat Paktı, Irak dışında hiçbir Arap ülkesini memnun etmemiş, üstelik Sovyetleri de karşısına almıştır. Bu durum Sovyetler ve Suriye arasında ilişkilerin gelişmesi için zemin oluşturmuştur. 
1953'te ABD’de iktidara gelen Eisenhower, Ortadoğu politikasını gözden geçirme gereği duymuştur. Dışişleri Bakanı tarafından Ortadoğu ziyaretleri yaparak SSCB tehdidine karşı savunma planı hazırlamıştır. Türkiye’nin ise bu sırada Ortadoğu ile ilişkileri olumsuz yönde seyretmeye başlamıştı; Mısır ile diplomatik kriz, ardından gelen Nasır’ın Menderes ile görüşmeyi reddetmesi, Bağdat Paktı’na karşın Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan’ın yeni bir askeri, ekonomik siyasal anlaşma yapması; Türkiye’nin ilişkileri geliştirmek istemesine rağmen Arap devletleri ile arasını açmaktaydı. Pakt sayesinde Irak Suriye’yi yanında göreceğini ummuş, ancak Suriye’nin Türkiye’den çekinmesi sebebiyle, Suriye Mısır’a yakın durmuştur. 

Arap milliyetçiliğine dayanan, Doğu Blok etkisindeki sosyalist yapılı lider Nasır’ın Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi sürecinin ardından, bölgeden İngiltere ve Fransa’nın çekilişi, SSCB ve ABD için güç boşluğunu doldurmak için yeni hamlelerine fırsat tanır nitelikteydi. Bölgedeki etkinliğini arttırmak isteyen SSCB, başta Mısır ve Suriye ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Suriye, SSCB ile aralarında imzaladıkları anlaşma sonrası ABD ile diplomatik kriz yaşadı ve Genelkurmay Başkanlığına komünist eğilimli bir albay getirildi. Menderes, bu olayın sadece bir Suriye meselesi değil, aynı zamanda Sovyet tehdidi olarak görülmesi şeklinde bir uyarı yaparak ABD’ye durumu bildirmiştir. Ankara, açıklamalarında Suriye’yi barışa karşı tehdit olarak anarken SSCB, ABD ve Türkiye’yi saldırgan olmakla suçlamıştır. ABD, sosyalizm ve Arap milliyetçiliğini sentezleyen Baas ve Nasır’cı anlayışın yayılmasını engellemek için çalışmıştır. Türkiye ise sorunun uluslararası nitelik kazanmasının ardından BM’ye konu götürülmüş; Türkiye ve Suriye meselesinin taraflar arasında çözüleceğine dair karar almışlardır.

1 Şubat 1958 tarihinde Suriye. Ortadoğu’da yalnız kalmamak için ve Baas’cı ekolün de etkisiyle, Mısır’a bir araya gelme teklifinde bulunmuş ve Mısır’ın da kabulüyle Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulmuştur. Nasır kendini güçlendirse de Suriye halkı bu durumdan rahatsızdı. Türkiye bu durumdan memnun olmasa da 11 Mart’ta BAC’ı resmen tanımıştır (Giritli, 1978: 92).

Süveyş krizinde Mısır'ın karşısında duran Türkiye, Nasır'ın devrilmesini beklemiştir. Beklediği durum gerçekleşmeyince Mısır ile ilişkileri geliştirmeye yoluna giderken; Suriye'nin Sovyet etkisine girmesi Türkiye'yi endişelendirmiştir. Türk basını ise Ortadoğu'daki Demokrat Parti’nin politikasını eleştirmişti; ancak medyanın bölgedeki gelişmeleri anlamaktan da uzak olduğu aşikârdı.

1.2.1.2. Özal Dönemi Türkiye–Suriye İlişkileri

1980’li yıllar Türkiye’nin Ortadoğu ve İslam coğrafyasına önem verdiği dönem olarak anılır. Dönemin politikasını anlamak için 1950’lerde yaşanan uluslararası krizleri iyi analiz etmek gerekir. Yaşanan değişimler ve ABD’nin rolü yadsınamaz bir etkiye sahiptir. Körfez Savaşı ve Kıbrıs sorununun bıraktığı izler taze iken hükümete çıkan Özal, dönem içi başarısını 12 Eylül darbe sonrası rakipsiz ortama borçlu olsa da buhran zamanları yaşanmıştır. Siyasi çekişmelerin olmadığı ortamda, planlarını reel sorunlar üzerine yoğunlaştırarak hareket eden Özal, bu sayede iç ve dış politikada etkili bir rol oynamıştır.

Petrol Krizi’nin etkisinde SSCB ve ABD askeri stratejilerini tekrardan Ortadoğu’ya yoğunlaştırmışlardır. DP döneminde olduğu gibi Türkiye yeniden ABD desteği ile Ortadoğu’da aktif politikaya başlamıştır, 1950’lerdeki tutumdan farklı olarak Özal ekonomik alanda aktifleşme ile bölgeye adımını atmıştır. Bu çerçevede atılan adımlar Körfez ile olan ilişkileri geliştirmek adına önemli bir mihenk taşıdır. Cumhurbaşkanı Evren’in bölgeye ziyaretleri ile artan işbirliği, Arap-İslam birliğine yönelik dönemin Türk Dış Politikasını anlamak açısından önemlidir.
Körfez ülkeleri ile artan ekonomik, siyasi ve askeri işbirlikleri ne yazık ki komşu ülke Suriye için aynı seyirde değildir. Türkiye-Suriye ilişkilerinde, 80’li yıllar su ve PKK sorunu etkili olmuştur. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi’ni hayat geçirmesi; Fırat ve Dicle sularının paylaşımı ile Suriye’ye yeterli miktarda su vermeyeceği düşüncesi, Şam Hükümeti’ni Türkiye aleyhine olan terör örgütlerini desteklemeye yönlendirmiştir.

İran Devrimi’nin ardından İran-Irak savaşında tarafsız duran Ankara Hükümeti, savaşın bölgedeki güç dengesinden etkilenmiştir. Sınırda yaşanan savaşta Suriye, Kürt örgütlere destek sağlayarak liderlik kazanma peşindeydi. Darbe sonrası Türkiye’den kaçan Kürt ve Türklerin Suriye’de örgütlenerek faaliyete geçmesi büyük bir sorun olarak sahneye çıkıyordu.

Özal’ın politikalarını etkileyen bir mesele olarak PKK; ayrılıkçı söylemleri ile ülke içinde çatışma çıkarmış, ekonomik gelişmeyi yavaşlatmış ve bölünme korkusu yaşatmıştır. PKK sempatisi, Suriye İstihbarat Başkanı Rıfat Esad’dan gelmişti; örgüt ile doğrudan ilişki kurularak, eğitim ve dış destek ile Türkiye’deki eylemleri hızlandırmıştı. Suriye’nin PKK konusunda aktif rolü, Özal’ı, başta Kürtler olmak üzere, tüm etnik grupları kapsayıcı önlemler almaya itmiştir. Irak ile bu doğrultuda sınır güvenliği için Güvenlik Protokolü’nün imzalanması, Suriye nezdinde de bir girişim için hazırlanmaya itmiştir. Evren, Hafız Esad’a bir mektup ile bölgede terörizme karşı mücadele önermiştir. Karşılığında Hafız Esad olumlu yanıt vererek, 1985’te Sınır Güvenliği Protokolü imzalanmıştır. PKK’nın güçsüzleşmesi beklenirken, siyasallaşması ve askeri baskıya karşı etkili olması ile PKK bölgedeki halkı kazanma politikası geliştirmiştir. Türkiye, Suriye’ye karşı meşru müdafaa hakkını kullanmak yerine ilişkileri düzeltmek adına ABD’nin Suriye’yi bombalama ihtimaline karşılık İncirlik Üssü’nü kullandırmayacağını bildirmiştir.

Başbakan Özal 1987’deki seçimler öncesi kamuoyunda başarılı bir imaj yaratmak için Şam’a ziyarete gitmiştir. 

  PKK terörü masaya yatırılırken diğer bir konu da Suriye’nin öne sürdüğü su sorunudur. Ziyaret sırasında biri güvenlik diğeri su sorunu ile ilgili olmak üzere 2 protokol imzalanmıştır. Uzun vadeli bir anlaşma olmasa da görünürde seçim başarısı olarak anılır bir değerlendirme olmuştur.

PKK eylemlerine devam ediyor ve bu durum Türkiye ve Suriye ilişkilerini geriyordu. Özal 1989’da Suriye’yi protokole uymamakla suçluyor ve ikinci protokoldeki su sorununa çözüm getiren hükümleri yerine getirmemekle tehdit etmiştir. Ankara Hükümeti su ve terör meselesini hep bağlantılı bulmuştur. Suriye, su sorununu kesin çözüme kavuşturmadan PKK’yı ortadan kaldırma niyetinde olmamıştır. Bu sebeple Türk uçağı düşürülmüş ancak Şam Hükümeti bu durumun kaza olduğu açıklamasını yapmıştır. Hafız Esad’ın resmi görevi olmasa da hükümet üzerinde etkili olan kardeşi Cemil Esat’ın bölgede Kürdistan varlığını gerekli gördüğünü belirtmesi ve PKK’ya siyasi ve lojistik destek verdiğini açıklaması üzerine iki ülke arası ipler iyice gerilmiştir.

Cumhurbaşkanı olarak Özal, Kürt politikasını Kuveyt’in işgalinden sonra iç ve dış politikaya entegre etmiştir. Özal politikalarını ABD’nin politikalarına uygun hale getirmesi ile destek göreceğini umarak Körfez Savaşı’nda aktif destek sağlamıştır.

Özal, Türkiye’nin çekingen pasif politika tabusunu yıkarak aktif politika evresine geçişin simgesi olmuştur. Türk Dış Politikasında Özal izleri çok net şekilde kalmıştır. Ardından gelen hükümetler Özal politikalarını sürdürmekte zorlanmış, istikrarsız bir dönem sebebiyle politikaları devam ettirememişlerdir.

1.2.1.3. 90’lar ve Koalisyon Dönemi Türkiye–Suriye İlişkileri (1993-1999)

1991 ve 2002 yılları arasında altı kez hükümetin değiştiği ve yönetimin tek parti ile değil koalisyon ortakları ile idare edildiği bir dönem olmuştur. SSCB’nin dağılması ile Ortadoğu’da ABD etkinliği artmıştır. Türkiye ve Suriye 90'lı yılların sonuna kadar birbirlerini tehdit olarak algılamışlardır ve bu durum tarafları savaşın eşiğine kadar getirmiştir. Bu dönem, Türk iç politikasındaki pasif koalisyonları ve PKK sorununu, dış politikada ise PKK çevresinde gelişmiş Suriye ilişkilerini kapsamaktadır. Güvenlik sorununun ön planda olduğu bu dönemde Genelkurmay Başkanı’nın pozisyonu önemlidir.

1980’lerin sonunda PKK lideri Öcalan’ın Suriye’ye sığınması ve Suriye’nin Öcalan’ı teslim etmemesi ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. PKK’nın eylemlerini arttırması ve Suriye’den destek almasına Türkiye cevap olarak İsrail ile işbirliği yapmış ve yine su meselesini kullanarak Suriye’ye gönderilen su miktarını kısmaya gitmiştir. Özal’ın ölümünün ardından yerine gelen Demirel, Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda silahlı çözüm önerisinden bulunmuştu. Kurulan hükümetler de PKK ile silahlı çözüme olumlu bakıyor ve politikalarını bu yönde seyrettiriyordu. Suriye ise Yunanistan ile işbirliğine girmiş, ardından Türkiye çok sert bir şekilde Öcalan’ı istemişti; ülkeye nota vermiş, askeri müdahale tehdidinde bulunmuştur. Türkiye’nin baskısı sonucu Öcalan sınır dışı edilmiştir. Gelişmeler Adana Antlaşması ile desteklenerek normalleşme dönemine geçilmiştir.

Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması, Türkiye’yle ilişkilerin normalleşmesine önemli bir katkı sağlamakla birlikte; Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’dan Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra ilişkilerde normalleşme daha da hızlanmıştır. 

1.3. Adana Protokolü

Türk ve Suriye yetkilileri terörizme verilen desteğin bittiğine dair güvence vermek adına Adana’da toplanmışlardır. İki ülke arasında yapılan anlaşma Öcalan’ın iadesini, PKK varlığının Suriye’de sona erdirilmesine dair işbirliğini öngörmüştür. “1998 yılında Türkiye-Suriye arasında imzalanan bu protokol ilişkiler açısından yeni bir döneme girilmesine sebep olmuştur.” (Duran, 2011) Öcalan’ın Suriye’de olmadığı, bir daha girmeyeceği ve PKK’nın faaliyetlerine izin verilmeyeceği teyit edilmiştir. Anlaşmaya varılan konular ise şu şekildedir:

- “Suriye, topraklarından kaynaklanan ve Türkiye’nin güvenlik ve istikrarını bozmaya yönelik hiçbir faaliyete karşılıklılık ilkesi çerçevesinde izin vermeyecektir. Suriye, topraklar üzerinde, özellikle PKK’nın silah, lojistik, malzeme ve parasal destek teminine ve propaganda yapmasına müsaade etmeyecektir.

- Suriye, PKK’nın terörist bir örgüt olduğunu kabul etmiştir. Ülkesinde, diğer terör örgütlerinin, PKK’nın ve tüm yan kuruluşların faaliyetlerini yasaklamıştır.
- Suriye, ülkesinde PKK’nın eğitim ve barınma amaçlı kamp ve diğer tesisleri oluşturmasına ve ticari faaliyetlerine izin vermeyecektir.
- Suriye, PKK mensuplarının üçüncü bir ülkeye geçişleri için ülkesini kullanmasına müsaade etmeyecektir.
- PKK terör örgütünün elebaşısının Suriye topraklarına girmemesi için bütün tedbirleri alacak, sınır kapılarını bu yolda talimatlandıracaktır.” (Gaytancıoğlu, 2008) 

Bu mutabakat sonunda Türkiye’nin aktif diplomasisinin sahada karşılığının olduğu anlaşılmıştır. İki ülke sorunlarını barışçıl yoldan çözme niyetini ortaya koymuştur.

1.4. Hafız Esad’ın Cenazesine Katılım

2000 yılında Hafız Esad’ın vefatı ile Türkiye ile temasların farklı bir boyutu olarak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in cenaze törenine katılması iki ülke çevreleri tarafından olumlu şekilde karşılanmıştır. Suriye de bu ziyareti karşılıksız bırakmamış ve Başkan Yardımcısı Haddam da Türkiye’ye ziyarete gelmiştir. Cenazeye uluslararası birçok diplomat ve üst düzey yöneticilerin katılmasına rağmen Rusya Devlet Başkanı Putin cenazeye katılmamış, ABD ise Dışişleri Bakanı’nı göndermekle yetinmiştir.

1.4.1.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Tutumu

Cenaze törenine katılmayan Clinton, telefon ile Beşar Esad’a başsağlığı dilemiş, iktidar geçişinin darbe ile olmaması yönünde temennide bulunduklarını ifade etmiştir. Hafız Esad’la gelişen barış için işbirliğini Beşar Esad’la da sürdürmeyi hedeflediğini dile getirmiştir.

1.4.1.2. Basına Yansıyanlar

Hafız Esad’ın ölümünün ardından ilk taziye mesajını İsrail’in yayınlaması, basın araçlarınca Suriye’nin hükümetine barış sinyalleri verdiği şeklinde yorumlanmıştır.

Fransa ise Avrupa ülkeleri arasında törene devlet başkanı düzeyinde katılan tek devlettir. Fransa’nın bu hareketi; Suriye’nin eski sömürgesi olması, Fransa’nın Ortadoğu’da hala etkin olma isteğine bağlanmıştır.
İran ise büyük müttefiki Esad’ın ölümünü yalnız Suriye’nin değil İran’ın da kaybıdır sözleriyle ifade etmiştir.

Evren, Cenaze töreninden sonraki açıklamasında Beşar Esad ile görüşmesinin dostluk havasında geçtiğini belirtmiş, kardeş halkların dostluk duygularına vurgu yapmıştır.

2000 yılından sonra iktidarı anayasa değişikliği ile ele alan Beşar Esad, arkasında Baas Partisi’nin desteği ile meşruiyetini sağlamlaştırmıştır. İktidara gelmesinin ardından insan hakları, demokrasi, reform, ekonomik liberalleşme söylemleri ile uluslararası sahnede yer almayı hedeflemiştir. Türkiye ile ilişkilerini ise 11 Eylül sonrası ve yeni kurulan AK Parti’nin, komşularla sıfır sorun politikası çerçevesinde geliştirmiştir.

2. 2000’Lİ YILLARDA SURİYE İLE NORMALLEŞME SÜRECİ

Türkiye-Suriye ilişkilerinin temel yapı taşları olarak gösterebileceğimiz; Hatay sorunu, su sorunu ve PKK kaynaklı güvenlik sorunu tarihsel anlamda bir tablo çizmişse de Adana Mutabakatı ile ülkeler arası normalleşme süreci başlamıştır. İlişkilerin hızlanıp gelişmesi ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Hafız Esad’ın cenazesine katılmasıyla başlamıştır. İkili ilişkilerin ve ziyaretlerin artması önemli bir ivme olarak değerlendirilirken; Beşar Esad’ın Devlet Başkanı olması üzerine geleneksel politikaların değişeceğinin sinyalleri alınmaya başlanmıştır.
2000 yılında Türkiye Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından ‘’Komşu ve Çevre Ülkeler Stratejisi’’ uygulanmaya başlanmış, Kasım ayında ise Türk-Suriye İş Konseyi kurularak önemli ivmeler elde edilmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’nin iktidara gelmesi ile birlikte dış politikada üslubu değişen Türkiye için Suriye, dış politika anahtarlarının pratikteki ilk yansıması olarak adlandırılabilir. 

2.1. AK Parti Dönemi Dış Politikası

Türkiye-Suriye ilişkilerinin kırılma noktası olarak değerlendirilebilecek AK Parti’nin iktidar oluşu Türk dış politikasının paradigma değişiminin de başlanıcı olmuştur.

Refah Partisi’nin kapanmasıyla kurulan Fazilet Partisi’nden ayrılan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti’yi kurmasıyla beraber parti ekonomik liberalizmi benimsemiş, aynı zamanda sosyal muhafazakâr bir parti olarak kurulmuştur. 

15 aylık bir parti olarak girdiği ilk genel seçimde %34 oy alarak uzun dönem tek parti iktidarını başlatmış oldu. 

Parti, Türkiye için dönüşüm sürecindeki önemli bir aktör olmuştur. Bu dönüşüm literatüre ve siyaset bilimi terminolojisine yeni kavramlar getirmekle birlikte, stratejik araç olarak bu kavramları pratiğe dökmede etkin rol üstlenmiştir. Yumuşak güç unsurlarının yoğun olarak kullanıldığı 2002-2011 yılları arasındaki zihniyet değişimi; AK Parti dış politika anlayışının diplomasiye indirgenmesi olarak tanımlanabilir. AK Parti döneminin dış politikasına yön veren isimlerin başında gösterilen Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” kavramı ile birlikte “ Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007” makalesi AK Parti döneminin dış politikasındaki zihniyet dönüşümünü açıklamaktadır. 
Dış politika yapımında öne çıkan isimler, uzun süre dışişleri bakanlığı yapmış olan Abdullah Gül ve politikanın ideolojik ve teorik çerçevesini belirleyen entelektüel zihin ise Ahmet Davutoğlu olmuştur. Tayyip Erdoğan ise siyasi yasağı olmasına rağmen yurtdışı gezileriyle, partinin meşruluğunu sağlamada aktif rol almıştır.

Soğuk Savaş döneminde ve çok kutuplu düzenin bozulduğu bir periyotta bölgesel ve küresel dengeler arası uyum sağlamaya çalışan ABD, 11 Eylül terör saldırılarının ertesinde Irak operasyonuna başlamak için Irak kuzeyinde cephe açmak istemesi üzerine Türkiye’den topraklarını kullanma talebinde bulunmuştur. AK Parti’nin iktidara yeni geldiği bir dönemde gelişen bu olay için AK Parti Hükümeti ve ABD arasında tezkere pazarlığı söz konusu olmuş ancak 1 Mart tezkeresi meclise takılmıştır. ABD ile Türkiye arasındaki bu kriz sonrası İran-Suriye ve Türkiye’nin yakınlaşması, partinin bölgesel anlamdaki politikaları açısından etkileyici olmuştur.

Önceki dönemlere göre daha etkin dış politika, karşılıklı bağımlılığın artırılması hedefiyle ticaretin öne çıkarılması, çok yönlü ilişkilerin geliştirilmesi ve yumuşak güç kullanımının artırılması parti programının belirleyici unsurları olmuştur. Dönemin Türk dış politikasının teorik kökenini Davutoğlu’nun literatüre kazandırmış olduğu Stratejik Derinlik kitabı belirlemiştir. Bu bağlamda Davutoğlu Türk dış politikasını Merkez Ülke Olma, Güvenlik- Özgürlük Dengesi,  Ritmik ve Proaktif Diplomasi, Çok Boyutlu- Çok Kulvarlı Dış Politika, Komşularla Sıfır Problem esasları üzerine inşa etmiştir (Yeşiltaş vd. 2011: 12-18). Bu ilkeler doğrultusunda Davutoğlu’nun hedefi; 2023'te AB üyeliği, güvenlik ve ekonomik işbirliği anlamında bölgesel entegrasyon, bölgesel çatışmaların çözümünde etkili rol oynamak, bütün küresel arenalarda yer almak, uluslararası örgütlerde önemli rol almak ve dünyanın başta gelen 10 ekonomisi arasına girmekti.
AK Parti döneminde hakim olan kavram ve söylemlerden Stratejik Derinlik Davutoğlu’nun 2001 yılında yayınlanan kitabı olmakla beraber, Türkiye’nin jeo-ekonomik, jeo-politik ve jeo-kültürel düzeyde, kendi konumunun uluslararası sistemin dönüşümündeki önemini ifade etmektedir. Pratikte ise bu kavram Türkiye’nin kültürel, coğrafi ve tarihsel olarak hem bölgesel hem kültürel boyutta milletlerarası sistemin “merkez ülke”si olması anlamında kullanılmıştır (Yeşiltaş vd. 2011: 12-18). 

   Merkez Ülke ise daha önce kullanılan köprü ülke söyleminin yerine tercih edilmiştir. Davutoğlu, Türkiye’nin tarihsel sorumluluklarına atıfta bulunarak artık yardım isteyen veya borç talep eden ülke olmasının aksine yardımda bulunan, borç veren merkez bir ülke olduğunu dile getirmiştir. Vizyon Odaklılık ise AK Parti hükümetinin politika prensiplerinin çatı kavramıdır. Bu değer geleneksel olan “bekle-gör” siyaseti yerine, krizlerin çözümünde aktif rol alma perspektifine eğilimdir. Bunalımlar ortaya çıktıktan sonra çözüm aramak yerine, bunalım çıkmasına mani olmaya çalışılmalıdır. Yumuşak Güç nosyonu Nye tarafından (Nye, 2004) kültür, siyasi değerler ve dış politika olmak üzere üç kaynağa dayanan ve başkalarının tercihlerini kaba güç ve zorlama olmaksızın şekillendirerek diğerlerinin sizin istediğinizi istemelerini sağlamak olarak tanımlanmıştır. Sert güç kavramında rıza söz konusu olmamakla beraber yumuşak güç, akıl ve gönülleri kazanmak olarak da açıklanmıştır. Suriye ile ilişkilerin gelişmesinde yumuşak gücün etkisi ekonomik anlamda kendini belli ederken, kültürler açısından da rahatlık süreç içinde sağlanmaya başlanacaktır. Bu gelişmelerin politikaya yansımaları da kaçınılmaz olmuştur. Proaktif Diplomasi Türkiye’nin komşularındaki krizleri çözmek için diğer ülkeler ile ilişkilerini geliştirerek arabuluculuk yapması şeklinde açıklanabilir. Bu prensip aynı zamanda önleyici diplomasi ile birlikte kullanılmaktadır. 

Yumuşak güç politikalarından bir diğer diplomasi şekli ise ritmik demokrasidir. Bu demokrasi, proaktif diplomasi etrafında şekillenirken; yoğun diplomatik girişimlerde bulunmak, uluslararası örgütlerde aktif olup örgüt toplantılarına ev sahipliği yapılması olarak açıklanabilir. Türkiye’nin kuruluşundan itibaren İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye olmasına rağmen AK Parti döneminde ilişkilerini ve etkinliğini artırması üzerine İİT’ye ilk defa bir Türk vatandaşı genel sekreter olmuştur. Ekmelettin İhsanoğlu’nun yürüttüğü politikalar sonucu teşkilatın birçok komitesi ve alt kuruluşu İstanbul’a taşınmıştır. Güvenlik- Özgürlük Dengesi Türkiye’nin özgürlükçü politikalar ile hem içerde hem de dışarıda güvenliğin genişletilmesidir. Bir taraftan özgürlüğü artırırken diğer yandan güvenliği sarsacak adımların dengede tutulması, denklemin çözümünde ulusal çıkarlar doğrultusunda hareket edildiğinin işareti olmuştur. Kriz dönemlerinde bile özgürlük geliştirilmeye çalışılmış, demokrasi geliştikçe dış politikada yumuşak gücün etkisi artmıştır(Davutoğlu, 2004). Çok Boyutlu –Çok Kulvarlı Dış Politika ile anlatılmak istenen; merkez ülke konumunda olmanın sonucu olarak uluslararası ilişkilerde statik, tek boyutlu bir dış politika yürütülemeyeceği için farklılaşan aktörlerle beraber eşzamanlı bir ilişki kurarak hareket etme gerekliliğidir.

AK Parti’nin Ortadoğu politikaları yine Davutoğlu’nun prensipleri çevresinde gelişmiştir. Bu politikalar dış siyasette karşılıklı değil artık iç içe geçmiş olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda Türkiye yumuşak gücünün etkisiyle bölgesel güç olma rolünü de üstlenmiştir. Bu rol hegemonik bir tavır olmamakla birlikte barış inşa edici, arabulucu bir görevi ihtiva etmektedir. Ortadoğu’da özellikle Türkiye’nin sınır komşusu olan Iran, Irak ve Suriye ile ilişkiler ekonomik ilişkilerin gelişmesinde katkı sağlamıştır. Türkiye yine de uluslararası yapının baskı yaptığı dönemlerde sınır sorunları gibi güvenlik sorunlarının oluşabileceğini varsayarak hareket etmektedir.

Türkiye son dönemde bulunduğu bölgede yumuşak gücü kullanarak aktif olması politikasını uygulamaya koymuştur. AK Parti özellikle Ortadoğu ve güvenlik sorularını kültür, demokrasi ve ekonomik araçlarla çözme yolunu seçmiştir. Çözümlerden biri Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi olarak karşımıza çıkmaktadır. Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Tunus, Mısır ile imzalanan bu anlaşmalar yumuşak gücün etkisini ortaya koymaktadır. Diplomatik faaliyetlerin en yoğun görüldüğü ülke Suriye’dir. Davutoğlu’nun Suriye bakışı daha çok Doğu Akdeniz politikası olup deniz stratejisi olarak değerlendirilebilir. Suriye savaşın göze alınmayacağı bir ülke olup burada su meselesinin tekrar gündeme gelmesi ve gergin bir diplomasi yürütmek uygun bir siyaset olmayacağı için ilişkilerin daha çok ekonomik alanda genişletilerek sürdürülmesi iki ülke için de çıkarlara daha uygun görülmüştür.

Adana Mutabakatı sonrası üst dizey ziyaretlerin artması iki ülke arası sağlıklı diyaloglar kurulmasını sağlamıştır. Başta güvenlik olmak üzere birçok alanda anlaşmaların imzalanmasıyla ilişkiler derinleşmiştir. Su, güvenlik ve ekonomi alanları için işbirliği dönemi olmuştur. İkili anlaşmalar sonrası güvenlik ve su sorunları ortadan kalkınca ekonomiye eğilim için ortam uygun hale gelmiştir.

2.2. Komşularla Sıfır Sorun Politikası,

Davutoğlu’nun dış politika açıklamada literatüre kattığı yeni ifade ise “Komşularla Sıfır Sorun” politikasıdır. 

Bu yaklaşımla Türkiye sorunlu ilişkilerini normalleştirerek kısa vadede işbirliği, uzun vadede bütünleşmeyi hedeflemiştir. 

Türk Dış Politikasına yön veren anlayışlardan en çok bilinenidir. Yumuşak güç faktörlerinden komşularla sıfır politikası ile Davutoğlu sorunlara müdahil olma politikası izlemiş bu sayede Suriye ile normalleşme diplomasisi başlatmıştır. Davutoğlu bu politikayı kısaca Türkiye’nin etrafı sürekli düşmanlarla çevrilidir psikolojisinden kurtulup, bütün komşuları ile ilişkilerini iyi bir düzeye getirme fikri üzerine yoğunlaştırıp açıklamıştır. 2000’li yıllara kadar Türkiye, sınırdaş devletler arasında gerginlikler yaşamıştır. Bulgaristan ile soydaşlara yapılan muameleler, Yunanistan ile kıta sahanlığı, Kıbrıs sorunu, Kardak krizi, Ermenistan ile 1915 olayları, İran’la rejim sorunları, Irak ile PKK sorunu, Suriye ile sınır, su ve Öcalan sorunları örnek olarak gösterilebilir (Güder,2012: 8). Savaş eşiğine getiren bazı krizlerin ardından AK Parti hükümeti iktidara geldiği dönemden itibaren komşularıyla sorunsuz ve barış içinde yaşama stratejisini izlemiştir. 

Bu yeni yaklaşım ülkeler arası ekonomik, ticari ve barışçıl çözümlerle bütün tarafların kazançlı çıkmasına yönelik olmuştur. 

İlk ilişkilerin üst düzey görüşmeleri olmasının ardından; ticaret, ulaşım, tarım, gümrük, kültür, turizm gibi pek çok alanda gelişim göstermiştir. 

Davutoğlu bu politika ile merkez ülke olarak Yeni-Osmanlıcılık çerçevesinde gelişen bu siyasette düzen kurucu rol söylemini pekiştirmiştir. 
Bu çerçevede her alanda ilişkilerin gelişmesi bölgesel anlamda Türkiye’nin stratejik derinliğini arttırmış ve güvenlik çemberini oluşturmuştur. 
Türkiye’yi bulunduğu coğrafyada eskisinden daha etkili bir devlet konuma getirmiştir. Türk yetkililerin bölgeyle alakalı düşünce ve girişimleri, 
bölgedeki ülkelerce belirli bir derecede dikkate alınmakta ve olumlu yönde seyir göstermektedir (Ulu,2014: 1).

Komşularla sıfır sorun yaklaşımı ile ABD’nin Türkiye’yi bölgede model ülke olarak desteklemesi üzerine ülkeler arası ara buluculuk / kolaylaştırıcılık faaliyetleri gösterilmiştir. İsrail-Suriye arasındaki Golan tepelerinin egemenliği ve kontrolü konusunda arabuluculuk girişiminde bulunulmuştur. 

Türkiye kendi milli güvenliği için kullandığı bu politikayı farklılıkların zenginlik olarak anlaşılmasında da stratejik bir konu olarak değerlendirmiştir
AK Parti’nin muhafazakâr bir çizgide olması sebebiyle Arap ülkeleri ile ilişkileri genel anlamda iyi olmuştur. Komşularla sıfır politikası gereği Ortadoğu ülkeleriyle siyaseti, barış yanlısı işbirliği ve diyalog taraftarı şeklinde olmuştur. Türkiye’nin “ çevresinde güvenlik ağı” oluşturma düşüncesiyle de İran, Irak ve Suriye ile yakın ilişkiler kurulmuştur.

Komşularla sıfır politikasının uygulamaya konulması için uygun şartları yumuşak güç ortaya koymaktadır. Yumuşak Güç ekonomik ve teknolojik  olanaklarla kullanılabilir hale gelmiş ve AK Parti döneminde en önemli unsurlar arasında olmuştur. Yumuşak güç kullanımını, Başbakanlık'a bağlı olan kurum ve kuruluşlar( TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, AFAD, Kızılay) ile popüler kültür sağlamıştır(Ekşi, 2014). 

Dönem içerisinde, devletler ilişkileri tesis ederken muhatap olarak resmi makamları tercih etse de bölge ülkeleriyle devlet dışı aktörler 
sürece müdahil olmuştur. Bu etkileşimlerin çoğu da devlet tarafından kurgulanmış, yönlendirilmiş, teşvik edilmiştir. Karşılıklı olarak ekonomik 
bağımlılık arttırılmış ve sorunların diplomasi kullanılarak çözümüne öncelik verilmiştir (Oğuzlu, 2012: 12). Yumuşak güç kullanımıyla birlikte 
Türkiye askeri devletten, ticari devlete dönüşmeye başlamıştır. Bu minvalde Türkiye’nin AB ve ABD gibi küresel aktörlerle ilişkilerini arttırması 
daha kolay hale gelmiş, pazarlık gücünü arttırmıştır. AB’nin Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya açılması sağlanırken, ABD ile İran arasındaki gerginlik 
sırasında Türkiye’nin dengeleyici tutumu ve İsrail- Suriye arasındaki arabuluculuk hareketleri ilişkileri zemine oturtmuştur.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN ABD POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 4

TÜRKİYE’NİN ABD POLİTİKASI 2009,  BÖLÜM 4




Ermenistan

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ikili sorunların varlığı malumdur.19 Türkiye-Ermenistan sorunları sadece iki ülke arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda Kafkaslar bölgesini ve global politikayı da olumsuz etkiliyor. Bölgesel olarak; Ermenistan’ın Rusya’ya yakın bir konumda olması, Rusya’nın bölgedeki etkinliğinde önemli bir rol oynamaktadır. Rusya’nın özellikle 2008 yılında Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesine yaptığı askeri saldırı, Moskova’nın Kafkaslarda giderek artan etkinliğini bir kez daha göstermiştir. Böylece Kafkasların global politikanın mücadele alanı olduğu yeniden görülmüştür. 

Bu işgal ve sonuçları, bölge ülkelerini ama aynı zamanda ABD ve diğer 
Batı/NATO ülkelerini de rahatsız etti. ABD, Karadeniz bölgesine askeri güç göndererek Gürcistan’ın güvenliği konusundaki kararlılığını ortaya koydu. 
Bu süreçte, diğer bölge ülkelerinin tutumları ve konumları da önemliydi. Türkiye’nin bu bağlamda ortaya attığı “Kafkaslar İstikrar ve İşbirliği Platformu” girişimi, ABD ve Rusya başta olmak üzere diğer ülkelerin de dikkatini çekmiştir.

Türkiye-Ermenistan sorunlarının çözümü, Obama yönetimi açısından üç nedenle önemlidir. 

Öncelikle ABD yönetimlerinin iç politika bakımından rahatlamasını sağlar. Ermeni lobisinin her sene 

Kongre’de yaptığı girişimleri sona erdirerek, yönetimlerin Kongre baskısı ile Türkiye reelpolitiği arasında sıkışmaktan kurtulmasına yardımcı olur. 

İkincisi, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi, Ermenistan’ın Rusya’nın etki alanından çıkıp, Türkiye üzerinden ABD/NATO etki alanına geçmesine yol açabilir. 

Üçüncüsü, Ermenistan’ın Türkiye ile yakınlaşması, bölgedeki enerjinin Batıya 
akışını daha da kolaylaştıracaktır.20

İşte bu nedenlerle, Obama’nın Ermenistan stratejisi ile Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini geliştirme hedefi örtüşmüş ve bu örtüşme Türkiye’nin Ermenistan Açılımını doğurmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Başkan Obama, Ankara ziyareti sırasında Ermenistan’la açılım konusuna vurgu yapmıştı. Obama’nın ziyaretinin hemen sonrasında Türkiye-Ermenistan diplomatik görüşmelerinde çok yoğun bir görüşme trafiğinin başlaması tesadüf değildir. Bunlardan ilki ve belki de en önemlisi, 6-7 Nisan tarihinde İstanbul’da Medeniyetler İttifakı İkinci Forumu toplantısı sırasında Dışişleri Bakanı Babacan, Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbandyan ve Obama’nın yaptığı üçlü görüşmedir. Bu görüşme, hem Obama’nın konuya verdiği önemi göstermesi açısından hem de Türkiye’nin Ermenistan açılımını başlatması bakımından çok önemlidir. Babacan ve Nalbandyan, hemen arkasından, 16 Nisan tarihinde Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Erivan toplantısında bir araya geldiler. 

Bu toplantılar ve görüşmelerin hedefi, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzene sokulması amacıyla bir anlaşma yapmaktı. Böyle bir anlaşmanın ilk adımı, protokollerin imzalanması ve uygulamaya konulması idi. Kapalı kapılar arkasında ve İsviçre’nin arabuluculuğu ile yürütülen diplomatik görüşmeler sonucunda iki protokol metni hazırlandı. “Diplomatik İlişkilerin Tesisi” ve “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi” başlıklı bu protokoller, 10 Ekim tarihinde İsviçre’nin Zürih kentinde imzalandı. 

Protokollerin imza töreninde görülen manzara, Türkiye’nin Ermenistan açılımının hem bölgesel hem de global açıdan ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Zira törene ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un yanında Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, AB Yüksek Komiseri Solana ve Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner da katılmıştı.

Arap-İsrail Sorunu

Model Ortaklığın kritik unsurlarından bir diğeri, Arap-İsrail barış sürecinin canlandırılması ve soruna bir çözüm bulunması idi. 

Arap-İsrail sorununun çözümü konusunda önemli olan iki noktada Türkiye ve Obama yönetiminin ortak bir görüşe ve yaklaşıma sahip olduğu görüldü.21 Birinci nokta, soruna “iki devletli bir çözüm” formülünün uygulanmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için bir yandan İsrail’in işgallerinin sona erdirilmesi, diğer yandan birbiriyle anlaşamayan Filistinli grupların yani Hamas ile El Fetih’in aynı çatı altında bütünleşmesinin sağlanması gerekiyordu. İkinci nokta, İsrail ile Arap devletleri arasında barış görüşmelerinin gerçekleşmesi hedefi idi ki, bu konuda en kritik ülke Suriye’dir. Zira Suriye, hem bölgedeki jeopolitik konumu nedeniyle hem de Hizbullah ve Hamas’a destek veriyor olması nedeniyle barış sürecinin anahtar ülkelerinden biridir. 

Suriye’nin barış sürecine dahil edilmesinin bir başka önemi, İran ile sıkı ittifak ve ilişki içinde olmasıdır. İran’ın Ortadoğu’daki birçok sorunda ve özellikle Filistin-İsrail sorununda etkili olması, Suriye’nin konumunu kritik hale getirmiştir. 

Bu kritik konumu nedeniyle, hem İran hem de ABD, Suriye’yi kendi yanında tutmaya çalışmaktadırlar. ABD başta olmak üzere tüm Batılı ülkeler, Suriye’nin 
İran ekseninden çıkarılıp ABD ve Batı eksenine yakın tutulmasını istiyor; Türkiye’den bu stratejide rol oynamasını bekliyorlar. Bu nedenle, Türkiye-Suriye yakınlaşması, doğal olarak öncelikle her iki ülkeyi (Türkiye ve Suriye’yi) mutlu etse de, ABD ve İsrail çevrelerini de sevindirmektedir.

Türkiye, 2009 yılı öncesinde her iki konuda da girişimler yapmıştır. Yani hem Filistinlilerin arasını bulmak için gayret sarf etmiş, hem de İsrail-Suriye barışı için arabuluculuk girişiminde bulunmuştur. Ancak, ABD tarafından da desteklenen bu süreç, 2009 yılında önemli ölçüde aksaklığa uğradı. Çünkü İsrail’in Aralık 2008-Ocak 2009’da, yani Obama daha başkanlığı devralmadan önce Gazze’ye yaptığı büyük çaplı askeri saldırı ve sonrasında ortaya çıkan sorunlar, Türkiye’nin konumuna ve çabalarına büyük bir darbe vurdu. Ardından, 
Türkiye’nin Hamas ve El Fetih’i yakınlaştırma çabaları büyük ölçüde zarar görürken, Suriye ile İsrail arasındaki ara buluculuk konumu tamamen durdu. 

Türkiye, İsrail’in Gazze saldırılarına çok şiddetli tepki gösterdi. Bunun sonucu olarak Türkiye-İsrail ilişkileri 2009’da krizden krize savrularak tarihinin belki de en kötü dönemini yaşadı. Bu konuda çok önemli bir olay, 29 Ocak 2009 tarihinde İsviçre’nin Davos kentinde yapılan Dünya Ekonomi Forumu toplantıları sırasında Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Peres arasında yaşanan ve 
One Minute” şeklinde popülerleşen tartışmadır. Bu tartışma sonrasındaki aylarda Türkiye-İsrail ilişkilerindeki sürtüşme ve ağız dalaşı 
devam etti.

One Minute krizi sonrasında pek çok kişi İsrail’den ve özelikle ABD’den Türkiye’ye karşı büyük bir tepki hatta cezalandırma geleceğini bekledi. Ancak böyle bir durum ortaya çıkmadı. Yani ne Peres ve İsrail’in büyük çoğunluğu, ne de ABD ve Obama yönetimi Türkiye’ye karşı sert ve olumsuz tepki göstermedi. Resmi ya da devlet düzeyinde Türkiye-ABD ve İsrail ilişkilerinde bir kriz olmadı. En önemli tepki ABD ve İsrail’deki basından ve sivil toplum örgütlerinden geldi. ABD’deki bazı yayın organları, örneğin Wall Street Journal gibi gazeteler, 
Türkiye-İsrail ilişkileri kötüleşirken Türkiye-İran ilişkilerinde görülen olumlu havadan endişelenerek, Türkiye’nin Batı dünyasından Doğu/İslam dünyasına doğru “eksen kayması” içinde olduğunu ileri sürdüler. Bu bağlamda Erdoğan’ı ve hükümetini eleştirdiler. Hatta İsrail’e yakın bazı kalemler, Erdoğan’ın “İslamofaşizm”e doğru kaymakta olduğunu ifade ettiler. 

ABD’nin Türkiye’ye uyarıda bulunacağı, eğer İsrail ile ilişkilerini geliştirmez ise “cezalandıracağı” şeklinde görüşler ortaya atıldı. Ancak Obama yönetimi ve genel olarak ABD elitleri, Türkiye’ye olan desteklerini devam ettirdiler. Hatta bazıları, Türkiye’nin, İsrail’e Gazze işgali nedeniyle sert davranmasının ABD tarafından da desteklendiğini, ya da en azından göz yumulduğunu ileri sürdüler. Bu görüşlerde kısmen haklılık payı vardı; çünkü “iki devletli çözüme” razı olabilmesi için İsrail üzerindeki baskının artırılması ve bunun için hem Obama’nın hem de Türkiye’nin girişimler yapması gerekiyordu. Gerçekten; ilerleyen yılda görüldüğü gibi, Obama yönetimi de Netanyahu hükümetine dönük “mesafeli” bir politika izlemektedir. Bu durum, ABD ve Türkiye’nin İsrail konusunda benzer bir tutum takındıklarını gösteren önemli bir delildir. 

Diğer yandan, Türkiye-Obama yönetimi ilişkileri, ne 2009’da ne de 2010’da (Mart 2010’da ABD Kongresi Dış İlişkiler Komitesinde Ermeni tasarısının kabul edilmesi durumu dışında) krize girmemiştir, aksine olumlu şekilde devam etmiştir. Tüm bu eleştirilere rağmen Türkiye-ABD Model Ortaklık süreci yürümüştür. Türkiye’nin gerek Suriye konusunda gerekse Filistinlilerin bütünleşmesi konusundaki çabaları 2009 yılı içinde de sürmüş; Hamas, Hizbullah ve Suriye’nin daha barışçı olmaları ve İran’ın etki alanından çıkmalarına dönük 
girişimleri devam etmiştir. Tüm bu girişimler ABD genel stratejisine uygun olduğu için Obama yönetimi tarafından desteklenmiştir.

Ekonomi-Enerji-Finans

Türkiye ve ABD’yi hem ikili hem de çoklu düzeyde ilgilendiren konular arasında, uluslararası ekonomik krizin etkilerini bertaraf etme amacı ve enerji alanında işbirliği süreci bulunmaktadır. 2009 yılında bu alanda da olumlu gelişmeler yaşandı. Öncelikle, ABD’nin Türkiye’nin IMF ile ilişkilerine ve konumuna verdiği desteğin sürekliliğini vurgulamak gerekir. Uluslararası mali-ekonomik krize rağmen Türkiye’nin bu dönemde büyük bir zorlukla karşılaşmamış olmasında kısmen de olsa ABD desteğinin etkili olduğu açıktır. Zira Türkiye ekonomisi, her ne kadar iç mali yapısını güçlendirmiş olsa da, uluslararası mali-ekonomik sisteme olan bağımlılığı nedeniyle potansiyel olarak kırılgan yapıdadır. 

Bu kırılganlık, ABD ve desteklediği uluslararası kurumların Türkiye’ye olumlu bakmaları nedeniyle bir krize dönüşmemiştir. En önemlisi, Türkiye piyasasından ve borsasından ABD kaynaklı sermayenin kaçışı görülmemiş, aksine daha 
fazla girişler devam etmiştir. Bu performans, ABD kaynaklı sermayenin Türkiye’nin ekonomik ve siyasi şartlarına ve dış politika rolüne dönük desteğinin devamı şeklinde okunabilir.

Çünkü Türkiye’nin bölgedeki önemi sadece ekonomik ve siyasi bir aktör olmasından değil, aynı zamanda enerji kaynaklarına yakın olmasından (jeoekonomik konumundan) kaynaklanır.22 Etrafında üretilen petrol ve doğalgazın Batıya akışında kilit konumda olan Türkiye’nin konumu 2009 yılında yeni bir boyut kazandı: 

İçinde ABD’nin de yer aldığı Nabucco doğalgaz projesinin hayata geçirilmesi için 13 Temmuz tarihinde Ankara’da çok önemli bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın ABD tarafından desteklenmesi, sadece ekonomik ve enerji boyutundan değil, projenin global jeopolitik değerinden dolayıdır. Zira Orta Asya, Orta Doğu ve Kafkaslarda çıkan doğalgazın ABD-NATO müttefiki olan Türkiye topraklarından geçmesine destek verilmesi, aslında Türkiye’ye duyulan güven ve desteğin ifadesidir.

Model Ortaklığın ekonomi alanıyla ilgili bir başka yönü, Türkiye ile ABD arasında ikili ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi hedefidir. En azından Türkiye, Model Ortaklığa bu boyutun da dahil olması gerektiğini düşünüyor. Başbakan Erdoğan ve ekonomi yetkilileri, 4-5 Aralık’ta Washington’a yaptıkları ziyaret sırasında Obama ile görüşmelerinde bu konuyu dile getirdiler. Obama da, iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi konusunda olumlu olduklarını ve gerekli girişimlerin yapılması gerektiğini vurguladı. Bu çerçevede Türkiye’den ve ABD’den ekonomi ve ticaret ile ilgili bakanlar ve bürokratların ortak çalışmalar yapması konusunda karar alındı. Ancak 2009 yılı içinde (hatta 2010’un ilk döneminde) bu konuda herhangi bir girişim olmadı.

Burada bu konuyla ilgili tarihi bir not düşmek yararlı olacaktır. Türkiye uzun zamandır ABD ile arasındaki ilişkilerin çeşitlenmesini, yani sadece askeri ve stratejik ilişkilerle sınırlı kalmayıp ekonomik ve ticari ilişkilerin de geliştirilmesini hedeflemektedir. 1980’lerde Özal hükümetleri de, Türkiye ile ABD arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için Serbest Ticaret Bölgesi Anlaşması için çaba 
göstermişti; ancak başarılı olamamıştı. Çünkü ya ABD’deki ekonomi lobileri ve ABD’nin diğer uluslararası ticaret partnerleri bu konuda genelde olumsuz bir rol oynamışlar, ya da Türkiye-ABD ilişkilerinde ortaya çıkan siyasi sorunlar bu duruma engel olmuştur. ABD yönetimleri her ne kadar bu konuda sözlü destek verseler de, uygulamada çok istekli olmamışlardır. 

Bu durum, ABD yönetimlerinin Türkiye’yi daha çok askeri-stratejik bir ortak olarak görmelerinden kaynaklanır. Dolayısıyla, Obama’nın ileri sürdüğü Model Ortaklık kavramının ekonomik ve ticari boyutunun gerçekleşmesi konusunda ihtiyatlı olmak gerekir.

İç Politika Boyutu: Türkiye’nin Demokratik Açılımları ve ABD

2009 yılında Türkiye-ABD Model Ortaklığının önemli bir diğer yönü, ABD’nin Türkiye’nin demokratikleşme, demokratik açılım ve sivilleşme yönündeki çabalarına dönük tutumudur. Tarihsel olarak baktığımızda, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde ABD’nin hem olumlu hem de olumsuz rolü ve etkisinin olduğunu görürüz.23 Olumlu açıdan, ABD Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında demokrasiye geçiş sürecine ciddi bir katkı yapmıştır. Diğer yandan, ABD Türkiye’de askeri darbelerin oluşumunda ve sonrasında takındığı 
tutum ile Türkiye demokrasisinin olgunlaşmasında olumsuz bir rol oynamıştır. Bu durum, kısmen Türkiye’nin NATO üyeliğinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ABD ile olan yakın ilgisinden dolayı olmuştur.

2009 yılı itibarıyla Türkiye’nin demokratikleşmesi bağlamında iki önemli konu gündemdeydi. Birincisi, Türkiye’de darbe girişiminde bulunduğu iddia edilen emekli ve muvazzaf askerlerin de içinde olduğu Ergenekon ve Balyoz Davaları ’dır. Bu davalar teknik olarak Türk iç hukuku ve siyasetini ilgilendirmesi nedeniyle herhangi bir ülkenin dolayısıyla Türkiye-ABD ilişkilerinin konusu değildir. Ancak, gerçekçi olmak gerekirse, bu davalara başta ABD olmak üzere tüm ülkeler tarafından yakından ilgi gösterilmektedir. Bu dava sonucunda 
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin nasıl etkileneceği, daha geriye mi yoksa daha ileriye mi gideceği merak edilmektedir. 

ABD’nin Ergenekon davası ile ilgili konumunu özetleyen şu görüşe katılmak mümkündür: 

“Ergenekon konusu, ABD’nin Türkiye gündeminin üst sıralarında değil. Resmî görüşmelerin konusu hiç değil. Gelişmeler, iç istikrarı ya da demokrasiyi ciddi boyutta tehdit edecek noktaya gelmediği sürece de ABD müdahil olmaz. [ABD’nin]‘Demokrasi’ ve ‘reform süreci’ vurguları, Ergenekon’un üstüne gidilmesini isteyen reformist kesimlere destek mahiyetinde anlaşılabilir. 
Ergenekon sürecinin demokratik bir ülkeye daha yaraşır şekilde, mesela daha şeffaf yürütülmesi iması olarak da değerlendirilebilir. 

Öte yandan Amerikalıların ‘laiklik’ bahsiyle, davadan rahatsız olan laikçi kesimlere de sempati mesajı verdiği düşünülebilir.”24 

Bu görüşten, ABD’nin Ergenekon davasına prensip olarak karşı olmadığı sonucu çıkarılabilir. Ancak ABD’nin, davanın yürütülmesi sürecindeki tutuklamalar ve insan hakları konularında eleştirisinin olduğu da biliniyor. ABD 2009 Yılı İnsan Hakları Raporu’nda bu konulara dikkat çekilmiştir.25

Türkiye’de demokratikleşme bağlamında diğer bir konu, 5 Ağustos 2009’da Başbakan Erdoğan ile DTP Genel Başkanı Türk’ün yaptığı görüşme ile resmen başlamış olan “Demokratikleşme Açılımı”dır. Bu süreç, özü itibarıyla Türkiye’deki Kürt sorunu gibi kapsamlı sorunların demokratik yöntemlerle ve Türkiye’deki demokratikleşmeyi güçlendirmek amacıyla yapıldığı için Türkiye’nin iç meselesi olarak kabul edilebilir. Ancak, özellikle Kürt sorununa çözümün Irak’la da yakından ve hatta ABD’nin Irak’tan asker çekmesi bağlamında başlayan 
PKK terör örgütüne karşı yürütülen Üçlü mekanizma ile de doğrudan ilgili olması nedeniyle, bu konu da Türkiye-ABD ilişkileri kapsamında değerlendirilebilir. Bu ilişki nedeniyle, ABD yönetimi Türkiye’deki demokratikleşme sürecine çok olumlu bakmış, hatta bazılarına göre Türkiye’yi motive etmiştir. Yani Türkiye’nin dış politika açılımları gibi, demokratikleşme açılımı da Model Ortaklık sürecinin 
bir boyutu olarak görülebilir.

ABD’nin Ergenekon Davası’na ve Demokratik Açılıma destek vermesi ve Türkiye’de güçlü bir demokrasinin oluşmasını istemesi sürpriz değildir. Hakeza, özellikle 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ortaya çıkan uluslararası ortamda Türkiye’nin demokratikleşmesi giderek artan bir şekilde destek bulmaya başlamıştır. Bunun nedeni, Türkiye’nin İslam ve demokrasiyi birlikte yaşatarak, radikal ve şiddet yanlısı ülkelere karşı bir örnek olarak görülmesinden dolayıdır. Bazı Amerikalı yazarlar da, Türkiye’nin “ılımlı bir İslam ülkesi” olduğunu 
ve dünyada birçok İslam ülkesine model ya da örnek olarak gösterilebileceğini ileri sürmüşlerdir. 26 İşte bu nedenle, Türkiye’de demokrasiyi destekleyen partilere ve gruplara doğru sempati ve destek artmıştır.


Bu tür görüşler, Türkiye içinde “laiklik ilkesinin ihlal edilmekte olduğu” ve “İslami bir düzene doğru gidildiği” eleştirilerini yaratmıştır. Özellikle iktidardaki AK Parti çoğunluğunun İslami kimliğe sahip kişilerden oluşması ve uygulamaları, laiklik tartışmalarını gündemde tutmuştur. Bu eleştirilerin bir bölümü de ABD’ye yöneltilmiştir. ABD’nin ılımlı İslam’ı ve AK Parti’yi desteklediği yönünde görüşler oldukça yaygındır. 

Kanaatime göre, genel olarak ABD’nin ve özelde Obama yönetiminin Türkiye’ye bakışı “reelpolitik”tir. ABD için önemli olan Türkiye’nin iç ve dış politikasında istikrarın ve sürekliliğin sağlanmasıdır. Buradan hareketle, bir istikrarsızlık patlak vermediği sürece ABD’nin Türkiye’nin iç politikasıyla yakından/doğrudan ilgilendiğini söylemek doğru değildir. Ancak Türkiye’nin dış politikasının 
ne yönde olduğuyla ve uluslararası konumunun nerede bulunduğuyla doğrudan ilgilendiği açıktır. Bu boyuttaki herhangi bir istenmeyen değişikliği önlemek için gayret sarf edeceği iddia edilebilir. Zira geçmişte bunun örnekleri mevcuttur.27

Obama, Türkiye’nin genel olarak iç ve dış politikası ile ilgili görüşünü TBMM’deki konuşmasında net bir şekilde belirtti. Obama’nın Atatürk’ün büyüklüğünden bahsetmesi ve Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi, bu konuda önemli ipuçları olarak kabul edilebilir. 

Buradan hareketle, Model Ortaklığın, iç politika bakımından laik, demokratik, liberal ve diğer Batılı değerler yanında dini özgürlükler, etnik ve kimlik sorunlarının çözümü ve terörle mücadele gibi hedefler üzerine, uluslararası politika açısından ise AB-NATO-IMF ekseni üzerine oturduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç

2009 yılında Türkiye’nin ABD politikası ve Türkiye-ABD ilişkileri oldukça yoğun gelişmelere sahne olmuştur.28 Bu gelişmelerin tamamını ayrıntısıyla incelemek elbette mümkün değildir. Ancak yukarıda yaptığımız gibi, bu politikayı, ikili, global ve bölgesel düzeyde olmak üzere sınıflandırarak incelemek mümkündür. Her üç düzeyde de yoğun konularla dolu olan bu ilişkilerin ana gündemi güvenlik ve istikrar olsa da, ekonomi, ticaret, diplomasi ve askeri boyutları da çok önemlidir. Bu ilişkilerin en azından 2009 yılı itibarıyla ana teması, 
işbirliği ve ortak hareket olarak özetlenebilir. 

Bu yönüyle tarihinin en olumlu/altın çağlarından birine şahit olunmuştur.

Tabii ki, bu işbirliğinin öncelikli hedefi tarafların kendi çıkarlarını geliştirmekti; ancak daha ileri giderek, bölgesel ve global sorunlara çözüm bulacak yeni bir “düzen ve mekanizma” kurulması da amaçlanmıştır. Irak, İran, Filistin, Afganistan ve Ermenistan gibi ülkeler çerçevesinde gelişen sorunlar ve krizler, sadece bu ülkelere yoğunlaşarak çözülemezdi; ilave olarak bu ülkelerin yer aldığı bölgelerin istikrar ve güvenliğini artıracak ulusal ve bölgesel dengelerin ve ilişkilerin tekrar kurulması gerekiyordu. Bu süreçte, özellikle İran ve Rusya gibi aktörlerin bölgesel etkinliğini azaltabilmek için, ilgili bölge ülkelerinin işbirliği içinde hareket etmeleri bekleniyordu. İşte bu noktada Türkiye’nin konumu ve rolü çok kritikti. Bu kritik konum ve rol, Türkiye-ABD ilişkilerinin güçlenmesini sağladı. ABD ve Türkiye karşılıklı olarak birbirine destek vererek düzenli ve istikrarlı bir bölge oluşturmaya çalıştılar. 

2009 yılında güçlenen bu süreç henüz tamamlanmış değildir. 

Nasıl tamamlanacağı, olumlu ya da olumsuz ne gibi sonuçlar doğuracağı 
ancak önümüzdeki yıllarda anlaşılacaktır. Bir öngörü olarak şu tahminde bulunmak mümkündür. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ABD Politikası / Türkiye-ABD ilişkileri, büyük ölçüde İran’ın nükleer programının, Rusya’nın Kafkas politikalarının ve Filistin sorununun nasıl gelişeceğine ve Türkiye ve ABD’nin bu gelişmelere dönük nasıl bir tutum takınacağına bağlı olacaktır. 

Türkiye’nin ABD Politikası 2009 Kronoloji

1 Ocak ABD Başkanlığı’na Barack Hussein Obama’nın gelmesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde çok belirleyici bir rol oynamıştır. 

Başkan Obama’nın dış politika anlayışı, hem içerik hem de jeopolitik hedef olarak Başkan Bush’tan farklı olup, Türkiye’nin rolünü öne çıkarmıştır

29 Ocak İsviçre’nin Davos kentinde yapılan Dünya Ekonomi Forumu toplantıları sırasında Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Peres arasında yaşanan ve “One Minute” krizi, devletler düzeyinde bir tepkiden ziyade basın düzeyinde bir 
tepkiyi ortaya çıkarmış ve özellikle ABD ve İsrail basınında Türkiye’nin İran ile yakın ilişkiler kurarak eksen kayması yaşandığı şeklinde suçlamalar yayınlanmıştır.


1 Nisan Türkiye, Afganistan ve Pakistan cumhurbaşkanları Gül, Karzai ve Zerdari’nin katıldığı zirve toplantılarının üçüncüsü Ankara’da yapılmıştır. Tarafların, terörle mücadele ile istikrar ve güvenlik sağlanması gibi konular üzerinde ortak hareket etmesi konusunda anlaştığı bu zirveler, Türkiye’nin öncülüğünde ve NATO/ABD stratejisi kapsamındaki gelişmelerdir 

3-4 Nisan Brüksel’de, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Gül tarafından temsil edildiği NATO Devlet ve Hükümet Başkanlarının katıldığı Zirve toplantısı gerçekleştirilmiştir. Bu zirvede NATO Genel Sekreteri seçilmiştir. 

5-6 Nisan ABD Başkanı Barack Obama Türkiye’yi ziyaret etmiş ve TBMM’de yaptığı bir konuşma yapmıştır. Ayrıca, Obama cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı gibi geleneksel resmi görüşmeleri yanında, muhalefet parti liderleri ile Meclis çatısı altında yaptığı ikili görüşmeler ve özellikle İstanbul’da din, kültür ve öğrenci gruplarıyla “sivil görüşmeler” yapmıştır

6-7 Nisan İstanbul’da düzenlenen Medeniyetler İttifakı Zirvesi’ne Başkan Obama’nın da katıalrak Medeniyetler İttifakı sürecine ABD’nin desteğini vurgulamıştır.

11 Mayıs New York’ta oturum başkanlığını Davutoğlu’nun yaptığı Ortadoğu konulu BM Güvenlik Konseyi toplantısı yapılmıştır. New York toplantısında Filistin sorununa iki devletli çözüm teklifi ileri sürülmüş ve Filistinliler arasında işbirliğinin geliştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

5 Haziran Başkan Obama, yaptığı Kahire konuşmasında, İslam dünyasına dönük “yeni bir başlangıç” yapacağını, geçmişte yapılan yanlış uygulamaları sona erdireceğini ve ortak çıkarlara ve saygıya dayalı ilişkiler geliştirileceğini açıklamıştır.

30 Haziran ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) David Petraeus Ankara’yı ziyaret etmiş Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile istihbarat paylaşımı gibi konuları görüşmüştür.

4-8 Ekim IMF-Dünya Bankası 2009 yılı Guvernörler toplantısı İstanbul’da yapılmıştır. Global ekonominin en etkili maliye ve ekonomi bakanları, merkez bankası başkanları, devlet ve hükümet başkanları dahil toplam 15 bin kişinin katıldığı İstanbul toplantısı sonunda yayımlanan İstanbul Deklarasyonu’nda IMF-Dünya bankasının yeniden yapılanması yönünde önemli kararlar yer almıştır.

10 Ekim Türkiye ile Ermenistan arasında “Diplomatik İlişkilerin Tesisi” ve “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi” başlıklı bu protokoller, 

10 Ekim tarihinde İsviçre’nin Zürih kentinde imzalandı. 

15 Ekim Bağdat’ta, Türkiye’den ve Irak’tan 10 ar bakanın katıldığı toplantıda 48 adet anlaşma imzalanmıştır.

25-26 Ekim Başbakan Erdoğan, beraberinde birçok bakan, bürokrat, işadamı ve medya mensubu ile Pakistan’a önemli bir ziyaret gerçekleştirmiştir. 
Ekonomik ve siyasi gelişmelerin yanında, terörle mücadele konusunda “yumuşak güç” yöntemine, yani eğitim aracılığıyla terörün engellenmesine yoğunlaşmak istiyorlar. Bu amaçla Türkiye’deki İmam Hatip modelinin Pakistan’da da uygulanması, böylece ılımlı bir İslami anlayışın öğretilmesi konusunda girişimler başlamıştır.

3-4 Aralık Brüksel’de yapılan ve Türkiye’yi Davutoğlu’nun temsil ettiği NATO Dışişleri Bakanları toplantısında Afganistan’daki NATO askerlerinin sayısının artırılması ve NATO’nun yeni stratejisi görüşüldü. Türkiye, bu talebe olumsuz tavır takınarak Afganistan’a sadece barış koruyucu rolünde asker göndermeyi kabul etmiş olup, muharip güç göndermeyi istememiştir.

DİPNOTLAR;

1 1 Mart 2003 tezkeresi ile ilgili olarak bkz. Ramazan Gözen, “Causes and Consequences of Turkey’s Out-of-War Position in the Iraq War of 2003,” The Turkish Yearbook of International Relations, v. 36, 2005, s. 73-99. 
2 James A Baker III ve Lee H Hamiton, The Iraqi Study Group Report 2006, s. 27-28, 
http://bakerinstitute.org/Pubs/iraqstudygroup_findings.pdf
3 Obama yönetiminin Türkiye’ye verdiği önemi gösteren önemli bir rapor, Spencer P. Boyer ve Brian Katulis, The Neglected Alliance: Restoring US-Turkish Relations to Meet 21st Century Challenges, Washington D.C.: Center for American Progress, 2008.
4 Washington Post, 5 Haziran 2009.
5 Boyer ve Katulis, The Neglected Alliance, s. 1-3.
6 Ramazan Gözen, Türk Dış Politikası Barış Vizyonu, Ankara, Palme Yayınları, 2006. 
7 Obama’nın TBMM konuşması, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11376525.asp.
8 http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11376525.asp.
9 ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Philip Gordon, 12-13 Kasım 2009 tarihinde, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın öngörülen ABD ziyareti hakkında temaslarda bulunmak üzere Türkiye’yi ziyaret etti. 12 Kasım 2009 tarihinde Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ve Müsteşar Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu tarafından da kabul edilmiştir. http://www.mfa.gov.tr
10 Philip H. Gordon, Assistant Secretary, Bureau of European and Eurasian Affairs, “The United States and Turkey: A View from the Obama Administration”, The Brookings Institution Sabancı Lecture, Washington DC, 17 March 2010, http://www.state.gov/p/eur/rls/rm/2010/138446.htm; Türkiye-ABD işbirliğinde ilgili bölgelerin önemini öne çıkaran bir 
başka önemli kaynak, Boyer ve Katulis, The Neglected Alliance.
11 http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-abd-ziyareti-oncesi-..., 31 Mayıs 2009.
12 Örneğin, Akşam Gazetesi, 10 Eylül 2009, http://www.aksam.com.tr/2009/09/10/haber...
13 22-30 Eylül’de New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler 64. Genel Kurulu genel görüşmeleri vesilesiyle ve 6-8 Aralık 2009 tarihleri arasındaki Obama ile görüşmek üzere yapılan ABD ziyaretleri. Bkz. http://www.mfa.gov.tr.
14 4-8 Ekim’de, ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner, ABD Hazine Bakanlığı Müsteşar Yardımcı Vekili Andrew Baukol, ABD Merkez Bankası Başkanı Ben S. Bernanke ile ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomi, Enerji ve Tarım İşlerinden Sorumlu Müsteşarı Robert Hormats, İstanbul’da düzenlenen IMF-Dünya Bankası 2009 Yılı Guvernörler Toplantısı’na katılmak üzere Türkiye’ye geldiler. http://www.mfa.gov.tr.
15 3-4 Aralık’ta, NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı Brüksel’de gerçekleştirilmiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu başkanlığında bir heyetle iştirak edilen toplantının başlıca gündem maddelerini Bosna-Hersek ve Karadağ’ın Üyelik Eylem Planına (MAP) katılma talepleri, füze savunması, Afganistan, NATO-Rusya Federasyonu ilişkileri ve NATO’nun yeni Stratejik Konseptinin hazırlık çalışmaları oluşturmuştur.
 http://www.mfa.gov.tr
16 28 Temmuz’de, Türkiye-Irak-ABD Üçlü Mekanizma toplantısı İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay’ın başkanlığında Ankara’da gerçekleştirildi. Anılan toplantıya Çok Uluslu Güç Komutan Yardımcısı Tümgeneral Steven Hummer liderliğindeki ABD heyeti ile Irak Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet Bakanı Şirvan El Vaili başkanlığındaki Irak heyeti katıldı. 
http://www.mfa.gov.tr
17  20 Aralık’ta, Türkiye, Irak ve ABD arasında oluşturulan Üçlü Mekanizma’nın Bakanlar düzeyindeki dördüncü Ana Komite toplantısı, Bağdat’ta gerçekleştirildi. Toplantıda Türkiye heyetine İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay, Irak heyetine ise Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Şirvan El Vaili başkanlık etti. Toplantıda, Alt Komite çalışmaları kapsamında atılan adımlar, Erbil İstihbarat İrtibat Ofisi’nin (EİİO) daha etkin hale getirilmesi ve Mahmur Kampı’nın durumu ele alınmıştır. Toplantının ardından Türk heyeti Erbil’e geçerek, EİİO’yu ziyaret etti. Ayrıca ziyaret kapsamında, Atalay, Irak’taki ABD Kuvvetlerinin Komutanı Orgeneral Ray Odierno ve IKBY yetkilileriyle ayrı ayrı görüşmelerde bulundu. http://www.mfa.gov.tr 
18 20 Kasım’da, Afganistan ziyaretinin akabinde, İran’ın Tebriz şehrine bir çalışma ziyareti gerçekleştiren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve Dışişleri Bakanı Mottaki’yle görüştü. http://www.mfa.gov.tr
19 Türkiye’ye dönük “sözde soykırım” suçlamaları, Türkiye-Ermenistan sınırının kapalı olmasından kaynaklanan sorunlar, Ermenistan devletinin Türkiye aleyhine sahip olduğu sınır değişikliği ve toprak talepleri ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali. 
20 Boyer ve Katulis, The Neglected Alliance, s. 21-26.
21 ....Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyi’nde düzenlenen Orta Doğu konulu toplantıya katıldı. Toplantı sonrası yapılan Başkanlık açıklamasında İsrail-Filistin ihtilafına iki devlet temelinde bir çözüm bulunması yönünde kararlı çaba gösterilmesi gereği vurgulanarak, iki taraf arasındaki geçmiş mutabakatlar temelinde barış müzakerelerinin geri dönülmez niteliğine atıf yapılmış, ayrıca Filistinliler arasında uzlaşı ve birlik sağlanmasının önemine işaret edilmiştir. http://www.mfa.gov.tr
22 Boyer ve Kautlis, The Neglected Alliance, s. 21.
23 Ramazan Gözen, “Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: Realist Bağlantı,” İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara, Palme Yayıncılık, 2009, 7. Bölüm. 
24 http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=802627, 12 Ocak 2009.
25 Örneğin, Sedat Ergin, “Amerika Ergenekon’a nasıl bakıyor?”, Hürriyet, 16 Mart 2010, 
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar...; ve http://www.milliyet.com.tr/abd-2009...
26 Örneğin, Graham Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Çeviren: Mustafa Acar, İstanbul, Timaş Yayınları, 2008.
27 Gözen, “Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: Realist Bağlantı”.
28 2009 Türkiye-ABD ilişkilerinin kapsamlı bir yıllık kronolojisi için bkz: http://www.mfa.gov.tr


***