6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN ABD POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 4

TÜRKİYE’NİN ABD POLİTİKASI 2009,  BÖLÜM 4




Ermenistan

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ikili sorunların varlığı malumdur.19 Türkiye-Ermenistan sorunları sadece iki ülke arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda Kafkaslar bölgesini ve global politikayı da olumsuz etkiliyor. Bölgesel olarak; Ermenistan’ın Rusya’ya yakın bir konumda olması, Rusya’nın bölgedeki etkinliğinde önemli bir rol oynamaktadır. Rusya’nın özellikle 2008 yılında Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesine yaptığı askeri saldırı, Moskova’nın Kafkaslarda giderek artan etkinliğini bir kez daha göstermiştir. Böylece Kafkasların global politikanın mücadele alanı olduğu yeniden görülmüştür. 

Bu işgal ve sonuçları, bölge ülkelerini ama aynı zamanda ABD ve diğer 
Batı/NATO ülkelerini de rahatsız etti. ABD, Karadeniz bölgesine askeri güç göndererek Gürcistan’ın güvenliği konusundaki kararlılığını ortaya koydu. 
Bu süreçte, diğer bölge ülkelerinin tutumları ve konumları da önemliydi. Türkiye’nin bu bağlamda ortaya attığı “Kafkaslar İstikrar ve İşbirliği Platformu” girişimi, ABD ve Rusya başta olmak üzere diğer ülkelerin de dikkatini çekmiştir.

Türkiye-Ermenistan sorunlarının çözümü, Obama yönetimi açısından üç nedenle önemlidir. 

Öncelikle ABD yönetimlerinin iç politika bakımından rahatlamasını sağlar. Ermeni lobisinin her sene 

Kongre’de yaptığı girişimleri sona erdirerek, yönetimlerin Kongre baskısı ile Türkiye reelpolitiği arasında sıkışmaktan kurtulmasına yardımcı olur. 

İkincisi, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi, Ermenistan’ın Rusya’nın etki alanından çıkıp, Türkiye üzerinden ABD/NATO etki alanına geçmesine yol açabilir. 

Üçüncüsü, Ermenistan’ın Türkiye ile yakınlaşması, bölgedeki enerjinin Batıya 
akışını daha da kolaylaştıracaktır.20

İşte bu nedenlerle, Obama’nın Ermenistan stratejisi ile Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini geliştirme hedefi örtüşmüş ve bu örtüşme Türkiye’nin Ermenistan Açılımını doğurmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Başkan Obama, Ankara ziyareti sırasında Ermenistan’la açılım konusuna vurgu yapmıştı. Obama’nın ziyaretinin hemen sonrasında Türkiye-Ermenistan diplomatik görüşmelerinde çok yoğun bir görüşme trafiğinin başlaması tesadüf değildir. Bunlardan ilki ve belki de en önemlisi, 6-7 Nisan tarihinde İstanbul’da Medeniyetler İttifakı İkinci Forumu toplantısı sırasında Dışişleri Bakanı Babacan, Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbandyan ve Obama’nın yaptığı üçlü görüşmedir. Bu görüşme, hem Obama’nın konuya verdiği önemi göstermesi açısından hem de Türkiye’nin Ermenistan açılımını başlatması bakımından çok önemlidir. Babacan ve Nalbandyan, hemen arkasından, 16 Nisan tarihinde Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Erivan toplantısında bir araya geldiler. 

Bu toplantılar ve görüşmelerin hedefi, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzene sokulması amacıyla bir anlaşma yapmaktı. Böyle bir anlaşmanın ilk adımı, protokollerin imzalanması ve uygulamaya konulması idi. Kapalı kapılar arkasında ve İsviçre’nin arabuluculuğu ile yürütülen diplomatik görüşmeler sonucunda iki protokol metni hazırlandı. “Diplomatik İlişkilerin Tesisi” ve “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi” başlıklı bu protokoller, 10 Ekim tarihinde İsviçre’nin Zürih kentinde imzalandı. 

Protokollerin imza töreninde görülen manzara, Türkiye’nin Ermenistan açılımının hem bölgesel hem de global açıdan ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Zira törene ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un yanında Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, AB Yüksek Komiseri Solana ve Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner da katılmıştı.

Arap-İsrail Sorunu

Model Ortaklığın kritik unsurlarından bir diğeri, Arap-İsrail barış sürecinin canlandırılması ve soruna bir çözüm bulunması idi. 

Arap-İsrail sorununun çözümü konusunda önemli olan iki noktada Türkiye ve Obama yönetiminin ortak bir görüşe ve yaklaşıma sahip olduğu görüldü.21 Birinci nokta, soruna “iki devletli bir çözüm” formülünün uygulanmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için bir yandan İsrail’in işgallerinin sona erdirilmesi, diğer yandan birbiriyle anlaşamayan Filistinli grupların yani Hamas ile El Fetih’in aynı çatı altında bütünleşmesinin sağlanması gerekiyordu. İkinci nokta, İsrail ile Arap devletleri arasında barış görüşmelerinin gerçekleşmesi hedefi idi ki, bu konuda en kritik ülke Suriye’dir. Zira Suriye, hem bölgedeki jeopolitik konumu nedeniyle hem de Hizbullah ve Hamas’a destek veriyor olması nedeniyle barış sürecinin anahtar ülkelerinden biridir. 

Suriye’nin barış sürecine dahil edilmesinin bir başka önemi, İran ile sıkı ittifak ve ilişki içinde olmasıdır. İran’ın Ortadoğu’daki birçok sorunda ve özellikle Filistin-İsrail sorununda etkili olması, Suriye’nin konumunu kritik hale getirmiştir. 

Bu kritik konumu nedeniyle, hem İran hem de ABD, Suriye’yi kendi yanında tutmaya çalışmaktadırlar. ABD başta olmak üzere tüm Batılı ülkeler, Suriye’nin 
İran ekseninden çıkarılıp ABD ve Batı eksenine yakın tutulmasını istiyor; Türkiye’den bu stratejide rol oynamasını bekliyorlar. Bu nedenle, Türkiye-Suriye yakınlaşması, doğal olarak öncelikle her iki ülkeyi (Türkiye ve Suriye’yi) mutlu etse de, ABD ve İsrail çevrelerini de sevindirmektedir.

Türkiye, 2009 yılı öncesinde her iki konuda da girişimler yapmıştır. Yani hem Filistinlilerin arasını bulmak için gayret sarf etmiş, hem de İsrail-Suriye barışı için arabuluculuk girişiminde bulunmuştur. Ancak, ABD tarafından da desteklenen bu süreç, 2009 yılında önemli ölçüde aksaklığa uğradı. Çünkü İsrail’in Aralık 2008-Ocak 2009’da, yani Obama daha başkanlığı devralmadan önce Gazze’ye yaptığı büyük çaplı askeri saldırı ve sonrasında ortaya çıkan sorunlar, Türkiye’nin konumuna ve çabalarına büyük bir darbe vurdu. Ardından, 
Türkiye’nin Hamas ve El Fetih’i yakınlaştırma çabaları büyük ölçüde zarar görürken, Suriye ile İsrail arasındaki ara buluculuk konumu tamamen durdu. 

Türkiye, İsrail’in Gazze saldırılarına çok şiddetli tepki gösterdi. Bunun sonucu olarak Türkiye-İsrail ilişkileri 2009’da krizden krize savrularak tarihinin belki de en kötü dönemini yaşadı. Bu konuda çok önemli bir olay, 29 Ocak 2009 tarihinde İsviçre’nin Davos kentinde yapılan Dünya Ekonomi Forumu toplantıları sırasında Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Peres arasında yaşanan ve 
One Minute” şeklinde popülerleşen tartışmadır. Bu tartışma sonrasındaki aylarda Türkiye-İsrail ilişkilerindeki sürtüşme ve ağız dalaşı 
devam etti.

One Minute krizi sonrasında pek çok kişi İsrail’den ve özelikle ABD’den Türkiye’ye karşı büyük bir tepki hatta cezalandırma geleceğini bekledi. Ancak böyle bir durum ortaya çıkmadı. Yani ne Peres ve İsrail’in büyük çoğunluğu, ne de ABD ve Obama yönetimi Türkiye’ye karşı sert ve olumsuz tepki göstermedi. Resmi ya da devlet düzeyinde Türkiye-ABD ve İsrail ilişkilerinde bir kriz olmadı. En önemli tepki ABD ve İsrail’deki basından ve sivil toplum örgütlerinden geldi. ABD’deki bazı yayın organları, örneğin Wall Street Journal gibi gazeteler, 
Türkiye-İsrail ilişkileri kötüleşirken Türkiye-İran ilişkilerinde görülen olumlu havadan endişelenerek, Türkiye’nin Batı dünyasından Doğu/İslam dünyasına doğru “eksen kayması” içinde olduğunu ileri sürdüler. Bu bağlamda Erdoğan’ı ve hükümetini eleştirdiler. Hatta İsrail’e yakın bazı kalemler, Erdoğan’ın “İslamofaşizm”e doğru kaymakta olduğunu ifade ettiler. 

ABD’nin Türkiye’ye uyarıda bulunacağı, eğer İsrail ile ilişkilerini geliştirmez ise “cezalandıracağı” şeklinde görüşler ortaya atıldı. Ancak Obama yönetimi ve genel olarak ABD elitleri, Türkiye’ye olan desteklerini devam ettirdiler. Hatta bazıları, Türkiye’nin, İsrail’e Gazze işgali nedeniyle sert davranmasının ABD tarafından da desteklendiğini, ya da en azından göz yumulduğunu ileri sürdüler. Bu görüşlerde kısmen haklılık payı vardı; çünkü “iki devletli çözüme” razı olabilmesi için İsrail üzerindeki baskının artırılması ve bunun için hem Obama’nın hem de Türkiye’nin girişimler yapması gerekiyordu. Gerçekten; ilerleyen yılda görüldüğü gibi, Obama yönetimi de Netanyahu hükümetine dönük “mesafeli” bir politika izlemektedir. Bu durum, ABD ve Türkiye’nin İsrail konusunda benzer bir tutum takındıklarını gösteren önemli bir delildir. 

Diğer yandan, Türkiye-Obama yönetimi ilişkileri, ne 2009’da ne de 2010’da (Mart 2010’da ABD Kongresi Dış İlişkiler Komitesinde Ermeni tasarısının kabul edilmesi durumu dışında) krize girmemiştir, aksine olumlu şekilde devam etmiştir. Tüm bu eleştirilere rağmen Türkiye-ABD Model Ortaklık süreci yürümüştür. Türkiye’nin gerek Suriye konusunda gerekse Filistinlilerin bütünleşmesi konusundaki çabaları 2009 yılı içinde de sürmüş; Hamas, Hizbullah ve Suriye’nin daha barışçı olmaları ve İran’ın etki alanından çıkmalarına dönük 
girişimleri devam etmiştir. Tüm bu girişimler ABD genel stratejisine uygun olduğu için Obama yönetimi tarafından desteklenmiştir.

Ekonomi-Enerji-Finans

Türkiye ve ABD’yi hem ikili hem de çoklu düzeyde ilgilendiren konular arasında, uluslararası ekonomik krizin etkilerini bertaraf etme amacı ve enerji alanında işbirliği süreci bulunmaktadır. 2009 yılında bu alanda da olumlu gelişmeler yaşandı. Öncelikle, ABD’nin Türkiye’nin IMF ile ilişkilerine ve konumuna verdiği desteğin sürekliliğini vurgulamak gerekir. Uluslararası mali-ekonomik krize rağmen Türkiye’nin bu dönemde büyük bir zorlukla karşılaşmamış olmasında kısmen de olsa ABD desteğinin etkili olduğu açıktır. Zira Türkiye ekonomisi, her ne kadar iç mali yapısını güçlendirmiş olsa da, uluslararası mali-ekonomik sisteme olan bağımlılığı nedeniyle potansiyel olarak kırılgan yapıdadır. 

Bu kırılganlık, ABD ve desteklediği uluslararası kurumların Türkiye’ye olumlu bakmaları nedeniyle bir krize dönüşmemiştir. En önemlisi, Türkiye piyasasından ve borsasından ABD kaynaklı sermayenin kaçışı görülmemiş, aksine daha 
fazla girişler devam etmiştir. Bu performans, ABD kaynaklı sermayenin Türkiye’nin ekonomik ve siyasi şartlarına ve dış politika rolüne dönük desteğinin devamı şeklinde okunabilir.

Çünkü Türkiye’nin bölgedeki önemi sadece ekonomik ve siyasi bir aktör olmasından değil, aynı zamanda enerji kaynaklarına yakın olmasından (jeoekonomik konumundan) kaynaklanır.22 Etrafında üretilen petrol ve doğalgazın Batıya akışında kilit konumda olan Türkiye’nin konumu 2009 yılında yeni bir boyut kazandı: 

İçinde ABD’nin de yer aldığı Nabucco doğalgaz projesinin hayata geçirilmesi için 13 Temmuz tarihinde Ankara’da çok önemli bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın ABD tarafından desteklenmesi, sadece ekonomik ve enerji boyutundan değil, projenin global jeopolitik değerinden dolayıdır. Zira Orta Asya, Orta Doğu ve Kafkaslarda çıkan doğalgazın ABD-NATO müttefiki olan Türkiye topraklarından geçmesine destek verilmesi, aslında Türkiye’ye duyulan güven ve desteğin ifadesidir.

Model Ortaklığın ekonomi alanıyla ilgili bir başka yönü, Türkiye ile ABD arasında ikili ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi hedefidir. En azından Türkiye, Model Ortaklığa bu boyutun da dahil olması gerektiğini düşünüyor. Başbakan Erdoğan ve ekonomi yetkilileri, 4-5 Aralık’ta Washington’a yaptıkları ziyaret sırasında Obama ile görüşmelerinde bu konuyu dile getirdiler. Obama da, iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi konusunda olumlu olduklarını ve gerekli girişimlerin yapılması gerektiğini vurguladı. Bu çerçevede Türkiye’den ve ABD’den ekonomi ve ticaret ile ilgili bakanlar ve bürokratların ortak çalışmalar yapması konusunda karar alındı. Ancak 2009 yılı içinde (hatta 2010’un ilk döneminde) bu konuda herhangi bir girişim olmadı.

Burada bu konuyla ilgili tarihi bir not düşmek yararlı olacaktır. Türkiye uzun zamandır ABD ile arasındaki ilişkilerin çeşitlenmesini, yani sadece askeri ve stratejik ilişkilerle sınırlı kalmayıp ekonomik ve ticari ilişkilerin de geliştirilmesini hedeflemektedir. 1980’lerde Özal hükümetleri de, Türkiye ile ABD arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için Serbest Ticaret Bölgesi Anlaşması için çaba 
göstermişti; ancak başarılı olamamıştı. Çünkü ya ABD’deki ekonomi lobileri ve ABD’nin diğer uluslararası ticaret partnerleri bu konuda genelde olumsuz bir rol oynamışlar, ya da Türkiye-ABD ilişkilerinde ortaya çıkan siyasi sorunlar bu duruma engel olmuştur. ABD yönetimleri her ne kadar bu konuda sözlü destek verseler de, uygulamada çok istekli olmamışlardır. 

Bu durum, ABD yönetimlerinin Türkiye’yi daha çok askeri-stratejik bir ortak olarak görmelerinden kaynaklanır. Dolayısıyla, Obama’nın ileri sürdüğü Model Ortaklık kavramının ekonomik ve ticari boyutunun gerçekleşmesi konusunda ihtiyatlı olmak gerekir.

İç Politika Boyutu: Türkiye’nin Demokratik Açılımları ve ABD

2009 yılında Türkiye-ABD Model Ortaklığının önemli bir diğer yönü, ABD’nin Türkiye’nin demokratikleşme, demokratik açılım ve sivilleşme yönündeki çabalarına dönük tutumudur. Tarihsel olarak baktığımızda, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde ABD’nin hem olumlu hem de olumsuz rolü ve etkisinin olduğunu görürüz.23 Olumlu açıdan, ABD Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında demokrasiye geçiş sürecine ciddi bir katkı yapmıştır. Diğer yandan, ABD Türkiye’de askeri darbelerin oluşumunda ve sonrasında takındığı 
tutum ile Türkiye demokrasisinin olgunlaşmasında olumsuz bir rol oynamıştır. Bu durum, kısmen Türkiye’nin NATO üyeliğinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ABD ile olan yakın ilgisinden dolayı olmuştur.

2009 yılı itibarıyla Türkiye’nin demokratikleşmesi bağlamında iki önemli konu gündemdeydi. Birincisi, Türkiye’de darbe girişiminde bulunduğu iddia edilen emekli ve muvazzaf askerlerin de içinde olduğu Ergenekon ve Balyoz Davaları ’dır. Bu davalar teknik olarak Türk iç hukuku ve siyasetini ilgilendirmesi nedeniyle herhangi bir ülkenin dolayısıyla Türkiye-ABD ilişkilerinin konusu değildir. Ancak, gerçekçi olmak gerekirse, bu davalara başta ABD olmak üzere tüm ülkeler tarafından yakından ilgi gösterilmektedir. Bu dava sonucunda 
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin nasıl etkileneceği, daha geriye mi yoksa daha ileriye mi gideceği merak edilmektedir. 

ABD’nin Ergenekon davası ile ilgili konumunu özetleyen şu görüşe katılmak mümkündür: 

“Ergenekon konusu, ABD’nin Türkiye gündeminin üst sıralarında değil. Resmî görüşmelerin konusu hiç değil. Gelişmeler, iç istikrarı ya da demokrasiyi ciddi boyutta tehdit edecek noktaya gelmediği sürece de ABD müdahil olmaz. [ABD’nin]‘Demokrasi’ ve ‘reform süreci’ vurguları, Ergenekon’un üstüne gidilmesini isteyen reformist kesimlere destek mahiyetinde anlaşılabilir. 
Ergenekon sürecinin demokratik bir ülkeye daha yaraşır şekilde, mesela daha şeffaf yürütülmesi iması olarak da değerlendirilebilir. 

Öte yandan Amerikalıların ‘laiklik’ bahsiyle, davadan rahatsız olan laikçi kesimlere de sempati mesajı verdiği düşünülebilir.”24 

Bu görüşten, ABD’nin Ergenekon davasına prensip olarak karşı olmadığı sonucu çıkarılabilir. Ancak ABD’nin, davanın yürütülmesi sürecindeki tutuklamalar ve insan hakları konularında eleştirisinin olduğu da biliniyor. ABD 2009 Yılı İnsan Hakları Raporu’nda bu konulara dikkat çekilmiştir.25

Türkiye’de demokratikleşme bağlamında diğer bir konu, 5 Ağustos 2009’da Başbakan Erdoğan ile DTP Genel Başkanı Türk’ün yaptığı görüşme ile resmen başlamış olan “Demokratikleşme Açılımı”dır. Bu süreç, özü itibarıyla Türkiye’deki Kürt sorunu gibi kapsamlı sorunların demokratik yöntemlerle ve Türkiye’deki demokratikleşmeyi güçlendirmek amacıyla yapıldığı için Türkiye’nin iç meselesi olarak kabul edilebilir. Ancak, özellikle Kürt sorununa çözümün Irak’la da yakından ve hatta ABD’nin Irak’tan asker çekmesi bağlamında başlayan 
PKK terör örgütüne karşı yürütülen Üçlü mekanizma ile de doğrudan ilgili olması nedeniyle, bu konu da Türkiye-ABD ilişkileri kapsamında değerlendirilebilir. Bu ilişki nedeniyle, ABD yönetimi Türkiye’deki demokratikleşme sürecine çok olumlu bakmış, hatta bazılarına göre Türkiye’yi motive etmiştir. Yani Türkiye’nin dış politika açılımları gibi, demokratikleşme açılımı da Model Ortaklık sürecinin 
bir boyutu olarak görülebilir.

ABD’nin Ergenekon Davası’na ve Demokratik Açılıma destek vermesi ve Türkiye’de güçlü bir demokrasinin oluşmasını istemesi sürpriz değildir. Hakeza, özellikle 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ortaya çıkan uluslararası ortamda Türkiye’nin demokratikleşmesi giderek artan bir şekilde destek bulmaya başlamıştır. Bunun nedeni, Türkiye’nin İslam ve demokrasiyi birlikte yaşatarak, radikal ve şiddet yanlısı ülkelere karşı bir örnek olarak görülmesinden dolayıdır. Bazı Amerikalı yazarlar da, Türkiye’nin “ılımlı bir İslam ülkesi” olduğunu 
ve dünyada birçok İslam ülkesine model ya da örnek olarak gösterilebileceğini ileri sürmüşlerdir. 26 İşte bu nedenle, Türkiye’de demokrasiyi destekleyen partilere ve gruplara doğru sempati ve destek artmıştır.


Bu tür görüşler, Türkiye içinde “laiklik ilkesinin ihlal edilmekte olduğu” ve “İslami bir düzene doğru gidildiği” eleştirilerini yaratmıştır. Özellikle iktidardaki AK Parti çoğunluğunun İslami kimliğe sahip kişilerden oluşması ve uygulamaları, laiklik tartışmalarını gündemde tutmuştur. Bu eleştirilerin bir bölümü de ABD’ye yöneltilmiştir. ABD’nin ılımlı İslam’ı ve AK Parti’yi desteklediği yönünde görüşler oldukça yaygındır. 

Kanaatime göre, genel olarak ABD’nin ve özelde Obama yönetiminin Türkiye’ye bakışı “reelpolitik”tir. ABD için önemli olan Türkiye’nin iç ve dış politikasında istikrarın ve sürekliliğin sağlanmasıdır. Buradan hareketle, bir istikrarsızlık patlak vermediği sürece ABD’nin Türkiye’nin iç politikasıyla yakından/doğrudan ilgilendiğini söylemek doğru değildir. Ancak Türkiye’nin dış politikasının 
ne yönde olduğuyla ve uluslararası konumunun nerede bulunduğuyla doğrudan ilgilendiği açıktır. Bu boyuttaki herhangi bir istenmeyen değişikliği önlemek için gayret sarf edeceği iddia edilebilir. Zira geçmişte bunun örnekleri mevcuttur.27

Obama, Türkiye’nin genel olarak iç ve dış politikası ile ilgili görüşünü TBMM’deki konuşmasında net bir şekilde belirtti. Obama’nın Atatürk’ün büyüklüğünden bahsetmesi ve Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi, bu konuda önemli ipuçları olarak kabul edilebilir. 

Buradan hareketle, Model Ortaklığın, iç politika bakımından laik, demokratik, liberal ve diğer Batılı değerler yanında dini özgürlükler, etnik ve kimlik sorunlarının çözümü ve terörle mücadele gibi hedefler üzerine, uluslararası politika açısından ise AB-NATO-IMF ekseni üzerine oturduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç

2009 yılında Türkiye’nin ABD politikası ve Türkiye-ABD ilişkileri oldukça yoğun gelişmelere sahne olmuştur.28 Bu gelişmelerin tamamını ayrıntısıyla incelemek elbette mümkün değildir. Ancak yukarıda yaptığımız gibi, bu politikayı, ikili, global ve bölgesel düzeyde olmak üzere sınıflandırarak incelemek mümkündür. Her üç düzeyde de yoğun konularla dolu olan bu ilişkilerin ana gündemi güvenlik ve istikrar olsa da, ekonomi, ticaret, diplomasi ve askeri boyutları da çok önemlidir. Bu ilişkilerin en azından 2009 yılı itibarıyla ana teması, 
işbirliği ve ortak hareket olarak özetlenebilir. 

Bu yönüyle tarihinin en olumlu/altın çağlarından birine şahit olunmuştur.

Tabii ki, bu işbirliğinin öncelikli hedefi tarafların kendi çıkarlarını geliştirmekti; ancak daha ileri giderek, bölgesel ve global sorunlara çözüm bulacak yeni bir “düzen ve mekanizma” kurulması da amaçlanmıştır. Irak, İran, Filistin, Afganistan ve Ermenistan gibi ülkeler çerçevesinde gelişen sorunlar ve krizler, sadece bu ülkelere yoğunlaşarak çözülemezdi; ilave olarak bu ülkelerin yer aldığı bölgelerin istikrar ve güvenliğini artıracak ulusal ve bölgesel dengelerin ve ilişkilerin tekrar kurulması gerekiyordu. Bu süreçte, özellikle İran ve Rusya gibi aktörlerin bölgesel etkinliğini azaltabilmek için, ilgili bölge ülkelerinin işbirliği içinde hareket etmeleri bekleniyordu. İşte bu noktada Türkiye’nin konumu ve rolü çok kritikti. Bu kritik konum ve rol, Türkiye-ABD ilişkilerinin güçlenmesini sağladı. ABD ve Türkiye karşılıklı olarak birbirine destek vererek düzenli ve istikrarlı bir bölge oluşturmaya çalıştılar. 

2009 yılında güçlenen bu süreç henüz tamamlanmış değildir. 

Nasıl tamamlanacağı, olumlu ya da olumsuz ne gibi sonuçlar doğuracağı 
ancak önümüzdeki yıllarda anlaşılacaktır. Bir öngörü olarak şu tahminde bulunmak mümkündür. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ABD Politikası / Türkiye-ABD ilişkileri, büyük ölçüde İran’ın nükleer programının, Rusya’nın Kafkas politikalarının ve Filistin sorununun nasıl gelişeceğine ve Türkiye ve ABD’nin bu gelişmelere dönük nasıl bir tutum takınacağına bağlı olacaktır. 

Türkiye’nin ABD Politikası 2009 Kronoloji

1 Ocak ABD Başkanlığı’na Barack Hussein Obama’nın gelmesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde çok belirleyici bir rol oynamıştır. 

Başkan Obama’nın dış politika anlayışı, hem içerik hem de jeopolitik hedef olarak Başkan Bush’tan farklı olup, Türkiye’nin rolünü öne çıkarmıştır

29 Ocak İsviçre’nin Davos kentinde yapılan Dünya Ekonomi Forumu toplantıları sırasında Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Peres arasında yaşanan ve “One Minute” krizi, devletler düzeyinde bir tepkiden ziyade basın düzeyinde bir 
tepkiyi ortaya çıkarmış ve özellikle ABD ve İsrail basınında Türkiye’nin İran ile yakın ilişkiler kurarak eksen kayması yaşandığı şeklinde suçlamalar yayınlanmıştır.


1 Nisan Türkiye, Afganistan ve Pakistan cumhurbaşkanları Gül, Karzai ve Zerdari’nin katıldığı zirve toplantılarının üçüncüsü Ankara’da yapılmıştır. Tarafların, terörle mücadele ile istikrar ve güvenlik sağlanması gibi konular üzerinde ortak hareket etmesi konusunda anlaştığı bu zirveler, Türkiye’nin öncülüğünde ve NATO/ABD stratejisi kapsamındaki gelişmelerdir 

3-4 Nisan Brüksel’de, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Gül tarafından temsil edildiği NATO Devlet ve Hükümet Başkanlarının katıldığı Zirve toplantısı gerçekleştirilmiştir. Bu zirvede NATO Genel Sekreteri seçilmiştir. 

5-6 Nisan ABD Başkanı Barack Obama Türkiye’yi ziyaret etmiş ve TBMM’de yaptığı bir konuşma yapmıştır. Ayrıca, Obama cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı gibi geleneksel resmi görüşmeleri yanında, muhalefet parti liderleri ile Meclis çatısı altında yaptığı ikili görüşmeler ve özellikle İstanbul’da din, kültür ve öğrenci gruplarıyla “sivil görüşmeler” yapmıştır

6-7 Nisan İstanbul’da düzenlenen Medeniyetler İttifakı Zirvesi’ne Başkan Obama’nın da katıalrak Medeniyetler İttifakı sürecine ABD’nin desteğini vurgulamıştır.

11 Mayıs New York’ta oturum başkanlığını Davutoğlu’nun yaptığı Ortadoğu konulu BM Güvenlik Konseyi toplantısı yapılmıştır. New York toplantısında Filistin sorununa iki devletli çözüm teklifi ileri sürülmüş ve Filistinliler arasında işbirliğinin geliştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

5 Haziran Başkan Obama, yaptığı Kahire konuşmasında, İslam dünyasına dönük “yeni bir başlangıç” yapacağını, geçmişte yapılan yanlış uygulamaları sona erdireceğini ve ortak çıkarlara ve saygıya dayalı ilişkiler geliştirileceğini açıklamıştır.

30 Haziran ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) David Petraeus Ankara’yı ziyaret etmiş Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile istihbarat paylaşımı gibi konuları görüşmüştür.

4-8 Ekim IMF-Dünya Bankası 2009 yılı Guvernörler toplantısı İstanbul’da yapılmıştır. Global ekonominin en etkili maliye ve ekonomi bakanları, merkez bankası başkanları, devlet ve hükümet başkanları dahil toplam 15 bin kişinin katıldığı İstanbul toplantısı sonunda yayımlanan İstanbul Deklarasyonu’nda IMF-Dünya bankasının yeniden yapılanması yönünde önemli kararlar yer almıştır.

10 Ekim Türkiye ile Ermenistan arasında “Diplomatik İlişkilerin Tesisi” ve “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi” başlıklı bu protokoller, 

10 Ekim tarihinde İsviçre’nin Zürih kentinde imzalandı. 

15 Ekim Bağdat’ta, Türkiye’den ve Irak’tan 10 ar bakanın katıldığı toplantıda 48 adet anlaşma imzalanmıştır.

25-26 Ekim Başbakan Erdoğan, beraberinde birçok bakan, bürokrat, işadamı ve medya mensubu ile Pakistan’a önemli bir ziyaret gerçekleştirmiştir. 
Ekonomik ve siyasi gelişmelerin yanında, terörle mücadele konusunda “yumuşak güç” yöntemine, yani eğitim aracılığıyla terörün engellenmesine yoğunlaşmak istiyorlar. Bu amaçla Türkiye’deki İmam Hatip modelinin Pakistan’da da uygulanması, böylece ılımlı bir İslami anlayışın öğretilmesi konusunda girişimler başlamıştır.

3-4 Aralık Brüksel’de yapılan ve Türkiye’yi Davutoğlu’nun temsil ettiği NATO Dışişleri Bakanları toplantısında Afganistan’daki NATO askerlerinin sayısının artırılması ve NATO’nun yeni stratejisi görüşüldü. Türkiye, bu talebe olumsuz tavır takınarak Afganistan’a sadece barış koruyucu rolünde asker göndermeyi kabul etmiş olup, muharip güç göndermeyi istememiştir.

DİPNOTLAR;

1 1 Mart 2003 tezkeresi ile ilgili olarak bkz. Ramazan Gözen, “Causes and Consequences of Turkey’s Out-of-War Position in the Iraq War of 2003,” The Turkish Yearbook of International Relations, v. 36, 2005, s. 73-99. 
2 James A Baker III ve Lee H Hamiton, The Iraqi Study Group Report 2006, s. 27-28, 
http://bakerinstitute.org/Pubs/iraqstudygroup_findings.pdf
3 Obama yönetiminin Türkiye’ye verdiği önemi gösteren önemli bir rapor, Spencer P. Boyer ve Brian Katulis, The Neglected Alliance: Restoring US-Turkish Relations to Meet 21st Century Challenges, Washington D.C.: Center for American Progress, 2008.
4 Washington Post, 5 Haziran 2009.
5 Boyer ve Katulis, The Neglected Alliance, s. 1-3.
6 Ramazan Gözen, Türk Dış Politikası Barış Vizyonu, Ankara, Palme Yayınları, 2006. 
7 Obama’nın TBMM konuşması, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11376525.asp.
8 http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11376525.asp.
9 ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Philip Gordon, 12-13 Kasım 2009 tarihinde, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın öngörülen ABD ziyareti hakkında temaslarda bulunmak üzere Türkiye’yi ziyaret etti. 12 Kasım 2009 tarihinde Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ve Müsteşar Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu tarafından da kabul edilmiştir. http://www.mfa.gov.tr
10 Philip H. Gordon, Assistant Secretary, Bureau of European and Eurasian Affairs, “The United States and Turkey: A View from the Obama Administration”, The Brookings Institution Sabancı Lecture, Washington DC, 17 March 2010, http://www.state.gov/p/eur/rls/rm/2010/138446.htm; Türkiye-ABD işbirliğinde ilgili bölgelerin önemini öne çıkaran bir 
başka önemli kaynak, Boyer ve Katulis, The Neglected Alliance.
11 http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-abd-ziyareti-oncesi-..., 31 Mayıs 2009.
12 Örneğin, Akşam Gazetesi, 10 Eylül 2009, http://www.aksam.com.tr/2009/09/10/haber...
13 22-30 Eylül’de New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler 64. Genel Kurulu genel görüşmeleri vesilesiyle ve 6-8 Aralık 2009 tarihleri arasındaki Obama ile görüşmek üzere yapılan ABD ziyaretleri. Bkz. http://www.mfa.gov.tr.
14 4-8 Ekim’de, ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner, ABD Hazine Bakanlığı Müsteşar Yardımcı Vekili Andrew Baukol, ABD Merkez Bankası Başkanı Ben S. Bernanke ile ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomi, Enerji ve Tarım İşlerinden Sorumlu Müsteşarı Robert Hormats, İstanbul’da düzenlenen IMF-Dünya Bankası 2009 Yılı Guvernörler Toplantısı’na katılmak üzere Türkiye’ye geldiler. http://www.mfa.gov.tr.
15 3-4 Aralık’ta, NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı Brüksel’de gerçekleştirilmiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu başkanlığında bir heyetle iştirak edilen toplantının başlıca gündem maddelerini Bosna-Hersek ve Karadağ’ın Üyelik Eylem Planına (MAP) katılma talepleri, füze savunması, Afganistan, NATO-Rusya Federasyonu ilişkileri ve NATO’nun yeni Stratejik Konseptinin hazırlık çalışmaları oluşturmuştur.
 http://www.mfa.gov.tr
16 28 Temmuz’de, Türkiye-Irak-ABD Üçlü Mekanizma toplantısı İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay’ın başkanlığında Ankara’da gerçekleştirildi. Anılan toplantıya Çok Uluslu Güç Komutan Yardımcısı Tümgeneral Steven Hummer liderliğindeki ABD heyeti ile Irak Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet Bakanı Şirvan El Vaili başkanlığındaki Irak heyeti katıldı. 
http://www.mfa.gov.tr
17  20 Aralık’ta, Türkiye, Irak ve ABD arasında oluşturulan Üçlü Mekanizma’nın Bakanlar düzeyindeki dördüncü Ana Komite toplantısı, Bağdat’ta gerçekleştirildi. Toplantıda Türkiye heyetine İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay, Irak heyetine ise Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Şirvan El Vaili başkanlık etti. Toplantıda, Alt Komite çalışmaları kapsamında atılan adımlar, Erbil İstihbarat İrtibat Ofisi’nin (EİİO) daha etkin hale getirilmesi ve Mahmur Kampı’nın durumu ele alınmıştır. Toplantının ardından Türk heyeti Erbil’e geçerek, EİİO’yu ziyaret etti. Ayrıca ziyaret kapsamında, Atalay, Irak’taki ABD Kuvvetlerinin Komutanı Orgeneral Ray Odierno ve IKBY yetkilileriyle ayrı ayrı görüşmelerde bulundu. http://www.mfa.gov.tr 
18 20 Kasım’da, Afganistan ziyaretinin akabinde, İran’ın Tebriz şehrine bir çalışma ziyareti gerçekleştiren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve Dışişleri Bakanı Mottaki’yle görüştü. http://www.mfa.gov.tr
19 Türkiye’ye dönük “sözde soykırım” suçlamaları, Türkiye-Ermenistan sınırının kapalı olmasından kaynaklanan sorunlar, Ermenistan devletinin Türkiye aleyhine sahip olduğu sınır değişikliği ve toprak talepleri ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali. 
20 Boyer ve Katulis, The Neglected Alliance, s. 21-26.
21 ....Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyi’nde düzenlenen Orta Doğu konulu toplantıya katıldı. Toplantı sonrası yapılan Başkanlık açıklamasında İsrail-Filistin ihtilafına iki devlet temelinde bir çözüm bulunması yönünde kararlı çaba gösterilmesi gereği vurgulanarak, iki taraf arasındaki geçmiş mutabakatlar temelinde barış müzakerelerinin geri dönülmez niteliğine atıf yapılmış, ayrıca Filistinliler arasında uzlaşı ve birlik sağlanmasının önemine işaret edilmiştir. http://www.mfa.gov.tr
22 Boyer ve Kautlis, The Neglected Alliance, s. 21.
23 Ramazan Gözen, “Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: Realist Bağlantı,” İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara, Palme Yayıncılık, 2009, 7. Bölüm. 
24 http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=802627, 12 Ocak 2009.
25 Örneğin, Sedat Ergin, “Amerika Ergenekon’a nasıl bakıyor?”, Hürriyet, 16 Mart 2010, 
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar...; ve http://www.milliyet.com.tr/abd-2009...
26 Örneğin, Graham Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Çeviren: Mustafa Acar, İstanbul, Timaş Yayınları, 2008.
27 Gözen, “Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: Realist Bağlantı”.
28 2009 Türkiye-ABD ilişkilerinin kapsamlı bir yıllık kronolojisi için bkz: http://www.mfa.gov.tr


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder