2 Aralık 2019 Pazartesi

İNSAN HAKLARININ TEMELİ

İNSAN HAKLARININ TEMELİ 




İnsan hakları sırf insan olmaktan kaynaklanan haklarsa, insan haklarının temeli ya da kökeni de sadece insan olma durumu, insan doğası veya insanlıktır. Nasıl hukukî hakların kaynağı hukuk, sözleşmeden kaynaklanan hakların kaynağı sözleşme ise insan haklarının temeli, kaynağı, mevcudiyet sebebi insandır. 10 

İnsan haklarının temelinin insan olması insanın saygıdeğer, üstün, onur sahibi, 
düşünce yeteneği olan bir varlık olmasından kaynaklanmaktadır. Bu değerlerin hepsini özetleyen insan onuru kavramı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi birçok insan haklarıyla ilgili sözleşmede yer almıştır. 

İnsan hakları tarihi adeta insan haklarının temelinin, insan olma durumunun kabulü mücadelesidir. İlk Çağlardan bu yana süren mücadelede insan olmanın kabulü büyük rol oynamıştır. Özgür – köle, kadın – erkek mücadelesi bu durumu kanıtlar niteliktedir. 

İnsan haklarının temeline dayanak oluşturmada iki görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan biri doğal hukuk, diğeri ise insan doğası anlayışıdır. 

Doğal hukuk anlayışının kökeni eski Yunan dönemine kadar gider. Eski Yunan’daki doğal hukuk anlayışı günümüz doğal hukuk anlayışının nüvesi mahiyetindedir. Bu nüve yüzyıllar boyunca gelişip değişerek günümüzdeki doğal hukuk anlayışının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Eski Yunan’daki doğal hukuk anlayışı ve bu konudaki yorumlar Orta Çağ Hristiyan ve İslam dünyasında da etkili olmuştur.11

Doğal hukuk anlayışının ortaya atılmasının temel nedeni, yaşanan haksızlıklar sonucu meydana gelen adalet arayışı ve anlayışıdır. Siyasî yönetimler çoğu zaman kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmişlerdir. Bu durum kendilerinin yararına olurken insanların birçoğunun zararına, haklarının ihlâl edilmesine sebep olmuştur. İnsanların yaşadıkları ihlâller, kısıtlamalar hayatı çekilmez hâle getirmiştir. Bundan dolayı devamlı adaletin tesis edilmiş olduğu bir ortamın varlığı arzu edilmiştir. Bu özelliği sebebiyle doğal hukuk anlayışı 
olanı değil, olması gerekeni belirtir. 

Orta Çağda doğal hukuk anlayışı Hristiyanlığın doğuşuyla kısmî gelişme göstermiştir. Dinlerin getirdiği ilkeler doğrultusunda insanların hak ve özgürlüklere sahip olması ve bu hakları devlete karşı ileri sürebilmeleri devletin mutlak iktidarına sınırlama getirmesi sebebiyle insan haklarına katkı sağlamıştır.12 

İlk Hristiyanların Roma İmparatorluğu’na karşı mücadele etmeleri ve yaşam tarzlarında sevgiyi esas almaları doğal hukuk anlayışını güçlendirirken sonraları Hristiyanların siyasî gücü elde etmeleri ve kilisenin hakların önüne 
bir engel olarak ortaya çıkması bu gelişimi baltalamıştır. İslamiyette ise İslam hukukunun Müslümanlara haklar tanıması ve bu hakları devlete karşı ileri sürmeleri insan haklarına bir nebze katkı sağlarken sonraları İslam hukukunun hak ve özgürlükler önünde değişmez kurallar olarak ortaya konması insan haklarının gelişimini engellemiştir. 

Doğal hukuk anlayışı günümüzdeki anlamıyla 17. ve 18. yüzyıl Avrupasında ortaya konulmuştur. Bu yüzyıllarda Aydınlanma Dönemi yazarları, ilk defa sistemli bir şekilde insan haklarının en üstün ahlâkî talepler olduğunu ve devlet başta olmak üzere herkesin bu haklara saygı göstermesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu dönemin ünlü doğal hukukçuları John Locke, Jean Jack Rousseau ve Hobbes’tur. 

Doğal hukuk anlayışına göre insanlar yaratılışını izleyen evrelerde birbirlerinden ayrı ve tek başlarına yaşıyorlardı. Bu dönemde insanlar eşit ve özgür olup doğal bir hâlde yaşamlarını devam ettiriyorlardı. Nüfusun artması insanların bir birlerine yakınlaşmasını, sosyal temasta bulunmalarını sağlamıştır. İnsanların bir araya gelmeleri bir düzen oluşturma ve tabiat karşısında güçlükleri aşma fikrini ortaya çıkarmıştır. İnsanlar bir araya gelerek toplum ve devleti oluşturmuşlardır. Bu oluşumda insanlar sahip oldukları sınırsız özgürlüklerin bir kısmını devlete devretmişlerdir. Bunun karşılığında toplum içinde yaşama ve kendi haklarının güvencesine kavuşmuşlardır. İnsanlar düzen oluşturma fikrine bir toplum 
sözleşmesi ile kavuşmuşlardır. İnsanların haklarının bir kısmını devlete devretmemesi hakların niteliğinden kaynaklanmakta olup bu hakların devlete devredilemeyeceği, devletin bu haklara saygı göstermesi ve bağlı olması anlayışı doğal hakları ortaya çıkarmıştır. Doğal haklar doğal hukukun bir parçasıdır. Bu temellendirmeler doğrultusunda doğal hakların dört önemli özelliği bulunmaktadır: 

1. Doğal haklar insanın doğuştan sahip olduğu devredilmez ve vazgeçilmez haklardır. Doğal haklar insanın insan olma özelliğinden kaynaklandığın dan, reddedilmesi insan olmanın reddedilmesi anlamına gelir. 

2. Doğal haklar toplum ve devletten önce de var olduklarından siyasî düzenin eseri veya sonucu değildir. 

3. Doğal haklar mutlaktır. Bu sebeple herhangi bir düşünce veya gerekçe ile engellenmesi düşünülemez. 

4. Doğal haklar evrenseldir. Evrensellik özelliğinin sonucu olarak zaman ve mekana bağlı olmaksızın herkes bu haklara sahiptir.13

Doğal hukuk anlayışının adaletin mutlak standardı olması tabiatı itibariyle olanı değil, olması gerekeni ifade ettiği belirtilmişti. Günümüzde doğal hukuk anlayışının eriştiği son nokta hukuk devleti anlayışıdır. Siyasî iktidarların serbestlik içinde bulunması yüzyıllar boyunca kendilerinin sınırlandırılmadığını ya da çok az sınırlandırıldığını göstermektedir. Adaletin gerçekleşmesi amacıyla yapılan mücadeleler siyasî iktidarın sınırlanmasıyla sonuçlanmış ve hukuk devleti anlayışının ortaya çıkmasını sağlamıştır. 

Doğal hukuk anlayışı, 17. ve 18. yüzyılda baskı rejimlerine karşı mücadelede önemli başarılar kazanmıştır. Ancak doğal hukuk anlayışında insanların toplumsal sözleşme öncesinde tabiat hâlinde yaşamaları fikri gerçeklikten uzaktır. Bu sebeple doğal hukuk anlayışı özellikle pozitivist hukukçuların ağır eleştirilerine maruz kalmıştır. Ayrıca doğal hukuk anlayışının meşrulaştırmada kullanılması kurumun yıpranmasına yol açmıştır. 

Esas itibariyle iyi olan bir kavram, her ne kadar kötüye kullanılırsa kullanılsın, yıpranması sebebiyle onun terk edilmesini haklı göstermez.14

İnsan haklarını gerçekçi bir temele oturtma düşüncesi insan doğası kavramını ortaya çıkarmıştır. İnsan doğası anlayışı Fransız İhtilali’nden sonra ortaya atılmış olup, insan haklarının temelini insan doğasına bağlamaktadır. 

İnsan haklarının doğası genellikle insanın ihtiyaçları ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bu görüşe göre insan doğası, ihtiyaçlara dayanır. Ancak insan ihtiyaçları nesnel olarak tespit edilemediği gibi, bu kavram insan doğası gibi üzerinde tam bir mutabakatın olmadığı bir içerik taşımaktadır. 

İhtiyaçlar denildiğinde akla ilk gelen insanın maddî ihtiyaçları olan yaşamını idame ettirmesine imkan sağlayan geçim ve güvenliktir. Bu ihtiyaçların aynısının hayvanlarda da olması ve insanın manevî yönünün de bulunması ihtiyaçları sadece maddî ihtiyaçlar ile tanımlamayı zorlaştırmaktadır. İnsanın ihtiyaçların dan manevî olanları, insanın insan olarak belirmesini sağladıklarından ihtiyaçlardan da manevî olanların insan doğasını belirlemede ele alınması gerekir. Bundan dolayıdır ki insan doğasından bahsedildiğinde insanın manevî 
doğası anlaşılmaktadır. İnsan hakları uluslararası insan hakları sözleşmelerinde belirtildiği gibi insan onurundan kaynaklanmaktadır. Bu açıdan insan onurunun ayakta kalmasına imkan tanıyan ihtiyaçlar insan doğasını daha iyi açıklamakta dır. İnsan hakları ihlâlleri insanın insanlığını inkar eder, yoksa ihtiyaçlarını gidermesine her zaman mâni olmaz. Bundan dolayı insan haklarının doğası maddî gereklerden veya sağlık gereklerinden değil; onurlu bir hayat istemesi ve insana özgü bir değerinin olmasından kaynaklanmaktadır.15


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

10 Jack DONNELY, Teoride ve Uygulamada İnsan Hakları, (Çev.: Mustafa Erdoğan – Levent Korkut), Yetkin Yayınları, Ankara, 1989, s. 27. 
11 Mustafa ERDOĞAN, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, 4. Baskı, Ankara, 2001, s. 127. 
12 Anıl ÇEÇEN, İnsan Hakları, Selvi Yayınları, Ankara, 1990, s. 37. 
13 Oktay UYGUN, “İnsan Hakları Kuramı”, İnsan Hakları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 17. 
14 Mithat SANCAR, “Hukukun Oluşturulmasında İnsan Haklarının Rolü ya da İnsan Hakları ile Pozitif 
Hukuk Arasındaki İlişki”, 50 Yıllık Deneyimlerin Işığında Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, Hacettepe 
Üniversitesi İnsan Hakları ve Felsefesi Uygulama ve Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s. 316. 
15 DONNELY, age., s. 27.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder