6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN ABD POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 2

TÜRKİYE’NİN ABD POLİTİKASI 2009,  BÖLÜM 2



2009’da Türkiye-ABD İlişkileri: Model Ortaklığa Doğru

2009 yılı Türkiye-ABD ilişkilerinde kaydedilen gelişmelerin göze çarpan en önemli yönü, iki ülke arasında karşılıklı olarak gerçekleşen üst düzey resmi ziyaretler ve bu ziyaretler sonucu ortaya çıkan yeni gündemdir. Bunlar arasında, ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi göstermesi bakımından en çarpıcı gelişme, Başkan Obama’nın 5-6 Nisan 2009 tarihlerinde Ankara ve İstanbul’a yaptığı resmi ziyarettir. 

Obama’nın Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir gündemi başlatan ziyareti sırasında yaptığı en önemli faaliyet ise, TBMM’de yaptığı konuşma idi. Obama’nın cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı gibi geleneksel resmi görüşmeleri yanında, muhalefet parti liderleri ile Meclis çatısı altında yaptığı ikili görüşmeler ve özellikle İstanbul’da din, kültür ve öğrenci gruplarıyla yaptığı “sivil” görüşmeler ilgi çekiciydi. Bu görüşmelerde, Türkiye toplumunun cazibesini kazanacak dini, kültürel, stratejik ve siyasi mesajlar vererek kamu diplomasisi uyguladı. Normal şartlarda olağan bir hadise gibi görünecek olan bu ziyaret ve programı, Türkiye-ABD ilişkilerinin son yıllarda karşılaştığı krizler ve dönüşüm süreci dikkate alındığında oldukça stratejik, önemli ve anlamlıydı.

Obama’nın ziyareti ve bu ziyaretin içeriğinin önemi, kısmen iki ülke arasında diplomatik ve siyasi yakınlaşmanın tekrar güçlenmeye başladığını göstermesin den, kısmen de Türkiye toplumunda yüksek düzeyde görülen anti-Amerikancılığı ortadan kaldırmaya dönük faaliyetler içermesinden gelmektedir. Zira Obama’nın Türkiye ziyareti, hem resmi yetkililer hem de sokaktaki vatandaş tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Medya kanallarında ortaya çıkan genel Türkiye toplumsal görüşü, Obama yönetiminin Bush yönetiminden farklı olduğu ve 
Türkiye’ye ve dünyaya dönük daha olumlu işler yapacağı yönünde idi. Hele Obama’nın ön isimlerinin (Barrack Hussein) İslam kaynaklı olması ve Obama’nın aslında “gizli bir Müslüman” olduğu şeklinde söylentilerin yayılması, Türkiye halkının Obama’ya ve ABD’ye dönük algılamasında kısmen de olsa olumlu bir hava başlattı. O kadar ki, Obama’nın seçimini kutlamak için Türkiye’de koyun 
kurban eden vatandaşlar olmuştu.

Obama’nın özellikle TBMM çatısı altında yaptığı konuşma ve görüşmeler, gelecekteki ama en azından 2009 yılı içindeki Türkiye-ABD ilişkilerinin altyapısını ve çerçevesini oluşturdu. Başkan Obama’nın konuşması sırasında Türkiye-ABD işbirliğini tanımlamak için kullandığı “Model Ortaklık” kavramı, iki ülke arasında başlayan yeni döneme dair önemli ipuçları verdi. Geçmişte Türkiye-ABD ilişkilerini tanımlamak için daha çok “stratejik ortaklık”, “kalıcı ittifak” gibi sıfatlar kullanılırken, Obama’nın ilk kez “Model Ortaklık” kavramını kullanması, ilk anda biraz belirsizlik yarattı. Başkan Obama, “Model Ortaklık” ile ne demek istemişti? Türkiye ve ABD, izleyen dönemde nasıl bir ilişki kuracaktı? Türkiye’nin bu ortaklığa rolü ve katkısı ne olacaktı? Türkiye’nin bu ortaklıktan kazancı ya da menfaati ne olacaktı? Bu gibi sorular, daha ilk günden itibaren sorulmaya ve teorik olarak tanımlanmaya başladı; “olumlu” ve “olumsuz” görüşler ileri 
sürüldü; spekülasyonlar yapıldı. 

Bu sorulara en net cevabı, aslında 2009 yılındaki gelişmeler ve uygulamalar verdi. Yani, Türkiye-ABD “Model Ortaklık” kavramının içeriği kısmen Obama’nın Meclis konuşmasında görülmüştü, ancak esasen 2009 yılındaki uygulamalarla daha net bir şekilde ortaya çıktı. Obama’nın kullandığı bu kavramın kısmen Türkiye’nin iç politikasıyla ama büyük oranda Türkiye’nin dış politikası ile ilgili olduğu görülüyordu. İç politika bakımından Türkiye’de en çok merak edilen konu, yeni ABD yönetiminin Türkiye’deki demokrasi ve laiklik ile ilgili tutumunun ne olacağı idi. Obama, Ankara ziyareti sırasında yaptığı konuşmalarda Türkiye’nin AB üyeliğine, Atatürk’ün büyüklüğüne ve laikliğe vurgu yaparak, bu konulardaki kaygıları gidermeye çalıştı. 

Obama’nın asıl mesajları, Türkiye’nin dış politikası ve ABD ile ilişkilerin niteliği ile ilgili ortaya koyduğu görüşlerde saklı idi. Obama, TBMM’deki konuşmasında, “ABD’nin önemli bir müttefiki olan Türkiye’ye yaptığım bu ziyaretin bir mesajının olup olmadığını soruyorlar” dedikten sonra, “bu soruya cevabım [Türkçe olarak] Evet’tir” şeklinde tamamladı.7 Obama bu ifadesiyle Türkiye’ye bir veya bir 
dizi mesaj vermek için geldiğini, açıkça ve herkes anlasın diye Türkçe olarak ortaya koyuyordu. 

Obama’nın Model Ortaklık kavramının içeriği hakkında ipuçlarını da içeren açıklamalarında, Türkiye’ye verdiği mesajları şunlardı: Temel mesajı, “Birlikte çalışarak güçlükleri çözmeliyiz” teklifi idi. Obama, “güçlük” olarak gördüğü ve “işbirliği” önerdiği sorunları da özetle şöyle ortaya koydu: Birincisi, “Açık bir sınır, Türk ve Ermeni halklarının birlikte barış ve refah içinde yaşamalarını sağlar ve her iki ülkenin de çıkarına olur. İşte bu nedenle ABD, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin tam olarak normalleşmesini desteklemektedir.” 

İkinci olarak, “ABD ve Türkiye, Filistinlilere ve İsraillilere yardımcı olabilir. Türkiye, Suriye ve İsrail arasındaki görüşmelere aracılık etmiştir; bu eli Filistinlilere de uzatmalıdır.” Üçüncüsü, “İran seçimini yapmalıdır. Daha iyi bir gelecek mi oluşturmak istiyorlar, yoksa silahlara mı sarılmak istiyorlar?” Dördüncüsü, ”Irak’ın güvenliği bölgenin güvenliği açısından da önemlidir. 

ABD Başkanı ve bir NATO müttefiki olarak, ne PKK’yı ne de başka bir örgütü desteklemiyorum.” Nihayet, “Türkiye güçlü bir ortağımız ve bölgeye giden 
ilk güçlerden biri. Artık hedeflerimize birlikte ulaşmalıyız. Bize verdiğiniz yardımı çok takdir ediyorum.” “Biz ABD olarak dostluk elimizi herkese uzatıyoruz…Geleceğe yönelik olarak birlikte çalışmalıyız…” 8

Bu konuşma bağlamında, Obama yönetiminin, her biri Türkiye’yi de yakından ilgilendiren yeni bölge stratejisinin beş unsuru öne çıkmıştır. 

Birincisi, Başkan Bush’un ABD’nin bölgesel çıkarlarını riske atan “önleyici darbe (preemptive strike)” politikasını tersine çevirmek için, çok-taraflılık, diplomasi, barış ve diyaloga dayalı bir strateji takip etmektir. 

İkincisi, İran’ın nükleer programını savaşla ve çatışmayla değil diplomatik yöntemlerle durdurmaya çalışmaktır. 

Üçüncüsü, Irak’tan asker çekilmesi sonrasında ülkeyi yeniden yapılandırmaktır. 

Dördüncüsü, İsrail-Filistin sorununda Hamas, Suriye ve Hizbullah gibi radikalleri İran’ın etkisinden uzaklaştırmaktır. 

Beşincisi, Afganistan’da terörle mücadele için Pakistan’ın da desteğini almaktır. Obama’nın Türkiye’ye gösterdiği yakınlığın nedeni, bu stratejisinin önemli bir bölümünün Türkiye ile işbirliği yaparak başarabileceğinin farkında olmasıdır. 

Avrupa ve Avrasya İşleri Dairesi’nden sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip H. Gordon, The Brookings Institution Sabancı Lecture’ında yaptığı konuşmada, Obama yönetiminin Türkiye’den beklediği rolü şu şekilde ortaya koydu:9 “Çok az ülke böylesi farklı ve önemli alanlarda böylesi hayati rol oynayabilir. Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye gibi çok sayıda farklı ülkelerle sınırı olan başka bir ülke var mı? Türkiye’nin sahip olduğu stratejik, ekonomik ve kültürel bağları sayesinde kazandığı etkisi, ABD’nin de hayati endişesi olan şu konularda çok önemlidir: Ortadoğu, daha geniş İslam dünyası, Kafkaslar ve Karadeniz bölgesi ile ilişkilerin istikrarı; Hazar Denizi’nden Avrupa’ya enerji transferi; Irak, Afganistan ve Pakistan’ın kalkınması ve güvenliği; Avrupa ve Transatlantik ittifak ile güçlü bağların sürdürülmesi. Bahsettiğim bu coğrafi alan, yerkürenin en hassas ve önemli bölgesini içermektedir; ABD-Türkiye işbirliği bu alanların her birinde ilerleme sağlamak için rol oynayabilir.”10

Obama yönetiminin Model Ortaklık anlayışı, AK Parti hükümeti tarafından açıkça benimsenmiştir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye’nin bu rolü isteyerek kabul ettiğini net ifadelerle ortaya koydu. Davutoğlu, Bakan olduktan kısa bir süre sonra, 31 Mayıs 2009 tarihinde ABD’ye ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada, Model Ortaklığı kabul ettiğini şu şekilde ifade etti:

“Bu temaslarımın ana odak noktası, Sayın Başkan Obama’nın ziyaretinden sonra, Türkiye’de yapılan temaslar sonrasında bir anlamda takip ve izleme niteliği taşıyacak. Önümüzdeki dönemde uluslararası alanda Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’nin birlikte ele alması gereken çok sayıda gündem maddesi var. Irak, Kafkaslar, Afganistan, Pakistan, Orta Doğu, Kıbrıs gibi konular Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’nin çok yakından birlikte koordine etmek durumunda olduğu konular. Bu çerçevede, sayın meslektaşım ile birlikte 
bütün bu konuları gözden geçireceğiz. Ayrıca Washington’da düşünce kuruluşlarında konuşmalarım ve temaslarım olacak. Amerikan Türk Konseyi’nin yıllık organizasyonunda bir konuşma yapacağım ve Amerika’daki basın mensuplarıyla, karar yapıcılarıyla da, kanaat oluşturucularıyla da detaylı görüşmelerimiz olacak…”11 Davutoğlu, bir başka açıklamasında, “Türk dış politikası ile Obama yönetimi dış politikasının tam olarak örtüştüğünü” ifade etmişti.12

Türkiye açısından Model Ortaklık üç noktada önemlidir: Birincisi, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren PKK terörüne karşı ortak mücadele, Kıbrıs sorununa kalıcı ve adil bir çözüm bulma ve enerji alanında işbirliği gibi konulardır. İkincisi, Türkiye’yi de yakından etkileyen Irak, İran, Afganistan, Ermenistan, Azerbaycan’la ilgili somut sorunlardır. Üçüncüsü, Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlarda istikrar ve barışın kurulması çabalarıdır ki, bunların arasında en önemlisi Filistin sorunudur.

Model Ortaklık 2009 yılında üç düzeyde hayata geçirilmeye başladı: Birincisi, ikili ilişkiler düzeyinde çok büyük bir hareketlilik ve yakınlaşma oldu. İkincisi, global düzeyde Türkiye’nin global örgüt ve süreçlere katılımı arttı. Üçüncüsü, bölgesel düzeyde Türkiye yeni bir düzenin kurulması yönünde aktif bir politika izledi. Bu politika, ABD tarafından neredeyse tam olarak desteklendi. İzleyen bölümde 
Model Ortaklığın uygulama sürecini inceleyeceğiz.

İkili İlişkilerde Artan Hareketlilik

Türkiye-ABD Model Ortaklığının en önemli ve öncelikli boyutu, ikili ilişkilerde görülen yoğun ve üst düzey karşılıklı diplomatik temaslardı. Uluslararası ilişkilerde herhangi iki devlet arası ilişkinin durumunu ve derecesini anlamak için kullanılabilecek önemli bir gösterge, ilgili devletler arasındaki diplomatik ilişkilerin sıklığı ve düzeyidir. Ülkeler arasında ne kadar sık ve üst düzeyde diplomatik ziyaret gerçekleşmiş ise, ilişkiler o kadar olumlu bir durumdadır ve ilgili ülkeler arasında ortak bir gündem vardır. Gündemde kriz ve sorunlar bile olsa, ilgili ülkelerin sorunlara görüşme yoluyla çözüm aradığını gösterir. 

Bu temel bilgi çerçevesinde baktığımızda, 2009 yılı içinde Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkilerin hem çok yoğun hem de üst düzeyde geliştiği görülmüştür. Bir yıl boyunca gelişen yoğun diplomasi trafiğinde, ABD’den Türkiye’ye ve Türkiye’den ABD’ye her düzeyde çok önemli ziyaretler gerçekleşti. ABD Dışişleri Bakanı Clinton ve Başkan Obama, sırasıyla Mart ve Nisan aylarında Ankara ve İstanbul’u ziyaret ederken; Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Bakanlığa atandıktan sonra üç kez, Başbakan Erdoğan da iki kez ABD’yi ziyaret ettiler.13 

Bu ziyaretlerin bir tanesi BM Genel Kurulu’na katılmak amacıyla yapılmış olsa da, bu vesileyle iki ülke arasında diplomatik görüşmeler de gerçekleşti. İlave olarak, ABD ve Türkiye Genelkurmay Başkanları arasında resmi görüşmeler, sivil toplum kuruluşları, maliye, hazine, ekonomi, Meclis/Kongre üyeleri ve siyasi düzeylerde birçok ziyaret vuku buldu. 

Bu ziyaret trafiğinde Türkiye’den ABD’ye akışın daha fazla olduğunu vurgulamak gerekir. Türkiye’den ABD’ye yapılan ziyaretlerin daha fazla olmasının nedeni, kısmen ikili ilişkilerin gündeminin yoğunluğu iken, kısmen de ABD’de merkezi olan BM, IMF, Dünya Bankası, G-20 gibi uluslararası kuruluşların toplantılarına 
yapılan katılım nedeniyledir. 

Böylesi hareketli bir diplomasi trafiği, iki ülke arasındaki ilişkilerin gündeminin ne kadar yoğun olduğunu gösterir. İkili, bölgesel ve global konularla dolu bu gündemin ana hedefini kısaca Model Ortaklığın uygulanması şeklinde özetlemek mümkündür. Yoğun ve üst düzey diplomatik süreç, öncelikle iki ülke arasındaki (ikili) askeri, siyasi, ekonomik, mali ve benzeri yakınlaşmanın sağlanması, karşılıklı desteğin geliştirilmesi ve her iki ülkenin çıkarlarının elde edilmesi amacına dönüktü. Türkiye, teröre karşı mücadelesinde, güvenlik konularında, 
mali-ekonomik sorunlarının çözümünde, dış politika sorunlarının (Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, AB üyeliği vb.) çözülmesinde ABD’den destek isterken; buna karşılık ABD, Irak, İran, Afganistan gibi ülkelerle sorunlarının çözümünde, özellikle Irak’tan asker çekme operasyonunda, Arap-İsrail barış sürecinde ve diğer bölgesel ve global konularda Türkiye’den destek beklemiştir.

Türkiye-ABD diplomasi trafiği, sadece ikili düzeyle sınırlı kalmadı, bölgesel ve global konulara da yansıdı. Hatta Model Ortaklık kavramını iki ülkenin üçüncü ülkelere dönük veya bölgesel ve global konularda işbirliği yapması şeklinde kabul edersek, tüm ikili diplomasi gündeminin bu işbirliğinin yürütülmesi veya uygulanması hedefini içerdiğini ileri sürmek mümkündür.

Global/Yapısal Düzeyde İşbirliği

2009 yılında Türkiye-ABD ilişkilerinin gelişmesinde ve Model Ortaklığın uygulanmasında öne çıkan önemli bir boyut, Türkiye ve ABD’nin birlikte içinde yer aldıkları uluslararası ya da global kurumlar sürecidir. Gerek global sistemin işleyişi bakımından gerekse Türkiye’nin bu yapı içindeki konumunu göstermesi bakımından etkili olan kurumlardan en önemlilerinin NATO, IMF-Dünya Bankası, 
G-20’ler gibi oluşumlar olduğu dikkate alındığında, Türkiye ve ABD’nin bu kurumlar içindeki işbirliğinin de incelenmesi gerekir. 

Bu işbirliğinin bir sonucu olarak, bu dönemde Türkiye’nin tüm söz konusu örgütler içindeki konumunda ciddi bir gelişme gözlendi. 

Bunların başında Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği gelmektedir. Türkiye bu konuma Genel Kurul’da 151 gibi yüksek sayıda ülkenin desteğiyle seçilmiş olsa da; Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin ve özellikle bunlardan ABD’nin desteğini göz ardı etmemek gerekir. Türkiye’nin geçici üyeliğe seçilmesinde son dönemde izlediği “barışçı” dış politikasının ve kritik konumunun çok etkili olduğu açıktır. Temel amacı uluslararası barışı ve güvenliği sağlamak olan Güvenlik Konseyi’ne barış yanlısı politikasıyla öne çıkan Türkiye’nin seçilmiş olması önemli bir noktadır. Türkiye ve ABD’nin önem verdiği bölgelerdeki sorunların bir şekilde Güvenlik Konseyi gündemi içinde yer aldığı hesaba katılırsa, Türkiye’nin geçici üyeliğinin önemi daha iyi anlaşılabilir. Özellikle İran’ın nükleer programı ve Arap-İsrail çatışması gibi konularda Türkiye’nin barış yanlısı politikası, BM Güvenlik Konseyi üyeliğini daha da anlamlı hale getirmiştir.

2009 yılı içinde Türkiye’nin de yer aldığı Güvenlik Konseyi toplantılarından ikisi bu bağlamda idi: 31 Mart tarihinde BM himayesinde Lahey’de toplanan Uluslararası Afganistan Konferansı ve 11 Mayıs tarihinde New York’ta oturum başkanlığını Davutoğlu’nun yaptığı Ortadoğu konulu toplantılar. New York toplantısında Filistin sorununa iki devletli çözüm teklifi ileri sürülmüş ve Filistinliler arasında işbirliğinin geliştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. 

Bu görüşler, Türkiye ve Obama yönetiminin de savunduğu görüşlerdir. 
BM kapsamında Türkiye’nin rol oynadığı bir başka konu Medeniyetler İttifakı süreci idi. Eş başkanlığını Türkiye ve İspanya’nın yaptığı süreç, Obama yönetiminin de desteğini aldı. 

Özellikle 6-7 Nisan tarihlerinde İstanbul’da yapılan zirve toplantısına çok sayıda üst düzeyli katılım oldu. İstanbul’u ve Türkiye’yi öne çıkaran bu zirveye Başkan Obama’nın da katılması ve ABD’nin desteğini vurgulaması çok önemlidir. 
Zira Medeniyetler İttifakı esasen ABD’nin ve Bush yönetiminin “Medeniyetler Çatışması” bağlamındaki politikalarına karşı bir alternatif olarak ortaya çıkmıştı. Bush yönetiminden farklı bir tutum takınan Obama, bu konferansta Türkiye’nin rolüyle örtüşen bir tavır takınmıştır ki, bu Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir durumdu.

Türkiye’nin yapısal konumunu güçlendiren diğer önemli gelişme, mali-ekonomik global örgütlenmeler içinde yükselen katılımı ve konumudur. Bunlar arasında, 2009 yılı içinde gelişen G-20 örgütlenmesi içindeki aktif katılımı önemlidir. Türkiye, G-20’lerin Nisan 2009 ve Eylül 2009’da yapılan zirve toplantılarına katıldı; bu ortamlarda ve toplantılarda Başbakan Erdoğan, Başkan Obama ile ikili ve çoklu görüşmeler yaptı; böylece global mali-ekonomik yapı içindeki konumu nu güçlendirmeye çalıştı. Türkiye, bu yapı içinde bir yandan genel olarak globalleşme süreci ve özel olarak gündemdeki uluslararası mali-ekonomik kriz bağlamındaki sorunlarına çözüm bulmaya çalışırken, diğer yandan da bu örgütlerin kararlarının ve politikalarının oluşumunda etkili olmaya çalıştı. Global sistemin yeniden şekillenme sürecinde söz sahibi olmaya başladı. 

Bu bağlamda çok önemli bir gelişme, IMF-Dünya Bankası 2009 yılı Guvernörler toplantısının 4-8 Ekim tarihlerinde İstanbul’da yapılmış olmasıdır.14 Global ekonominin en etkili maliye ve ekonomi bakanları, merkez bankası başkanları, devlet ve hükümet başkanları dahil toplam 15 bin kişinin katıldığı İstanbul toplantısı sonunda yayımlanan İstanbul Deklarasyonu’nda IMF-Dünya bankasının yeniden yapılanması yönünde önemli kararlar yer almıştır. Eğer bu kararlar uygulanabilirse, İstanbul toplantısının bu örgütler için tarihsel bir dönüm noktası olacağı söylenebilir.

Tüm bu toplantılar, her ne kadar temelde ekonomik-mali konulara yoğunlaşmış olsa da, uluslararası siyasi ve güvenlik konularında tartışmalara ve ortak tutum oluşturma çabalarına da sahne oldu. 

Ekonomi, siyaset ve güvenliğin aslında iç içe geçmiş konular olduğu hesaba katılırsa, burada bir sürpriz yoktur. Örneğin, 25-27 Haziran tarihlerinde İtalya’nın Tieste şehrinde düzenlenen ve Davutoğlu’nun da katıldığı, özünde ekonomik bir örgüt olan G-8’ler toplantısının gündemi “Afganistan ve Bölgesel Boyut” üzerine idi. Bu toplantıda Afganistan sorununun çözümü için alınması gereken tedbirler ve bu sorunun bölgesel yansımaları ele alındı. Davutoğlu’nun bu toplantıya katılması, Türkiye’nin Afganistan sorununun çözümüne katkı yapan ve bu amaçla NATO operasyonlarına katılan ülkelerden biri olması nedeniyle idi.

Nihayet, Türkiye’nin ABD ile ilişkileri bağlamında çok önemli bir başka özelliği, NATO üyeliği çerçevesindeki rolü ve politikalarıdır. Türkiye’nin uluslararası konumunun ve dış politikasının oluşumunda başrol oynayan faktörlerden en
önemlisi olan NATO üyeliği, Afganistan’da barış kurma operasyonuna katılmasını gerektirmişti. Türkiye, NATO öncülüğünde kurulan ISAF komutanlığının içinde 
olup, iki kez başkanlığını yaptı. Türkiye, 2009 yılı içinde NATO kapsamında Afganistan sorunu üzerine yapılan tüm toplantılara katılarak aktif rol oynamaya devam etmiştir. 

Bu toplantılardan en önemlisi, 3-4 Nisan tarihlerinde Brüksel’de yapılan NATO Devlet ve Hükümet Başkanlarının katıldığı Zirve toplantısıdır.15 Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Gül tarafından temsil edildiği zirvede NATO Genel Sekreterinin seçimi gibi çok önemli kararlar dışında, Afganistan konusu da tartışıldı. Yine 11-12 Haziran’da Brüksel’de ve 22-23 Ekim tarihlerinde Slovakya’da toplanan Savunma Bakanları Konseyi toplantılarında Afganistan ve ISAF konularında görüşmeler yapıldı; nihayet, 3-4 Aralık’ta Brüksel’de yapılan ve Türkiye’yi Davutoğlu ’nun temsil ettiği NATO Dışişleri Bakanları toplantısında
Afganistan ’daki NATO askerlerinin sayısının artırılması ve NATO’nun yeni stratejisi görüşüldü. Yayımlanan Afganistan Bildirisi’nde üye ülkelerin Afganistan’a daha çok muharip asker göndermesi istendi. Başkan Obama’nın yeni Afganistan stratejisiyle paralellik gösteren bu talebe Türkiye olumsuz tavır takındı. Türkiye, Afganistan’a sadece barış koruyucu rolünde asker göndermeyi kabul etmiş olup, muharip güç göndermeyi istememiştir. Türkiye’nin bu 
politikası, ilk bakışta ABD’nin isteğine reddiye gibi görünse de, aslında ABD yönetimi tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. 

Zira Türkiye’nin Afganistan’da oynadığı “yumuşak güç rolü,” yani Afgan askerlerinin ve polislerinin eğitim hizmeti, alt ve üst yapı faaliyetleri, 
Afganistan’ın yeniden yapılandırılmasına büyük bir katkı yapmakta, terörle mücadeleye “yumuşak katkı” sağlamaktadır.

Tüm bu toplantılar ve gündemler gösteriyor ki, ABD’nin global hegemonya gücünün geçerli olduğu ve Türkiye’nin rolünün arttığı bu uluslararası örgütler, özellikle Afganistan ama aynı zamanda İran, Irak ve İsrail sorunlarına yoğunlaşmıştır. Bu süreçte Türkiye’nin hem global yapılar içindeki konumu güçlenmiş, hem de Afganistan ve diğer bölgesel konulardaki rolü ve etkinliği artmıştır.

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder