7 Aralık 2019 Cumartesi

TÜRKİYE’NİN AFRİKA POLİTİKASI 2009., BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN AFRİKA POLİTİKASI  2009., BÖLÜM 1



Mehmet Özkan*
* Doktora Öğrencisi, Sevilla Üniversitesi, İspanya.



ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


Türkiye’nin Afrika politikası ve Afrika’ya ilgisi Türk dış politikası açısından son derece yeni bir durumdur. Yakın döneme kadar ne Türkiye’nin Afrika’ya derin bir ilgi göstereceği düşünülebilir ne de Türk dışişleri bakanının Afrika’nın yeni dış politika bağlamında önemli olduğuna vurgu yapması beklenebilirdi. 2008 yılında 
Türkiye’nin gelecek birkaç yıl içerisinde Afrika’da 15 yeni büyükelçilik açılacağını ilan etmesi 1 ise şartları zorlamak olarak görülürdü. 

Fakat beklenti ve öngörülerin aksine Türk dış politikası 21. yüzyılda Afrika’ya yönelik olarak çok ciddi bir değişim ve dönüşüm göstermiştir. 2008 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 18-21 Ağustos tarihleri arasında İstanbul’da 50 Afrika ülkesinden temsilcilerin katılımıyla ilk Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesine ev sahipliği yapmıştır. 
Türkiye şu anda Afrika genelinde 23 fahri konsolosluğa ve 8 tanesi 2009 yılında açılmış olmak üzere 20 büyükelçiliğe sahiptir. On yıl gibi çok kısa bir sürede ne değişti ki, Türkiye daha önce ihmal edilen bu kıtaya yeni elçilikler açma kararı aldı? Bu durum Türk dış politikasında Afrika’ya yönelik olarak derin bir politika değişikliğinin bir işareti midir? Yoksa Afrika’nın dünyayla değişen ilişkileri mi 
Türkiye’yi böyle aktif bir tavır almaya sevk etmiştir? Bu makalede bu sorulara cevap teşkil edebilecek olan tarihi ve güncel gelişmeler genel bir çerçeveye oturtularak 2009 örneğinde detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

Türkiye’nin Afrika ile ilişkileri göreceli olarak uzun bir tarihe sahip iken, 
Afrika ile ilişkileri geliştirmek için başlatılan yeni girişim çok kısa bir sürede 
ekonomik göstergeler açısından meyvelerini vermeye başlamıştır. Türkiye’nin soğuk savaş sonrası dönemde Afrika’ya ilgilisi 1998 yılında başlamış olmakla beraber bu eğilim özellikle 2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi 
(AK Parti)’nin çabaları sonucunda daha ileri gitmiş ve ilişkilerde devrim niteliğinde dönüşümler gerçekleşmiştir. On yıl önce, Afrika Türkiye’de açlık görüntüleri, yoksulluk ve çatışmalarla birlikte anılırken bugün Afrika Türkiye’de ekonomik ve siyasi alanda ortak işbirliği geliştirilebilecek bir kıta olarak görülmektedir. Bu yazıda ilk olarak günümüz Türkiye-Afrika ilişkilerini daha iyi anlamak için ilişkilerin tarihsel boyutu kısaca özetlenecek ve sonrasında 2009 yılında bu kıta ile gerçekleşen ekonomik ve siyasi ilişkilerin bir dökümü 
yapılacaktır. Özellikle Türkiye-Afrika ilişkilerinin tarihsel ve güncel boyutuyla alakalı Türkçe yayının çok az ya da hiç olmaması hasebiyle ilk bölümde ilişkilerinin kısa bir çerçevesinin çizilmesi oldukça önemlidir. Bu bölüm aynı zamanda 2009 yılındaki gelişmelere okuyucuların daha geniş bir açıdan bakmasına yardımcı olmak ve tarihsel süreklilik öğelerini vurgulamak amacını taşımaktadır.

Türkiye-Afrika İlişkileri: Tarihi Miras ve Dönemlendirme

Afrika kıtasına coğrafi bir yaklaşım, Türkiye’nin tarihsel ilişkilerinin daha iyi bir analizi için önemlidir. Afrika hakkında Türkiye’deki coğrafi algı genel olarak Kuzey Afrika ve Sahra-Altı Afrikası olarak ikiye ayrılmıştır. Her iki kavram da Osmanlı geçmişi merkez olmak üzere tarihsel gelişmeler tarafından şekillendiril miştir. Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin dış politikasında Afrika’ya yaklaşımı na da temel teşkil etmiştir. Osmanlılar Kuzey Afrika ile oldukça güçlü ilişkiler   kurmuş ve bugünkü birçok devlet 15 ve 16. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti’nin bir parçası olduğu için tarihsel olarak bu bölge ile olan ilişkiler daha eskilere dayanmaktadır. Kuzey Afrika Türk toplumunun coğrafi anlayışı açısından uzak bir coğrafi alan değildir. Bunun temel olarak iki nedeni vardır. Birincisi, Kuzey Afrika ülkelerinde Osmanlı geçmişi dolayısıyla oluşan tarihsel yakınlık ve o ülkelerin Müslüman nüfusa sahip olmasıdır. Bu durum Kuzey Afrika’yı Türkiye’nin yakın çevresi olarak görmesine yol açmıştır. Bu açıdan 

Kuzey Afrika ile geliştirilen siyasi ve ekonomik ilişkiler hiçbir zaman sorgulan  mamıştır, çünkü bölge Türk dış politikasının çeşitlendirilmesinin önemli bir parçası olarak görülmüştür. Ayrıca Kuzey Afrika geniş Orta Doğu alanının bir parçası olarak değerlendirildiği için Türk toplumu hep kendisine yakın hissetmiştir.2

Sahra-Altı Afrikası ise bir coğrafi alan olarak her zaman uzak olarak algılanmış ve hep sorunlar, açlık, hastalıklar ve iç savaşlarla eşdeğer görülmüştür. Bu yaklaşım genel olarak Sahra-Altı Afrikası’nın Türk toplumundaki tanımlanışının temel öğesidir. Türkiye’nin, Osmanlı geçmişi dolayısıyla Afrika ile nispeten önemli ilişkileri olmasına rağmen, bu tarihi geçmiş akademik ve siyasi anlamda hiç kimsenin ilgisini çekmemiştir. 1999 yılından itibaren özellikle de Osmanlı 
Devleti’nin kuruluşunun 700. yıldönümü kutlamalarıyla birlikte araştırmacılar Osmanlı tarihinde ihmal edilen bölgelere, özellikle de Afrika ile ilişkilere, ilgi göstermeye başlamışlardır.3 

Ancak, Sahra-Altı Afrikası ile ilgili olumsuz imajın hem AK Parti hükümetinin 
hem de sivil toplum kuruluşlarının son dönemdeki çalışmaları sayesinde değişmiştir. Bu açıdan bakıldığında önemli bir dönüm noktası olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılı Mart ayında Etiyopya ve Güney Afrika’ya yaptığı ziyaretler bir Türk başbakanının cumhuriyet döneminden bu yana ekvator çizgisinin altındaki bir devlete yaptığı ilk ziyaret olarak tarihe geçmiştir. 

Bu ziyaret birçok gazeteci, emekli diplomat ve bazı basın-yayın organı tarafından eleştirilmiş ve Türkiye’nin sınırlı olan enerjisinin boşa harcanması olarak görülmüştür.4 Fakat her şeye rağmen özellikle sivil toplum örgütlerinin çabaları ve çalışmaları ve AK Parti hükümetinin yaptığı girişimlerin ekonomik ve siyasi fayda olarak geri dönmesi sayesinde klasik Sahra-Altı Afrikası imajının Türkiye’de yıkılmaya başladığını söylemek mümkündür. 

Tüm bunlar göz önüne alındığında, Türkiye’nin Afrika ile olan ilişkileri üç bölümde incelenebilir. Osmanlı Devletinin son dönemlerinden 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar olan ilişkileri birinci dönem olarak; 1923-1998 arası ilişkileri ikinci dönem ve 1998 sonrasındaki gelişmeleri de üçüncü dönem olarak görmek mümkündür. Genel olarak bakıldığında Osmanlı döneminde Afrika ile kayda değer ilişkiler olmasına rağmen 5 Cumhuriyet 
döneminde ilişkiler en alt seviyeye inmiştir. Yeni dönemdeki ilişkiler ancak 1998 yılında Afrika Açılım Planı’nın kabul edilmesi sonrasında başlayan çalışmalar ve 2005 yılı sonrasında kazanan ivme ile hızlanmıştır.6

Birinci dönem olarak adlandırılan zaman diliminde Osmanlılar Kuzey Afrika ile ciddi biçimde yakın ilişki içinde olmuşlardır. Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve diğer bazı ülkeler tümden ya da kısmen Osmanlı devletinin bir parçası olmuş ve Osmanlılar tarafından yönetilmişlerdir. Osmanlılar Kuzey Afrika’daki İspanyol müdahalelerine karşı önemli rol oynamış ve askeri yardım göndermişlerdir. 
Sahra-Altı Afrikası’nda da Eritre, Sudan, Etiyopya Somali, Cibuti ve hatta Nijer ve Çad tüm olarak ya da kısmen Osmanlı egemenliği altında kalmıştı. Osmanlılar Portekiz sömürgeciliğinin Batı Afrika’ya yayılmasını önlemek için aktif bir şekilde çalışmalar yapmıştır. Sahra-Altı Afrikası’nın kuzey bölgesinde Osmanlılar 16. yüzyılda güç dengesi sisteminin parçası olarak önemli rol oynamış ve bugünkü Nijerya’nın kuzeyi, Nijer ve Çad üzerinde kurulan Kanem Burnu İmparatorluğu ile yakın dostluk ve işbirliği geliştirmiştir. 1575 yılında Sultan III. Murat dönemin de Kanem Burnu ile bir savunma paktı bile imzalayan Osmanlı Devleti, Kanem Burnu’na askeri teçhizat ve eğitimciler göndermiştir.7 

Ayrıca 1894 yılında Lagos’ta ilk caminin açılmasından sonra Osmanlı Devleti özel bir elçi göndererek o dönemde en yüksek rütbe olan Bey rütbesini Osmanlı nişanıyla birlikte Kuzey Nijerya Müslüman Topluluğu lideri Muhammer Şitta’  ya taltif etmiştir. Şitta Bey ailesi üyeleri halen Nijerya’da sosyal ve siyasi hayatında önemli roller üstelenmekte ve etkinliklerini korumaktadırlar.8 

Sahra-Altı Afrikası’nın güneyinde ise Osmanlılar 1861 yılından beri diplomatik ilişkilere sahip olmuşlardır. Bugünkü Güney Afrika Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Cape Town şehrine ilk onursal konsolos olarak PE de Roubaix’in 18 Şubat 1861 yılında atanmasından sonra sürekli konsolos atanmasına devam edilmiştir. 
21 Nisan 1914 yılında ilk Türk diplomat olarak Mehmet Remzi Bey bölgeye atanmış ve 14 Şubat 1916 yılında orada hayatını kaybetmiş, mezarı Johannesburg şehrindeki Braamfontein mezarlığında bulunmaktadır.9

Osmanlıların Afrika ile ilişkilerinde dini boyut da yer yer öne çıkmıştır. Örneğin Cape Town’daki Müslümanlar 1863 yılında dönemin onursal konsolosu PE de Roubaix üzerinden Osmanlı devletinden imam talep etmişlerdir. Bölge İngiliz kontrolünde olduğu için Müslümanların talebi İngiltere kraliçesi üzerinden Osmanlı Devletine iletilmiştir. Dönemin Osmanlı sultanı bölgeye bir imam gönderilmesi emrini vermiş ve Ebubekir Efendi Cape Town’a gönderilmiştir. 
Ebubekir Efendi’nin bölgeye gelmesiyle beraber Osmanlı Devleti ve bölge Müslümanları arasında güçlü bağlar kurulmuştur. Bunu en iyi örneği Güney Afrika Müslümanlarının Hicaz demiryolu kampanyasına yaptıkları katkıdır. 1900-1997 arasında en az 366.551 pound toplayan Müslümanlar bu parayı İstanbul’a göndermiş,10 karşılığında ise katkıda bulunanlara iki yüzden fazla altın, gümüş ve bakır madalya dağıtılmıştır.11 Geçmişte Efendi ailesinden bazı fertler siyasi 
hayata girmiş ve Güney Afrika’da aktif rol oynamışlardır. Güney Afrika’da Efendi soyadı halen yaygın olarak kullanılmakta olup aile fertlerinden bazıları Türkiye’ye dönmüş bazıları ise Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya göç etmişlerdir.12

İkinci dönem olarak adlandırdığımız 1923-1998 arası dönemde Türkiye-Afrika ilişkileri en alt düzeye inmiştir. Bunun temel sebepleri arasında her iki taraftaki sömürgeciliğe karşı mücadele gibi iç sorunlar ve onlara çözüm bulma çabaları önemli rol oynamıştır. Fakat her şeye rağmen soğuk savaş yıllarında Türkiye Afrika’ya yavaş yavaş ilgi göstermeye başlamış, fakat bu daha çok Kuzey Afrika ile sınırlı kalmıştır. Daha çok soğuk savaş mantığı ile bölgeye yaklaşan Türkiye 
yer yer tarihi ve sosyal gerçeklere karşı bir politika da izlemiştir. 

Örneğin 1956 yılında Cezayir’in bağımsızlığı konusunda BM Genel Kurulunda yapılan oylamada Türkiye’nin hayır oyu vermesi bir tarihi hata olarak anılmaktadır.13 Türkiye’nin Kuzey Afrika ile olan ilişkileri sınırlı da olsa 1970’lerdeki çok boyutlu dış politika çabaları çerçevesinde ekonomik ve siyasi anlamda gelişmeler göstermiştir; fakat Sahra-Altı Afrikası’na dönemin Türk dış politikasında hiç bir özel önem atfedilmemiştir. Her şeye rağmen Türkiye’nin Namibya ve Zimbabve’nin bağımsızlığında sınırlı da olsa rolü olduğu söylene bilir. Aynı şekilde 1957 yılında Gana bağımsızlığını kazandığı zaman Türkiye, Gana’yi tanımış ve elçilik açmıştır. 1950 ve 1960’lı yıllarda sömürgecilik sonrası bağımsızlığını kazanan tüm yeni Afrika devletlerini tanıyan Türkiye bunlarda diplomatik ilişkiler kurmuştur.14 

Bu çerçevede Türkiye’nin ilk resmi diplomatik şefliği, Lagos’ta 1956 yılında açılan konsolosluktur.15 Genel olarak bakıldığında Türkiye 1960 ve 1970’lerde siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkiler kurmak için az da olsa çaba göstermişse de hem bu çabaların uzun soluklu proje ve planlara dayanmadığını hem de Türkiye’nin Afrika’ya açılma konusunda ciddi olmadığını vurgulamak gerekir.

Afrika’da sömürgecilik sonrası dönemin başlamasıyla beraber ortaya çıkan fırsattan hem Türkiye yararlanamamış hem de ekonomik ve siyasi ilişkiler için bir temel oluşturulamamıştır. 1970’lerde Türkiye’nin Kıbrıs dolayısıyla yaşadığı sorunlar sonrasında uygulamaya çalıştığı çok boyutlu bir dış politika stratejisi olmasına rağmen, Afrika’nın Türk dış politikasında ilgi görmemesi sadece Türkiye’nin iç ve bölgesel sorunlarıyla açıklanamaz. Türkiye’nin Afrika’ya yönelik 
olarak ancak 1998 yılında bir plan dizayn edebilmesinin en temel sebebi Afrika konusunda Türkiye’de yaşanan ciddi bilgi yoksunluğu 16 ve bunun sonucu olarak Afrika’yla alakalı olarak nelerin yapılabileceği konusundaki ilgi ve strateji eksikliğidir. Türkiye-Afrika ilişkilerinde üçüncü dönem olarak adlandırdığımız ve halen devam etmekte olan süreç 1998 yılında Afrika Açılım Planı’nın kabul edilmesiyle başlamıştır. Fakat hem koalisyon hükümetleri hem de 2000-2001 
yıllarında yaşanan ekonomik kriz bu planın uygulanmasını 2002 yılı sonrasındaki AK Parti iktidarlarına kadar geciktirmiştir. Afrika Açılım Planı siyasi, ekonomik ve kültürel alanda ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi konusunda somut öneriler getirmekte ve üç yeni elçiliğin açılmasını öngörmekte; siyasi olarak üst düzey ziyaretler ve siyasi danışma mekanizmalarının kurulması yanında BM üzerinden 
Afrika’ya ekonomik yardımlar yapılmasını önermekte, ekonomik olarak çifte vergilendirmenin kaldırılması için anlaşmalar yapılmasını ve Afrika’dan Tarım, Sağlık, ve Ticaret bakanlarının ülkeye davet edilmesini öngörmekteydi. Kültürel ilişkileri geliştirmek için ise Afrikalı öğrencilere burs verilmesi ve Afrikalı akademisyen ve sanatçıların konferans ve festivallere davet edilmesi önermekteydi.17

Bu Plan AK Parti tarafından ciddiye alınmış ve özellikle Türkiye İşadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu (TUSKON) ve İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) gibi bir çok sivil toplum örgütünün de desteğiyle uygulanmaya konmuştur. AK Parti’nin Afrika’ya yaklaşımını önceki dönemlerden farklı kılan en temel yaklaşım, AK Parti’nin önceki dönemlerde var olan iki Afrika imajını yıkarak hem Kuzey Afrika’ya hem de Sahra-Altı Afrikası’na aynı ölçüde 
değer vermesi ve bu çerçevede tek bir Afrika tahayyülünü Türk dış politikasında oturtmaya çalışmasıdır. Bu açıdan bakılınca bugün artık Türkiye’de yapılan Afrika tartışmalarında klasik Sahra-Altı Afrikası’nın negatif imajı yerini, siyasi ve ekonomik olarak işbirliği yapılabilecek potansiyel ülkeler topluluğuna bırakmıştır. AK Parti dönemindeki Afrika politikasını farklı kılan bir diğer neden ise, ilk defa Türk dış politikasında devlet ve sivil toplum örgütlerinin yan yana ve birlikte çalışması olmuştur.18 Özellikle işadamı örgütlenmeleri ve yardım kuruluşları için bu konu ön saflarda yer almaktadır. Ayrıca yeni ortaya çıkan Afrika Enstitüleri de buna yönelik olarak bilgi ve belge desteği vermeye çalışmaktadır.

Türkiye’nin 2009 yılındaki Afrika politikasın detaylarına geçmeden önce kısaca 2009 öncesinde gelişen Türkiye-Afrika ilişkilerine değinmekte yarar vardır; çünkü 2009’daki gelişmeler birçok açıdan önceki yıllarda temeli atılan gelişmelerin devamı niteliğindedir. Türkiye ilk defa Cumhurbaşkanı Gül himayesinde 18-21 Ağustos 2008 tarihleri arasında Türkiye-Afrika Zirvesi yapmış ve bu zirveye 50 Afrika ülkesinden üst düzey temsilciler katılmıştır. Sadece Lesotho, Mozambik ve Swaziland bu toplantıya temsilci göndermemiş, ancak Batı Sahra sorunundan dolayı Afrika Birliği (AfB) üyesi olmayan Fas toplantıya iştirak etmiştir. Bu toplantı sayesinde Türk liderler birçok üst düzey görüşmeler gerçekleştirmiş ve Türkiye’nin BM geçici üyeliği için destek istemiştir. Ticari olarak bu zirve sonrasında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Afrika Ticaret, Endüstri, Tarım ve Profesyonel Odalar Birliği ortak bir karar alarak Türkiye-Afrika Odasını kurmuş ve gelişen ticari ilişkilerin kurumasa temelini atmışlardır. Bir sonraki zirvenin 2013 yılında bir Afrika ülkesinde yapılması 
kararlaştırılmıştır.19


Tablo 1: Türkiye’nin Afrika ile Ticareti (2001-2009)
Kaynak: Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, http://www.dtm.gov.tr

2005 yılında Türkiye, Afrika Birliği’nde gözlemci statüsünü elde etmiş ve Erdoğan 2007 AfB Zirvesine onur konuğu olarak davet edilmiştir. 

2008 yılında AfB tarafından stratejik ortak ilan eden Türkiye, Mayıs 2008 yılında Afrika Kalkınma Bankasına üye olmuştur.20 
Türkiye’nin Afrika ile kurumsal ilişkilerinin gelişmesinin yanında ekonomik ilişkileri de ciddi sekilde gelişme göstermiştir. 2003 yılında 5.4 milyar dolar olan Türkiye’nin tüm Afrika ülkeleriyle ticareti 2008 yılında 16 milyar dolara çıkmıştır. Tablo 1’de de görülebileceği gibi dünyadaki ekonomik krize rağmen 2009 yılındaki ticari ilişkilerde çok ciddi bir gerileme olmamıştır.

Türkiye-Kuzey Afrika İlişkileri

Bu bölümde Kuzey Afrika’dan kasıt Cezayir, Libya, Moritanya, Fas ve Tunus’tur. Mısır hem Dışişleri Bakanlığının resmi sitesinde bu bölüm altında sınıflandırılmamış olduğundan hem de Orta Doğu bağlamında işlendiği için burada değinilmeyecektir. Genel olarak bakıldığında 2009 yılında Türkiye’nin Kuzey Afrika ile ilişkileri önceki yıllara göre siyasi ziyaretler açısından zayıf geçmiştir. Bunun temel sebeplerinden biri siyasi ilişkilerdeki dalgalanmaların yerinin belirli bir olgunluğa bırakmasıyla açıklanabilir. Başbakan veya devlet başkanı düzeyinde en son üst düzey ziyaret Fas ve Tunus’a Mart 2005’te 

Başbakan Erdoğan tarafından yapılmıştır. Aynı şekilde Cezayir’e Mayıs 2006’da, Libya’ya ise en son 24 Kasım 2009 yılında başbakan düzeyinde ziyaret yapılırken, Moritanya’ya hiçbir resmi ziyaret yapılmamıştır.

Siyasi İlişkiler

Türkiye’nin Kuzey Afrika ile olan siyasi ilişkileri 2009 yılında Libya’ya yapılan ziyaret haricinde alt düzeylerde kalmıştır. Örneğin dönemin TBMM Başkanı Köksal Toptan Cezayir Ulusal Halk Meclisi Başkanı Abdülaziz Ziari’nin davetlisi olarak Ocak ayında Cezayir’e gitmiş ve 11 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Abdülaziz Bouteflika, Başbakan Ahmed Ouyahia, Millet Konseyi Başkanı Abdülkadir 
Bensalah ile bir araya gelmiştir. Toptan’in Bouteflika ile görüşmesinden sonra iki ülkenin bölgesel ve uluslararası konularda ortak görüşe sahip olduğu ve ilişkilerin mükemmel düzeyde olduğunu vurgulanmıştır. Türkiye ve Cezayir arasındaki ticaret hacminin 4 milyar dolara çıktığı belirtilerek iki ülke ilişkilerinin geliştiğinin altı çizilmiş ve iki ülke arasındaki serbest ticaret anlaşmasının çok kolaylıkla imzalanabileceğine dair ortak görüş beyan edilmiştir.21 Ayrıca 25 Mart’ta Tunus’a resmi ziyarette bulunan Toptan, Tunus’un Türkiye’nin Afrika’ya açılan kapısı olduğunu vurgulamış ve Başbakan Muhammed Gannuci’yle görüşmüştür.22 Görüşmelerde ikili ilişkilerin yanısıra gerek bölgesel gerekse uluslararası alanda Türkiye ile Tunus’u ilgilendiren konular ele alınmış ve bu konularda iki ülkenin ortak tutuma sahip olmasından duyulan memnuniyet dile getirilmiştir.23 Meclis başkanının yanı sıra meclisteki dostluk grupları da çeşitli ziyaretlerle ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bu çerçevede 19 Ocak’ta Türkiye-Tunus Parlamentolararası Dostluk Grubu Tunus’ta temaslarda bulunmuş ve burada ikili ilişkilerin ve işbirliğinin geliştiğinin altı çizilmiştir. Ayrıca Filistin sorunu basta olmak üzere Akdeniz’de güvenliğin sağlanmasında iki ülkenin ortak görüşlere sahip olduğu vurgulanarak görüşmeler sırasında özellikle sanayi, ticaret, yatırım, ulaşım, sağlık, şehir planlamacılığı ve kültür alanlarındaki ilişkiler ele alınmıştır.24

2009 yılında bölgeye yönelik olarak en önemli siyasi gelişme 24 Kasım 2009’da Başbakan Erdoğan’ın Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Dış ticaretten Sorumlu devlet bakanı Zafer Çağlayan ile birlikte Libya’ya yaptığı ziyarettir.25 Bu ziyaret 13 yıl aradan sonra Türkiye’den Libya’ya başbakan düzeyinde yapılan ilk resmi ziyaret olmuştur. Erdoğan iki gün süren temasları çerçevesinde Libya lideri Muammer 
Kaddafi ile de bir araya gelmiştir. Başbakan Erdoğan ve Libya Başbakanı Bağdadi Ali El Mahmudi’nin görüşmesinin ardından iki ülke arasındaki vize uygulamasının kaldırılmasına karar verilmiştir.26 Türkiye-Libya İş Forumu’na da katılan Erdoğan, burada yaptığı konuşmasında gelecek yılın sonuna kadar Türkiye’nin kıtadaki büyükelçilik sayısının artacağına atıf yaparak Libya’nın söz konusu süreçte Türkiye’yi destekleyeceğine inandığını ifade etmiş ve Libya’nın Afrika’da çığır açan ve önemli bir rolü olduğunun altını çizmiştir.27 

Kuzey Afrika’dan Türkiye yapılan siyasi ziyaretlerin de 2009 yılında çok sınırlı olduğunu belirtmek gerekir. Fas Temsilciler Meclisi Başkanı Mustafa Mansouri TBMM Başkanı Toptan’ın daveti üzerine 10 Mart’ta Türkiye’ye gelmiş, Toptan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile görüşmüştür. Akdağ Fas’ın, Türkiye’nin Afrika’ya açılış kapısı olduğuna vurgulayarak sağlık alanında iki ülke arasındaki işbirliğinin 
yeniden başlatacağını ifade etmiştir.28 Mansouri ise Batı Sahra sorununa atfen, pozitif tarafsızlık olarak nitelendirdiği tutumuyla Türkiye’nin, Fas’ın toprak bütünlüğüne verdiği destekten dolayı teşekkür etmiştir. Mansouri ayrıca ülkesinin Türkiye’yi ilgilendiren konularda yapıcı tavır takındığını söylemiş ve Kıbrıs konusunda sorunun nihaî çözümüne kadar görüşmelerin devam etmesi gerektiğini uluslararası platformlarda dile getirdiklerini belirtmiştir.29 

2009 yılında Türkiye’nin kıtada ve uluslararası alanda etkinliğinin arttığını net bir şekilde gösteren ilginç bir gelişme de yaşanmıştır. Türkiye’de hemen hemen hiç bilinmeyen Batı Sahra sorunu 30 hakkında Cezayir Dışişleri Bakanlığı Polisario Komitesi Başkan Yardımcısı Büyükelçi Muhammet Beysat yaşanan son gelişmeler hakkında bilgi verme ihtiyacı hissederek Nisan ayında Türkiye’ye gelmiştir. 
Türkiye’nin BMGK, NATO ve G-20 üyeliğinin altını çizen Beysat, Türkiye’nin dış politikada önemli bir aktör olduğunu; bu yüzden de Türkiye’den bu konuda adaletli davranmasını istediklerini belirtmiştir. Batı Sahra’nın doğal kaynak zengini olduğuna da dikkat çeken Beysat, sorunların çözülmesi durumunda Türkiye’ye ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine ağırlık vereceklerini ifade etmiş ve Türkiye’yi laik yapısıyla ve demokratikleşme süreci ile örnek aldıklarını vurgulamıştır.31

Ekonomik ve Ticari İlişkiler

Genel olarak bakıldığında Kuzey Afrika ile ekonomik ve ticari ilişkilerin siyasi ilişkilere göre 2009 yılında ekonomik krizin etkilerine rağmen daha yoğun olduğunu söylemek mümkündür (Tablo 2). 23 Nisan 2009’da dönemin Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ile Libya Sanayi, Ekonomi ve Ticaretten Sorumlu Bakanı Muhammet Havei serbest ticaret anlaşması ve sanayi bölgelerinde yatırım yapılmasıyla ilgili olarak bir sözleşme imzalamışlardır.32 Bu belge ile serbest ticaret bölgesinin kurulmasına ve Libya sanayi bölgelerinde yatırıma yönelik olarak ilk tur görüşmelerin Ankara’da Mayıs 2009 sonunda gerçekleşmesine, ikinci tur görüşmelerin ise Temmuz 2009 ortasında Trablus’ta yapılmasına karar verilmiştir. 12 Ağustos 2009’da Türkiye’yi ziyaret eden Libya Kamu İşleri Bakanı Muhammed Matuk, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ile bir araya gelmiştir. 

Çağlayan, orta vadede iki ülke arasındaki ticaret hacminin 10 milyar dolara çıkmasını umduğunu söyleyerek Türkiye ile Libya arasındaki dostane ilişkilerin ekonomik bağları kuvvetlendirmede kullanılması gerektiğine vurgu yapmıştır. 

13 Ağustos’ta Başbakan Erdoğan tarafından kabul edilen Matuk, aynı tarihlerde düzenlenen Türkiye-Libya Ortak Ekonomik Komite toplantısına katılmıştır. 
23 Temmuz 2009 tarihinde Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Matuk tarafından imzalanan Türkiye-Libya Ortak Ekonomik Komisyonu Protokolünde iki ülkenin serbest ticaret anlaşması imzalaması ve Libya’da iki ülke firmaları tarafından sanayi bölgelerinin kurulması görüşmelerinin Eylül 2009’a kadar bitirilmesi öngörülüyordu.33 

Ayrıca Afrika’da ortak yatırımı teşvik edecek çalışma grubu kurulmasına yönelik olarak ilk toplantının Ekim 2009’da yapılmasının yanında iki ülkenin orta ve küçük şirketleri arasında işbirliğinin arttırılması kararlaştırılmıştır.34


Tablo 2: Türkiye’nin Kuzey Afrika Ülkeleriyle Ticareti (2001-2009)
Kaynak: Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, http://www.dtm.gov.tr

8 Ekim’de Libya’da temaslarda bulunan Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Trablus’ta yapılan Libya-Türkiye Ticaret ve Yatırım 
toplantısında 35 yaptığı açıklamada Libya’nın üretim ve yatırım merkezi haline getirilerek Türkiye ile Libya arasındaki ticaretin ve üçüncü ülkelere ihracatın arttırılabileceğini belirtmiştir. Libya ile çifte vergilendirmenin engellenmesinde, yatırımın teşvik edilmesinde ve serbest ticaret antlaşmasının imzalanmasında ilerlemeler kaydedildiğini ifade eden Çağlayan, önümüzdeki 5 senelik dönemde Libya’nın 100 milyar dolarlık yatırım hedefinden pay almayı hedeflediklerini ve Libya’nın Türk müteahhitlerine olan borcu konusunda 2009 sonuna kadar ilerleme kaydedileceğini ifade etmiştir.3

21 Ekim’de Cezayir’de de temaslarda bulunan Çağlayan, Cezayir Enerji Bakanı Şekip Halil ile görüşmüştür. İki ülke arasında enerji alanında işbirliğinin ele alındığı görüşme sonrasında Çağlayan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) Cezayir’de yeni bir ofis açacağını açıklamıştır. TPAO’nun Cezayir’de petrol arama, sondaj ve üretim çalışmalarında bulunduğunu; ileriki dönemde de söz konusu alanlarda ihalelere katılacağını söylemiştir. Çağlayan’ın ülkesine gerçekleştirdiği ziyaretten memnuniyet duyduğunu kaydeden Halil ise, enerji 
alanındaki işbirliğine her zaman açık olduklarını belirterek 20 Aralık 2009’da uluslararası ihalelerin açılacağını ve bunları TPAO’nun kazanacağından umutlu olduğunu ifade etmiştir.37

Resmi gelişme ve görüşmeler yanında TUSKON gibi çeşitli sivil toplum örgütleri de Afrika ile ticari ilişkilerin gelişmesine ciddi katkı yapmaktadırlar. Özellikle TUSKON tarafından düzenlenen ticaret köprüsü toplantıları birçok iş anlaşması nın imzalanmasına olanak sağlamıştır. Bu çerçevede 7 Kasım 2009’da TUSKON’un düzenlediği “Türkiye-Fas Ticaret ve Yatırım Köprüsü” vesilesiyle Fas’a giden Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Fas Sanayi Ticaret ve Yeni Teknolojiler Bakanı Ahmed Reda Chami ile görüşmüştür. Türkiye’nin tekstil, otomobil ve elektrikli ev aletleri alanında çok büyük ilerlemeler kaydettiğini vurgulayan Chami, başta otomotiv sektörü olmak üzere Türkiye’nin öncü olduğu alanlardaki yatırımları ülkesine çekmek istediklerine dikkat çekmiştir.38 

Bu görüşmenin muhtemelen enerji alanında da işbirliği imkanlarının önünü açabileceği ve bu konuda ortak çalışmalar yapıldığı kaydedilmiştir. Görüşmelerde Daha İnşaat, devlete bağlı Faslı bir şirketle Kazablanka yakınlarında bin 500 konutluk bir proje için ciddi adımlar atmıştır.39

Türkiye-Sahra-Altı Afrikası İlişkileri,

Siyasi İlişkiler ve Yeni Elçilikler 

Türkiye’nin Afrika açılımında kuşkusuz en büyük payı yıllardır ihmal edilen Sahra-Altı Afrikası ülkeleri almıştır. Siyasi ilişkilerin daha fazla geliştirilmesi için 2008 yılında Afrika kıtasında 15 yeni elçilik açılması kararı verilmişti. Bunlardan 8 tanesi 2009 yılında açılarak kıtadaki 8 ülkeye (Mali, Angola, Fildişi Sahilleri, Gana, Madagaskar, Nijer, Uganda ve Kamerun) Temmuz ayında ilk defa büyük elçi atanmıştır. Böylece daha önce 12 olan Türk büyükelçiliği şayisi 20’ye çıkmış oldu.  Diplomatlara ayrıca çevre devletlerin sorumluluğu da yüklenmiştir.40 
Bu yeni büyükelçilikler, Cumhuriyet tarihinde Afrika’ya tek seferde yapılan en büyük açılım olarak değerlendirilmektedir.41

2008 yılındaki gelişmeler ve 2009 yılında açılan yeni elçiliklerle beraber karşılıklı siyasi ziyaretlerin de arttığını söylemek mümkündür. 

Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 20-23 Şubat 2009 tarihlerinde Kenya ve Tanzanya’ya resmi ziyarette bulunmuştur. Bu, Türkiye adına ilk defa cumhurbaşkanı düzeyinde Sahra-Altı Afrikası ülkelerine yapılan resmi bir ziyaret olmuştur. Devlet Bakanı Mustafa Sait Yazıcıoğlu, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve TBMM Kenya ve Tanzanya Parlamentolararası Dostluk Gruplarının Başkanlarının yanı sıra 100’e yakın işadamı Gül’e eşlik etmiştir.42 

20 Şubat’ta Kenya Devlet Başkanı Miwai Kibaki ile görüşen Gül, Türkiye-Afrika ilişkilerini geliştirmede ve farklı alanlara taşımada kararlı olduklarını; bunu da eşitlik ve dostluğa dayandıracaklarını vurgulamıştır. Kibaki de Gül’ün ziyaretini tarihi olarak nitelendirerek Türk işadamlarını ülkesindeki yatırımlarını arttırmaya çağırmıştır. Temaslar sonucunda sağlık ve sivil havacılık alanında iki işbirliği anlaşması imzalanmış, sağlık alanında ikili ilişkilerin arttırılması ve resmî pasaportlarda karşılıklı olarak vize uygulamasının kaldırılmasına karar verilmiştir. Gül’ün ziyaretiyle birlikte, THY’nin Nairobi’ye direkt uçuşları da başlamıştır. 21 Şubat’ta Kenya Başbakanı Raila Odinga’yı kabul eden Gül, Odinga ile İş Formuna katılmıştır.43 Gül burada Türkiye ve Kenya arasındaki ticaret hacminin 250 milyon dolara ulaştığını vurgulamış ve gıda kıtlığı ile mücadele eden Kenya’ya yardım amacıyla Dünya Gıda Programı’na Türkiye’nin 1 milyon dolar yatırdığını ve bu tip yardımların devamının geleceğini açıklamıştır. Gül ayrıca, gelişmiş ülkeleri ve uluslararası örgütleri kıtanın sorunlarıyla mücadelede daha fazla yardımda bulunmaya davet etmiştir. Türkiye’nin BMGK geçici üyesi olduğunu hatırlatan Gül, Afrika’nın çoğu ülkesinin Türkiye’yi desteklediğini ve Türkiye’nin BM’de Afrika’nın sesi olacağını söylemiştir.44 Odinga da iki ülke arasındaki işbirliğinin Kenya’nın Binyıl Kalkınma Hedefleri’ni gerçekleştirmede yardımcı 
olacağını kaydetmiştir.45

Kenya’daki temaslarının ardından Tanzanya’ya geçen Gül, Türk-Tanzanya İş Forumu’na katılarak Türkiye’nin Tanzanya’ya daimi büyük elçilik açmasıyla iki ülkenin birbirine daha da yakınlaşacağını ifade etmiştir. Türk ve Tanzanyalı işadamlarının ortaklıklar kurmasını isteyen Gül, başta inşaat ve turizm alanları olmak üzere Türk girişimcilerin faal olduğu alanlarda işbirliği imkanları oluşturulabileceğini belirtmiştir. Tanzanya Ticaret Bakanı Mary Nagu da konuşmasında, 2008 yılında İstanbul’da yapılan Türkiye-Afrika İşbirliği 
Zirvesi’nin ekonomik, siyasal ve sosyal ilişkilerin gelişmesi açısından son derece yararlı olduğuna değinerek Tanzanya ekonomisinin son yıllarda büyüme kaydettiğini, enflasyonla mücadelede olumlu sonuçlar alındığını dile getirmiştir. Türk yatırımcıları Tanzanya’yı keşfetmeye çağıran Nagu, hükümet olarak gerekli desteği sağlamaya hazır olduklarını ifade etmiştir.46

6-10 Nisan’da Sudan’ın başkenti Hartum’da gerçekleşen 11. Dönem Karma Ekonomik Komisyonu (KEK) toplantısına katılan Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker aralarında dış ticaret ve serbest bölge, gümrük, yatırım ve istihdam, turizm ve kurumsal altyapının da bulunduğu 17 alanda görüşmeler yapıp anlaşmalar imzalamıştır. KEK toplantısında ayrıca Türkiye ile Sudan arasında tercihli ticaret 
ve serbest ticaret anlaşmasının imzalanması kararlaştırılmıştır.47

2009 yılında Türkiye’den Afrika’ya yapılan üst düzey ziyaretlerin yanında, Afrika’dan da Türkiye’ye üst düzey çeşitli ziyaretler olmuştur. 

16 Ocak 2009’da Türkiye’ye gelen Cibuti Cumhurbaşkanı İsmail Ömer Guelleh’in ziyareti iki ülke arasında cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan ilk resmi görüşme olmuştur.48 Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’nin Afrika’ya açılım politikaları çerçevesinde kıta ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye önem verdiğini belirterek ziyaretin iki ülke ilişkileri için dönüm noktası olduğunu ve ilişkilerin gelişmesine ve işbirliğinin artmasına yönelik fırsatlar açacağını ifade etmiştir. Cibuti Cumhurbaşkanı Guelleh ise, Türkiye’yi ülkesine yatırım yapmaya çağırarak ülkesinin büyük ve küçük sanayi yatırımları ve faaliyetleri için önemli potansiyele sahip olduğunu söylemiştir.49 

3 Şubat’ta Sudan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Muhammed Osman Taha, Türkiye’de resmî temaslarda bulunmuş, Başbakan Erdoğan ve TBMM Başkanı Toptan ile yaptığı görüşmelerde ekonomik ve siyasi ilişkiler, iki ülkeyi ilgilendiren konuların yanı sıra Darfur sorunu ele alınmıştır.50 

21 Temmuz’da Türkiye’de resmî temaslarda bulunan Sudan Sağlık Bakanı Hasan Ebu Aisha Hamid ise Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ile bir araya gelmiş ve gerçekleşen görüşmenin ardından iki ülkenin işadamları arasında tıbbi cihaz ve veterinerlik ilaçlarıyla ilgili toplam 27 milyon dolar değerinde iki anlaşma imzalanmıştır.51 

Bu arada TBMM Dışişleri Komisyonu, aralarında Sudan-Türkiye sağlık anlaşması nın da bulunduğu Arap ülkeleri ile ilgili anlaşmaları 6 Şubat’ta kabul etmiştir. Anlaşmaya göre, her yıl 100 Sudanlı hasta Türkiye’de tedavi görecek ve Türkiye’nin Sudan’da kurduğu Sahra Hastanesi kalıcı hale getirilecektir. Türkiye’nin Sudan’a sağlık personeli ve ilaç yardımında bulunmasının yanı sıra Sudanlı doktorlara da eğitim verilecektir.52 

Şubat başında Türkiye’de resmî temaslarda bulunan Etiyopya Dışişleri Bakanı Seyoum Mesfin, Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile görüşmüştür. Görüşmede ikili konuların yanı sıra Somali, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Sudan’daki gelişmeler ele alınmıştır.53 17 Nisan’da Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan Somali Cumhurbaşkanı Şeyh Şerif Şeyh Ahmet, 
Cumhurbaşkanı Gül ile bir araya gelmiştir. Somali’nin stratejik konumuna dikkat çeken Gül, ülkede yaşanan sorunların bölge ülkelerini ve dünyayı olumsuz etkilediğini ifade etmiştir. Korsancılıkla mücadelenin önemli olduğunu belirten Gül, Türkiye’nin Somali’ye her türlü yardımda ve destekte bulunacağını kaydederek güvenlik güçlerinin kurulması ve eğitiminde, Somali halkına insani yardım yapmada Türkiye’nin destek vereceğini ifade etmiştir. Somali Cumhurbaşkanı Şeyh Ahmet ise, uzun yıllar yaşanan iç savaştan sonra Somali’de olumlu yönde gelişmelerin ve ilerlemelerin yaşandığını belirterek korsan faaliyetlerinden büyük üzüntü duyduklarını ve Türkiye’nin 
ve uluslararası toplumun desteğini beklediklerini dile getirmiştir.54 

Heyetler arası görüşmeler sonrasında ise TİKA’dan sorumlu Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu ile Somalili Bakan teknik işbirliği alanında anlaşma imzalamışlardır.55

2008 yılında iki defa Türkiye’yi ziyaret eden Sudan Devlet Başkanı Ömer El-Beşir 7-9 Kasım tarihlerinde gerçekleşen İslam Konferansı Örgütü’nün 25. Ekonomik ve Ticari İşbirliği Komite Toplantısı’na davet edilmiş fakat toplantıya katılmaktan son anda vazgeçmiştir. Darfur sorunu nedeniyle iç ve yabancı basında bir hayli yer tutan bu ziyaret çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Avrupa Birliği’nden El-
Beşir’in davet edilmesi için tepki gelmiş ve Türkiye’den daveti yeniden düşünmesini istemiştir. Bu istek Cumhurbaşkanı Gül tarafından tepki ile karşılanmış ve müdahale olarak değerlendirilmiştir.56 El-Beşir’in ziyaretinin özel olmadığını, çok taraflı bir görüşmenin parçası olduğunu ifade eden Gül, herkesin bu gerçeğe bağlı kalarak değerlendirmede bulunması gerektiğini kaydetmiştir. Başbakan Erdoğan da Darfur’u ziyaret ettiğini; burada soykırımın gerçekleştiğine dair herhangi bir işaret görmediğini söyleyerek “Bir Müslüman soykırım 
yapamaz. Varsa böyle bir şey, tespit etmemek mümkün değil” demiştir.57 Erdoğan ayrıca Darfur’da soykırım gerçekleşseydi bu konuyu El-Beşir ile rahatlıkla konuşabileceklerini ifade ederek iddiaları reddetmiştir.58 

Ziyaretin iptal edilmesiyle ilgili Sudan’dan ise farklı açıklamalar gelmiştir. Sudan devlet haber ajansından 8 Kasım günü konu ile ilgili yapılan açıklamada, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ile Bütünleyici Barış Anlaşması’na dair anlaşmazlıklar sebebiyle ziyaretin gerçekleşmeyeceği belirtilerek El-Beşir’in Gül’ü telefonla arayıp davet için teşekkür ettiği ve gelemeyeceği için de özür dilediği ifade edilmiştir. ABD Dışişleri Bakanı’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Yardımcısı Philip Gordon ise bir açıklama yaparak Türkiye’den Sudan Hükümeti’ne ABD ve Avrupa’nınkine benzer bir mesaj vermesini umduklarını kaydetmiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ian Kelly, Darfur’da meydana gelen olaylarda yönetimin sorumluluğu olduğunu belirtmiş ve El-Beşir ile ikili görüşme yapmaları durumunda Türk yetkililerden söz konusu sorumluluğu ve Darfur sorununu gündeme getirmelerini beklediklerini vurgulamıştır.59 

2.Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder