6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN İNGİLTERE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN İNGİLTERE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 1




Ali Balcı*
* Dr., Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü.


TÜRK DIŞ POLİTİKASININ 2009 YILI GELİŞMELERİ

ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.

TÜRK DIŞ POLİTİKASI YILLIĞI 2009

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


Giriş

Türk-İngiliz ilişkilerinin erken dönemine ilişkin kapsamlı bir çalışma hazırlayan Ömer Kürkçüoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın “gerçekte İngiltere’ye karşı verilen bir mücadele” olduğunu belirtmektedir.

Bu nedenle boğazlar meselesi ve Musul sorunu gibi Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk dış politikasını ilgilendiren iki önemli konuda Ankara’nın temel muhatabı İngiltere olmuştur. Musul meselesinin çözülmesi ile birlikte Türkiye-İngiltere ilişkileri büyük ölçüde normalleşme sürecine girmiş, 1930’lardan itibaren Avrupa’da giderek artan Almanya etkisi karşısında iki ülke arasında ittifak arayışları başlamıştır. 

Bu doğrultuda ilk girişim Londra Hükümeti’nin bazı Avrupa ülkelerine İtalya’nın saldırısı halinde yardım etme taahhüdünde bulunduğu ittifaka Türkiye’nin 22 Ocak 1936’da (Türk-İngiliz Akdeniz Anlaşması) katılması olmuştur.2 Daha sonra İtalya’nın Nisan 1939’da Arnavutluk’a saldırmasının ardından 12 Mayıs 1939’da taraflar olası bir saldırı durumunda birbirlerine yardım etmeyi öngören Türk-İngiliz Deklarasyonu’nu imzaladılar. Fransa’nın da katılmasıyla birlikte bu deklarasyon 19 Ekim 1939’da Türk-İngiliz-Fransız ittifakına dönmüştür.

İkinci Dünya Savaşı sona erip, Soğuk Savaş mantalitesi doğrultusunda 
dünya ABD ve Sovyetler Birliği arasında iki kampa bölündüğünde Türkiye ABD’nin önderliğindeki Batı Bloğuna dâhil olmuş ve İngiltere ile ilişkileri büyük ölçüde bu bağlamda şekillenmiştir.

Fakat İngiltere Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif olmasından yana olmuş hatta tam da bu nedenle Türkiye’nin NATO’ya üye olmasına sıcak bakmıştır. Bu politikasını daha sonra da sürdürmüş ve Sovyetleri çevreleme politikasının Ortadoğu ayağını temsil eden Bağdat Paktı’nın en önemli destekçisi olmuştur. NATO müttefikleri ve Bağdat Paktı üyeleri olmalarının dışında Soğuk Savaş döneminde Türkiye 
ve İngiltere’yi karşı karşıya getiren en önemli olay Kıbrıs meselesi olmuş ve özellikle 1974 Kıbrıs harekâtına kadar İngiltere Kıbrıs konusunda büyük ölçüde Türkiye ile birlikte hareket etmiştir. Yine bu dönemde Türkiye ve İngiltere arasındaki ilişkilerin öne çıktığı bir başka alan ise Avrupa Topluluğu’na Türkiye ’nin katılma sürecinde Londra’nın aldığı tavırdır. İngiltere 1980’lerde Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na üyelik girişimlerini desteklediği gibi, Ankara’nın 
1987’deki tam üyelik başvurusuna Belçika’nın yanı sıra ılımlı yaklaşan ikinci ülke olmuştur.

1990’lara gelindiğinde özellikle Körfez Savaşı’nda Türkiye’nin bölgesindeki öneminin artmasıyla birlikte Avrupa Birliği içinde Türkiye’nin birliğe üye olmasını en etkin şekilde savunan ülke İngiltere olmuştur. İngiltere’nin bu desteği özellikle ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik desteği ile birlikte düşünüldüğünde bazı yorumcular tarafından Londra’nın Washington yönetimi ile birlikte hareket ettiği şeklinde değerlendirilmiştir. Dolayısıyla İngiltere’nin 
Türkiye’ye yönelik desteği AB içinde ABD’nin etkinliğini yeniden inşa etme çabası olarak sunulmuştur.4 
İngiltere’nin Türkiye’nin üyeliğine yönelik bu yoğun desteği Türkiye-AB ilişkilerinin en düşük seviyede olduğu 1997 Lüksemburg zirvesi sonrasında kısa bir dönem azalsa da, genel olarak bu destek 2000’lı yıllarda daha da artarak devam etmiştir.

2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye İngiltere ilişkileri özellikle 2002’de Amerika’nın Irak müdahalesi sonrasında mesafeli bir hal almıştır. 

Irak savaşı sırasında ABD’nin en önemli müttefiki olan İngiltere, Türkiye’nin yeterli desteği vermediği düşüncesinden hareketle özellikle Kuzey Irak meselesinde Ankara’yı zor durumda bırakmıştır.5 Öte yandan Irak savaşı bağlamında iki ülke arasında bir gerginlik yaşansa da İngiltere’nin Türkiye’nin AB üyeliğine desteği devam etmiştir. AB’nin Aralık 2004’te Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlama kararı almasında en etkili ülkelerin başında İngiltere gelmiş, dönemin İngiliz Başbakanı Tony Blair müzakerelerin başlamasına 
mesafeli bakan Fransa ve Almanya’yı ikna etme noktasında bizzat devreye girmiştir.6

2009 Yılı Gelişmeleri

2009 yılı boyunca Türkiye İngiltere ilişkileri özellikle Avrupa Birliği (AB), Kıbrıs ve Ortadoğu konuları etrafında şekillenmiştir. AB’ye üyelik sürecinde Türkiye’ye en etkin desteği veren ülkelerin başında gelen Londra yönetimi, Kıbrıs konusunda limanların Rum tarafına açılması ve adadan Türk askerlerinin çekilmesi gibi meseleleri gündeme getirse de Türkiye’yi rahatsız edecek açıklamalardan kaçınmıştır. İç politika bağlamında İngiliz hükümeti Kürt açılımı ve Ergenekon 
sürecine ilişkin görüş bildirmiş ve iktidardaki AK Parti’nin her iki politikasını da desteklediğini açıklamıştır. Ekonomik ilişkiler noktasında Türkiye’nin dış ticaret fazlası verdiği ülkelerden biri olmaya devam etmiş, yabancı sermaye yatırımı bağlamında ise 2008 yılı ile kıyaslandığında İngiliz firmaların Türkiye’ye yatırımları 2009 yılında büyük ölçüde düşüş göstermiştir.

İki ülke yetkililerinin karşılıklı ziyaretleri bakımından 2009 yılı yoğun geçmiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband Mart ve Kasım aylarında olmak üzere iki kere resmi düzeyde Türkiye ziyareti gerçekleştirirken, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu çeşitli vesilelerle Londra ziyaretlerinde bulunmuşlardır. Yine 2009 yılı içinde İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Nick Baird’in görev süresi sona ermiş ve yerini Eylül ayında David Reddaway’a bırakmıştır. Türkiye iç politikası bağlamında 
ise Londra yönetimi, 2009 yılı boyunca sıklıkla gündeme gelen Ergenekon davası ve demokratik açılım gibi meselelerde iktidarın politikalarını destekleyici yönde açıklamalar yapmıştır. 

Türkiye İç Siyaseti ve İngiltere,

İngiltere’nin 2009 yılı boyunca Türkiye’deki iç siyasi gelişmelere ilişkin politikası temelde Kürt sorunu ve bu bağlamda uygulamaya konulan “demokratik açılım” temelinde olmuştur. Türkiye’de başlatılan “demokratik açılım” süreci ile birlikte Londra yönetimi özellikle dışişleri bakanlığı düzeyinde sürece ilişkin olumlu açıklamalarda bulunmuştur. Dışişleri Bakanı David Miliband’a göre, demokratik 
açılım süreci hem “Türkiye’yi geliştirecek, hem de Kürt halkının temel haklarına ulaşması konusunda önemli bir gündem” yaratacak, aynı zamanda da “Kürtlerin hak ve özgürlüklerine kavuşması için çok önemli” bir gelişmedir. Tam da bu nedenle İngiltere olarak “daha iyi adımlar atması için Türkiye’yi teşvik” edeceklerini belirten Miliband, bu sürecin sınırlar değişmeksizin demokrasinin gelişmesi noktasında önemli bir adım olduğuna işaret etmiştir.7

Dışişleri bakanından gelen bu açıklamanın yanı sıra, dışişleri bakanlığı resmi web sayfasında ülke profillerinin Türkiye ile ilgili kısmında söz konusu açılıma bir paragraflık yer ayrılmıştır. Bu paragraf Londra’nın söz konusu sürece nasıl baktığını göstermesi açısından önemlidir. 16 Kasım’da Türk hükümetinin “Demokratik Açılım olarak bilinen bir reform paketi bağlamında ilk somut önerileri” açıkladığı belirtilen yazıda bunun “Kürtlerin daha fazla liberalleşmesi ve insan hakları reformları da dâhil Kürtlerin problemlerini çözmeyi”  amaçladığının altı çizilmiştir.8 Bu ifadelerden Londra yönetiminin açık bir şekilde demokratik açılım sürecini desteklediği ve bunu Kürt sorununun çözümünde “ilk somut adım” olarak gördüğü çıkarılabilir. 

Öte yandan resmi yetkililerden de, web sitesinde yayınlanan bu ifadelere paralel birçok açıklama gelmiştir. Örneğin Ağustos 2009’da görevi sona eren İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Nick Baird, “bu konuya çok olumlu bakıyoruz çünkü bu sorun çok sayıda Türkün yaşamını yitirmesine neden oldu. Onun için hükümetin bu çabalarını güçlü bir şekilde destekliyoruz” ifadelerini kullanmıştır.

İngiliz hükümeti demokratik açılıma yönelik tutumunu yine dışişleri 
bakanı düzeyinde David Miliband’ın 4–6 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında ayrıntılı bir şekilde dile getirmiştir. Konuya ilişkin Akşam gazetesine kapsamlı bir mülakat veren Miliband, süreci “tüm vatandaşların siyasi ve toplumsal haklardan eşit yararlanmasını sağlama” çabası olarak değerlendirmiş ve Kürtlerle birlikte diğer azınlıkların da siyasi alana çekilerek onlar için “siyasal bir alan yaratılmasının” önemli olduğunu belirtmiştir.10 

Yine CNN Türk’e verdiği bir mülakatta demokratik açılım noktasında “Türk hükümetinin attığı cesur adımları desteklemek” gerektiğini belirterek hükümetin “bütün Türkiye’nin vatandaşlarının eşit haklara sahip olması konusunda dürüst davrandığını ve sözlerine sadık kaldığını” ifade etmiştir.11

Fakat öte yandan, demokratik açılım süreci özellikle Türkiye’deki iç siyaset açısından tartışmalı bir konuydu ve Miliband’ın sürece açık destek vermesi muhalefetin eleştirilerine neden olmuştur. 

Miliband’ın açıklamaları muhalefetin gözünde demokratik açılımın yabancılarla danışlıklı bir şekilde hazırlanan bir şey olduğu suçlamasına zemin hazırlamıştır. 

Örneğin Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) adına Meclis’te konuşan Onur Öymen 
“Ne tuhaf, geçenlerde İngiliz Dışişleri Bakanı geldi Türkiye’ye ‘Hükümetin Kürt açılımını kuvvetle destekliyorum.’ dedi. Biz İngilizleri tanırız, yıllardan beri tanırız. Şimdiye kadar, bilmedikleri bir şeyi desteklediklerini hiç duymadık; 
şimdi destekliyor; demek ki biliyor. Demek ki bizim bilmediğimizi onlar biliyor. Nasıl oluyor bu iş? Bize söylemediğinizi onlara mı söylediniz yoksa? ... Efendim, yoksa onun içeriğinin hazırlanmasına, açılımın içeriğinin hazırlanmasına sakın yabancılar destek olmuş olmasın? 

... Acaba yabancılar mı bu yol haritasını hazırlıyor?” ifadelerini kullanmıştır.12

İngiltere’nin Türkiye iç siyaseti bağlamında görüş bildirdiği önemli konulardan biri de sivil-asker ilişkilerini yeniden şekillendiren “Ergenekon davası” olmuştur. Ankara Büyükelçisi Nick Baird Milliyet gazetesine verdiği bir mülakatta konuya “Bireylerin hükümeti yasadışı yollardan devirmek için girişimlerde bulundukları herhangi bir toplumda, bunun ciddi bir şekilde cezalandırılması gerektiği” 
temelinde baktığını belirtmiştir.13 Yine aynı mülakatta AK Parti iktidarı döneminde önemli tartışma konularından biri olan laiklik konusunda ise “Türkiye’de laikliğin özü itibarıyla tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Kamu alanı ile özel alan arasındaki sınır belli bir değişimden geçebilir. Ama bunun işin özüne dokunacağını sanmıyorum. Konunun her iki tarafında duran insanların büyük çoğunluğunun bunun değişmesini istedikleri kanaatinde değilim.” ifadelerini kullanmıştır.14

Baird’in laiklik konusundaki bu açıklaması Dışişleri Bakanı Miliband’ın bu konudaki argümanlarının bir devamı olarak görülebilir. Miliband yine Milliyet gazetesi için kaleme aldığı bir yazıda, Ergenkon sürecine karışmak gibi bir niyetinin olmadığını bunun yargıçların kararı olduğunu belirttikten sonra Türkiye’nin temel meselesi olarak siyasal istikrarsızlığı gördüğünün altını çizmiştir.15 
Türkiye’de mevcut yasal çerçevenin “Avrupa’nın da isteği olan laik demokrasiyi koruma hedefi için en iyi yol olup olmadığını düşünmesine ihtiyaç” olduğunu belirterek “parti kapatma davasına imkân sağlayan bir sistemin” siyasi istikrarsızlığa yol açtığına işaret etmiştir. 
Miliband bu olgulardan hareketle laiklik için asıl tehlikenin “uzun vadede laik demokrasinin gerçek garantörleri olan ekonomik kalkınma ve AB katılım sürecinin düşmanı” olan siyasal istikrarsızlık olduğunun altını çizmiştir. 
Bu bağlamda Türkiye’ye “laikliği koruyacak bir anayasal kontrol ve dengeleme (checks and balances) çerçevesinin tasarımı için hep birlikte çalışmayı” önermiştir.

Türkiye’nin AB Üyeliği ve İngiltere

David Miliband 2008 yılında Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda temel görüşlerini özetleyen bir yazı kaleme almıştı ve 2009 yılı boyunca büyük ölçüde Türkiye konusundaki görüşleri burada ileri sürdüğü argümanlarla paralel olmuştur. “Europe in Turkey: The Economic Case For Turkish Membership of the EU” başlıklı çalışmaya yazdığı önsözde Miliband, ağırlıklı olarak ekonomik gerekçeler ileri sürerek Türkiye’nin AB üyeliğini meşru bir temele oturtmaya çalışmıştır. Ona göre, “son beş yılda yüzde 7,5 oranında yıllık büyüme rakamıyla Türk ekonomisi birçok AB ülkesini kıskandırmaktadır ve Türkiye 
aynı dönem içinde kişi başına düşen milli gelirini iki kat artırmıştır.” Bu göstergelerin yanı sıra, “genç, iyi eğitimli bir nüfus, enerji güveliği noktasındaki önemi ve Müslüman çoğunluklu demokratik bir devlet olarak başarısı” göz önüne alındığında Türkiye’ye ihtiyaç duyduklarını belirtmektedir.16

2009’un hemen başında İngiltere’deki Türk toplumuna yakınlığı ile bilinen İşçi Partisi Milletvekili Joan Ryan’a destek amacıyla düzenlenen gecede konuşan Miliband Türkiye’nin üyeliğini gerekçelendirirken şu ifadeleri kullanmıştır: “Özellikle enerji ve güvenlik konusunda son günlerde dünya politikasında yaşanan sıcak gelişmeler, Türkiye’nin rolünün ne kadar önemli olabileceğini bir kez daha gösterdi. 
Avrupa Hıristiyan bir topluluk olmanın dışına çıkıp Türkiye’yi de içine almalı.”17 Aynı konuşmada, İngiltere’nin görüşünün “Türkiye ile İngiltere arasındaki iyi ilişkilerin artarak süreceği” yönünde olduğunu belirten Miliband, özellikle enerji meselesi bağlamında Türkiye’nin sahip olduğu stratejik konumun bu politikanın ardındaki temel motivasyon olduğuna işaret etmiştir.18

Yine 9 Mart 2009’da katıldığı bir konferansta Miliband, AB’nin krizi bahane ederek reformları ertelemesinin yanlış olacağını ve aday ülke konumunda olan Türkiye’ye AB yolunu her zaman açık tutması gerektiğini ifade ederek AB’de müzakere sürecinde Türkiye’ye yönelik takınılan mesafeli havayı eleştirmiştir.19 

Aynı ifadeleri Polonya’da yayımlanan Gazeka Wyborcza gazetesine yaptığı açıklamada da tekrarlayan Miliband, yaşanan ekonomik krizin ülkelerin “eğilimleri ne olursa olsun kendi içlerine kapanmaması” gerektiğini ortaya koyduğunu ve tam da bu nedenle “Türkiye’yi AB’ye üyelik yolunda kesin olarak tutmak gerektiğini” ifade etmiştir.20 Mayıs ayında ise Atina’ya çalışma ziyaretinde bulunan Miliband, burada yaptığı açıklamada, Türkiye’nin AB üyeliğinin ertelenmesi tartışmalarında İngiltere’nin nerede durduğunu açıklayan ifadeler kullanmıştır. Böyle bir şeyin söz konusu olmadığını belirttikten sonra bu argümanını bazı somut örneklerle desteklemiştir: “İngiltere, Türkiye’nin AB sürecinin devamını istiyor. Kıbrıs konusunda da ilerleme kaydedilmesini arzuluyor. 
Yunanistan da son 10 yıldır Türkiye’nin ve batı Balkanlar’ın AB üyeliğini 
açıkça, güçlü ve cesur bir şekilde destekliyor. Türkiye’nin üyeliği AB’yi güçlendirecektir.”21 

Atina ziyaretinin ardından Ankara’ya gelen Miliband, Atina’daki argümanlarını daha güçlü bir şekilde bu ziyaret sırasında dile getirmiştir. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin, “Birliğe ekonomik dinamizm getireceğini, Birliğin enerji güvenliği sorunlarını çözeceğini ve Batı ile İslam dünyası arasında yakın bağlar kuracağını” belirtmesi İngiltere’nin Türkiye’nin üyeliğini destekleme noktasındaki motivasyonlarını da ortaya koyması açısından önemlidir.22 
Daha sonra Ekim ayında Londra Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsünde bir konuşma yapan Miliband söz konusu motivasyonların altını bir kez daha çizmiştir. Bu bağlamda, laik bir Müslüman ülkenin AB’ye dahil edilmesinin Birliğe sadece güç kazandıracağını belirttikten sonra özellikle Avrupa’nın enerji ihtiyacının sağlanmasını garantiye alacak olması nedeniyle Türkiye’nin AB üyeliğinin bir hayli önemli olduğunu dile getirmiştir.23 Enerji meselesi bağlamında Türkiye’nin stratejik önemi Miliband’ın Ankara’nın AB üyeliğini destekleme noktasındaki en önemli gerekçelerinden biri olmuştur. Yine Milliyet gazetesi için kaleme aldığı yazıda da bu konuya değinmiş ve “Avrupa’da enerji 
güvenliği konusundaki endişelerin gittikçe artmakta olduğu şu günlerde, Türkiye ’nin bir enerji üssü olarak potansiyelinin daha da geliştirilebileceğini 
hepimiz biliyoruz” ifadelerini kullanmıştır.24

AB üyeliği konusunda özellikle Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bazı haksızlıklar yaptığı argümanı da İngiltere’nin 2009 yılı boyunca dile getirdiği bir husus olmuştur. Miliband Mayıs ayında Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında AB’nin üyelik şartları noktasında Türkiye’ye bazı haksızlıklar yaptığını belirtmiştir. AB’nin Türkiye’deki değişimleri görme noktasında problemleri olduğunu belirten Miliband, bu ifadeleriyle AB ülkeleri arasında İngiltere’nin Türkiye’nin üyeliğini 
en fazla destekleyen ülke olduğunu da açık bir şekilde ortaya koymuştur: 
“herkes Türkiye’nin reformlar yönünde atılımlar yaptığını görmek istiyor. Ama eşit derecede, doğru yönelim ve görüş açısına sahip, açık bir AB de görmek istiyoruz. Son 30 yıla bakarsanız (Türkiye’de) büyük değişiklikler var. Yeni bir Türkiye’nin kurulmakta olduğunu, bunun yönünün, aşikâr olduğunu düşünüyorum”.25 

Miliband bu argümanını daha sonra çeşitli vesilelerle tekrarlamıştır. 

İlk olarak 2 Temmuz’da Almanya’da çıkan Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesine yazdığı bir makalede şu ifadeleri kullanmıştır: “Şartları yerine getirdikleri takdirde, Türkiye ve Batı Balkan ülkelerine, AB üyeliği konusunda verdiğimiz sözlere bağlı kalmamız gerekmektedir. OECD’nin ön tahminlerine göre, Türkiye 2017 yılında dünya genelinde en yüksek ekonomik büyüme kaydeden ikinci ülke olacaktır. Ayrıca ülke, Orta Doğu ve Orta Asya’dan alınacak petrol ve gazın naklinde önemli bir transit güzergahı olabilir. Bu durumda 
Türkiye, Avrupa için bir tehdit değil, bir şanstır”.26 Yine Kasım ayında Türkiye’ye yaptığı ziyaret kapsamında Hürriyet gazetesine verdiği röportajda da bu argümanını net ifadelerle tekrarladı: “AB, Türkiye’ye adil bir katılım süreci taahhüt etti; bu taahhüdünü yerine getirmelidir”.27

Türkiye’nin AB üyeliği konusunun en etkin bir şekilde gündeme gelmesi Kasım 2009’da David Miliband’ın Türkiye ziyareti esnasında olmuştur. İlk olarak Miliband Türkiye’nin AB üyelik sürecinde baş müzakereciliğini yapan Egemen Bağış ile Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde bir saat süren bir görüşme gerçekleştirmiştir. Görüşmenin ardından yapılan basın açıklamasında Bağış, İngiltere’nin “bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’nin 
AB müzakerelerine destek vermeye devam edeceğini ve bu konuda kendisinden bir kez daha teyit almaktan son derece mutlu olduklarını” belirtmiştir. Basına yansıyan kısmı ile görüşmelerde Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Miliband özellikle şu konuların altını çizmiştir: 

1.) AB müzakere sürecinde İngiltere, Türkiye’ye tam destek vermeye devam edecek. 
2.) Müzakere sürecinde çevre faslının açılması için önümüzde hiçbir engel görmüyoruz. 
3.) Enerji, eğitim ve kültür konularında Rum tarafından kaynaklı çekincelerimiz devam ediyor. 
Ancak fasılların açılacağına inanıyoruz. 
4.) Türkiye’nin demokratik açılımını destekliyoruz. AB üstünde de olumlu etkileri olduğunu düşünüyoruz. 
5.) Güney Kıbrıs lideri Papandreu üyelik sürecini destekliyor. 

Son olarak da Türkiye’nin “eksen kayması” tartışmaları bağlamında Batı’dan uzaklaştığı yönündeki yorumlar konusunda görüşlerini belirterek “Doğuya yönelme için doyurucu açıklamalar yaptınız. Ancak neden yanlış anlaşıldığınızı anlayamadık” mesajı vermiştir.28 

Egemen Bağış’ın ardından sırasıyla Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüşen Miliband böylelikle kapsamlı Türkiye ziyaretini tamamlamıştır.

Davutoğlu ile görüşmesinin ardından düzenlenen basın toplantısında Miliband aynı yıl içinde Türkiye’ye iki kere ziyaret gerçekleştirmesinin en önemli nedeninin AB üyeliği sürecinde İngiltere’nin Türkiye’ye olan desteğini vurgulamak olduğunu belirtmiştir. Miliband daha önce sıklıkla dile getirdiği destek boyutunu bu ifadelerinin ardından güçlü bir şekilde tekrarlamıştır: “Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı olarak Türkiye’nin AB’ne ait olduğunu düşünüyorum. Hem Türkiye’nin hem AB’nin bu anlamda yerine getirmesi gereken unsurlar var. Ancak biz bu yolun sonunun açık olması için elimizden 
gelen her desteği veriyoruz.”29 Miliband konuşmasında ayrıca Türkiye’nin AB üyeliğini destekleme gerekçelerini de tekrarlamış ve şu ifadeleri kullanmıştır: 

“Türkiye’nin… dünyadaki 15. büyük ekonomi olması ve 2017 yılına kadar 
dünyada en hızlı büyüyen ikinci ekonomi olma beklentisi yüzünden. 

Bunlar gerçekten çok önemli istatistiki bilgiler. Ancak, Türkiye’nin AB’ne 
gelecekte üye olması için bence daha derinden sebepler var. Öncelikle coğrafi konum. Coğrafi konumunuz sizi Avrupa’daki bizlerle bağlayan bir konum. Aynı zamanda, gelecekte oynayacağınız enerjiye ilişkin bu rol çok önemli. Bence Türkiye ve AB arasında çok önemli ve güçlü bir enerji ortaklığı kurulabilir… İçinde yaşadığımız dünya Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerle Müslüman olmayanların çoğunlukta olduğu ülkeler arasındaki köprülerin daha fazla inşa edilmesi gerektiği bir dünya. Avrupa Birliği değerlerin hakim olduğu bir topluluk ve bu değerlerin en önemlileri arasında tüm insanlara, ırkları, dinleri veya 
mezheplerinden bağımsız olarak saygı göstermek var. Türkiye’nin AB’nin onurlu bir üyesi olması, insanların değerlerini dinler ötesi vizyon üzerinden paylaşabilmelerine ilişkin önemli bir sembol olacak.” 

Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere İngiltere, Ankara’nın AB üyeliği sürecine verdiği desteğini Türkiye’nin artan ekonomik gücü, enerji transferi bağlamında stratejik önemi ve Birliğin din temelli bir oluşum olmadığını ortaya koyacak olması şeklinde sıralanabilecek üç önemli neden üzerine temellendirmektedir. 

Bu dönemde İngiltere Türkiye’nin üyeliği konusunda zaman zaman diğer Avrupa ülkelerini de karşısına alan açıklamalarda bulunmaktan kaçınmadı. Bu bağlamda 26 Ekim’de İngiliz BBC televizyonuna yaptığı açıklamada Miliband, Türkiye’nin Avrupalı olmadığını ve bu yüzden Avrupa Birliği’ne üye olmaması gerektiğini belirten Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Koucher’e tepki göstermiştir. 

Konuşmasında AB üyeliğinin milletler ya da ırklar üzerine kurulu bir sistem olmadığını belirterek, “AB üyeliği değerler üzerine kurulu bir birliktir. Türkiye eğer yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ayırımı ilkelerine tam olarak uyar ve insan hakları konusunda istenen seviyeye gelirse tam üye olur” ifadelerini kullanmıştır.30 
Yine benzer bir şekilde, Türkiye’nin limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmaması nedeniyle yaşanan sorunun gündeme geldiği 8 Aralık’taki AB Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda Miliband Fransa’nın başı çektiği Türkiye aleyhtarı gurubu Türkiye’nin stratejik önemini tamamen göz ardı etmekle ve Kıbrıs sorununun çözüm sürecini de baltalamakla suçlamıştır.31 
Bu suçlama üzerine Miliband ile Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner arasında kısa süreli bir tartışma yaşanması İngiltere’nin Türkiye’nin AB üyeliği noktasındaki ısrarını göstermesi açısından dikkat çekici olmuştur.


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder