20 Aralık 2019 Cuma

SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE GÖÇ: TEHDİTLER ve FIRSATLAR., BÖLÜM 1

SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE GÖÇ: TEHDİTLER ve FIRSATLAR., BÖLÜM 1




Hakan Ömer TUNCA 1, 
Ahmet KARADAĞ 2 

1 Doktora Öğrencisi, İnönü Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, e-mail: 
hotunca@hotmail.com, ORCID:0000-0002-1180-2549 

2 Prof. Dr. İnönü Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, e-mail: karadag.ahmet@ inonu.edu.tr, 
ORCID:0000-0002-4031-0295 

Geliş Tarihi / Arrived : 30.09.2018 
Kabul Tarihi / Accepted : 18.10.2018 


Özet

  Tarihte coğrafi koşullar ve iklim nedeniyle dünyada yer değiştiren insanoğlu; modern çağda insan hakları ihlalleri, hakların eşit dağıtılmaması, nüfus artışı, kaynakların yetersizliği, daha iyi bir yaşam ve iç savaşlar dolayısıyla göç etmektedir. Göçler gidilen coğrafyadaki toplumun sosyal, ekonomik, siyasal, güvenlik ve toplumsal konularda etkilemektedir. 
  Bu etkiler göçün başında tehdit olarak algılanırken ilerleyen zamanda bir fırsata dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Göçlerin son yıllardaki örneği Suriye iç savaşı ve Suriyelilerin başta çevre ülkeler olmak üzere kitlesel göçüdür. Bu makalede mevcut araştırmalar ışığında Suriyelilerin Türkiye üzerindeki ekonomik, eğitim, güvenlik ve diğer (sağlık, barınma, kapasite yetersizliği ve uyum konularını içeren) başlıklarında etkileri araştırılacak ve Suriyeliler kaynaklı etkiler, tehditler ve fırsatlar kapsamında tespit edilmeye çalışılacaktır. Sonuç kısmında politika üreticilere bazı tavsiyelerde bulunulmaya çalışılacaktır. 


Giriş 

 Göç, insanların dünya üzerindeki hareketliliğini ifade eden bir kavram 
olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlık, tarih boyunca hareketliliğini 
sürdürmüştür. Bu hareketlerin sebeplerinden en başta gelenleri, kışların 
sertliği ve yazların kuraklığı gibi iklim ve yer üstü-altında bulunan 
kaynaklarda oluşan coğrafi şartlardır. İçerisinde yaşanılan bölgenin değişen 
hava koşulları ve mevcut veya potansiyel yeraltı-üstü kaynakları insanları 
bir bölgeden diğerine gitmeye teşvik etmiştir. İçinde bulunulan zamanın 
şartlarına da uygun olarak kabileler arasındaki anlaşmazlıklar ve bunlara 
bağlı çatışmalar, modern devletin kurulmasından sonra iç savaşlar, ülke 
işgalleri, din ve millet ayırımları, siyasal sistemlerin değişiklikleri, özellikle 
insan hakları ihlalleri ve bu hakların eşit bir şekilde dağıtılmaması, salgın 
hastalıklar başta olmak üzere sağlıkla ilgili sorunlar, nüfus artışı ve 
bağlantılı olarak kaynakların yetersizliği nedenleriyle duyulan kaygılar 
insanların doğup büyüdükleri yerlerden başka coğrafyalara yer değiştirmesi 
sonucunu doğurmuştur. 

 Anadolu coğrafyası, hem dünyadaki jeopolitik konumu hem de yeraltı-üstü kaynakları ile insan hareketliliklerinin tarih boyunca yaşandığı bir bölge olmuştur. Bireysel veya kitlesel olarak Anadolu coğrafyasına yakın doğudan batıya Avrupa’ya, güneyden Afrika’dan Kuzey Avrupa’ya gelişmiş ülkelere göç sürekli bir hal almıştır. Özellikle modern devletlerin kuruluşundan sonra meydana gelen dünya savaşları nedeniyle imparatorlukların ortadan kalkması ve sömürge devletlerin bağımsızlıklarını kazanması göçe sebep olmuştur. 
Bu göçlerden Türkiye de nasibini almıştır. 

 Uluslararası toplum, BM şemsiyesi altında ana felsefesi göç dolayısıyla mağdur olabilecek insanları korumak olan “Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin Sözleşme (1951) ve Mültecilerin Statüsüne ilişkin 1967 Protokolü” ile bu konuda bazı kararlar almıştır. Bu sözleşmede sığınmacı ve mülteci kavramları ile bu statüdekilere nasıl davranılacağı belirlenmeye çalışılmıştır. Söz konusu sözleşmede mülteci; ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşleri yüzünden haklı bir zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve söz konusu korku yüzünden ilgili ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kişi, sığınmacı ise; İlgili ulusal ya da uluslararası belgeler çerçevesinde bir ülkeye mülteci olarak kabul edilmek isteyen ve mültecilik statüsüne ilişkin yaptığı başvurunun sonucunu bekleyen kişi olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlara uyan kişiler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) korumasından yararlanmaya hak kazanan kişilerdir. Ülkeler ve BMMYK bu durumdaki kişilerin geri gönderilmemesi ve koruma altına 
alınmasını taahhüt etmişlerdir. Türkiye bu sözleşmeye taraf olmuş, ancak 
coğrafi çekince koymuştur. Bu coğrafi çekince, doğudan gelenlerin Türkiye 
Cumhuriyeti tarafından mülteci kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir. 

 Göç ile gelen kişilerin tarihsel süreçte yaşanılan göçlerde topluma sosyal, ekonomik, siyasal, güvenlik vb. birçok konularda etkilerde bulundukları görülmüştür. Bu makalede özellikle Suriyeliler bağlamında Türkiye’ye etkileri ve bu etkilerin “tehdit mi yoksa fırsat mı” olduğu yayımlanmış kitap, rapor, resmî devlet kuruluşları beyanları yardımıyla araştırılmaya çalışılacaktır. 

1. Türkiye’deki Suriyeliler 

 Suriye’de 2011 yılında başlayan huzursuzluklar, kısa zamanda çatışmalara ardından da sayısız aktörü olan bir iç savaşa dönüşünce, ciddi insanlık krizlerinden biri yaşanmaya başlanmıştır. Halen devam eden bu durum kısa ve orta vadede Suriye ve çevre ülkelerde değişik etkiler yaratabilir. 

Suriye’den Türkiye’ye yönelik ilk toplu nüfus hareketi, 29 Nisan 
2011 tarihinde Hatay ili Yayladağı ilçesinde Cilvegözü sınır kapısında 
gerçekleşen 252 Suriyeli vatandaşın sınırdan içeri alınmasıyla başlamıştır (Erdoğan, 2015:5). Suriyelilerin kitlesel olarak gelmesinde başta insani gerekçeler olmak üzere, coğrafi yakınlık, inanç ve kültür yakınlığı gibi 
sebepler ile Türkiye “Açık Kapı Politikası” uygulamıştır (Duruel, 2017:208). İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM)’nün 

Tablo-1’ de görülen resmi kayıtlarına göre 2011 yılı sonunda 14.237, 2012 yılı sonunda 224.655, 2013 yılı sonunda 1.519.286, 2014 yılı sonunda 2.503.549, 2015 yılı sonunda 2.834.441, 2017 yılı sonunda 3.426.786 ve 24.05.2018 tarihi itibarı ile 3.589.384 Suriyeli koruma altına alınmıştır (GİGM, 2018). 




Tablo-1: Türkiye’deki Suriyeliler (GİGM Verisidir. 24.05.2018 tarihi itibarı ile) 


 Türkiye; açık kapı politikası gereği Suriyelileri ülkeye kabul etmiş, ilk 
gelenlerden itibaren barınma merkezlerine yönlendirmiş, kitle göçü haline 
geldiğinde ise ülkede istedikleri yerlere yerleşmelerine izin vermiştir. 
Suriyelilerin en fazla yaşadığı iller ve miktarları Tablo-2’de görülmektedir. 




Tablo-2: Suriyelilerin İllere Göre Sayısal Dağılımı (GİGM Verisidir. 24.05.2018 tarihi itibarı ile) 

 Suriyelilerin illere göre sayısal dağılımına bakıldığında bazı illerde 
yüksek rakamlar göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra bazı illerde Türk nüfus 
ile Suriyelilerin neredeyse aynı sayılara ulaştığı görülmektedir. İllerdeki 
yoğunluk hakkında bir kanaat edinebilmek için o ilde yaşayan Suriyelilerin 
Türk vatandaşlarına oranına bakmak daha uygun olacaktır. Örneğin 
İstanbul; 560.959 Suriyeliyi barındırmakla beraber 15.029.231 Türk nüfus 
içerisinde bu oransal olarak % 3,73 ile Türkiye ortalaması olan % 4,44’ün 
altında kalmaktadır. Oransal olarak Gaziantep (%19,18), Hatay (%28,29), 
Kilis (%95,91), Mardin (%11,48), Mersin (%11,59), Osmaniye (%10,34), 
Şanlıurfa (%23,97) illeri yüksek oranlarda Suriyeliyi misafir ederken 
Suriyeliler kaynaklı etkilerin en fazla hissedildikleri yerler olmaktadır. 
Diğer bir konu ise bu illerde Suriyelilerin nerede yaşadıkları ile ilgilidir. 
Erdoğan araştırmasında kentlerde yoksul kitlelerin yaşadıkları semtlerde 
yoğunlaştıkları sonucuna ulaşmıştır (Erdoğan, 2017:23). 

 Hâlihazırda Türkiye’de bulunan Suriyelilerin 228.221 (% 6)’i barınma 
merkezlerinde (10 ilde 21 adet), kalan 3.195.986 (% 94) Suriyeli ise Tablo-
3’te görüldüğü gibi Türkiye’nin dört bir tarafına dağılmış durumdadır. 




Tablo-3: Suriyelilerin Geçici Barınma Merkezleri Dağılımı (GİGM Verisidir. 24.05.2018 tarihi itibarı ile) 

 Yaş durumları ise Tablo-4’te görüldüğü gibi genç nüfustan oluşan bir 
topluluk şeklinde görülmektedir. Suriyelilerin okul öncesinde 505.904, 
Türkiye’de zorunlu eğitim yaşında olan (5-18) 1.150.791, çalışma yaşında 
olan (18-65) 1.863.414 kişi oldukları görülmektedir. Bu rakamlardan 
hareketle Türkiye’de doğmuş Suriyeli çocukların sayısının 500 binin 
üzerinde olduğu, erkeklerin 1.947.053 (% 55) ve kadınların 1.642.331 (% 
45) kişi oldukları göze çarpmaktadır. 


Tablo-4: Suriyelilerin Yaş Dağılımı (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Verisidir. 24.05.2018 tarihi itibarı ile) 

 Yaşlara 15-39 yaş aralığına bakılırsa en fazla kadın erkek arasındaki 
sayı farklılığı göze çarpmaktadır. Bu da dünyada yaşanan hareketliliklerde 
yaşanan temel sorun yalnız genç erkek gerçeğini ortaya koymaktadır. 
Bu sorun Murat Erdoğan’ın da belirttiği gibi özel riskler yaratma potansiyeli 
taşıdığı söylenebilir (Erdoğan, 2017:25). 

2. Suriyelilerin Türkiye’de Bulunuşlarına İlişkin Yapılan Düzenlemeler 

 Türkiye’ye Suriye’den 29 Nisan 2011’de gelen ilk grup, ilk çadır kent 
alanı olarak Yayladağ merkeze yerleştirilmiş, daha sonrasında devam eden 
girişler üzerine ise 09 Haziran 2011 tarihinde Altınözü ve 12 Haziran 2011 
tarihinde Boynuyoğun Çadır Kentleri kurulmuştur. Türk Hükümeti, T.C. 
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve Türk 
Kızılay’ı aracılığıyla ilk girişlerin olduğu günden itibaren bölgede, zaman 
zamanda “sıfır noktası” olarak tabir edilen Türkiye sınırı dışındaki bölgede 
insani yardım faaliyetlerine başladı (Kızılay Suriye Krizi Genel Bilgiler, 
2017). Türk hükümeti, Suriye’den ilk kafile girişinden 11 ay sonra krizle 
mücadele etmenin yasal ve idari çerçevesini çizen bir yönergeyi yürürlüğe 
koymuştur. 30 Mart 2012 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından “Türkiye’ye 
Toplu Sığınma Amacıyla Gelen Suriye Arap Cumhuriyeti Vatandaşlarının 
ve Suriye Arap Cumhuriyetinde İkamet Eden Vatansız Kişilerin Kabulüne 
ve Barındırılmasına İlişkin Yönerge” ile ortaya çıkan bu kitlesel göç akınını 
yönetmenin esaslarını belirlemiştir. Sürecin yönetilmesi için “T.C. Başbakanlık Suriyeli Sığınmacılar Genel Koordinatörlüğü” oluşturulmuş ve 20 Eylül 2012 tarihli Başbakanlık genelgesi ile “Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar konusunda kamu kurumları arasındaki her türlü konunun koordinasyonuyla ilgilenmek üzere” Gaziantep’te görev yapan bir Koordinatör Vali atanmıştır. 

 Hem Türkiye’de ortaya çıkan ihtiyaç hem de başta AB olmak üzere uluslararası kurumlardan gelen talepler dikkate alınarak yapılan hazırlıklar sonrasında, mülteciler-sığınmacılar konusunda içinde Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün (GİGM) kurulumunu da sağlayan ilk kapsamlı yasal düzenleme 2.2.2013 tarihli 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile gerçekleş tirilmiştir. GİGM, yasanın 11 Nisan 2013 tarihinde yayımı itibari ile diğer düzenlemeler ise yasanın yayımı tarihinden 1 yıl sonra 11 Nisan 2014’te yürürlüğe girmiştir. Yasa çerçevesinde kurulan ve sürecin sivilleşmesi bakımından son derece önemli olan GİGM’nin, iltica ve göç yönetimine ilişkin sorumluluğu kademeli olarak o tarihe kadar yabancılar konusundaki işlemleri yürüten Emniyet Genel Müdürlüğü’nden devralması öngörülmüştür. GİGM, Genel Müdüre bağlı Merkez Teşkilatı (Göç Politikaları ve Projeleri, Hukuk Müşavirliği, Eğitim, Bilgi Teknolojileri, Yabancılar, Strateji Geliştirme, Uyum ve İletişim, Destek Hizmetleri, Uluslararası Koruma, İnsan Ticareti Mağdurlarını Koruma, 
İnsan Kaynakları, Dış İlişkiler Daire Başkanlıkları) ve Sürekli Kurul ve Komisyon lar (Göç Danışma ve Düzensiz ile Mücadele Kurulları ile Uluslararası Koruma Değerlendirme Komisyonu) ve Taşra Teşkilatı (81 İl Göç İdaresi Müdürlüğü) ve Yurt Dışı Teşkilatlarından (Göç Müşavirlik ve Ataşelikleri) teşkil edilmiştir (YUUK, 2013). 

 Uluslararası koruma bakımından 11 Nisan 2013’te yürürlüğe giren YUKK; Türkiye mevzuatında daha önce yer almayan uluslararası koruma çeşitleri olarak “mülteci”, “şartlı mülteci”, “ikincil koruma” ve “geçici koruma” terimlerini getirmiştir. 1951 BM Sözleşmesinde Türkiye’nin getirdiği coğrafi çekince kuralından vazgeçilmeyerek bu terimler tanımlanmış, özellikle YUKK temelde özellikle Suriyelilere yönelik “geçici koruma” getirmiştir. Bu Kanunun 91’inci maddesi gereğince 22 Ekim 2014’te “Geçici Koruma Yönetmeliği” Türkiye’deki ve sonradan gelecek Suriyelilere yapılacak işlemleri içerecek şekilde hazırlanmıştır (Geçici Koruma Yönetmeliği, 2014). Yönetmelikte 1’inci madde Suriyelilerin geçici koruma altında olduğunu özel olarak ifade etmektedir. Yönetmelik ile 
Suriyeliler için geçici koruma hukuki zemine dayandırılmıştır. Yönetmelik 
15’inci maddesi ile Bakanlar Kuruluna geçici korumanın sınırlandırılması 
ve durdurulabilmesi yetkisini vermiştir. Yönetmelik, bu tür kayıt altına alma 
konusunda yaşanan ve yaşanacak sorunları da ortadan kaldırmak amacıyla 
yabancılara adres kayıt sistemine kayıt yaptırma zorunluluğu getirmiştir. 
Yabancılara, ancak kayıtlı oldukları illerde bulunmaları şartı ile temel hizmetlere ve diğer sosyal yardımlara erişim hakkı sağlamıştır. 

Yönetmelikte kadın ve çocuklar konusunda özel koruma önlemlerinden söz 
edilmektedir (Erdoğan, 2015:55-56). 

 GİGM’nin teşkilatlanmasının ardından Göç İdaresi (GİGM Suriyelilerle İlgili Çalışmalarımız, 2017) tarafından çıkarılan 13.08.2014 tarihli ve 22 sayılı Genelge, 17.10.2014 tarihli ve 29 sayılı Genelge, 15.12.2014 tarihli ve 36 sayılı Genelge, 25.07.2014 tarihli ve 2014/429 sayılı Talimat yazı, 23.11.2014 tarihli ve 98022 sayılı Talimat yazı ile Suriyelilerin kayıtları, temel hizmetleri, sosyal yardımlar, güvenlik, acil durum işlemleri düzenlenmiştir. 

 AFAD tarafından krizin başından itibaren kurulan GİGM’ye bağlı Barınma Merkezleri ile ilgili 22.04.2014 tarihinde Kabul ve Barınma Merkezleri ile Geri Gönderme Merkezlerinin kurulması, yönetimi, işletilmesi, işlettirilmesi ve denetimi hakkında yönetmelik çıkarılmıştır. 

 Suriyeli çocukların Türk okullarına ve Geçici Eğitim Merkezlerine (GEM) kayıt olmalarına ilişkin yasal çerçeve MEB’in 2014/21 genelgesiyle belirlenmiştir. GEM, geçici koruma altında bulunan Suriyeliler için kurulan eğitim kurumlarıdır. 2018 yılından itibaren MEB, barınma merkezlerinde yaşayanların merkezlerde bulunan okullarda, diğer çocukların ise Türk eğitim sistemi içerisinde eğitim alacağını belirtmiştir. MEB; 23 ve 26 Eylül 2013 tarihli genelgeler, AFAD ise 18 Aralık 2014 tarihli genelgeler ile eğitimi yürütmektedir. 

 YUUK 89’uncu madde iş piyasasına erişim ile ilgili olarak; 

 • Başvuru sahibi veya şartlı mülteci, uluslararası koruma başvurusu 
tarihinden altı ay sonra çalışma izni almak için başvurabilir, 

 • Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi, statü alma tarihinden 
itibaren bağımlı veya bağımsız olarak çalışabilir, 

 • Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibinin iş piyasasına erişimi, durum ve çalışma hayatındaki gelişmeler ile istihdama ilişkin sektörel ve ekonomik şartların gerekli kıldığı hallerde, belirli bir süre için, tarım, sanayi veya hizmet sektörleri, belirli bir meslek, iş kolu veya mülki veya coğrafi alan itibari ile sınırlandırılabilir, 

 • Usul ve esaslar bakanlığın görüşü alınarak ÇSGB tarafından belirlenir. 

 Yükümlülükler kapsamında ise başvuru sahibinin çalışma durumuna ait güncel bilgileri otuz gün içinde bildirmesi, gelirlerini, taşınır ve taşınmaz mallarını otuz gün içinde bildirmesi, adres, medeni hal değişikliklerini 20 iş günü içinde bildirmeleri; kendisine sağlanan hizmet, yardım ve diğer imkânlardan haksız olarak yararlandığının tespit edilmesi halinde, bedellerini tamamen ve kısmen geri ödemekle yükümlüdür (YUUK, 2013). 

 Geçici Koruma Yönetmeliği 29’uncu madde; 

 • Geçici korunanların çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar bakanlığın 
görüşü alınarak ÇSGB teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir, 

 • Geçici koruma kimlik belgesine sahip olanlar çalışma izni için 
ÇSGB’ye başvurabilir, 

 • Yabancıların çalışamayacağı iş ve mesleklere ilişkin mevzuattaki 
hükümler saklıdır, 

 • Verilen çalışma izinlerinin süreleri, geçici koruma süresinden fazla 
olamaz, geçici koruma sona erdiğinde izin sona erer, 

 • Verilen çalışma izni kanunda düzenlenen ikamet izinleri yerine 
geçmez (GKY, 2014). 

 Ayrıca Bakanlar Kurulu tarafından 11.01.2016 tarihinde 15.01.2016 
tarihli “Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair 
Yönetmelik” çıkarılmıştır. Bu yönetmelik; 

 • Çalışma izni başvurusu geçici koruma sağlanan yabancıları 
çalıştıracak işverenler tarafından yapılır, 

 • İş yerinde geçici koruma kapsamında çalışan sayısının, aynı iş 
yerinde çalışan Türk vatandaşı sayısının % 10’unu geçmemesi, 

 • Sağlık meslek mensupları için Sağlık Bakanlığı’ndan, eğitim meslek 
mensupları için MEB’den veya YÖK’ten izin alınması, 

 • Çalışma izni başvurusuna ilişkin Bakanlıkça değerlendirmenin 
sonucu, işverene ve İçişleri Bakanlığına çevrimiçi olarak bildirilmesi, 

 • Çalışma izni verilen geçici koruma sağlanan yabancının, işinin 
gereği olarak farklı bir ilde bulunmasının zorunlu olduğu hallerde Göç 
İdaresi İl Müdürlüğüne bildirmekle yükümlü olması, 

 • Geçici koruma sağlana yabancının çalışma izin muafiyeti veya izni 
olmaksızın Türkiye’de çalışamayacağı/çalıştırılamayacağı, 

 • Her seferinde en fazla bir yıl süreli izin verileceği hususlarını 
kapsamaktadır demektedir. 

2.Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder