göç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
göç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2020 Pazar

GÖÇ VE GÜVENLİK: AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÖÇÜN GÜVENLİK PERSPEKTİFİNDEN YORUMLANMASI

GÖÇ VE GÜVENLİK: AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÖÇÜN GÜVENLİK
PERSPEKTİFİNDEN YORUMLANMASI


Tolga Sakman*
* TASAM (Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi) Avrupa Birliği Masası Uzman Yardımcısı.

Özet

21.yy’a kadar uluslararası göç, göç alan ülkeler tarafından ekonominin gelişmesi için bir araç, göç veren ülkeler için de az gelişmişliğin bir sembolü olarak görülmüştür. 2003 yılına gelindiğinde 20,5 milyon göçmen Batı Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. Fakat bu ülkelerde yaşanmaya başlanan siyasi ve ekonomik gelişmeler göçmenlerin de varlığı konusunda bazı sorunların yaşanmasına neden olmuştur. İlk başta yasa dışı göç ve iltica ile başlayan tartışmalar daha sonra yasal olarak bu ülkelere yerleşmiş bulunan ‘yabancılar’ için de kendini göstermeye başlamıştır. Avrupa Birliği içinde önde gelen göç alan ülkelerde (Almanya, İngiltere gibi) üçüncü ülkelerden gelenlerin yanında diğer Birlik üyesi ülkelerden gelenlere karşı dahi toplumsal ve siyasal tavır değişmekte dir. Bu tavır değişikliğinin sebepleri araştırıldığında ekonomik ve siyasi endişelerin temel teşkil ettiği görülmektedir. Ayrıca kendilerine karşı gelişen bu süreçten göçmenlerin de kaygı duyduğu ve bu kaygının varlıklarına yansıdığı da bir gerçektir. İş bu sebepten, göçün bazı siyasiler ve akademisyenler tarafından güvenlikleştirildiği görülmektedir. Bu bağlamda sorulması gereken göç ile güvenlik arasındaki ilişkinin yapısıdır: Göç, Devlete ve Ulusal çıkarlara doğrudan bir tehdit midir yoksa devletin ve toplumsal aklın refleksleri neticesinde bireyin güvenliğini de etkileyecek bir olgu mudur? Ayrıca sadece kendi ülkelerinde yaşamak yerine yasal olarak başka bir toprakta hayatını devam ettirmeye çalışmanın güvenlik çerçevesinden bakılacak bir durum olmadığı görüşünü dile getiren siyasiler ve akademisyenler de mevcuttur.

Giriş

Avrupa’nın ekonomik kalkınmasını takip eden dönemde birçok coğrafyadan
kalkınmış Avrupa ülkelerine göç başladı. Hatta bu kalkınmayı hızlandırmak için
yabancı ülkelerden işçi isteyen bu ülkelerin kendisiydi. Fakat bu göç akışının
durdurulamaması nedeniyle Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen sayısı 2003 yılına gelindiğinde 20,5 milyonu bulmuştur. Göçmenler, son yıllarda
muhafazakârlaşan bir görüş çerçevesinden, iktidarlarca yönetsellik sürecinde
kullanılmaktadırlar. Bu bağlamda göçmenler ulusal egemenliğin karşısında mutlak bir korkuya dönüştürülmüşlerdir.1

Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra güvenlik, terörizm, göç ve toplumsal korkular arasındaki sınırlar birbirine geçmiştir. Göç, 21. yüzyılın en önemli güvenlik endişelerinden biri haline gelmiştir. Bunun yanında, göçün siyasallaştırılması, demokrasinin getirdiği birlik ve çoğulculuk söylemleri arasındaki çatışmaların ulusal hükümetleri etkilemesiyle kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bir süreçtir. Fakat bu süreçte ortaya çıkan çeşitli söylemler arasında (ekonomik fayda olarak göç, güvenlik endişesi olarak göç, göçün liberalleşmesi vb.) 11 Eylül saldırılarının da hızlandırıcı etkisiyle güvenlik söylemi baskın çıkmıştır. Avrupa Birliği’nde son yıllarda ‘ekonomileştirme’ (nitelikli işgücüne olan ihtiyacın vurgulanması) ve ‘güvenlikleştirme’ söylemleri öne çıkan söylemlerdir. 11 Eylül saldırıları ile güvenlikleştirme ağır basmaya başlasa da son yıllarda AB ülkelerinde yaslanan nüfusla birlikte genç iş gücü ihtiyacının giderek artacak olması ekonomileştirme söylemini de ön plana çıkarmaya başlamıştır. Güvenlikleştirme söyleminin baskın olmasının sebebi, ulusal hükümetlerin giderek artan göç akımını engelleme, medya baskılarını yatıştırma ve kamuoyunu göçe ilişkin korkuları konusunda rahatlatmaya ilişkin yaklaşımları ile yakından ilgilidir. 2004 yılında İngiliz İçişleri Sekreterliği görevinde bulunan David Blunkett’in de belirttiği gibi, sosyo-ekonomik açıdan sorunlu dönemlerde toplum günah keçisi arama ihtiyacını genelde göçmenlere yöneltmektedir.2

1.Siyasi Hayatın Güvenliği ve Göç

AB’nin göçü güvenlikleştiren boyutunu çözebilmemiz için temel metinlere ve
toplantılardan çıkan kararlara bakmak gerekmektedir. Bu metin ve kararlar AB’nin politikalarını şekillendirdiği düşünüldüğünde, üye devletlerin göç politikalarının güvenlikleştirilmesi adımlarını takip etmemiz kolaylaşacaktır.

Öncelikle ele alınması gereken, AB’nin kurucu anlaşması olan Maastricht
Anlaşmasıdır. Bu anlaşma, göçten söz eden ve bu konuyu iç güvenlik meselesi olarak değerlendiren bir belge niteliğindedir. Belge, ilk olarak birliğe üye olmayan üçüncü ülkelerden gelen göçmenlerin girişlerini, birliğe üye ülkelerde kalma ve çalışma şartlarını düzenlemekten söz etmektedir. K.1 maddesinin 3. fıkrasında göç konusunu düzenleyen anlaşma, AB üyesi olmayan ülkelerden gelenlerin AB bölgesine giriş ve dolaşım koşulları, aile birleşmeleri ve çalışma hakkı gibi konuları da içerecek biçimde oturma koşulları ve kontrol dışı göçle, oturma ve çalışma ile mücadele edilmesi ortaya konulmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlar gibi konulardaki düzenlemeler yine Sözleşmenin göç ile ilgili olan başlığının altında irdelenmiştir.3

AB’nin bir diğer temel anlaşması olan Amsterdam Anlaşması da göç konusundaki
düzenlemeleri nedeniyle incelenmesi gereken bir sözleşmedir. Amsterdam
Anlaşması’nda birinci bölümde Avrupa Anlaşması’na eklenmesi gereken maddeler bölümünde birinci maddenin beşinci fıkrasında Avrupa Birliği’nin şekillendirmesi gereken temel hedeflerden biri olarak göç konusu da yer alır. Birliğin ekonomik ve sosyal bir ilerleme sağlayarak istihdam yaratması gerektiği, ortak kimliği güçlendirerek dış ve savunma politikasını kurması gerektiğinin dillendirilmesinin ve üye ülkelerde vatandaşlık bağlamında temel hak ve özgürlüklerin korunması gerekliliğinin hemen ardından Birliğin bir özgürlük, adalet ve güvenlik alanı olmasından bahsedilmiştir. Bu alanda kişilerin serbest dolaşımının güçlendirilmesi gerektiği düşüncesi ortaya konulmuştur. Bunu yapabilmek için göç ve sığınmacıları engellemek üzere dış sınırların yükseltilmesi, suçla mücadele edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Üye olmayan devletlerden gelen kişilerin AB’ye girişlerinde uygulanması gereken vize sisteminin nasıl olması gerektiğini de anlatan sözleşme, bunu iç güvenliğin bir gerekliliği olarak ortaya koymaya çalışmıştır. Anlaşmada göç konusu birçok maddede işlenmiştir. 73 Maddesi ile sınırların güvenlikleştirilmesi bakımından
vize politikasından bahsedilmiştir. Bu politika ile sınırlardan giriş, vize politikası ile kurala bağlanacak ve AB üyesi olmayan ancak bölgeye giriş yapmak isteyen kişiler giriş yapmak istediği AB ülkesinden vize alacaktır. Amsterdam Anlaşması metnin birçok yerinde Avrupa’yı temel olarak, özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olarak tanımını yapmıştır. Anlaşma’daki madde B’ye göre; özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olan Avrupa coğrafyasının bu şekilde korunması, dışarıdan gelen her türlü göç için gerekli önlemlerin alınması ile gerçekleşecektir.4
Kasım 1999’da Tampere’de gerçekleşen Avrupa Komisyonu toplantısında,
Avrupa’nın bir özgürlük alanı olduğu tekrar vurgulanmıştır. Bu alanın korunması
gerektiği ve bu korumanın da bahsedilen özgürlük alanına doğru gelen ve suç unsuru teşkil eden göçmenlerin uzakta tutulması ile sağlanabileceği vurgulanmıştır. Bunu gerçekleştirmek için ise dış sınırların en iyi şekilde korunması gerekmektedir. Bu amacın ‘güvenli ve açık Avrupa’ için mutlaka gerekli olduğu belirtilmiştir. Göçün geldiği ve geçtiği transit ülkelerin de kıtaya doğru gelen göç rüzgârını önlemede önemli gören çalışma belgesi bu bölgelerde ki çalışma, yaşam, koşullarının da iyileştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Toplantı sonucunda ortak bir bakış açısı da açık ve güvenli Avrupa Birliği’nin Cenova Sözleşmesi ve diğer insan haklan enstrümanların kurallarına tam olarak uyumlu bir şekilde gelişmesi yönündedir.

Tampere’nin kilometretaşları olarak nitelenen, AB’deki özgürlük, güvenlik ve adalet alanı için temel teşkil eden konulardan 4. madde de bu doğrultuda AB bölgesinde yaşayan, hukuksal olarak oturma izni olan grupların ve kişilerin AB toplumuna entegrasyonu için ortak bir yaklaşım belirlenecektir. 10 madde ile ortak bir göç ve sığınma politikası belirlenmesinin çağrı yapan söz konusu toplantının sonuç deklarasyonunda, 11. Madde ile ortak göç politikasının belirlenmesi için sadece Avrupa bölgesinde düzenleme yapmanın yeterli olmayacağı, göçün geldiği ya da transit olarak geçtiği ülkelerde de bir takım düzenlemeler yapılması gerektiği ifade etmiştir. Bu düzenlemeler, yoksullukla mücadele, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, iş fırsatlarının yaratılması, çatışmaların önlenmesi, kadın ve çocuk temelinde demokratik insan haklarının sağlamlaştırılması gibi noktaları içermektedir. 18. madde ile AB’nin daha etkili bir entegrasyon politikasını amaçlaması gerektiği ifade edilmiştir. Bu politika entegre edilmek istenen kişilerin hak ve sorumluluklarını AB vatandaşları ile karşılaştırılabilecek şekilde garantilemek amacını taşımalıdır. AB aynı
zamanda ekonomik sosyal ve kültürel yaşamda ayrımcılığın önlenmesini geliştirmeli ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı önlemler geliştirilmelidir.5
2002 yılında Seville’de yapılan Avrupa Konseyi’nin sonuç bildirgesinin 28.
maddesinde, mücadele kapsamında kısa ve uzun vadede alınan önlemlerin 1951
tarihli Cenova Sözleşmesi ile uyumlu olacağı ifade edilmiştir. Bu doğrultuda yasa dışı göçle mücadele ve insan kaçakçılığının engellenmesinde Birlik politikaları Birliğin ve üye ülkelerin kabul kapasiteleri doğrultusunda yasal yollarla giriş yapıldığı takdirde iyi bir yaşamın göçmenleri beklediğine dair öncelikle yasal bir istek yaratılmak istenmesi üzerine kurulur.6

AB Konseyi’nin 2003 yılında yayınladığı Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde dış boyutu oldukça önemli görülen tehditler arasında düzensiz göç de sayılmaktadır. Söz konusu belgede, terörizm ile bağlantılı olabilecek konular arasında görülen ve suç örgütlerinin faaliyet gösterdiği alanlar arasında düzensiz göç de sayılmıştır.7
Güvenlik endişeleri, göç ve suç arasında algılanan bağlantılardan da
kaynaklanmaktadır. 2002 yılındaki Avrupa Sosyal Anketine katılanların % 70’i,
göçmenlerin bir ülkenin suç sorunlarını arttırdığına inanmaktadır. 
Bu oran Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Norveç’te %85’in üzerine çıkmıştır.8

2. Kültürel Hayatın Güvenliği ve Göç 

Göç politikasının Avrupalılaştırılması sadece teknik ve profesyonel bir konu olmaktan çıkmış, aynı zamanda sıcak bir politik konu olarak değerlendirilmekte dir. Sosyal hayatta karşılaşılan zıtlıklar ve korunmaya çalışılan kimlik algısı nedeniyle göçün kültürel olarak güvenlikleştirilmesine neden olmaktadır. Kültürel kimliğin şekillenmesi ve korunması, göç sorununa ve ait olma politikasına bağlantılı olarak temel konulardan biri haline gelmiştir. 
Kültürel kimlik fikrinin siyasi bir malzeme olması durumunda ise göçün birçok konu ile ilişkilendirilebileceği görülebilir. Bunlar; çok kültürlülük, Avrupa kimliği, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktır.
Göçün kültürel olarak güvenlikleştirilmesinin, kültürlerin birbirleri ile olan
mücadeleleri üzerinden değil, toplumun politik ve sosyal entegrasyonundaki
belirsizliği üzerinden yapıldığı ortaya çıkan bir gerçektir.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası İslami grupların Batı medeniyeti içinde şiddet kaynağı olarak sunulması ve Batı tarzı yaşam ve değerlere ayak uydurama maları, AB’de ‘medeniyetler çatışmasını’ gündeme getirir. 
Bu çatışmaya göre Avrupa’da İslam, sivil anlamda politik bir güç olarak doğmaktadır.9 Kimlik bağlamında güvenlik söylemini oluşturmada yine medyanın çok önemli bir rol üstlenerek göçmenlerin gettolarda yaşadıklarını ve gettolaştıkları tezini toplumun gündemine sokmuştur. 

Örneğin 2005 yılında Paris’in kuzeyinde yer alan bir banliyöde Afrika kökenli göçmenler tarafından başlatılan isyan, medyada ve kamuoyunda çok ses getirmiştir. İki genç göçmen, bu banliyöde polisten kaçarken sığındıkları yerde elektrik çarpması sonucu ölmüştür. 

   Bu olay, olayın yaşandığı banliyöde ve Fransa’da birçok banliyöde isyana neden olduğu gibi, Avrupa’da, Hollanda gibi ülkelere, sıçramasına da neden olmuştur. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği banliyölerde birkaç gün süren direnişler görülmüştür. Bu direnişleri geldikleri ülkenin düzenine bir direniş gibi gösteren medya, özellikle uyum sağlayamadıkları düşünülen 15-17 yaş arasındaki gençleri haber yaparak direnişi kamuoyuna iletmiştir. Dönemin Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy “bizimle bu ülkede yaşıyorlarsa bu ülkenin kural ve kanunlarına uymak zorundalar” 10 söylemi ile göçmenlerin uyumsuzluk larını medya aracılığı ile ilan etmiştir.

AB bilindiği üzere sosyal ve siyasi birleşmeyi yeni dönemde önüne hedef olarak
koymuştur. Ancak bu bütünleşmede dil, etnik köken, din gibi bazı kimlik alanları
hedefi etkileyebilmektedir. Avrupa vatandaşlık olgusunun gelişimi bu sorunu
giderecek bir seçenek olarak görülmektedir. Bu vatandaşlık projesi ile evrensel haklar ve çok kültürlülüğü benimseyen, aynı zamanda geleneksel ulusal kimlikten bir parça bir şeyler taşıyan bir olgunun peşine düşüldüğü söylenebilir.11

Kimlik kavramsal olarak aynı olmayı belirten bir durumun sonucudur. Kimlikle birey kendini toplumsal bir grupla ve grubun değerleri özdeşleştirmektedir.12 Kimliğin neden oluşturulduğu, ne gibi işlevlerinin olduğu sorularına güvenlik perspektifinden bakıldığında karşımıza aidiyet duygusu ve sosyal çevre faktörü çıkmaktadır: İnsanlar güvenlik ihtiyaçlarını bir gruba ait olduklarında karşılarlar ve grup, kolektif kimliğini sosyal çevreye taşımak, yaymak ister. Sıklıkla etnik, dinsel, ulusal ve diğer politik kimlikler bu sosyal çevreye yayılışta kabul edilebilir ifadelerle geleneğin kurulması, maddesel değişikliklerin gerçekleşmesi ve değişen tartışmalar çerçevesinde hizmet eder. Özellikle bu hizmet karmaşık, belirsiz zamanlarda grubun imajını oluşturmak açısından çok önemlidir.

Kimliklerini oluştururken gruplar sadece içlerindeki olumlu birleştirici öğelere, din, dil ortak geçmiş ve gelecek ülküsüne vurgu yapmazlar. Kendi tanımını kendine göre gayet açık bir şekilde ortaya koyduğunu düşünürken aslında açık ve kesin yaptığını düşündüğü tanımlama ‘öteki’nin farklılıklarından beslenerek ve dış sınırını ortaya koyarak ortaya çıkmaktadır. Diğerinin bu farklılığı, oluşturduğu dış sınır, onun kimliğini tanımlanması ve birleştirici olması açısından gereklidir.
Kimlik ve kimlikle ilgili durumların güvenlik sorunu haline gelmeden çözümlen  mesinde en önemli tema AB toplumlarının gelen göçmenleri kendi toplumlarına entegre etmesi olarak görülebilir. Örnek olarak entegrasyon yanlısı politikalar, göçü ve göçmeni sonradan gelen ve homojenize toplumu bozan, farklı
yaşam tarzı ve kültürlere sahip olduklarından dolayı toplumun iç istikrarını
kırılganlaşması ile güvenlikleştirilir.13

Avrupa’nın göç alan ülkeleri uzun süre kalacağı anlaşılan hatta yerleşik olacak
göçmenler için bu göçmenleri ülke içinde kontrol edebilme politikaları ortaya
koymaya başlamışlardır. Genellikle emperyal tarihlerinden gelen pratikleri ile de
asimilasyon, entegrasyon ya da içselleştirme gibi politikalar izlemişlerdir.
Avrupa’daki sosyal bütünleşme sürecine bakıldığında ortaya çıkan 3 temel yöntem, çok kültürlülük, asimilasyon, farklılaştırarak dışlama şeklinde görünmektedir14 ve bunların uygulama alanlarında güvenliğin olduğu da açıktır.

3.Ekonomik Hayatın Güvenliği ve Göç

Önceki iki kısımda göçün, AB’de mücadele alanı olduğu, kimlik ve sınırlar
bakımından güvenlikleştirilmesi, aslında bu kısımda ele alacağımız refah devleti
açısından güvenlikleş tirilmelerinin bir sonucudur. Weiner, ekonomik bir perspektifle göçe baktığında gönderen ülke için beyin göçü yaşanırken, alan ülke için işsizlik ve konutta yetersizlik gibi bir takım sonuçların ortaya çıktığını ifade eder.15
Gelen bu insanlar ek barınma, eğitim, ulaşım hizmetlerinin de doğmasına neden
olacaklardır. Bu ihtiyaçlar ise geldikleri refah devletinin olanakları ile karşılanacaktır.

Bu olanaklara sahip olan ev sahibi ülkenin nüfusu, kendi olanaklarını gelenlerle
paylaşmayı istememektedirler.16 Paylaşılmak istenmeyen refah devletinin tanımına bakıldığında dar anlamı ile gelir transferi ve sosyal hizmetler aracılığı ile sosyal iyileştirme olarak görülebilir. Geniş anlamda ise ekonominin yönetiminde devletin daha etkin bir rol alması olarak yorumlanabilir. Geniş anlamı ile daha çok ekonomi politik bir algının oluşması mümkün olabilir.17 Savaş sonrası oldukça başarılı bir kalkınma modeli çizen Batı Avrupa, ekonomik durgunluğun yaşamaya başladığı 1970’lerle birlikte, konut, sağlık ve işsizlik güvencesi, iş ve diğer sosyal hizmetler gibi sosyal devletin nimetlerinin rekabet konusu haline gelmesine tanık olmuştur.

Yaşanan ekonomik durgunluk, vatandaşlarla göçmenleri, emek piyasasında rakip
haline getirmiştir.18

Refah devletinin kriz ve mücadele içerisinde günümüzde dışarıdan üç kollu baskı
altında olduğu söylenebilir. Bu kollar ise Küreselleşme, Avrupa Entegrasyonu, Göç olarak görülmektedir.19 Göçmen oturma iznini aldığı, yasal olarak yaşadığı Avrupa ülkesinin refah devletinin olanaklarından yararlanmaktadır. AB’nin Doğu Avrupa ile birleşmesi önemli bir ekonomik yük olmuştur.

Özellikle Avrupa’da son dönemde yaşanan ekonomik bunalım göçmenleri iki yönden oldukça etkilemiştir. Avrupa’nın birçok ülkesinde artan işsizliğin mağduru olan, Avrupa’daki işsiz nüfusun yaklaşık iki katına çıkan işsizlik oranlarıyla göçmenler, aynı zamanda yaşadıkları ülkelerin halkı tarafından da işsizliğin nedeni olarak görülmektedir. Nitekim 2009’da İngiliz işçilerin “İngiltere’deki işler İngilizlerindir” protestoları bu durumun somut bir örneğidir.20
Avrupa ülkelerinde, kendilerine ait, milli olarak algılanan refah devleti kaynaklarının başka milletlerle o kaynakların daha zor elde edildiği bir dönemde paylaşılması ‘yabancı düşmanı’ sesleri yükseltmektedir. Bu noktada ‘Yeni Sağ Popülizmi’ birçok Avrupa ülkesinde ses bulmaktadır. Öyle ki Avrupa’da Jean-Marie Le Pen, Pim Fortuyn, Geert Wilders gibi aşırı isimlerin de etkin siyasette bulunduğu döneme girilmiştir. Bu hareket öteki, yerli olmayan, dışarıdaki kavramlarını toplum literatürüne sokmaktadır.

Bu tartışmalar refah ve sosyal haklar bakımından göçmenleri istenen (vasıflı işgücü) ve istenmeyen (sığınma talep eden düşük vasıflı) olarak ikiye ayırır. Bununla birlikte göç ve göçmenler Avrupa Birliği’nde, refah devleti, entegrasyon, ve sosyal birleşme konuları çerçevesinde incelenmeye başlanır ve göç üzerinde tartışmalar bunlar üzerinden yapılır.
Refah devleti tartışmaları kapsamında işsizlik çok önemli bir sorun olarak Avrupa
gündeminde en üst sıralarda yer almaktadır. Avrupa’daki yerel halkın işgücüne
katılımı etkileyen bir faktör olarak göçmenleri görmek ilginç bir paradigmayı ortaya çıkarmaktadır. Göçmenler sadece düşük profilli işlerde değil aynı zamanda tehlikeli işlerde çalışmaktadırlar. Onlara ödenen ücret işsiz bir Avrupalının bu işlerde çalışmasını sağlamamaktadır. Bu işlere yerli Avrupalıların talebinin artması için gerekli olan şey ücretin de artırılması olacaktır.21 Göçmenlerin çalışmaya razı olması nedeniyle ücretlerin artırılmaması ve bu işlerin cazip kılınmaması ile orta halli ve düşük vasıflı yerel nüfusun işsiz kalmaya devam ettiği söylenebilir. RWI Ekonomi Enstitüsünün ölçümlerine göre göçmenlerin yılda 461 milyar dolar gelir sağladığı, 153 milyar dolarını vergi olarak ödeyerek yerli Avrupalıya iş imkanı yaratılabilecek ekonomik katkıyı sağlamaktadırlar. Bu geliri sağlarken, yabancı Avrupalılar, yani göçmenler Avrupalıların istemedikleri işlerde çalışmaktadırlar.22

AB bir serbest ticaret alanı olmanın ötesinde bir kültürel alan olma çabası
vermektedir; çünkü farklı kültürlerin ekonomik olarak bütünleşebilmesi ve ekonomik düzene uyum sağlayabilmesi için öncelikle birlik duygusunu benimseyen, Avrupalılık kimliğini içselleştiren insan bilincine ihtiyaç vardır.
Kendi vatandaşları için istihdam sorunu yaşayan AB bir de göçmenler için bu sorunu yaşarken, bunu sınır ve kimlik politikaları ile bütünleştirerek sorunsallaştırmaktadır.

Sonuç

Göçmen sayısının artması, göçü siyaseten, iç güvenlik temelinde, kültürel, sosyal veya ekonomik açıdan Avrupa’da önemli bir sorun haline getirmiş ve söz konusu ‘yabancılar’ ile yerel halk birbirlerinin farklarını çözmeye ve anlamaya başlamışken 11 Eylül saldırıları göç olgusuna bambaşka bir boyut katmıştır. Tüm çözümleme güvenlikleştirilmiş ve göç algısı üzerinden yürütülmeye başlamıştır. Dolayısıyla bu da Göç ve göçün getirdiği sorunlardan kurtulmak için en iyi çözüm olarak göçmenlerin Avrupa Kalesi’ne girmesini zorlaştırmayı hedefleyen politikaların çok verimli sonuçlar doğurmadığı artık görülebilmektedir. Yasal göçün önüne koyulan bu sınırlar yasadışı yollar için bir baskı oluşturmaktadır.
Göçün siyasi hayatın güvenliğine etkileri yasal metinlerle düzenlenmeye çalışılmıştır.

AB ve üye ülkeler tek yönlü gerçekleşen göç için gereken önlemleri bu yolla almaya çalışmaktadır. Özgürlüğün merkezi olarak lanse edilen Avrupa’nın göçmenler için de aynı temelde yaklaştığı metinler mevcuttur. Fakat genel olarak alınan kararlara göçün Avrupa güvenliğine tehdit oluşturma potansiyeline göre şekil verilmiştir.

Göçmenlerin haklarının verilmesi konusunda isteksiz olan yönetimlerin de söz konusu güvenlikleştirme temelinde hareket ettiğini anlamaktayız.
Kültürel olarak göçün güvenlikleştirme boyutu ise çok daha etkindir. Zira Avrupa’da kimlik oluşturmak son dönemin sıcak gündem maddelerinden. Bu kimliği oluştururken kullanılan argümanlardan ortak veya karşıt değerler üzerine
geliştirilenlerin göçmenler üzerine etkisi tartışılmaz. Avrupa kimliğini oluştururken kullanılan karşıtlık, göçmenlerin bulundukları ülkelerdeki hayata adaptasyonunda büyük güçlük çıkarmaktadır. Bulundukları ülkelerin bir parçası olarak hissedemeyen göçmen grupları da bu ayrışmadan dolayı kendilerini farklı bir kültürel yere oturtmaktadırlar.

Ekonomik hayata etkileri incelendiğinde ise Avrupa halklarının göçten etkilendiği
algısı ile karşılaşılmaktadır. Refah devleti durumunu negatif etkilediği düşünülen göç için devletin kaynaklarının paylaşılması için önlemler alınması gerektiği fikri genel kanıdır. İş sahipliğini de etkilediği yorumuyla karşı çıkılan göçün söz konusu devletlerin refah devleti olabilmesi için gereken altyapının oluşmasına katkısının ne denli büyük olduğu gerçeği ile incelenmelidir. Fakat bugün Avrupalı orta sınıfı üzerindeki ekonomik baskının nedeni olarak göçmenler görülmektedir. Emekleri ve vergi gibi parasal katkıları ile devletlere olan katkılarının yanında ekonomik olarak gelişmeleri ile kurdukları işletmelerde istihdam yaratmaktadır lar. Siyasal ve kültürel alanlarda güvenlikleştirilen göç olgusunun temelinde ekonomik perspektif yattığı düşüncesi bu bağlamda güç kazanan bir olgudur.
Genel olarak Avrupa’da göçün güvenlikleştirilmesi, tüm hukuksal/siyasal çabalara rağmen göçmenlerin toplumsal hayata ve söz konusu ülkelerdeki günlük yaşama entegre edilebilmesini zorlaştırmaktadır. Özgürlük ve refah odağında hareket eden AB ise göçü güvenlik açısından ele almaya başladığında ‘Avrupa Kalesi’ ya surlarını büyütmekte ya da güvenlik kuleleri inşa etmeye başlamaktadır. Böylece de ulaşılmaz, kapalı bir toplum haline gelme olasılığından söz edilebilmektedir.

DİPNOTLAR;

1 Ayhan Kaya, “Göç: Güvenlik ve Korkunun İktidarı" Uluslararası Göç Sempozyumu Bildiriler, 8-11 Aralık 2005,İstanbul. s.25
2 Alessandra Buonfino. “Between Unity and Plurality: The Politicization and Securitization of the Discourse on Immigration in Europe”, New Political Science, Vol. 26, No. 1, 2004, s.37
3 Maastricht Anlaşması, http://www.eurotreaties.com/maastrichteu.pdf, Erişim Tarihi: 12.09.2013
4 Amsterdam Anlaşması, http://www.eurotreaties.com/amsterdamtreaty.pdf, Erişim Tarihi: 12.09.2013
5 Tampere European Council, Presidency Conclusion, 15-16 Ekim 1999,
http://www.europarl.europa.eu/summits/tam_en.htm#union , Erişim Tarihi: 12.09.2013
6 Seville European Council, Presidency Conclusion,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/72638.pdf , 21-21 Haziran 2002, Erişim Tarihi: 12.09.2013
7 Council of European Union, European Security Strategy,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf , 12 Aralık 2003. Erişim Tarihi: 13.09.2013
8 United Nations Development Programme, European Social Survey, 2002. s. 89
9 Thomas Faıst, “Internatıonal Migration and Security before and after September 11 2001” International Migration Review, vol.36, no.1, 2002. ss.8, 9
10 “Curfew Fails to Stop French Riot”. BBCOnline.13.11.2005. http://news.bbc.co.uk/2/hi/4432724.stm  Erişim Tarihi: 13.10.2013
11 Cris Shore, Building Europe, London, Routledge, 2000, s.72
12 F.H. Burak Erdenir, Avrupa Kimliği Pan Milliyetçilikten Post Milliyetçiliğe, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2005, s26
13 Jef Huysmans, “The European Union and The Securization of Migration”. Journal of Common Market Studies, vol. 38, no. 5, 2000, ss.751-777. s765
14 Stephen Castles, “The Guest-Worker in Western Europe- An Obituary”, International Migration Review, vol. 20, no.4, 1986, ss.761–778.
15 Myron Weiner, “Security, Stability, and International Migration”, International Security, vol. 17, no.3, 1992-1993, s.6
16 age s.25
17 Meryem Koray, Avrupa Toplum Modeli, İstanbul, Tüses Yayınlan, 2002. s.175
18 Huysmans, age 767,768,769
19 Meıer Jaeger Mads and Jon Kvist, “Pressures on State Welfare in Post-Industrıal Societies: Is More or Less Belter?” Social Policy and Administration, vol.37, no.6, 2003, ss.555-572. s.558
20 Fatma Yılmaz-Elmas, “Avrupa’da Yükselen Duvarlar Göçmenlerin Üzerine Yıkılır mı?” , Analist, Sayı:5, Temmuz 2011, ss.4-8. s.6
21 James F Hollifield, Immigrants Markets and States The political Economy of Postwar Europe, London, Harvard University Press, 1992. ss.114-115
22 Business Week ,New York, 6 March 2000, s.92


***

16 Mayıs 2020 Cumartesi

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE SINIR GÜVENLİĞİ KONUSU, BÖLÜM 2

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ  İLİŞKİLERİNDE SINIR GÜVENLİĞİ KONUSU, BÖLÜM 2



Doğu ve güneydoğu sınırlarının diğer sınırlara oranla daha yoğun tehdit alıyor
olmasının bu bölgeye ait coğrafi özelliklerden kaynaklandığı görülmektedir. 

Fiziki şartlar sınır güvenliğini de büyük ölçüde olumsuz olarak etkilemektedir. 

Özellikle bölgede terörün ve kaçakçılığın gelişmesi, devam etmesi ve güvenlik zafiyetlerinin oluşmasında bu coğrafi durum, sosyo-ekonomik nedenlerden daha etkindir. Sınırın her iki yakın bölgesinin kayalık olması, dolayısıyla onlarca mağara ve oyuğun varlığı, illegal yapıların rahatlıkla bu bölgede yerleşmesine ve izini kaybettirmesine olanak sağlamaktadır. Derin ve sarp vadiler nedeniyle
ulaşımda yaşanan zorluklar bölgedeki güvenliğin sağlanmasını engelleyici niteliktedir. Bu bakımdan bölgede modern anlamda, gelişmiş sistemlerle güvenliğin sağlanamaması yasa dışı oluşumları avantajlı hale getirmektedir. Bölgenin iklimsel özellikleri de sınır güvenliğini olumsuz şekilde etkilemektedir. Türkiye’nin kış aylarında en düşük ısıya sahip bölgesi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dur. Dolayısıyla kış aylarında bölgenin iklimi yaşam koşullarını
olumsuz olarak etkilemektedir. Özellikle oluşan anormal fiziki şartlar, güvenlik ve ulaşım açısından olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Özellikle bölgede yaşayan vatandaşların temel ihtiyaçlarının karşılanmasında güçlüklerle karşılaşılabilmektedir. Aynı zamanda sınır güvenliğini sadece beden gücüyle yani klasik imkânlarla sağlamak bu ağır kış aylarında oldukça güçleşmektedir.22

Sınır güvenliği açısından en önemli sorunlardan birisi kaçakçılıktır. Kaçakçılık,
Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda en önemli geçim kaynaklarından biri haline gelmiş, bunun yanında terör örgütü PKK kaçakçılık faaliyetleri ile adeta özdeşleşmiştir. Örgüt hem kaçakçılık yapmakta hem de kişilerin yaptığı kaçakçılıktan da para almaktadır. Bir anlamda hem örgüt hem de kaçakçılar birbirlerinden faydalanmaktadır. Terör ortamından kaçakçılar istifade ederken kaçakçılık faaliyetlerinden doğrudan elde edilen gelirler veya sözde “vergi” adı altında alınan paralar da örgütü finansal olarak desteklemektedir.23

Sınır Güvenliğinde Yaşanan Gelişmeler

Vizesiz geçiş uygulamasıyla sınırları kaldıran AB için, AB dışındaki ülkelerle sınırı
olan üye ülkelerin sınır güvenliği daha önemli hale gelmiştir. Üyelik sürecinde bulunan Türkiye’nin, jeopolitik konumu da göz önünde bulundurulduğunda AB’nin doğu sınırı olacağı ve buradan sağlanan geçişlerin daha çok önem arz edeceği ortadadır. Farklı yapılanmalara sahip olsalar da AB ülkelerinde Entegre Sınır Yönetimi modellerinde, sivil otoriteye bağlı olunması, kara, deniz ve hava sınır birimlerinin tek bir çatı altında toplanmış olması ve atamaların sivil otorite tarafından yapılması hususları ortak özellikler olarak ortaya çıkmaktadır.24 

AB, Amsterdam Antlaşması’ndan itibaren bir özgürlük, güvenlik ve adalet
alanı oluşturma amacında olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Bununla beraber, küreselleşme, uluslararası göç, terör ve organize suç olgularının damgasını vurduğu günümüzde, sınırların etkin bir şekilde korunması, AB için hayati öneme sahip siyasal bir öncelik haline gelmiştir.25

AB uzmanlarının görüşleri doğrultusunda Türk yetkililer tarafından 2003 yılında hazırlanan Strateji Belgesi’nde, yukarıda anılan çok aktörlü ve dolayısıyla çok parçalı yapının yerini alacak İçişleri Bakanlığı’na bağlı özel eğitim almış profesyonel tek bir birimin oluşturulması yer almaktadır. Söz konusu Strateji Belgesi’nde de değinildiği üzere, Türkiye’nin coğrafi konumundan ötürü sınır geçişleri ve özellikle doğu ve güneydoğu dağlık sınırların bulunması
ile doğudaki komsularının siyasi rejimlerinin istikrarsızlığı nedeniyle sınır güvenliği konusu daha da hayati önem taşımaktadır. Mevcut sınır sistemini değiştirerek yeni bir birim oluşturmanın Türkiye’ye ciddi bir yük getireceği belirtilmektedir. Bu doğrultuda, geçiş sürecinin aşamalı bir şekilde, AB mali yardımı ile desteklenmesi gerektiği belirtilmektedir.

Özellikle de Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından denetlenen Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile sınırları belirleyen 2.949 kilometrekarelik sınırda görevlendirilecek personelin durumu büyük önem taşımaktadır.26 Türkiye’nin coğrafi ve tarihsel olarak göç yolları üzerinde olması ve Türkiye üzerinden AB ülkelerine giriş yapan kaçak göçmen sayısının her yıl bir milyona yaklaşması, sınır yönetimi konusunda düzenleme yapmasının AB tarafından ivedilikle desteklenmesini gerektirmektedir. Bunun yanında Türkiye’nin özellikle
doğu ve güneydoğusunun dağlık olması, komşu ülkelerdeki istikrarsızlıklar ve iç çatışmalar, Suriye örneğinde görüldüğü üzere çok kısa zamanda değişme gösteren ikili ilişkiler nedeniyle sınır güvenliği konusu hayati önem taşımaktadır. Toplam 11.282 km’lik sınır ve 100’ün üzerinde aktif sınır kapısına sahip Türkiye’de daha etkin bir sınır yönetimi politikası kuşkusuz yararlı olacaktır.27

AB, sınır denetimi konusunun sadece üye ülkeler ile sınırlı tutulamayacağının, Birliğe komşu ülkeler ile yakın işbirliğinde bulunulmasının büyük önem taşıdığının farkındadır. Hem 2005 yılından bu yana katılım müzakerelerini yürüten hem de siyasi açıdan riskli görünen ülkelerle uzun ve zorlu sınırları bulunan bir ülke olarak Türkiye’nin sınır yönetiminde AB standartlarını benimsemesi Birlik tarafından yakından izlenmektedir.28 AB müktesebatına
uygun hazırlanan ve 27 Mart 2006 tarihinde kabul edilen Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Yönelik Ulusal Eylem Planı çerçeve belge niteliğindedir. İçişleri Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirilecek bu değişiklik için hem yatırım hem de mevzuat uyumu ve uygulama açısından büyük yatırımlar yapacağı belirtilmektedir.29 

Güvenlikten taviz vermeden serbest piyasa ekonomisinin gerekliliklerine riayet edilmesini sağlayabilecek formül olarak entegre sınır yönetimi modeli ön plana çıkmaktadır.30 Sınır güvenliğe geçiş çalışmaları profesyonel orduya geçişin ön aşaması gibi olabilecektir. AB, bir yandan ekonomik entegrasyonun güçlenmesi için üye devletler arasındaki sınır kontrollerini kaldırmakta, buna karşılık yasal ve yasa dışı göçle ortak politikalar çerçevesinde mücadele etmek için dış sınır kontrollerinde ortak yöntemler geliştirmektedir.31

Yaşanan olaylar sonrasında gündemden düşmeyen ve oldukça farklı yorumlara neden olan bir başka konu ise, Türkiye’nin terörle mücadelede daha etkin ve başarılı olabilmesini sağlayacak “profesyonel ordu” oluşturulması fikridir. Son zamanlarda Türkiye’de ABD’nin Meksika ve Kanada sınırlarını koruyan “Border Patrol” (Sınır Muhafızı) sistemine benzer bir yapının oluşturulması planlanmakta dır. Buna göre Türkiye’nin sınır güvenliği görevi İçişleri Bakanlığı’na bağlı özel eğitimli sivil personelden oluşacak yeni bir teşkilata devredilecektir.32

AB uyum kapsamında yapılacak yasa değişikliğinin ardından, Türk ordusu sınır
güvenliğindeki yerini bu kolluk gücüne bırakacaktır. Bunun yanında profesyonel orduyla sınırda görev alacak askerlerin bu işi meslek edinmiş ve ciddi bir askeri eğitimden geçerek sınıra gönderilmesi planlanmaktadır.33 “Profesyonel ordu” fikri AB tarafından da desteklenen bir projedir.34 Sınır güvenlik birimlerinin oluşturulmasının profesyonel orduya geçişin bir adımı olarak görülmesiyle beraber birliklerdeki personelin belli süre için görev yapacak olması profesyonel ordu mantığı ile uyum göstermemektedir. Yapılacak olan sınır yönetimi
düzenlemeleri ile sınır birliklerinin oluşturulması TSK’da reformun ve profesyonel orduya geçiş sürecinin başlangıcı olarak değerlendirilebilir.

Türkiye’nin yasa dışı göç ve kaçakçılık yollarının geçiş noktasında olması bu konuyu daha önemli hale getirmektedir. Her yıl 500,000 ila 1 milyon civarı düzensiz göçmen AB’ye giriş yapmaktadır. Türkiye’nin dış sınırlarını güçlendirilmesi halinde, geçiş yolu olan Türkiye üzerinden Birliğe giriş yapan bu kişiler, henüz Birliğe ulaşamadan tespit edilecek ve AB’nin işini büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. AB’de yasa dışı bulunan Türk vatandaşları ile birliğe
Türkiye üzerinden giriş yapan ve yasa dışı bulunan üçüncü ülke vatandaşlarının Türkiye tarafından geri kabul edilmesini içeren Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşmasının imzalaması da bu konu ile bağlantılı görülmektedir.35 

Sınır güvenliği halen sınır karakolları geleneksel yöntemlerle sağlanmakta olup karakollar fiziki şartlar gereği yaklaşık 5-10 km aralıklarla sınır boyunca yerleştirilmiştir. Kara sınırlarının güvenliğinin, buralardaki personel tarafından
devriye atılarak ve belirli noktalarda nöbet tutularak geleneksel yöntemlerle ve termal kamera, radar, gece görüşü, sensör, hava araçları, iletişim cihazları kullanılarak gerçekleştirildiği belirtilmektedir. 

Türkiye-Irak sınırının belirli bir kesiminde sınır gözetleme ve kontrol sistemi faaliyetlerine devam etmekte; tespit, tanıma, izleme ve operasyon aktarımı otomatik  gerçekleştirilmektedir. Ancak tüm sınırlarda kullanımı yaygın olmayan bu ve benzeri sistemlerin, sınır bölgesinin tümünde boşluk bırakmayacak şekilde geliştirilmesi çalışmaları sürmektedir.36 

Türk Silahlı Kuvvetleri, 2013 yılı Haziran ayı itibariyle sınırdan kaçakçılık  geçişlerini ve yasa dışı geçişleri önlemek adına kritik yerlerde kanallar kazmaya başlamıştır.

Bu kanallar en az iki metre genişliğinde ve üç metre derinliğinde bulunmaktadır. Bunun dışında sınır hattı 5 kişiden oluşan motorlu devriye timi ‘Kobra’ adı verilen taktim tekerlekli zırhlı araçlarla sınır boyunca devriye görevini yerine getirmeye başlamıştır.37

Son olarak Avrupa Birliği Bakanı ve Baş müzakereci Egemen BAĞIŞ Türkiye’de
düzenlenen 28. Reform İzleme Grubu (RİG) toplantısında 15.06.2013 tarihinde RİG adına sunduğu basın bildirisinde Sınır Güvenliği Kanun Tasarısı Taslağı hakkındaki çalışmaların İçişleri Bakanlığı tarafından sürdürüldüğünü açıklamıştır. 2012 yılı içerisinde tamamlanması beklenen Sınır Güvenliği Yasa Tasarısı 2014 yılı itibariyle halen kanunlaşmamıştır. Yasa tamamlanıp meclisten çıktığında Türkiye Sınır Yönetimi konusunda çok önemli bir adımı atmış olacaktır. Bu kanun ile kolluk görevlerinin sahip olduğu bütün haklara sahip olması beklenen Sınır Güvenliği Teşkilatının yaklaşık 60.000 personeli istihdam etmesi beklenmektedir. Sınır Güvenliği Teşkilatı memurları 9 aylık eğitim ardından sınır güvenliği
memuru, amirleri ise halen Polis Akademisi’ne bağlı Sınır Güvenliği bölümünde 4 yıllık eğitimlerini tamamlayan personelden oluşacaktır. Teşkilatın terfi sistemi Emniyet Genel Müdürlüğü benzeri olacaktır. Söz konusu tasarı çerçevesinde Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Suriye sınırı güvenliğinin 10 yıl, Yunanistan ve Bulgaristan sınırının 5 yıl içinde, Irak ve İran sınırlarının ise Bakanlar Kurulu tarafından tarihi belirlenmek üzere en yakın zamanda Sınır Güvenliği Teşkilat Başkanlığı’na bırakılması ön görülmektedir. Halen sınırlardan sorumlu olan Emniyet Genel Müdürlüğü, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Sahil
Güvenlik Komutanlığı ve Gümrük Muhafaza Teşkilatı tüm yetkilerini İçişleri Bakanlığı’na bağlı bu teşkilata devredecektir. Bu teşkilatlar sınırlardaki tüm ekipmanlarını Sınır Güvenliği Teşkilatına devredecektir. Kolluk kuvvetlerinden, Sınır Güvenliği Teşkilatı’na yatay geçiş ön görülmektedir. Bu durumun diğer kolluk kuvvetlerinin personelinde azalma meydana getireceğinden zafiyet oluşturmayacak bir istihdam sağlanması gerektiği konusunda görüşler
de bulunmaktadır.38

Sonuç ve Öneriler

Sınır güvenliği sorunu tek başına sınırları korumakla çözülebilecek bir sorun olmayıp, bunun yanında güçlü bir ekonomiye, iyi inşa edilmiş bir dış ilişkiler ve diplomasi sistemine ve komşularla iyi ilişkiler gibi bir çok ayağı bulunan bir sorundur. Saydığımız unsurlar bulunduğu konum itibariyle çok önemli hususlardır. Özellikle Suriye’de yaşanan iç karışıklık ve bunun dünya yansımaları yaşanırken Türkiye’nin sınır güvenliğinde yaşanan zorluklar bu durumu daha açık ortaya koymaktadır. Bununla birlikte çalışmamızda savaş durumu gibi
olağan üstü hallerde sınır güvenliğinin yönetimi nasıl olması sorusundan önce, olağan hallerde, sınırlardan gelebilecek terör, kaçakçılık ve benzer hareketlerin engellenmesine yönelik neler yapılabileceği ile ilgilidir. 

Bu çerçevede çalışmamızda ‘Sınır sorununa karşı, uluslararası değerler ve AB süreci göz önünde tutularak nasıl bir kurumsal yapı ve mekanizma  oluşturul malı? sorusuna cevap aranmaktadır.

Avrupa Birliği üyelik sürecinin de bir gereği olarak Türkiye’de sınır güvenliği
yönetiminde bazı gelişmeler yaşanmaktadır. Türkiye’nin sınır yönetimi çok başlı bir yapıya sahiptir. Yapılması planlanan değişikliklerle bu yapının uzman personele sahip İçişleri Bakanlığına bağlı sivil bir yapıya dönüştürülmesi planlanmaktadır. Bu birimlerin amir sınıfı personeli eğitimlerini tamamlamıştır, tamamlamaktadır. Memur sınıfının ise eğitimine devam edilmektedir. Sınır Güvenliği Teşkilatının tam olarak hayata geçirilmesinin 2018 yılını bulması beklenmektedir. Konu ile ilgili hazırlanan yasa ise tasarı halindedir ancak şu an
itibariyle yasaya ne zaman son şeklinin verileceği konusu belirsizdir. Jeopolitik ve stratejik konuma sahip Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye olması durumunda birliğin doğu sınırını oluşturacaktır. Bu nedenle sınır güvenliği ile ilgili gelişmeler AB tarafından da yakından izlenmektedir. AB özellikle Türkiye’nin üye olması halinde Türkiye vatandaşlarının serbest dolaşım kaynaklı olarak AB’ye olası negatif etkisinden çok Türkiye’nin komşuları İran, Suriye, Ermenistan gibi ülkelerle Orta Asya’dan gelerek Türkiye üzerinden AB’ye gitme durumu olan insanlardan endişe duymaktadır. Bunun yanında 2012-2014 yılları arasında
Suriye’de yaşanan gelişmeler ve gerçekleşen patlamalar Türkiye’nin sınır güvenliğine vermesi gereken önemi bir kere daha ortaya koymuştur. Çekilme sürecine giren PKK’nın Türkiye sınırlarının hemen yanı başında varlığını sürdürmeye devam edeceği de göz önünde bulundurulduğunda sınır güvenliğinin en sağlıklı şekilde yapılandırılması ihtiyacı bulunmaktadır.

Bunun yanı sıra, Türkiye’nin coğrafi konumunun getirdiği terörizm ve kaçakçılık
odaklı güvenlik kaygıları nedeniyle, Türkiye’nin kendine özgü koşulları doğrultusunda bir yapılanmaya gitmesi faydalı olacaktır. Bu yapılanmanın sağlam bir altyapı yapıya ve finansmana ihtiyacı bulunmaktadır. Mevzuat konusunda tüm iyi örneklerin gözden geçirilerek idari anlamda da ciddi bir yapılanma beklentisi doğmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin söz konusu kanun tasarısının yasalaşması sürecinde tüm iyi örnekleri göz önünde bulundurarak,
kendisi açısından önem ifade eden siyasi, jeopolitik, jeostratejik ve diğer bütün özelliklerini gözden geçirmesi ve kendine en uygun yapıyı oluşturması gerekmektedir. Avrupa Birliği Entegre Sınır Yönetimi konusunda uzun yıllar süren çalışmaların neticesinde önemli gelişmeler yaşamıştır. Dış sınırlarını da oluşturduğu bu sağlam yapı üzerinden korumaktadır. Entegre Sınır Yönetimi konusunda AB standartları ile kendi iç dinamiklerini harmanlamak suretiyle Türkiye sınır güvenliği konusunda geniş vadede çok sağlıklı bir adım atmış
olacaktır.

Sınır Güvenliği Teşkilatı’nın İçişlerine bağlı olarak tek bir merkezde birleşmesi sınır güvenliğinde profesyonelleşmeyi sağlayacaktır. Bununla birlikte Emniyet Genel Müdürlüğü benzeri bir yapılanmaya sahip olması ve işleyiş konusunda Emniyet Genel Müdürlüğü tecrübeleri ile kurumsallaşması da teşkilatın daha hızlı bir şekilde profesyonel hale gelmesini sağlayacaktır. Nitekim amir sınıfı personeli Polis Akademisi’ne bağlı Sınır Güvenliği bölümünde eğitimini tamamlayan teşkilatın, iç güvenliğin sağlanmasında görevli polis ile iç güvenliğin tesisi ile yakından ilgili olan sınır güvenliğinin sağlanmasında başarılı bir koordinasyon içerisinde olması mümkün olacaktır. Bu anlamda Sınır Güvenliği Teşkilatının
eğitim altyapısı ile ilgili tüm gelişmelerin Polis Akademisi tarafından yürütülmesi
gerekmektedir.

Türkiye’de Sınır Güvenliğinin tek bir çatı altında toplanmasını amaçlayan çalışmaların yanında, farklı bazı adımların atılması da Sınır Güvenliği açısından olumlu sonuçlar doğurabilecektir. 

   Özellikle güneydoğu ve doğu sınırında Sınır birimlerinin Valilik koordinesinde diğer bütün resmi kurumlar ile iş birliği içinde çalışması, suçun önlenmesi
konusunda Polis ve Askeri birimler ile ortak çalışmalar yürütmesi yararlı olabilir. Bunun yanında sınır bölgelerinde yaşayan insanların sınır güvenliğine en azından olumsuz etkilerini önlemek adına psikolojik önlemler alınmalıdır. Sınır bölgelerinde yaşayan insanların yaşam koşullarının iyi hale gelmesi, suça karışmasının engellenmesinin sağlanması, birimler ile halk arasında iyi ilişkiler kurulması da toplumsal desteği sağlayacaktır. Kaçakçılığın geçim kaynağı haline geldiği bazı yerleşim bölgelerinde bu konuda adımlar atmak zor olsa da
oluşturulacak uzun vadeli politikalarla sürecin olumlu seyretmesi sağlanabilecektir. Bunun dışında halen yeterince caydırıcılığı bulunmayan cezaların yeniden düzenlenmesi, sınır ihlallerinin ciddi biçimde cezalandırılması ve kaçakçılığa sıfır tolerans sunan bir mevzuatın oluşturulması gerekmektedir. Oluşacak bu yapı en küçük bir kaçakçılık faaliyetini dahi mazur görmeyecek bir sistemi tesis etmelidir. Bu kapsam da kaçakçılık ürününü satan gibi alana de
cezai düzenleme uygulanmalıdır. İlgili uzman birimin Türkiye’nin mevcut sınırlarının birbirinden farklı yapıları göz önünde tutulmalı ve gerektiğinde farklı sınır yapılarına sahip bölgelerde farklı tedbirleri hayata geçirmesi sağlanmalıdır. Düz arazilere sahip sınırlarda kaçakçılığı önleyecek ve en azından yavaşlatacak uzun setlerin ve kamera sistemlerinin kurulması, engebeli arazilerin şartlarına coğrafi düzenlemeler ve ileri teknoloji ürünü araçlar gibi çözümlerin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Mevcut sınır kapılarının fiziki yapıları en iyi şekilde yenilenerek, yasal sınır geçişleri kolaylaştırılmalı, kontroller ise daha seri ve iyi şekilde yapılmalıdır.


EK: 1 
AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNİN SINIR GÜVENLİĞİ YÖNETİMİ BİRİMLERİ




Kaynakça;

Adem Akman ve İsmail Kılınç: AB’de Entegre Sınır Yönetiminin Gelişimi ve AB
sürecinde Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimine Geçiş Çalışmaları, Türk İdare Dergisi, Sayı: 467, 2010, 
http://kisi.deu.edu.tr/ yunusemre.ozer/sinir yonetimi 2.pdf, (11.04.2013).
Ali Aslan: Modern Dünyada Sınırlar, http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?
dergiid=74&makaleid= 2079, (20.06.2013).
Amine Yazıcı: Türkiye’de Sınır Güvenliği ve Sınır Yönetimine AB Etkisi, 2010.
Arif Köktaş: Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları, 2011,
http://www.sde.org.tr/userfiles/file/Sinir Birlikleri Analiz.pdf, (11.04.2013).
Arif Köktaş ve O. Ömer Demir: Erzurum Atatürk Üniversitesi Açık öğretim Fakültesi, Güvenlik Bilimleri Lisans Tamamlama (POLİTAM) Ders Notları, 2012.
Bülent Kısa: Avrupa Birliği ve Avusturalya Örnekleriyle Entegre Sınır Yönetimi ve
Türk Sınır Yönetimine Uygulanabilirliği, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Polis Akademisi, 2009.
Giray Saynur Bozkurt: Küreselleşme ve Terörizm, Değişen Dünyada Uluslararası
İlişkiler, Türk Dış Politikasının Ana Hatları, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, İdris
Bal (ed.), Ankara, Lalezar Kitabevi, 2006.
Steve Peers: EU Justice and Home Affairs Law, Oxford, University Press, 2007.
Zeynep Özler: AB’de ve Türkiye’de Sınır Yönetimi, İktisadi Kalkınma Vakfı
Değerlendirme Notu, 2010, http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/16-ab_ve_trde
_sinir_yonetimi-zeynep_ozler-nisan_2010.pdf, (18.05.2013).
TRT HABER Televizyonu, Sınır Güvenliği Dosyası, Büyük Takip Programı, (10.04.2012)
http://www.tuicakademi.or g/index.php/kategoriler/turk-dis-politikasi/256-turkiyedesinir-
guvenligi-ve-sinir-yonetimine-ab-etkisi-, (11.05.2013).
http://tr.wikipedia.org/wiki/Frontex, (05.05.2013).
http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1150945-turkiye-ab-frontex-ilemutabakat-
zapti-imzaladi, (15.05.2013).
http://syb.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/syb/EU_MAP-07.HTML, (23.06.2013).
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerl
eme_raporu_tr.pdf, (18.06.2013).
http://isay.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/syb/Sınır Kapıları Listesi/142 HUDUT
KAPILARI NEVİLERİNE GÖRE-AÇIKLAMALI VE SINIR ÜLKELERİ.pdf, (18.06.2013).
http://www.aksam.com.tr/guncel/sinirda-dev-kanallar/haber-218888, (24.06.2013).

DİPNOTLAR;

1 Giray Saynur Bozkurt, “Küreselleşme ve Terörizm, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler”, Türk Dış
   Politikasının Ana Hatları, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, İdris Bal (ed.), Ankara, Lalezar Kitabevi,
   2006, s. 551.
2 Arif Köktaş ve O. Ömer Demir, Erzurum Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, Güvenlik Bilimleri Lisans
   Tamamlama (POLİTAM) Ders Notları, 2012.
3 Arif Köktaş, Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları, 2011, http://www.sde.org.tr/userfiles/file/Sinir
   Birlikleri Analiz.pdf, (11.04.2013).
4 Adem Akman ve İsmail Kılınç, AB’de Entegre Sınır Yönetiminin Gelişimi ve AB sürecinde Türkiye’nin Entegre
   Sınır Yönetimine Geçiş Çalışmaları, Türk İdare Dergisi, Sayı: 467, 2010, 
   http://kisi.deu.edu.tr/yunusemre.ozer/sinir yonetimi 2.pdf, (11.04.2013).
5 Köktaş, Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları, a.g.e.
6 Köktaş, Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları, a.g.e.
7 http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1150945-turkiye-ab-frontex-ile-mutabakat-zapti-imzaladi,
   (15.05.2013).
8 Özler, a.g.e.
9 http://syb.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/syb/EU_MAP-07.HTML, (23.06.2013).
10 Özler, a.g.e.
11 Özler, a.g.e.
12 http://syb.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/syb/eu-almanya.pdf, (23.06.2013).
13 http://isay.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/syb/Sınır Kapıları Listesi/142 
     HUDUT KAPILARI NEVİLERİNE GÖRE-AÇIKLAMALI VE SINIR ÜLKELERİ.pdf, (18.06.2013).
14 Köktaş ve Demir, a.g.e.
15 Köktaş ve Demir, a.g.e.
16 Köktaş ve Demir, a.g.e.
17 Köktaş ve Demir, a.g.e.
18 Köktaş ve Demir, a.g.e.
19 Köktaş ve Demir, a.g.e.
20 Köktaş ve Demir, a.g.e.
21 http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerleme_raporu_tr.pdf,   (18.06.2013).
22 Köktaş ve Demir, a.g.e.
23 Köktaş ve Demir, a.g.e.
24 Özler, a.g.e.
25 Köktaş, Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları, a.g.e.
26 Özler, a.g.e.
27 Yazıcı, a.g.e.
28 Özler, a.g.e.
29 Özler, a.g.e.
30 Köktaş, Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları, a.g.e.
31 Köktaş, Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları, a.g.e.
32 Yazıcı, a.g.e.
33 Yazıcı, a.g.e.
34 Yazıcı, a.g.e.
35 Özler, a.g.e.
36 Köktaş ve Demir, a.g.e.
37 http://www.aksam.com.tr/guncel/sinirda-dev-kanallar/haber-218888, (24.06.2013).
38 Bülent Kısa, Avrupa Birliği ve Avusturalya Örnekleriyle Entegre Sınır Yönetimi ve Türk Sınır Yönetimine Uygulanabilirliği, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Polis Akademisi, 2009, s. 95.

***

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE SINIR GÜVENLİĞİ KONUSU BÖLÜM 1

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE SINIR GÜVENLİĞİ KONUSU 



Fatih Yurtsever
* Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, 
fybursa@gmail.com 



Özet

Türkiye için sınırlarının önemi, bulunduğu stratejik konum ve sınır komşuları
değerlendirildiğinde daha iyi ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme ile zorlanan ve bu anlamda güvenliği konusunda daha hassas olunması gereken sınırların güvenliği öncelikli konular arasında yer almaktadır. Yakın geçmişte özellikle doğu ve güneydoğu sınırlarında terör sorunuyla çok ciddi şekilde mücadele etmek durumunda kalan Türkiye bunun yanında uyuşturucu, insan ve diğer her türlü kaçakçılık faaliyetleri de ile mücadele etmek durumunda kalmıştır. Üye olması halinde Avrupa Birliği’nin doğu sınırı olacak Türkiye’deki Sınır Güvenliği Yönetimi’ndeki gelişmeler, Entegre Sınır Yönetimi’nin uygulanışı ve diğer
çalışmalar AB tarafından dikkatle izlenmektedir. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin de bir gereği olarak sınır güvenliğinin yönetimi konusunda gelişmeler yaşanmaktadır. Bu çerçevede İçişleri Bakanlığı’na bağlı sivil yapıya sahip bir Sınır Güvenliği Teşkilatı ile ilgili çalışmalara devam edilmektedir. Sınır güvenliği yönetimini tam olarak düzenleyecek bir kanun tasarısı ile ilgili hazırlıklar bulunmaktadır. Türkiye’nin coğrafi konumunun getirdiği terörizm ve
kaçakçılık odaklı güvenlik kaygıları nedeniyle, Türkiye’nin kendine özgü koşulları
doğrultusunda bir yapılanmaya gitmesi faydalı olacaktır. Türkiye’nin söz konusu kanun tasarısının yasalaşması sürecinde tüm iyi örnekleri göz önünde bulundurarak, kendisi açısından önem ifade eden siyasi, jeopolitik, jeostratejik ve diğer bütün özelliklerini gözden geçirmesi ve kendine en uygun yapıyı oluşturması ve sürecin bütün dinamikler değerlendirilerek yönetilmesi gerekmektedir.

Giriş

Küreselleşme ile birlikte dünya üzerinde ekonomik, sosyal ve politik alanlar ile
güvenlik alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Küreselleşme ile birlikte yaşanan gelişmelerin, güvenlik alanında büyük sorunlar oluşturduğu görülmüştür. Bu durum karşısında güvenlik yönetiminin gözden geçirilerek çağın gereklerine uygun hale gelmesi şart olmuştur. Güvenlik yönetimini yerine getiren kurum ve kuruluşların kendilerini sürekli yenilemelerini gerektiren bir sürece girilmiştir. 
Türkiye’de güvenlik yönetimi birimleri, kendilerini küreselleşme ile daha fazla konuşulur hale gelen insan hakları, demokrasi, şeffaflık, hesap verebilirlik vb. evrensel değerler doğrultusunda geliştirme çabası içinde bulunmaya başlamıştır. Bunun yanında bilgi ve teknoloji çağına uygun olarak yenilenme ihtiyacı duymuşlardır. Küreselleşme ve aktörleri doğası itibari ile sınırları yıkmak isterken; güvenlik ihtiyacı sınırları kapatma veya kimin ve neyin içeri girdiğini kontrol etmek ihtiyacındadır.1 
Özellikle küreselleşmenin sınırları zorladığı günümüzde çağın tehdit algılamaları göz önünde bulundurularak, sınırların daha etkin korunması gereği ortaya  çıkmıştır.

Türkiye, bulunduğu konumu itibariyle çok stratejik bir coğrafyada bulunmaktadır.

Bulunduğu coğrafya ve sınır komşuları değerlendirildiğinde Türkiye için sınırların önemi ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme ile zorlanan ve bu anlamda güvenliği konusunda daha hassas olunması gereken sınırlar ve bu kapsamda sınır güvenliği yönetimi Türkiye için öncelikli konular arasında yer almaktadır. Türkiye, geçtiğimiz on yıllarda özellikle doğu ve güneydoğu sınırlarında terör sorunuyla çok ciddi şekilde mücadele etmek durumunda kalmıştır. Terör sorununun en ciddi görüldüğü yerler sınırlar olmuştur Sınırlardaki bu
tehlikeyle kalıcı bir mücadelenin sağlanması için uzman adımlar atılması gerekmektedir.

Terör sorununun yanında uyuşturucu, insan ve diğer her türlü kaçakçılık faaliyetleri de Türkiye’nin sınırlarda başını ağrıtan konular arasında yer almaktadır. Terör örgütleri, diğer kaçakçılık türlerini de lehine kullanmaya çalışmakta, bundan gelir elde etmektedirler.

Sınırlardaki güvenliğin sağlanmasında yaşanabilecek sıkıntılar, uyuşturucunun hedef, kaynak ve güzergah ülkesi olan Türkiye açısından çözümü profesyonel adımlar isteyen problemler çıkarmaktadır.

Üye olması halinde Avrupa Birliği’nin doğu sınırı olacak Türkiye’deki Sınır Güvenliği Yönetimi’ndeki gelişmeler, Entegre Sınır Yönetimi’nin uygulanışı ve diğer çalışmalar AB tarafından dikkatle izlenmektedir. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin de bir gereği olarak Türkiye’de sınır güvenliğinin yönetimi konusunda gelişmeler yaşanmaktadır. Bu çerçevede İçişleri Bakanlığı’na bağlı sivil yapıya sahip bir Sınır Güvenliği Teşkilatı ile ilgili çalışmalara devam edilmektedir. Sınır güvenliği yönetimini tam olarak düzenleyecek bir kanun tasarısı ile ilgili hazırlıklar bulunmaktadır.

Avrupa Birliği’nde Sınır Güvenliği Yönetimi

Sınır Güvenliği konusunda Arif Köktaş ve Ömer Demir tarafından Entegre Sınır
Yönetimi, “Sınırlardaki yasal insan ve emtia hareketliliğine imkân verilmesi sonucu ortaya çıkan birtakım sorunları çözerken, diğer taraftan da sınır güvenliğini ve ulusal yasaların uygulanmasını sağlayan bir teşkilatlanma ve yönetim.”, Sınır Güvenliği Yönetimi ise “Hükümranlık hakları gereği sınırlarını en etkin şekilde korumak, dış müdahalelerden arındırmak ve halkının güvenliğini sağlamak durumunda bulunan devletlerin, sınır güvenliğinin sağlanması için bu görevi yerine getirecek kurum ya da kurumların, görevlerini hangi yetki ve görevlerle, ne şekilde yerine getirileceğini düzenleyen kurallar bütünü.” olarak
tanımlanmıştır.2

Bir araya gelme amacının başında ekonomik entegrasyon olan ve bu kapsamda sınır geçiş zorluklarını ortadan kaldırmayı amaçlayan Avrupa Birliği için sınırlar konusunda atılacak adımlar güvenliği sağlarken özgürlükleri olumsuz etkilemeyecek biçimde geliştirilmek zorunda görülmüştür. Hem güvenlikten tavizin verilmediği, hem de serbest piyasa ekonomisinin gerekliliklerine riayet edilmesinin sağlandığı bir ortamı ‘Entegre Sınır Yönetimi’nin sağlayabileceği beklentisi içinde olunmuştur.3 Dış sınırların korunması üzerine yapılan çalışmalar üzerine geliştirilen ‘Entegre Sınır Yönetimi’ kavramı AB üye ülkelerinin
sınır yönetimi konusunda koordinasyon, işbirliği ve ortak politikalarını ifade etmekte iken, zamanla sınır yönetimi konusunda yeni bir yaklaşımı ifade etmeye başlamıştır.4

Avrupa Birliği kurulduğu tarihten bu yana temelde sorunsuz bir entegrasyonu öncelikli hedef olarak belirlemiş bir bütünleşme hareketidir. Ekonomik entegrasyonu sağlarken sınırlar arasındaki geçiş zorluklarının ortadan kaldırılması gerekliliğinin bilincinde olarak önemli adımlar atmıştır. Özellikle birliğin iç sınırlarında sağlayacağı sınır geçiş kolaylıkları, birliğin dış sınırları ile ilgili önemli güvenlik tedbirleri almasını zorunlu hale getirmiştir. Nihai hedefi
olan Ortak Pazar’a giden yolda, serbest dolaşımın tam anlamıyla sağlanabilmesi için üye ülkeler arasında sınır kontrollerinin kaldırılması düşüncesi oluşmaya başlamış ve üye ülkeler 1980'lerin başından itibaren bu yönde bazı arayışlar içerisine girmişlerdir.5 AB, sınır denetimi konusunun sadece üye ülkeler ile sınırlı tutulamayacağının, Birliğe komşu ülkeler ile yakın işbirliğinde bulunulmasının büyük önem taşıdığının farkındadır. Hem 2005 yılından bu yana katılım müzakerelerini yürüten hem de siyasi açıdan riskli görünen ülkelerle uzun ve zorlu sınırları bulunan bir ülke olarak Türkiye’nin sınır yönetiminde AB standartlarını benimsemesi birlik tarafından yakından izlenmektedir.6 

Avrupa Birliği ekonomik işbirliği ve entegrasyon temelinde kurulmuş ve önceliğini ekonomik çalışmalara vermiş bir organizasyondur. Ortak
Pazar’a ulaşma hedefiyle iç sınırlardaki kontrolleri zayıflatan ve geçişleri rahatlatan, aynı zamanda dış sınırları kuvvetlendiren bir yapıya ihtiyaç duyulmuştur. AB vatandaşlarının sınır kontrollerine tabi tutulmadan Avrupa Birliği’nin iç sınırlarından geçişini amaçlayan Schengen İşbirliği Anlaşması 14 Haziran 1985 tarihinde Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg tarafından imzalanmıştır. Anlaşmanın uygulanmasına ilişkin sözleşme olan
Schengen Uygulama Sözleşmesi 19 Haziran 1990 tarihinde onaylanmış ve 26 Mart 1995’ten itibaren kurucu beş ülke ile birlikte İspanya ve Portekiz’i de kapsayacak şekilde yürürlüğe girmiştir.

1999 tarihli Tampere Zirvesi’nde AB’nin yasa dışı göçü durdurmak ve bunu
gerçekleştiren uluslar arası suç örgütleriyle mücadelede dış sınırların uzman eğitimi almış profesyonellerce etkili biçimde kontrolü amaçlanmış, 2001 Leaken Zirvesi’nde ise dış sınırların tutarlı ve etkili biçimde ortak yönetimi ve AB vatandaşlarının ortak bir yapı ve kadere ait olma duygularını arttırma ve terör, yasadışı göç ve insan ticareti ile mücadelede taahhüt edilen eylemlerde sürekliliği planlanmıştır. 2005 Lahey Programı’nda ise ortak bir sığınma sistemi oluşturulması, yasadışı göçle mücadele, AB’nin Dış Sınırlarının Korunması
amacıyla Avrupa Ajansı Kurulması hedeflenmiştir.

Avrupa Birliği Sınır Güvenliği açısından bilinmesi gereken önemli kurumlardan biri Avrupa Birliği Üye Ülkelerinin Dış Sınırlarının Yönetimi için Operasyonel İşbirliği Ajansı, "Frontex" ya da Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimidir. Frontex, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin komşularıyla olan sınırlarının korunmasını ve güvenliğini sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir Avrupa Birliği kurumudur. Avrupa Birliği'nin birliğe üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması, ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve sınırlarla ilgili risk analizleri oluşturulması amacıyla kurulmuş ve 3 Ekim 2005
tarihinde hizmete girmiştir. Türkiye ile Frontex arasında düzensiz göçün önlenmesi alanında geliştirilecek işbirliğinin ana hatlarını düzenleyen mutabakat zaptı imzalanmıştır. Bu mutakabat zaptı ile birlikte Frontex ile tecrübe ve bilgi paylaşımı gerçekleştirilmesi, karma göç akımlarına ilişkin ortak değerlendirmeler yapılması öngörülmektedir.7

AB ülkelerinde her ne kadar işleyişte bazı farklılıklar olsa da temel de sivil bir
yönetimin bulunduğu sınır teşkilatları mevcuttur. AB ülkelerinde sınır yönetimi konusunda, ayrı bir Sınır Yönetim Teşkilatı, Polis Teşkilatı içinde bir şube, Polis niteliği taşımayan tamamen sivil bir yapı veya Askeri Polis/Jandarma şeklinde farklı teşkilatlanmalar söz konusudur. İngiltere’de sınır yönetimi tamamen sivil yapıdaki ‘Sınır Ajansı’ tarafından yürütülürken, Fransa’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Sınır Polisi Genel Direktörlüğü” tüm sınırlardan sorumludur. AB üyesi güçlü ülkelerin sınır yönetim modelleri şu şekilde derlenmiştir8: Finlandiya’da sınırlardan sorumlu, kontrol ve gözetim görevi bulunan yarı askeri nitelikli Sınır Muhafaza Teşkilatı, İçişleri Bakanlığına bağlı silahlı bir kolluk kuvvetidir.9 İtalya’da sınırlardan sorumlu ana kurum İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan ‘Göç ve Sınır Polisi Genel Müdürlüğü’dür. Polis Teşkilatının bir parçası olan bu kurum Polis Teşkilatı bünyesinde uzmanlaşmış sınır polislerinden oluşmaktadır.10 

Almanya’da İçişleri Bakanlığı’na bağlı Federal Polis Gücü Bundespolizei (BPOL) 30 bini aşkın eğitilmiş polis memuru ve yaklaşık 10 bin silahsız destek gücü ile görev yapmaktadır. Sınırlar boyunca pasaport kontrolü dahil sınır güvenliğinden sorumludur.11 Almanya’da iç güvenlik ile sınır güvenliği birbirinden ayrı değerlendirilmektedir. Sınır güvenliğinden Federal İçişleri Bakanlığına bağlı “Federal Polis” sorumludur. İstisnai durumlarda eyalet polis teşkilatları da
sınır güvenliğine ilişkin görevleri yerine getirmektedir.12 İspanya’da İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Guardia Civil ve Polis Müsteşarlığı altında Guardia Civil Teşkilatı (GC) ve Ulusal Polis Teşkilatı (CNP) bulunmaktadır.

Türkiye’nin Sınırlarındaki ve Sınır Yönetimindeki Mevcut Tablo

Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili olmasının yanı sıra, doğu, güneydoğu, güney ve kuzeydoğusunda bulunan kara sınırlarına sahiptir. Türkiye’nin toplam kara sınır uzunluğu, 2.753 km olup, Deniz sınırlarının uzunluğu ise toplamda 8.333 km’dir. Türkiye’nin dünya ülkelerine açılan 131’i aktif toplam 142 hudut kapısı bulunmaktadır.13 
Türkiye’nin kuzeydoğuda Yunanistan ve Bulgaristan; Doğuda, Gürcistan, Ermenistan, Nahçıvan ve İran; güneydoğuda Irak, güneyde ise Suriye ile kara sınırları bulunmaktadır.

Gürcistan ve Türkiye arasında vize kaldırılmıştır. Bu durum birçok Türkiye
vatandaşının kumar ve fuhuş benzeri amaçlarla Gürcistan’a gitmesine kapı aralamıştır.

Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlık bildirgesinde Türkiye topraklarını kasteden bölgeye yaptığı atıftan dolayı; Ermenistan ise 1921 tarihinde imzalanan anlaşmayı Ermenistan Cumhuriyeti zamanında imzalanmadığı gerekçesiyle kabul ettiğini belirtmediğinden sınır kabul etmemektedir. Bu kapsamda, Türkiye ile bu ülke arasında diplomatik ilişki kurulamamaktadır.14 Türkiye-İran sınırının gerek arazi yapısı gerekse bölgenin terör faaliyetlerinin yapıldığı bir alan olması nedeniyle önemli güvenlik sorunları yaşanmaktadır.

Bunların başında terör örgütü PKK’nın faaliyetleri, çok çeşitli kaçakçılık faaliyetleri, yasa dışı giriş-çıkışlar gelmektedir.15 Türkiye-Irak sınırı çoğunlukla yüksek dağlardan oluşmakta olup, karşı ülke ile ulaşım daha çok Esendere ile Silopi’de bulunan düzlük bölümde gerçekleşebilmektedir. Bu sınır bölgesi, terör sorununun en şiddetli yaşandığı alandır.

PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki kamplardan yönetiliyor olması, Irak ve Türk tarafında yerleşik bazı örgüt kamplarının olması, bölgede kaçakçılık faaliyetlerinin yoğun şekilde alan bulması, sınırların büyük ölçüde kontrole elverişsiz olması, arazinin derin ve dar vadilerle bölünmüş olması sınırda yaşanan önemli sorunlardır.16 Türkiye-Suriye sınırı Türkiye’nin en uzun kara
sınırının olduğu ve halen en çok sorun yaşamakta olduğu bölgedir. Uzunluğu 877 km’dir.

Suriye sınırındaki tarihsel sorunların başında sınırın çizilmesi aşamasını sınırın her iki tarafına bölünen aileler ve aşiretler oluşturmuştur. Bu ailelerin birbirleriyle olan alış-veriş, ticaret ve sosyal iletişimleri sınır nedeniyle kesilmiş olduğundan bu ilişkiler yasa dışı geçişlerle sağlanmıştır. Bugüne gelindiğinde ise, 1990’lı yılların sonundan itibaren PKK terör örgütüne görünen desteğini çeken Suriye, 2011 yılı sonrası ülkesinde başlayan çatışmalara karşı Türkiye’nin tavrına tepki olarak örgüte açıktan yeniden destek vermeye başlamıştır. 

Sınıra yakın olan ve Kürt nüfusun bulunduğu bölgelerde Kürtler’in alan kazanmalarına fırsat sağlamıştır. Bu durum, çok uzun ve düzlük bir arazi yapısı olan Türk-Suriye sınırında güvenlik sorunlarına yol açmaktadır.17 Suriye halen en sorunlu sınır şeridini oluşturmaktadır.

Türkiye’de Sınır Güvenliği Yönetimi konusu açısından önemli gelişmelerin Irak sınırı ile birlikte bu sınırda yaşanması beklenmektedir. 1990 yılındaki rejim değişikliği ile son bulan ve yüzbinlerce Türk’ün, ülkeden zorla gönderilmesine yol açan süreç Türkiye-Bulgaristan sınırı açısından önemli bir dönemdir. Bu yıldan sonra bu sınırda önemli bir sorun yaşanmamıştır.

Ancak Bulgaristan günümüzde AB’nin sınırını oluşturmaktadır. Bu nedenle AB, Bulgaristan ve Yunanistan’ın Türkiye ile olan sınırlarına büyük önem vermektedir. Türkiye-Yunanistan sınırının büyük kısmı Meriç nehri hattı üzerinde belirlenmiştir. Geçmiş yıllarda askeri açıdan tehdit olarak görülen Türk-Yunan kara sınırında, sınırın her iki tarafında askeri konuşlanmalar bulunmaktadır. Son yıllarda ise bu tehdit algısı değişmiştir. Günümüzde bu sınırda görülen en
önemli sorun, yasa dışı göçmenlerin geçişleri ile ilgili yaşanmaktadır. Deniz sınırlarına kıyasla daha rahat geçiş imkânı bulunan sınırdan her yıl binlerce yasa dışı göçmen geçiş yapabilmekte, binlercesi de yakalanmaktadır. Avrupa Birliği’nin dış sınırı olan Yunanistan, Avrupa ülkelerine geçiş yapmak isteyen yasa dışı göçmenlerin tercih ettikleri ilk bölge olarak öne çıkmaktadır.18 

Bunun dışında Yunanistan, Türkiye açısından tehlike oluşturan DHKP/C
terör örgütünün terör kamplarına ev sahipliği yapmaktadır. Sınırlardan bu kamplarda eğitimini tamamlayan terör örgütü üyesi şahıslar Türkiye’ye illegal yollardan girebilmektedir. Sınırdan kaçak geçişlerin kolaylığından faydalanan terör örgütleri ve kaçakçılık faaliyeti yürüten şahısların amaçlarının engellenmesi adına bu bölgede ciddi bir sınır güvenliğine ihtiyaç duyulmaktadır.

Deniz sınırları ile ilgili en önemli sorunlar, Ege Denizi’nde ve Akdeniz’deki yasa dışı göçmen geçişleridir. Önceki yıllarda yüzlerce yasa dışı göçmenin güvenli olmayan deniz araçlarında seyahat etmeleri ya da olumsuz hava şartları nedeniyle araçların zarar görmesi veya batması neticesinde boğularak öldüğü ve yaralandığı görülmektedir.19

Türkiye’de sınır güvenliği yönetimi parçalı bir yapıdadır. Türk sınırlarının korunması ve denetlenmesi çeşitli kanunlara göre, görevleri, işlevleri, yapıları ve personel kaynakları birbirinden çok farklı kurumlar tarafından yürütülmektedir. Bu kurumlar temel olarak, İçişleri Bakanlığı (Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı), Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Dışişleri Bakanlığı ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’dır. Jandarma Genel Komutanlığı 2013 yılı ortalarında sınırlardaki görevini Kara Kuvvetleri’ne devretmiştir.

İçişleri Bakanlığına bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü, hudut kapılarında insan girişçıkışlarının kontrolü ile sınır dışı edilmesine karar verilen yabancıların ülkeden çıkışlarının sağlanmasını sağlamaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü Türk Vatandaşları ve Yabancıların ülkemiz içerisindeki Pasaport işlemleriyle görevlidir. Hudut kapılarında mal giriş-çıkışlarının kontrolü görevi Gümrük ve Ticaret Bakanlığına verilmiştir. Hudut kapısı dışındaki kara sınırlarında Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevli olup, İran sınırının 127 km’si ile 384 km’lik Irak sınırının tamamının korunması görevi geçici olarak Jandarma Genel Komutanlığına
devredilmişti. Geçtiğimiz aylarda bu görev Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na devredilmiş, Jandarma’nın sınır görevi neredeyse sona ermiştir. Deniz hudutlarının denetlenmesinde ise Sahil Güvenlik Komutanlığı görevlidir. Sahil Güvenlik Kanunu’na göre tüm sahiller, kara suları, liman ve körfezler ile iç sularımız olan Marmara Denizi ve Boğazların korunması ve güvenliğinin sağlanmasından Sahil Güvenlik Komutanlığı sorumludur. Sahil Güvenlik
Komutanlığı bir kolluk kuvveti olarak kurulmuştur ve 1985 yılına kadar Jandarma Genel Komutanlığına, 1985 yılından itibaren de İçişleri Bakanlığına bağlı olan askeri bir teşkilattır. Sınır Güvenliği kanununun çıkması sonrası Sahil Güvenlik Teşkilatı’nın kaldırılabileceği ifade edilmektedir. Deniz sınır kapılarında kendisine verilmiş herhangi bir görevi bulunmamaktadır. Ülkeye girişleri sağlayan vize basımı ve dağıtımı işlemleri 5682 sayılı Pasaport Kanunu’nun 24. maddesi uyarınca Dışişleri Bakanlığı ve Dış Temsilcilikler tarafından yürütülmektedir. 

Dış temsilcilikler, vize başvurusunda bulunan kişilere vize vermek, bu kişilerin inandırıcılığını anlamaya çalışmak ve gerektiğinde girişlerini sağlayacak
vizeyi vermemek gibi yetkilere sahiptir. Bu açıdan dış temsilcilikler, sınırlar ötesinde, sınır güvenliği bakımından önemli bir işlev görmektedir.20

Avrupa Birliği’nin Sınır Güvenliği Konusunda Türkiye’den Beklentileri

Avrupa Komisyonu tarafından Avrupa Parlamentosu’na sunulan ‘Türkiye İlerleme
Raporları’, AB’nin Sınır Güvenliği konusunda Türkiye’den istediklerini de içermektedir.21

Türkiye’nin AB üyeliğine hazırlık sürecinde kaydettiği ilerleme hakkındaki raporların, büyük ölçüde önceki raporlardaki yapıyı takip ettiği ve raporda; birlik ve Türkiye arasındaki ilişkilere değinildiği, üyelik için karşılanması gereken siyasi ve ekonomik kriterler açısından Türkiye’deki durumun incelendiği, ayrıca Türkiye’nin üyelik yükümlülüklerini, yani, antlaşmalar, ikincil mevzuat ve birlik politikalarından oluşan AB müktesebatını üstlenme kapasitesinin gözden geçirildiği vurgulanmaktadır. İlerleme raporları, bir önceki yılın Ekim
ayından içinde bulunulan yılın Eylül ayına kadar olan dönemi kapsamaktadır.
Türkiye’deki Sınır Güvenliği alanında AB müktesebatı çerçevesinde atılan adımların incelendiği bölüm 4. başlık altında bulunan ve 24. fasıl olan Adalet, Özgürlük ve Güvenlik alt başlığında yer almıştır.

2012 yılı raporunda;

Türkiye’nin dış sınırlar ve Schengen konusunda sınırlı bir ilerleme kaydettiği, sınır yönetimine ilişkin görevlerin ve koordinasyonun, uzman ve profesyonel bir sınır muhafaza teşkilatına devredilmesine ilişkin mevzuatın, halen Meclisin onayına sunulmadığı, Entegre Sınır Yönetimi taslak yol haritasının henüz onaylanmadığı, kanunun ve Entegre Sınır Yönetimi yol haritasının kabul edilmesinde yaşanan gecikmelerin, kurumsal gelişme ve Entegre Sınır Yönetimi’nin uygulanması önündeki en büyük kurumsal engeli oluşturduğu, bu
anlamda entegre sınır yönetiminin tesisinde ön şart yasal mevzuatın tamamlanması, Kurum içi ve kurumlar arası işbirliği ve koordinasyonun, etkin bir sınır yönetimi sağlanması açısından büyük ölçüde geliştirilmesi gerektiği
2012 yılının Mayıs ayında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ve Frontex arasında bir Mutabakat Zaptı imzalandığı, bu Mutabakat Zaptı’nın, eğitim faaliyetlerine ve ortak tatbikatlara katılım, Frontex uzmanlarının Türkiye’de görevlendirilmesi ve daha düzenli bir bilgi alışverişi ve risk analizinin yapılabilmesi de dahil Türkiye ve Frontex arasında güçlendirilmiş operasyonel işbirliği için çerçeve oluşturulmasını mümkün kıldığı, Sınırlardan sorumlu tüm birimlere, dil eğitimi de dahil olmak üzere yapılandırılmış eğitim verilmesine ihtiyaç olduğu. sınırda görevli personelin rotasyonu, uzmanlığın sürdürülebilmesi
açısından dikkatle gözden geçirilmesi, Modern ve insani sınır gözetleme araçlarının, kara mayınlarının yerini alması,

Sınır yönetimi açısından komşu ülkeler, kaynak ülkeler ve hedef ülkeler ile olan işbirliğinin geliştirilmesi gerektiği hususları belirtilirken;

2013 yılı raporunda;

Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın halen imzalanmadığı, bu anlaşmanın hızlı bir şekilde akdedilmesi ve etkili bir şekilde uygulanmasının büyük önem taşıdığı,
Mevcut ikili geri kabul anlaşmalarının etkili bir şekilde uygulanmasının sağlanması gerektiği, Dış Sınırlar ve Schengen alanında, Türkiye’nin uzman ve profesyonel bir sınır güvenliği birimi kuracak ve entegre sınır yönetimi araçlarını düzenleyecek Sınır Güvenliği Kanunu’nu henüz kabul etmediği,

Türkiye’nin, komşu ülkelerle sınırda yaptığı işbirliğini arttırdığı, veri alışverişinin, Frontex ve Türkiye arasında imzalanan 2012 mutabakat zaptı çerçevesinde Ağustos 2013’te başlamıştır. 2013 başı itibarıyla 65 yeni sınır kontrol noktasının oluşturulduğu, 150 gözetim kulesinin yenilendiği ve sınır devriyesi için 1150 kilometrelik yol yapıldığı, Adalet Bakanlığının Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) ile daha etkili sınır kontrolü yapılmasına olanak sağlandığı, Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü’ne 790 yeni personel alındığı,

İçişleri Bakanlığı ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığının kaçakçılıkla mücadelede daha etkin bir işbirliği yapmaları gerektiği, sınır yönetimi alanında somut ilerleme kaydedilebilmesi bakımından Entegre Sınır Yönetimi Koordinasyon Kurulunun rolünün güçlendirilmesinin çok önemli olduğu ifadeleri yer almıştır.

Türkiye’de Sınır Güvenliği Yönetiminde Yaşanan Sorunlar

Türkiye bulunduğu coğrafi konum itibariyle çok stratejik bir bölgede bulunmaktadır.

Bu nedenle, Türkiye için sınırlarını en üst seviyede koruması son derece önemlidir. Türkiye özellikle doğu ve güneydoğu sınırlarında terör sorunuyla ciddi şekilde mücadele etmek durumundadır. Terör sorununun yanında uyuşturucu ve insan kaçakçılığı da Türkiye’nin sınırlarda başını ağrıtan konular arasındadır. Uyuşturucu kaçakçılığının geçiş güzergahı olması sınırları daha da önemli hale getirmektedir. Terör örgütleri, diğer kaçakçılık türlerini de lehine kullanmaya çalışmakta, bundan gelir elde etmektedirler. Türkiye’nin jeopolitik konumu ve Orta Asya-Orta Doğu ülkeleriyle gelişmiş Avrupa ülkeleri arasında tek köprü
olması da Türkiye’nin insan kaçakçılığında önemli bir geçiş güzergahı olmasına yol açmaktadır. Avrupa’ya kaçak göçmen olarak giden her yüz kişiden sekseninin Türkiye’den geçtiği ifade edilmektedir. Kaçakçılık, uyuşturucu ve terör sorunu Türkiye’nin doğu ve güneydoğu sınırları için birbirinden bağımsız olarak ele alınmaması gereken 3 önemli sorundur.

Türkiye sınırlarının coğrafi yapısı ve hâli hazırdaki tedbirlerin arzu edilen noktaya
ulaşamaması sebebiyle sınırlar, her türlü kaçakçılığın yapılabilmesine müsait bir yapı taşımaktadır. Bu durum ülke ekonomisinde de büyük zararlar meydana getirmektedir. Terör örgütleri sınırdan yaptıkları kaçakçılık sayesinde büyük gelir elde etmektedir. Aynı şekilde sınır güvenliği konusunda yaşanan aksaklıklar terör saldırıları neticesinde onlarca insanın hayatını kaybetmesine sebep olmaktadır. Üye olması halinde Avrupa’nın doğu sınırını oluşturacak olan Türkiye için sınır güvenliği konusunda uzmanlaşma Türkiye kadar Avrupa’yı da ilgilendirmektedir. Son yıllarda da görüldüğü üzere terör örgütü mensupları özellikle Irak sınırından Türkiye’ye ağır silahlarla sızarak birçok eylem gerçekleştirmiştir.

Terör örgütü, akaryakıt, silah ve diğer kaçakçılık faaliyetlerinden ‘vergi’ adı altında önemli miktarda haraç da almaktadır. Özellikle İran ve Irak sınırlarının sarp ve keskin bir araziye sahip olması da mücadeleyi zorlaştıran etkenler arasındadır. Aynı zamanda bölgenin stratejik konumu ve komşu ülkeler arasındaki ilişkilerin dünya siyasetine yansımalarına bakıldığında politik bir etkiye sahip olduğu görülecektir. Dünya güç dengesini etkileyebilecek bir bölgen
tam ortasında, Ortadoğu ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarına yakın olması Türkiye için önemli bir jeopolitik ve jeostratejik durumdur. Sınır ve yakın çevre ülkelerinde yıllardır süregelen kargaşalar, savaşlar ve siyasi bunalımlar ve ayrıca bu gelişmelerin bir sonucu olan terörist faaliyetler, Türkiye’nin sınır güvenliğini daha önemli hale getirmiştir. Terörist oluşumlar ile illegal faaliyetlerde yer alan organize suç gruplarının bu coğrafyayı nihai hedefleri olan gelişmiş ülkelere geçiş için uygun bir yol olarak tercih etmelerine yol açtığından stratejik öneme sahip olan Türkiye’nin sınır güvenliğinin en üst seviyelerde korunaklı hale getirilebilmesi devlet ve birey huzuru için önemlidir.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

6 Şubat 2020 Perşembe

Göç ve Kamu Politikaları: Suriye Krizi Üzerine Bir Analiz BÖLÜM 2

Göç ve Kamu Politikaları: Suriye Krizi Üzerine Bir Analiz BÖLÜM 2



2.3. Sosyal Çevre.,

Sosyal çevre başlığında; toplumun çevreye olan hassasiyeti, tüketici davranışları, toplumun eğitim durumu, nüfus oranı, yaş dağılımı, doğum ve ölüm oranları, toplumun kültürel ve etik değerleri gibi konularda çok geniş değerlendirmeler yapılabilmektedir. Suriye krizi ile ilişkili olarak ortaya çıkan sosyal konular; İskân politikası (Kamp ve kent yaşamı -bina, kira vb.), Sağlık politikası (Hasta sayısı, bütçe, ücret, doğum sayısı vb.), Eğitim politikası (Öğrenci sayısı, müfredat, dil sorunu vb.), Çalışma politikası (Çalışma izni, istihdam alanı vb.), Nüfus hareketliliği (Ülke içinde göç eden, başka ülkeye göç eden vb.) ve Entegrasyon politikaları çerçevesinde şekillenmiştir. 

Suriyeli mültecilerin ülke geneline yayılmaları barınma, sağlık, eğitim ve 
entegrasyon (uyum, bütünleşme) gibi bir çok sorunu beraberinde getirmiştir. 
Mülteci kamplarında sağlanan barınma, sağlık ve eğitim hizmetlerinin ülke 
genelinde sağlanması için bir düzenleme henüz bulunmamaktadır. Mülteciler 
arasında ekonomik yönden iyi durumda olanlar kent merkezlerinde ev tutmakta 
ve birçok kentte kendi sosyal çevrelerini oluşturmaktadırlar. Örneğin Ankara’nın Mamak ilçesinde Halepli mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları ve vatandaşların Halep Mahallesi olarak adlandırdıkları yerleşim bölgesi bulunmaktadır. 

Özellikle Suriye sınırına yakın Gaziantep ve Kilis illerinde yoğunluklu 
olarak mülteciler kalmaktadırlar. Bu bölgede taleplerin yüksek olmasından 
dolayı ev kiraları önemli ölçüde artış göstermiştir. Sosyal alanları birlikte paylaşan mülteciler ile vatandaşlar arasında önemli sosyal problemler yaşanmaktadır. 

Mültecilerin büyük çoğunluğunun ekonomik olarak yetersiz durumda olmaların dan dolayı, ülke genelinde olumsuz bir imaj olarak Suriyelilerin dilencilik  yaptıklarına yönelik bir algı oluşmuştur. Sayıca fazla olmaları ve yoğun 
trafik saatlerinde kavşaklarda görünür olmaları bu algıyı tetiklemiştir. 

Bu durumun kalıcı çözümü ancak kalıcı ekonomik düzenlemelerle sağlanabilir. Ancak geçici bir çözüm olarak zabıtaların ve güvenlik güçlerinin dilencilik yapan 
mültecileri bulundukları yerden uzaklaştırmak amacıyla kamplara geri gönderdikleri görülmektedir. 

Suriyelilerin sağlık sorunu konusunda oluşturulması gereken politikalar 
ise başlı başına araştırılması gereken bir konudur. Temel sağlık sigortası, 
devlet hastanelerinin kullanımı, ilaç ve ameliyat masrafları, çocukların temel 
aşıları, doğum oranları gibi onlarca konuda sağlık sektörü sorunlar yaşamaktadır. 

Özellikle Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, İstanbul illerinde bu sorun oldukça 
büyüktür. Sağlık Bakanlığının sağlık harcamaları konusunda Suriyelilerden 
herhangi bir ücret alınmaması konusundaki genelgesiyle Türk vatandaşlarına 
yönelik uygulanan ücretlendirme politikası oldukça problemli bir hal almıştır. 
Sağlık kuruluşlarından faydalanan Suriyeli sayısı göz önünde bulun durulduğunda sorunun büyüklüğü daha net anlaşılacaktır. 

Mülteci kamplarında eğitim imkanı sağlanmasına rağmen kamp dışında 
bulunan mülteci çocuklarının eğitimleri önemli bir sosyal sorun olarak karşımıza 
çıkmaktadır. Birçok mültecinin Türkiye’de kalıcı olarak plan yapması ve ülkenin her tarafına kontrol dışı yayılmış olmaları Türkiye’nin Suriyelilerle ilgili eğitim politikalarını yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılmaktadır. 

Suriyeli çocukların nerede, nasıl, hangi dilde ve hangi müfredata göre eğitim 
alacakları tartışılan konular arasında yer almaktadır. 

Sağlık hizmetleri konusunda bir kamu görevlisinin ifadeleri oldukça anlamlıdır: 
“Resmi istatistikler ortada. Hastane kullanımı Suriyeliler tarafından 
yoğun. Halkın şikâyetleri her geçen gün artıyor. Kilis’in nüfusu 90.000 ancak 
neredeyse 80.000 Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Geniş bir hastanenin acilen yapılması gerekiyor.” AFAD verilerine göre tüm kamplarda verilen poliklinik hizmeti sayısı 6 milyonu geçmiş olup, Türkiye genelinde doğum sayısı ise 151.000’i geçmiştir (AFAD, 2015). 

Yürütülen eğitim hizmetleri kapsamında yalnızca kamplarda binlerce 
çocuğa eğitim verilmektedir. Mevcut durumda 700 bin Suriyeli çocuk eğitim 
alma yaşına gelmiş fakat bunların sadece 300 bini eğitim almaktadır. 

Kamplarda Suriyeli çocukların hangi kitapları okuyacakları, müfredat sorunları ve eğiticiler önemli sorun alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, ziyaret 
edilen kampların bazılarında Suriyeli öğretmenlerin görev yaptığı ancak 
herhangi bir ücret almadıkları ve bu eğitimlerin nasıl ve ne şekilde yapıldığı 
konusunda kamplar arası farklılıkların bulunduğu değerlendirilmektedir. 

Ülke geneline yayılan 391 bin civarında Suriyeli mülteci çocuk herhangi bir okula devam edememektedir (UNICEF, 2015). MEB okullarına devam eden çocuklar ise dil sorunu yaşamaktadırlar. Uzun vadede Suriyeli vatandaşların Türkiye’de kalıcı olmaları söz konusu olduğundan bu çocukların topluma kazandırılması ve topluma uyumunun sağlanması açısından eğitim politikalarının gerek ulusal gerekse uluslararası alanı kapsayacak şekilde dizayn edilerek uygulamaya geçirilmesi zorunludur. 

Oldukça fazla sayıda mültecinin ülkeye gelmesiyle konut talepleri 
artmış ve özellikle mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde dengesizlikler oluşmuştur. Bunun sonucunda konut kiralarının artışıyla Türk 
vatandaşları ekonomik olarak etkilenmekte ve bunun yanı sıra Suriyeli 
mülteciler de kötü ve yetersiz şartlarda hayatlarını sürdürmek zorunda kalmaktadırlar. 
Suriyeli mültecilerin karşı karşıya kalmış oldukları durumun önemi araştırmaya katılan bir katılımcının şu ifadesi ile daha belirgin hal almaktadır: 

“Konut talebinin karşılanması gerekiyor. Bazı belediyeler de artık konut yapıp, 
satışını gerçekleştiriyor. Ama şehirde hala ev bulunamıyor ve kiralar çok yüksek. Barınma konusu hem Suriyeliler hem de Türkler için çok önemli bir sorun. Suriyeliler evlere sığmadıkları için üst üste yaşıyorlar. Bu durum çok insani değil.” 

Emlak konusu halk arasında da üzerinde sıklıkla konuşulan konuların başında 
gelmektedir. Suriyelere kimi semtlerde ev verilmediği, verilse bile kiralarının 
çok yüksek tutulduğu ve bir yıllık peşinat alındığı ifade edilmektedir. 
Araştırmaya katılan bir kamu görevlisinin ifade ettiği durum oldukça anlamlıdır: 

“Suriyelilerin gelmesiyle [bölgede] kiralar ikiye katlanmış durumda. Her yeri 
ev yapıp, olmayacak fiyatlara kiraya veriyorlar. Kimi Suriyeliler ilk birkaç ay 
kirayı ödedikten sonra, evden çıkmayıp kira ödemiyorlar. Yaşam ekonomik 
olarak her geçen gün daha kötüye gidiyor. Bu durum çatışmalara, sonrasında 
polis merkezlerine ve adliyeye kadar uzanan bir süreci beraberinde getiriyor.” 

Mülteci kampları dışında yaşayanların ülke genelinde istihdamları ve 
çalışmaları da beraberinde farklı sorunları ortaya çıkarmıştır. Ancak yasal 
sorunlardan dolayı Suriyeli mültecilerin büyük kısmı yasal olmayan 
yollardan ülke içerisinde çalışmaktadırlar. Mültecilerin hayatlarını devam 
ettirebilmeleri için gerekli olan kazancı sağlamak amacıyla çalışmalarının 
bir zorunluluk olduğu devlet yetkililerince tespit edilmiştir. Dahası, belirli 
meslek alanlarında işverenlerin ucuz işçilik ile Suriyelileri istihdam ettikleri 
ve bu sayede Türk vatandaşlarının istihdamlarının düştüğü görülmüştür. 

Araştırmaya katılan bir STK yetkilisinin Suriyeli mültecilerin istihdamı 
konusundaki yaklaşımları yerel ekonominin ne derecede etkilendiğini açık 
olarak göstermektedir: 

“Vasıflı olan Suriyeliler var. Bu insanların bize kattıkları oldukça pozitif. 
Örneğin “Gelen bazı Suriyeliler iş bulmak istediler. Özellikle hakim, eczacı, 
doktor gibi meslek sahibi olanlar vardı. Evin küçükleri çırak olarak işe girmek 
istediler. Oto tamircisi, duvar ustası, boyacı gibi meslek sahibi olanlar vardı. 
Bir kısmı işe yerleşti. Bu durum ucuz işçi çalıştırma imkânını doğurdu. Araba 
yıkama, elektrik ve su tesisatı ve taş işleme konularında gayet iyi olanlar var. 
Bazı Türk işçiler bu durumdan çok rahatsız oldu. Özellikle inşaat sektörü ve 
tarım sektöründe bu durum çok bariz görüldü. Emek ucuzlayınca maalesef aç 
kalan Türkler oldu.” 

“Yasadışı çalışan çok fazla var. Karınları doyuyorsa buna şükrediyorlar. Esnaf 
bunlara önceleri kucak açmışken şimdi rahatsız olanlar da var. Diğer taraftan 
kamplarda herşeyi devletten bekleyen bir anlayış doğdu. Diş, hastane, yemek, 
iş, barınma, eğitim vs.” 

Yukarıda sayılan gerekçeleri de göz önüne alan Bakanlar Kurulu, 11 Ocak 2016 tarihinde yayınladığı 8375 sayılı yönetmelikle geçici koruma altındaki yabancıların çalışmasına imkân sağlayan bir düzenleme getirilmiştir. 

Buna göre, Suriyeli mülteci çalıştırmak isteyen işverenler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurup gerekli izinleri aldıktan sonra istihdam 
edebilecek tir. Bazı istisnaları olmakla birlikte, bir işyerinde Suriyeli mülteci sayısı onda bir oranından fazla olamayacaktır. Ayrıca mültecilerin ücreti, asgari ücretten daha aşağı olamayacaktır. 

İskân, çalışma, sağlık, eğitim gibi başlıkların doğrudan etkilediği bir başka konu ise Suriyeli mültecilerin entegrasyonu konusudur. Yarısından fazlasının çocukların oluşturduğu bu büyük kitlenin en hızlı şekilde toplumla birlikte yaşama becerisine sahip olması, her iki toplum açısından da elzem görülmekte dir. Kamuoyu araştırmalarına göre, halkın büyük kısmı mültecilerin ekonomiye zarar verdiğini, işlerini ellerinden aldıklarını, güvenlik sorunlarına yol açtığını düşünürken, ekonomiye canlılık kattıklarını veya kültürel bir zenginlik olduklarını düşünenlerin oranı ise çok düşük kalmaktadır (Demir ve Soyupek, 2015). 

2.4. Güvenlik Çevresi 

Göç konusu Batı ülkelerinin birçoğunda güvenlik perspektifinden incelenmiş 
ve göçün sosyal ve insani yönlerinden daha çok, bir güvenlik sorunu olduğu üzerinde durulmuştur (Watson, 2009). Buna karşılık Türkiye’de Suriyeli 
mültecilere yönelik politikalar güvenlik yaklaşımından ziyade insani ve sosyal bir çerçevede ele alınmaktadır. Bununla birlikte, Suriye krizinin yol açtığı bazı güvenlik sorunları krizin insani ve sosyal tarafıyla birlikte ele alınmalıdır. 

Bu çerçevede güvenlikle ilgili konuları insan güvenliği ve düzensiz göç hareketleri, sınır güvenliği, asayiş olayları ve terör sorunu şeklinde 
alt başlıklara ayırmak mümkündür. 

Güvenlikle ilgili en önemli boyutlardan birisi insan güvenliğidir. Suriye 
krizi ile birlikte 4,5 milyondan fazla insan Suriye dışına göç etmek zorunda 
kalmıştır. Bunlardan 2,5 milyonu Türkiye’ye gelmiştir. Ancak çeşitli 
nedenlerle Türkiye’de kalmak istemeyen mültecilerin özellikle 2015 yılı 
içinde büyük kitleler halinde Avrupa’ya doğru yola çıktıkları görülmüştür. 
UNHCR (2015) verilerine göre 2015 yılında Türkiye üzerinden Avrupa’ya 
geçiş yapan göçmenlerin/mültecilerin sayısı 825 bini geçmiştir. Bunlardan 
en az yarısının Suriyeli olduğu belirtilmektedir. Bu yoğun hareketlenmenin 
göçmen kaçakçılığı gibi suçlarla olan mühim ilişkisinin yanında olayın 
insan güvenliğine bakan yönü daha vahimdir. Sahil Güvelik Komutanlığı 
verilerine göre 2015 yılında 91.000’den fazla göçmen/mülteci sahillerimizde 
kurtarılmıştır (Sahil GK, 2015). IOM verilerine göre, 2015 yılı içinde 
3605 göçmen/mülteci boğularak yaşamını yitirmiştir (IOM, 2015). 

Bu tür olaylara, yeterli güvenlik önlemi almaksızın mültecileri denize 
çıkaran kaçakçıların yol açtığı değerlendirilmektedir. 

Suriye krizinin güvenlik boyutunda ele alınması gereken bir başka sorun 
da kaçakçılık konusudur. Suriye krizinden öncesinde de var olan bölgedeki 
kaçakçılık olayları Suriye kriziyle daha da artış göstermiştir. Önceden 
belirli noktalarda gerçekleştirilen sınır kaçakçılığı mültecilerin toplu olarak 
ülkeye girişleriyle kontrol edilemez bir boyuta ulaşmıştır. Bu kadar büyük 
bir mülteci akınının olduğu yerde kaçakçılığı önleme veya mücadele diğer 
önemli konuların arasında gerilerde kaldığından gerek önleme, gerekse 
mücadele konusunda sorunlar yaşanmıştır. 

Suriye krizinin asayiş yönünden etkilerinin çok büyük olabileceğine ilişkin 
risk değerlendirmeler yapılmaktadır. Nitekim Hatay, Akçakale, Ceylanpınar, 
Gaziantep, Ankara gibi yerlerde yaşayan Suriyeli mültecilerle yerel halk arasında yaşanan gerginliklerin başka yerlerde de yaşanmayacağı söylenemez. Suriyeli mültecilerin sayısı bakımından düşünüldüğünde büyük çaplı gerginliklerin, ötekileştirmelerin ve yabancı düşmanlığını hatırlatacak olayların yaşanmamış olması sosyal sermayenin korunması bakımından büyük öneme sahiptir. 

Suriye krizinin beraberinde getirdiği asayiş olaylarının yanı sıra terörizm 
boyutu çok daha büyük önem arz etmektedir. Özellikle son zamanlarda meydana gelen terör saldırılarının Suriye bağlantılı olması güvenlik tedbirlerinin 
daha üst seviyelere çıkarılmasını zorunlu kılmıştır. 

Özellikle ilk mülteci akımlarının olduğu zamanlarda güvenlik birimleri parmak 
izi alma, pasaport kayıtları gibi konularda ciddi çalışmalar yürütmüş fakat 
sonraları büyük akımlarla kontrol dışı mülteci girişleri gerçekleşmiştir. 

Sonraki yıllarda Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, kayıtdışı mültecileri kayıt altına 
almak için büyük bir çaba göstermiş, zaman içinde kayıt olanların sayısı 2,5 
milyonu bulmuştur. Bununla birlikte, kayıtlı olan mültecilere ilişkin olumsuz 
bir kayıt olmaması halinde, başkaca bir denetleme yapılamadan kendilerine 
geçici koruma belgesi düzenlenmektedir. 

12 Ocak 2016 günü İstanbul Sultanahmet’te meydana gelen bombalı saldırının 
failinin birkaç gün öncesinde geçici koruma kaydı yaptıran mültecilerden birisi 
olması bu yöndeki endişeleri haklı kılmıştır. Dahası, ülke genelinde kayıtsız 
olarak bulunan mültecilerin sayısının da çok olabileceği ve terörle ilgili 
olabilecekleri de akla gelmektedir. 

Diğer yandan sınır güvenliğinin yetersizliği doğal olarak riskleri de arttırmıştır. 
Coğrafi şartların olumsuzluğundan dolayı sınır boylarındaki zayıf noktalardan 
kontrolsüz geçiş yapanlar olduğu gibi, özellikle büyük akımların yaşandığı 
dönemlerde etkin kontrol yapmak imkansız hale gelmiştir. Türkiye’nin 
mevcut sınır güvenliği kapasitesi ise bu geçişleri engellemek için yetersiz kalmaktadır. 

Zaman içinde Suriye’de yaşanan olaylar ile sınır güvenliği daha da 
önemli bir boyut kazanmıştır. PYD’nin ve IŞİD’in sınırlarımıza yakın bölgelerde 
alan kazanması, Rusya’nın Suriye’ye müdahil olarak yine sınırlarımıza yakın 
yerlerde hareket alanı bulması, koalisyon güçlerinin IŞİD’e yönelik hava saldırıları, Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelesini artırması gibi olaylar bu çerçevede Türk sınırlarının güvenliğinin de artırılması sonucunu doğurmuştur. 

Tartışma ve Sonuç 

Araştırma bulguları Suriye krizinin Türkiye’yi ve Türk kamu politikalarını 
önemli ölçüde etkilediğini ve politikalarda önemli değişimlere sebebiyet 
verdiğini göstermiştir. Özellikle, Suriye krizi ve beraberinde meydana gelen 
mülteci göçü sağlık, eğitim, güvenlik, istihdam ve topluma entegrasyon 
gibi bir çok sektörde iç politikaları doğrudan etkilemekte ve bu etkileşimin 
uzun bir süre daha devam edeceği görülmektedir. Türkiye’deki Suriyelilerin 
büyük bir çoğunluğunun ülkelerindeki çatışma sona erse bile geri dönmeyecek leri tahmin edilmektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin Suriyeli mültecilere yönelik mevcut ulusal dengeleri de koruyacak şekilde kısa ve uzun vadeli mikro ve makro düzeyde politikaları hayata geçirmesi zorunluluk olarak görülmektedir. 

Türkiye’nin Suriye krizi sonrası işe koştuğu politika süreci analiz edil-
diğinde politika kararları ve uygulamalar, birçok belirsizlikler ve sınırlı rasyonellik çerçevesinde gerçekleşmiştir. Sosyal, güvenlik ve ekonomik alanlarda olduğu gibi kısmen üreten ve uygulayan pozisyonunda bulunan üst düzey yerel aktörler, alt düzey uygulayıcılar ve sivil toplum üyeleri örgütsel anlamda Herbert Simon’ın kuramsallaştırdığı sınırlı rasyonellik çerçevesinde hareket etmeyi tercih etmektedirler. 

Suriye krizi sonrası politika sürecinde rol alan gerek vali, kaymakam, il 
müdürleri, kamp müdürleri, belediye başkanları gibi üst düzey bürokratlar, 
gerekse kamp çalışanları, belediye çalışanları, sağlık çalışanları, öğretmenler, 
meslek odaları gibi alt düzey tüm aktörlerin bu kuramsal çerçevede sınırlı rasyonellik çerçevesinde hareket ettikleri gözlemlenmiştir. Bunun sonucu olarak 
Suriye krizi, güvenlik, dış politika, düzensiz göç, terörizm, ekonomik maliyet 
gibi ölçülemeyen birçok belirsizliği içinde barındırdığından, etkili kamu politikalarının 
yapımı ve uygulanması güçleşmektedir. 

Sonuç olarak; Türkiye’nin kamu politikalarının merkezden planlandığı, il yöneticilerine her ne kadar sorumluluk yüklenmiş olsa da politika belirleme 
ve uygulama konusunda özellikle mali konularda büyük sınırlılıkları yaşandığı bir gerçektir. Yerel yöneticilerin birçok konuda insiyatifinin olmadığı, politik ve merkezi yapının sosyal politikalarının günü birlik ve sistemsiz olması birçok kronik probleme yol açmıştır. 

Sosyal politikalar yalnızca Suriyeliler için değil bu konuyla yakından ilgilenen kamu görevlileri için de uygulanmalıdır. Gerek halkın gerekse bölgede görev yapan kamu görevlilerinin sosyal imkanlarının arttırılması gerekmektedir. 

Suriye sorunu tüm yönleriyle ele alınarak çok yönlü çözümler üretilmelidir. Süreçte rol alan tüm aktörlerin katılımı ile bilimsel ve uzman otoritelerle 
yapılacak işbirliğiyle problemlerin asıl kaynakları net olarak belirlenmeli ve her türlü sosyolojik, politik ve ekonomik açılar değerlendirilmeli, çözümler üretilerek hayata geçirilmelidir. 

Yeni bir kamu kurumu olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün mevcut mülteci potansiyelini yönetme anlamında sürece pozitif katkı sağlayacağı düşünülmekte dir. Ancak, kurumun henüz çok yeni olmasının yanında, insan kaynakları ve diğer sistemlerinin halen geliştirme aşamasında olduğu da bir başka gerçektir. Suriyelilere yönelik bugüne kadar yerel düzeyde yapılan çalışmaların (ekonomik, sosyal ve entegrasyon gibi) uzun soluklu olamayacağı, Türkiye’nin mülteci politikalarında köklü bir karar verme sürecine girmesinin Ortadoğu’daki çatışmalar ve karışıklıklar (Suriye, Irak, İran, Afganistan, Filistin, Mısır gibi) göz önüne alındığında öncelikli politika alanlarından birisi olması gerektiği değerlendirilmektedir. 

Kaynakça 

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD). (2013). Türkiye’deki Suriyeli 
sığınmacılar, 2013 saha araştırması sonuçları, Ankara 
https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/60-2013123015491-syrian-refugees-inturkey-2013_baski_30.12.2013_tr.pdf 

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD). (2015). Suriye afet raporu. 
https://www.afad.gov.tr/tr/IcerikDetay1.aspx?IcerikID=747&ID=16 

Arabacı, İ.B. (2010). Stratejik planlamada çevre analizi tekniği olarak PEST 
analizi: F.Ü. Eğitim Fakültesi Örneği. e-Journal of New World Sciences Academy, 
5(3), AN: E0008. 

Aras, B., & Köni, H. (2002). Turkish-Syrian relations revisited. Arab Studies 
Quarterly, 47-60. 

Aras, D. (2012). Turkish-Syrian relations go downhill. Middle East Quarterly,
19(2), 41. 

Berti, B. (2015). The Syrian refugee crisis: Regional and human security ımplications. 
Strategic Assessment, 17(4), 41-53. 

Bishku, M. B. (2012). Turkish-Syrian relations: A checkered history. Middle 
East Policy, 19(3), 36-53. 

Buchanan, S. & Gibb, F. (1998) “The information audit: An integrated strategic 
approach”, International Journal of Information Management, 18(I), 29-47 

Cagaptay, S., & Menekse, B. (2014). The Impact of Syria’s Refugees on Southern 
Turkey. Washington Institute for Near East Policy, 1. 

Demir, O.Ö. & Soyupek, Y. (2015). Mülteci krizi denkleminde AB ve Türkiye: 
İlkeler, çıkarlar ve kaygılar, Göç Çalışmaları Merkezi, Global Politika ve 
Strateji Yayınları. 

Dinçer, O. B., Federici, V., Ferris, E., Karaca, S., Kirişci, K., & Çarmıklı, E. Ö. 
(2013). Turkey and Syrian refugees: The limits of hospitality. International 
Strategic Research Organization (USAK). 

Duncan, R. (1972) Characteristics of organizational environment and perceived 
environment uncertainty, Administrative Science Quarterly, 17, 313 - 327. 

Hale, W. (2009). Turkey and the Middle East in the’new era’. Insight Turkey,11(3), 143. 

International Organization for Migration (2015). Missing migrants project. 
http://missingmigrants.iom.int/ 

İçduygu, A. (2015). Syrian refugees in Turkey: The long road ahead. Washington, 
DC: Migration Policy Institute. 

Kirişci, K. (2011). Turkey’s ‘demonstrative effect’and the transformation of the 
Middle East. Insight Turkey, 13(2), 33-55. 

Oğuzlu, T. (2008). Middle easternization of Turkey’s foreign policy: Does Turkey 
dissociate from the west?. Turkish Studies, 9(1), 3-20. 

Olson, R. (1997). Turkey-Syria relations since the Gulf War: Kurds and water. 
Middle East Policy, 5(2), 168. 

Öniş, Z. (2011). Multiple faces of the» new» Turkish foreign policy: Underlying 
dynamics and a critique. Insight Turkey, 13(1). 

Peng, G.C.A. & Nunes, M.B. (2007) Using PEST Analysis as a tool for refining 
and focusing contexts for ınformation systems research. In: ECRM 2007. 
6th European Conference on Research Methodology for Business and Management 
Studies, 9th - 10th July 2007, Lisbon, Portugal. Academics Conference 
International, 229 - 236. 

Philips, C. (2012) Turkey’s Syria problem Public Policy Research IPPR, Volume 19 Issue 2 pp 137-140 

Robins, P. (2007). Turkish foreign policy since 2002: between a ‘postIslamist’government 
and a Kemalist state. International Affairs, 83(2), 289-304. 

Sahil Güvenlik Komutanlığı (2015). Düzensiz göç istatistikleri. 
http://www.sgk.tsk.tr/ baskanliklar/harekat/faaliyet_istatistikleri/duzensizgoc_istatistikleri2.asp 

UNHCR (2015). Refugees/migrants emergency response- mediterranean. 
http://data.unhcr.org/mediterranean/regional.php 

UNICEF. (2015). Türkiye’deki Suriyeli çocuklar. UNİCEF Türkiye Komitesi Bilgilendirme Notu 
https://www.unicefturk.org/suriye/Suriyeli_Cocuklar_UNICEF_Bilgi_Dokumani 10_09_2015%201835-TR.pdf 

Ward, D. & Rivani, E. (2005). An overview of strategy development models and 
the ward-rivani model. Economics Working Papers, June. p.pp. 1–24. 

Watson, S. D. (2009). The securitization of humanitarian migration: Digging 
moats and sinking boats. London: Routledge. 

DİPNOTLAR;

1 “Mülteci” terimi, bu makalede sosyolojik bir olayı akademik çerçevede kavramsallaştırmak amacıyla kullanılmıştır. 
    Zira hukuki olarak, Türkiye’ye kabul edilen ve Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin resmi statüsü mülteci değil, geçici korumadır. 
    Bu çerçevede, 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile bu kanuna istinaden çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliğinin ilgili hükümlerine bakılabilir. 
2  Bu araştırma 2013 yılının Haziran-Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleştirilmiştir. O tarih itibariyle Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin sayısı 520 bin civarında idi. 
3  Arap Baharı sonrası yaşanan gelişmelerin detaylı bir kronolojisi için Bkz. “Suriye Kronoloji: 
   Suriye’de isyandan iç savaşa”, Al Jazeera ve Ajanslar 
(http://www.aljazeera.com.tr/kronoloji/kronoloji-suriyede-isyandan-ic-savasa) 


***