sınırlı rasyonellik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sınırlı rasyonellik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2020 Perşembe

Göç ve Kamu Politikaları: Suriye Krizi Üzerine Bir Analiz BÖLÜM 2

Göç ve Kamu Politikaları: Suriye Krizi Üzerine Bir Analiz BÖLÜM 2



2.3. Sosyal Çevre.,

Sosyal çevre başlığında; toplumun çevreye olan hassasiyeti, tüketici davranışları, toplumun eğitim durumu, nüfus oranı, yaş dağılımı, doğum ve ölüm oranları, toplumun kültürel ve etik değerleri gibi konularda çok geniş değerlendirmeler yapılabilmektedir. Suriye krizi ile ilişkili olarak ortaya çıkan sosyal konular; İskân politikası (Kamp ve kent yaşamı -bina, kira vb.), Sağlık politikası (Hasta sayısı, bütçe, ücret, doğum sayısı vb.), Eğitim politikası (Öğrenci sayısı, müfredat, dil sorunu vb.), Çalışma politikası (Çalışma izni, istihdam alanı vb.), Nüfus hareketliliği (Ülke içinde göç eden, başka ülkeye göç eden vb.) ve Entegrasyon politikaları çerçevesinde şekillenmiştir. 

Suriyeli mültecilerin ülke geneline yayılmaları barınma, sağlık, eğitim ve 
entegrasyon (uyum, bütünleşme) gibi bir çok sorunu beraberinde getirmiştir. 
Mülteci kamplarında sağlanan barınma, sağlık ve eğitim hizmetlerinin ülke 
genelinde sağlanması için bir düzenleme henüz bulunmamaktadır. Mülteciler 
arasında ekonomik yönden iyi durumda olanlar kent merkezlerinde ev tutmakta 
ve birçok kentte kendi sosyal çevrelerini oluşturmaktadırlar. Örneğin Ankara’nın Mamak ilçesinde Halepli mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları ve vatandaşların Halep Mahallesi olarak adlandırdıkları yerleşim bölgesi bulunmaktadır. 

Özellikle Suriye sınırına yakın Gaziantep ve Kilis illerinde yoğunluklu 
olarak mülteciler kalmaktadırlar. Bu bölgede taleplerin yüksek olmasından 
dolayı ev kiraları önemli ölçüde artış göstermiştir. Sosyal alanları birlikte paylaşan mülteciler ile vatandaşlar arasında önemli sosyal problemler yaşanmaktadır. 

Mültecilerin büyük çoğunluğunun ekonomik olarak yetersiz durumda olmaların dan dolayı, ülke genelinde olumsuz bir imaj olarak Suriyelilerin dilencilik  yaptıklarına yönelik bir algı oluşmuştur. Sayıca fazla olmaları ve yoğun 
trafik saatlerinde kavşaklarda görünür olmaları bu algıyı tetiklemiştir. 

Bu durumun kalıcı çözümü ancak kalıcı ekonomik düzenlemelerle sağlanabilir. Ancak geçici bir çözüm olarak zabıtaların ve güvenlik güçlerinin dilencilik yapan 
mültecileri bulundukları yerden uzaklaştırmak amacıyla kamplara geri gönderdikleri görülmektedir. 

Suriyelilerin sağlık sorunu konusunda oluşturulması gereken politikalar 
ise başlı başına araştırılması gereken bir konudur. Temel sağlık sigortası, 
devlet hastanelerinin kullanımı, ilaç ve ameliyat masrafları, çocukların temel 
aşıları, doğum oranları gibi onlarca konuda sağlık sektörü sorunlar yaşamaktadır. 

Özellikle Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, İstanbul illerinde bu sorun oldukça 
büyüktür. Sağlık Bakanlığının sağlık harcamaları konusunda Suriyelilerden 
herhangi bir ücret alınmaması konusundaki genelgesiyle Türk vatandaşlarına 
yönelik uygulanan ücretlendirme politikası oldukça problemli bir hal almıştır. 
Sağlık kuruluşlarından faydalanan Suriyeli sayısı göz önünde bulun durulduğunda sorunun büyüklüğü daha net anlaşılacaktır. 

Mülteci kamplarında eğitim imkanı sağlanmasına rağmen kamp dışında 
bulunan mülteci çocuklarının eğitimleri önemli bir sosyal sorun olarak karşımıza 
çıkmaktadır. Birçok mültecinin Türkiye’de kalıcı olarak plan yapması ve ülkenin her tarafına kontrol dışı yayılmış olmaları Türkiye’nin Suriyelilerle ilgili eğitim politikalarını yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılmaktadır. 

Suriyeli çocukların nerede, nasıl, hangi dilde ve hangi müfredata göre eğitim 
alacakları tartışılan konular arasında yer almaktadır. 

Sağlık hizmetleri konusunda bir kamu görevlisinin ifadeleri oldukça anlamlıdır: 
“Resmi istatistikler ortada. Hastane kullanımı Suriyeliler tarafından 
yoğun. Halkın şikâyetleri her geçen gün artıyor. Kilis’in nüfusu 90.000 ancak 
neredeyse 80.000 Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Geniş bir hastanenin acilen yapılması gerekiyor.” AFAD verilerine göre tüm kamplarda verilen poliklinik hizmeti sayısı 6 milyonu geçmiş olup, Türkiye genelinde doğum sayısı ise 151.000’i geçmiştir (AFAD, 2015). 

Yürütülen eğitim hizmetleri kapsamında yalnızca kamplarda binlerce 
çocuğa eğitim verilmektedir. Mevcut durumda 700 bin Suriyeli çocuk eğitim 
alma yaşına gelmiş fakat bunların sadece 300 bini eğitim almaktadır. 

Kamplarda Suriyeli çocukların hangi kitapları okuyacakları, müfredat sorunları ve eğiticiler önemli sorun alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, ziyaret 
edilen kampların bazılarında Suriyeli öğretmenlerin görev yaptığı ancak 
herhangi bir ücret almadıkları ve bu eğitimlerin nasıl ve ne şekilde yapıldığı 
konusunda kamplar arası farklılıkların bulunduğu değerlendirilmektedir. 

Ülke geneline yayılan 391 bin civarında Suriyeli mülteci çocuk herhangi bir okula devam edememektedir (UNICEF, 2015). MEB okullarına devam eden çocuklar ise dil sorunu yaşamaktadırlar. Uzun vadede Suriyeli vatandaşların Türkiye’de kalıcı olmaları söz konusu olduğundan bu çocukların topluma kazandırılması ve topluma uyumunun sağlanması açısından eğitim politikalarının gerek ulusal gerekse uluslararası alanı kapsayacak şekilde dizayn edilerek uygulamaya geçirilmesi zorunludur. 

Oldukça fazla sayıda mültecinin ülkeye gelmesiyle konut talepleri 
artmış ve özellikle mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde dengesizlikler oluşmuştur. Bunun sonucunda konut kiralarının artışıyla Türk 
vatandaşları ekonomik olarak etkilenmekte ve bunun yanı sıra Suriyeli 
mülteciler de kötü ve yetersiz şartlarda hayatlarını sürdürmek zorunda kalmaktadırlar. 
Suriyeli mültecilerin karşı karşıya kalmış oldukları durumun önemi araştırmaya katılan bir katılımcının şu ifadesi ile daha belirgin hal almaktadır: 

“Konut talebinin karşılanması gerekiyor. Bazı belediyeler de artık konut yapıp, 
satışını gerçekleştiriyor. Ama şehirde hala ev bulunamıyor ve kiralar çok yüksek. Barınma konusu hem Suriyeliler hem de Türkler için çok önemli bir sorun. Suriyeliler evlere sığmadıkları için üst üste yaşıyorlar. Bu durum çok insani değil.” 

Emlak konusu halk arasında da üzerinde sıklıkla konuşulan konuların başında 
gelmektedir. Suriyelere kimi semtlerde ev verilmediği, verilse bile kiralarının 
çok yüksek tutulduğu ve bir yıllık peşinat alındığı ifade edilmektedir. 
Araştırmaya katılan bir kamu görevlisinin ifade ettiği durum oldukça anlamlıdır: 

“Suriyelilerin gelmesiyle [bölgede] kiralar ikiye katlanmış durumda. Her yeri 
ev yapıp, olmayacak fiyatlara kiraya veriyorlar. Kimi Suriyeliler ilk birkaç ay 
kirayı ödedikten sonra, evden çıkmayıp kira ödemiyorlar. Yaşam ekonomik 
olarak her geçen gün daha kötüye gidiyor. Bu durum çatışmalara, sonrasında 
polis merkezlerine ve adliyeye kadar uzanan bir süreci beraberinde getiriyor.” 

Mülteci kampları dışında yaşayanların ülke genelinde istihdamları ve 
çalışmaları da beraberinde farklı sorunları ortaya çıkarmıştır. Ancak yasal 
sorunlardan dolayı Suriyeli mültecilerin büyük kısmı yasal olmayan 
yollardan ülke içerisinde çalışmaktadırlar. Mültecilerin hayatlarını devam 
ettirebilmeleri için gerekli olan kazancı sağlamak amacıyla çalışmalarının 
bir zorunluluk olduğu devlet yetkililerince tespit edilmiştir. Dahası, belirli 
meslek alanlarında işverenlerin ucuz işçilik ile Suriyelileri istihdam ettikleri 
ve bu sayede Türk vatandaşlarının istihdamlarının düştüğü görülmüştür. 

Araştırmaya katılan bir STK yetkilisinin Suriyeli mültecilerin istihdamı 
konusundaki yaklaşımları yerel ekonominin ne derecede etkilendiğini açık 
olarak göstermektedir: 

“Vasıflı olan Suriyeliler var. Bu insanların bize kattıkları oldukça pozitif. 
Örneğin “Gelen bazı Suriyeliler iş bulmak istediler. Özellikle hakim, eczacı, 
doktor gibi meslek sahibi olanlar vardı. Evin küçükleri çırak olarak işe girmek 
istediler. Oto tamircisi, duvar ustası, boyacı gibi meslek sahibi olanlar vardı. 
Bir kısmı işe yerleşti. Bu durum ucuz işçi çalıştırma imkânını doğurdu. Araba 
yıkama, elektrik ve su tesisatı ve taş işleme konularında gayet iyi olanlar var. 
Bazı Türk işçiler bu durumdan çok rahatsız oldu. Özellikle inşaat sektörü ve 
tarım sektöründe bu durum çok bariz görüldü. Emek ucuzlayınca maalesef aç 
kalan Türkler oldu.” 

“Yasadışı çalışan çok fazla var. Karınları doyuyorsa buna şükrediyorlar. Esnaf 
bunlara önceleri kucak açmışken şimdi rahatsız olanlar da var. Diğer taraftan 
kamplarda herşeyi devletten bekleyen bir anlayış doğdu. Diş, hastane, yemek, 
iş, barınma, eğitim vs.” 

Yukarıda sayılan gerekçeleri de göz önüne alan Bakanlar Kurulu, 11 Ocak 2016 tarihinde yayınladığı 8375 sayılı yönetmelikle geçici koruma altındaki yabancıların çalışmasına imkân sağlayan bir düzenleme getirilmiştir. 

Buna göre, Suriyeli mülteci çalıştırmak isteyen işverenler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurup gerekli izinleri aldıktan sonra istihdam 
edebilecek tir. Bazı istisnaları olmakla birlikte, bir işyerinde Suriyeli mülteci sayısı onda bir oranından fazla olamayacaktır. Ayrıca mültecilerin ücreti, asgari ücretten daha aşağı olamayacaktır. 

İskân, çalışma, sağlık, eğitim gibi başlıkların doğrudan etkilediği bir başka konu ise Suriyeli mültecilerin entegrasyonu konusudur. Yarısından fazlasının çocukların oluşturduğu bu büyük kitlenin en hızlı şekilde toplumla birlikte yaşama becerisine sahip olması, her iki toplum açısından da elzem görülmekte dir. Kamuoyu araştırmalarına göre, halkın büyük kısmı mültecilerin ekonomiye zarar verdiğini, işlerini ellerinden aldıklarını, güvenlik sorunlarına yol açtığını düşünürken, ekonomiye canlılık kattıklarını veya kültürel bir zenginlik olduklarını düşünenlerin oranı ise çok düşük kalmaktadır (Demir ve Soyupek, 2015). 

2.4. Güvenlik Çevresi 

Göç konusu Batı ülkelerinin birçoğunda güvenlik perspektifinden incelenmiş 
ve göçün sosyal ve insani yönlerinden daha çok, bir güvenlik sorunu olduğu üzerinde durulmuştur (Watson, 2009). Buna karşılık Türkiye’de Suriyeli 
mültecilere yönelik politikalar güvenlik yaklaşımından ziyade insani ve sosyal bir çerçevede ele alınmaktadır. Bununla birlikte, Suriye krizinin yol açtığı bazı güvenlik sorunları krizin insani ve sosyal tarafıyla birlikte ele alınmalıdır. 

Bu çerçevede güvenlikle ilgili konuları insan güvenliği ve düzensiz göç hareketleri, sınır güvenliği, asayiş olayları ve terör sorunu şeklinde 
alt başlıklara ayırmak mümkündür. 

Güvenlikle ilgili en önemli boyutlardan birisi insan güvenliğidir. Suriye 
krizi ile birlikte 4,5 milyondan fazla insan Suriye dışına göç etmek zorunda 
kalmıştır. Bunlardan 2,5 milyonu Türkiye’ye gelmiştir. Ancak çeşitli 
nedenlerle Türkiye’de kalmak istemeyen mültecilerin özellikle 2015 yılı 
içinde büyük kitleler halinde Avrupa’ya doğru yola çıktıkları görülmüştür. 
UNHCR (2015) verilerine göre 2015 yılında Türkiye üzerinden Avrupa’ya 
geçiş yapan göçmenlerin/mültecilerin sayısı 825 bini geçmiştir. Bunlardan 
en az yarısının Suriyeli olduğu belirtilmektedir. Bu yoğun hareketlenmenin 
göçmen kaçakçılığı gibi suçlarla olan mühim ilişkisinin yanında olayın 
insan güvenliğine bakan yönü daha vahimdir. Sahil Güvelik Komutanlığı 
verilerine göre 2015 yılında 91.000’den fazla göçmen/mülteci sahillerimizde 
kurtarılmıştır (Sahil GK, 2015). IOM verilerine göre, 2015 yılı içinde 
3605 göçmen/mülteci boğularak yaşamını yitirmiştir (IOM, 2015). 

Bu tür olaylara, yeterli güvenlik önlemi almaksızın mültecileri denize 
çıkaran kaçakçıların yol açtığı değerlendirilmektedir. 

Suriye krizinin güvenlik boyutunda ele alınması gereken bir başka sorun 
da kaçakçılık konusudur. Suriye krizinden öncesinde de var olan bölgedeki 
kaçakçılık olayları Suriye kriziyle daha da artış göstermiştir. Önceden 
belirli noktalarda gerçekleştirilen sınır kaçakçılığı mültecilerin toplu olarak 
ülkeye girişleriyle kontrol edilemez bir boyuta ulaşmıştır. Bu kadar büyük 
bir mülteci akınının olduğu yerde kaçakçılığı önleme veya mücadele diğer 
önemli konuların arasında gerilerde kaldığından gerek önleme, gerekse 
mücadele konusunda sorunlar yaşanmıştır. 

Suriye krizinin asayiş yönünden etkilerinin çok büyük olabileceğine ilişkin 
risk değerlendirmeler yapılmaktadır. Nitekim Hatay, Akçakale, Ceylanpınar, 
Gaziantep, Ankara gibi yerlerde yaşayan Suriyeli mültecilerle yerel halk arasında yaşanan gerginliklerin başka yerlerde de yaşanmayacağı söylenemez. Suriyeli mültecilerin sayısı bakımından düşünüldüğünde büyük çaplı gerginliklerin, ötekileştirmelerin ve yabancı düşmanlığını hatırlatacak olayların yaşanmamış olması sosyal sermayenin korunması bakımından büyük öneme sahiptir. 

Suriye krizinin beraberinde getirdiği asayiş olaylarının yanı sıra terörizm 
boyutu çok daha büyük önem arz etmektedir. Özellikle son zamanlarda meydana gelen terör saldırılarının Suriye bağlantılı olması güvenlik tedbirlerinin 
daha üst seviyelere çıkarılmasını zorunlu kılmıştır. 

Özellikle ilk mülteci akımlarının olduğu zamanlarda güvenlik birimleri parmak 
izi alma, pasaport kayıtları gibi konularda ciddi çalışmalar yürütmüş fakat 
sonraları büyük akımlarla kontrol dışı mülteci girişleri gerçekleşmiştir. 

Sonraki yıllarda Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, kayıtdışı mültecileri kayıt altına 
almak için büyük bir çaba göstermiş, zaman içinde kayıt olanların sayısı 2,5 
milyonu bulmuştur. Bununla birlikte, kayıtlı olan mültecilere ilişkin olumsuz 
bir kayıt olmaması halinde, başkaca bir denetleme yapılamadan kendilerine 
geçici koruma belgesi düzenlenmektedir. 

12 Ocak 2016 günü İstanbul Sultanahmet’te meydana gelen bombalı saldırının 
failinin birkaç gün öncesinde geçici koruma kaydı yaptıran mültecilerden birisi 
olması bu yöndeki endişeleri haklı kılmıştır. Dahası, ülke genelinde kayıtsız 
olarak bulunan mültecilerin sayısının da çok olabileceği ve terörle ilgili 
olabilecekleri de akla gelmektedir. 

Diğer yandan sınır güvenliğinin yetersizliği doğal olarak riskleri de arttırmıştır. 
Coğrafi şartların olumsuzluğundan dolayı sınır boylarındaki zayıf noktalardan 
kontrolsüz geçiş yapanlar olduğu gibi, özellikle büyük akımların yaşandığı 
dönemlerde etkin kontrol yapmak imkansız hale gelmiştir. Türkiye’nin 
mevcut sınır güvenliği kapasitesi ise bu geçişleri engellemek için yetersiz kalmaktadır. 

Zaman içinde Suriye’de yaşanan olaylar ile sınır güvenliği daha da 
önemli bir boyut kazanmıştır. PYD’nin ve IŞİD’in sınırlarımıza yakın bölgelerde 
alan kazanması, Rusya’nın Suriye’ye müdahil olarak yine sınırlarımıza yakın 
yerlerde hareket alanı bulması, koalisyon güçlerinin IŞİD’e yönelik hava saldırıları, Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelesini artırması gibi olaylar bu çerçevede Türk sınırlarının güvenliğinin de artırılması sonucunu doğurmuştur. 

Tartışma ve Sonuç 

Araştırma bulguları Suriye krizinin Türkiye’yi ve Türk kamu politikalarını 
önemli ölçüde etkilediğini ve politikalarda önemli değişimlere sebebiyet 
verdiğini göstermiştir. Özellikle, Suriye krizi ve beraberinde meydana gelen 
mülteci göçü sağlık, eğitim, güvenlik, istihdam ve topluma entegrasyon 
gibi bir çok sektörde iç politikaları doğrudan etkilemekte ve bu etkileşimin 
uzun bir süre daha devam edeceği görülmektedir. Türkiye’deki Suriyelilerin 
büyük bir çoğunluğunun ülkelerindeki çatışma sona erse bile geri dönmeyecek leri tahmin edilmektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin Suriyeli mültecilere yönelik mevcut ulusal dengeleri de koruyacak şekilde kısa ve uzun vadeli mikro ve makro düzeyde politikaları hayata geçirmesi zorunluluk olarak görülmektedir. 

Türkiye’nin Suriye krizi sonrası işe koştuğu politika süreci analiz edil-
diğinde politika kararları ve uygulamalar, birçok belirsizlikler ve sınırlı rasyonellik çerçevesinde gerçekleşmiştir. Sosyal, güvenlik ve ekonomik alanlarda olduğu gibi kısmen üreten ve uygulayan pozisyonunda bulunan üst düzey yerel aktörler, alt düzey uygulayıcılar ve sivil toplum üyeleri örgütsel anlamda Herbert Simon’ın kuramsallaştırdığı sınırlı rasyonellik çerçevesinde hareket etmeyi tercih etmektedirler. 

Suriye krizi sonrası politika sürecinde rol alan gerek vali, kaymakam, il 
müdürleri, kamp müdürleri, belediye başkanları gibi üst düzey bürokratlar, 
gerekse kamp çalışanları, belediye çalışanları, sağlık çalışanları, öğretmenler, 
meslek odaları gibi alt düzey tüm aktörlerin bu kuramsal çerçevede sınırlı rasyonellik çerçevesinde hareket ettikleri gözlemlenmiştir. Bunun sonucu olarak 
Suriye krizi, güvenlik, dış politika, düzensiz göç, terörizm, ekonomik maliyet 
gibi ölçülemeyen birçok belirsizliği içinde barındırdığından, etkili kamu politikalarının 
yapımı ve uygulanması güçleşmektedir. 

Sonuç olarak; Türkiye’nin kamu politikalarının merkezden planlandığı, il yöneticilerine her ne kadar sorumluluk yüklenmiş olsa da politika belirleme 
ve uygulama konusunda özellikle mali konularda büyük sınırlılıkları yaşandığı bir gerçektir. Yerel yöneticilerin birçok konuda insiyatifinin olmadığı, politik ve merkezi yapının sosyal politikalarının günü birlik ve sistemsiz olması birçok kronik probleme yol açmıştır. 

Sosyal politikalar yalnızca Suriyeliler için değil bu konuyla yakından ilgilenen kamu görevlileri için de uygulanmalıdır. Gerek halkın gerekse bölgede görev yapan kamu görevlilerinin sosyal imkanlarının arttırılması gerekmektedir. 

Suriye sorunu tüm yönleriyle ele alınarak çok yönlü çözümler üretilmelidir. Süreçte rol alan tüm aktörlerin katılımı ile bilimsel ve uzman otoritelerle 
yapılacak işbirliğiyle problemlerin asıl kaynakları net olarak belirlenmeli ve her türlü sosyolojik, politik ve ekonomik açılar değerlendirilmeli, çözümler üretilerek hayata geçirilmelidir. 

Yeni bir kamu kurumu olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün mevcut mülteci potansiyelini yönetme anlamında sürece pozitif katkı sağlayacağı düşünülmekte dir. Ancak, kurumun henüz çok yeni olmasının yanında, insan kaynakları ve diğer sistemlerinin halen geliştirme aşamasında olduğu da bir başka gerçektir. Suriyelilere yönelik bugüne kadar yerel düzeyde yapılan çalışmaların (ekonomik, sosyal ve entegrasyon gibi) uzun soluklu olamayacağı, Türkiye’nin mülteci politikalarında köklü bir karar verme sürecine girmesinin Ortadoğu’daki çatışmalar ve karışıklıklar (Suriye, Irak, İran, Afganistan, Filistin, Mısır gibi) göz önüne alındığında öncelikli politika alanlarından birisi olması gerektiği değerlendirilmektedir. 

Kaynakça 

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD). (2013). Türkiye’deki Suriyeli 
sığınmacılar, 2013 saha araştırması sonuçları, Ankara 
https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/60-2013123015491-syrian-refugees-inturkey-2013_baski_30.12.2013_tr.pdf 

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD). (2015). Suriye afet raporu. 
https://www.afad.gov.tr/tr/IcerikDetay1.aspx?IcerikID=747&ID=16 

Arabacı, İ.B. (2010). Stratejik planlamada çevre analizi tekniği olarak PEST 
analizi: F.Ü. Eğitim Fakültesi Örneği. e-Journal of New World Sciences Academy, 
5(3), AN: E0008. 

Aras, B., & Köni, H. (2002). Turkish-Syrian relations revisited. Arab Studies 
Quarterly, 47-60. 

Aras, D. (2012). Turkish-Syrian relations go downhill. Middle East Quarterly,
19(2), 41. 

Berti, B. (2015). The Syrian refugee crisis: Regional and human security ımplications. 
Strategic Assessment, 17(4), 41-53. 

Bishku, M. B. (2012). Turkish-Syrian relations: A checkered history. Middle 
East Policy, 19(3), 36-53. 

Buchanan, S. & Gibb, F. (1998) “The information audit: An integrated strategic 
approach”, International Journal of Information Management, 18(I), 29-47 

Cagaptay, S., & Menekse, B. (2014). The Impact of Syria’s Refugees on Southern 
Turkey. Washington Institute for Near East Policy, 1. 

Demir, O.Ö. & Soyupek, Y. (2015). Mülteci krizi denkleminde AB ve Türkiye: 
İlkeler, çıkarlar ve kaygılar, Göç Çalışmaları Merkezi, Global Politika ve 
Strateji Yayınları. 

Dinçer, O. B., Federici, V., Ferris, E., Karaca, S., Kirişci, K., & Çarmıklı, E. Ö. 
(2013). Turkey and Syrian refugees: The limits of hospitality. International 
Strategic Research Organization (USAK). 

Duncan, R. (1972) Characteristics of organizational environment and perceived 
environment uncertainty, Administrative Science Quarterly, 17, 313 - 327. 

Hale, W. (2009). Turkey and the Middle East in the’new era’. Insight Turkey,11(3), 143. 

International Organization for Migration (2015). Missing migrants project. 
http://missingmigrants.iom.int/ 

İçduygu, A. (2015). Syrian refugees in Turkey: The long road ahead. Washington, 
DC: Migration Policy Institute. 

Kirişci, K. (2011). Turkey’s ‘demonstrative effect’and the transformation of the 
Middle East. Insight Turkey, 13(2), 33-55. 

Oğuzlu, T. (2008). Middle easternization of Turkey’s foreign policy: Does Turkey 
dissociate from the west?. Turkish Studies, 9(1), 3-20. 

Olson, R. (1997). Turkey-Syria relations since the Gulf War: Kurds and water. 
Middle East Policy, 5(2), 168. 

Öniş, Z. (2011). Multiple faces of the» new» Turkish foreign policy: Underlying 
dynamics and a critique. Insight Turkey, 13(1). 

Peng, G.C.A. & Nunes, M.B. (2007) Using PEST Analysis as a tool for refining 
and focusing contexts for ınformation systems research. In: ECRM 2007. 
6th European Conference on Research Methodology for Business and Management 
Studies, 9th - 10th July 2007, Lisbon, Portugal. Academics Conference 
International, 229 - 236. 

Philips, C. (2012) Turkey’s Syria problem Public Policy Research IPPR, Volume 19 Issue 2 pp 137-140 

Robins, P. (2007). Turkish foreign policy since 2002: between a ‘postIslamist’government 
and a Kemalist state. International Affairs, 83(2), 289-304. 

Sahil Güvenlik Komutanlığı (2015). Düzensiz göç istatistikleri. 
http://www.sgk.tsk.tr/ baskanliklar/harekat/faaliyet_istatistikleri/duzensizgoc_istatistikleri2.asp 

UNHCR (2015). Refugees/migrants emergency response- mediterranean. 
http://data.unhcr.org/mediterranean/regional.php 

UNICEF. (2015). Türkiye’deki Suriyeli çocuklar. UNİCEF Türkiye Komitesi Bilgilendirme Notu 
https://www.unicefturk.org/suriye/Suriyeli_Cocuklar_UNICEF_Bilgi_Dokumani 10_09_2015%201835-TR.pdf 

Ward, D. & Rivani, E. (2005). An overview of strategy development models and 
the ward-rivani model. Economics Working Papers, June. p.pp. 1–24. 

Watson, S. D. (2009). The securitization of humanitarian migration: Digging 
moats and sinking boats. London: Routledge. 

DİPNOTLAR;

1 “Mülteci” terimi, bu makalede sosyolojik bir olayı akademik çerçevede kavramsallaştırmak amacıyla kullanılmıştır. 
    Zira hukuki olarak, Türkiye’ye kabul edilen ve Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin resmi statüsü mülteci değil, geçici korumadır. 
    Bu çerçevede, 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile bu kanuna istinaden çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliğinin ilgili hükümlerine bakılabilir. 
2  Bu araştırma 2013 yılının Haziran-Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleştirilmiştir. O tarih itibariyle Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin sayısı 520 bin civarında idi. 
3  Arap Baharı sonrası yaşanan gelişmelerin detaylı bir kronolojisi için Bkz. “Suriye Kronoloji: 
   Suriye’de isyandan iç savaşa”, Al Jazeera ve Ajanslar 
(http://www.aljazeera.com.tr/kronoloji/kronoloji-suriyede-isyandan-ic-savasa) 


***

Göç ve Kamu Politikaları: Suriye Krizi Üzerine Bir Analiz BÖLÜM 1

Göç ve Kamu Politikaları: Suriye Krizi Üzerine Bir Analiz BÖLÜM 1



Arif Akgül, 
Alican Kaptı, ve 
Oğuzhan Ömer Demir, 
Arif Akgül, Doç. Dr. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Öğretim Üyesi, arifakgul@yahoo.com; 
Alican Kaptı, Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi Öğretim Üyesi, akapti@artvin.edu.tr; Oğuzhan 
Ömer Demir, Doç. Dr. Giresun Üniversitesi Öğretim Üyesi, oodemir@gmail.com. 

** Bu makale, ilk olarak 22 Eylül 2015 tarihinde Sakarya Üniversitesi tarafından düzenlenen VI. 
Kamu Politikaları Çalıştayında sunulmuş olan bildirinin, genişletilmiş ve gözden geçirilmiş şeklidir. 


Özet:** Bu Makale , Suriye krizinin etkilerini kamu politikaları açısından değerlendirerek, Suriye krizi sonrası ortaya çıkan süreci tanımlamak, tarif etmek ve söz konusu sürecin ortaya çıkardığı durumu kamu politikaları açısından analiz etmeyi amaçlamaktadır. 

Bulgular büyük ölçüde Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep ve Kilis illerinde gerçekleştirilen bir alan çalışmasına dayalıdır. Suriyelilerin yaşadığı beş geçici barınma merkezi ile kent merkezlerinde yürütülen çalışmada, mülakatlar ve gözlemler yapılmıştır. Söz konusu veriler PEST analizi kapsamında oluşturulan model ile sistematik olarak analiz edilmiş ve Suriye krizinin hangi politika alanlarına etki ettiği ortaya konulmuştur. Sonuç olarak Suriye krizi sonrası ortaya çıkan karışıklığın, politika yapımını, politika uygulamalarını ve alanda çalışan görevlileri önemli ölçüde etkilediği görülmüştür. Öncelikle, Türkiye’de  yaşayan Suriyelilere yönelik yapılacak olan her türlü girişim (eğitim, sağlık, güvenlik gibi konularda) birden fazla kamu politika alanını ilgilendiren bir konudur. İkinci olarak, süreç içerisinde farklı kamu politikalarının aktörleri örgütsel olarak sınırlı rasyonellik çerçevesinde hareket edebilmektedirler. 

Son olarak, Suriye krizi; güvenlik, dış politika, düzensiz göç, terörizm, ekonomik maliyet gibi ölçülemeyen birçok belirsizliği içinde barındırdığından, etkili kamu politikalarının yapımı ve uygulanması güçleşmektedir. 

Giriş 

2011 yılında Ortadoğu’da “Arap Baharı” olarak ortaya çıkan süreç Tunus, Libya, Mısır gibi ülkelerle birlikte Suriye’yi de etkilemiş ve Suriye’de ortaya çıkan kriz ve iç çatışmalar, Türkiye ve bazı bölge ülkelerini önemli ölçüde etkilemiştir (Cagaptay ve Menekse, 2014; İçduygu, 2015; Phillips, 2012). 

Bu süreçte yüzbinlerce Suriyeli rejimden kaçıp bölge ülkelerine (Lübnan, Ürdün ve Türkiye gibi) sığınmış ve Türkiye son iki yıl içerisinde çok büyük mülteci akınına uğramıştır. Türkiye’nin bu süreçteki mülteci politikası, açık kapı politikası çerçevesinde gelişmiş ve Türkiye’deki Suriyelilerin statüsü geçici koruma olarak belirlenmiştir1. 

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye’de geçici kamplarda kalan Suriyelilerin sayısı yaklaşık 279.000, şehir merkezlerinde yaşayan Suriyelilerin sayısı ise 2,5 milyon civarındadır.

Türkiye’nin geçtiğimiz 5 yılda (2011-2015) Suriyeliler için yapmış olduğu kamu harcaması ise 9 milyar doların üzerine çıkmıştır (AFAD, 2015). 

Türkiye’nin Suriye ile olan ilişkileri ve dış politika parametreleri tarih, uluslar  arası ilişkiler ve bölgesel çalışmalar çerçevesinde ve disiplinler arası yaklaşımlarla incelenmiş bir konudur (Robbins, 2007; Bishku, 2012; Olson,1997; Hale, 2009; Aras ve Köni, 2002). Bu araştırmaların birçoğu 
Türkiye’nin Suriye’yle olan ilişkilerini farklı sorunlar perspektifinde incelemiş 
özellikle su sorunu, Hatay meselesi, güvenlik, terör ve çatışma gibi konular ön 
plana çıkmıştır. Nitekim PKK konusu 1990’lı yıllarda Türkiye Suriye ilişkilerinde 
en önemli meselelerin başında gelmekteydi. Ancak 2000’li yılların başından 
itibaren, Suriye konusu Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleriyle olan ilişkileri çerçevesinde gelişmeye başlamış ve farklı ilişki modelleri ortaya çıkmıştır (Öniş, 
2011; Oğuzlu, 2008; Bishku, 2012; Aras, 2012). 2004 yılında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karşılıklı resmi ziyaretleri ve ardından imzalanan serbest ticaret anlaşması yeni bir dönemin başlangıcı kabul edilmiştir (Kirişçi, 2011). Sonrasında birçok sektörde(güvenlik, 
kültür, turizm, tarım gibi) imzalanan anlaşmalar ve projeler iki ülke ilişkilerini 
daha da ileri götürmüştür. 

Bu ilişkiler 2009 yılında ortaklaşa gerçekleştirilen askeri bir tatbikata kadar 
varmıştır. Ne var ki, liderler arası iyi niyet temennilerinin ve ülkeler arası yakınlaşmaların zirve yaptığı 2010 yılının hemen sonrasında, ortaya çıkan Arap 
Baharı adı verilen olaylar Suriye’yi de etkilemiş ve sonrasında ilişkiler çok kısa 
bir sürede kopma noktasına gelmiştir. 2011 yılının başlarında ortaya çıkan kriz 
sonrası, iki ülke arasında birçok görüşme gerçekleştirilmiş olsa da, bu durum 

2. Dünya Savaşından bu yana yaşanan en büyük göç olayını engelleyememiştir. 
2012 yılında önce ABD ardından Mart 2012’de Türkiye, Şam’daki Büyük elçiliklerini kapatmışlardı 3. Neticede Suriye’deki yönetim ile muhalifler arasında süren çatışmalar sonrası Türkiye’ye ve bölge ülkelerine büyük bir göç 
akını başlamıştır. Başta Suriye’ye komşu ülkeler olmak üzere, zaman içinde 
Avrupa ülkeleri ve hatta ABD ve Kanada bu göç hareketinden etkilenmiştir. 
Türkiye’nin yaşadığı bu kriz iç politikayı da önemli ölçüde etkilemiş; sağlık, eğitim, güvenlik, sosyal haklar, barınma, çalışma gibi birçok sorunu beraberinde getirmiştir (Berti, 2015; Cagaptay ve Menekse, 2014; Dinçer vd., 2013). Bu çerçevede, Türkiye’nin Suriye krizi sonrası uygulamış olduğu kamu politikalarının etkinliği ve analizi, kamu yönetimi ve politikaları disiplini için önemli bir araştırma konusu olarak karşımıza çıkmıştır. Ne var ki son yıllarda yapılan araştırmalar genellikle uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, güvenlik çalışmaları ve ekonomi disiplinleri çerçevesinde incelenmiş, kamu politikası ve yönetimi perspektifinden analizler oldukça sınırlı kalmıştır. Dolayısıyla kamu politikası disiplini çerçevesinde üretilen bilimsel verilerin ortaya konulması ve araştırma sonuçlarının kanun koyucu ile uygulayıcılarının dikkatine sunulmasının oldukça önemli olduğu değerlendirilmektedir. 

Bu araştırmanın en temel amaçlarından birisi Türkiye’nin Suriye krizi 
konusunda almış olduğu kararların ve uygulamaya koyduğu politikaların 
ortaya çıkardığı durumu alan araştırmasıyla ortaya koymak, elde edilen 
bulguları ise PEST analizi yöntemiyle analiz etmektir. PEST analizi, kurumların 
ve organizasyonların politik ekonomik, sosyal ve teknolojik açılardan 
nasıl etkilendiğini sistematik olarak inceleyen bir yöntemdir. Bu amaçla, 
PEST analizi bu çalışmaya uyarlanarak, Suriye krizinin Türk kamu politikalarına 
etkisi incelenmiştir. 

1. Yöntem 

Bu çalışmada, Suriye krizi sonucu geliştirilen kamu politikalarını tespit 
edebilmek ve değerlendirebilmek amacıyla 2013 yılında Suriye sınırına yakın 
bazı illerde yapılan bir alan araştırmasının bulguları PEST analizi kapsamında 
oluşturulan bir modelle sistematik olarak incelenmiştir. 

Alan araştırması; Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep ve Kilis illerinde 
gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında Suriyelilerin kaldığı beş geçici 
barınma merkezi ile kent merkezlerinde çalışma yürütülmüştür. Araştırma 
sürecinde yöntem olarak yapılandırılmış ve yarı yapılandırılırmış mülakat 
yöntemi ile yerinde gözlem teknikleri kullanılmıştır. Bu çerçevede, bölgede 
görev yapan kamu görevlileri, STK’lar ve mültecilerle mülakatlar gerçekleştirilmiştir. 

Elde edilen veriler PEST analizi kapsamında oluşturulan model 
ile sistematik olarak analiz edilmiştir. 

PEST analizi, yaygın olarak çevre analizinde kullanılan bir tekniktir. 
Analiz kapsamında politik, ekonomik, sosyal ve teknolojik faktörlerin çevreye 
olumlu veya olumsuz etkileri ortaya konulmaktadır. Çevre analizinde 
politik faktörler değerlendirilirken ilgili yasalar, vergi sistemi, dış ticaret 
düzenlemeleri, hükümet politikaları, mevcut hükümetin durumu, devletin 
müdahalesi ve uluslararası ilişkiler gibi geniş bir alanda değerlendirmeler 
yapılmaktadır. Ekonomik faktörlerin analizinde ise dünyadaki genel 
ekonomik durum, uluslararası ekonomik kuruluşların durumları ve etkisi, 
ülkedeki ticari döngü, enflasyon oranları, ekonomik büyümedeki değişimler, 
faiz durumu ile para ve kredi kaynakları, işgücü durumu ve enerji maliyeti 
ve durumu gibi konular değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Çevre 
analizinde sosyal faktörler ise; toplumun çevreye olan hassasiyeti, tüketici 
davranışları, çalışma eğilimleri, gelir dağılımları, toplumun eğitim durumu, 
nüfus oranı ve yaş dağılımı, doğum ve ölüm oranları ve toplumun kültürel 
ve etik değerleri gibi konularda geniş değerlendirmeler yapılmaktadır. Son 
olarak, çevre analizinde teknolojik faktörlerin analizi yeni teknoloji kullanımı, 
alternatif enerji kullanımı, IT kullanım yaygınlığı, ARGE kaynakları 
ve harcamaları, ekolojik durumlar ve altyapı teknolojisi gibi konuların 
değerlendirilmesiyle yapılmaktadır (Arabacı, 2010). 

PEST analizi sadece ekolojik çevrede değil her alanda kullanıma sahiptir. 
Bundan dolayı PEST modeli kullanım alanına göre güncellenebilen dinamik 
bir yapıya sahiptir. Çevrenin özelliğine göre yeni ana ve alt faktörler 
eklenebileceği gibi mevcut faktörlerin de elimine edilmesi söz konusudur. 
Bu tamamen çevrenin kapsamı ve araştırmacının kapasitesine bağlıdır. 

Araştırmacılar makro düzeydeki (ülke, bölge ve kıta gibi geniş ölçekteki) 
problemlerle ilgili araştırma sorularını cevaplamada güçlük yaşamaktadırlar. 
Peng ve Nunes (2007) PEST analizinin geniş ölçekli araştırma soruları 
için uygun bir metot olduğunu ileri sürerek, Çin ölçeğinde bilgi sistemleri 
politikalarının analizini gerçekleştirmişlerdir. Buchanan ve Gibb (1998) 
problemlerin gerçek durumunu anlamak ve çözüm geliştirmek için çevresel 
durumların çok iyi analiz edilmesi ve anlaşılması gerektiğini, bunun içinde 
PEST analizinin iyi bir yöntem olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca Ward ve 
Rivani (2005) PEST analizinin örgütlerin iç ve dış çevrelerini şekillendiren, 
örgütlerin kapasitelerini ve durumlarını önemli ölçüde belirleyen durumları 
anlamada kullanılabilecek bir yöntem olduğunun altını çizmiştir. Bunun 
yanında Duncan (1972) fiziksel ve sosyal faktörlerin örgütlerin karar verme 
süreçleri önemli ölçüde şekillendirdiğini ve örgütün mevcut durumunu anlamak 
için PEST yönteminin alt yapısını oluşturacak şekilde bu faktörlerin 
iyi analiz edilmesinin gerektiğini vurgulamaktadır. Ward ve Rivani (2005) 
ise PEST analizinin örgütleri anlamak için bir uydu görevini gördüğünü 
belirtmiştir. Dolayısıyla, PEST analizinin çok geniş ölçekli konuları sistematik 
bir şekilde daraltma ve büyük fotoğrafı göstermede etkili bir yöntem 
olduğu görülmektedir. 

PEST analizi örgütleri politik, ekonomik, sosyal ve teknolojik yönleriyle 
inceleyerek örgütün içerisinde bulunduğu durumu ortaya koymakta ve 
örgütün karşı karşıya kalmış olduğu riskleri, fırsatları ve gelişim olanaklarını 
ortaya koymaktadır (Arabacı, 2010). 

Her ne kadar PEST etkili bir yöntem olarak gösterilse de örgütlerin 
içerisinde bulundukları durumları ve problemleri her yönüyle açıklamada 
sınırlılıkları bulunmaktadır. Bu noktada PEST modelinde araştırmacının 
sorusu ve çalışılan ölçekteki problem yoğunluğuna göre bir güncelleme 
yapılabilmektedir. 

Nitekim bu araştırmada Suriye krizinin teknolojik faktörler yönüyle Türkiye’yi 
önemli ölçüde etkilememiş olması, bunun yanında güvenlik konularının daha 
fazla ön plana çıkması sebebiyle bir güncelleme yapılarak PEST modeli PESG 
modeline dönüştürülmüştür. Bu araştırmada PEST analizi yöntemi kullanılarak 
Suriye krizi sonrası Türkiye iç politikalarının nasıl etkilendiğini, ülkenin karşı 
karşıya kaldığı risk durumlarını ve fırsatları tanımlamayı hedeflemektedir. 

Ayrıca araştırma, Suriye krizinden etkilenen iç politikaların oluşturduğu 
problem durumlarını tanımlamayı ve politikaların gelişimi için öneriler 
geliştirmeyi amaçlamaktadır. 

Bu çalışma kapsamında Suriye krizinin Türkiye kamu politikalarını 
nasıl etkilediğini araştırmak amacıyla PEST modeli mevcut sürece uyarlanarak 
krizin alt alanlarda oluşturmuş olduğu etkiler belirlenerek yeni bir 
model oluşturulmuştur. Oluşturulan yeni PEST modeli şu şekildedir: 




Şekil 1. Suriye krizinin PEST modeli 


    Şekil 2’deki diyagramda, Suriye krizinin zorunlu göçe yol açtığı belirtilmektedir. 

Bu süreç daha çok uluslararası ilişkiler, uluslararası hukuk ve dış politika disiplinlerinin çalışma alanına girmektedir. Göç sonrası ortaya çıkan yapı ve yeni süreçler ise kamu politikasının en önemli çalışma alanını oluşturmaktadır. Nitekim göç sonrası Türkiye’ye gelen Suriyeliler konusunda yönetim, kaynak dağılımı, hukuki ve sosyal konuların her birisi kamu yönetiminin ve kamu politikalarının merkezinde olan konulardır. 




Şekil 2. Suriye krizi sonrası oluşan göçün etki diyagramı 


2. Bulgular ve Analiz 

2.1. Politik Çevre 

Suriye krizinin Türkiye ve dünya üzerinde oluşturduğu dalgalanmalar siyasi ve 
politik çevrenin Suriye konusundaki ilgisini önemli ölçüde arttırmıştır. Türk 
hükümetinin uyguladığı kısa ve orta vadeli politikalar halkı doğrudan ve dolaylı 
olarak etkilediğinden, kamuoyu Suriye politikalarını yakından takip etmiş ve 
siyasi iktidarın başarısını değerlendirmede önemli bir araç olarak kullanmıştır. 
Özellikle krizden ilk etkilenen bölgeler bu süreci yakinen takip etmiştir. 
Bu açıdan politik çevre Suriye politikalarının başarılı yönlerini (mülteciler meselesi gibi) iç kamuoyuna gösterme eğiliminde olmuştur. Diğer taraftan uluslararası örgütler (Avrupa Birliği, UNHCR, IOM gibi) ve sivil toplum kuruluşları Suriyeli mülteciler konusunu yakından takip etmiş ve gerek kamplarda gerekse 
kent merkezlerinde çalışmalar yürütmüştür. Genel olarak Suriye krizi ile ilişkili 
politikalar, dış politikada yaşanan değişimler, uluslararası dengeler, Suriye 
krizine karşı hükümet politikasının oluşumu, yasal ve siyasal düzenlemeler ve 
olası bir savaş-çatışma şeklinde başlıklara ayrılabilir. 

Bölgedeki denge ve dinamiklerin hızlı bir değişime uğraması ve krizin sebep 
olduğu alanların oldukça geniş ve belirsiz olması Türkiye’nin uyguladığı iç 
ve dış politikaların zamana ve şartlara göre değişmesine sebep olmuştur. 
Özellikle, Suriye konusunda uluslararası politikaların stratejik değişime uğraması Türkiye’nin hem dış hem de iç politikaların etkinliği açısından oldukça hassas ve temkinli davrandığı ve krizin perde arkasında görünmeyen etkilerini tahmin ederek politikaları işe koşmasını zorunlu kılmıştır. Alanda görev yapan 
üst düzey bir yetkilinin bu konudaki yaklaşımı konunun politik, stratejik ve 
oldukça farklı açılardan değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir: 

“Suriye’yle ilgili gelişmeler sürekli, an be an takip edilmelidir. Her gün olaylar 
değişiyor. Bu iş nereye gidiyor nasıl sonuçlar verecek her gün takip etmeliyiz. 
Alandaki gruplar, katmanlar, Türk insanı bu konuya nasıl bakıyor araştırılması 
gerekiyor. Şimdiye kadar, kaçakçılık, ticaret, çadır, sınır gibi konularla ilgilendik. 
Ancak Suriye sorununun arkasında yatan sebeplere hiç girmedik. Suriye 
konusunda ipin ucu çok başka yerlerdedir. Suriye krizi bizim başımıza 
örülmüş bir çoraptır.” 

Suriyeli mültecilerin sayı olarak oldukça fazla olması ve bölgedeki istikrarsızlığın 
uzun süre devam etmesi Türkiye’nin Suriye politikasındaki karar/kararlarını 
oldukça güçleştirmiştir. Özellikle uluslararası alanda sürekli değişen 
dengeler, Türkiye’nin uyguladığı politikaları da devamlı olarak değiştirmiştir. 
Ayrıca mültecilerin kamp alanlarını terk edip ülke geneline yayılması problemin 
boyutunu daha da büyütmüş ve kontrol altına alınamayacak bir duruma 
getirmiştir. Çünkü ülke geneline yayılan mülteciler vatandaşları sosyal ve ekonomik yönden etkileyebilecek farklı problemlerin oluşumuna sebep olmuştur. 

Bu nedenlerden dolayı politik çevre, yasal ve siyasal düzenlemeleri yaparken 
kendi vatandaşları, mülteciler ve uluslararası dengeler arasında kalarak net 
politika üretip hayata geçirme fırsatı bulamamıştır. Bunun sonucu olarak da 
problemlerin çözümü için gerekli olan politikalar zamanında üretilememiş ve 
sorunlar daha çok büyümüştür. 

Türkiye’nin Suriye ile olan resmi politikalarında süreç içerisinde değişim 
göstermesi sürecin etkin yönetimi için bir gereklilik olarak görülmektedir. 
Çünkü Suriye ile ilgili uluslararası aktörlerin rolleri ve politikaları değişebilmekte 
ve Türkiye tüm değişikliklerden doğrudan etkilenmektedir. Dolayısıyla 
Türkiye’nin Suriyeliler ile ilgili iç politika kararlarını olabildiğince esnek ve geniş 
zamana yayarak ürettiği görülmektedir. Bölgede görevli bir kamu görevlisinin 
şu ifadesi Türkiye’nin Suriye politikalarının uygulanmasında ne derece 
temkinli davrandığını ve bunun politik çevreyi şekillendirdiğini göstermektedir: 


“Şu anki Suriye politikası, bu işten en az zararla nasıl sıyrılabiliriz ya da kurtulabiliriz ona bakmamız gerekiyor. Suriye konusunda, süreç uzayacak gibi gözüküyor. 

Dolayısıyla bu durumu kendi lehimize nasıl çevirebiliriz ve pozitif hale getirebiliriz onun yollarına bakmamız gerekiyor.” 

Suriye krizi sonrası Türkiye’ye gelen mülteciler ülkelerinin savaş ve iç karışıklık 
durumlarından dolayı Türkiye’deki konumlarını belirsiz hale getirmiş 
ve bunun sonucu olarak farklı sorunlar ortaya çıkmıştır. Suriyeli vatandaşların 
kendi içlerindeki ayrışmalar problemlerin daha da büyümesine sebep olmaktadır. 

Suriye’de muhtar olan bir mültecinin şu ifadesi konunun önemini vurgulamaktadır: 

“Suriye konusunda İslam ülkelerindeki ayrışma bizi çok üzüyor. Bir olmamız 
gerekiyordu. Savaş uzadıkça da gruplar küçülüyor ve muhalifler arasındaki 
ayrılık artıyor. Bu durum rejimin işine geliyor. Bir an önce birlikte hareket 
ederek ülkemizi bu durumdan kurtarmamız gerekiyor.” 

Gelen mülteciler zaman zaman Suriye’deki iç karışıklıkların bir uzantısı 
haline gelebilecek tutum ve davranışlara girebilmekte ve karışıklıklara sebep 
olabilmektedirler. Nitekim zaman zaman farklı gruplar arasında anlaşmazlık 
ve farklı tarafların çatışmalarıyla sonuçlanan güvenlik problemleri de belirmiştir. 

2.2. Ekonomik Çevre.,

Ekonomik çevre konusunda genel olarak; dünyadaki genel ekonomik durum, 
uluslararası ekonomik kuruluşların durumları ve etkisi, ülkedeki ticari döngü, 
enflasyon oranları, ekonomik büyümedeki değişimler, faiz durumu ile para ve 
kredi kaynakları, işgücü durumu ve enerji maliyeti ve durumu gibi konular değerlendirmeye tabi tutulabilmektedir. 

Suriye krizi konusunda Türkiye’nin ekonomik alanda son yıllarda kazanmış 
olduğu ivme ciddi şekilde etkilenmiştir. Bu çerçevede, krizin oluşturduğu 
ekonomik dalgalanmalar, mültecilere çalışma hakkı verilmesi, istihdam politikalarındaki değişim, ithalat-ihracat dengeleri ve sektörel değişimler bu çerçevede politika yapım süreçlerine etki etmiştir. 

Özellikle işgücü ve istihdam alanında kendi problemleriyle başa çıkma 
gayreti içerisinde bulunan Türkiye, Suriyeli mültecilerin ülke geneline yayılmasıyla daha büyük problemlerle karşı karşıya kalmıştır. Krizle meydana gelen gelişmeler ekonomik alandaki birçok dengeleri önemli ölçüde alt üst etmiştir. 
Mültecilerin ülke genelinde yasal zemin oluşturulmadan kayıtdışı çalıştırılmaları 
ucuz işçilik sorununu beraber getirmiş ve Türkiye’nin kendine özgü ekonomik 
politikalarını olumsuz etkilemiştir. Diğer taraftan kayıtdışı işçilerin sosyal 
güvenlik korumalarından yararlanamaması da altı çizilmesi gereken bir başka 
ekonomik sorundur. 

Bir iş adamının aşağıdaki ifadesi risklere ilişkin konuyu değerlendirmesi 
bakımından oldukça anlamlıdır: 

“Toplam ihracatımız geriliyor. Başka pazarlara yönelmek zorunda kaldık. Gaziantep olarak şuan 177 ülkeye ihracat yapıyoruz. 2023 yılı için biz işadamları olarak bir söz verdik: ‘30 Milyar Dolar ihracata ulaşacağız’ diye. Maalesef Irak’taki pazarı da kaybediyoruz. Suriye olayları çıkınca ihaleleri kaybetmeye başladık. Bu boşluğu İran doldurdu ve Irak pazarına iyice yerleşti. Türkiye, krizde taraf olunca Irak da bu konuda tarafını belli etti ve ticarette İran’dan yana oldu.” 

Bunun yanı sıra bölgede yaşanan karışıklık ve istikrarsızlık Türkiye’nin tüm 
Ortadoğu ülkeleriyle olan ticaret hacmini olumsuz olarak etkilemiştir. Gerek 
Suriye, gerekse bölgedeki diğer ülkelerle olan ekonomik işbirlikleri sarsıntıya 
uğramış, ithalat ve ihracat olumsuz etkilenmiştir. Buna karşın Suriyeli mültecilerin Türkiye’de bulunmaları ülkedeki ticari döngüyü, üretim maliyetlerini 
ve vasıfsız iş gücü piyasasını olumlu ölçüde etkilemiştir. 11 Ocak 2016 tarihli 
Bakanlar Kurulu Yönetmeliği ile geçici koruma altındaki Suriyeli mültecilere 
çalışma izni hakkı verilmesi yaşanan bazı sorunları giderebilecektir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***