AB ortak göç politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AB ortak göç politikası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2020 Pazar

GÖÇ VE GÜVENLİK: AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÖÇÜN GÜVENLİK PERSPEKTİFİNDEN YORUMLANMASI

GÖÇ VE GÜVENLİK: AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÖÇÜN GÜVENLİK
PERSPEKTİFİNDEN YORUMLANMASI


Tolga Sakman*
* TASAM (Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi) Avrupa Birliği Masası Uzman Yardımcısı.

Özet

21.yy’a kadar uluslararası göç, göç alan ülkeler tarafından ekonominin gelişmesi için bir araç, göç veren ülkeler için de az gelişmişliğin bir sembolü olarak görülmüştür. 2003 yılına gelindiğinde 20,5 milyon göçmen Batı Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. Fakat bu ülkelerde yaşanmaya başlanan siyasi ve ekonomik gelişmeler göçmenlerin de varlığı konusunda bazı sorunların yaşanmasına neden olmuştur. İlk başta yasa dışı göç ve iltica ile başlayan tartışmalar daha sonra yasal olarak bu ülkelere yerleşmiş bulunan ‘yabancılar’ için de kendini göstermeye başlamıştır. Avrupa Birliği içinde önde gelen göç alan ülkelerde (Almanya, İngiltere gibi) üçüncü ülkelerden gelenlerin yanında diğer Birlik üyesi ülkelerden gelenlere karşı dahi toplumsal ve siyasal tavır değişmekte dir. Bu tavır değişikliğinin sebepleri araştırıldığında ekonomik ve siyasi endişelerin temel teşkil ettiği görülmektedir. Ayrıca kendilerine karşı gelişen bu süreçten göçmenlerin de kaygı duyduğu ve bu kaygının varlıklarına yansıdığı da bir gerçektir. İş bu sebepten, göçün bazı siyasiler ve akademisyenler tarafından güvenlikleştirildiği görülmektedir. Bu bağlamda sorulması gereken göç ile güvenlik arasındaki ilişkinin yapısıdır: Göç, Devlete ve Ulusal çıkarlara doğrudan bir tehdit midir yoksa devletin ve toplumsal aklın refleksleri neticesinde bireyin güvenliğini de etkileyecek bir olgu mudur? Ayrıca sadece kendi ülkelerinde yaşamak yerine yasal olarak başka bir toprakta hayatını devam ettirmeye çalışmanın güvenlik çerçevesinden bakılacak bir durum olmadığı görüşünü dile getiren siyasiler ve akademisyenler de mevcuttur.

Giriş

Avrupa’nın ekonomik kalkınmasını takip eden dönemde birçok coğrafyadan
kalkınmış Avrupa ülkelerine göç başladı. Hatta bu kalkınmayı hızlandırmak için
yabancı ülkelerden işçi isteyen bu ülkelerin kendisiydi. Fakat bu göç akışının
durdurulamaması nedeniyle Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen sayısı 2003 yılına gelindiğinde 20,5 milyonu bulmuştur. Göçmenler, son yıllarda
muhafazakârlaşan bir görüş çerçevesinden, iktidarlarca yönetsellik sürecinde
kullanılmaktadırlar. Bu bağlamda göçmenler ulusal egemenliğin karşısında mutlak bir korkuya dönüştürülmüşlerdir.1

Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra güvenlik, terörizm, göç ve toplumsal korkular arasındaki sınırlar birbirine geçmiştir. Göç, 21. yüzyılın en önemli güvenlik endişelerinden biri haline gelmiştir. Bunun yanında, göçün siyasallaştırılması, demokrasinin getirdiği birlik ve çoğulculuk söylemleri arasındaki çatışmaların ulusal hükümetleri etkilemesiyle kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bir süreçtir. Fakat bu süreçte ortaya çıkan çeşitli söylemler arasında (ekonomik fayda olarak göç, güvenlik endişesi olarak göç, göçün liberalleşmesi vb.) 11 Eylül saldırılarının da hızlandırıcı etkisiyle güvenlik söylemi baskın çıkmıştır. Avrupa Birliği’nde son yıllarda ‘ekonomileştirme’ (nitelikli işgücüne olan ihtiyacın vurgulanması) ve ‘güvenlikleştirme’ söylemleri öne çıkan söylemlerdir. 11 Eylül saldırıları ile güvenlikleştirme ağır basmaya başlasa da son yıllarda AB ülkelerinde yaslanan nüfusla birlikte genç iş gücü ihtiyacının giderek artacak olması ekonomileştirme söylemini de ön plana çıkarmaya başlamıştır. Güvenlikleştirme söyleminin baskın olmasının sebebi, ulusal hükümetlerin giderek artan göç akımını engelleme, medya baskılarını yatıştırma ve kamuoyunu göçe ilişkin korkuları konusunda rahatlatmaya ilişkin yaklaşımları ile yakından ilgilidir. 2004 yılında İngiliz İçişleri Sekreterliği görevinde bulunan David Blunkett’in de belirttiği gibi, sosyo-ekonomik açıdan sorunlu dönemlerde toplum günah keçisi arama ihtiyacını genelde göçmenlere yöneltmektedir.2

1.Siyasi Hayatın Güvenliği ve Göç

AB’nin göçü güvenlikleştiren boyutunu çözebilmemiz için temel metinlere ve
toplantılardan çıkan kararlara bakmak gerekmektedir. Bu metin ve kararlar AB’nin politikalarını şekillendirdiği düşünüldüğünde, üye devletlerin göç politikalarının güvenlikleştirilmesi adımlarını takip etmemiz kolaylaşacaktır.

Öncelikle ele alınması gereken, AB’nin kurucu anlaşması olan Maastricht
Anlaşmasıdır. Bu anlaşma, göçten söz eden ve bu konuyu iç güvenlik meselesi olarak değerlendiren bir belge niteliğindedir. Belge, ilk olarak birliğe üye olmayan üçüncü ülkelerden gelen göçmenlerin girişlerini, birliğe üye ülkelerde kalma ve çalışma şartlarını düzenlemekten söz etmektedir. K.1 maddesinin 3. fıkrasında göç konusunu düzenleyen anlaşma, AB üyesi olmayan ülkelerden gelenlerin AB bölgesine giriş ve dolaşım koşulları, aile birleşmeleri ve çalışma hakkı gibi konuları da içerecek biçimde oturma koşulları ve kontrol dışı göçle, oturma ve çalışma ile mücadele edilmesi ortaya konulmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlar gibi konulardaki düzenlemeler yine Sözleşmenin göç ile ilgili olan başlığının altında irdelenmiştir.3

AB’nin bir diğer temel anlaşması olan Amsterdam Anlaşması da göç konusundaki
düzenlemeleri nedeniyle incelenmesi gereken bir sözleşmedir. Amsterdam
Anlaşması’nda birinci bölümde Avrupa Anlaşması’na eklenmesi gereken maddeler bölümünde birinci maddenin beşinci fıkrasında Avrupa Birliği’nin şekillendirmesi gereken temel hedeflerden biri olarak göç konusu da yer alır. Birliğin ekonomik ve sosyal bir ilerleme sağlayarak istihdam yaratması gerektiği, ortak kimliği güçlendirerek dış ve savunma politikasını kurması gerektiğinin dillendirilmesinin ve üye ülkelerde vatandaşlık bağlamında temel hak ve özgürlüklerin korunması gerekliliğinin hemen ardından Birliğin bir özgürlük, adalet ve güvenlik alanı olmasından bahsedilmiştir. Bu alanda kişilerin serbest dolaşımının güçlendirilmesi gerektiği düşüncesi ortaya konulmuştur. Bunu yapabilmek için göç ve sığınmacıları engellemek üzere dış sınırların yükseltilmesi, suçla mücadele edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Üye olmayan devletlerden gelen kişilerin AB’ye girişlerinde uygulanması gereken vize sisteminin nasıl olması gerektiğini de anlatan sözleşme, bunu iç güvenliğin bir gerekliliği olarak ortaya koymaya çalışmıştır. Anlaşmada göç konusu birçok maddede işlenmiştir. 73 Maddesi ile sınırların güvenlikleştirilmesi bakımından
vize politikasından bahsedilmiştir. Bu politika ile sınırlardan giriş, vize politikası ile kurala bağlanacak ve AB üyesi olmayan ancak bölgeye giriş yapmak isteyen kişiler giriş yapmak istediği AB ülkesinden vize alacaktır. Amsterdam Anlaşması metnin birçok yerinde Avrupa’yı temel olarak, özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olarak tanımını yapmıştır. Anlaşma’daki madde B’ye göre; özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olan Avrupa coğrafyasının bu şekilde korunması, dışarıdan gelen her türlü göç için gerekli önlemlerin alınması ile gerçekleşecektir.4
Kasım 1999’da Tampere’de gerçekleşen Avrupa Komisyonu toplantısında,
Avrupa’nın bir özgürlük alanı olduğu tekrar vurgulanmıştır. Bu alanın korunması
gerektiği ve bu korumanın da bahsedilen özgürlük alanına doğru gelen ve suç unsuru teşkil eden göçmenlerin uzakta tutulması ile sağlanabileceği vurgulanmıştır. Bunu gerçekleştirmek için ise dış sınırların en iyi şekilde korunması gerekmektedir. Bu amacın ‘güvenli ve açık Avrupa’ için mutlaka gerekli olduğu belirtilmiştir. Göçün geldiği ve geçtiği transit ülkelerin de kıtaya doğru gelen göç rüzgârını önlemede önemli gören çalışma belgesi bu bölgelerde ki çalışma, yaşam, koşullarının da iyileştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Toplantı sonucunda ortak bir bakış açısı da açık ve güvenli Avrupa Birliği’nin Cenova Sözleşmesi ve diğer insan haklan enstrümanların kurallarına tam olarak uyumlu bir şekilde gelişmesi yönündedir.

Tampere’nin kilometretaşları olarak nitelenen, AB’deki özgürlük, güvenlik ve adalet alanı için temel teşkil eden konulardan 4. madde de bu doğrultuda AB bölgesinde yaşayan, hukuksal olarak oturma izni olan grupların ve kişilerin AB toplumuna entegrasyonu için ortak bir yaklaşım belirlenecektir. 10 madde ile ortak bir göç ve sığınma politikası belirlenmesinin çağrı yapan söz konusu toplantının sonuç deklarasyonunda, 11. Madde ile ortak göç politikasının belirlenmesi için sadece Avrupa bölgesinde düzenleme yapmanın yeterli olmayacağı, göçün geldiği ya da transit olarak geçtiği ülkelerde de bir takım düzenlemeler yapılması gerektiği ifade etmiştir. Bu düzenlemeler, yoksullukla mücadele, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, iş fırsatlarının yaratılması, çatışmaların önlenmesi, kadın ve çocuk temelinde demokratik insan haklarının sağlamlaştırılması gibi noktaları içermektedir. 18. madde ile AB’nin daha etkili bir entegrasyon politikasını amaçlaması gerektiği ifade edilmiştir. Bu politika entegre edilmek istenen kişilerin hak ve sorumluluklarını AB vatandaşları ile karşılaştırılabilecek şekilde garantilemek amacını taşımalıdır. AB aynı
zamanda ekonomik sosyal ve kültürel yaşamda ayrımcılığın önlenmesini geliştirmeli ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı önlemler geliştirilmelidir.5
2002 yılında Seville’de yapılan Avrupa Konseyi’nin sonuç bildirgesinin 28.
maddesinde, mücadele kapsamında kısa ve uzun vadede alınan önlemlerin 1951
tarihli Cenova Sözleşmesi ile uyumlu olacağı ifade edilmiştir. Bu doğrultuda yasa dışı göçle mücadele ve insan kaçakçılığının engellenmesinde Birlik politikaları Birliğin ve üye ülkelerin kabul kapasiteleri doğrultusunda yasal yollarla giriş yapıldığı takdirde iyi bir yaşamın göçmenleri beklediğine dair öncelikle yasal bir istek yaratılmak istenmesi üzerine kurulur.6

AB Konseyi’nin 2003 yılında yayınladığı Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde dış boyutu oldukça önemli görülen tehditler arasında düzensiz göç de sayılmaktadır. Söz konusu belgede, terörizm ile bağlantılı olabilecek konular arasında görülen ve suç örgütlerinin faaliyet gösterdiği alanlar arasında düzensiz göç de sayılmıştır.7
Güvenlik endişeleri, göç ve suç arasında algılanan bağlantılardan da
kaynaklanmaktadır. 2002 yılındaki Avrupa Sosyal Anketine katılanların % 70’i,
göçmenlerin bir ülkenin suç sorunlarını arttırdığına inanmaktadır. 
Bu oran Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Norveç’te %85’in üzerine çıkmıştır.8

2. Kültürel Hayatın Güvenliği ve Göç 

Göç politikasının Avrupalılaştırılması sadece teknik ve profesyonel bir konu olmaktan çıkmış, aynı zamanda sıcak bir politik konu olarak değerlendirilmekte dir. Sosyal hayatta karşılaşılan zıtlıklar ve korunmaya çalışılan kimlik algısı nedeniyle göçün kültürel olarak güvenlikleştirilmesine neden olmaktadır. Kültürel kimliğin şekillenmesi ve korunması, göç sorununa ve ait olma politikasına bağlantılı olarak temel konulardan biri haline gelmiştir. 
Kültürel kimlik fikrinin siyasi bir malzeme olması durumunda ise göçün birçok konu ile ilişkilendirilebileceği görülebilir. Bunlar; çok kültürlülük, Avrupa kimliği, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktır.
Göçün kültürel olarak güvenlikleştirilmesinin, kültürlerin birbirleri ile olan
mücadeleleri üzerinden değil, toplumun politik ve sosyal entegrasyonundaki
belirsizliği üzerinden yapıldığı ortaya çıkan bir gerçektir.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası İslami grupların Batı medeniyeti içinde şiddet kaynağı olarak sunulması ve Batı tarzı yaşam ve değerlere ayak uydurama maları, AB’de ‘medeniyetler çatışmasını’ gündeme getirir. 
Bu çatışmaya göre Avrupa’da İslam, sivil anlamda politik bir güç olarak doğmaktadır.9 Kimlik bağlamında güvenlik söylemini oluşturmada yine medyanın çok önemli bir rol üstlenerek göçmenlerin gettolarda yaşadıklarını ve gettolaştıkları tezini toplumun gündemine sokmuştur. 

Örneğin 2005 yılında Paris’in kuzeyinde yer alan bir banliyöde Afrika kökenli göçmenler tarafından başlatılan isyan, medyada ve kamuoyunda çok ses getirmiştir. İki genç göçmen, bu banliyöde polisten kaçarken sığındıkları yerde elektrik çarpması sonucu ölmüştür. 

   Bu olay, olayın yaşandığı banliyöde ve Fransa’da birçok banliyöde isyana neden olduğu gibi, Avrupa’da, Hollanda gibi ülkelere, sıçramasına da neden olmuştur. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği banliyölerde birkaç gün süren direnişler görülmüştür. Bu direnişleri geldikleri ülkenin düzenine bir direniş gibi gösteren medya, özellikle uyum sağlayamadıkları düşünülen 15-17 yaş arasındaki gençleri haber yaparak direnişi kamuoyuna iletmiştir. Dönemin Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy “bizimle bu ülkede yaşıyorlarsa bu ülkenin kural ve kanunlarına uymak zorundalar” 10 söylemi ile göçmenlerin uyumsuzluk larını medya aracılığı ile ilan etmiştir.

AB bilindiği üzere sosyal ve siyasi birleşmeyi yeni dönemde önüne hedef olarak
koymuştur. Ancak bu bütünleşmede dil, etnik köken, din gibi bazı kimlik alanları
hedefi etkileyebilmektedir. Avrupa vatandaşlık olgusunun gelişimi bu sorunu
giderecek bir seçenek olarak görülmektedir. Bu vatandaşlık projesi ile evrensel haklar ve çok kültürlülüğü benimseyen, aynı zamanda geleneksel ulusal kimlikten bir parça bir şeyler taşıyan bir olgunun peşine düşüldüğü söylenebilir.11

Kimlik kavramsal olarak aynı olmayı belirten bir durumun sonucudur. Kimlikle birey kendini toplumsal bir grupla ve grubun değerleri özdeşleştirmektedir.12 Kimliğin neden oluşturulduğu, ne gibi işlevlerinin olduğu sorularına güvenlik perspektifinden bakıldığında karşımıza aidiyet duygusu ve sosyal çevre faktörü çıkmaktadır: İnsanlar güvenlik ihtiyaçlarını bir gruba ait olduklarında karşılarlar ve grup, kolektif kimliğini sosyal çevreye taşımak, yaymak ister. Sıklıkla etnik, dinsel, ulusal ve diğer politik kimlikler bu sosyal çevreye yayılışta kabul edilebilir ifadelerle geleneğin kurulması, maddesel değişikliklerin gerçekleşmesi ve değişen tartışmalar çerçevesinde hizmet eder. Özellikle bu hizmet karmaşık, belirsiz zamanlarda grubun imajını oluşturmak açısından çok önemlidir.

Kimliklerini oluştururken gruplar sadece içlerindeki olumlu birleştirici öğelere, din, dil ortak geçmiş ve gelecek ülküsüne vurgu yapmazlar. Kendi tanımını kendine göre gayet açık bir şekilde ortaya koyduğunu düşünürken aslında açık ve kesin yaptığını düşündüğü tanımlama ‘öteki’nin farklılıklarından beslenerek ve dış sınırını ortaya koyarak ortaya çıkmaktadır. Diğerinin bu farklılığı, oluşturduğu dış sınır, onun kimliğini tanımlanması ve birleştirici olması açısından gereklidir.
Kimlik ve kimlikle ilgili durumların güvenlik sorunu haline gelmeden çözümlen  mesinde en önemli tema AB toplumlarının gelen göçmenleri kendi toplumlarına entegre etmesi olarak görülebilir. Örnek olarak entegrasyon yanlısı politikalar, göçü ve göçmeni sonradan gelen ve homojenize toplumu bozan, farklı
yaşam tarzı ve kültürlere sahip olduklarından dolayı toplumun iç istikrarını
kırılganlaşması ile güvenlikleştirilir.13

Avrupa’nın göç alan ülkeleri uzun süre kalacağı anlaşılan hatta yerleşik olacak
göçmenler için bu göçmenleri ülke içinde kontrol edebilme politikaları ortaya
koymaya başlamışlardır. Genellikle emperyal tarihlerinden gelen pratikleri ile de
asimilasyon, entegrasyon ya da içselleştirme gibi politikalar izlemişlerdir.
Avrupa’daki sosyal bütünleşme sürecine bakıldığında ortaya çıkan 3 temel yöntem, çok kültürlülük, asimilasyon, farklılaştırarak dışlama şeklinde görünmektedir14 ve bunların uygulama alanlarında güvenliğin olduğu da açıktır.

3.Ekonomik Hayatın Güvenliği ve Göç

Önceki iki kısımda göçün, AB’de mücadele alanı olduğu, kimlik ve sınırlar
bakımından güvenlikleştirilmesi, aslında bu kısımda ele alacağımız refah devleti
açısından güvenlikleş tirilmelerinin bir sonucudur. Weiner, ekonomik bir perspektifle göçe baktığında gönderen ülke için beyin göçü yaşanırken, alan ülke için işsizlik ve konutta yetersizlik gibi bir takım sonuçların ortaya çıktığını ifade eder.15
Gelen bu insanlar ek barınma, eğitim, ulaşım hizmetlerinin de doğmasına neden
olacaklardır. Bu ihtiyaçlar ise geldikleri refah devletinin olanakları ile karşılanacaktır.

Bu olanaklara sahip olan ev sahibi ülkenin nüfusu, kendi olanaklarını gelenlerle
paylaşmayı istememektedirler.16 Paylaşılmak istenmeyen refah devletinin tanımına bakıldığında dar anlamı ile gelir transferi ve sosyal hizmetler aracılığı ile sosyal iyileştirme olarak görülebilir. Geniş anlamda ise ekonominin yönetiminde devletin daha etkin bir rol alması olarak yorumlanabilir. Geniş anlamı ile daha çok ekonomi politik bir algının oluşması mümkün olabilir.17 Savaş sonrası oldukça başarılı bir kalkınma modeli çizen Batı Avrupa, ekonomik durgunluğun yaşamaya başladığı 1970’lerle birlikte, konut, sağlık ve işsizlik güvencesi, iş ve diğer sosyal hizmetler gibi sosyal devletin nimetlerinin rekabet konusu haline gelmesine tanık olmuştur.

Yaşanan ekonomik durgunluk, vatandaşlarla göçmenleri, emek piyasasında rakip
haline getirmiştir.18

Refah devletinin kriz ve mücadele içerisinde günümüzde dışarıdan üç kollu baskı
altında olduğu söylenebilir. Bu kollar ise Küreselleşme, Avrupa Entegrasyonu, Göç olarak görülmektedir.19 Göçmen oturma iznini aldığı, yasal olarak yaşadığı Avrupa ülkesinin refah devletinin olanaklarından yararlanmaktadır. AB’nin Doğu Avrupa ile birleşmesi önemli bir ekonomik yük olmuştur.

Özellikle Avrupa’da son dönemde yaşanan ekonomik bunalım göçmenleri iki yönden oldukça etkilemiştir. Avrupa’nın birçok ülkesinde artan işsizliğin mağduru olan, Avrupa’daki işsiz nüfusun yaklaşık iki katına çıkan işsizlik oranlarıyla göçmenler, aynı zamanda yaşadıkları ülkelerin halkı tarafından da işsizliğin nedeni olarak görülmektedir. Nitekim 2009’da İngiliz işçilerin “İngiltere’deki işler İngilizlerindir” protestoları bu durumun somut bir örneğidir.20
Avrupa ülkelerinde, kendilerine ait, milli olarak algılanan refah devleti kaynaklarının başka milletlerle o kaynakların daha zor elde edildiği bir dönemde paylaşılması ‘yabancı düşmanı’ sesleri yükseltmektedir. Bu noktada ‘Yeni Sağ Popülizmi’ birçok Avrupa ülkesinde ses bulmaktadır. Öyle ki Avrupa’da Jean-Marie Le Pen, Pim Fortuyn, Geert Wilders gibi aşırı isimlerin de etkin siyasette bulunduğu döneme girilmiştir. Bu hareket öteki, yerli olmayan, dışarıdaki kavramlarını toplum literatürüne sokmaktadır.

Bu tartışmalar refah ve sosyal haklar bakımından göçmenleri istenen (vasıflı işgücü) ve istenmeyen (sığınma talep eden düşük vasıflı) olarak ikiye ayırır. Bununla birlikte göç ve göçmenler Avrupa Birliği’nde, refah devleti, entegrasyon, ve sosyal birleşme konuları çerçevesinde incelenmeye başlanır ve göç üzerinde tartışmalar bunlar üzerinden yapılır.
Refah devleti tartışmaları kapsamında işsizlik çok önemli bir sorun olarak Avrupa
gündeminde en üst sıralarda yer almaktadır. Avrupa’daki yerel halkın işgücüne
katılımı etkileyen bir faktör olarak göçmenleri görmek ilginç bir paradigmayı ortaya çıkarmaktadır. Göçmenler sadece düşük profilli işlerde değil aynı zamanda tehlikeli işlerde çalışmaktadırlar. Onlara ödenen ücret işsiz bir Avrupalının bu işlerde çalışmasını sağlamamaktadır. Bu işlere yerli Avrupalıların talebinin artması için gerekli olan şey ücretin de artırılması olacaktır.21 Göçmenlerin çalışmaya razı olması nedeniyle ücretlerin artırılmaması ve bu işlerin cazip kılınmaması ile orta halli ve düşük vasıflı yerel nüfusun işsiz kalmaya devam ettiği söylenebilir. RWI Ekonomi Enstitüsünün ölçümlerine göre göçmenlerin yılda 461 milyar dolar gelir sağladığı, 153 milyar dolarını vergi olarak ödeyerek yerli Avrupalıya iş imkanı yaratılabilecek ekonomik katkıyı sağlamaktadırlar. Bu geliri sağlarken, yabancı Avrupalılar, yani göçmenler Avrupalıların istemedikleri işlerde çalışmaktadırlar.22

AB bir serbest ticaret alanı olmanın ötesinde bir kültürel alan olma çabası
vermektedir; çünkü farklı kültürlerin ekonomik olarak bütünleşebilmesi ve ekonomik düzene uyum sağlayabilmesi için öncelikle birlik duygusunu benimseyen, Avrupalılık kimliğini içselleştiren insan bilincine ihtiyaç vardır.
Kendi vatandaşları için istihdam sorunu yaşayan AB bir de göçmenler için bu sorunu yaşarken, bunu sınır ve kimlik politikaları ile bütünleştirerek sorunsallaştırmaktadır.

Sonuç

Göçmen sayısının artması, göçü siyaseten, iç güvenlik temelinde, kültürel, sosyal veya ekonomik açıdan Avrupa’da önemli bir sorun haline getirmiş ve söz konusu ‘yabancılar’ ile yerel halk birbirlerinin farklarını çözmeye ve anlamaya başlamışken 11 Eylül saldırıları göç olgusuna bambaşka bir boyut katmıştır. Tüm çözümleme güvenlikleştirilmiş ve göç algısı üzerinden yürütülmeye başlamıştır. Dolayısıyla bu da Göç ve göçün getirdiği sorunlardan kurtulmak için en iyi çözüm olarak göçmenlerin Avrupa Kalesi’ne girmesini zorlaştırmayı hedefleyen politikaların çok verimli sonuçlar doğurmadığı artık görülebilmektedir. Yasal göçün önüne koyulan bu sınırlar yasadışı yollar için bir baskı oluşturmaktadır.
Göçün siyasi hayatın güvenliğine etkileri yasal metinlerle düzenlenmeye çalışılmıştır.

AB ve üye ülkeler tek yönlü gerçekleşen göç için gereken önlemleri bu yolla almaya çalışmaktadır. Özgürlüğün merkezi olarak lanse edilen Avrupa’nın göçmenler için de aynı temelde yaklaştığı metinler mevcuttur. Fakat genel olarak alınan kararlara göçün Avrupa güvenliğine tehdit oluşturma potansiyeline göre şekil verilmiştir.

Göçmenlerin haklarının verilmesi konusunda isteksiz olan yönetimlerin de söz konusu güvenlikleştirme temelinde hareket ettiğini anlamaktayız.
Kültürel olarak göçün güvenlikleştirme boyutu ise çok daha etkindir. Zira Avrupa’da kimlik oluşturmak son dönemin sıcak gündem maddelerinden. Bu kimliği oluştururken kullanılan argümanlardan ortak veya karşıt değerler üzerine
geliştirilenlerin göçmenler üzerine etkisi tartışılmaz. Avrupa kimliğini oluştururken kullanılan karşıtlık, göçmenlerin bulundukları ülkelerdeki hayata adaptasyonunda büyük güçlük çıkarmaktadır. Bulundukları ülkelerin bir parçası olarak hissedemeyen göçmen grupları da bu ayrışmadan dolayı kendilerini farklı bir kültürel yere oturtmaktadırlar.

Ekonomik hayata etkileri incelendiğinde ise Avrupa halklarının göçten etkilendiği
algısı ile karşılaşılmaktadır. Refah devleti durumunu negatif etkilediği düşünülen göç için devletin kaynaklarının paylaşılması için önlemler alınması gerektiği fikri genel kanıdır. İş sahipliğini de etkilediği yorumuyla karşı çıkılan göçün söz konusu devletlerin refah devleti olabilmesi için gereken altyapının oluşmasına katkısının ne denli büyük olduğu gerçeği ile incelenmelidir. Fakat bugün Avrupalı orta sınıfı üzerindeki ekonomik baskının nedeni olarak göçmenler görülmektedir. Emekleri ve vergi gibi parasal katkıları ile devletlere olan katkılarının yanında ekonomik olarak gelişmeleri ile kurdukları işletmelerde istihdam yaratmaktadır lar. Siyasal ve kültürel alanlarda güvenlikleştirilen göç olgusunun temelinde ekonomik perspektif yattığı düşüncesi bu bağlamda güç kazanan bir olgudur.
Genel olarak Avrupa’da göçün güvenlikleştirilmesi, tüm hukuksal/siyasal çabalara rağmen göçmenlerin toplumsal hayata ve söz konusu ülkelerdeki günlük yaşama entegre edilebilmesini zorlaştırmaktadır. Özgürlük ve refah odağında hareket eden AB ise göçü güvenlik açısından ele almaya başladığında ‘Avrupa Kalesi’ ya surlarını büyütmekte ya da güvenlik kuleleri inşa etmeye başlamaktadır. Böylece de ulaşılmaz, kapalı bir toplum haline gelme olasılığından söz edilebilmektedir.

DİPNOTLAR;

1 Ayhan Kaya, “Göç: Güvenlik ve Korkunun İktidarı" Uluslararası Göç Sempozyumu Bildiriler, 8-11 Aralık 2005,İstanbul. s.25
2 Alessandra Buonfino. “Between Unity and Plurality: The Politicization and Securitization of the Discourse on Immigration in Europe”, New Political Science, Vol. 26, No. 1, 2004, s.37
3 Maastricht Anlaşması, http://www.eurotreaties.com/maastrichteu.pdf, Erişim Tarihi: 12.09.2013
4 Amsterdam Anlaşması, http://www.eurotreaties.com/amsterdamtreaty.pdf, Erişim Tarihi: 12.09.2013
5 Tampere European Council, Presidency Conclusion, 15-16 Ekim 1999,
http://www.europarl.europa.eu/summits/tam_en.htm#union , Erişim Tarihi: 12.09.2013
6 Seville European Council, Presidency Conclusion,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/72638.pdf , 21-21 Haziran 2002, Erişim Tarihi: 12.09.2013
7 Council of European Union, European Security Strategy,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf , 12 Aralık 2003. Erişim Tarihi: 13.09.2013
8 United Nations Development Programme, European Social Survey, 2002. s. 89
9 Thomas Faıst, “Internatıonal Migration and Security before and after September 11 2001” International Migration Review, vol.36, no.1, 2002. ss.8, 9
10 “Curfew Fails to Stop French Riot”. BBCOnline.13.11.2005. http://news.bbc.co.uk/2/hi/4432724.stm  Erişim Tarihi: 13.10.2013
11 Cris Shore, Building Europe, London, Routledge, 2000, s.72
12 F.H. Burak Erdenir, Avrupa Kimliği Pan Milliyetçilikten Post Milliyetçiliğe, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2005, s26
13 Jef Huysmans, “The European Union and The Securization of Migration”. Journal of Common Market Studies, vol. 38, no. 5, 2000, ss.751-777. s765
14 Stephen Castles, “The Guest-Worker in Western Europe- An Obituary”, International Migration Review, vol. 20, no.4, 1986, ss.761–778.
15 Myron Weiner, “Security, Stability, and International Migration”, International Security, vol. 17, no.3, 1992-1993, s.6
16 age s.25
17 Meryem Koray, Avrupa Toplum Modeli, İstanbul, Tüses Yayınlan, 2002. s.175
18 Huysmans, age 767,768,769
19 Meıer Jaeger Mads and Jon Kvist, “Pressures on State Welfare in Post-Industrıal Societies: Is More or Less Belter?” Social Policy and Administration, vol.37, no.6, 2003, ss.555-572. s.558
20 Fatma Yılmaz-Elmas, “Avrupa’da Yükselen Duvarlar Göçmenlerin Üzerine Yıkılır mı?” , Analist, Sayı:5, Temmuz 2011, ss.4-8. s.6
21 James F Hollifield, Immigrants Markets and States The political Economy of Postwar Europe, London, Harvard University Press, 1992. ss.114-115
22 Business Week ,New York, 6 March 2000, s.92


***