Hatay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hatay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2019 Cuma

SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE GÖÇ: TEHDİTLER ve FIRSATLAR., BÖLÜM 2

SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE GÖÇ: TEHDİTLER ve FIRSATLAR., BÖLÜM 2




 Suriyelilere yönelik sağlık konuları kapsamında;19.02.2011 tarihinde 
yürürlüğe giren Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezleri Yönetmeliğine 
istinaden AFAD ilk olarak gelen yabancıların barınma ve beslenme gibi 
temel ihtiyaçlarını diğer bakanlıklarla koordine ederek yürütmüştür (GİGM 
Göç İstatistikleri, 2018). Bu bağlamda, bütün sağlık giderleri AFAD 
tarafından karşılanmaktadır. 2013/08 numaralı genelge ile sağlık ve diğer 
hizmetlere erişim kapsamı genişletilmiş, Türkiye genelinde 11 ilden 81 ile 
çıkarılmıştır. 

 Sağlık hizmetleri halen AFAD tarafından yayımlanan 2015/8 sayılı genelge ve Sağlık Bakanlığı 04.11.2015 tarihli ve 9648 sayılı “Geçici Koruma Altına Alınanlara Verilecek Sağlık Hizmetlerine Dair Esaslar” yönergesi çerçevesinde yürütülmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından birinci basamak koruyucu, tanı ve tedavi edici sağlık hizmetleri kapsamında; ayaktan tanı ve tedavi, bağışıklama, bulaşıcı hastalık ve salgın ile mücadele, tüberkülozla mücadele, çevre sağlığı, kadın ve üreme sağlığı, çocuk ve ergen sağlığı hizmetleri verilmektedir. 
Bu hizmetlerin sunumu, GBM’lerde toplum sağlığı personeli, dışında ise başvurdukları aile ya da toplum sağlığı merkezi personeli tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu sağlık hizmetlerinin alımı AFAD ile Sağlık Bakanlığı arasında imzalanan protokol ile sağlanmaktadır. Protokol sağlık hizmetlerine; yurt dışından getirilmesi gereken ilaçların bedellerinin geri ödeme kuralları içinde başkanlık tarafından ödenmesi, yurt dışı kemik iliği/kök hücre/kordon kanı getirilmesi, üniversite ve araştırma hastaneleri tedavi giderlerinin ve organ nakillerinden kemik iliği nakil bedelinin ödenmesi, kısırlık tedavisi vb. bazı katkılar da sağlamıştır. 

 Yukarıda kısa hatlarıyla ifade edilen ve ilgili mevzuattan da görüleceği üzere önceleri krizin yönetimi hem devlet kurumları hem de ulusal/uluslararası kuruluşlar tarafından yönetilmiş, 2014 yılından itibaren GİGM asıl yetkili olarak devam etmiştir. AFAD ve Kızılay ilk başlarda kriz müdahalesi şeklinde ve sonraları barınma merkezlerinde görev almıştır. 
Alanda AFAD, İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB), Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Kızılay ile başta Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) olmak üzere birçok ulusal ve uluslararası Sivil Toplum Kuruluşu (STK) yer almıştır. 

3. Suriyelilerin Türkiye’ye Etkileri, Tehditler ve Fırsatlar 

 Suriyelilerin Türkiye’ye Etkileri kapsamındaki araştırmalar, Türkiye’de Suriyelilere karşı toplumda yüksek düzeyde kabul gördükleri ancak bazı alanlarda önemli hassasiyet ve tereddütlerin de olduğunu göstermektedir. Bunlar; Kamu hizmetlerindeki yetersizlikler (eğitim, sağlık, belediye gibi), Ekonomik endişeler (işsizlik, düşük gelir, kira artışı vb.), 
Güvenlik kaygıları (Şahsi, asayiş, tedirginlik, toplumlar arası gerginlik gibi), 
Temel haklar ile ilgili endişelerdir (çalışma ve oturma izni, vatandaşlık gibi) 
(Tunç, 2015:58). 

 Bu makalede yapılan araştırmalara uygun olacak şekilde ekonomik, eğitim, güvenlik ve diğer (sağlık, barınma, kapasite yetersizliği ve uyum konularını içeren) başlıklarda olmak üzere Suriyeliler kaynaklı etkiler, tehditler ve fırsatlar tespit edilmeye çalışılacaktır. 

3.1. Ekonomik 

 Suriyelilerin genelde Türk ekonomisine özelde ise yerel ekonomiye 
belli açılardan katkı sunduğu söylenebilir. Özellikle sınır illerinde talep 
arttıkça temel gıda maddeleri, konut kiraları ve ev fiyatları yükselmiş, eski 
kiracıların çıkarılarak yenilerinin alınmasına neden olmuş, hayat pahalılığı 
ortaya çıkmıştır. Çocuk işçiliği artmıştır. Ekonomik alanda dile gelen bir 
konu Suriyelilerin sanayide, tarımda ve küçük çaplı işletmelerde kaçak 
yollarla ucuz işgücü olarak çalıştırılmasıdır. Diğer taraftan Gaziantep, 
Mersin ve Kahramanmaraş gibi sanayinin nispeten geliştiği illerde özellikle 
Türk Vatandaşlarının çok tercih etmediği vasıfsız yeni işgücü ihtiyacını 
Suriyeliler doldurmuştur. Ayrıca barınma merkezlerinde yaşayanların temel 
ihtiyaçları yerel firmalar tarafından tedarik edildiğinden özellikle tekstil, 
gıda alanlarındaki firmalara ekonomik getiri sağlamıştır. Uluslararası 
toplumun Suriye’ye gönderdiği yardımlar da bu firmalar aracılığı ile 
gönderilmektedir. Bu iki husus ekonomik bir fırsat yaratmıştır (ORSAM 
Raporu 195, 2015:17-18). 

 2010-2016 yılları Türkiye Geneli işsizlik oranlarına bakıldığında % (11,1), (9,1), (8,4), (9,0), (9,9), (10,3) ve (10,9) gibi dalgalanmalar olsa da ciddi bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. 12 ilde (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye, Gaziantep, Adıyaman, Kilis, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) ayrıca bu hususa bakıldığında ise % (13,6)’dan (14,4)’e, % (12,1)’den (14,3)’e, % (13,1)’den (17,2)’ye, % (11,8)’den (28,3)’e çıktığı görülerek bölgesel bir artıştan söz edebiliriz. 
Buradan Suriyelilerin Türkiye geneli işsizlik oranları üzerinde etkisinin 
olmadığı ya da sınırlı olduğu ancak bölgesel etki yarattığı kanaati ortaya 
çıkmaktadır (Duruel, 2017:214-215). 

 İstihdam oranı ise, Türkiye genelinde 2010-2016 yıllarında % (41,3), 
(43,1), (43,6), (43,9), (45,5), (46,0) ve (46,3) olmak üzere sürekli artış 
göstermiştir. 12 ilde ise istihdam; % (42,6)’dan (39,4)’e, % (39,4)’den 
(38,7)’e, % (29,1)’den (37,4)’e, % (31,8)’den (28,0)’a değişmiştir. Burada 
Şanlıurfa ve Diyarbakır hariç diğer illerde artış görülmemiştir (Duruel, 
2017:214-215). 

 İşgücüne katılıma bakıldığında; Türkiye genelinde 2010-2016 yıllarında % (46,5), (47,4), (47,6), (48,3), (50,5), (51,3) ve (52,0) olmuştur. 
12 ilde ise işgücü; % (49,3)’den (46,0)’a, % (44,8)’den (45,2)’ye, % 
(33,5)’den (45,2)’ye, % (36,0)’dan (39,1)’e değişmiştir. İşgücüne katılımda 
Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt illerinde Türkiye 
geneli paralelinde artış görülmüştür (Duruel, 2017:214-215). 

 Suriyelilerin genel olarak 7 yılı aşkın süredir Türkiye’de bulunmalarında en ön plana çıkan sorun ekonomi kaynaklıdır. Beraber getirilen hazır birikimler ya bitmiş ya da bitmek üzeredir. 2016 yılında çıkarılan çalışma izni mevzuatı hem kısıtlı hem de bürokratik işlemleri çok olan prosedürler gerektirmektedir. İzin alınarak çalışma izni sayıları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) tarafından yıllık olarak yayınlanmaktadır. Bu raporlara göre hazırlanan Tablo-5’te görüldüğü gibi 2011 yılında toplam 17.466 yabancı çalışma izni almış, bunların 118’i Suriyeli olarak kayıtlanmıştır. Suriyelilerin 2016 yılına kadar artan sayıda 
izin aldıkları görülmekle beraber dikkat çeken husus yabancı izinlerinin bir 
önceki yıla göre 2011 yani Suriyelilerin gelişinden itibaren % (85), (42), 
(14), (23), (14) oranlarında artışına karşılık Suriyelilerin izin alma artışının 
bu oranlardan çok daha büyük oranlar olan % (86), (261), (220), (58), (231) 
oranlarda olmasıdır. Bir başka husus ise toplam yabancılara verilen izinlerin 
içerisinde Suriyelilerin aldığı izinlerin de oransal olarak ciddi yükseliş yaptığıdır % (0,68’den 18,07’e). 2016 yılında toplam yabancılara verilen izinlerin %18,07’sini kaplayarak ciddi miktarlara yükselmesi çalışma hayatında Suriyelilerin potansiyelini göstermektedir. 


Tablo-5: Türkiye’de Yabancılara Verilen Çalışma İzni Sayıları (ÇSGB Çalışma Hayatı İstatistikleri, Tablodaki İstatistikler Yabancıların Çalışma İzinleri 2011-2016 Yılları Raporlarından üretilmiştir) 
* Bir önceki yıla göre artış yüzdesi 
** Suriyelilerin toplam yabancılara verilen izin miktarı içerisindeki yüzdesi 

    Suriyelilerin ekonomiye diğer katkısı Ortadoğu ülkeleri ile son derece iyi ilişkilere sahip Halepli tüccarların Türkiye’den ticaret yapmasıdır. 

   Türkiye’nin makro-ekonomik göstergelerine bakıldığında, Suriyelilerin 
genel bütçe ve işsizlik oranlarına etkisi görülmektedir. Bütçeden harcanan 
para 2015 itibarı ile 4,5 milyar dolar civarıdır. 2014 Kasım işsizlik oranı 
10,1 gibi bir rakama yükselmiş, nedeninin Suriyeliler olması ihtimali yüksektir (ORSAM Raporu 195, 2015:18-19). 

 Gaziantep, Adana, Kahramanmaraş ve Mardin’de mülteci akımı sonrası ihracat ve ticaret dengesinde (ihracat ile ithalat arasındaki fark) olumlu bir gelişme gözlemlenmiştir (ORSAM Raporu 196, 2015:33). 

 Suriyeliler, başta Gaziantep çoğu sınır illerinde işgücü açığını kapatmaktadır. Suriye'den yatırımcılar, sermayelerini Türkiye'ye taşımıştır. 
Gaziantep'te Suriyeli firmalar iç savaş öncesinde 60 iken 2014'te 209'a, 
Mersin'dekiler ise 2009'da 25 iken 2014'te 279'a yükselmiştir. Bu tüccarların 
Türk mallarını, Ortadoğu pazarına kendi ağlarını kullanarak pazarlamaları 
savaşın sınır illerinin ihracatı üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi azaltmış 
görülüyor (Oytun, 2015). 

 Türkiye’ye gelen Suriyelilerin yasal ve yasa dışı olmak üzere 3 milyar dolar getirdikleri, bankalarda 1.2 milyon TL tuttukları bilinmektedir (Sağıroğlu, 2016:136). 

 Suriyeliler daha 2013 yılında iş gücü piyasasına katılmayı isteyip istemedikleri sorulduğunda % 77 oranında kadın-erkek iş aradıklarını ve çalışmak istediklerini beyan etmişler, meslek edindirme ile ilgili bir kurs düzenlenirse katılmak ister misiniz? sorusuna da %47 oranında katılmak istediklerini belirtmişlerdir (AFAD, 2013). 

 Genel hatlarıyla Suriye’deki iç savaş sonrası iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler düşüştedir. Temel neden güvenli nakliye imkânının kalmamasıdır. Ticaret hacmine bakıldığında; 2010’da 2 milyar 297 milyon dolar 2011’de 1 milyar 946 milyon dolar ve 2012’de 400 milyon dolara gerilediği görülmektedir. Sosyo-ekonomik dengeyi yerle bir etmiş yapı göze çarpmaktadır (Canyurt, 2015:139). 

 Suriyelilerce yoğun illerde işçi ücretlerinin düştüğü ve enformel sektörlerde yerel halkın işsiz kaldığı gözlemlenmektedir (ORSAM Raporu 196, 2015:33-34). 

 Çalışma hayatındaki esas problem mevzuattan kaynaklanmaktadır. 
2013 ve 2014 yıllarında Suriyelilerin çalışma izniyle ilgili yönetmeliklerde 
bahsedilmesine rağmen gerekli veya yeterli işlem tesis edilerek çalışma izni 
verilememiştir. 2016 yılındaki yönetmelik çalışma hayatına katılımı 
düzenlenmiş, ancak prosedürleri, sayısal kısıtlama ve süreli verilen izin 
hakkının fazla tercih edilmemesi sonucunu doğurmuştur. Kayıtsız çalışma 
normal algılanan çalışma şekli halini almıştır. 

3.2. Eğitim 

 Türkiye’de son on yılda eğitim kapsamında sınıf büyüklüklerinin azaltılması alanında önemli gelişmeler sağlanmıştır. Fakat Suriyelilerden sonra Gaziantep, Hatay, Kilis, Şanlıurfa, Mersin, Adana, Kahramanmaraş, Osmaniye ve Mardin’de sınıf büyüklükleri ortalama 1-5 öğrenci artarak olumsuz etki yaratmıştır (ORSAM Raporu 196, 2015:33). 

 Suriyeli çocukların barınma merkezlerindeki okullara gitme oranı % 90 seviyesinde olmakla beraber bu oran tüm Suriyeli çocuklar içerisinde % 13’e denk gelmekte ve oranın çok düşük olduğu görülmektedir. 
Ekonomik zorluklar eğitim yerine çocukların çalıştırılmasına sebep olmaktadır. Türk okullarında Türkçe eğitim verilmesi de lisan yetersizliğinden çocukların devamını etkilemektedir. Bu konudaki bir diğer sorun ise uyum problemidir (Öztürk, Çoltu, 2015:193). 

 Suriyelilere özellikle çocuklara yönelik eğitim öğretimin sağlanması için çalışmalar yürütülse de Türkiye’de toplamda 708 bin okul çağındaki Suriyeli çocuğun 400 bininden fazlasının okula gitmediği rapor edilmiştir (Human Rights Watch, 2015:22). 

 Suriyelilerin eğitimi büyük bir problem alanıdır. Türkiye’nin okuryazar olmayan oranı % 3,78’dir. Suriyelilere bakıldığında en iyimser haliyle % 18’den fazladır (Erdoğan, 2017:27). Büyükler istatistik dışı bırakılırsa zorunlu eğitim çağında 1.150.791 (veriler doğru kabul edilirse) Suriyeli bulunmaktadır. Murat Erdoğan ’ın araştırmasına göre bu çocukların % 60’ı okula kayıtlı olmasına rağmen çoğu devamsızlık yapmaktadır. Ayrıca Suriye ve Türk müfredat olması hem uyum hem de dil problemi yaratmaktadır. Bunun yanında ciddi bir tehdit de okullardaki kapasite yetersizliği, buna ayrılacak bütçe sorunu ve eğitim kalitesidir. Okul çağı çocukları için ilave 28.545 derslikten oluşan 1.189 okul gerekmektedir.  Maliyeti ortalama 2 milyon avrodur (Erdoğan, 2017:27). 

 Kayıp kuşakların olmaması, iki toplumun birbirini anlayarak huzurlu bir ortak gelecek yaratmak için çocukların eğitimi en öncelikli konu olmalıdır. Ancak böyle tehdit görülen hususlar gelecekte fırsata dönüşebilir. 

3.3. Güvenlik 

 Açık kapı politikası ve insani duygularla uygulanan Suriyelilerin kabulü, özellikle 2013 ve 2014 yılından itibaren sadece Esad’ın zulmünden kaçanların değil değişik örgüt ve tehditlerden dolayı da yer değiştirenlerin ülkemize girmesine neden olmuştur. Bu kontrolsüzlük güvenlik konusunda zafiyet olduğu izlenimi yaratmıştır.

İstanbul, Sultanahmet, Suruç, Ankara Tren Garı, Ankara Devlet Mahallesi, Ankara Kızılay Meydanı, İstanbul İstiklal Caddesi, Gaziantep, Kayseri, Akçakale, Cilve Gözü Sınır Kapısı, Reyhanlı, Kilis, Diyarbakır, Ağrı Doğubayazıt, İstanbul Dış Hatlar Terminali, Diyarbakır Bölge Trafik, Van Polis Merkezi ve Gaziantep Şahinbey   gibi yerlerde meydana gelen bombalı saldırılar, havan tacizleri ve canlı bomba eylemlerinin, kayıtsız bir şekilde ülkemize alınan kişiler tarafından gerçekleştirildiğine yönelik bir kanı oluşturmuştur. 

 Gelinen noktada; kontrolsüz ve kayıtsız geçişlerde Suriyeliler kaçakçılarla işbirliği halinde sınırı geçerek gelmişlerdir. Kayıt altına alınanlarda vizenin kalkması ise giriş çıkışları artırmış ve kontrolün sağlanmasında kaotik bir durum oluşturmuştur. Suç olduğu bilinen hırsızlık, yan kesicilik ve dilencilik gibi adi suçlarda görülen artışın da Suriyelilerden kaynaklandığı görüşü toplumda ortaya çıkmaya başlamıştır. 

 Ülkelerindeki çatışmalardan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin, adli olaylara karışma ve suç oranı 2011’den 2014’ün Haziran dönemine kadar on binde otuz üç olmuştur. Neden olması muhtemel en ciddi güvenlik riski yerel halk arasında var olan tepkinin bir provokasyon neticesinde şiddet içeren kitlesel tepkiye dönüşmesidir. Suriye’de konuşlanmış terör örgütleriyle bağlantılı olabilecekleri veya yardım yataklık yapabilecekleri algısı toplumların arasının gergin olmasına neden olmaktadır (Ağır, Sezik, 2015:116). 

 2011 yılından bu yana Türkiye’de meydana gelen terör saldırılarında kayıt dışı bulunan Suriyeliler kaynaklı olabileceği algısı yerleşmiştir. Ayrıca kalma süreleri arttıkça ekonomik kaygılar Suriyelilerde de kaygı yaratmıştır. 
Bu kaygılar karşılıklı olarak iki toplum arasında asayiş sorunu yaratma 
potansiyeli bulunmaktadır (Öztürk, Çoltu, 2015:194). 

3.4. Diğer 

 Suriyelilerin kendi ülkelerine yakın bölgelerden başlamak üzere yoğunlukla yaşadığı sınır illeri yoğun klinik hizmeti vermekte zorlanmışlardır. 
Psikolojik rahatsızlıklar en öne çıkan rahatsızlık bağlamında öncelikle psikolog ve diğer uzman doktor yetersizliği ile kapasite sorunu göze 
çarpmaktadır (Öztürk, Çoltu, 2015:193). 

 Fiziki şartlar ve sağlık çalışanları bağlamında kapasite sorunu yaşanmaktadır. Sağlık hizmetleri ile ilgili diğer etki; Türkiye’de görülmeyen aşısı bile artık kullanılmayan çocuk felci, kızamık ve şark çıbanı grubu bazı hastalıkların sınır illerinde görülür hale gelmesi toplum sağlığını bozmasıdır (ORSAM Raporu 195, 2015:20). 

 İlk andan itibaren Barınma Merkezlerine yönlendirilen ancak göçün kitlesel boyutlara ulaşmasıyla Türkiye’nin dört bir tarafına dağılan Suriyelilerin kaldığı konutlar (barınma merkezlerindeki çadır, konteynerler dâhil) kendilerinin de ifade ettiği gibi ailelerine yeterli hacim ve evsafta değildir. Kendileri için güvenli olmayan, iklim şartlarına da çok uygun olmayan yerlerde hayatlarını idame ettirmektedirler (AFAD, 2013:36). Bu şartlardaki konutlarda kalmalarının ana sebebinin kira olduğu, kirayı ödeyemedikleri gibi temel ihtiyaçlar olan giyecek, battaniye, ayakkabı gibi malzemelerden de eksik oldukları ve parklarda geceledikleri tespit edilmiştir (Yüksel, Bulut, Mor, 2014:9). 

 Suriyelilerin gelmesiyle il veya ilçelerindeki nüfus sayısı (Türk Vatandaşı) oranında bütçe alan belediyelerin çöp toplama, toplu taşıma, trafik, su temini ve dağıtımı, şehir temizliği, zabıta hizmetleri, inşaatların kontrolü, kültürel faaliyetler gibi görevleri artmıştır. İlave olarak şehirlerin yol, şu şebekesi, kanalizasyon sistemi vb. altyapısı bu birden artan nüfusa göre inşa edilmemiştir (ORSAM Raporu 195, 2015:20). 

Sonuç 

 2011 yılında 252 Suriyeli ile başlayan göç, sonraları kitlesel bir hale dönüşmüş, yedinci yılında 3.5 milyonu aşan miktara ulaşmıştır. Kısa sürede gerçekleşen göç, Türkiye'de değişik etkiler yaratmıştır. Türkiye Suriyeli sığınmacıları (hukuki adıyla geçici koruma altındaki kişileri) en baştan itibaren komşuluk ilişkileri, akrabalık ve zalimden kaçan mazlumlar olarak algılayarak “açık kapı politikası” ile ülkemize almıştır. Bu kabul ile beraber karmaşık bir süreç ile bölgesel konumunu ciddi etkileyen bir duruma girmiştir. Ülkeye alınan sayısı 3.5 milyonun üzerinde olan Suriyeliler Türkiye’ nin birçok konudaki özellikle kalkınmadaki istatistiklerinin düşmesine neden olmaktadır. 

 Kitlesel akın devletin her türlü merkezi ve yerel mekanizmalarını etkilemiş ve politikaların değişimine sebep olmuştur. Ekonomi, eğitim, güvenlik, sağlık ve uyum gibi temel konularda değişimin izleri görülmeye başlanmıştır. 
Yedinci yılını dolduran misafirlik süresinin daha ne kadar süreceği belli olmadığından kalıcılığın da olabileceği düşünülerek hem iç hem de dış politikaların değişime uğrayabileceği anlaşılmaktadır. 

 Uyum ve entegrasyon düşünülürken sorunların en az bugün yaşanan kadar olabileceği, daha da artabileceği kabul edilerek dil, kültür, yaşam farklılıkları olan iki toplumun dikkate alınması gerekmektedir. Özellikle sınır bölgelerinde, yoğunluklu Suriyelilerin yaşadığı yerlerde boşanmaların arttığı, çok eşliliğin çoğaldığı, çocuk işçilerin yaygınlaştığı, etnik-mezhepsel kutuplaşmaların yer yer görüldüğü unutulmamalıdır. 

 Sosyal uyum problemi olarak algılanan Suriyeliler; farklı dil, kültür ve yaşam tarzları ile çok eşliliğin ortaya çıkması, buna bağlı boşanmaların artması, kadın ve çocuk istismarının yaşanması, bazı şehirlerde etnik ve mezhepsel kutuplaşma ları körüklemesi ya da yaratması, çarpık yapılaşma ortaya çıkan toplumsal etkiler yaratmışlardır (ORSAM Raporu 195, 2015:16). 

 Suriyelilere yönelik yerel halkın tepkisini önlemeyi içeren geniş kapsamlı bir politika hayata geçirilmelidir. Konu bir sosyal uyum sorunu olarak ele alınmalı bütüncül bir politika uygulanmalıdır (ORSAM, 2015:9). 

 Suriyelilerin genel olarak emek piyasası başta olmak üzere Türkiye ekonomisine etkileri olduğu muhakkaktır. Benzer şekilde ekonomiye etkilerin emek piyasasına da yansımaları vardır. Suriyeliler için yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde merkezi ve yerel yönetimler ile ulusal ve uluslararası yardım kuruluşlarının yaptığı harcamaların toplam talebi büyütme, üretim ve istihdamı artırdığı söylenebilir. Türkiye, BM ve Uluslararası toplum Suriyeli sığınmacıların yaralarının sarılması ve yeniden normal hayata tutunmaları için 25 milyar dolar, 12 milyar dolar, 500 milyon dolar gibi açıklanan miktarları harcamışlardır. 

Bu harcanan miktarlar genel anlamı ile bölgede ekonomiyi canlandırmış ve hareketlendirerek katkı sağlamıştır. İşsizlik üzerine sınırlı etkisi tespit edilmiştir. 

 Emek piyasasında düşük ücretlere ve sigortasız olarak çalışıldığı gerçeği yerinde bir tespittir. Suriyelilerin kayıt dışı çalıştıkları, işverenlerin verdiği her ücreti kabul ettikleri de doğrudur. Bu Türk işçileri için kötü bir durum yaratmakla beraber Suriyelilerin yürürlüğe geç giren çalışma izni mevzuatı dolayısıyla bu duruma düştüğü anlaşılmaktadır. Yaşları genç olan Suriyeli nüfusun ileride çalışma yaşına geldiklerinde iyi bir yönlendirme ve politika ile boşta bulunan veya yok olmakta olan emek piyasasına ciddi katkılar yapabilme potansiyeli de bulunmaktadır. 

 Göçün önemli nedenlerinden biri olan işsizlik sorunu, göç olayından sonra da önemli bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Göçün ekonomik sonuçlarında işsizlik kadar önemli bir diğer nokta da, istihdam biçimi ile ilgilidir. 

 Eğitim konusunda öncelikle zorunlu eğitim yaşındakileri derhal sonrasında geriye kalanlar ile ilgili tedbirler alınarak Türkiye ortalamalarına ve ötesine çıkacak bir strateji geliştirilmelidir. Kampların dışında yaşayan Suriyeli mültecilerin eğitim öğretim hizmetlerine erişiminin kolaylaştırılması için çalışmaların yasal düzenlemeler ile yapılması, sürecin sağlıklı olarak sürdürülebilirliği ve geniş kitlelerin desteğinin sağlanması açısından daha fazla kamuoyu desteği kazanma konusunda çalışmaların yapılması gerekmektedir. 

 HRW Mülteci Hakları Programı araştırmasının da vurguladığı gibi Türkiye'ye Suriyeli çocuklara gerekli eğitimlerin uygun bir biçimde verebilmesi için uluslararası çevrelerin de bu çabalara mutlaka destek vermesi ve bir an önce hükümetlere harekete geçme çağrısı yapılması (Human Rights Watch, 2015). 

 Güvenlik ve asayiş diğer önemli bir husustur. Algı olarak Türklerde, bu tür sorunları Suriyelilerin çıkardığı gibi yanlış bir eğilim vardır. Yapılan araştırmalar bunun doğru olmadığını göstermektedir. Adli olaylara karışma oranları oldukça düşüktür. Ancak Türklerin davacı olma oranı yüksektir. Bu konu ileride iki toplumu karşı karşıya getirebilecek provokasyon niteliğindeki güvenlik risklerini beraberinde getirmektedir. Kaygı duyulan terör içerikli olayların beraber yaşanan günlük hayatta seri, şeffaf ve adaletli bir şekilde çözülmesiyle üstesinde gelinebilir. Uzun vadede dikkatli, titiz ve kamuoyunu tatmin eden ortak akıl ürünü çözümler getirilirse bu tehdit fırsata dönüşebilir. 

KAYNAKÇA 

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (Başbakanlık) (AFAD), Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, 2013 Saha Araştırması Sonuçları. 

Ağır, O., Sezik, M., “Suriye’den Türkiye’ye Yaşanan Göç Dalgasından Kaynaklanan Güvenlik Sorunları”, Birey ve Toplum Dergisi, Bahar 2015, 
Cilt:5, Sayı:9. 

Canyurt, D., ‘‘Suriye Gelişmeleri Sonrası Suriyeli Mülteciler: Türkiye’de Riskler’’, Akademik Bakış Dergisi Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E- Dergisi, 
sayı:48, Mart-Nisan 2015. 

ÇSGB Çalışma Hayatı İstatistikleri:Yabancıların Çalışma İzinleri 2011-2016 YıllarıRaporları,
yabanci calismaizinleri/>,Erişim Tarihi:22.07. 2018. 

Duruel, M., “Suriyeli Sığınmacıların Türk Emek Piyasasına Etkileri Fırsatlar ve Tehditler”, Uluslararası Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Haziran 2017, 
Cilt:3, Sayı:2. 

Erdoğan, M., (2015), Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum (1.Baskı), Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. 

GİGM Göç İstatistikleri, 
, Erişim Tarihi:06.04.2018. 

Geçici Koruma Yönetmeliği (2014), 13.10.2014 tarihli 2014/6883 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı. 

GİGM Suriyelilerle İlgili Çalışmalarımız, www.goc.gov.tr, Erişim Tarihi:06.04.2018. 

Human Rights Watch, (2015), “When I Picture My Future, I See Nothing: Barriers to Education for Syrian Refugee Children in Turkey”, USA. 

Kızılay Suriye Krizi Genel Bilgiler, , Erişim Tarihi:06.04.2018. 

ORSAM Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri Raporu, No:195, Ocak 2015, Ankara. 

Oytun, O., “Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri”, ORSAM Ortadoğu Araştırmacısı Yazısı, 2015. 

Öztürk, S., Çoltu,S.,”Suriyeli Mültecilerin Türkiye Ekonomisine Etkileri”, Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:7, Sayı:13,ss.188-198. 

Sağıroğlu, A.Z. (2016). “Not Only A Burden But Also A Contribution: Impacts Of Syrians On Turkish Economy”, Eroğlu, D. Cohen, J.H., Sirkeci, I. (eds.), 
Turkish Migration 2016 Selected Papers, London. 

Tunç, A.Ş., “Mülteci Davranışı ve Toplumsal Etkileri:Türkiye’deki Suriyelilere İlişkin Bir Değerlendirme”, Tesam Akademisi Dergisi, Temmuz 2015, 2 (2), 
29-63. 

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUUK), 6458 sayılı Kanun, 2013. 

Yüksel,U., Bulut, M.N.,Mor, Z., “Türkiye’de Bulunan Suriyeli Mülteciler”, İnfografik Rapor, Uluslararası Barış Araştırmaları Merkezi, Ankara, 2014. 


 ***

SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE GÖÇ: TEHDİTLER ve FIRSATLAR., BÖLÜM 1

SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE GÖÇ: TEHDİTLER ve FIRSATLAR., BÖLÜM 1




Hakan Ömer TUNCA 1, 
Ahmet KARADAĞ 2 

1 Doktora Öğrencisi, İnönü Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, e-mail: 
hotunca@hotmail.com, ORCID:0000-0002-1180-2549 

2 Prof. Dr. İnönü Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, e-mail: karadag.ahmet@ inonu.edu.tr, 
ORCID:0000-0002-4031-0295 

Geliş Tarihi / Arrived : 30.09.2018 
Kabul Tarihi / Accepted : 18.10.2018 


Özet

  Tarihte coğrafi koşullar ve iklim nedeniyle dünyada yer değiştiren insanoğlu; modern çağda insan hakları ihlalleri, hakların eşit dağıtılmaması, nüfus artışı, kaynakların yetersizliği, daha iyi bir yaşam ve iç savaşlar dolayısıyla göç etmektedir. Göçler gidilen coğrafyadaki toplumun sosyal, ekonomik, siyasal, güvenlik ve toplumsal konularda etkilemektedir. 
  Bu etkiler göçün başında tehdit olarak algılanırken ilerleyen zamanda bir fırsata dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Göçlerin son yıllardaki örneği Suriye iç savaşı ve Suriyelilerin başta çevre ülkeler olmak üzere kitlesel göçüdür. Bu makalede mevcut araştırmalar ışığında Suriyelilerin Türkiye üzerindeki ekonomik, eğitim, güvenlik ve diğer (sağlık, barınma, kapasite yetersizliği ve uyum konularını içeren) başlıklarında etkileri araştırılacak ve Suriyeliler kaynaklı etkiler, tehditler ve fırsatlar kapsamında tespit edilmeye çalışılacaktır. Sonuç kısmında politika üreticilere bazı tavsiyelerde bulunulmaya çalışılacaktır. 


Giriş 

 Göç, insanların dünya üzerindeki hareketliliğini ifade eden bir kavram 
olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlık, tarih boyunca hareketliliğini 
sürdürmüştür. Bu hareketlerin sebeplerinden en başta gelenleri, kışların 
sertliği ve yazların kuraklığı gibi iklim ve yer üstü-altında bulunan 
kaynaklarda oluşan coğrafi şartlardır. İçerisinde yaşanılan bölgenin değişen 
hava koşulları ve mevcut veya potansiyel yeraltı-üstü kaynakları insanları 
bir bölgeden diğerine gitmeye teşvik etmiştir. İçinde bulunulan zamanın 
şartlarına da uygun olarak kabileler arasındaki anlaşmazlıklar ve bunlara 
bağlı çatışmalar, modern devletin kurulmasından sonra iç savaşlar, ülke 
işgalleri, din ve millet ayırımları, siyasal sistemlerin değişiklikleri, özellikle 
insan hakları ihlalleri ve bu hakların eşit bir şekilde dağıtılmaması, salgın 
hastalıklar başta olmak üzere sağlıkla ilgili sorunlar, nüfus artışı ve 
bağlantılı olarak kaynakların yetersizliği nedenleriyle duyulan kaygılar 
insanların doğup büyüdükleri yerlerden başka coğrafyalara yer değiştirmesi 
sonucunu doğurmuştur. 

 Anadolu coğrafyası, hem dünyadaki jeopolitik konumu hem de yeraltı-üstü kaynakları ile insan hareketliliklerinin tarih boyunca yaşandığı bir bölge olmuştur. Bireysel veya kitlesel olarak Anadolu coğrafyasına yakın doğudan batıya Avrupa’ya, güneyden Afrika’dan Kuzey Avrupa’ya gelişmiş ülkelere göç sürekli bir hal almıştır. Özellikle modern devletlerin kuruluşundan sonra meydana gelen dünya savaşları nedeniyle imparatorlukların ortadan kalkması ve sömürge devletlerin bağımsızlıklarını kazanması göçe sebep olmuştur. 
Bu göçlerden Türkiye de nasibini almıştır. 

 Uluslararası toplum, BM şemsiyesi altında ana felsefesi göç dolayısıyla mağdur olabilecek insanları korumak olan “Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin Sözleşme (1951) ve Mültecilerin Statüsüne ilişkin 1967 Protokolü” ile bu konuda bazı kararlar almıştır. Bu sözleşmede sığınmacı ve mülteci kavramları ile bu statüdekilere nasıl davranılacağı belirlenmeye çalışılmıştır. Söz konusu sözleşmede mülteci; ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşleri yüzünden haklı bir zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve söz konusu korku yüzünden ilgili ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kişi, sığınmacı ise; İlgili ulusal ya da uluslararası belgeler çerçevesinde bir ülkeye mülteci olarak kabul edilmek isteyen ve mültecilik statüsüne ilişkin yaptığı başvurunun sonucunu bekleyen kişi olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlara uyan kişiler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) korumasından yararlanmaya hak kazanan kişilerdir. Ülkeler ve BMMYK bu durumdaki kişilerin geri gönderilmemesi ve koruma altına 
alınmasını taahhüt etmişlerdir. Türkiye bu sözleşmeye taraf olmuş, ancak 
coğrafi çekince koymuştur. Bu coğrafi çekince, doğudan gelenlerin Türkiye 
Cumhuriyeti tarafından mülteci kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir. 

 Göç ile gelen kişilerin tarihsel süreçte yaşanılan göçlerde topluma sosyal, ekonomik, siyasal, güvenlik vb. birçok konularda etkilerde bulundukları görülmüştür. Bu makalede özellikle Suriyeliler bağlamında Türkiye’ye etkileri ve bu etkilerin “tehdit mi yoksa fırsat mı” olduğu yayımlanmış kitap, rapor, resmî devlet kuruluşları beyanları yardımıyla araştırılmaya çalışılacaktır. 

1. Türkiye’deki Suriyeliler 

 Suriye’de 2011 yılında başlayan huzursuzluklar, kısa zamanda çatışmalara ardından da sayısız aktörü olan bir iç savaşa dönüşünce, ciddi insanlık krizlerinden biri yaşanmaya başlanmıştır. Halen devam eden bu durum kısa ve orta vadede Suriye ve çevre ülkelerde değişik etkiler yaratabilir. 

Suriye’den Türkiye’ye yönelik ilk toplu nüfus hareketi, 29 Nisan 
2011 tarihinde Hatay ili Yayladağı ilçesinde Cilvegözü sınır kapısında 
gerçekleşen 252 Suriyeli vatandaşın sınırdan içeri alınmasıyla başlamıştır (Erdoğan, 2015:5). Suriyelilerin kitlesel olarak gelmesinde başta insani gerekçeler olmak üzere, coğrafi yakınlık, inanç ve kültür yakınlığı gibi 
sebepler ile Türkiye “Açık Kapı Politikası” uygulamıştır (Duruel, 2017:208). İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM)’nün 

Tablo-1’ de görülen resmi kayıtlarına göre 2011 yılı sonunda 14.237, 2012 yılı sonunda 224.655, 2013 yılı sonunda 1.519.286, 2014 yılı sonunda 2.503.549, 2015 yılı sonunda 2.834.441, 2017 yılı sonunda 3.426.786 ve 24.05.2018 tarihi itibarı ile 3.589.384 Suriyeli koruma altına alınmıştır (GİGM, 2018). 




Tablo-1: Türkiye’deki Suriyeliler (GİGM Verisidir. 24.05.2018 tarihi itibarı ile) 


 Türkiye; açık kapı politikası gereği Suriyelileri ülkeye kabul etmiş, ilk 
gelenlerden itibaren barınma merkezlerine yönlendirmiş, kitle göçü haline 
geldiğinde ise ülkede istedikleri yerlere yerleşmelerine izin vermiştir. 
Suriyelilerin en fazla yaşadığı iller ve miktarları Tablo-2’de görülmektedir. 




Tablo-2: Suriyelilerin İllere Göre Sayısal Dağılımı (GİGM Verisidir. 24.05.2018 tarihi itibarı ile) 

 Suriyelilerin illere göre sayısal dağılımına bakıldığında bazı illerde 
yüksek rakamlar göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra bazı illerde Türk nüfus 
ile Suriyelilerin neredeyse aynı sayılara ulaştığı görülmektedir. İllerdeki 
yoğunluk hakkında bir kanaat edinebilmek için o ilde yaşayan Suriyelilerin 
Türk vatandaşlarına oranına bakmak daha uygun olacaktır. Örneğin 
İstanbul; 560.959 Suriyeliyi barındırmakla beraber 15.029.231 Türk nüfus 
içerisinde bu oransal olarak % 3,73 ile Türkiye ortalaması olan % 4,44’ün 
altında kalmaktadır. Oransal olarak Gaziantep (%19,18), Hatay (%28,29), 
Kilis (%95,91), Mardin (%11,48), Mersin (%11,59), Osmaniye (%10,34), 
Şanlıurfa (%23,97) illeri yüksek oranlarda Suriyeliyi misafir ederken 
Suriyeliler kaynaklı etkilerin en fazla hissedildikleri yerler olmaktadır. 
Diğer bir konu ise bu illerde Suriyelilerin nerede yaşadıkları ile ilgilidir. 
Erdoğan araştırmasında kentlerde yoksul kitlelerin yaşadıkları semtlerde 
yoğunlaştıkları sonucuna ulaşmıştır (Erdoğan, 2017:23). 

 Hâlihazırda Türkiye’de bulunan Suriyelilerin 228.221 (% 6)’i barınma 
merkezlerinde (10 ilde 21 adet), kalan 3.195.986 (% 94) Suriyeli ise Tablo-
3’te görüldüğü gibi Türkiye’nin dört bir tarafına dağılmış durumdadır. 




Tablo-3: Suriyelilerin Geçici Barınma Merkezleri Dağılımı (GİGM Verisidir. 24.05.2018 tarihi itibarı ile) 

 Yaş durumları ise Tablo-4’te görüldüğü gibi genç nüfustan oluşan bir 
topluluk şeklinde görülmektedir. Suriyelilerin okul öncesinde 505.904, 
Türkiye’de zorunlu eğitim yaşında olan (5-18) 1.150.791, çalışma yaşında 
olan (18-65) 1.863.414 kişi oldukları görülmektedir. Bu rakamlardan 
hareketle Türkiye’de doğmuş Suriyeli çocukların sayısının 500 binin 
üzerinde olduğu, erkeklerin 1.947.053 (% 55) ve kadınların 1.642.331 (% 
45) kişi oldukları göze çarpmaktadır. 


Tablo-4: Suriyelilerin Yaş Dağılımı (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Verisidir. 24.05.2018 tarihi itibarı ile) 

 Yaşlara 15-39 yaş aralığına bakılırsa en fazla kadın erkek arasındaki 
sayı farklılığı göze çarpmaktadır. Bu da dünyada yaşanan hareketliliklerde 
yaşanan temel sorun yalnız genç erkek gerçeğini ortaya koymaktadır. 
Bu sorun Murat Erdoğan’ın da belirttiği gibi özel riskler yaratma potansiyeli 
taşıdığı söylenebilir (Erdoğan, 2017:25). 

2. Suriyelilerin Türkiye’de Bulunuşlarına İlişkin Yapılan Düzenlemeler 

 Türkiye’ye Suriye’den 29 Nisan 2011’de gelen ilk grup, ilk çadır kent 
alanı olarak Yayladağ merkeze yerleştirilmiş, daha sonrasında devam eden 
girişler üzerine ise 09 Haziran 2011 tarihinde Altınözü ve 12 Haziran 2011 
tarihinde Boynuyoğun Çadır Kentleri kurulmuştur. Türk Hükümeti, T.C. 
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve Türk 
Kızılay’ı aracılığıyla ilk girişlerin olduğu günden itibaren bölgede, zaman 
zamanda “sıfır noktası” olarak tabir edilen Türkiye sınırı dışındaki bölgede 
insani yardım faaliyetlerine başladı (Kızılay Suriye Krizi Genel Bilgiler, 
2017). Türk hükümeti, Suriye’den ilk kafile girişinden 11 ay sonra krizle 
mücadele etmenin yasal ve idari çerçevesini çizen bir yönergeyi yürürlüğe 
koymuştur. 30 Mart 2012 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından “Türkiye’ye 
Toplu Sığınma Amacıyla Gelen Suriye Arap Cumhuriyeti Vatandaşlarının 
ve Suriye Arap Cumhuriyetinde İkamet Eden Vatansız Kişilerin Kabulüne 
ve Barındırılmasına İlişkin Yönerge” ile ortaya çıkan bu kitlesel göç akınını 
yönetmenin esaslarını belirlemiştir. Sürecin yönetilmesi için “T.C. Başbakanlık Suriyeli Sığınmacılar Genel Koordinatörlüğü” oluşturulmuş ve 20 Eylül 2012 tarihli Başbakanlık genelgesi ile “Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar konusunda kamu kurumları arasındaki her türlü konunun koordinasyonuyla ilgilenmek üzere” Gaziantep’te görev yapan bir Koordinatör Vali atanmıştır. 

 Hem Türkiye’de ortaya çıkan ihtiyaç hem de başta AB olmak üzere uluslararası kurumlardan gelen talepler dikkate alınarak yapılan hazırlıklar sonrasında, mülteciler-sığınmacılar konusunda içinde Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün (GİGM) kurulumunu da sağlayan ilk kapsamlı yasal düzenleme 2.2.2013 tarihli 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ile gerçekleş tirilmiştir. GİGM, yasanın 11 Nisan 2013 tarihinde yayımı itibari ile diğer düzenlemeler ise yasanın yayımı tarihinden 1 yıl sonra 11 Nisan 2014’te yürürlüğe girmiştir. Yasa çerçevesinde kurulan ve sürecin sivilleşmesi bakımından son derece önemli olan GİGM’nin, iltica ve göç yönetimine ilişkin sorumluluğu kademeli olarak o tarihe kadar yabancılar konusundaki işlemleri yürüten Emniyet Genel Müdürlüğü’nden devralması öngörülmüştür. GİGM, Genel Müdüre bağlı Merkez Teşkilatı (Göç Politikaları ve Projeleri, Hukuk Müşavirliği, Eğitim, Bilgi Teknolojileri, Yabancılar, Strateji Geliştirme, Uyum ve İletişim, Destek Hizmetleri, Uluslararası Koruma, İnsan Ticareti Mağdurlarını Koruma, 
İnsan Kaynakları, Dış İlişkiler Daire Başkanlıkları) ve Sürekli Kurul ve Komisyon lar (Göç Danışma ve Düzensiz ile Mücadele Kurulları ile Uluslararası Koruma Değerlendirme Komisyonu) ve Taşra Teşkilatı (81 İl Göç İdaresi Müdürlüğü) ve Yurt Dışı Teşkilatlarından (Göç Müşavirlik ve Ataşelikleri) teşkil edilmiştir (YUUK, 2013). 

 Uluslararası koruma bakımından 11 Nisan 2013’te yürürlüğe giren YUKK; Türkiye mevzuatında daha önce yer almayan uluslararası koruma çeşitleri olarak “mülteci”, “şartlı mülteci”, “ikincil koruma” ve “geçici koruma” terimlerini getirmiştir. 1951 BM Sözleşmesinde Türkiye’nin getirdiği coğrafi çekince kuralından vazgeçilmeyerek bu terimler tanımlanmış, özellikle YUKK temelde özellikle Suriyelilere yönelik “geçici koruma” getirmiştir. Bu Kanunun 91’inci maddesi gereğince 22 Ekim 2014’te “Geçici Koruma Yönetmeliği” Türkiye’deki ve sonradan gelecek Suriyelilere yapılacak işlemleri içerecek şekilde hazırlanmıştır (Geçici Koruma Yönetmeliği, 2014). Yönetmelikte 1’inci madde Suriyelilerin geçici koruma altında olduğunu özel olarak ifade etmektedir. Yönetmelik ile 
Suriyeliler için geçici koruma hukuki zemine dayandırılmıştır. Yönetmelik 
15’inci maddesi ile Bakanlar Kuruluna geçici korumanın sınırlandırılması 
ve durdurulabilmesi yetkisini vermiştir. Yönetmelik, bu tür kayıt altına alma 
konusunda yaşanan ve yaşanacak sorunları da ortadan kaldırmak amacıyla 
yabancılara adres kayıt sistemine kayıt yaptırma zorunluluğu getirmiştir. 
Yabancılara, ancak kayıtlı oldukları illerde bulunmaları şartı ile temel hizmetlere ve diğer sosyal yardımlara erişim hakkı sağlamıştır. 

Yönetmelikte kadın ve çocuklar konusunda özel koruma önlemlerinden söz 
edilmektedir (Erdoğan, 2015:55-56). 

 GİGM’nin teşkilatlanmasının ardından Göç İdaresi (GİGM Suriyelilerle İlgili Çalışmalarımız, 2017) tarafından çıkarılan 13.08.2014 tarihli ve 22 sayılı Genelge, 17.10.2014 tarihli ve 29 sayılı Genelge, 15.12.2014 tarihli ve 36 sayılı Genelge, 25.07.2014 tarihli ve 2014/429 sayılı Talimat yazı, 23.11.2014 tarihli ve 98022 sayılı Talimat yazı ile Suriyelilerin kayıtları, temel hizmetleri, sosyal yardımlar, güvenlik, acil durum işlemleri düzenlenmiştir. 

 AFAD tarafından krizin başından itibaren kurulan GİGM’ye bağlı Barınma Merkezleri ile ilgili 22.04.2014 tarihinde Kabul ve Barınma Merkezleri ile Geri Gönderme Merkezlerinin kurulması, yönetimi, işletilmesi, işlettirilmesi ve denetimi hakkında yönetmelik çıkarılmıştır. 

 Suriyeli çocukların Türk okullarına ve Geçici Eğitim Merkezlerine (GEM) kayıt olmalarına ilişkin yasal çerçeve MEB’in 2014/21 genelgesiyle belirlenmiştir. GEM, geçici koruma altında bulunan Suriyeliler için kurulan eğitim kurumlarıdır. 2018 yılından itibaren MEB, barınma merkezlerinde yaşayanların merkezlerde bulunan okullarda, diğer çocukların ise Türk eğitim sistemi içerisinde eğitim alacağını belirtmiştir. MEB; 23 ve 26 Eylül 2013 tarihli genelgeler, AFAD ise 18 Aralık 2014 tarihli genelgeler ile eğitimi yürütmektedir. 

 YUUK 89’uncu madde iş piyasasına erişim ile ilgili olarak; 

 • Başvuru sahibi veya şartlı mülteci, uluslararası koruma başvurusu 
tarihinden altı ay sonra çalışma izni almak için başvurabilir, 

 • Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi, statü alma tarihinden 
itibaren bağımlı veya bağımsız olarak çalışabilir, 

 • Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibinin iş piyasasına erişimi, durum ve çalışma hayatındaki gelişmeler ile istihdama ilişkin sektörel ve ekonomik şartların gerekli kıldığı hallerde, belirli bir süre için, tarım, sanayi veya hizmet sektörleri, belirli bir meslek, iş kolu veya mülki veya coğrafi alan itibari ile sınırlandırılabilir, 

 • Usul ve esaslar bakanlığın görüşü alınarak ÇSGB tarafından belirlenir. 

 Yükümlülükler kapsamında ise başvuru sahibinin çalışma durumuna ait güncel bilgileri otuz gün içinde bildirmesi, gelirlerini, taşınır ve taşınmaz mallarını otuz gün içinde bildirmesi, adres, medeni hal değişikliklerini 20 iş günü içinde bildirmeleri; kendisine sağlanan hizmet, yardım ve diğer imkânlardan haksız olarak yararlandığının tespit edilmesi halinde, bedellerini tamamen ve kısmen geri ödemekle yükümlüdür (YUUK, 2013). 

 Geçici Koruma Yönetmeliği 29’uncu madde; 

 • Geçici korunanların çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar bakanlığın 
görüşü alınarak ÇSGB teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir, 

 • Geçici koruma kimlik belgesine sahip olanlar çalışma izni için 
ÇSGB’ye başvurabilir, 

 • Yabancıların çalışamayacağı iş ve mesleklere ilişkin mevzuattaki 
hükümler saklıdır, 

 • Verilen çalışma izinlerinin süreleri, geçici koruma süresinden fazla 
olamaz, geçici koruma sona erdiğinde izin sona erer, 

 • Verilen çalışma izni kanunda düzenlenen ikamet izinleri yerine 
geçmez (GKY, 2014). 

 Ayrıca Bakanlar Kurulu tarafından 11.01.2016 tarihinde 15.01.2016 
tarihli “Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair 
Yönetmelik” çıkarılmıştır. Bu yönetmelik; 

 • Çalışma izni başvurusu geçici koruma sağlanan yabancıları 
çalıştıracak işverenler tarafından yapılır, 

 • İş yerinde geçici koruma kapsamında çalışan sayısının, aynı iş 
yerinde çalışan Türk vatandaşı sayısının % 10’unu geçmemesi, 

 • Sağlık meslek mensupları için Sağlık Bakanlığı’ndan, eğitim meslek 
mensupları için MEB’den veya YÖK’ten izin alınması, 

 • Çalışma izni başvurusuna ilişkin Bakanlıkça değerlendirmenin 
sonucu, işverene ve İçişleri Bakanlığına çevrimiçi olarak bildirilmesi, 

 • Çalışma izni verilen geçici koruma sağlanan yabancının, işinin 
gereği olarak farklı bir ilde bulunmasının zorunlu olduğu hallerde Göç 
İdaresi İl Müdürlüğüne bildirmekle yükümlü olması, 

 • Geçici koruma sağlana yabancının çalışma izin muafiyeti veya izni 
olmaksızın Türkiye’de çalışamayacağı/çalıştırılamayacağı, 

 • Her seferinde en fazla bir yıl süreli izin verileceği hususlarını 
kapsamaktadır demektedir. 

2.Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

24 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN KÜRT VE SURİYE POLİTİKASI BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN KÜRT VE SURİYE POLİTİKASI BÖLÜM 2


Türkiye’de Suriye ile savaş tam tamları çalarken, İngilizlerin, İsrail’in ve Amerikan Neoconlarının Suriye ve Türkiye’yi bölme planı gözardı ediliyordu. Suriye’nin etnik haritası incelenecek olursa elit Nusayri rejiminin deniz kıyısına yakın bölümlerdeki kendi taraftarlarını içine alan bölgede yoğunlaş tığı görülebilir. Esed’e Nusayristan kurdurulacaktı. Hıristiyan nüfus da bu bölgede yaşıyor ve Nusayrilerle iktidarı yıllardır bölüşüyordu. 
Şam yönetimin ısrarla yürüttüğü etnik katliamların amacı, Sünni nüfusun bu bölgeyi terk etmesini sağlamaktı ve bu da başarılmıştı. Zaten Ruslar da bu plana destek veriyordu. 

Rus Pravdası olaya şöyle bakıyordu: Silahlı muhalifler Suriye halkı demek değildir. Suriye muhalefetinin söylemlerinin aksine Suriye hükümeti geniş halk kitlelerince desteklenmektedir. Suriye Ulusal Konseyi, Libya’da toplanan tacizcilerden, ırkçılardan, işkencecilerden ve hırsızlardan oluşan Ulusal Geçiş Konseyi’nin kopyasıdır. Suriye Ulusal Konseyi; tam da Yeni 
Osmanlıcılığın gündeme geldiği, Türkiye ve Katar gibi Batı sempatizanı iki ülkenin Orta Asya ve Orta Doğu bölgesinde ön plana çıkarıldığı bir dönemde Türkiye’de konuşlandırılmış bir örgüttür. Bunların yanı sıra bu Konsey, İran İslam Cumhuriyeti, Rusya ve Çin ile yapılacak olan savaş için atlama tahtasıdır. İşin en kötü yanı bu teröristler İstanbul’da FUKUS Eksenince eğitildiler ve buradan Suriye’ye onların eliyle sızdırıldılar. Ve aynı güçler BMGK’da yapılacak oylamayı etkilemek için iddialar ortaya attılar. 
Fakat bu iddiaları ortaya atanların unuttuğu şey Çin ve Rusya’nın bu tür aldatmaca lara inanmayacak kadar güçlü ve kadim devletler olduğuydu. 

Ruslar, Almanlar, Fransızlar ve Çinliler paylaşım savaşı dışında kalma endişesiyle çok agresif davranıyorlardı. Bu denklemde en kötü tablo bir mezhep çatışmasının çıkması ve Şii Hilal’inin kırılması adına bu savaşın komşu ülkelere sıçratılmasıdır. İran ile Türkiye’nin ilişkilerini bozacak potansiyele sahip olan mezhep savaşına karşı uyanık olmak gerekiyor. Tam da İran ile beş yılda ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkartılması ve iki ülke arasında serbest bölge kurulması projesinin onaylandığı bu aşamada Suriye kartını oynayanların Türkiye’nin iyiliğini istediğini düşünmek çok zor. 

STRATFOR’UN HARİTASI 



Konunun burasında bir haritanın varlığından bahsetmek Suriye üzerinden oynanan oyunların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Stratfor tarafından 2011'de hazırlanan bu haritada Suriye’nin etnik haritasında kurdurulacak Nusayristan ve Sünni bölgenin sınırları net biçimde görülüyor. Haritayı asıl önemli kılan ise Nusayristan’ın Türkiye’nin Hatay ve Adana illerini de içine alıyor olması. Dolayısıyla Karıştırılmak istenen ve bölünmek istenen ülke sadece Suriye değildir, Türkiye’de hedeftir. Türkiye bu kurtlar sofrasının tam ortasında yer alıyor. Suriye, petrolü olmasa da stratejik konumu nedeniyle süper güçlerin göz diktiği bir ülke. Suriye’deki Kürtlerin bir kolunun PKK’nın üst düzey yöneticisi olduğu ve PKK teröristlerinin üçte birinin Suriyeli Kürtlerden oluştuğu da unutulmaması gereken bir gerçek. 
Hatay, Adana ve Mersin’de yaşayan 300 bin Arap Alevisinin varlığı, Nusayri veya Fellah olarak adlandırdırılan Türk vatandaşlarını tahrik etme kabiliyeti olan Suriye istihbaratı, bir mezhep savaşında en fazla Türkiye’yi karıştıracağının çok açık bir göstergesi. Ekonomisi büyük çıkış sergileyen Türkiye’nin savaş ekonomisine sokularak geriletilmesi ise kötü senar-
yoyu daha da kötü hale sokuyor. Diğer yandan savaş halinde Türkiye’de ordunun sıkıyönetim ilan etmesi kaçınılmazdır; bu senaryo Ergenekon ve Balyoz sanıklarının sessizce salıverilmesi için çaba harcayan global çetenin kusursuz planının diğer parçasıdır. Bu durumun bölgede en çok İsrail devletinin işine yarayacağını tahmin etmek de pek zor olmasa gerek. 
Tüm bunlara Suriye’nin iç yapısı konusunda bilinmeyen önemli bir husus olarak şu da eklenebilir: Suriye’de eski KGB’nin kurduğu tam 16 ayrı istihbarat örgütü var ve her yedi kişiden biri en az bir istihbarat örgütüne çalışıyor, dolayısıyla da kimse kimseye güvenmiyor. Fransız mandasından kurtulduğundan, yani 1946'dan beri Suriye halkına zulmeden azınlık güç 
Nusayrileri düşman olarak gören kızgın halk kitleleri bulunuyor. Yüzde 12'lik nüfusa sahip zengin Nusayriler ancak keskin sınırlarla çizilen, BM Barış Gücü’nün koruduğu veya oluşturduğu tampon bölge sayesinde özgür Nusayristan’da güvenlik içerisinde olabilir. 

Başka bir deyimle Batıdaki Esad müttefikleri, Nusayrileri gözden çıkarmayacak tır. Diğer yandan Rusya ve Çin buna zaten izin vermeyeceği açıktır. 

AK Parti, global Ergenekon’un Türkiye’deki ordu içerisindeki uzantısı olan Türk subaylarıyla ortaklaşa hazırladığı Suriye’yi üçe bölme, ardından Silivri’yi boşaltıp, kendilerini küçük düşürenlerden intikam alma planına dur diyemezse, ilk önce Türkiye’de Kürt ve Türk iç savaşı başlatılacak. 2 yıldır hazırlanan ‘Serhildan’ planı ile Türk ordusuna zorla Diyarbakır’da ikinci bir Dersim katliamı yaptırılacak ve militan Kürtlere bölgeye BM Gözetimi yani 
Barış Gücü adı altında bir güç getirilmesi için uluslararası çağrı yapması doğrultusunda gerekli malzeme verilecektir. Bu bağlamda Suriye’de yaşanan NATO baharının bir sonraki durağının Türkiye olacağı söylenebilir. 

YEŞİLİN SAĞ KOLUYLA GÖRÜŞME 

Suriye’de durum bu kadar karışıkken yapmış olduğum çok öenmli bri görüşmeden bahsetmenin yerinin geldiğini düşünüyorum. Suriye'de durum gerçekten de çok ciddiydi. 30 Mayıs 2012’de Yeşil kodlu Mahmut Yıldırım'ın sağ kolundan mesaj aldım. Kendisi ile 13 yıl önce röportaj yaptığım için beni tanıyordu. Suriyeli muhaliflerin Beka vadisinde Özel Harp, MOSSAD ve CIA işbirliğiyle eğitildiklerini söylemekle kalmadı, görevlerinin ve planın asıl 
amacının Ergenekoncuları Silivri'den çıkartmak, Türk ordusunu Suriye ile savaşa sokmak için provokasyonlar yapmak ve Fethullah Gülen başta olmak üzere cemaatin beyin takımı yöneticilerine suikastlar düzenlemek olduğunu bildirdi. Yeşilin yardımcısı daha sonra şaşırtıcı bir teklifte bulundu. Kendisinin telefon numarasını vererek polise dinletmemi, ve detayları ortam dinlemesi ile öğrenmemi talep etti. Bende öyle yaptım. The cemaatın liderine ve ülke hadimlerine yönelik yapılacak suikastın ABD topraklarında olacağını ve operasyonu İsrail'in Özel İnfaz Komandaları Birimi Simbet ve İran'ın Özel Suikast Birimi Laşgavar 23 Takavar'ın ortaklaşa yapacağını ve gerekli önlemleri almamızı istedi. Ülkelerine mecburen içine düştükleri çirkin daireden dolayı ihanet ettiklerini ve global derin güçlerle ve yerli işbirli-
kçileriyle AK parti liderinin anlaşma yapması nedeniyle ülkemizi içinde bulunduğu tehditten sadece tek temiz kalan vatansever güç merkezi cemaatın kurtarabileceğini, bu nedenle başını derde sokma riskini göze alarak bana bilgi uçurduğunu ve uçuracağını kaydetti. Burada şunu söylemekte fayda var: yukarıdaki bilgilerde olabileceği gibi bazı bilgiler hedef saptırma, manipüle etme için verilebilir ama bu gelen bilgilerin değerli olduğu gerçeğini değiştirmez. 

Türk medyası Suriye’nın üçe bölündüğünü Lazkiye Merkezli Şii Nusayristan ve Batı Kürdistan ile Türkiye güdümlü Halep merkezli Sünni bir devlet daha kurdurulduğunu 25 Temmuz 2013 de fark etti. Halbuki burada yer verdiğim bilgilerin bir kısmı 12 Nisan 2012'de kişisel web sayfam da yayınlanmıştı. Kamuoyundan ustalıkla kaçırılan John Mccain planı yani Neoconların projesinin gerçek olduğu geç de olsa anlaşılıyordu. Başka bir deyimle saklanan global proje ortaya çıkıyordu. Şam yönetimin 2011 ve 2012’de öldürdüğü 20 bin mazlumla ısrarla yürüttüğü etnik katliamların amacı, Sünni nüfusun bu bölgeyi terk etmesini sağlamaktı ve bu başarıldı. 

Gaye Suriye'yi değil Türkiye'yi bölmek: Ya Zayıf Türkiye ya da Anadolu Türkiye Federasyonuydu. Üçlü istihbarat şebekesinin Suriye projesini hayata geçiren Neoconları temsil eden MOSSAD ekibi, Türk Özel Harp ekibiyle birlikte aylardır Lübnan'da Beka Vadisi'nde Suriyeli muhaliflere iç savaş eğitimi veriyordu. Bu istihbaratı bana veren Beka vadisinde Suriyeli muhalifleri MOSSAD adına askeri Eğitimden geçiren bir Özel Harp Subayımız. Ülkemize ihanet içinde olduklarını fark etmiş ve bunu yazdıracak Türk medyasında cesur bir kalem bulamadığı için bu tehlikeli makaleyi yazma görevi bana düşmüştü. 

Aslında o sırada doğu bölgelerinde gelişen olaylar da anlatılanları teyid eder mahiyetteydi. İlk once Dağlıca olayı oldu, sonra Suriye'de düşürülen Türk keşif uçağı, sonra Şam'da yok edilen Suriye devletinin önemli istihbarat, asker ve bürokratlar. Bu olayların arkası gelecektir. Bunları planlayan ve organiz eden ekip Beka vadisinde, Lübnan'da konuşlanmış durumda. Ekibi Türk özel Harpçiler, Yeşiller yönetiyor. Bana da zaten mesajı gönderen Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın sağ kolu. 13 sene önce onunla yaptığım ve yayınlayamadığım röportaja rağmen, bir umut bana bu bilgiyi hayatı pahasına sızdırdı. Belki de Yeşil'de orada. Zaten son 13 yıldır askeri üniformayla askeri ateşe kisvesinde değişik ülkelerde dolaştırılıyor, Elbette Yeşil'i kimse yakalamak için aramıyor. Diğer yandan bu kitabın okuru 
için artık şaşırtıcı olmayacak bir biçimde, PKK’nın Fehman Hüseyin yönetimdeki Suriye kolu, Kandil’i Suriye ile Türkiye sınırında Afrin’e taşımayı tamamlar tamamlamaz ilk ses getiren terör eylemini Dağlıca'da Beka'daki Ergenekoncu Türk Özel Harp uzmanları kontrolünde ve bilgisinde yaptı. 

GLOBAL PLAN 

Bu sırada ‘Global Ergenekon’un yerli işbirlikçilere uygulatacağı planı deşifre etmek gerekir. Bu ittifak, Beka’da hazırlanan Suriyeli muhaliflerin ve PKK’lıların Suriye ordusu kıyafetiyle başta Hatay, Adana ve Mersin olmak üzere Türk askerlerini, polisini ve sivil vatandaşları öldürmesini sağlayarak büyük provokasyonlara imza atacak. Olayların faturası PKK’ya kucak açan Şam yönetimine kesilecek. Rejim PKK karşıtı tüm Kürt liderleri yabancı istihbaratların tetikçilerine ve yerli ajanlarına Suriye’de öldürttü. İsrail’in Simbet ve İran’ın Lashgare 23 Takavar özel saldırı infaz timleri birlikte çalışıyor. İnfaz listeleri kabarık, Türkiye’de de yeni gazeteci, aydın, politikacı suikastları yapacaklar. 
Dertleri Suriye’de Esed rejimini devirip, akan müslüman kanını durdurmak değil, gayeleri ülkemizde müslüman kanı akıtmak ve 10 yıllık kazanımların kaybedilmesini sağlamak. Ayrıca İsrail’in kaybettiği konumu tekrar istediği de biliniyor. 

Aslında, AK Parti’nin “Yerli ve Global Derin Devlet” ile anlaşma yapması derin devleti tasfiye sürecinin sonlandırılacağı anlamına geliyordu. 250. Madde krizi çıkartarak özel yetkili savcıların yetkilerini budamak isteyen AK Parti’nin asıl amacı yakın vadede bu değil. Savcı ve hakimlerin tepki göstererek tayinlerini istemesi bunu gösteriyor. HSYK’nın 2012 Yılı Adli 
ve İdari Yargı Kararnamesi ile 2 bin 335 hakim ve savcının yerini değiştirmesi yanlış yorumlandı medyada. Star yazarı, AK Milletvekili Şamil Tayyar’a bakılacak olursa, “yargı AK Parti’ye darbe yapıyor.” İşin aslında ise, yargı AK Parti’ye derin devletle anlaştığı ve yargıya müdahale etmek istediği için rest çekiyordu. Yeni hakim ve savcıların atanmasıyla 
Ergenekon, Balyoz, KCK, Şike gibi davalar zarar görecek ve yeni gelenlerin en az altı ay süresince davalara vakıf olması gerekecekti. 

Bu gelişmelerin ardından hayata geçirilecek ikinci aşama ise çok daha korkunç sonuçlar doğurabilecek nitelikteydi. 

Lübnan’da Beka’da aylardır askeri eğitim gören provakasyon ekibine beş koldan inanılmaz provokasyonlar yaptırılacak ve Türk medyasında buna parallel olarak savaş tamtamları çalacak. Sonunda toplum Türk milliyetçilerinin isyanıyla patlayacak, Genelkurmay ve Başbakanlık anlaşarak, vatandaşını koruma hakkını kullanıp, Şam’a hak ettiği dersi vermek için Suriye’ye girecekti. Uluslararası camiada da buna kimse karşı çıkmayacak, hatta alkışlanacaktı. Fakat işler istenildiği gibi gitmeyecekti. 

Savaş, Ankara’nın tahmin ettiğinden uzun sürecek, kayıplar artacaktı. Genelkurmay, ülkede olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan edecekti. Bu durumda askeri bir darbenin kapılarını sonuna kadar açacaktı. Hükümet başkanı ve cumhurbaşkanı ordunun sembolik olarak başı olsa da tüm güç merkezleri ve kaynakları yönetim askeri bürokrasinin eline geçecekti. Bu da Silivri’deki yargılanan askerlerin intikamının alınacağı anlamına geliyordu. 

2012’nin Haziran ayında internete düşen 4 ses kaydının sahiplerinin ve bunların hitap ettiği astlarının, içinde bulundukları psikolojik durumun normal olmadığı ortadaydı. Diğer yandan bu kişiler mahkeme sürecinde illegal işler yaptıklarını itiraf etmişlerdi Polisin topladığı milyonlarca belge ne olacak peki? Yargı mensupları kaarlarını bu belgelere göre vermişlerdi, 
yani ortada subjektif bir yargılama süreci yoktu. 

BÜYÜK OYUN NEDİR? 

AK Parti, 250. Madde’yi bu dönem çıkartarak, özel yetkili savcıların yetki alanını kaldırdı ve global büyük oyunda Batılı dostlarına beni oyundışı bırakmayın mesajı gönderdi. Nur cemaatinin size oyun oynuyorlar, amaçları sizi de bizide budamak, kesmektir uyarılarına, ikazlarına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aldırmadı. Peki bunun sebebi nedir? 

Sebep, izinsiz dinlemelerle kayıt altına alınan hem Ergenekoncu hemde AK Partililere ait ses kasetlerinin yayınlanmasını durdurmak, engellemek. AKP Basına sansür yasası çıkartarak bunu yapabileceğini sanmıştı. Böylelikle bugünkü hükümet ülkenin geleceği için önemli konuları ihmal etmiş, kontrol edemediği her durum ve alan için kanun çıkarmaya başlamış sadece kendini düşünmekten çekinmemişti. Bu sebeple eğer AK Parti, bir suçu deşifre eden, suçüstü yapan bir gazeteciyi hapse atmak istiyorsa, bunu kendi suçlarının ortaya çıkmasından korktuğu için yapıyor demektir. 

Dolayısıyla üç aşamalı darbe planına AK Parti dur diyemezse, Türkiye'de Kürt ve Türk iç savaşı başlayacak, Diyarbakır'da başlatılması 2 yıldır planlanan ' Serhildan ' ile Türk ordusuna zorla Diyarbakır'da ikinci bir Dersim katliamı yaptırılacak ve militan Kürtlere bölgeye BM Gözetimi yani sözde Barış Gücü getirilmesi için uluslararası çağrı yapması doğrultusunda gerekli malzeme verilecektir. 

BASKIN BASANIN OLDU PKK MUHALİFİ KÜRTLER TEMİZLENDİ 

Buraya kadar anlatılanlardan da ortaya çıktığı gibi Kürt sorununu çözemeyen bir Türkiye’nin bölgesel lider olması mümkün gözükmemektedir. Almanya da zaten bu karta oynuyor. Dünya, terör örgütü PKK’nın Suriye’nin Kürt bölgesine yerleştiğini, ocak ayında meydana gelen ‘Bedro’ ve ‘Temo’ saldırısıyla öğrendi. Baas rejiminin desteğiyle bölgeye gönderilen bir grup PKK’lı, muhaliflere verdiği destekle bilinen Kamışlı’daki ‘ Bedro aşiretinin lideri Abdullah Bedro’nun evine baskın düzenledi. 

Bedro’nun ağır yaralandığı, 3 oğlunun ise hayatını kaybettiği saldırıdan sonra terör örgütünün muhalif Kürtlere yönelik baskısı devam etti. Örgüt daha sonra Geleceğin Hareketi Partisi lideri Meşal Fazıl Temo’yu, onun yerine geçen yeğenini ve birçok muhalif siyasetçiyi daha bu süreçte öldürdü. Aylarca yoğun bakımda kalan Abdullah Bedro’nun sağlık durumu 
ise Ağustos 2012’de düzeldi. Suriye’de yaşanan gelişmeleri değerlendiren Bedro’ya göre Kürt bölgesinin PKK’nın uzantısı Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eline geçmesi rejimin uyguladığı zulmün devam edeceği anlamına geliyordu. Bedro, PKK’nın bu bölgeye Suriye yönetiminin desteğiyle yerleştiğini ve istihbaratla birlikte çalıştığını Zaman gazetesinin Diyarbakır 
muhabiri İsmail Avcı’ya 26 Temmuz 2012’de hasta yatağında anlattı. Ayrıca, örgütün hiçbir coğrafyada Kürtlerin yeni haklar elde etmesini istemediğini belirtti. Suriye’de 17 Kürt partisi olmasına rağmen hiçbirinin şiddeti bir yöntem olarak kullanmadığını vurgulayan Abdullah Bedro, “Planlı bir şekilde buraya gelen birileri, ellerine silah alıp buranın sahibi olduğunu iddia etti. Güvendikleri rejim olmasaydı böyle yapamazlardı.” dedi. 

Suriye Kürtlerinin ülkenin bütünlüğü içinde bir çözümden yana olduklarını ve bu amaçla bir araya gelerek konsey kurduklarını anlatan Abdullah Bedro, bu konsey bünyesinde bulunan PYD’nin sanki bütün oluşumun başkanıymış gibi hareket ettiğini söylüyor: “İki ay öncesine kadar Kürt muhalifleri öldüren, El-Muhaberat’la çalışan ve Baas’ı destekleyen bir yapı (PYD) 
nasıl oldu da hemen değişti? Bugün özerklik diyen PYD yarın Baas buraya tekrar gelirse alın size, sizin için buradayız diyecekler. Çünkü PYD şu ana kadar Suriye rejimine karşı bir söz bile söylemiş değil.” 

Bu gelişmeler yaşanırken Suriye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu ‘Serxet ya da Binxet’ olarak bilinen bölgede ilginç gelişmeler yaşanıyordu. Suriye ordusu Kürtlerin yaşadığı Kobani bölgesini terk etti. Suriye’deki bütün Kürt parti ve grupları kapsayan Suriye Kürt Ulusal Konseyi, herhangi bir otonom ya da federal ilan etmekten ısrarla kaçındı. Ancak PKK’nın Suriye’deki yapılanması PYD, konseyin aksine, Esed ordusunun çekildiği bölgeye bayraklarını asarak ‘özerklik’ ilan ettiğini duyurdu. Türkiye ve Kuzey Irak Yönetimi ile iyi ilişkileri bulunan Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin bu geçici ve gerekli hareketi böylece terör örgütü PKK tarafından ısrarla ‘provoke’ edilmeye çalışılıyor. PKK’ya yakın internet siteleri de Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin bu geçici kararını görmezden gelerek terör örgütü PKK’nın bölgede özerklik ilan ettiğini duyuruyordu. 

Suriye Kürt Birlik Partisi Politbüro üyesi Fuad Eliko ise yaptığı açıklamada, rejim güçlerinin şu ana kadar sadece Kobani’nin bazı bölgelerinden çekildiğini söyledi. Eliko, Suriye Kürtlerin bu şehir dışında hiçbir şehri kontrol altında tutmadıklarını ileri sürdü. Eliko, “Şu ana kadar hiçbir şehir kurtarılmadı. Kobani’de asker çekilmiş yönetimi Kürtlerin eline geçmiştir. 
Ancak Afrin ve diğer şehirlerde Esed güçleri kısmen bulunuyor. Kürt şehirlerinin kurtarıldığını PKK dışında kimse söylemiyor. Önceki gün Kamışlı’da ise PKK güçleri evlere baskın düzenledi, araçları yaktı.” dedi. 

Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, muhalefetin mücadelesi karşısında Baas rejiminin sıkıştığını ve aralarında Kürtlerin yaşadığı bölgelerin de bulunduğu bazı yerleri terk ettiğini söylüyor. PKK-PYD’nin provokasyon yaptığını kaydeden Güçlü, örgütün kendi sembollerini ve bayraklarını asarak, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi varmış gibi gösterilmesini ‘tehlikeli’ 
buluyor. Suriye Kürtlerinin siyasal yol dışında hiçbir yola başvurmadığını aktarıyor. Kamuoyunda dile getirilen spekülasyonlara dikkat çekerek şunları söylüyor: 

“Bunu PYD oluşturur. PYD Silahlı bir güçle bunu kuramaz. Aklı başında olan Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi bu tutum içinde yani otonomi ve federalizmi zorla kurabilecek durumda değil, uzlaşma ile olabileceğini söylüyor. Bunun için de rejimin değişmesini destekliyor.” 

Kürt yazar Süleyman Akkoyun ise medyanın olayları çarpıtarak, kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini anlatıyor. Akkoyun, “PYD ile rejim arasında yapılan anlaşma gereği, PYD Kürtlerin Esed karşıtı mücadelede yer almasına engel olacak ve Kürtlerin ulusal sorununu da tekeline alarak ulusal talepleri bastıracak. Bu amaçla yakın zamanda Batı Kürdistan’da PYD hem muhalif Kürtlere saldırmaya başladı hem de her türlü serbestîye sahip oldu. Bütün gücünü iç çatışmalarda kullanan Esed Rejimi, Kürdistan’da olası hareketleri engellemek için PYD’yi yetkili kıldı, bekçi yaptı.” diyor. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cebar Yawer ise Suriye’ye Peşmerge gönderildiği iddialarını yalanladı. 

Bu sırada tüm bu yorumları doğrulayan bir bilgi doğrulandı. Bedro’nun ağır yaralandığı, 3 oğlunun ise hayatını kaybettiği saldırının altından PKK çıktı. Eylemi önce üstlenmeyen örgüt, saldırı sırasında PKK’nın üst düzey yönetici si ‘Xebat Derik’ kod adlı Mahmut Muhammed’in öldüğü anlaşılınca geri adım attı. Esed yönetimiyle hareket ettiğinin ortaya çıkmasından endişe eden PKK, ilk başta saldırının Türkiye’nin kontrgerilla birlikleri tarafından 
gerçekleştirildiğini ileri sürdü. Ardından eylemi Suriye ordusunun düzenlediği iddia edildi. 

Ancak çok geçmeden Esed rejimine destek için bölgeye intikal eden Xebat Derik’in, saldırıyı düzenlediği anlaşıldı. Baskında Abdullah Bedro ile oğlu Ahmet Abdullah yaralandı. Yaralılar Kamışlı Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastaneyi basan PKK’lılar, Ahmet Abdullah’ı öldürdü. Kardeşlerinin cenazesini almaya giden Nidal ve Ammar da, PKK’lılar tarafından 
hastane bahçesinde kurşun yağmuruna tutuldu. 3 oğlunu kaybeden Abdullah Bedro yoğun bakımda tedavi görüyor. 

Bedro ailesi ile PKK’nın ilişkisi 1980'li yıllara dayanıyor. 12 Eylül darbesinden hemen önce Suriye’ye geçen Abdullah Öcalan, bir süre sonra Şam’a yerleşir. Bedro ailesi, Şam’daki evlerini kullanması için Öcalan’a tahsis eder. Öcalan, bu evi bir süre sonra Suriye’nin siyasi istihbarat ve siyasi polis şubesi başkanı General Adnan Bedir Hasan’a hediye eder. Abdullah Bedro, tapusu kendisinde olan evi geri ister. Ama PKK, evden vazgeçmesi için Bedro’ya baskı yapar. 1986 yılında Abdullah Bedro’nun kızı Kurdê, PKK’ya katılır ve Öcalan’ın evinde bir süre kalır. Tacize uğradığı ileri sürülen Bedro’nun kızı, örgütten kaçarak olayı ailesine anlatır. Bundan sonra aile ile PKK’nın ilişkileri bozulur. Abdullah Bedro, PKK’dan ayrılan Vejin (diriliş) grubunun lideri Mehmet Şener ve arkadaşlarına kucak açar. Şener, Öcalan tarafından ‘hain’ ilan edilir ve öldürülür. 

PKK’nın Beşşar Esed yönetimine destek amacıyla Suriye’ye dönmesi üzerine Bedro ailesi yeniden örgütün hedefi durumuna geldi. Kamışlı kentinde Baas yönetimine muhalefetiyle bilinen bölgenin en büyük aşiret liderlerinden Abdullah Bedro’nun evine baskın yapıldı. Terör örgütü, saldırıyı haklı göstermek için ailenin ‘kontra’ olduğunu yayarak, saldırıda öldürülen 
PKK yöneticisi Xebat Derik kod adlı Mahmut Muhammed’i kahraman ilan etti. Ancak internet üzerinden açıklama yapan Suriyeli Kürtler, bu iddianın gerçeği yansıtmadığını belirtti. 
Nasname.com adlı sitede olayla ilgili detaylı bilgiler yayınlandı. Toplumsal muhalefetin gücünü kırmak için Kürtleri etkisizleştirmek isteyen Suriye lideri Esed’in bu amaçla PKK’yı kullandığını belirten site, Öcalan’ın destek talimatından hemen sonra PKK’nın birçok militanını Kandil’den Suriye’ye kaydırdığını belirtti. 

Sitede yayınlanan haberde şu bilgilere yer verildi: “Suriye devleti, PKK’nin yedek gücü olan PYD’ye sınırsız olanaklar sağlayarak Kürtler üzerinde mutlak bir denetim sağlamaya çalıştı. 

Bu amaçla PYD’nin ömür boyu hapse mahkûm olan ceza evindeki liderini (Salih Müslüm) ani bir kararla salıvererek serbestçe faaliyet göstermesinin tüm koşullarını oluşturdu. Meşal Temo’nun katledilmesi de bu şer ittifakın karanlık bir eylemiydi. PKK, tereddüt etmeden kanlı Baas rejiminin ömrünü uzatmaya çalışıyor. Birçok Kürt’ü hala vatandaş bile görmeyen ve bu amaçla kimlik dahi vermeyen Suriye gibi bir devletin, PKK’ya katılanları askerlikten muaf tutacak kadar koruması, tek başına PKK’nın misyonunu açıklamaya yetiyor.” 

Netice itibarıyla PKK’nın Suriye’de oluşan durumdan kendisine avantajlı bir konum elde etmeye çalışıyor bu kesin. Amacı Ortadoğu bölgesindeki tüm Kürtlerin Lideri konumunu elde edebilmek. 

Bunun içinde global Ergenekon’un yanı sıra bu Ergenekon’a bağlı Türk Ergenekon’uyla, Esad Rejimiyle, Alman Derin Devletiyle işbirliği yapmaktan çekinmiyor. 



 ***