Mehmet Şener etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmet Şener etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2018 Çarşamba

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI BÖLÜM 9

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI BÖLÜM 9


PKK/VEJİN Muhalif Grubunun Meydana Çıkışı 

Kuveyt işgaline ait gelişmelerin yaşandığı ve örgütün yeni durum karşısında açılımlar yapmaya çalıştığı bu zamanda, PKK içerisinde yeni bir muhalif grup ortaya çıkmıştır. PKK içerisindeki muhalif hareketlerin ortak noktası, daima küçük grupların kopmasıyla meydana gelmiş olmasıdır. 

Örgüt içerisinde yaşanan hizipleşme birçok kez daha büyümeden bastırılmış ve büyümesi engellenmiştir. Fakat bu defaki kopuş ise örgütte kaygıyla karşılanmıştır. Ahmet Kod Mehmet Cahit Şener’in liderliğini yaptığı grup örgüt içerisinde saygınlığı olan kişilerden oluşmaktadır. 

Cahit Şener’in örgütten kopuş süreci aslında Öcalan ile arasındaki mücadele anlayışının farklılığından kaynaklanmaktadır. Öcalan, Cahit Şener’le ilgili olarak; ”… Şener batı müziği dinleyerek dans ediyor, bu biçimde militan ların ahlakını bozuyor, zihinsel lümpenizmi geliştiriyor. Bu özel savaşın en son taktiğidir…” şeklinde beyanlarda bulunarak, aslında bilinçaltında ki kıskançlık duygularını ideolojik savaşa dönüştürmüş, neticesinde de bu kişisel çatışmalar ve metot sorunu kopuş sürecini ortaya çıkarmıştır162. Cahit Şener Öcalan’ı derin güçlerin adamı olmakla suçlamış ve onun bu oyununa uymayanların zaman içerisinde bertaraf edildiğini belirtmiştir. 

1991 yılında PKK içerisinden kopan bu muhalif hareket PKK/VEJİN olarak adlandırılmıştır. Şener, Öcalan’ın konumunu, O’nun Merkez Komitenin haberi olmadan pazarlıklar yapmasını, örgütün gelirinin denetlenmesine müsaade etmemesini ve PKK-ABD-Suriye ilişkilerini eleştirdiğinden, örgüt tarafından hain ilan edilmiştir. 

PKK/Vejin grubu ABD’nin Irak’a müdahalesinin Irak içerisinden bir Kürt devletinin çıkması için önemli olduğunu, bu dönemde KDP ve KYB’ye desek verilerek, bağımsızlık çalışmalarına ortak olunmasını, sınıra göç eden halkın iyi organize edilerek Irak rejimine karşı ayaklanma başlatılmasını, PKK’nın Saddam rejimini desteklemekle Kürt devleti oluşumuna ihanet ettiğini ifade etmiştir. Vejincilerin bu açıklamaları yaptığı sırada PKK’lılar ise Barzani’ye ait KDP güçleri yönelik saldırılara geçerek, onların güçlerini kırmaya başlamışlardır. 

Mehmet Şener, PKK ve onun lideri Öcalan’ın pratiğini açıkça eleştirmesi nedeniyle hemen gözaltına alınmıştır. Örgüt tarafından hakkında hemen İnfaz kararı verilen Şener, tutuklu kaldığı mağarada kendine yakın 
isimlerden Faik Kod Abdurrahman Kayıkçı ve Sarı Baran Kod Cihangir Hazır’ın yardımı ile kaçarak, kurtulmayı başarmıştır. 

Vejinciler, KDP-B’nin desteği ile Duhok bölgesinde iki ayrı kamp oluşturul muş ve PŞ-KAWA örgütü ile de ittifak yapılarak ortak mücadele kararı almıştır. Ayrıca VEJİN’ciler İstanbul, Ankara, İzmir, Batman illerinde de örgütlenmeye giderek oluşumlarını tamamlamaya çalışmışlardır. Avrupa örgütlenmesine ise Cahit Şener’in kardeşi ilhan Şener getirilmiş ve örgüt İsveç’i üs olarak kullanmaya başlamıştır. 

Öcalan ortaya çıkan yeni durum karşısında hemen Suriye istihbaratı ile ilişkiye girerek, Kasım 1991 tarihinde Avrupa’ya kaçma hazırlığı içerisinde olan M. Cahit Şener’i Suriye’nin Kamışlı ilinde yakalattırarak öldürtmüştür. 
Şener’in ölümünden sonra VEJİN hareketinin başına Sarı Baran Kod Cihangir Hazır geçmiştir. 

Fakat diğer muhalif hareketlerin akıbeti gibi VEJİN hareketi de örgüt içi bölünmeyi sağlayamamış, oluşumunun akabinde Türkiye sorumlusu Faik Kod Abdurrahman Kayıkçı’nın yakalanması ile yurt içi örgütlenmesi 
çözülmüştür. PKK-VEJİN gerekli atılımı sağlayamamış ve zamanla marjinal bir konumda erimiştir. 

Bu dönemde infaz edilen bir diğer isimde Ali Rıza Kod adlı Mehmet Çimen’dir. Çimen on bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliyesinin ardından kaldığı yerden tekrar örgüt faaliyetlere devam eder. Akabinde de 1992'nin 
ortalarında Avrupa örgütünün koordinatör yardımcılığına getirilir. 

Cezaevinden çıktıktan sonra PKK’nın tamamen despotik bir yapıya büründüğünü ve örgüt içi demokrasinin kalmadığını görerek, bu sorunun çözümü için çaba sarf etmek ister. Bu çabalarını kendi sonunu da hazırlar. PKK Avrupa yönetimince tutuklanır ve uygulamaya alındığı 1993 yılında Hollanda’da bir evde öldürülür. Cesedi banyo küvetine yerleştirilir ve üzerine asit dökülerek tüm cesedi ortadan kaldırılır 163. 

Dönem İçerisinde PKK-Rusya İlişkileri 

PKK ve Ruslar arasındaki işbirliği örgütün sosyalist stratejisi nedeniyle S.S.C.B. dönemine kadar uzanmaktadır. Sovyet hükümeti her dönem örgütün ülkesindeki faaliyetlerine izin vererek, topraklarında önemli 
bir güç haline gelmesine neden olmuştur. Avrupa’dan kırsala çıkan kişiler Moskova üzerinden Ermenistan’a oradan da İran üzerinden Kandil’e gitmişlerdir. Ogün için PKK’nın kırsal faaliyet alanına en güvenli geçiş 
güzergâhı bu hat olmuştur. 

S.S.C.B. döneminde başlayan ilişkiler Rusya’nın kurulmasından sonrada devam etmiş ve Bağımsız Devletler Topluluğunun hüküm sürdüğü ülkelerde aynı hızla yürütülmüştür. Bu kapsamda Temmuz 1993 tarihinde Rus resmi yetkilileri ve PKK temsilcileri arasında yapılan anlaşmadan sonra, Rusya, PKK’ya doğrudan destek vermeye başlamış ve Rusça Kürdistan Report Dergisi legal olarak yayınlanmaya başlamıştır. Toplantıdan bir yıl sonra 20 Şubat 1994 tarihinde PKK’nın Rusya sorumlularının yanı sıra, Rusya Ulusal ve Bölgesel Politika Sorunları Bakan Yardımcısı da katıldığı üç gün süreli bir konferans gerçekleştirilmiş ve sonuç bildirgesinde, Rus Devletinin PKK’yı uluslararası düzeyde tanıması için çağrı yapılmıştır. 

Bu konferansın akabinde 28 Ekim 1994 tarihinde yapılan “BDT Kürleri Kurultayına” PKK temsilcileri resmi olarak davet edilirken, Türk gazetecilerin konferansı seyretmesine dahi izin verilmemiştir. Bu toplantı paralelinde 
24-25 Kasım 1994 tarihinde Moskova’da yapılan ikici bir toplantıda ise, Öcalan’ın “Kürt sorunun sonlandırılması için AGİK’in müdahale etmesi” çağrısına destek verildiği belirtilmiş ve Rusya’nın bu süreçte arabulucu olabileceğini belirtmiştir. 

Rusya’nın bu zamanda Kürt kartına sarılmasında ana etkenlerden en önemlisi, S.S.C.B’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan Türki cumhuriyetler ve Rusya’da yaşayan milyonlarca Türk’ün varlığıdır. Rus devleti, Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkaslardaki etkinliğini kırmak için ülkesinde yaşayan Kürtleri ve PKK’yı kullanmaya çalışmıştır. 

Bu dönem içerisinde gündemde olan diğer bir konuda Kafkas petrollerinin Avrupa aktarımı için petrol boru hatlarının geçeceği güzergâhın belirlenmesi meselesidir. Ruslar bu petrolün kendi ülkelerinden geçerek Avrupa’ya gitmesini isterken, Türkiye ise Anadolu üzerinden Balkanlara ve oradan Avrupa’ya aktarılmasında ısrar etmektedir. Tamda bu tartışmaların yaşandığı zamanda Öcalan Alman ARD televizyonuna verdiği bir demeçte, “Kafkas petrollerinin Güneydoğudan geçmesi konusunda ilgili tarafların PKK’yı da hesaba katmasının gerektiğini ve bu planı işlevsiz kılabileceğini” belirtmiş ve Rusya’nın isteği doğrultusunda hareket edeceğini ima etmiştir. 

Kafkas petrollerinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınma konusunun konuşulduğu bu günlerde, PKK’nın Karedeniz Bölgesine grup gönderdiği ve eylem hazırlığı içinde olduğu tespit edilmiştir. Bu zamandan sonra Gümüşhane, Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Ardahan bölgelerine küçük gruplar gönderilmiştir. Örgüt Ruslardan ve onların yandaşı İranlılardan aldığı talimat gereğince, petrol boru hattının yapılması planlanan 
güzergahın çevresindeki tüm alanlarda eylemlere girmiş ve güzergahın güvensiz olduğu tezinin işlenmesini sağlamıştır. 

Rusya yıllarca PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanmasına karşın, 1999 yılında kendisine sığınan Öcalan’ı ülkesinden apar topar kovmuştur. Bu gerçekler; Kürtlerin Ruslar ya da diğer Avrupalı devletler tarafından umursanmadığı, Güneydoğu sorunu adı verilen konunun istismar edilerek, ülkeleri lehine kazanç sağlanmaya çalıştıkları görülmüştür. Bu devletler için Kürtler sadece uluslararası stratejide koz olarak kullanmak için değerlidir. 

PKK’nın Türk Turizmine Yönelik saldırıları 

1990’lı yılların başlarından itibaren örgütün farklı bir eylem tarzı olarak turizm faaliyetlerine yöneldiği, bu amaçla da Avrupalı turistlerin Türkiye’ye gelmemesi için propaganda yapıldığına şahit olmaktayız. Avrupa’daki seyahat acentelerine örgüt militanları tarafından bire bir yada mektup aracılığıyla bilgilendirmeler yapılarak, Türkiye’deki sözde savaşın finansmanını yapmamaları ve müşterilerini diğer ülkelere yönlendirmeleri 
istenmiş, aksi halde ise Türkiye’ye gidecek turistlere eylem yapılacağını, sorumluluğun ise, firmalara ve kişilere ait olacağı ifade edilmiştir. 

Bu konudaki iddialara göre PKK’yı turizme yönelik eylem yapmaya zorlayan ülke Yunanistan’dır. Yunanlılar Akdeniz turizminde Türkiye ile yarış halinde olduklarından, örgütün özellikle Ege ve Akdeniz sahillerinde yabancı turistlere eylem yapmasını istemiştir. Bu eylemler karşılığında ise örgüte finans ve barınma desteği verilecektir. 

Diğer bir iddia ise bu eylemlerin Yunanlılar ile sınırlı olmadığı, Alman ve Fransızlarında konu ile ilgili olarak ittifaka dahil olduğu, bu ülkelerin ülkelerindeki Türk nüfus nedeniyle güçlü bir Türkiye yerine kendilerine 
bağlı geri bir Türkiye istedikleridir. 

Özellikle Almanya ve Fransa merkezli devam eden örgüt faaliyetleri kapsamında Almanya’daki Türk temsilciliklerine, iş yerlerine, evlerine ve Türklere ait turizm acentelerine saldırılar başlamıştır. Bu saldırıların 

bahse konu ülkelerin kamuoyunda olumsuz etkiler meydana getirmiştir. Alman halkı ucuz ve kaliteli hizmet sunması, ülkelerine yakın olması, Alman halkı ile Türk halkı arasında alışık olmaktan kaynaklı meydana gelen 
bir yakınlaşma ve bir bölümünün de Türkiye’de mülk edinmiş olmaları nedeniyle Türkiye’yi tercih ettikleri bilinmektedir. 

Türkiye’nin Kuzey Irak politikaları ile Alman politikalarının çatıştığı bu yıllarda PKK hemen devreye girmiştir. Öcalan’ın 25 Şubat 1996 tarihinde Med-tv yaptığı bir açıklamada “…Alman kamuoyuna diyorum ki, lütfen bu 
gibi haksızlıkları görün ve karşı tavır alın. Yoksa yarın 50 tane turist cenazesi Almanya’ya gelirse buna şaşmayacaksınız. Çünkü orada kocaman haksızlıklar var. Almanya’yı ciddi uyarıyorum…biz ekonomik hedefe yönelirken ne kadarı Alman, ne kadarı diğer ulustan ayırt etmeyeceğiz. Şu anda savaşı finanse eden kaynak turizmdir” ifadeleri, Alman kamuoyunda kullanılarak Turist gelişini konusunda Türkiye aleyhinde sonuçlar meydana gelmesi sağlanmıştır. 

Örgütün eylemleri neticesinde meydana gelen rezervasyon iptalleri dolayısıyla Turizm gelirlerinde önemli azalma olması nedeniyle Türk tarafından politik baskılar başlanmıştır. Neticesinde önce Fransa akabinde 
ise Kasım 1993 tarihinde Almanya Hükümeti, ülkesinde PKK faaliyetlerini yasaklayan kararlar almıştır. Yasakların genel olarak aşırılığa ulaşan şiddet faaliyetlerini kapsadığını, fakat örgütün siyasal faaliyetlerinde her hangi bir sınırlamaya gidilmediği görülmüştür. Almanlar PKK faaliyetlerini yasaklama ile Türkiye’ye jest yaptıklarını ima etseler de, akabinde terörle mücadele faaliyetlerinde kullanıldığı bahanesiyle Türkiye’ye karşı silah ambargosunu uygulamaya başlamıştır. 

KUM (Kürdistan Ulusal Meclisinin) Kurulması 

Terör örgütünün 26-31 Aralık 1990 tarihleri arasında gerçekleştirdiği IV. konferansında Ulusal Meclis oluşturulması yönünde karar alındığından, 1992 yılından itibaren bu çerçevede çalışmalara hız verilmiştir. KUM’un 
kurulmasıyla; yurt içinde ve yurt dışında faaliyet gösteren kurumsal çevreleri etkilemek, örgütün terörist imajını ortadan kaldırmak ve savaşan taraf statüsünü kazandırarak, FKÖ tarzında uluslararası bir nitelik kazanmak amaç edinilmiştir. 

Buna göre KUM, Filistin modelinde olduğu gibi sürgünde bir ulusal meclis olarak tertip edilecektir. Örgütün hedeflerine göre, öncelikli olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da federatif bir yapının alt temelleri oluşturulacak, akabinde Suriye, İran ve Irak’ta da benzer tarzda federe yapılar meydana getirilerek, zamanla bu federe yapıların birleşmesiyle Bağımsız Birleşik Kürdistan’a geçiş yapılacaktır. 

Öcalan’ın kurmayı hedeflediği devlet Kürdistan olarak isimlendirilse de devletin gerçek mahiyetinin Öcalanistan şeklinde planlandığı görülmektedir. Öcalan Ortadoğu’nun baskıcı rejimlerini de aşan tek lider etrafında 
şekillenen, anti demokratik bir yapı meydana getirmek istemektedir. 

Öcalan 1992’ki bir konuşmasında “…yeni yılda hedefimiz, halkımızın irade ve ulusal birliğinin ifadesi olan Ulusal Meclis kuruluşunu gerçekleştirmektir. Parti Önderliğinin çalışmaları tüm halkımıza örnek olmalıdır… ” diyerek 
hedeflerini ortaya koymuştur164. KUM kurulduktan sonra Avrupa bünyesinde seçimler yapmak dışında herhangi önemli bir netice elde edilmese de, KUM’un bazı Avrupalı Milletvekilleri ile temasları bu çatı altında gerçekleşmiştir. Fransa, Belçika, İsveç ve Danimarka basını KUM’un kuruluşunu kendi yayın organlarında işleyerek bu konuyu kamu oylarına duyurmaya çalışmışlardır. 

20-22 Kasım 1992 tarihinde KUM ile ilgili olarak seçim yapılan ülke ve şehirler şu şekildedir. 

Almanya: Freiburg, Mannheim, Bremen, Frankfurt, Hanburg, Münih, Stutgart, Bonn, Köln, Diesburg, Hagen, Hannover, Bielefeld, Berlin ve Kassel 
Fransa: Paris, Lyon, Montpellier, Marsilya 
Avusturya: Graz, Viyana ve Linz 
Hollanda: Den Hang, Roterdam ile 
Belçika, İngiltere, Danimarka, İsveç, İsviçre, Norveç ve Finlandiya’da tek Merkezde oy kullanma işlemleri yapılmıştır. 

Bu dönemde PKK’nın siyasal faaliyetlerinin artmasında ve KUM’un bürolarının açılmasında Alman devletinin verdiği destek gözden kaçmamıştır. 1992 yılında Mesut Yılmaz Almanya ile ilgili olarak “…Almanya özellikle Türkiye’nin bölgesel güç olmasını istemez, bunun için insan haklarını destekleyip Türkiye’yi oyuna getirmek istemektedir. Çekoslovakya ve Yugoslavya’yı da bölen Almanya’dır. Bu arada Kürt devleti kurdurmakta işlerine geliyor…”165 şeklinde ki beyanı devlet yetkililerinin o dönem Almanya’nın teröre verdiği desteği bildiklerini göstermektedir. 

KUM’un oluşturulmasının akabinde, Bonn konferansında ki kararlar doğrultusunda PKK ve PSK arasında “İşbirliği Protokolü” adlı altında bir anlaşma imzalanmış ve sonradan PDK-BAKUR’da olmak üzere, diğer 
bazı etnik Kürtçü örgütlenmelerde bu işbirliğine davet edilmiştir. 

Örgüt Avrupa’da gerçekleştirdiği ittifaklar sonrasında kendini faaliyet yürütme ve eylem yapmada daha yetkin görmeye başlamıştır. Bu çerçevede 21 Mart (nevruz) başlayan eylemler 4 Eylülde Frankfurt’ta ki festivale 
kadar devam etmiştir. 1993 yılında Serxwebun dergisinde çıkan habere göre “…1993 yılının ilk aylarında Brüksel’deki kitlesel açlık grevi ile başlayan ve yaklaşık üç ay süren nevruz kutlamaları ile devam eden Avrupa’daki kitlesel eylemlilik, 29 Mayısta Bonn ‘da yapılan büyük ulusal birlik ve özgürlük yürüyüşü ile yeni ve gerçek bir zirveye ulaştı… “ denmiştir 166. 


Örgütün bu süreçte faaliyetleri siyasal olmanın yanında askeri yönde de artmış ve ihtiyaçların karşılanması amacıyla gereken mali kaynak gurbetçilerden zorla alınmaya çalışılmıştır. Kampanya adıyla oluşturulan faaliyetlerde vergi şeklinde adlandırılan paraları ödemeyen kişiler cezalandırılmaya başlanmıştır. Bazı değerlendirmelere göre 1995 yılı itibariyle örgütün yıllık geliri 86 milyon dolardır. Bu paranın önemli bir bölümü ise insan kaçakçılığı, haraç alma ve uyuşturucu ticaretinden elde edilmiştir 167. 

PKK’nın gerek Türkiye’de meydana getirdiği şiddet sarmalı, gerekse de Avrupa’daki şiddet eylemleri Batılılarca da kabul edilir boyutu aştığından çeşitli Avrupalı grupların tepkisiyle karşılaşmıştır. 

Bu eylemler Avrupa’da hissedilir duruma ulaşınca Türk devletinin baskıları başlamış ve daha önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi Almanya 26 kasım1993 tarihinde PKK’nın faaliyetlerini ülkesinde yasaklamıştır. 
Bunun akabinde Fransız polisince PKK’nın alt kolları olan Fransa Kürdistan Komite ve Fransa Kürdistan Yurtsever İşçiler Kültür Dernekleri Federasyon una baskın düzenlemiştir. Bunun yanında Belçikalı Sorgu Savcısı J. Brum da yaptığı bir açıklamayla ülkesinde PKK faaliyetlerinin izlenmeye başladığını ifade etmiştir. 

Dünya kamuoyunda meydana gelen PKK karşıtı irade dolayısıyla örgüt tarafından Bonn kararlarına uyacağı ifade edilerek, ateşkes ilan etmiştir. Bu ilanların her dönem Kış aylarına yaklaşırken yapılması ve bahar ayları 
gelince bozulması da gözlerden kaçmayacak bir ayrıntıdır. Örgüt bu ateşkes ilanı ile Avrupa zemininde rahat siyasal çalışma yapma fırsatı elde ederek, dönemi toparlanma süreci olarak kullanmayı hedeflemiştir. 

Örgüt 1993 yılındaki ateşkesten sonra bu şiddet karşıtı Avrupalı güçlerinde desteğini de alarak Avrupa’da geniş katılımlı kitle eylemleri organize etmeyi ve kendini Kürt meselesinde tek muhatap göstermeyi başarmıştır. 

Almanya ve Fransa’da bu gelişmeler olurken, Yunanistan hükümeti Atina yakınlarında bulunan Lavrıon, Lamıa ve Euboa (Eğriboz) gibi mülteci kamplarını, Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren teröristlerin ikamet, 
eğitim ve diğer lojistik ihtiyaçlarının karşılandığı bir kamp haline getirilmiş tir 168. 

Aslında Alman Devletinin sürekli olarak PKK’yı yasaklamak ve desteklemek şeklinde değişen stratejisi kaba bir politik manevralar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hamlelerle zaman zaman iki tarafı hem cezalandırmış hem de ödüllendirmeye çalışmıştır. 1993’deki bu gelişmeler sonrasında Örgütün Avrupa’daki silahlı Kadroları Almanya’dan Yunanistan’a aktarılmıştır. Gerçekte değişen sadece ülke adı olup planlı biranlaşmanın uygulamasından başka bir şey değildir. 


Bu gelişmeler Öcalan’ı o kadar pervasız hale getirmiştir ki, Hasan Cemal aracılığı ile Türkiye’ye mesaj vermekten uzak durmamıştır. Öcalan 14 Nisan 1993 tarihinde Hasan Cemal’e ;”…Ankara bizi görmezlikten geliyor, Batı 
hükümet kapıları, devlet kapıları PKK’ya yardım için açılıyor. Başlangıçta Batıda bize böyle davrandı. PKK’nın kesin güç kazandığını gördüler. Finlandiya Başbakanı görüştü. Belçika görüşüyor, İngiltere parlamento sunda görüşülüyor. Amerika’ya gidiyor bizim temsilciler…”169 şeklinde ifadelerde bulunarak diğer ülkeleri referans göstermiştir. Öcalan’ın Batılı 
Ülkelerden aldığı cesaretle yukarıdaki ifadeleri kullandığı ve sözde ateşkes ilan ettiği 1993 yılı, örgütün en kanlı eylemlerini yaptığı, köyleri yaktığı, insanları acımasızca öldürdüğü dönemdir. 

Bu yıl Avrupa’daki cephe faaliyetlerine katılan Almanların yanı sıra, kırsal alana geçerek silahlı kanat içerisinde de görev alan Alman kökenli militanlar da karşımıza çıkmaya başlamıştır. 1993 yılında Kani kod Eva Juhnke, Medya Kod Vera Heesne, Çektar kod Ulrich Maichle ve Jorg Ulrich adlı kişiler kamplarda eğitim görüp, örgüt içerisinde kadro düzeyinde görev almışlardır 170. 

Alman istihbarat örgütü (BND) ne göre 1990’dan beri en az 30 Alman vatandaşı sıhhiyeci, eğitmen ve militan olarak PKK ya katılmışlardır. Bunların birçoğu Beka Vadisinde bulunan Mahsum Korkmaz Akademisinde 
eğitimden geçmişlerdir. Örgüte Almanya’dan sonra en fazla desteği Yunanlılar vermiş olup, 1997 yılında TSK’nın örgüte yönelik yapılan operasyonlarında ölen militanlar arasında bazı Yunanlıların da olduğu gözlenmiştir171. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


116 Fuller G., Kürtlerin Kaderi, Avrasya Dosyası, Cilt:1/1, s.138-146. 
117 Çandar C., Medeni Hakları Kabul Edildiği Ölçüde, Kürtleri Türkiyeye Entegre Edebiliriz, Demokrasi Kuşağı, Ankara, Ocak-Şubat 1995, s.32. 
118 Foucher M., Fronts et Frontiers, Paris, 1991. s. 308. 
119 Turan Yavuz, a.g.k., s.141, 147. 
120 Aydınlık Dergisi, 8 Nisan 1995, no: 404, s.10. 
121 TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı: Faaliyet Raporu, Ankara, 1992, s.39-41. 
122 Kendal N., Les Choix de I’Occident, 1994, s.11. 
123 Gunter M., Kuzey Irakta Fiili Kürt Devleti, Avrasya Dosyası, cilt: 1/4, s. 184. 
124 Serxwebun Dergisi, Ocak 1991, s.109. 
125 Öcalan A., Sosyalizm ve Devrim Sorunları, İstanbul, 1992, s.245. 
126 Tavlaş N., “Terörü Tanımlamak”, Strateji Dergisi, s.40 
127 PKK/PAK, 8 Haziran 1991’de Abdullah Öcalan’ın talimatıyla Osman Öcalan ve 90 Irak’lı militan tarafından 
kurulmuştır. Bu örgüt 2000’li yılların sonuna doğru adını PÇDK olarak değiştirmiştir. 
128 Dağlı, a.g.k., s.124. 
129 Ersever C., Üçgendeki Tezgah, s.60-66. 
130 Serxwebun Dergisi, ”PKK 2. Ulusal Konferans Kararları”, Temmuz 1990, s.178. 
131 Serxwebun Dergisi, Mart 1991, s.13. 
132 PKK-GS, “4. Kongre Sonrası Çözümleme, Planla, Perspektif ve Talimatlar”, Ağustos 1991 
133 Ecevit B., TBMM Tutanak Dergisi, Dön:19, Yasama Yılı:1, cilt:4, 1992, s.213. 
134 Eymür M., Analiz, İstanbul, 1991, s.155. 
135 Cemal., a.g.k., s.215. 
136 Pelletiere S. C., “Orta Doğuda Türkiye ve Amerika: Kürt Bağlantısı”, Avrasya dosyası, cilt:1/3, s.170. 
137 Tavlaş, a.g.e, s.66. 
138 Bölügiray N., Özal Döneminde Bölücü Terör, İstanbul, 1993, s.91. 
139 Yavuz, a.g.k., s.231-272. 
140 Avrasya Dosyası, “ABD’nin Türkiye İnsan Hakları Raporu”, cilt 1/3, s.198-220 
141 Ersever, a.g.k. s. 182-194. 
142 Dağlı, a.g.k., s.103. 
143 Ballı, a.g.k., s.455. 
144 Ballı, a.g.k., s.405. 
145 Karer B., Bir Sosyoşog, Bir Örgüt ve Kürt Yıkımı, s.150 
146 Demirkıran, a.g.k., s.110. 
147 www.belgenet/ayrinti.php?yil-id=11 
148 Gün, Faili Bilindik Meçhul Ape Musa, İstanbul, 2011. 
149 Yavuz, a.g.k., s.324. 
150 Öcalan A., “Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler Ve Görevlerimiz Başlıklı” Broşür, 17 Ocak 1992. 
151 Ersever, Üçgendeki Tezgâh, s.151-164 
152 Öcalan, a.g.k., s.259 
153 Stockholm Kürt Konferansı, 1992, s.177. 
154 Stockholm Kürt Konferansı Sonuç Bildirgesi (15-17 Mart 1991), 1992, İstanbul 
155 Ballı, a.g.k., s.106. 
156 Qasımlo E., İran Kürtleri, Uluslararası Kürt Konferansı, İstanbul, 1992, s.64. 
157 Galtung J. “ 15 Mart 1991 Stockholm, 27 Eylül 1991 Bonn”, Deng dergisi, sayı 21, 1992 
158 Demirkıran, a.g.k., s.115. 
159 Öcalan A., Sümer Rahip Devletinden Demokratik Halk Cumhuriyetine Doğru, istanbu, 2001, c-II, s.19. 
160 Emniyet Genel Müdürlüğü TEMÜH Dairesi Başkanlığı Bölücü Terör Şubesi, 1984-1997 Tarihleri arasında 
Türkiye Geneli PKK Terör olayları istatistiği, Ankara 1996 
161 Akçora, a.g.m., s.275. 
162 Sakık, a.g.k., s.81. 
163 Çürükkaya S., Aponun Ayetleri, s.194-197 
164 Serxwebun Dergisi, Ocak 1992, s.13. 
165 Cemal, a.g.k., s.309. 
166 Serxwebun Dergisi, Ocak 1993, s.144. 
167 Mümtaz A., PKK terörünün Belçika boyutu, s.20. 
168 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ANADOLUNUNSESI/151/AND5.htm 
169 Cemal, a.g.k., s.38. 
170 Köknar, a.g.m., s.202. 
171 Köknar, a.g.m., s.203. 


***

24 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN KÜRT VE SURİYE POLİTİKASI BÖLÜM 2

PANZER VE KÜRT İSYANI, KILIÇ’IN KÜRT VE SURİYE POLİTİKASI BÖLÜM 2


Türkiye’de Suriye ile savaş tam tamları çalarken, İngilizlerin, İsrail’in ve Amerikan Neoconlarının Suriye ve Türkiye’yi bölme planı gözardı ediliyordu. Suriye’nin etnik haritası incelenecek olursa elit Nusayri rejiminin deniz kıyısına yakın bölümlerdeki kendi taraftarlarını içine alan bölgede yoğunlaş tığı görülebilir. Esed’e Nusayristan kurdurulacaktı. Hıristiyan nüfus da bu bölgede yaşıyor ve Nusayrilerle iktidarı yıllardır bölüşüyordu. 
Şam yönetimin ısrarla yürüttüğü etnik katliamların amacı, Sünni nüfusun bu bölgeyi terk etmesini sağlamaktı ve bu da başarılmıştı. Zaten Ruslar da bu plana destek veriyordu. 

Rus Pravdası olaya şöyle bakıyordu: Silahlı muhalifler Suriye halkı demek değildir. Suriye muhalefetinin söylemlerinin aksine Suriye hükümeti geniş halk kitlelerince desteklenmektedir. Suriye Ulusal Konseyi, Libya’da toplanan tacizcilerden, ırkçılardan, işkencecilerden ve hırsızlardan oluşan Ulusal Geçiş Konseyi’nin kopyasıdır. Suriye Ulusal Konseyi; tam da Yeni 
Osmanlıcılığın gündeme geldiği, Türkiye ve Katar gibi Batı sempatizanı iki ülkenin Orta Asya ve Orta Doğu bölgesinde ön plana çıkarıldığı bir dönemde Türkiye’de konuşlandırılmış bir örgüttür. Bunların yanı sıra bu Konsey, İran İslam Cumhuriyeti, Rusya ve Çin ile yapılacak olan savaş için atlama tahtasıdır. İşin en kötü yanı bu teröristler İstanbul’da FUKUS Eksenince eğitildiler ve buradan Suriye’ye onların eliyle sızdırıldılar. Ve aynı güçler BMGK’da yapılacak oylamayı etkilemek için iddialar ortaya attılar. 
Fakat bu iddiaları ortaya atanların unuttuğu şey Çin ve Rusya’nın bu tür aldatmaca lara inanmayacak kadar güçlü ve kadim devletler olduğuydu. 

Ruslar, Almanlar, Fransızlar ve Çinliler paylaşım savaşı dışında kalma endişesiyle çok agresif davranıyorlardı. Bu denklemde en kötü tablo bir mezhep çatışmasının çıkması ve Şii Hilal’inin kırılması adına bu savaşın komşu ülkelere sıçratılmasıdır. İran ile Türkiye’nin ilişkilerini bozacak potansiyele sahip olan mezhep savaşına karşı uyanık olmak gerekiyor. Tam da İran ile beş yılda ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkartılması ve iki ülke arasında serbest bölge kurulması projesinin onaylandığı bu aşamada Suriye kartını oynayanların Türkiye’nin iyiliğini istediğini düşünmek çok zor. 

STRATFOR’UN HARİTASI 



Konunun burasında bir haritanın varlığından bahsetmek Suriye üzerinden oynanan oyunların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Stratfor tarafından 2011'de hazırlanan bu haritada Suriye’nin etnik haritasında kurdurulacak Nusayristan ve Sünni bölgenin sınırları net biçimde görülüyor. Haritayı asıl önemli kılan ise Nusayristan’ın Türkiye’nin Hatay ve Adana illerini de içine alıyor olması. Dolayısıyla Karıştırılmak istenen ve bölünmek istenen ülke sadece Suriye değildir, Türkiye’de hedeftir. Türkiye bu kurtlar sofrasının tam ortasında yer alıyor. Suriye, petrolü olmasa da stratejik konumu nedeniyle süper güçlerin göz diktiği bir ülke. Suriye’deki Kürtlerin bir kolunun PKK’nın üst düzey yöneticisi olduğu ve PKK teröristlerinin üçte birinin Suriyeli Kürtlerden oluştuğu da unutulmaması gereken bir gerçek. 
Hatay, Adana ve Mersin’de yaşayan 300 bin Arap Alevisinin varlığı, Nusayri veya Fellah olarak adlandırdırılan Türk vatandaşlarını tahrik etme kabiliyeti olan Suriye istihbaratı, bir mezhep savaşında en fazla Türkiye’yi karıştıracağının çok açık bir göstergesi. Ekonomisi büyük çıkış sergileyen Türkiye’nin savaş ekonomisine sokularak geriletilmesi ise kötü senar-
yoyu daha da kötü hale sokuyor. Diğer yandan savaş halinde Türkiye’de ordunun sıkıyönetim ilan etmesi kaçınılmazdır; bu senaryo Ergenekon ve Balyoz sanıklarının sessizce salıverilmesi için çaba harcayan global çetenin kusursuz planının diğer parçasıdır. Bu durumun bölgede en çok İsrail devletinin işine yarayacağını tahmin etmek de pek zor olmasa gerek. 
Tüm bunlara Suriye’nin iç yapısı konusunda bilinmeyen önemli bir husus olarak şu da eklenebilir: Suriye’de eski KGB’nin kurduğu tam 16 ayrı istihbarat örgütü var ve her yedi kişiden biri en az bir istihbarat örgütüne çalışıyor, dolayısıyla da kimse kimseye güvenmiyor. Fransız mandasından kurtulduğundan, yani 1946'dan beri Suriye halkına zulmeden azınlık güç 
Nusayrileri düşman olarak gören kızgın halk kitleleri bulunuyor. Yüzde 12'lik nüfusa sahip zengin Nusayriler ancak keskin sınırlarla çizilen, BM Barış Gücü’nün koruduğu veya oluşturduğu tampon bölge sayesinde özgür Nusayristan’da güvenlik içerisinde olabilir. 

Başka bir deyimle Batıdaki Esad müttefikleri, Nusayrileri gözden çıkarmayacak tır. Diğer yandan Rusya ve Çin buna zaten izin vermeyeceği açıktır. 

AK Parti, global Ergenekon’un Türkiye’deki ordu içerisindeki uzantısı olan Türk subaylarıyla ortaklaşa hazırladığı Suriye’yi üçe bölme, ardından Silivri’yi boşaltıp, kendilerini küçük düşürenlerden intikam alma planına dur diyemezse, ilk önce Türkiye’de Kürt ve Türk iç savaşı başlatılacak. 2 yıldır hazırlanan ‘Serhildan’ planı ile Türk ordusuna zorla Diyarbakır’da ikinci bir Dersim katliamı yaptırılacak ve militan Kürtlere bölgeye BM Gözetimi yani 
Barış Gücü adı altında bir güç getirilmesi için uluslararası çağrı yapması doğrultusunda gerekli malzeme verilecektir. Bu bağlamda Suriye’de yaşanan NATO baharının bir sonraki durağının Türkiye olacağı söylenebilir. 

YEŞİLİN SAĞ KOLUYLA GÖRÜŞME 

Suriye’de durum bu kadar karışıkken yapmış olduğum çok öenmli bri görüşmeden bahsetmenin yerinin geldiğini düşünüyorum. Suriye'de durum gerçekten de çok ciddiydi. 30 Mayıs 2012’de Yeşil kodlu Mahmut Yıldırım'ın sağ kolundan mesaj aldım. Kendisi ile 13 yıl önce röportaj yaptığım için beni tanıyordu. Suriyeli muhaliflerin Beka vadisinde Özel Harp, MOSSAD ve CIA işbirliğiyle eğitildiklerini söylemekle kalmadı, görevlerinin ve planın asıl 
amacının Ergenekoncuları Silivri'den çıkartmak, Türk ordusunu Suriye ile savaşa sokmak için provokasyonlar yapmak ve Fethullah Gülen başta olmak üzere cemaatin beyin takımı yöneticilerine suikastlar düzenlemek olduğunu bildirdi. Yeşilin yardımcısı daha sonra şaşırtıcı bir teklifte bulundu. Kendisinin telefon numarasını vererek polise dinletmemi, ve detayları ortam dinlemesi ile öğrenmemi talep etti. Bende öyle yaptım. The cemaatın liderine ve ülke hadimlerine yönelik yapılacak suikastın ABD topraklarında olacağını ve operasyonu İsrail'in Özel İnfaz Komandaları Birimi Simbet ve İran'ın Özel Suikast Birimi Laşgavar 23 Takavar'ın ortaklaşa yapacağını ve gerekli önlemleri almamızı istedi. Ülkelerine mecburen içine düştükleri çirkin daireden dolayı ihanet ettiklerini ve global derin güçlerle ve yerli işbirli-
kçileriyle AK parti liderinin anlaşma yapması nedeniyle ülkemizi içinde bulunduğu tehditten sadece tek temiz kalan vatansever güç merkezi cemaatın kurtarabileceğini, bu nedenle başını derde sokma riskini göze alarak bana bilgi uçurduğunu ve uçuracağını kaydetti. Burada şunu söylemekte fayda var: yukarıdaki bilgilerde olabileceği gibi bazı bilgiler hedef saptırma, manipüle etme için verilebilir ama bu gelen bilgilerin değerli olduğu gerçeğini değiştirmez. 

Türk medyası Suriye’nın üçe bölündüğünü Lazkiye Merkezli Şii Nusayristan ve Batı Kürdistan ile Türkiye güdümlü Halep merkezli Sünni bir devlet daha kurdurulduğunu 25 Temmuz 2013 de fark etti. Halbuki burada yer verdiğim bilgilerin bir kısmı 12 Nisan 2012'de kişisel web sayfam da yayınlanmıştı. Kamuoyundan ustalıkla kaçırılan John Mccain planı yani Neoconların projesinin gerçek olduğu geç de olsa anlaşılıyordu. Başka bir deyimle saklanan global proje ortaya çıkıyordu. Şam yönetimin 2011 ve 2012’de öldürdüğü 20 bin mazlumla ısrarla yürüttüğü etnik katliamların amacı, Sünni nüfusun bu bölgeyi terk etmesini sağlamaktı ve bu başarıldı. 

Gaye Suriye'yi değil Türkiye'yi bölmek: Ya Zayıf Türkiye ya da Anadolu Türkiye Federasyonuydu. Üçlü istihbarat şebekesinin Suriye projesini hayata geçiren Neoconları temsil eden MOSSAD ekibi, Türk Özel Harp ekibiyle birlikte aylardır Lübnan'da Beka Vadisi'nde Suriyeli muhaliflere iç savaş eğitimi veriyordu. Bu istihbaratı bana veren Beka vadisinde Suriyeli muhalifleri MOSSAD adına askeri Eğitimden geçiren bir Özel Harp Subayımız. Ülkemize ihanet içinde olduklarını fark etmiş ve bunu yazdıracak Türk medyasında cesur bir kalem bulamadığı için bu tehlikeli makaleyi yazma görevi bana düşmüştü. 

Aslında o sırada doğu bölgelerinde gelişen olaylar da anlatılanları teyid eder mahiyetteydi. İlk once Dağlıca olayı oldu, sonra Suriye'de düşürülen Türk keşif uçağı, sonra Şam'da yok edilen Suriye devletinin önemli istihbarat, asker ve bürokratlar. Bu olayların arkası gelecektir. Bunları planlayan ve organiz eden ekip Beka vadisinde, Lübnan'da konuşlanmış durumda. Ekibi Türk özel Harpçiler, Yeşiller yönetiyor. Bana da zaten mesajı gönderen Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın sağ kolu. 13 sene önce onunla yaptığım ve yayınlayamadığım röportaja rağmen, bir umut bana bu bilgiyi hayatı pahasına sızdırdı. Belki de Yeşil'de orada. Zaten son 13 yıldır askeri üniformayla askeri ateşe kisvesinde değişik ülkelerde dolaştırılıyor, Elbette Yeşil'i kimse yakalamak için aramıyor. Diğer yandan bu kitabın okuru 
için artık şaşırtıcı olmayacak bir biçimde, PKK’nın Fehman Hüseyin yönetimdeki Suriye kolu, Kandil’i Suriye ile Türkiye sınırında Afrin’e taşımayı tamamlar tamamlamaz ilk ses getiren terör eylemini Dağlıca'da Beka'daki Ergenekoncu Türk Özel Harp uzmanları kontrolünde ve bilgisinde yaptı. 

GLOBAL PLAN 

Bu sırada ‘Global Ergenekon’un yerli işbirlikçilere uygulatacağı planı deşifre etmek gerekir. Bu ittifak, Beka’da hazırlanan Suriyeli muhaliflerin ve PKK’lıların Suriye ordusu kıyafetiyle başta Hatay, Adana ve Mersin olmak üzere Türk askerlerini, polisini ve sivil vatandaşları öldürmesini sağlayarak büyük provokasyonlara imza atacak. Olayların faturası PKK’ya kucak açan Şam yönetimine kesilecek. Rejim PKK karşıtı tüm Kürt liderleri yabancı istihbaratların tetikçilerine ve yerli ajanlarına Suriye’de öldürttü. İsrail’in Simbet ve İran’ın Lashgare 23 Takavar özel saldırı infaz timleri birlikte çalışıyor. İnfaz listeleri kabarık, Türkiye’de de yeni gazeteci, aydın, politikacı suikastları yapacaklar. 
Dertleri Suriye’de Esed rejimini devirip, akan müslüman kanını durdurmak değil, gayeleri ülkemizde müslüman kanı akıtmak ve 10 yıllık kazanımların kaybedilmesini sağlamak. Ayrıca İsrail’in kaybettiği konumu tekrar istediği de biliniyor. 

Aslında, AK Parti’nin “Yerli ve Global Derin Devlet” ile anlaşma yapması derin devleti tasfiye sürecinin sonlandırılacağı anlamına geliyordu. 250. Madde krizi çıkartarak özel yetkili savcıların yetkilerini budamak isteyen AK Parti’nin asıl amacı yakın vadede bu değil. Savcı ve hakimlerin tepki göstererek tayinlerini istemesi bunu gösteriyor. HSYK’nın 2012 Yılı Adli 
ve İdari Yargı Kararnamesi ile 2 bin 335 hakim ve savcının yerini değiştirmesi yanlış yorumlandı medyada. Star yazarı, AK Milletvekili Şamil Tayyar’a bakılacak olursa, “yargı AK Parti’ye darbe yapıyor.” İşin aslında ise, yargı AK Parti’ye derin devletle anlaştığı ve yargıya müdahale etmek istediği için rest çekiyordu. Yeni hakim ve savcıların atanmasıyla 
Ergenekon, Balyoz, KCK, Şike gibi davalar zarar görecek ve yeni gelenlerin en az altı ay süresince davalara vakıf olması gerekecekti. 

Bu gelişmelerin ardından hayata geçirilecek ikinci aşama ise çok daha korkunç sonuçlar doğurabilecek nitelikteydi. 

Lübnan’da Beka’da aylardır askeri eğitim gören provakasyon ekibine beş koldan inanılmaz provokasyonlar yaptırılacak ve Türk medyasında buna parallel olarak savaş tamtamları çalacak. Sonunda toplum Türk milliyetçilerinin isyanıyla patlayacak, Genelkurmay ve Başbakanlık anlaşarak, vatandaşını koruma hakkını kullanıp, Şam’a hak ettiği dersi vermek için Suriye’ye girecekti. Uluslararası camiada da buna kimse karşı çıkmayacak, hatta alkışlanacaktı. Fakat işler istenildiği gibi gitmeyecekti. 

Savaş, Ankara’nın tahmin ettiğinden uzun sürecek, kayıplar artacaktı. Genelkurmay, ülkede olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan edecekti. Bu durumda askeri bir darbenin kapılarını sonuna kadar açacaktı. Hükümet başkanı ve cumhurbaşkanı ordunun sembolik olarak başı olsa da tüm güç merkezleri ve kaynakları yönetim askeri bürokrasinin eline geçecekti. Bu da Silivri’deki yargılanan askerlerin intikamının alınacağı anlamına geliyordu. 

2012’nin Haziran ayında internete düşen 4 ses kaydının sahiplerinin ve bunların hitap ettiği astlarının, içinde bulundukları psikolojik durumun normal olmadığı ortadaydı. Diğer yandan bu kişiler mahkeme sürecinde illegal işler yaptıklarını itiraf etmişlerdi Polisin topladığı milyonlarca belge ne olacak peki? Yargı mensupları kaarlarını bu belgelere göre vermişlerdi, 
yani ortada subjektif bir yargılama süreci yoktu. 

BÜYÜK OYUN NEDİR? 

AK Parti, 250. Madde’yi bu dönem çıkartarak, özel yetkili savcıların yetki alanını kaldırdı ve global büyük oyunda Batılı dostlarına beni oyundışı bırakmayın mesajı gönderdi. Nur cemaatinin size oyun oynuyorlar, amaçları sizi de bizide budamak, kesmektir uyarılarına, ikazlarına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aldırmadı. Peki bunun sebebi nedir? 

Sebep, izinsiz dinlemelerle kayıt altına alınan hem Ergenekoncu hemde AK Partililere ait ses kasetlerinin yayınlanmasını durdurmak, engellemek. AKP Basına sansür yasası çıkartarak bunu yapabileceğini sanmıştı. Böylelikle bugünkü hükümet ülkenin geleceği için önemli konuları ihmal etmiş, kontrol edemediği her durum ve alan için kanun çıkarmaya başlamış sadece kendini düşünmekten çekinmemişti. Bu sebeple eğer AK Parti, bir suçu deşifre eden, suçüstü yapan bir gazeteciyi hapse atmak istiyorsa, bunu kendi suçlarının ortaya çıkmasından korktuğu için yapıyor demektir. 

Dolayısıyla üç aşamalı darbe planına AK Parti dur diyemezse, Türkiye'de Kürt ve Türk iç savaşı başlayacak, Diyarbakır'da başlatılması 2 yıldır planlanan ' Serhildan ' ile Türk ordusuna zorla Diyarbakır'da ikinci bir Dersim katliamı yaptırılacak ve militan Kürtlere bölgeye BM Gözetimi yani sözde Barış Gücü getirilmesi için uluslararası çağrı yapması doğrultusunda gerekli malzeme verilecektir. 

BASKIN BASANIN OLDU PKK MUHALİFİ KÜRTLER TEMİZLENDİ 

Buraya kadar anlatılanlardan da ortaya çıktığı gibi Kürt sorununu çözemeyen bir Türkiye’nin bölgesel lider olması mümkün gözükmemektedir. Almanya da zaten bu karta oynuyor. Dünya, terör örgütü PKK’nın Suriye’nin Kürt bölgesine yerleştiğini, ocak ayında meydana gelen ‘Bedro’ ve ‘Temo’ saldırısıyla öğrendi. Baas rejiminin desteğiyle bölgeye gönderilen bir grup PKK’lı, muhaliflere verdiği destekle bilinen Kamışlı’daki ‘ Bedro aşiretinin lideri Abdullah Bedro’nun evine baskın düzenledi. 

Bedro’nun ağır yaralandığı, 3 oğlunun ise hayatını kaybettiği saldırıdan sonra terör örgütünün muhalif Kürtlere yönelik baskısı devam etti. Örgüt daha sonra Geleceğin Hareketi Partisi lideri Meşal Fazıl Temo’yu, onun yerine geçen yeğenini ve birçok muhalif siyasetçiyi daha bu süreçte öldürdü. Aylarca yoğun bakımda kalan Abdullah Bedro’nun sağlık durumu 
ise Ağustos 2012’de düzeldi. Suriye’de yaşanan gelişmeleri değerlendiren Bedro’ya göre Kürt bölgesinin PKK’nın uzantısı Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eline geçmesi rejimin uyguladığı zulmün devam edeceği anlamına geliyordu. Bedro, PKK’nın bu bölgeye Suriye yönetiminin desteğiyle yerleştiğini ve istihbaratla birlikte çalıştığını Zaman gazetesinin Diyarbakır 
muhabiri İsmail Avcı’ya 26 Temmuz 2012’de hasta yatağında anlattı. Ayrıca, örgütün hiçbir coğrafyada Kürtlerin yeni haklar elde etmesini istemediğini belirtti. Suriye’de 17 Kürt partisi olmasına rağmen hiçbirinin şiddeti bir yöntem olarak kullanmadığını vurgulayan Abdullah Bedro, “Planlı bir şekilde buraya gelen birileri, ellerine silah alıp buranın sahibi olduğunu iddia etti. Güvendikleri rejim olmasaydı böyle yapamazlardı.” dedi. 

Suriye Kürtlerinin ülkenin bütünlüğü içinde bir çözümden yana olduklarını ve bu amaçla bir araya gelerek konsey kurduklarını anlatan Abdullah Bedro, bu konsey bünyesinde bulunan PYD’nin sanki bütün oluşumun başkanıymış gibi hareket ettiğini söylüyor: “İki ay öncesine kadar Kürt muhalifleri öldüren, El-Muhaberat’la çalışan ve Baas’ı destekleyen bir yapı (PYD) 
nasıl oldu da hemen değişti? Bugün özerklik diyen PYD yarın Baas buraya tekrar gelirse alın size, sizin için buradayız diyecekler. Çünkü PYD şu ana kadar Suriye rejimine karşı bir söz bile söylemiş değil.” 

Bu gelişmeler yaşanırken Suriye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu ‘Serxet ya da Binxet’ olarak bilinen bölgede ilginç gelişmeler yaşanıyordu. Suriye ordusu Kürtlerin yaşadığı Kobani bölgesini terk etti. Suriye’deki bütün Kürt parti ve grupları kapsayan Suriye Kürt Ulusal Konseyi, herhangi bir otonom ya da federal ilan etmekten ısrarla kaçındı. Ancak PKK’nın Suriye’deki yapılanması PYD, konseyin aksine, Esed ordusunun çekildiği bölgeye bayraklarını asarak ‘özerklik’ ilan ettiğini duyurdu. Türkiye ve Kuzey Irak Yönetimi ile iyi ilişkileri bulunan Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin bu geçici ve gerekli hareketi böylece terör örgütü PKK tarafından ısrarla ‘provoke’ edilmeye çalışılıyor. PKK’ya yakın internet siteleri de Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin bu geçici kararını görmezden gelerek terör örgütü PKK’nın bölgede özerklik ilan ettiğini duyuruyordu. 

Suriye Kürt Birlik Partisi Politbüro üyesi Fuad Eliko ise yaptığı açıklamada, rejim güçlerinin şu ana kadar sadece Kobani’nin bazı bölgelerinden çekildiğini söyledi. Eliko, Suriye Kürtlerin bu şehir dışında hiçbir şehri kontrol altında tutmadıklarını ileri sürdü. Eliko, “Şu ana kadar hiçbir şehir kurtarılmadı. Kobani’de asker çekilmiş yönetimi Kürtlerin eline geçmiştir. 
Ancak Afrin ve diğer şehirlerde Esed güçleri kısmen bulunuyor. Kürt şehirlerinin kurtarıldığını PKK dışında kimse söylemiyor. Önceki gün Kamışlı’da ise PKK güçleri evlere baskın düzenledi, araçları yaktı.” dedi. 

Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü, muhalefetin mücadelesi karşısında Baas rejiminin sıkıştığını ve aralarında Kürtlerin yaşadığı bölgelerin de bulunduğu bazı yerleri terk ettiğini söylüyor. PKK-PYD’nin provokasyon yaptığını kaydeden Güçlü, örgütün kendi sembollerini ve bayraklarını asarak, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi varmış gibi gösterilmesini ‘tehlikeli’ 
buluyor. Suriye Kürtlerinin siyasal yol dışında hiçbir yola başvurmadığını aktarıyor. Kamuoyunda dile getirilen spekülasyonlara dikkat çekerek şunları söylüyor: 

“Bunu PYD oluşturur. PYD Silahlı bir güçle bunu kuramaz. Aklı başında olan Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi bu tutum içinde yani otonomi ve federalizmi zorla kurabilecek durumda değil, uzlaşma ile olabileceğini söylüyor. Bunun için de rejimin değişmesini destekliyor.” 

Kürt yazar Süleyman Akkoyun ise medyanın olayları çarpıtarak, kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini anlatıyor. Akkoyun, “PYD ile rejim arasında yapılan anlaşma gereği, PYD Kürtlerin Esed karşıtı mücadelede yer almasına engel olacak ve Kürtlerin ulusal sorununu da tekeline alarak ulusal talepleri bastıracak. Bu amaçla yakın zamanda Batı Kürdistan’da PYD hem muhalif Kürtlere saldırmaya başladı hem de her türlü serbestîye sahip oldu. Bütün gücünü iç çatışmalarda kullanan Esed Rejimi, Kürdistan’da olası hareketleri engellemek için PYD’yi yetkili kıldı, bekçi yaptı.” diyor. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cebar Yawer ise Suriye’ye Peşmerge gönderildiği iddialarını yalanladı. 

Bu sırada tüm bu yorumları doğrulayan bir bilgi doğrulandı. Bedro’nun ağır yaralandığı, 3 oğlunun ise hayatını kaybettiği saldırının altından PKK çıktı. Eylemi önce üstlenmeyen örgüt, saldırı sırasında PKK’nın üst düzey yönetici si ‘Xebat Derik’ kod adlı Mahmut Muhammed’in öldüğü anlaşılınca geri adım attı. Esed yönetimiyle hareket ettiğinin ortaya çıkmasından endişe eden PKK, ilk başta saldırının Türkiye’nin kontrgerilla birlikleri tarafından 
gerçekleştirildiğini ileri sürdü. Ardından eylemi Suriye ordusunun düzenlediği iddia edildi. 

Ancak çok geçmeden Esed rejimine destek için bölgeye intikal eden Xebat Derik’in, saldırıyı düzenlediği anlaşıldı. Baskında Abdullah Bedro ile oğlu Ahmet Abdullah yaralandı. Yaralılar Kamışlı Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastaneyi basan PKK’lılar, Ahmet Abdullah’ı öldürdü. Kardeşlerinin cenazesini almaya giden Nidal ve Ammar da, PKK’lılar tarafından 
hastane bahçesinde kurşun yağmuruna tutuldu. 3 oğlunu kaybeden Abdullah Bedro yoğun bakımda tedavi görüyor. 

Bedro ailesi ile PKK’nın ilişkisi 1980'li yıllara dayanıyor. 12 Eylül darbesinden hemen önce Suriye’ye geçen Abdullah Öcalan, bir süre sonra Şam’a yerleşir. Bedro ailesi, Şam’daki evlerini kullanması için Öcalan’a tahsis eder. Öcalan, bu evi bir süre sonra Suriye’nin siyasi istihbarat ve siyasi polis şubesi başkanı General Adnan Bedir Hasan’a hediye eder. Abdullah Bedro, tapusu kendisinde olan evi geri ister. Ama PKK, evden vazgeçmesi için Bedro’ya baskı yapar. 1986 yılında Abdullah Bedro’nun kızı Kurdê, PKK’ya katılır ve Öcalan’ın evinde bir süre kalır. Tacize uğradığı ileri sürülen Bedro’nun kızı, örgütten kaçarak olayı ailesine anlatır. Bundan sonra aile ile PKK’nın ilişkileri bozulur. Abdullah Bedro, PKK’dan ayrılan Vejin (diriliş) grubunun lideri Mehmet Şener ve arkadaşlarına kucak açar. Şener, Öcalan tarafından ‘hain’ ilan edilir ve öldürülür. 

PKK’nın Beşşar Esed yönetimine destek amacıyla Suriye’ye dönmesi üzerine Bedro ailesi yeniden örgütün hedefi durumuna geldi. Kamışlı kentinde Baas yönetimine muhalefetiyle bilinen bölgenin en büyük aşiret liderlerinden Abdullah Bedro’nun evine baskın yapıldı. Terör örgütü, saldırıyı haklı göstermek için ailenin ‘kontra’ olduğunu yayarak, saldırıda öldürülen 
PKK yöneticisi Xebat Derik kod adlı Mahmut Muhammed’i kahraman ilan etti. Ancak internet üzerinden açıklama yapan Suriyeli Kürtler, bu iddianın gerçeği yansıtmadığını belirtti. 
Nasname.com adlı sitede olayla ilgili detaylı bilgiler yayınlandı. Toplumsal muhalefetin gücünü kırmak için Kürtleri etkisizleştirmek isteyen Suriye lideri Esed’in bu amaçla PKK’yı kullandığını belirten site, Öcalan’ın destek talimatından hemen sonra PKK’nın birçok militanını Kandil’den Suriye’ye kaydırdığını belirtti. 

Sitede yayınlanan haberde şu bilgilere yer verildi: “Suriye devleti, PKK’nin yedek gücü olan PYD’ye sınırsız olanaklar sağlayarak Kürtler üzerinde mutlak bir denetim sağlamaya çalıştı. 

Bu amaçla PYD’nin ömür boyu hapse mahkûm olan ceza evindeki liderini (Salih Müslüm) ani bir kararla salıvererek serbestçe faaliyet göstermesinin tüm koşullarını oluşturdu. Meşal Temo’nun katledilmesi de bu şer ittifakın karanlık bir eylemiydi. PKK, tereddüt etmeden kanlı Baas rejiminin ömrünü uzatmaya çalışıyor. Birçok Kürt’ü hala vatandaş bile görmeyen ve bu amaçla kimlik dahi vermeyen Suriye gibi bir devletin, PKK’ya katılanları askerlikten muaf tutacak kadar koruması, tek başına PKK’nın misyonunu açıklamaya yetiyor.” 

Netice itibarıyla PKK’nın Suriye’de oluşan durumdan kendisine avantajlı bir konum elde etmeye çalışıyor bu kesin. Amacı Ortadoğu bölgesindeki tüm Kürtlerin Lideri konumunu elde edebilmek. 

Bunun içinde global Ergenekon’un yanı sıra bu Ergenekon’a bağlı Türk Ergenekon’uyla, Esad Rejimiyle, Alman Derin Devletiyle işbirliği yapmaktan çekinmiyor. 



 ***