DOĞU AKDENİZ DE AÇILMAYA ÇALIŞILAN PANDORA NIN KUTUSU. ENERJİ KAYNAKLARINDA POLİTİK HESAPLAR. BÖLÜM 1
DOĞU AKDENİZDE AÇILMAYA ÇALIŞILAN PANDORANIN KUTUSU;
ENERJİ KAYNAKLARINDAN ALAN HÂKİMİYETİNE UZANAN EKONOMİ POLİTİK HESAPLAR,
Dogu Akdenizde Türk kıta sahanlığı ve Münhasır Bölğesi derhal İlan edilmelidir...
Toplumsal Bir Değer Olarak Yargı Etiği ve Toplumun Yargıya Duyduğu Güven Algısı
Alanya 1. Uluslararası Yerel Yönetimler Sempozyumu.,
Erhan Örselli
Veysel Babahanoğlu
www.sosyalarastirmalar.com
http://dx.doi.org/10.17719/jisr.2019.3589
https://www.researchgate.net/publication/336653888
Erhan ÖRSELLİ,*
Veysel BABAHANOĞLU,**
* Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi,
eorselli@konya.edu.tr
** Öğr. Gör., Düzce Üniversitesi, Akçakoca Meslek Yüksekokulu,
veyselbabahanoglu@duzce.edu.tr
Özet
Doğu Akdeniz, büyük ve bölgesel aktörlerin jeopolitik konumdan kaynaklanan güç mücadeleleri ve doğal gaz kaynaklarına sahip olma isteği, ayrıca Asya ve Afrika’dan Avrupa’ya insani geçiş koridoru olarak kullanılabilmesi açısından adeta pandoranın kutusunun açılmasına aday durumdadır. Devletler dışında terör örgütlerinin bölgede cirit atması ve alan hâkimiyeti kurmaya çalışması da bölgenin kaynayan kazan olmasına vesile olan diğer bir nedendir. Rusya ve ABD’nin Suriye politikası, PYD terör örgütünün Akdeniz’e açılmaya yönelik çabaları, Mısır, Güney Kıbrıs ve İsrail gibi aktörlerin doğal gaz kaynakları sahipliği üzerinden bölgeyiısıtma çabaları, Doğu Akdeniz’i büyük ve çeşitli unsurlardan müteşekkil bir alev topuna dönüştürme potansiyelini her geçen gün dahada güçlendirmektedir. Bölgesel bir güvenlik örgütü olan NATO, ilk defa Akdeniz’e kıyısı olan ve sorumluluk alanı dışındaki bir ülke olan Libya’ya müdahale etmiştir. Kuzey Afrika’ nın en kıymetli petrol yataklarına sahip Libya dağılma sürecine girerek De Facto olarak bölünen ülke, aynı zamanda DEAŞ için de bir mücadele alanı olmuştur. Bölgede başlayan “Arap Baharı” yeniden bir bölgesel dizayna vesile olmuş, Mısır, Tunus, Libya gibi bazı ülkelerdeki iktidarlar değişmiştir. Bölgede Asya ve Afrika kökenli sığınmacı/göçmen sorunu koca Akdeniz’i İtalya ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçmek amacıyla adeta bir “sığınmacı denizine” dönüştürmüştür. Bu bağlamda çalışma Doğu Akdeniz’in politik, sosyal ve ekonomik güncel dönüşümlerine ve bu dönüşümlerin arka planındaki nedenlere odaklanmıştır.
Bu çalışma Gaziantep Üniversitesi tarafından düzenlenen 13. Uluslararası Kamu Yönetimi Sempozyumun da sunulan aynı başlıklı bildirinin güncellenmiş ve genişletilmiş halidir.
1. GİRİŞ
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin her geçen gün enerjiye olan bağımlılıkları ile ihtiyaçları artmakta; böylece enerji kaynaklarının bulunduğu bölgeler, büyük ve çetin bir rekabet alanı haline gelmektedir. Nitekim enerji kaynakları alan hâkimiyeti hem ekonomik hem de politik açıdan gün geçtikçe önemi artan bir unsur olarak, bölgesel ve küresel güçlerin mücadelelerinin merkezinde yer almaktadır. Günümüzde enerji sadece ekonomik ve ticari bir kaynak olarak değil, aynı zamanda stratejik bir kaynak olması nedeniyle, enerjiye hâkim olan gücün, aynı zamanda bölgeye de hâkim olması söz konusu olacaktır.
Bu nedenle enerji kaynaklarını kontrol etmek devletlerin stratejik hedefleri arasına girmiştir.
Doğu Akdeniz, jeopolitik ve jeo ekonomik açıdan dünyanın en önemli bölgeleri arasında yer almaktadır. Birçok medeniyetin doğuşuna ve batışına beşiklik eden Akdeniz bölgesi hem kara bağlantısı hem de deniz bağlantısı nedeniyle tarih boyunca egemen olunmak istenmiş böylece çokça defa el değiştirmiştir. Bölgenin kıtalararası geçişe aracılık eden bir bölge olması, tarihi ve ticari yollar üzerinde yer alması beraberinde girift sorunları ya da büyük imkânların kapısını arayabilecek potansiyeli de getirmektedir.
Özel olarak Doğu Akdeniz Bölgesi ticari, jeopolitik ve jeo ekonomik özellikleri nedeniyle anılan rekabetin yoğunlaştığı bölgelerin başında gelmektedir. Doğu Akdeniz’in sahip olduğu enerji kaynakları bakımından gelecekte de rekabetin artarak devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bölgede enerji
kaynakları üzerinden yaşanan rekabet günümüzün yeni çatışma alanlarından biridir. Bu rekabetin orta ve uzun vadede de devam edeceği aşikârdır.
Bu rekabet İngiltere gibi büyük aktörlerden başlayıp, Mısır, Lübnan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail, Yunanistan, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) gibi devletlere kadar bir dizi aktörün de içinde olduğu bir rekabettir. Bu rekabet ekseninde küresel ve bölgesel aktörler Türkiye’yi bypass edecek politikalar izlerken, Türkiye oyunun dışında kalmamak adına çeşitli adımlar atmakta ve uluslararası hukuktan doğan haklarını her platformda dile getirmektedir. Bu kapsamda Türkiye’nin kendi kıta sahanlığı içerisinde “Barbaros Hayreddin Paşa, Fatih, Yavuz ve MTA Oruç Reis” adlı sondaj ve sismik araştırma gemileri ile petrol ve doğal gaz arama ve sondaj çalışmaları başlatması önemli bir adım olarak zikredilebilir.
Bu bağlamda çalışmada öncelikle, jeopolitik bir tez olarak nitelendirilen “deniz hâkimiyet teorisi”nden bahsedilmekte, ardından bölgenin jeopolitik ve jeoekonomik özellikleri ve önemi üzerinde durulmaktadır. Ayrıca bölge kaynakları üzerinde çıkar hesapları yapan küresel ve bölgesel aktörlerin
politikalarına ve bunların bölge üzerindeki etkilerine yer verilmektedir. Çalışmada daha sonrasında bölgenin sahip olduğu hidrokarbon kaynaklarının ekonomik değeri ve bölgenin stratejik özelliklerinden hareketle bölgedeki güç dengesinin değişme potansiyelinin olduğuna vurgu yapılarak, Türkiye ve
KKTC’nin Doğu Akdeniz politikası analiz edilmektedir.
2. BİR JEOPOLİTİK TEORİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ,
ABD’nin 20. yüzyıl deniz stratejisinin kurucusu olan Alfred Thayer Mahan (1840-1914); aynı zamanda İngiltere, Japonya ve Almanya donanma kuvvetlerinin gelişimini de büyük ölçüde etkilemiştir.
Denizler üzerine stratejiler geliştiren Amerikalı Amiral jeopolitikanın öncülerinden biri olarak kabul edilmektedir. Mahan, İngiltere’nin dünyaya yön verdiği bir zamanda ABD’nin dünya gücü olması için jeopolitik teoriler geliştirmiştir (Karabulut, 2005, 48).
Enerji güvenliği konusunda bugün de güncelliğini koruyan Deniz Hâkimiyet Teorisi’nde Mahan; teorisini daha çok İngiltere’nin küresel güç olarak görüldüğü 19. yüzyıldaki İngiliz donanmasını inceleyerek ortaya koymuştur. Mahan’ın teorisi her ne kadar 19. yüzyıl dünyasında ortaya konulmuş olsa da bugünün
jeopolitik hamlelerini de açıklamaktadır. Deniz yolları, her şeyin değerinin para ile ölçüldüğü sermaye odaklı kapitalist sistemin vazgeçilemez unsuru olarak küresel ve bölgesel aktörler tarafından korunmaya ve üzerinde hâkimiyet kurulmaya çalışılmaktadır. Bu açıdan günümüz dünya sisteminde hegemon güç olarak kabul edilen ABD’nin deniz yollarına ve araçlarına hâkim olması ve stratejik noktalardaki üstünlüğü hegemonik güç olarak varlığını devam ettirmesinin başlıca unsuru olarak kabul edilmektedir (Akzeybek, 2016, 32).
Mahan açık denizleri, kıtaları birbirine bağlayan engin ovalar olarak görmektedir. Nitekim dünya ulaşımının kontrolü için deniz yollarının kontrol edilmesi gerekmektedir. Ayrıca dünya egemenliği için denizaşırı alanların da ele geçirilmesi ve bu alanlarla anavatan arasındaki bağlantının devamının sağlanması gereklidir (Ural, 2009: 133). Mahan’dan hareketle “denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olur” anlayışı bağlamında büyük devletlerin güvenlikleri, siyasi ve ekonomik varlıkları deniz güçlerine ve denizlere olan hakimiyetlerine bağlıdır. Denizlere kıyısı olmayan ülkeler için bile denizlere hakimiyetin dost ya da düşman ülkelerde bulunması bir beka sorunu haline gelebilmektedir (Ulaş, 2011, 29).
Mahan tarafından geliştirilen deniz jeopolitiği; kuşaklardan merkeze, denizlerden ise kara parçalarına doğru gelişen bir alan hâkimiyeti stratejisi kurma odaklıdır. Mahan, büyük devletler arasında yaşanacak olan savaşların sonuçlarının muhakkak denizlerde kazanılacağını savunmaktadır. Bu nedenle Mahan; ABD’nin kara sınırlarının dışında ve uzak bölgelerde savaş gücünü artıracak ve ona dünyanın başka bölgelerinde de savaşma imkânı sunacak bir deniz politikası uygulamasını tavsiye etmiştir. Bu noktada Mahan’a göre mihver sahalarda hakimiyet sağlayan gücün yayılmacı potansiyeline karşı ancak çevre
denizlerde gerçekleştirilecek bir kuşatma başarılı olabilir. Bu nedenle Mahan, ABD ve İngiltere ’nin ortak menfaatlerini Çin’in kontrol altında tutulması ve Rusya’nın kuşatılmasında görmektedir (Akter; 2016, 195).
Mahan’ın teorisinden hareketle dünyayı kontrol etmek isteyenler eğer stratejik deniz yollarını kontrol edebilirlerse dünyayı kontrol altına alabilirler.
Bu bağlamda Doğu Akdeniz’e ve bölgenin enerji kaynaklarına sahip olan ülkeler dünya enerji politiğine yön verebilen ülkeler olacaktır. Nitekim Doğu
Akdeniz hem deniz yolları hem de kara bağlantıları dikkate alındığında üzerinde hâkimiyet kurulması gereken önemli bir geçiş bölgesi, enerji üretim ve transfer bölgesidir. Ayrıca kıyıdaş ülkelerin tarihsel özellikleri de göz önüne alındığında din ve kültür birlikteliklerinin de olduğu bir alan olarak
konumlandırılabilir.
3. DOĞU AKDENİZ’İN JEOPOLİTİĞİ VE JEOEKONOMİSİ
Dünya egemenliği için hangi coğrafik alanlar üzerinde hâkimiyet kurulacağı ya da devletlerin yayılması için hangi coğrafik nedenlerin gerekçe olarak gösterileceğini analiz etmek; coğrafya üzerine geliştirilen bir politika bilimi olan jeopolitiğin konusudur (İşcan, 2004, 47).
Bir başka ifadeyle jeopolitik; Ülkelerin, bölgelerin, kıtaların, askeri alanların, hava, deniz ve kara sahalarının durumunu ve bu durumu etkileyen coğrafi, tarihi, siyasi, ideolojik, demografik, askeri, sosyal ve ekonomik koşullar gibi çeşitli faktörleri inceleyen bir disiplin olarak tanımlanmaktadır (Hasanov, 2012, 203).
Günümüzde sayısız kullanım alanları olan jeopolitika terimi aslında topraklar ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanlara nüfuz edebilme ve iktidar kurabilme rekabetiyle ilgili olan her şeyi ifade etmektedir. Siyasi hareketler, terör örgütleri arasındaki güç mücadelesine varıncaya kadar her türlü siyasi mekanizma arasında oluşan güç çekişmesi, topraklar üzerinde hâkimiyet sağlamak ve tahakküm kurmak gibi unsurlar jeopolitikanın inceleme alanları arasındadır (Lacoste, 2008, 8).
Ekonomilerin karşılıklı bağımlılığı, politik rekabet ve çatışmaların genellikle sıfır toplamlı oyunla sonuçlanması ve kısa dönemde taraflara herhangi bir kazanç sağlamaması, ekonomik ve politik iş birliğini zorunlu hale getirmektedir.
Belli belirsiz aralıklarda dünyanın farklı coğrafyalarında görülen çatışmaların ve
terör olaylarının kökenini jeoekonomik konumu yüksek olan coğrafyaların zayıflatılması, stratejik öneme sahip olan enerji kaynaklarının eşit dağıtılmaması ve transferi neticesinde ortaya çıkan ekonomik rekabetin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Bu yönüyle jeoekonomik yaklaşım küreselleşme süreciyle birlikte
ekonomik ve politik dünyada ulus devletlerin kendilerini değişen şartlar altında yeniden tanımlamalarına ve yeni dünya düzeninde kendilerini konumlandırmalarına yardımcı olmaktadır (İnan, 2011, 80-82).
İbn-i Haldun’a göre “Coğrafya Kaderdir”. Bu yönüyle bir bölgenin sahip olduğu jeoekonomik, jeopolitik, jeostratejik, jeokültürel gibi unsurlar o bölgenin kaderini belirlemektedir. Bölgenin sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynakları ve bu kaynakların çeşitliliği uluslararası ilişkilerin yönünü belirleyerek sadece
sahildar devletlerin değil, aynı zamanda küresel ve bölgesel aktörlerin de ilgisini çekmektedir (Yılmaz, 2016: 101).
Bu durumu ortaya koyan etkenlerden biri de şüphesiz 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın faaliyete geçmesi ile Doğu Akdeniz’in Avrupa ile Asya arasında gerçekleşen ticaretin ana güzergâhı konumuna gelmesidir.
Doğu Akdeniz’de gerçekleşen ticaret güzergâhı Türk Boğazları ile Karadeniz’e, Sicilya ve Messina Boğazları ile Batı Akdeniz’e ve Atlantik Okyanusu’na, Süveyş Kanalı ile de Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na kadar ulaşmaktadır. Tüm bunlara ek olarak Doğu Akdeniz; Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Balkanlar gibi komşu
bölgeleri kontrol edebilen bir konuma sahiptir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de söz sahibi olan bir devlet anılan bölgelere hem siyasi nüfuz etme hem de askeri müdahalelerde bulunabilme imkânına da kavuşmuş
olacaktır (Özgen, 2016, 36).
Tarih içerisinde her dönem Doğu Akdeniz küresel ve bölgesel aktörlerin ilgi odağı olmuştur.
Bölgede var olan enerji potansiyelinin üst düzeyde olması bu ilgiyi artırmakla birlikte, ülkelerin kendi menfaatlerini maksimize etmek isteği karşısında hem uzaktan güvenlikleri kontrol etme çabası hem de bölge ülkelerini baskı ve kontrol altında tutma isteği nedeniyle Doğu Akdeniz gelecekte de önemini koruması söz konusu olacaktır. İngiltere’nin Kıbrıs’ta askeri üslerinin bulunması, ABD’nin bölge ülkelerinde yer alan üslerinin yanı sıra uçak gemilerini Doğu Akdeniz sularında dolaştırması, Rusya’nın her daim bir üs edinme çabaları bu durumu açıklar mahiyettedir (Yaycı, 2012, 6-7).
Mahan’ın Deniz Hâkimiyeti Teorisi’nden hareketle Akdeniz’i kontrol etmek; Ortadoğu, Avrupa, Kuzey Afrika’yı ve buralardaki enerji kaynaklarını da kontrol edebilme noktasında büyük avantaj sağlayacağı aşikardır. Akdeniz Bölgesi, zaman zaman Türkiye’nin siyasi ilişkilerinin sorunlu olduğu Suriye, İsrail, Mısır gibi aktörler ile Kıbrıs Adası’nı ve Yunanistan gibi ortak bir NATO ülkesini de barındırmaktadır. Libya gibi petrol zengini ve parçalanmakta olan bir ülkenin, Süveyş Kanalı ve Filistin’in varlığı, bölgeyi jeoekonomik ve jeopolitik bakımdan önemli kılmakta ve büyük aktörlerin çatışma alanı haline dönüştürmektedir (Akbaş ve Gedik, 2015, 421).
Doğu Akdeniz, Süveyş Kanalı’na derinlik kazandıracak olan bir ticari kavşak noktası olarak görülmektedir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’e sadece kıyısı olan ülkelerin değil, aynı zamanda ABD, Çin, Rusya ve Avrupa Birliği gibi bölgesel ve küresel aktörlerin de ilgisini cezbetmektedir. Bu ilginin temelinde ise bölgenin taşıdığı ekonomik, siyasi ve askeri önemi yer almaktadır. Doğu Akdeniz; Süveyş Kanalı’nın Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlaması ile birlikte, Avrupa ile Asya arasında gerçekleştirilen ticaretin ana güzergâhı olmuştur. Süveyş Kanalı’nın genişletilmesi ile birlikte günlük kapasiteyi iki katına çıkararak geçiş
sürecini kısaltmış ve bölgenin stratejik önemine ek olarak bir de kritik öneme haiz deniz ulaştırma hattını ortaya çıkarmıştır. Günümüzde Doğu Akdeniz’de gerçekleşen ticari dolaşım boğazlar yoluyla büyük bir bölgeye ulaşmaktadır. Doğu Akdeniz; Türk Boğazları aracılığıyla Karadeniz’e, Sicilya Boğazı ve Messina
Boğazı aracılığıyla Batı Akdeniz’e ve Atlantik Okyanusu’na, Süveyş Kanalı aracılığıyla Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na kadar uzanan bir ticari dolaşıma kaynaklık etmektedir. Bununla birlikte Doğu Akdeniz; Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Balkanlar gibi coğrafyaları da kontrol altında tutan bir jeopolitik konuma sahiptir (Özgen, 2016, 36; Şeker, 2018, 211).
Ortadoğu’da yaşanan savaş ve çatışmalar, istikrasız yapılar karşısında sınırlar yeniden çizilmektedir. Özellikle Doğu Akdeniz’in sahildar ülkesi Suriye’de yaşanan savaş ve çatışma ortamı yoğun uluslararası göç dalgalarının yaşanmasına neden olmaktadır. Bu durum ise kimi zaman devletlerin sınır güvenliğini tehdit edebilmektedir (Babahanoğlu ve Bilici, 2018: 734). Doğu Akdeniz, çevresinde gelişen tehditler karşısında bir tür tampon bölge özelliği taşımaktadır. Terörizm, uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, insan ticareti,
göçmen kaçakçılığı, düzensiz göç, uluslararası örgütlü suç, yoksulluk, demokrasi karşıtı rejimler, kitle imha silahlarının yayılması, Afganistan’dan Sahra Altı Afrika’sına kadar uzanan istikrarsızlık, bölgenin çevresindeki özelliklerinden bazılarıdır. Doğu Akdeniz’de söz sahibi olan bir devlet, siyasal olarak bölge
ülkelerine de nüfuz edebilecektir. Bu doğrultuda ihtiyaç halinde çıkarları doğrultusunda bölgeye askeri müdahalelerde bulunabilmesi de söz konusudur. Özellikle askerî açıdan Orta Doğu’da yaşananları takip etme olanağı sunması ve Libya örneğinde olduğu gibi gerekli görüldüğü takdirde askeri operasyonlar için
hayati bir konuma sahiptir (Şeker, 2018, 207).
Doğu Akdeniz son yıllarda enerji konusuyla birlikte dünya gündeminde önemli yer edinmektedir.
Bunda İsrail ve Mısır açıklarındaki sırasıyla Leviathan, Tamar ve Zohr sahaların da önemli ölçüde doğal gaz bulunup üretilmesi büyük rol oynamaktadır. Bunun yanında diğer sahildar ülkeler olan Lübnan, Suriye,
Türkiye, GKRY ile KKTC deniz alanlarındaki potansiyel rezervler de dikkat çekici bir boyuta ulaşmıştır (Özdemir ve Hasan, 2018, 410).
Özellikle bulunan yeni doğal gaz rezervleri ve bunlara paralel gerçekleşen
ruhsatlandırma faaliyetleriyle birlikte boru hattı projeleri bölge ülkelerinin gündemlerinde yoğun bir biçimde yer edinmektedir. Bu gelişmeler karşısında Doğu Akdeniz’in küresel ve bölgesel bölüşümü sorunu yeniden gündemde yerini alarak devletlerarası ilişkileri karmaşık bir hale sürüklemekte böylece tansiyonu
yükseltmektedir (Arıboğan ve Bilgin, 2009, 109-131; Bilgin, 2009, 57-88).
Dünya üzerinde yaşanan savaşların ve çatışmaların temelinde tarih boyunca enerji ve su kaynaklarına erişim ve bu alanlar üzerinde hâkimiyet kurma çabası yer almaktadır. Bu kapsamda Doğu Akdeniz, sahip olduğu enerji kaynakları nedeniyle dünya enerji arz ve talebinin merkezinde yer alarak bir egemenlik mücadelesi sahası olmaya devam edecektir. Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis- Ceyhan boru hattıyla beraber diğer doğalgaz ve petrol boru hatları ile su kaynakları, Doğu Akdeniz’in enerji açısından önemini bir kez daha ortaya koymaktadır (Katman, 2013, 17).
Doğu Akdeniz’in jeopolitik ve jeoekonomik önemi; Rusya, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa Birliği, ABD, Çin ve Hindistan’ın enerji ihtiyacını karşılayacak olan petrol ve doğal gaz gibi ana enerji kaynaklarının yer aldığı bir üçgenin merkezinde konumlanmasından kaynaklanmaktadır. Dün olduğu gibi bugün de rakip güçlerin ekonomik ve askeri üstünlüğüne kaynaklık edecek olan topraklar, petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynakları ve bu enerji kaynaklarının transfer yolları için mücadele alanı olarak kabul edilen Doğu Akdeniz, jeopolitik ve jeoekonomi ile enerji arasında var olan ortak ilişkinin sürdüğünü ortaya koymaktadır (Özer, 2013: 69). Süper güçler için enerji kaynaklarının kontrolü aynı zamanda güvenlik meselesi bağlamında bu gücünü tahkim etmek için önemli bir araçtır. Küresel dünya düzeninde her devlet güvenliğini enerji başta
olmak üzere her alanda daha da güçlendirmeyi arzu etmektedir. Her ne kadar 21. yüzyılda çok farklı güvenlik tanımları ve yaklaşımları ortaya çıkmış olsa da devletlerin en önemli aktör olarak uluslararası sistemde gücünü tahkim için her yolu mubah karşıladığı realist güvenlik anlayışı önemini korumaktadır
(Aydın, 2018, 116-119).
4. DOĞU AKDENİZ ENERJİ KAYNAKLARI KARŞISINDA KÜRESEL VE BÖLGESEL AKTÖRLERİN POLİTİKALARI
Günümüz dünya doğal gaz rezervlerinin %47’si Doğu Akdeniz’de bulunmaktadır. Bölgede son zamanlarda gerçekleştirilen petrol ve doğal gaz arama faaliyetleri kapsamında önemli yeni rezerveler bulunmuştur.
Doğu Akdeniz’de son yıllarda keşfedilen yaklaşık 10 civarında yeni doğal gaz alanı için hesaplanan nihai kurtarılabilir rezerv 2.24 trilyon m³’e ulaşmış bulunmaktadır. Teknik başarı oranları %60’ı geçerken, tahmin edilen ticari karlılık oranları %50 seviyelerine ulaşmış bulunmaktadır.
Bir yandan doğal gaz pazarları güvenlikleştirilmeye çalışılırken, bir diğer yandan da bu alanlarda üretim aşamalarına geçilmiş durumdadır. İsrail, Akdeniz’deki Leviathan ve Tamar sahalarında gerçekleştirmiş olduğu doğal gaz arama faaliyetleri kapsamında 1 trilyon m3 fazla kanıtlanmış doğal gaz rezervi keşfetmiştir. Benzer şekilde GKRY’nin vermiş olduğu izin neticesinde Afrodit sahasında 100 milyar m3 üzerinde doğal gaz rezervini ortaya çıkarmıştır. İtalyan ENI şirketi ise Mısır’ın Zohr sahasındaki doğal gaz rezervlerinin 850 milyar m3
olduğunu açıklamıştır. Filistin’in deniz alanında keşfedilen Gaza Marine doğal gaz sahası ise, âtıl durumda beklemektedir (Yılmaz, 2018, 1-2; Balkaş, 2019, 2).
Doğu Akdeniz’de bulunan petrol ve doğal gaz enerji kaynaklarının keşfedilmesi dünya piyasaları bakımından oyun değiştirici bir özelliğe sahiptir. Bunun yanı sıra enerji diplomasisinin ve küresel enerji oyunlarının ilk sıralarına yerleşmiş bulunmaktadır. Ayrıca Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) göre bölgede bulunan petrol ve doğal gaz yatakları üzerinde sahildar devletler olan Mısır, Türkiye, Kıbrıs Adası, Lübnan, Suriye, İsrail ve Gazze Şeridi hak sahibidir. Bu kapsamda bölgedeki enerji kaynakları Doğu Akdeniz’e sahildar olan Türkiye, GKRY, Yunanistan, İsrail, Lübnan ve Mısır’ı karşı karşıya getirmektedir. Özellikle Orta Doğu’da yaşanan Arap Baharı’ndan sonra Doğu Akdeniz’deki enerji üreticisi olan ülkelerde ortaya çıkan ekonomik ve siyasi krizler bölgedeki petrol ve doğal gaz üretimini önemli boyutta etkilemiştir. Örneğin Suriye ve Mısır’da petrol ve doğal gaz üretimi düşmüş, İsrail enerji alanında bölgede önemli bir pozisyon kazanmıştır (Üstün, 2016, 3-4).
Bölgesel ve küresel oyunların kurulduğu, denklemin değiştiği günümüzde, Doğu Akdeniz’in istikrarsız konumu enerji güvenliği açısından hayati öneme sahip olup, aktörlerin konumlarını yeniden gözden geçirmelerini gerekli kılmaktadır. Küresel aktörler çıkarları doğrultusunda Suriye, Libya, Mısır gibi jeopolitik açıdan Doğu Akdeniz’in önemli ülkelerini şekillendirmeye çalışmaktadır. Rusya ve Çin kendi çıkarları doğrultusunda İran’ı jeostratejik açıdan önemli bir ülke olarak kodlamakta ve Suriye’yi de kaybetmemek için mücadele etmektedirler. ABD ve AB bölgedeki çıkarları doğrultusunda analitik bir mücadele içerisindedir (Akbaş, 2017, 269).
... Doğu Akdeniz’e sahildar ülkelerden Suriye 19 Kasım 2003, Lübnan 19 Ekim 2010, İsrail ise 12 Temmuz 2011 tarihinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmiştir.
AB’nin de desteğini alan GKRY; 2 Nisan 2004 tarihinde KKTC ve Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını yok sayarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına Birleşmiş Milletler’e 200 millik bir MEB ilanının yapılmasını sağlamıştır. Yaşanan bu gelişmeler neticesinde GKRY; Mısır ile 17 Şubat 2003 tarihinde, Lübnan ile 17 Ocak 2007 tarihinde MEB Sınırlama Anlaşmaları imzalamıştır. GKRY; benzer anlaşmaları Lübnan ile 17 Ocak 2007 tarihinde, İsrail ile ise 17 Aralık 2011 tarihinde imzalamıştır (Aksu, 2013, 163; Başeren, 2015, 40). Çin bölgede Rusya ile birlikte hareket etmekte ve askeri tatbikatlar düzenlemektedir.
Ayrıca bölgedeki enerji kaynakları üzerinde hâkimiyet kurmak adına ihtiyaç duyduğu petrol iletim hatları ve sıvılaştırma tesisleri için GKRY ile temaslar kurmaktadır. Rusya, Mısır’ın enerji meselelerine müdahil olmakta, İran’ın desteğiyle Suriye’de yaşanan olaylara müdahale etmekte, Libya’da yaşananlara dayanak noktaları geliştirmektedir. ABD, bölge enerji denklemi için İsrail-Mısır-Suudi Arabistan iş birliğine büyük önem vermekte ve önemli gördüğü aktörlerle ikili çözümler üretmeye çabalamaktadır. AB, İsrail- Yunanistan-GKRY tarafından somutlaştırılan Doğu Akdeniz Boru Hattı’nı finansal anlamda desteklemekte dir. Türkiye-GKRY arasında yaşanan anlaşmazlık, bölgenin geleceği için en önemli sorun olarak tanımlanmaktadır (Şeker, 2018, 221).
Türkiye, GKRY, Yunanistan, İsrail, Lübnan, Mısır ve Suriye gibi Doğu Akdeniz’deki sahildar ülkelerin yanı sıra, enerji piyasasında söz sahibi olan ABD ve Rusya gibi bölge dışı aktörler de bölge için birtakım yeni stratejiler geliştirmektedir.
Ortadoğu ve Doğu Akdeniz petrol ve doğal gaz yatakları dikkate alındığında Avrupa kıtasının enerji ihtiyacını karşılayan en önemli güzergâhlardan birini Türkiye oluşturmaktadır. Bu yönüyle Avrupa’nın önemli güvenlik ve enerji güzergâhı Türkiye’dir. Haliyle
Türkiye’siz bir AB’de güvenli bir enerji güzergâhı kurmak kolay olmayacaktır. Ayrıca İngiltere de Kıbrıs’ta yer alan Ağrotur ve Dikelya Askeri Üsleri ile bölgede faaliyetler gerçekleştiren son derece önemli bir ülke pozisyonundadır. Böylesine güçlü devletlerin var oluğu bir bölgede, yaşanabilecek en ufak çapta bir kıvılcım, büyük bir çatışma potansiyeline sahip gözükmektedir (Aydın, 2019, 720-724; Şafak, 2015, 8).
4.1. Yunanistan ve GKRY’nin Doğu Akdeniz Enerji Kaynaklarına Yönelik İzlediği Politikaları,
Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları diğer ülkeler için olduğu gibi Yunanistan içinde umut verici düzeyde büyük önem taşımaktadır. Yunanistan bölgedeki enerji kaynaklarından 2020 yılına kadar toplamda 6-7 milyar m3 kadar faydalanabilirse, sadece Afrodit sahasındaki enerji düzeyi Yunanistan’ın
potansiyel tüketimini %25 ile %50 arasında karşılayabilecek ve azaltabilecek düzeydedir. Yunanistan Cezayir’den pahalıya aldığı sıvılaştırılmış doğalgazı Afrodit sahasından sağlayarak ekonomik anlamda olumlu kazanımlar elde etmeyi ummakta ve bölge ülkeleri ile olan ilişkilerini bu beklenti üzerinde yürütmekte dir. Afrodit sahası Leviathan sahasına bağlanmasa bile GKRY ile Yunanistan arasında yapılacak uzun vadeli bir anlaşma, Yunanistan’ın ihtiyaç duyduğu enerjiyi önemli ölçüde sağlayacaktır. Bu durum özellikle Yunanistan’ın enerjide dışa bağımlılığını önemli düzeyde azaltacaktır. Yunanistan mevcut jeostratejik yapı gereğince “Vassilikos LNG Projesi”nin farkındalığını artırma gayreti içerisindedir. AB ülkelerine bölgedeki enerji kaynaklarının transferinin sağlanabilmesi için Yunanistan çıkarları doğrultusunda ikili bir alternatif olarak kendi toprakları üzerinden geçen boru hatlarının oluşturulması veya Vassilikos ’tan sıvılaştırılmış doğal gaz terminali kurularak transferin gerçekleştirilmesi gerektiğini savunmaktadır (Yıldırım, 2016, 4).
Ege Denizi’nin Güney sınırını oluşturan adalar ile Doğu Akdeniz’deki Meis’i ana kıtasının kıyıları olarak kabul eden Yunanistan, Mısır ve GKRY ile ortak hatların çizilmesi gerektiğini savunmaktadır. Tek başına hiçbir şekilde KKTC temsil yetkisi bulunmayan GKRY, kendini Kıbrıs Adası’nın tek yetkili devleti olarak görmekte dir. Bu nedenle de batıda Yunanistan, güneyde Mısır, güneydoğuda İsrail, doğuda Lübnan ile ortak hattı esas alan MEB sınırlandırmalarına göre hareket etmektedir. Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve özellikle GKRY’nin inisiyatifinde ortaya çıkan gelişmeler, her iki devletin başta Türkiye ve Mısır olmak
üzere bölgede adaları bulunmayan diğer sahildar ülkeler aleyhine kıta sahanlıklarını ve böylece MEB sahalarını genişletme çabası içerisinde olduklarını göstermektedir. Özellikle her iki ülke Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de Antalya Körfezi açıklarında dar bir deniz alanına sıkıştıracak politikaları izlemektedirler (Erol,
2018, 35-36).
GKRY, 26 Ocak 2007 tarihinde çıkarmış olduğu bir kanun ile petrol ve doğal gaz arama amaçlı 13 adet ruhsat sahası ilan etmiştir. Bu sahalarda oluşturulan parsellerden bazıları üzerinde İtalyan ENI, Güney Kore’den KOGAS, Fransız TOTAL, Rus NOVATEK ve ABD’li enerji şirketi NOBLE Energy şirketleri petrol
ve doğal gaz arama çalışmaları yapmak üzere ruhsat almıştır (Peker vd., 2019, 97).
GKRY doğal gaz rezervlerini Yunanistan ve İtalya’ya taşımak için İsrail ile birlikte hareket etmektedir. Ayrıca ihtiyaç duyduğu maddi desteği AB’den alarak Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi’ni hayata geçirmeyi planlamaktadır. Böylece GKRY, Türkiye’yi oyun dışı bırakarak doğal gaz rezervlerini Avrupa’ya ulaştırma gayreti içerisindedir. Türkiye; GKRY’nin Doğu Akdeniz’de gerçekleştirmeye çabaladığı
bu fiili durum karşısında, kendi petrol ve doğal gaz aramalarını sürdürmektedir. Diğer aktörler tercihlerini KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını koruyarak enerji kaynaklarının çıkarılması, işletilmesi ve kullanılması yönünde belirlerlerse Türkiye Doğu Akdeniz’de enerji iş birliğine açıktır. Ancak aksi bir
durumunda Türkiye, KKTC’nin haklarını korumak adına Doğu Akdeniz’de gerginliği göze alacaktır. Nitekim İtalyan ENI şirketinin sondaj gemisinin faaliyetleri 2018 yılında Türk savaş gemileri tarafından engellenmesi bu durumu kanıtlar niteliktedir. GKRY’nin Doğu Akdeniz üzerindeki bu tutumu Ankara
tarafından bir fırsatçılık olarak kabul edilmekte ve gerekirse askeri seçeneklerin de kullanılabileceğinin altı çizilmektedir (Yılmaz, 2018, 3-4).
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder